Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 550
YUSUF SURESİ TEFSİRİ-8-10.AYETLER
27.02.2010
1383 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 43 YILDIR ÇALIŞIYOR....2008...2009...2010

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜNYA DÜZENİ 550

“ADİL DÜNYA DÜZENİ, III. BİN YIL MEDENİYETİ PROJESİDİR.”

Haftalık Seminer Dergisi             27 Şubat 2010                      Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR... ÇOĞALTABİLİR... DAĞITABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 549. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da C.tesi günü 18.00-21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Gayemiz ve Hedefimiz: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır.    Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL

***

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;

YARGIYA MÜDAHALE

Yargıya muhtıra                               Şamil Tayyar, Star gazetesi, 24.02.2010

Genelkurmay: Durum ciddi          Fikret Bila, Milliyet, 24 Şubat Çarşamba 2010

KUVVET YÖNETİMİ

VE

SON GELİŞMELER…

***

*İŞLETME SEMİNERLERİ; 100. SEMİNER

Her Hafta PERŞEMBE akşamları; Adres: EMİNEVİMKısıklı Cad. No: 36  Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL  Tel: (0216) 444 36 46

SOHBET…  SEMİNER…  SORULAR-CEVAPLAR…

[Genel Hizmet Kooperatifi Ana Sözleşme Çalışmaları… Şimdilik ertelendi!]

***

Birlikte kuvvet olup direnmek

Ana sorunlar, yargı ve “ADALET”

İktidar şikâyet makamı değildir

Reşat Nuri EROL

***

YUSUF SÛRESİ TEFSİRİ - 3

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ(1) إِنَّا أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ(2) نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ أَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ هَذَا الْقُرْآنَ وَإِنْ كُنتَ مِنْ قَبْلِهِ لَمِنْ الْغَافِلِينَ(3) إِذْ قَالَ يُوسُفُ لِأَبِيهِ يَاأَبَتِ إِنِّي رَأَيْتُ أَحَدَ عَشَرَ كَوْكَبًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ رَأَيْتُهُمْ لِي سَاجِدِينَ(4) قَالَ يَابُنَيَّ لَاتَقْصُصْ رُؤْيَاكَ عَلَى إِخْوَتِكَ فَيَكِيدُوا لَكَ كَيْدًا إِنَّ الشَّيْطَانَ لِلْإِنسَانِ عَدُوٌّ مُبِينٌ(5) وَكَذَلِكَ يَجْتَبِيكَ رَبُّكَ وَيُعَلِّمُكَ مِنْ تَأْوِيلِ الْأَحَادِيثِ وَيُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَعَلَى آلِ يَعْقُوبَ كَمَا أَتَمَّهَا عَلَى أَبَوَيْكَ مِنْ قَبْلُ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْحَاقَ إِنَّ رَبَّكَ عَلِيمٌ حَكِيمٌ(6) لَقَدْ كَانَ فِي يُوسُفَ وَإِخْوَتِهِ آيَاتٌ لِلسَّائِلِينَ(7)

 

إِذْ قَالُوا لَيُوسُفُ وَأَخُوهُ أَحَبُّ إِلَى أَبِينَا مِنَّا وَنَحْنُ عُصْبَةٌ إِنَّ أَبَانَا لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ (8) اقْتُلُوا يُوسُفَ أَوْ اطْرَحُوهُ أَرْضًا يَخْلُ لَكُمْ وَجْهُ أَبِيكُمْ وَتَكُونُوا مِنْ بَعْدِهِ قَوْمًا صَالِحِينَ (9) قَالَ قَائِلٌ مِنْهُمْ لَا تَقْتُلُوا يُوسُفَ وَأَلْقُوهُ فِي غَيَابَةِ الْجُبِّ يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ السَّيَّارَةِ إِنْ كُنتُمْ فَاعِلِينَ (10) 

 

إِذْ  

(EiÜ) 

“Saillere âyetler vardır.”

Geçmiş zamanın zarfıdır. Sailindeki masdarın zarfıdır. Saillere âyetler vardır. Kardeşler Yusuf’tan kurtulmak istiyorlar.

Buradaki âyet nedir? Hem de âyetler nelerdir?

Buradaki âyet, bize insanlığın uygarlaşmasındaki takdiri ilâhiyi belirlemektedir. Burada Allah’ın insanlığın uygarlaşmasını sağlamak üzere görevlendireceği bir halkı oluşturmak için olayları nasıl oluşturduğunu gösteren âyetler vardır.

Hazreti İbrahim’in çocuğu olmuyor; olsaydı Hazreti İsmail Mekke’ye gitmezdi.

Müşrikler zulüm yapmasaydı Medine devleti kurulmazdı.

Tarih böyle hikâyelerle doludur.

Türkler Viyana’yı muhasara ederler, Viyana düşmek üzeredir. Kırım Hanlığı askerleri ihanet ederler ve Osmanlılar mağlup olur. Bu mağlubiyet Sakarya’ya kadar uzanır. Bu mağlubiyetin sonucunda Avrupa uygarlığı doğar.

Bu uygarlık yalnız Avrupalıların yararına olmamıştır. Tüm dünya yeni uygarlığa geçmiştir. Tüm dünya artık müsbet ilme inanır olmuştur. Tüm dünyanın okullarında Batı’nın müsbet ilimleri okutulmaktadır. Artık ilkel düşünce tarih olmuştur.

Bu müsbet ilim anlayışı Mezopotamya’da başlamıştır. Gelişmiş ve nihayet İslâmiyet’le metot bakımından zirveye ulaşmıştır. Bağdat’ta gelişmeye başlayan ve sonraları tüm İslâmiyet âlemine yayılan fıkıh usûlü bugün insanlığın ortak tedrisatına mesnet teşkil etmiştir.

Burada zikredilen âyetler nelerdir?

Yeni uygarlık kurulacaktır. Bu Mısır uygarlığı ile Mezopotamya uygarlığının sentezi olacak bir uygarlık olacaktır. Bunun için bu iki uygarlığı sentez edecek bir  topluluğun görevlendirilmesi gerekirdi. Bu iki uygarlığı bilecek topluluk olmalıydı.

Peki ama bu iki uygarlığı bir topluluk nasıl bilecekti?

İşte bunun için Allah Hazreti Yakub’un çocuklarını görevlendirecekti. Bunlar peygamberler olmayacaktı. Normal insanlar olmalıydı. Topluluk ihtirasları ve kıskançlıkları olan insanlardan oluşmalı idi. İşte Allah bunlara suç işletti. Sonunda işte bu âyetlerden İsrail oğulları oluştu. Bunlar öldürmek isteyecekleri Hazreti Yusuf’un emrine girecekler, İsrail oğullarını oluşturacaklardır. İsrail oğulları bu iki uygarlığı oluşturmakla görevlidirler. Bunlar seçilmiş kimselerdir. Lakin bu seçilmişlik bunlar cennetliktir anlamına gelmez.

Topluluklar bu dünyada üstün olurlar, zengin olurlar, alim olurlar. İyi olup cennete gitme ise ayrı şeydir. Allah bunu topluluklara bırakmamıştır. Bu konuda herkes kendi kaderini kendisi çizmektedir. İşte âyetlerden biri budur.

Buradan bizim alacağımız ders vardır. Türkiye’de İstiklâl Savaşı oldu. Halk dinimizi kurtaralım diye canla başla savaştı. İlk bakışta en büyük haksızlık inkılâplar olmuştur. Halkın din için yaptığı savaş kendi dini aleyhinde kullanılmıştır. Ne var ki bu inkılâplar sayesinde Türkiye muasır Batı medeniyetini öğrendi. İsrail oğullarının Mısır’daki görevi ne idiyse, Türklerin de Avrupa’da görevi bu idi. Bu sayede ileride III. bin yıl uygarlığını kuracaklardı.

O halde Yusuf’un kıssasında kardeşlerinin onu kuyuya atmasında büyük bir âyet vardı.

Bu âyet Türk Milletine de bu hususta yol gösteriyordu.

Buradaki başka bir âyet de şudur.

Yusuf’un kardeşleri ihanet ettiler. Ama Allah onlara ceza vermedi. Onları Yusuf’un emrine verdi ama onların kökünü kurutmadı. Onlar aşiret oldular ve İsrail oğullarını oluşturdular.

Kötü insanları affetmez de hep cezalandırırsak, onların çocuklarını da cezalandırmış oluruz. Bu sebepledir ki cezalandırma intikam amacıyla yapılmaz. Cezalandırma sadece caydırıcılık amacıyla yapılır. Kötülük yapan insanlara düşmanlığımız yanlıştır.

Biz ileride “Adil Düzen” olarak iktidar olduğumuz zaman lâiklik adı altında zulüm yapanları affedecek, onlarla beraber “Adil Düzen”i oluşturmaya çalışacağız.

“Adil Düzen”i ülkemizde yerleştirebilmemiz için bugün bize muhalif olanlara da ihtiyacımız vardır. Başta askerlere ihtiyacımız vardır. Bize yaptıkları haksızlıklar sayesinde biz pişmiş ve olgunlaşmış olacağız. Onların bize yaptıkları haksızlıklar olmasaydı biz “Adil Düzen”e sahip olamazdık.

1960’larda ortaya çıktığımızda inanmış olanlar en çok zulüm görüyordu. İnsanlık çıkmazda idi. Erbakan’la “Adil Düzen”i ortaya koyduğumuzda bize yapılan zulüm bizi birbirimize bağlamıştı. Küçük bir başarı görülünce “Adil Düzen” unutuldu.

Demek ki bize baskı yapanlar bize yardım etmektedirler. Bir gün gelecek, Hazreti Yusuf’un kardeşleri gibi bize teslim olacaklardır. Onlarla birlikte “Adil Düzen”i kuracağız. Olaylar bizi üzmemeli, bilakis bir müjde olduğu için sevinmeliyiz.

Başka bir âyet de; Hazreti Yusuf’un kardeşlerinin Yusuf’u öldürmek veya kurda kuşa teslim etmek yerine kuyuya atma gibi bir şeyin akıllarına gelmesidir.

Demek ki kader ne ise karar ona göre verilir.

Sömürü sermayesi Türkiye hakkında karar alırken Türkiye’nin millî devlet olarak oluşmasına karar verdi. Dinsiz olduğu kanaatinde olunan Mustafa Kemal’i seçti. İnkılaplar yapmak üzere Türkiye’nin bağımsız devlet olmasını istedi. İkinci Cihan Savaşı’na sokmadı. Türkiye’den Hıristiyanları ayıkladı.

Sömürü sermayesinin hedefi neydi?

Bir Ortadoğu devleti kurulacak, bu bölgede devletler birliği kurulacak; bu arada  Türkiye silahlanacak, dinsiz olacak ve onun jandarmalığını yapacaktı.

Sonunda ne oldu?

Türkiye’de tarihin en saf İslâm devletinin oluşmasına imkan verildi.

Allah’ın dediği oldu.

Yeni dünya düzenini Türkiye kuracaktır.

Bizim orduya ihtiyacımız olduğu gibi yerli Yahudi sermayesine de ihtiyacımız vardır. Onların bize yaptığı zulmü unutacak, onlarla tüm insanlığa “Adil Düzen”i ulaştırmada dayanışma içinde olacağız. Bugün bize hasım olan, bize zulüm yapan lâikçiler de bizim yardımcımız olacaklardır, olabilirler.

Yardımcı olanlar kurtulacak, olmayanlar helâk olup gidecektir.

Erbakan, ‘Adil Düzen gelecektir; bu geliş kanlı mı olacak, kansız mı olacak, buna millet karar verecektir’ demiştir. Bu söze karşı, sanki biz onların kanını akıtacağız gibi bir yorum getirdiler. Hayır, biz kan akıtmayacağız. Biz iktidar olmadan kan akıtmayız. Kanla iktidar olmayız. Ama siz zalim düzenciler, siz birbirinizin kanlarını akıtacaksınız.

Birinci ve İkinci Cihan Savaşları size yeter ders olmuyor mu?

Şimdi biz sûrenin tefsirine devam edeceğiz. Hazreti Yusuf’un kardeşlerinin kuyu kararlarında ne gibi âyetler olduğunu Allah zamanla bize bildirecektir.

قَالُوا

(QAvLUv)

“Kavlettiler.”

Kavledenler kimlerdir?

Kavledenler Yusuf’un on kardeşidir. Çünkü Yusuf’un anasından da kardeşi olan Bünyamin aralarında yoktur. Babasına anlatır diye ona bunları açıklamadılar. Burada zamir hepsine değil de içlerinden bir kısmına gidebiliyor. “Kardeşlerine anlatma” derken kastettiği kardeşler içinde anadan da kardeş olan yoktu. Sadece öbürleri kastedilmişti. Bununla beraber anadan öz kardeşe anlat anlamı da çıkmaz. Böylece buradaki zamir oradaki kardeşlere gider.

Burada tartışılacak konu mahut olan bir kelimeye giden zamir mahut olana mı gider?

Biz kural olarak, bir kelime iade ediliyorsa, mahut olan kelimeden farklı mânâ kastediliyor diyoruz. Dolayısıyla Hazreti Yakub’un on bir kardeşine anlatma deyip burada on kardeşe zamir olarak gitmesini biz beliğ bulmuyoruz. Hazreti Yakub’un sakındırdığı kardeşler on kardeşidir. Öbür kardeş Hazreti Yusuf’a ihanet etmeyecektir. Ancak ona anlatabilirsin mânâsı da çıkmaz. Hazreti Yakup ihanet edecekler arasına anadan da kardeş olanı almamıştır diyoruz. Kur’an’da bu konudaki başka âyetler üzerinde durarak çalışma yapılırsa, bu husustaki bizim görüşümüzün isabeti ortaya çıkmış olur.

Burada kendilerine söylenenler zikredilmemektedir.

Bu “kavl” kelimesi bir veya iki mefullü olabilir. Ya kendi kendilerine dediler anlamındadır. Lamlı meful mahzuftur. Yahut “kavl” kelimesi tek mefullüdür. Lamla ikinci mefule taaddi etmektedir. “Qul” ile başlayan sûrelerde de aynı şekilde kural yapılabilir. Kendi kendine söyledi. Yahut sadece söyle denmiş olur.

Görüşmeler yapıyor, birbirlerine önerilerde bulunuyor ve kararlar alıyorlar.

لَيُوسُفُ وَأَخُوهُ

(La YUvSUFu Va EPUvHu)

“Yusuf ve kardeşi”

Le” harfi ile başlıyorlar. Çünkü konu Yusuf ve kardeşidir.

Burada “Yusuf ve kardeşi” deniyor.

Yukarıda da kardeşlerine anlatma denmiştir.

Bu iki ifadeden açıkça anlaşılıyor ki kardeşlerden biri anadan da kardeştir. Babadan kardeşlerin içinde anadan da kardeş olanlar daha çok kardeş olacaklardır.

Miras âyetinde de buna benzer hükümler vardır. Babadan kardeşlerle anadan kardeşlerin mirası farklıdır. Hem anadan hem babadan kardeş olanların mirasında ise hem babadan gelen mirasa sahip olacaklar, hem anadan gelen mirasa sahip olacaklardır.

Fıkıhçılarla burada ayrılığımız vardır. Fıkıhçılar anadan kardeşleri ayrı, hem anadan hem babadan kardeşlerle babadan kardeşleri ayrı ve bir sayarlar. Biz buna iştirak etmiyoruz. Anadan kardeşler ananın payını, babadan kardeşler babanın payını paylaşırlar. Hem anadan hem babadan kardeşler ise iki taraftan da miras alırlar.

Yani “eh/kardeş” kelimesi üç mânâda müşterektir. Babadan kardeşlere denir. Anadan kardeşlere denir. Hem anadan hem babadan kardeşlere denir. Üçü de müşterektir. Karineyi maniaya gerek olmadan karineyi daiyye ile mana verilir.

Burada hem anadan hem babadan kardeş kastedilmektedir.

Anne baba genel olarak küçük çocukları çok severler. Baba Yusuf’u en çok sevmektedir, çünkü o en küçüktür. Sonra da anadan kardeşini sevmektedir, çünkü o da anadan son küçüktür. Burada Yusuf’un anasından başka eşleri olup olmadığından bahsedilmiyor. Kardeşler bir anadan mıdır, yoksa ayrı analardan mıdır, bahsedilmiyor. Ancak görülen rüyada yalnız ay ve güneşten bahsediliyor. Yani Mısır’a giden eş bir tanedir. Yoksa kardeşleri ile beraber onlar da gitmiş olacak, onlar da Yusuf’a secde edeceklerdi.

Biz Kur’an’dan zahiren anlaşılan mânâları veriyoruz. Rüya görüldüğü zaman diğer kardeşlerin anaları sağ değildir. Oysa Yusuf’un anası Mısır’a gitmiştir.

أَحَبُّ

(EaXabBu) 

“Daha muhabbetli.”

Yusuf ve kardeşi için “ehabbu” denmektedir. İsmi tafdildir. “Ehabba” denmesi gerekirken “ehabbu” denmiştir. Müfret getirilmiştir.

İsmi tafdillerin kullanış şekli üzerinde durulmalıdır. Önce kullanış şekli değişiktir. Harfi tarifle kullanılır. En mânâsında olur.

“El-ekber” demek en büyük demektir. İzafetle kullanılır, “ekberuna” denir, en yaşlımız anlamına gelir. Yine en büyüğümüz anlamına gelir. “Min” harfi ile geldiğinde daha mânâsınadır. “Ehabbu Minnâ” bizden daha sevgili anlamına gelir. “İlâ” ile taaddi etmiştir. “Habbe” kelimesinin “İlâ” ile kullanılmasıdır. Fail “İlâ” ile meful olmuştur. Aslında “Liebinâ” olması gerekirdi. “Babamız için Yusuf ve kardeşi bizden daha muhabbetlidir” deniyor. “Li” terk edilerek “İlâ” getirilmiştir. “Min”in mukabili “İlâ”dır. “Li”nin mukabili “Bi”dir. Bu sebeple “İlâ” gelmiştir. Yani babamız bizden çözülüp Yusuf ve kardeşine gitmiştir, onu sevmiştir. Yani daha önceleri bizi severken şimdi kardeşimizi sevmiştir.

Bu ifadede bir çelişme vardır demektir. Bu da saltanatın ve risaletin babadan oğula geçmesidir. Kur’an gelmeden önce risalet ve saltanat veraset yoluyla intikal ederdi. Çünkü o zaman aile dışında kişinin yetişebileceği bir eğitim müessesesi yoktu. Ülkenin veya risaletin parçalanmaması için en layık kim ise risalet veya saltanat ona intikal ederdi. Mirasçılar arasında bölüşülmezdi. Görünürde risalet Yakup’tan oğullarından birine geçecektir. Ama kime geçecektir? İşte o belli değildir. Kardeşler bunun için Yusuf’a hasım oluyorlar. Anaları da sağ olduğu için taht onlardan birine ait olacaktır. Risaleti halk babanın oğluna ikramı olarak görmektedir.

Kur’an gelene dek insanlık sadece aile eğitimine tâbi olmuştu. Bugün olduğu gibi haberleşme araçları yoktu. Basın yoktu, yayın yoktu, okullar yoktu. Ancak aile eğitimi sayesinde meslekler öğrenilebiliyordu. Her mesleğin bir ocağı vardı. Krallığın da ocağı vardı, peygamberliğin de ocağı vardı. İşte Hazreti İbrahim peygamber Mezopotamya uygarlığını dünyaya yaymakla görevli kılınan bir ailenim kurucusudur. Dünyadaki bütün uygarlıklar Mezopotamya’dan Sümer uygarlığı olarak yayılmıştır. Bu uygarlığı kuran Hazreti Nuh’tur. Bu uygarlığı dünyaya götüren ise Hazreti İbrahim’dir.

İşte Yakub’un çocukları İbrani uygarlığını oluşturmakla görevli kılınmış bir gruptur, bir aşirettir. Onlardan her biri peygamberliği beklemektedir. En küçük oğlu olan Yusuf’a bu görevin verileceği rüyası bunun için tehlikeli görülmüştür.

Şimdi sorulacak soru şudur:

- Kur’an’dan sonra da hanedanlık devam etmekte midir?

Topluluklar aşiretten/ocaktan başlamaktadır. Aşireti/ocağı kuranlar ilk eğitimi orada almışlardır. Aile eğitimi burada da yine etkin olacaktır. Diğer taraftan “hicret demokrasisi” daha kolay işlemektedir. Dolayısıyla aşiret başkanlığında soy veya vasiyetin geçerli olmasını doğru bulabiliriz. Merkez aşiretlerde ise aile eğitiminin yerini “resmi eğitim” alır. Merkez aşiretlerde şûra başkanları kendi başkanlarını kendileri seçerler. Sıralama usulü ile seçme en uygun bir seçim olmalıdır.

Diğer taraftan dayanışma ortaklıkları sorumluluklarının babadan oğula intikalinde bir mahzur yoktur. Sadece tahsil şartı getirilir. Çünkü burada hicret demokrasisi en kolay şekilde işlemektedir. Bucak başkanlarının, il başkanlarının, devlet başkanlarının ve insanlık başkanının ise veraset yoluyla değil de, sıralama yoluyla seçilmesi gerekir.

إِلَى أَبِينَا مِنَّا  

(EiLAy EaBIyNAv MınNAv)

“Babamıza bizden.”

Daha önce belirttiğimiz gibi “Min”in karşılığı “İlâ”dır, “Li”nin karşılığı “Bi”dir. Önce bizi sevdiği halde şimdi bizi sevmeyi bırakmış, Yusuf’u ve kardeşini sevmeye başlamıştır.

İşte burada hanedanlarda karşılaşılan taht kavgaları belirtiliyor.

Sahabeler arasında ilk başlayan ayrılık taht kavgaları şeklinde olmuştur. Hazreti Ali taraftarları Hazreti Ebu Bekir’in hilafetini tanımamışlar, Hazreti Ali’yi daha layık görmüşlerdir. Bu durum Hazreti Ali’nin halife olmasına kadar unutulmuş, Hazreti Ömer’in ve Hazreti Osman’ın halifeliği nizasız olmuştur. Hazreti Ali’nin halifeliği Emevi-Haşimi kavgasına dönüşmüş, sonra Abbasiler Haşimi olarak yönetimi sürdürmüşlerdir.

Osmanlıların sonuna kadar bu anlayış devam etmiştir.

Mustafa Kemal’in oğlu yoktu. İsmet İnönü’nün oğlu üzerinde durulmuş ama başarılı olunamamıştır. Osmanlılarda taht kavgalarının devlete zarar vermesini  önlemek için kardeşin öldürülmesi meşru sayılmıştır.  

Hanedanlıkta hüküm şöyledir.

Önce ehliyetli olmak gerekir. Bunun böyle olduğunu bize Yusuf kıssası öğretmektedir. Nebilik yetenekli olması nedeniyle en küçük kardeşe intikal etmiştir.

İkinci şart ise saltanatı veya risaleti bölüşme yerine, risaletin onlardan birine intikalidir. Bunu da yine Yusuf kıssasından öğreniyoruz.

Bu arada veraset de tercih sebebi olabilir.

Şunu bilmemiz gerekir ki, başkanlık hak değildir, görevdir. Görevde adalet sözkonusu değildir. Görev verasetle intikal etmez. Ancak ehliyet verasetiyle intikal etmiş olabilir. Bu husus iyi anlaşılmalıdır. Eğer görev verasetle intikal etseydi o zaman miras gibi taksim edilmiş olması gerekirdi.

Peki, intikal eden nedir?

İntikal eden bilgidir, beceridir.

Başka tercih imkanımız olmadığı zaman aile terbiyesi de tercih sebebi olabilir.

وَنَحْنُ عُصْبَةٌ 

(Va NaXNu GuÖBaTün)

“Oysa biz bir usbeyiz.”

Buradaki “Ve” vavı hâliyedir; “Kalu”daki zamirin hâlidir; “Minnâ”nın da hâli olabilir.

Biz usbeyiz” deniyor. “Usbe” kelimesi “asabe” anlamındadır. Yani soyuz demektir.

İbni Haldun devletin kurulmasını asabeye bağlamıştır. 20. yüzyıla kadar devletleri hanedanlar kuruyordu. 20. yüzyılda hanedanlık sona erdi. Yerini diktatörler almaya başladı. 21. yüzyılda parti başkanları yönetime hakim olmaya başladılar. Günümüzde hapse atılan kurucular halkına dayanarak hükümet olma dönemlerine girilmiştir.

Biz usbe olduğumuz halde babamız Yusuf ve kardeşine yönelmiştir.

Hazreti Yusuf’un nebi olmasıyla “usbe” kavramı değişmiştir.

Kalabalık olma ile değil, kalabalığın bir araya gelmesi ile başarıya ulaşılır.

Tarihte devletleri hanedanlar kurdukları halde, Türkiye Cumhuriyeti’ni askerler kurmuşlardır. Kazım Karabekir’in Mustafa Kemal’i desteklemesi ve diğer komutanların da ona uymaları sonunda bir asabe oluşmuş ve Türkiye Devleti kurulmuştur.

Biz bir usbeyiz” demeleri ile şunu anlıyoruz ki, onlar on kardeş olarak bir anadandırlar. Yoksa “usbe” kelimesi müfret gelmezdi. Biz bunu burada Kur’an’dan istidlâl ediyoruz. Bununla beraber, biz bir usbeyiz, bir babanın çocuklarıyız, Yusuf ve kardeşi de bizdendir mânâsı da çıkabilir. Yani biz tek usbeyiz. Ona rağmen babamız ayrıcalık yapıyor, onlara farklı muamele yapıyor mânâsı çıkabilir. Bu takdirde on kardeşin anneleri ayrı ayrı olabilir.

Burada önemli bir sorunla karşılaşıyoruz. Kur’an Arapçası kurallarına göre “Minnâ” yerine “Minküm” demesi gerekirdi. Çünkü ben ve sen Türkçede biz, Kur’an Arapçasında siz olarak ifade edilir. Eğer ben, sen ve o varsa, bunun için “Minküm” değil “Minnâ” getirilir. O halde burada “Minnâ” demek suretiyle Yusuf ve kardeşi de aralarına katmışlardır. Bu takdirde on kardeşin anneleri birden fazla olabilir. Zamirlerin kullanılması bir dildeki en zor durumdur. Kur’an baştan sona taranmalı ve kullanış şekilleri belirtilmelidir.

  إِنَّ أَبَانَا

(EinNa EaBAvNAv)  

“Babamız.”

Kur’an Arapçasına göre “Ebiküm” denmesi gerekirken “Ebana” denmiştir; yani bizim ve Yusuf ile kardeşimizin babası anlamındadır. Üçüncü şahıslar da karıştığı için “Ebana” denmiştir. Eğer “Ebiküm/babanız” denseydi sadece kendilerinin babası olur, Yusuf ve kardeşinin babası olmazdı.

Demek ki burada bir kural öğrenmiş oluyoruz. Ben ve sen “siz”; ben, sen ve o ise “biz” şeklinde ifade edilmiş olmaktadır. Burada kardeşlerin karşı çıktıkları babalarının ayrımcılık yapmalarıdır. Yoksa kardeşlerini de kendi seviyesinde görmeleri değildir.

Böyle düşündüğümüzde kardeşler hakları olan bir şeyleri istiyorlar. Haksızlık yapan babalarıdır. Çünkü çocukları arasında haksızlık yapmaktadır. Ne var ki duygular iradî değildir. Yani insanlar duygularından dolayı sorumlu olmayacaklar, duygularına göre hareket etmekten sorumlu olacaklar.

Burada kardeşlerin işlediği günah Yusuf’u kuyuya atmalarıdır, kıskanmaları değildir. Ona zarar vermeyip kuyuya atmaları da onların suçlarını hafifletmektedir.

لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ(8)

(La FIy WaLALın MuBIyNin) 

“Açık dalâlet içindedir.”

Beyan etmek” demek açıklamak demektir. Müteaddi fiildir. “Sonra beyanı bize aittir” cümlesinden beyanın müteaddi olması demektir. İf’al bâbından ibâne ise lazım bir fiil olmaktadır. Açık olma anlamına gelmektedir. Yani kurallara aykırı olarak ibâne müteaddi fiili lazım yapmıştır. Demek ki if’al bâbı lazımı müteaddi yapar ama müteaddiyi de lazım yapar.

Bu kuralın kural olup olmadığını ortaya koyabilmemiz için Kur’an’daki if’al bablarını bir araya getirerek mânâlandırmamız gerekmektedir.

Demek ki Arapça üzerinde daha çok çalışmamız gerekmektedir.

III. bin yıl uygarlığının Arapçaya katkısı Birinci Kur’an Uygarlığı kadar olacaktır.

Bu nasıl başarılacaktır?

Lütfi Hocaoğlu’nun önderliğinde yapılan çalışmalar sayesinde oluşacak Arapçanın bilgisayarlaştırılması ile ortaya çıkacaktır. Arapçaya dayanan muhasebe ile bilgisayara dayanan Arapça çalışmaları bizi III. bin yıl uygarlığına götürecektir. Bunun benimsenmesine belki de o arkadaşlar bile yetişmeyeceklerdir. Ama ekolümüz inşaallah ekol olacaktır; Sokrat ekolü ve Ebu Hanife ekolü gibi ekol olacaktır.

Mübin dalâlet içindedir.

Dalâlet” şaşkınlık demektir, ne yaptığını bilmeme demektir.

Kardeşler bu sözlerinde haklıdırlar. Yakup günah işlemektedir. Çocukları arasında ayırım yapmaktadır. Allah da ona bunun cezasını verecektir. Yusuf’undan yıllarca uzak kalacaktır. İşte, peygamberler de günah işlerler. Ne var ki cezalarını ya bu dünyada çekerler yahut âhirette affedilirler.

Hepimizin böyle işlediklerimiz günahlar vardır. Dünyadaki musibetler o günahlarımızın kefaretidir. Ayrıca bu dünyamız için de hayırdır.

Yakup peygamber ve bütün peygamberler bu dünyada büyük sıkıntılar görmüşlerdir. Bunlar sabretmişlerdir. Günahları affedilmiştir. Ayrıca dereceleri yükselmiştir.

Bu kural bütün mü’minler için hattâ bütün insanlar için geçerlidir.

Kelam ilminin en zor sorunu budur. Olan her şey hayırdır. Herkes kaderin çizgisi içinde amel edecektir. Ne var ki sonunda yaptıklarından mükafat ve mücazat görecektir. Biz bunu ancak niyetle çözüyoruz. Kişi kaderde ne ise onu yapar ama niyeti ne ise ona göre sevap veya günah işlemiş olur. Hepimizin hayatında günahlarımız vardır. Sevaplar günahları alıp götürür. O halde bizim yapacağımız tevbe edip sevaplarımızı artırmak olmalıdır. Günahlarımıza ağlayıp durmak ve ümidi kesmek yoktur.

Burada bize anlatılan peygamberlerin günahları vardır. Ama onların sevapları o kadar çoktur ki o günahlar yok gibidir. Yakup peygamberin çocuklardan birini daha çok sevme zellesine herkes düşebilir. Ancak bunu yaparken diğerlerine haksızlık yapacak bir tasarrufta bulunmasına izin vermez.

Evet, Yusuf kendi başarısı ile kardeşlerine başkan olmuştur, Yakub’un tayini ile olmamıştır. Demek ki hanedan içinde veya aşiret içinde başkanlık yarışı kişilerin kendilerine bırakılacaktır. Vasiyet edilmeyecektir. Vasiyet belki geçerlidir ama vasiyet etme meşru değildir.

Peki, aşiret başkanı olacaklar nasıl yarışacak, nasıl başarıya ulaşacaklardır?

Tarihte bu iki kardeş arasında veya kardeşler arasında savaş çıkar, sonunda halk bunlardan daha kabiliyetli kim ise onun etrafında toplanır ve böylece başkan seçilmiş olur.

Mustafa Kemal’den sonra İsmet İnönü böylece onun yerine oturmuştur. Celal Bayar oturmuş ama koltuğunu koruyamamıştır.

Demek ki Yakup aleyhisselâmın kardeşlere müdahale etmemesi ve işi oluruna bırakması bundandır.

Yarışı iki şekilde yapabiliriz.

Biri savaştır. Galip gelen yarışı kazanmış olur.

Hakkı üstün tutan düzenlerde buna izin verilemez. Adil Düzene göre yarış biat yoluyla olur. Başkan adayına halk biat eder. Böylece birden fazla adaylar ortaya çıkar. Yüzde beşten az biat alanlar elenmiş olur. Yüzde beşten fazla biat alanlar toplanıp sıralama yaparlar. Sıraların tersleri alınır ve biat edenlerin sayısı ile çarpılır. Toplanır. En fazla derece alan başkan olur.

Bundan sonra ne olur?

Yeni başkanın başkanlığını kabul etmeyen eğer yeter ekseriyet bulmuşsa bu da yüzde otuzdur, ayrılır ve kendisi ayrı topluluk oluşturur. Kamuya ait paylar bölüştürülür. Buradan isteyenler yine ayrılabilir, hicret edebilirler. Ne var ki kamuya ait varlıktan pay alma hakkına sahip değildirler. Eğer hiçbirisi yüzde asgari sayıyı bulamazsa, o zaman o kuruluş dağılır. Kimler nereye giderlerse kamu malları da oraya intikal eder.

Aşiretlerde bu oluş kolaydır.

Bucak ve daha merkezi kuruluşlarda bu iş zorlaşır.

İnsanlar bu konuda sıralama usulünü kullanırlar.

***

اقْتُلُوا يُوسُفَ

(EuQTuLUv YuvSuFa)  

“Yusuf’u katledelim.”

Burada “siz” sigası kullanılmıştır. Bugünkü dillerde bunun yerine “biz” kullanılır. “Biz bunu yapalım” derken, Kur’an Arapçasında “siz bunu yapın” denmiş olur.

Yukarıdaki “Minnâ” ifadesi burada açıklanmış olmaktadır.

Yani “biz” deyince Yusuf ve kardeşi de dahildir.

Yusuf” kelimesi tekrar edilmiştir. Kardeşine dokunmayalım. “Yusuf’u öldürelim” diyorlar. Kardeşini öldürmekten bahsetmiyorlar. Çünkü babası esas itibariyle Yusuf’u sevmektedir. Bunun sebebi, Yusuf en küçüktür, ondan dolayı onu sevmektedir. Babalık hisleri bunu telkin etmektedir. Yusuf olmayınca kardeşi tek kalacaktır.

Yusuf’un burada zikredilmiş olmasının sebebi kardeşi ile karıştırılmamasıdır. Bu durum başka âyette ortaya çıkmaktadır. Yusuf’a hasımlıkları ilâhi telkinle olmaktadır. Yoksa kardeşi için de benzeri düşüncelere sahip olurlardı. Demek ki o duyguları oluşturan Allah’tır.

Yusuf’la beraber kardeşi de Mısır’a gidebilirdi. O zaman kardeşi yeter derecede büyük olduğu için Kenan ilini hatırlayacak, belki de kaçacaklardı. Yusuf’un tek başına gitmesi gerekiyordu. Onun için de onlar yalnız Yusuf üzerinde duruyorlardı.

Burada şu sorulur:  

-Yusuf babasını dinledi de kardeşlerine rüyasını anlatmadı mı? Yoksa rüyasını anlattı da o sebeple bu keydi tasarlama durumunda mı kaldılar? Âyetten bunu nasıl istidlâl edeceğiz?

“Fa” veya “Ve” harfi ile başlasaydı Yusuf rüyasını anlatmış, o sebeple bunu söylemiş olurlardı. “Ve” harfi veya “Fa” harfi mahzufa atfolurdu. O halde âyetten anladığımıza göre Yusuf rüyasını kardeşlerine anlatmadı. Ama kardeşleri yine de Yusuf için öyle düşündüler. Yani rüya kardeşler içindir. Başkaları için bir anlam taşımaz.

أَوْ اطْرَحُوهُ أَرْضًا

(EV EiORaXUHUv EaRWan)

“Yahut onu bir yere atalım.”

Tarh etmek” bir yere atmak demektir. “Remy etmek” bir şeyi atmaktır. “Tarh etme” ise bir yere atmadır. “Nefy etmek” sürmek demektir. Mefulü nefy edilendir. “Min” ve “İlâ” ile bir yerden sürmek veya bir yere sürmektir. “Tarh” ise iki meful almaktadır. Bir şeyi bir yere atmak demektir. Bugün Araplar ve Osmanlılar çıkarma yerine tarhı kullanmaktadır.

Toplamak eklemektir, ziyade etmektir. Çıkarma ise tenkis olabilir. Ziyade etmek ve noksan etmek. Cem kelimesinin karşılığı tefriktir. Cem etmek, ayrı ayrı olanları birleştirmek demektir. Ziyade etmek, denk bir şeye bir şeyi katmak demektir. Ziyadenin karşılığı tenkistir. O halde cem ve tarh kelimeleri hatalı kullanılmaktadır. Kur’an’ın ifadesinde ise ziyade kelimesi vardır. “Ve” harfi ile ifade edilmektedir.

Bağdat Arapçası ve İstanbul Arapçası Kur’an Arapçası değildir.

Bizim ilmî terminolojileri üretirken Kur’an Arapçasını ve Kur’an’daki kullanılış şekilleri ile üretmemiz gerekmektedir.

Kimyada boş olan bir yörüngeyi doldururken tarh kelimesini kullanabiliriz.

Burada “onu bir yere tarh edelim” diyorlar. Arapça “siz” kelimesini kullanıyorlar ama Kur’an Arapçası ile “biz” demektir. Burada böylece anlaşma sağlanmıştır. Önce öldürmeden başlasalar belki birlik sağlanamayacaktır.

Erbakan hükümet kurmasaydı ordu AK Parti’nin iktidarına razı olmazdı. Onun için bir şeyin olmasını istiyorsanız aşırısını teklif edecek, onu savunacaksınız. O doğru olmalı ama gerçekleştirmek istediğinizin o olmadığını bilmelisiniz.

Biz “Adil Düzen”de en ilerisini öneriyoruz. Böylece yavaş yavaş onları ortaya getiriyoruz. Kur’an gelmeden önce tüm insanlığa İncil geldi. Hıristiyanlık ve Budizm insanlığı insanlık idealine alıştırdı, birtakım tavizlerle alıştırdı. Sonunda ideal yapısı ile Kur’an geldi. “Birinci Kur’an Uygarlığı”nın yorumu ile insanlık Kur’an hükümlerine yaklaştırıldı. Şimdi “İkinci Kur’an Uygarlığı”nda “Adil Düzen”e ve “Kur’an düzeni”ne daha çok yaklaşılacaktır. İleride daha da yaklaşacaktır. Bizim aşırı olduğumuzu söyleyip kendilerini akıllı zannedenler vardır. Oysa bizim aşırlığımız olmasaydı ne Demirel, ne Özal, ne de Erdoğan oralarda oturup iktidar olamazlardı. İşte bu âyet bize bu kanunu öğretmektedir.

يَخْلُ لَكُمْ وَجْهُ أَبِيكُمْ

(YaPLu LaKuM VaCHu EaBIyKuM)

“Babamızın vechi bize hali kalsın.”

Tarih boyunca toplulukları yöneten iki şey olmuştur; kılıç ve kalem. Büyük uygarlık kuran topluluklar hep kılıçla kalemi birleştirenlerdir.

Ordu ile üniversite bir araya gelmelidir, ulusla bütünleşmelidir. İşte o zaman devletimiz muasır medeniyetin fevkine çıkmalıdır. Bir parti kurulmalıdır. Bu parti “Adil Düzen Partisi” olmalıdır. Bu şekilde anlaşmış ordu ile üniversitenin desteklediği parti geleceğin partisidir. AK Parti yerine o gelecektir. Bunun için emekli askerlerle öğretim üyeleri birleşip parti kurmalıdırlar. Bunlar Batı’nın esiri ve onlardan korkan bir parti olmamalıdır. Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmamalıdır.

Oysa onlar da Yusuf’un kardeşleri gibi düşünüyorlar...

Üniversite ile ordu birleşmiş, dışarının istediği şekilde ülkemizde din düşmanlığı yapmışlardır. Böylece “Adil Düzen”e mani olacaklarını sanmışlardır.

Başaramadılar.

Ordu millî iradeye dönmüştür.

Üniversite de millî iradeye karşı olmaktan vazgeçmiştir.

Bugün yargı direnmektedir. Gücünü nerden alıyor? Onu düşünemiyor.

Üniversite gücünü ilimden, ordu gücünü silahtan alıyor.

Yargı gücünü nereden alıyor da millî iradeye direniyor?

Dışarıdan, batıcılıktan alıyor!

Evet, biz galip geleceğiz, Batı mağlup olacaktır.

Yargı kurum değildir. Yargı devlet kurumudur. Kararları hakemler vermelidir.

Yusuf’un hikâyesinde güçlü kimdir?

Usbe olanlardır.

Sonunda kim galip gelmiştir?

Yusuf galip gelmiştir. Yusuf savaşla muzaffer olmamıştır. Takdiri ilâhiye teslim olmakla başarıya ulaşmıştır. Hak düzeni er geç dünyaya hakim olacaktır. Direnenler mağlup olacak, teslim olacaklardır. İşte Yusuf’un kıssasındaki âyet budur. Kalem kılıcı yenecektir. Er geç kalem kılıcı dize getirecektir. Sahte kalemlerden bahsetmiyoruz. Gerçek alimlerden bahsediyoruz. Kimlerdir bunlar? Batı’nın matematiğini öğrenenlerdir. Müsbet ilimler onunla bilinecektir. Doğunun Arapçasını öğrenenlerdir. Hak düzenin kurallarını ondan öğreneceklerdir. Kur’an’ı onlar anlayacaklardır. İşte o alimleri temsil eden kalem galip gelecektir. Kalemle öğretmiştir.

 وَتَكُونُوا مِنْ بَعْدِهِ

(Va TaKUvNUv MiN BaGDiHİy)

“Ondan sonra olursunuz.”

İki görüş vardır.

Birinci görüşe göre kötülük giderse iyilik kendiliğinden gelir. Bu Marx’ın görüşüdür. Marx buna bir şey daha ilave ediyor. Kötülüğün gitmesi için bir defa kötülük yapmak da gerekir. Kötüler kötülükle yok edilebilir.

İkinci görüşe göre ise iyilik gelirse kötülük kendiliğinden gider. Mum yakılırsa karanlıklar yok olur. Kötüleri yok etmek iyiliğin gelmesi için yeterli değildir. Bir kötülük gider, yerine başka kötülük gelir. O halde bizim yapacağımız şey iyiliği getirmedir.

İyiliğin gelmesini önlemek isteyenler olacaktır. Onlarla cihat etmeliyiz. İyiliği yok etmek isteyenler olacaktır. Onlarla savaşmalıyız.

İşte Yusuf ve kardeşleri arasında böyle metot farkı vardır. Kardeşlerine göre bir defaya mahsus olmak üzere kötülük yapılacak, sonra kendiliğinden işler düzelecektir.

Marx’ın sosyalistlerin ve inkılap yapanların hep takip ettikleri usul bu olmuştur. Başarıya ulaşmamışlardır.

Mustafa Kemal 1923’te; muasır medeniyetin bütün icapları yerine getirilecektir demiş ve on yıllık inkılapları baskı içinde yapmıştır. 1933’te; size vaat ettiklerimin hepsini yerine getirdim ama işimiz bitmemiştir, daha yapacaklarımız var demiştir. Muasır medeniyetin fevkine çıkacağız. Elimizde tuttuğumuz meşale müsbet ilimdir demiştir.

Mustafa Kemal inkılaplarla işin bitmediğini bilmekte, aydınlık için mum yakmaktadır. İlim meşalesiyle yola çıkmaktadır.

Ne var ki seksen yıldır müsbet ilim öğrenilememiş, muasır medeniyetin fevkine çıkma ise artık anılmaz olmuştur.

Biz şimdi Mustafa Kemal’in eksik bıraktığı şeyi tamamlıyoruz. Muasır medeniyetin fevkine çıkacağız. Elimizde tuttuğumuz meşale müsbet ilim ve Kur’an’dır. Müsbet ilim güçtür. Kur’an ise haktır. El ele tutunca işte o zaman muasır medeniyetin fevkine çıkılabilir.

قَوْمًا صَالِحِينَ(9)

(QaVMan ÖAvLiXIyNa)

“Salih kavm olursunuz.”

Marx öyle diyordu. İnsanları ifsat eden ırktır, dindir, mülkiyettir ve ailedir. Zorba devlet kurulmalı ve silah zoru ile bunlar yok edilmeli. Sonra dünya cennet olur. İnsanlar artık kötülük işlemez olurlar. Onun dedikleri denenmiş ama deneme başarısız olmuştur. Kırk milyon insan öldürülmüştür ama insan yine her zamanki insan olarak kalmıştır. Yeryüzü cennet olmamıştır. Buradaki “sonra salih kavm olursunuz” ifadesi Marx’ın da kullandığı bir sözdür. Onun izinde olanlar da benzerini söylemişlerdir.

Kavm” kelimesi burada kullanılmıştır. Tüzel kişiliği olan topluluğun ortak adıdır. Ayrıca şa’bin üstündeki topluluğun adıdır. İkisi arasında müşterektir. Karine ile bunu bilebiliriz.

Bununla beraber İsrail oğullarının ileride bir kavm olacakları da bildirilmiş olmaktadır. Bugün yeryüzünde on milyon civarındadırlar. İsrail’de beş milyon toplanmıştır. Ancak gelecekte İsrail topraklarına mâlik olacaklardır. Dünya ticaretinin merkezi oraya kayacak ve otuz milyonu geçerek bir ulus olacaklardır mânâsını da çıkarabiliriz. Bu durum şimdi onların mağlup olacakları ile çelişmez. İlerisini ifade etmektedir.

***

قَالَ قَائِلٌ مِنْهُمْ

(QAvLa QAEiLun MiNHuM)

“Onlardan söyleyen biri dedi ki.”

Bir toplulukta bir şey müzakere edilirken içlerinden birinin aklına bir fikir gelir. O onu söyler. Diğerleri de ona uyar. Bunu bilen birçok kimseler karar verdikleri bir hükmü topluluğa aldırarak herkesi o konuda bağlamak isterler. Bunun için toplantı yaparlar. Birini görevlendirirler ve o onu ortaya fikir olarak atar. Diğer görevliler de onu onaylar. Diğer insanlar ses çıkarmaz. Oldu bitti yapılarak karar bağlanmış olur.

Bu tertipli toplantılarda durum böyle olduğu gibi tertipsiz toplantılarda da toplu karar böyle alınır. Biri söyler, diğerleri düşünmeden uyarlar veya reddederler. Sonunda karar alınmış veya alınmamış olur.

O halde ne yapılmalıdır?

Bunun için şeriatta istişare kuralları belirtilmiştir.

İstişareye katılanlardan fikirleri etkili olmayanlar sağdan oturmaya başlarlar. En etkin olan kişi başkanın solunda oturur. Başkan kendi fikirlerini belirtmeden soruyu ortaya koyar ve konuşanlar sağdan itibaren sırayla fikirlerini belirtmiş olurlar. En etkin kişi en sonunda konuşur. Kararını etkileyerek değil etkilenerek verir. Başkanın kanaati hâsıl olmuşsa kendisi kararını verir; kanaati hâsıl olmamışsa ikinci tura başlanır. Başkan kararı verdikten sonra istişare biter. Topluluk dağılır. Karardan sonra o mecliste kimse konuşmaz. Başkanın kararına katılmayanlar hakemlere gidebilirler. Karara itiraz edilmediği takdirde kesinleşir.

Buradaki Yusuf kıssasında istişare edilirken bir başkan yoktur. Dolayısıyla karar gelişigüzel alınmıştır. Geçici toplantı yapılmışsa karardan önce bir başkan seçilmelidir. Oturumu ve uygulamayı o yapmalıdır. Burada “bir kail” denmiş, herhangi birisi demiştir.

لاَ تَقْتُلُوا يُوسُفَ

(Lav TaQTuLUv YuSUvFa)

“Yusuf’u katletmeyelim.”

Burada karar ittifakla alınmalıdır. Yoksa muhalif olan deşifre eder.

İttifakın sağlanması için ikinci kişi Yusuf’u katletmeyelim teklifi ile Yusuf’u korumuş olabilir. Yahut kararı hafifletme amacıyla böyle söylemiştir.

Genel olarak bu tür karar önce iki kişi arasında alınır.

Bir gece bacanak olan Gorbaçov (Rus lider Mihail Gorbaçov) ve Şevartnatze (Gürcü lideri Edvard Şevartnatze) ev sohbetindedir. Şevartnatze ‘Sovyet/SSCB yöntemini değiştirelim’ der. Gorbaçov, ‘bize bunun için yüz milyar dolar gerekir’ der. Şevartnatze ABD’ye gider ama yüz milyar doları bulamaz. Almanya’da Helmut Kohl kendisi yüz milyar doları vermeyi önerir ve SSCB’de iki liderin düşündüğü değişme olur.

İşte burada da Hazreti Yusuf’un kuyuya atılması baştan kararlaştırılmıştır. Bunu kararlaştıranların diğer kardeşlerin olurunu almaları gerekmektedir. Yusuf’un anadan kardeşi bunlar arasında yoktur. Nerededir? Yusuf’tan küçük olduğu için katılmamış olabilir. Yahut bu görüşmeler Yusuf ve kardeşinden saklanarak yapılmıştır. Kuyuya atılmasından da kardeşinin haberi olmayabilir. Ya onlarla beraber yoktu, yahut ondan gizli  gerçekleştirildi.

وَأَلْقُوهُ فِي غَيَابَةِ الْجُبِّ

(Va EaLQUvHUv FIy ĞaYAvBaTı eLCubBi)

“Onu cubbun gayabetine ilka ediniz.”

Kail böyle yapılmasını öneriyor. Bu en kolay işlemdir. Kuyuya konacak. Çocuk ölmeyecektir. Onu oradan alanlar kimlerden aldıklarını bilmeyecekler. Böylece olay gizlenmiş olacaktır. Onu bulanlar onu satacakları için memnun olacaklardır. Dolayısıyla onlar da bunu yapmayacaklardır.

Yusuf onlara olayları anlatmayacak mıdır?

Anlatmayacaktır, çünkü kervanın dilini bilmeyecektir. Mısır’a götürülüp satılacaktır. Dili öğreninceye kadar oraya uyum sağlayacaktır. Nerden geldiğini artık Mısırlılara anlatmayacaktır.

Burada iki kelime geçmektedir.

Gayabet” derinliğinde demektir. Yukarıdan bakıldığı zaman ulaşılması mümkün olmayan kuyu demektir. Kuyular açılır ve su bulunan yerde bir seki yapılır. Sonra daha dar kuyu kazılır. Su oradan alınır. Böyle kuyuya “cubb” denmiş olabilir. Çünkü kuyuya koyarken ona zarar gelmeyeceğini bilmektedirler. Suyun içine konsa helâk olacağından emniyette olunmazdı. “Birr” denmeyip “cubb” denmiş olması bundan olabilir.

Türkçe “cübbe” kelimesi dışarıda giyilen örtüdür. Kuyunun çevresi duvarla çevrilir. Suya kadar onunla inilir. İnildiği yerde bir seki vardır, orada durulur. Oradan asıl su alınır. İşte bu kuyunun adı “cubb”dur.

Yusuf’un kardeşleri bu kuyuyu bilmektedirler. Burada “cubb” marifedir. Bilinen bir kuyuya koyacaklardır. “Gayabet” demek görünmeyen yer olduğuna göre, Yusuf buraya konuyor. Burada yapılan nedir? Yusuf daha sonra ortaya çıksın ama nerden geldiği, bunu kimin yaptığı bilinmesin, yapanlar bulunmasın.

يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ السَّيَّارَةِ

(YaLTaQıOHu BaGDu elSayYARaTi)

“Seyyarenin bazısı onu iltikat etsin.”

Seyyare” marifedir. Bilinen kervan demektir. Oradan devamlı gelip geçmekte olan kervan bilinmektedir. “Bazı” kelimesini kullanmasından anlaşılıyor ki, o kervandan bir grubun iltikat etmesi düşünülüyor.

Buradan hangi seyyare geçmektedir?

Mısır’a giden seyyare geçmektedir. Mısır büyük devlettir. Mısır sosyalizmle yönetilen bir devlettir. Nil sayesinde zengin bir ülkedir. Halk oraya ürünlerini götürür ve oradan bazı mamulleri alır, ülkesine getirir. Bilinen yolcu kafilesi buradan gelip geçmektedir. Kafilenin tamamı geçmeyeceğine göre “bazı” kelimesi kullanılmıştır.

Burada sorunlar çözülmektedir. Yusuf’un Mısır’a götürülüp satılacağı bilinmektedir.

Mısır’dan dönenler de alabilirler. O takdirde nereye götürülecektir?

Kervan belli günlerde gelip geçer. Yolcular böylece bu kervana katılırlar. O halde Yusuf’un kardeşleri Mısır’a giden kafilenin Yusuf’u alacaklarını bilmektedir. Kendilerini gizlemektedirler ama Yusuf Mısır’a gönderilmektedir.

إِنْ كُنتُمْ فَاعِلِينَ (10)

(EiN KunTuM FAvGıLIyNa)

“Fail iseniz böyle yapın.”

Sözcü bu olaya taraftar değildir. Ama kardeşleri ile de cepheleşmek istememektedir. Öldürmelerine izin vermemektedir. Ama kuyuya atılmasına razı olmaktadır.

Burada kail sadece izin vermekle kalmıyor. İşin yürütülmesi için gerekli yolu da göstermektedir. Böylece öldürme kararlarından vazgeçirmektedir.

İşte burada insanların nasıl kararlar aldığı anlatılmaktadır. Hayatımız böyle kararlarla doludur. Bu kararlar çoğu zaman o anda alınan kararlarla yapılmaktadır.

Birçok kimse istemediği halde topluluktan kopmak istemez. Onların içinde kalır. Yapabildiğini yapar. Biz de bir memlekette kalırken düsturumuz bu olmalıdır. Ülkeyi terk edip gittiğimiz zaman ülke kötülüklere daha çok sürüklenir. İlişkiyi koparmadan adım adım hedefe yaklaşıyoruz.

Biz 1960’larda başlayan faaliyetlerde mevcut düzenle ipi koparmadık. Onların zulümlerine dayandık. Onları yavaş yavaş bugünkü hâle getirdik.

Bugün AK Parti iktidarı da böyle bir geçişin bir adımıdır.

Halk bu sayede yavaş yavaş “Adil Düzen”i sindirecek hâle geliyor.

“Adil Düzen”e varmamız için onu öğrenmemiz ve örnek uygulama yapmamız kalmıştır.

Bu birlik ve beraberlik korunduğu için sonra Mısır’da bunlar bir ulusun temelini atacaklardır. Eğer o gün bunlara karşı gelseydiler bu birlik sağlanamazdı. Hazreti Yakup da oğulları ile bozuşacaktı.

Biz de böyle yaptık, bugüne kadar bize karşı olan ordumuza biz karşı olmadık. Sonunda bizimle birlikte uygulamalar oldu, bugünkü hâle geldik.

Olayları sabırla beklememiz gerekir.

 

Özel Not ve Dua Talebi: Bilenler biliyor… 550’inci bu seminer notları, bundan önceki 549 seminer notlarına nisbetle çok daha zor şartlarda hazırlandı… Özellikle bundan sonrası için dualarınızı bekliyoruz…   RNE

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-550/ADİL DÜZEN DERSLERİ-380   27 Şubat 2010

 

YARGIYA MÜDAHALE

22.02 2010

“Hukuk düzeni”nde kimse kimseye müdahale edemez. Herkes kendi içtihadı ile karar verir ve işini yapar. Hukuka aykırı bir uygulaması olmuşsa, kendi seçtiği hakemin oluşturduğu mahkemede hesabını verir. Hukuk düzeninde uygulamada birinin başkasına müdahalesi yoktur. Hukuk düzeni budur.

Türkiye’de acayiplik savcıya tanınan yargılama yetkisidir.

- Savcı istediği gibi soruşturma yapmaktadır.

- Soruşturma esnasında hükmetmektedir.

- Önce sanığı çağırıp ifade almaktadır.

İşte “Adil Düzen”de bu yoktur.

“Adil Düzen”de soruşturma dört kademede olmaktadır.

a)      Soruşturmacı sanıkları ve tanıkları dolaşarak, ayaklarına giderek onlardan bilgi alabilir. Mesela, Erzurum savcısı orgeneralden randevu alır, gider ve onunla şifahi olarak görüşür. Yanında kayıt cihazı bulunur. Orgeneral kabul etmeyebilir, görüşmeyebilir, cevap vermeyebilir. Soruşturmacı çevreden bilgi toplayarak onu suçlayabilir. Sanık kendisini savunmayabilir.

b)      Sözlü soruşturma bittikten sonra soruşturmacı tanıklara ve sanıklara birer mektup yazarak onlardan yazılı cevap isteyebilir. Sanık ve tanıklar cevap vermeyebilir. Bu da kendilerinin bileceği iştir. Dosya yazılı ifadelere dayanır. Sözlü cevapları veya cevapsızlıkları kendisi değerlendirir.

c)      Sanık ve tanığın duruşmada dinlenilmesi isteniyorsa, buna en büyük mülki amir karar verir. Orgeneralin dinlenmesine Genelkurmay Başkanı, Genelkurmay Başkanı’nın duruşmalı dinlenmesine Cumhurbaşkanı karar verir. Bir amirin emri olduğu için gider ve hakemlerin huzurunda ifadesini verir.

d)     Mahkeme hakemlerden oluşur. Hakemlerin birini bir taraf, diğerini diğer taraf seçer. Baş hakemi hakemler seçerler. Mahkeme karakol/emniyet soruşturmasına da karar verebilir. Bu ancak fevkalade hallerde ve çok zorunlu zamanlarda olabilir.

Böylece soruşturmasını tamamlayan soruşturmacı sadece hükme medar olan sözlere şehadet edeceğini davacıya duyurur. Mesela, Erzurum savcısı Erzincan savcısının kanunun şu maddesine aykırı suç işlediğine şehadet ederim der. Dosya hakemlere gider. Hakemler dosyanın tekemmül edip etmediğine, yeterli olup olmadığına bakar. Baş hakem karar verir, şehadeti geçerlidir.

Hakemler huzurunda duruşma yapılır. Hakemler soruşturmacının şehadetine dayanarak kararlarını verirler.

Bu karar kesindir. Bu muhakeme esnasında kimse kimseye karışmaz. Karar verildikten sonra infaz işine gidilir. İnfaz görevi ve yetkisi en büyük mülki amire aittir. Mesela, orgeneralin cezasını infaz etmeyebilir. Yapılacak iş infaz etmeyen orgeneralin görevden alınmasıdır. Bunu da devlet başkanı yapar. O da almazsa yapılacak hiçbir şey yoktur. Tek çıkar yol hicrettir.

Bakınız, “Adil Düzen”de sistem son derece uygundur. Hakemlerin veya soruşturmacının haksızlık yapmaları hakkında hakemlere gidilebilir. Mağdur edenlerin mağduriyeti hakim veya soruşturmacıların dayanışmaları tarafından giderilir. O hakemler de haksızlık yapabilirler. Onlar hakkında da hakemlere gidilir. Ne var ki infaz geciktirilmez. İdama mahkum olan kimse üzerinde infaz yapılır. Mağdurlara diyet ödenir. Davayı kazanan kazanmıştır. Artık karar bozulmaz. Haksız da olsa kazanan kazanmıştır.

Peki, şimdi bugünkü durumu ele alalım.

Savcı suç işlerse bunu kim durduracak?

Görevli savcı!

Peki o da suç işlerse onu kim durduracak?

Başka görevli savcı!

Kim görevlendirecek?

Görevlendiren savcıyı görevden alabilecek mi?

Eğer kim olursa olsun bir görevli görevinden alınırsa hukuk düzeni olmaz.

Alınmazsa, o zaman da onu durduracak bir makam olmaz.

Beşir Atalay’a uygulanmak üzere atayan alma yetkisine sahiptir gibi uydurma kural konmuştur. Hukuk düzeninde atayan görevden alamaz. O halde görevlenen savcı sonuna kadar görevden alınamaz. Hakim azledilemez. Karar verildikten sonra hakim veya savcı aleyhine dava açılır ve mahkum edilebilir. Kararları kesindir, değiştirilemez.

Türkiye hukuk devleti olmadığı için son söz kimin olmalıdır?

Demokrasilerde siyasilerin olacaktır. Demokrasi ancak hukuk devletinde olabilir. Her hukuk düzeni demokratik değildir. Ama her demokratik düzen hukuk düzenidir.

O halde Türkiye’de “hukuk düzeni” olmadığı için “demokratik düzen” de yoktur. O halde tek hakim kalır, o da silahlı güçtür. Bunun aksini iddia etmek devleti yıkmaktır.

Gerçekten demokrasi istiyorsanız, gelin, size öğretelim...

Öğrenip uygularsanız, ondan sonra asker sizin işlerinize müdahale etmez.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

Yargıya muhtıra

Şamil Tayyar, Star gazetesi, 24.02.2010

Balyoz gözaltıları başladığında, nedense aklıma, Genelkurmay Başkanı’nın kozmik oda aramasına atfen söylediği “Nah alırlar” sözü geldi.

Diğer taraftan, 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk’in “şüpheli” sıfatıyla içinde bulunduğu Erzurum’daki Ergenekon soruşturmasını hatırladım.

Eğer Başbuğ, askeri tesislere girişin mahkeme kararına rağmen kendi iznine tabi olduğunu düşünüyorsa, Balyoz’a “vize” verdiği, Erzurum’daki Ergenekon’a “dur” dediği sonucu çıkarılabilir mi?

Daha açık ifadeyle; Çetin Doğan, Ergin Saygun, Özden Örnek, İbrahim Fırtına ve arkadaşlarını gözden çıkarıp Saldıray Berk’e sıkı sıkı sarıldı mı?

Yoksa “nah” ifadesi, askeri personele “ara gazı” mıydı?

Komutanlar rahatsız

Nedeni ne olursa olsun, Genelkurmay’ın hem Balyoz hem Erzurum hattındaki gelişmeleri yakından takip ettiği ve rahatsızlık duyduğu aşikardır.

Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in önceki gün alelacele Genelkurmay 2. Başkan Orgeneral Aslan Güner’le görüşmesi, böyle bir iklimin tezahürüdür. Bu görüşme, ilk defa gerçekleşmiyor. İki ismin, hükümetle asker ilişkilerinin normalleşmesi sürecinde birkaç defa bir araya geldiği biliniyor.

Çiçek, görüşme nedenini, parola skandalına bağlasa da kamuoyuna yansıyan söylentiler, Genelkurmay’ın Balyoz operasyonuna açık müdahale talep ettiği yönündedir.

Nitekim, Çiçek’in görüşmeden hemen sonra önceki akşam saat 19.30 sularında Adalet Bakanlığı Müsteşarı Ahmet Kahraman’la görüşmesi, parola skandalıyla ilgili olmasa gerek. Askerin hassasiyeti müsteşar üzerinden savcılara mı iletilmek istendi yoksa parola skandalına ilişkin müsteşarın görüşü mü merak edildi, takdir size ait.

Dün akşam saatlerinde orgeneral ve oramirallerin sürpriz şekilde toplanması yukarıdaki tezi teyit eden önemli bir gelişmedir.

İlk kez böyle bir toplantının bildiriyle kamuoyuna duyurulması ve hiçbir açıklama yapılmaması, yargılama sürecine müdahale talebinin resmileştirilmesidir.

Bu bildiri, içerik ve yöntem olarak farklılık arz etse de yargıya yönelik 23 Şubat Muhtırası’dır, daha dar anlamıyla Balyoz soruşturmasını yürüten savcılara gözdağıdır. Hiç merak etmeyin, eften püften nedenlerle hoplayan yargı, iradesine yönelik bu müdahaleden mutlu olacaktır.

O bildiriyle verilen mesaj şudur: O generalleri tutuklama yoksa...

Orası muğlak...

Kimine göre, tüm üst düzey komutanlar istifa ederek tepkisini ortaya koyabilir. Veya AK Parti hakkında kapatma davasının önü açılabilir. Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nde bekleyen Cumhurbaşkanı Gül hakkındaki Sincan kararı hayata geçirilebilir. HSYK harekete geçirilip savcılar görevden alınabilir.

Belki de hepsi...

Nitekim, davayı sulandırdığı için Ergenekon taifesinin çok sevdiği İngiliz

Gazeteci Gareth Jenkins, Balyoz operasyonu sonrası Guardian’a yaptığı değerlendirmede, gözaltılar tutuklamaya dönüşürse ordunun katiyen sessiz kalmayacağını söyledi.

Yani, mutabakat için ön şart, tutuklama olmaması...

Asker istemezse olmaz

Ordu darbe yapamayacağına göre, sessizliğini nasıl bozabilir? Sanıyorum en büyük kozları, yukarıda saydığım alternatiflerdir. Denebilir ki, ordunun kapatma davası ve Yargıtay’daki dosyada ne gibi rolü olur?

Lafı hiç evelemeye gevelemeye gerek yok. Asker istemezse asla dava açılmaz, açılamaz. Yargıtay’dan da istediği kararı çıkartır. 367 kararı, askere sivil yargı yolunu açan düzenlemenin iptali, son HSYK operasyonu ve 28 Şubat sürecinde karargahtaki yargıçların tek kol düzeni kulaklara küpe olsun.

Yine karşıysanız, bu iddia, “fantezim” olsun. Belki, paralel evrendeki hadiselerle karıştırmış olabilirim.

Kamuoyu oluşturmak ise öyle zor bir iş değildir. Yararlanılacaklar listesine şöyle bir göz atın epeyi Yakup Cemil bulursunuz.

“Ne olur yalvarıyorum, kapatma davası açmayın” diye timsah gözyaşı döken Ertuğrul Özkök gibilerine de sakın aldanmayın.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, geçen kasımda kapatma incelemesinin başladığını resmen duyurdu. Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in gözaltına alınmasından sonra uyarısını yineledi.

AK Parti Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan ve Çorum Milletvekili Ahmet Aydoğmuş’un saçmalıklarının neredeyse Balyoz operasyonunun önüne geçecek şekilde tartışma konusu yapılmasının temel nedeni, Yargıtay havuzuna su taşıma gayretinden ibarettir.

Nuray’ın keşfi

Oysa daha bu ayın başında, başsavcının kapatma gerekçesi kapsamına aldığı “sivil vesayet” tezinin bayraktarı Nuray Mert, Avni Doğan için şöyle yazdı: “Ben kendisini tanımıyordum, sordum soruşturdum, partide de saygı duyulan bir isimmiş, kendi isteği ile geri planda duruyormuş.”

Devam ediyor Mert: “Saldırgan üslubu, ucuz polemikçiliği marifet sayan, öne çıkmak için bu yollara başvuran münazara çocuğu siyasetçi tipinden, onun ötesinde, önceliği siyasetçiden bile çok iktidarı kollama gayreti olan gazetecilerden sonra Avni Doğan gibi birini dinlemek bana ilaç gibi geldi.”

Eminim, Doğan’ın son açıklaması da ilaç gibi gelmiştir.

Benzer saçmalıklar birçok partide diz boyudur. Hoşgörüyle karşılanır. Yaptırım uygulanmaz. Çünkü, o partiler devlet tarafından kutsanmıştır. Ne zamana kadar? Yeni tehdit algısı oluşturana kadar...

Herkes biliyor ki, kavga, bürokratik cumhuriyetle demokratik cumhuriyet arasındadır. Gerisi teferruattır.

Karamsarlığa kapılmayın, romantik iyimser de olmayın. Realist olun. Böylece mücadelenin çetin şartlarını bilerek ve yılgınlığa düşmeden umudunuzu geleceğe taşırsınız.

 

 

Krizde Cemil Çiçek köprüsü…

 Genelkurmay: Durum ciddi…

Fikret Bila, Milliyet, 24 Şubat Çarşamba 2010

Ankara’da “Komutanlar istifa ediyor” söylentileri sürerken Başbakan Vekili Çiçek, Genelkurmay Başkanı ile görüştüğünü açıkladı. Görüşmede Çiçek “parola”dan duyulan rahatsızlığı iletti, Başbuğ ise gözaltıların şeklinden şikâyetçi oldu. Ardından TSK’nın komutanları olağanüstü toplandı. Ve yapılan tarihi açıklamada gözaltıların “ciddi bir durum” olduğu vurgulandı

 

Emekli kuvvet komutanları, emekli ve muvazzaf general ve amirallerin gözaltına alınmasıyla başlayan gelişmeler, Ankara’da gergin saatlere ve yoğun bir trafiğe neden oldu.
Olağanüstülüğün ilk işareti Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un Mısır gezisini iptal ederek Ankara’da kalmaya karar vermesiydi. Bu kararın hemen ardından önceki gün Deniz ve Hava Kuvvetleri komutanlarıyla bir toplantı yapan Org. Başbuğ’un, önemli bir ziyaretçisi daha vardı.

Karargâh’ta görüşme
Bu ziyaretçi, İspanya’da bulunan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a vekâlet eden Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’ti.
Başbakan yardımcılarından birinin önceki akşam Genelkurmay’a davet edildiği haberinin dün sabah kulislere yansımasından sonra, TBMM’de nöbetçi bakan olarak bulunan Çiçek’i gün boyu bir basın ordusu izledi. Akşam saatlerine kadar sessizliğini koruyan Çiçek, saat 17.00 sularında TBMM Genel Sekreteri Ali Osman Koca’nın makam odasında Anadolu Ajansı muhabirine bir açıklama yaparak, önceki akşam Genelkurmay Karargâhı’nda görüşme yaptığını doğruladı. Çiçek, daha sonra eski TBMM Başkanı Köksal Toptan’ın makam odasının bulunduğu, bakanların da zaman zaman çalışma yaptığı bölüme geçti.  Diğer gazete temsilcileri ve muhabir meslektaşlarımızla bu odada sohbet ettiğimiz Çiçek, Anadolu Ajansı’na yaptığı açıklama dışında bir şey söylemeyeceğini vurguladı. Çiçek, soruları şakalarla geçiştirdi.
Çiçek, Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ’la görüşmesinin normal olduğunu, ayrıca bunun bir ilk olmadığını da belirtti.

Çiçek köprüsü
Başbakan Yardımcısı Çiçek, tüm anayasal kurumlarla diyaloğu bulunan, devlet adamlığı ön planda bir siyasetçi. Çiçek, ihtiyaç duyulduğunda hükümetle Türk Silahlı Kuvvetleri arasında temas kuran isim.
Nitekim, Balyoz gözaltılarıyla ortaya çıkan sorunda da Çiçek, yurtdışında olan Başbakan’la Genelkurmay arasında köprü işlevi gördü.
Çiçek, Genelkurmay Başkanı’na gitmeden önce Başbakan Erdoğan’la İspanya’dan telefonla görüştü. Ardından Genelkurmay Karargâhı’nda Org. Başbuğ’la bir araya gelen Çiçek, görüşme sonrasında yine Başbakan’a bilgi sundu.
Emekli komutanların gözaltına alınmasıyla yükselen tansiyonu ve muhtemel bir krizin yönetimi için Başbuğ ve Çiçek, birlikte devreye girdiler.

Komutanların istifası söylentisi
Ankara’yı heyecanlandıran bir haber de Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının topluca istifa edecekleri söylentisiydi.
Bu söylenti, Genelkurmay Karargâhı’na kuvvet komutanlarının ve çok sayıda dört yıldızlı generalin ve amiralin öğle saatlerinde arka arkaya yaptıkları girişten sonra güçlendi. Org. Başbuğ bir gün önce kuvvet komutanlarıyla yaptığı değerlendirmede TSK’daki tüm orgeneraller ve oramirallerin karargâhtan toplantıya çağırılmasına karar vermişti. Org. Başbuğ ve kuvvet komutanlarının bir araya geldiği saatlerde, Başbakan Vekili Cemil Çiçek de Meclis’te partisinin grup başkan vekilleriyle bir araya gelmişti. Ayrıca, Çiçek’in, diğer Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’la da yine Meclis’te bir değerlendirme toplantısı yaptığı gelen haberler arasındaydı.
Öğleden sonra karargâhta Org. Başbuğ ve kuvvet komutanları, TBMM’de ise Çiçek, Arınç ve grup başkan vekillerinin toplantısı sürüyordu.

Köşk’ten randevu
Toplantılardan sonra Başbakan Vekili Cemil Çiçek’in Köşk’e çıkacağı ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le saat 18.00’de görüşeceği haberinin gelmesi, komutanların istifa edeceği söylentisini yeniden alevlendirdi. Ancak, hem Çiçek’in yaptığı açıklama hem de Köşk randevusunun iptal edildiğinin açıklanması, komutanların istifa edeceği söylentisini de gündemden düşürdü.
Çiçek dün öğleden önce Cumhurbaşkanı Gül’den randevu talep etti. Ancak öğleden sonra spekülasyonların artması üzerine Köşk’ü arayarak, randevunun iptal edilmesi isteğinde bulundu. Cumhurbaşkanı Gül, Çiçek’in hangi konuyu konuşmak üzere Köşk’e çıkmak istediğini bilmiyordu. 

Her şey konuşuldu
Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ’la Başbakan Yardımcısı Çiçek neler konuştular? Gelen ilk haberler Cemil Çiçek’i karargâha, Org. Başbuğ’un davet ettiği yönündeydi. Ancak akşam saatlerinde görüşme talebinin Çiçek’ten geldiği haberleri kesinlik kazandı.
Çiçek, görüşmede, bir gazetede yer alan Başbakan Erdoğan’ın hakaretamiz biçimde Deniz Kuvvetleri’nin bir birliğinde parola olarak kullanılması iddiasını konuştuklarını belirtti. Çiçek, o arada diğer konuları da görüştüklerini ifade etti.
Kulislere yayılan bilgilere göre, Çiçek, Başbuğ’a, parola olayı nedeniyle Başbakan Erdoğan’ın ve hükümetin tepkisini ve üzüntüsünü iletti. Başbuğ ise bu iddialarla ilgili olarak hemen soruşturma açtıklarını söyledi.

Başbuğ’un sitemi
Buna karşın Org. Başbuğ, eski kuvvet komutanları ile emekli ve muvazzaf amiral ve generallerin gözaltına alınış tarzlardan duyduğu rahatsızlığı iletti. Eski kuvvet komutanları ile general ve amirallerin savcılığa davet edilmek yerine, polis marifetiyle evlerinden gözaltına alınmaları ve götürülüş biçimlerinin yarattığı tepkiyi dile getirdi. Ayrıca eski kuvvet komutanlarının, savcılık öncesi işlem yapılmadan gözaltında tutulmalarını da konu etti. Başbuğ ve Çiçek, karşılıklı olarak duydukları rahatsızlığı dile getirdiler.

Çiçek’in açıklaması
Başbakan Vekili Cemil Çiçek, basının yoğun baskısıyla karşılaşınca Anadolu Ajansı’na şu açıklamayı yaptı:
“Bilgi kirliliğinin büyük yoğunlukla yaşandığı bu ortamda, olup bitenlerle ilgili söyleyeceğim şey şudur: Bir; bu bilgilerin çok önemli bir kısmı, doğru olmadığı gibi art niyetlidir. Mevcut konjonktürden istifade eden özel bir amaca yöneliktir. Bunu bilhassa kamuoyunun takdirine sunmak istiyorum. Sayın Başbakan’ın yurtdışında olması hasebiyle vekâlet görevi bendedir ve dün bir gazetede gündeme gelen işaret ve parola konusu olmak üzere bir değerlendirme yapma ihtiyacı çerçevesinde Genelkurmay Başkanlığı ile görüşme yapılmıştır. Bunun dışındaki tüm bilgiler yakıştırmadır ve doğru değildir.”

Genelkurmay: Durum ciddi
Çiçek’in Madrid’den dönecek olan Başbakan Erdoğan’ı Esenboğa Havaalanı’nda karşılamaya hazırlandığı akşam saatlerinde Genelkurmay Başkanlığı’ndan kısa, ancak önemli bir açıklama geldi. Genelkurmay, TSK’da görevli tüm orgeneral ve oramirallerle toplantı yapıldığını şöyle açıkladı:
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında ortaya çıkan ciddi durumu değerlendirmek üzere, bugün Genelkurmay Başkanlığı Karargâhı’nda Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görevli bütün orgeneral ve oramirallerin katılımı ile bir toplantı icra edilmiştir. Kamuoyuna saygı ile duyurulur.”

Ucu açık açıklama
Genelkurmay’ın internet sitesine koyduğu açıklamanın ucu açık duruyor. Toplantıda yapılan değerlendirmenin sonucuyla ilgili bir bilgi yoktu. Kuşku yok ki, eski kuvvet komutanları, emekli ve muvazzaf general ve amirallerin de bulunduğu çok sayıda gözaltının TSK’da yarattığı tepki ele alınmıştı. Ancak, Genelkurmay’ın bu olay karşısında nasıl bir tutum alacağı yansıtılmamış, “ciddi durum” vurgulamasıyla yetinilmişti. TSK’nın “ciddi durum”a karşı takınacağı tutumun, gözaltılarla ilgili gelişmelere bağlı olduğu ve bu gelişmelerin bekleneceği söylenebilir. Tabii, TSK’daki tüm orgeneral ve oramirallerin katılımıyla Genelkurmay’da bir toplantı yapılmasının olağan olmadığını da belirtmek gerekli.

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-550/ADİL DÜZEN DERSLERİ-380   27 Şubat 2010

 

KUVVET YÖNETİMİ

VE

SON GELİŞMELER…

İki çeşit yönetim vardır.

1-      Kuvvet yönetimi.

2-      Hak yönetimi.

Kuvvet yönetiminde tepede en güçlü biri vardır, herkes o güce itaat eder.

Onun yerine bir güç çıkarsa, onun yerine o geçer, hak düzeni gelmez.

Türkiye’de 1900’lerden beri “demokrasi mücadelesi” vardır.

Burada kazanan demokrasi değil bir başka güçlü olmaktadır. Kaybedene daha ağır suç işletilir. Bu mücadelede kazanan demokrasi değildir.

1900’lerden önce istismar edilen “din”di, şimdi istismar edilen “demokrasi” olmaktadır.

 

Kuvvet yönetimlerinin yönetme metodundan ikisini sizinle paylaşacağım.

Birincisi suç işletme metodudur.

Görevliye ve vatandaşa suç işletirler. Örnek, öyle ağır vergiler vardır ki vatandaş vergi kaçırmak zorunda kalır. Memur açtır, kasten kendisine az maaş verilmektedir. Erbakan gibi saflar bunu yapmadıkları ve bu düzende iyi yaptıklarını sanarak bol bol zam yapar ve iktidardan aşağı inerler. Memur az maaş aldığı için rüşvet almak zorunda kalır. Bunlar dosyalanır. Normal hukukta suç işlendiği zaman ceza verilir. Zaman geçti mi zamanaşımına uğrar. Ama kuvvet düzeninde bu kurallar çalıştırılmaz. Dosyalar bekletilir. Suçlulara daha ağır suç işletilir. Böylece ceza bekletilir. İşi bittiğinde de dosyalar devreye konur ve orada olması istenmeyen yok edilir. Mesela, 1960’ların başında ben bürokrattım ve herhangi bir suç işlememiştim ama “Sen DP’lisin” diye işten attılar! Oysa ben o zamanlar Millet Partili idim. Ama onlar için bu önemli değildir, onlar birşeyler yakıştırmayı bilirler.

İkinci örnek şudur.

Devlet dairelerine ‘iyi insandır’ diye ‘bilgisiz kişileri’ atarlar. Onu da halkın sevdiği siyasilere tayin ettirirler. Atananlar acemi oldukları için dairedeki görevlilerce kendisine ağabeylik yapılır. Bu acemi memur hep o şebeke mensuplarınca yönetilir. Suç işletilir. Asıl suçlular piyasada yoklar. Onlar yerinde kalır. Saf memur devre dışı edilir. Mahkum edilir. Böylece demokrasi aldatmacası içinde yine kuvvet yönetimi, sürüp gider.

 

Size şimdi son olayların tahlilini vereceğim.

İstanbul’da Ergenekon davası ile ilgili savcılar, hakimler ve polisler böyle saf demokrasi aldatmacası kurbanı olan kişilerdir. Tezgahın arkasında olanları kimse bilmez. Amaçları olanlarla Türkiye’yi bugünkü çıkmaza sokmaktır.

Size şunu hatırlatmak isterim.

Şemdinli Savcısı böyle kurban edilen saf birisidir.

Ergenekon ve Erzincan olaylarının aktörleri görevlerine devam ediyorlar.

Daha ne canlar yanacaktır.

Sonuç olarak şunu demek istiyorum ki; Erzincan Ordu Komutanı, Erzincan Savcısı, Erzurum Savcısı ve Ankara’daki yüksek hakimler birer zavallıdırlar. Oyun oynanıyor, onların bu oyuna karşı çıkmaları mümkün değildir. Kimse bunları suçlamasın ve bunlara kızmasın.

Hattâ o perde arkasında oynayanlar da bunlar gibi suçsuzdurlar.

Kuvvet düzeninde başka türlü yönetim olmaz.

O halde ne yapılmalıdır?

“Adil Düzen” getirilmelidir. Soruşturma tutuksuz yapılmalıdır. Kimse için mahkeme kararı olmadan asla tutuklama ve yakalama olmamalıdır.

Biz bunu yeni söylemiyoruz. Eski savımızdır.

Yargı da atanmış “hakimler”den değil, “hakemler”den oluşmalıdır. Böylece tarafsız, bağımsız, etkin ve saygın yargı oluşacak, tüm sorunlar çözülmüş olacaktır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

 

 

Birlikte kuvvet olup direnmek

Reşat Nuri EROL

Her şeye rağmen direnmek, direnebilmek ve yıkılmadan ayakta kalabilmek...

Bunu başarmak kolay değil ama “zalim düzen”deki bütün zorluklara rağmen direnenler, bunu başaranlar var; “halk ekonomisi” temsilcileri var olmaya devam etmekte...

Nice olumsuzluklara rağmen, küçük ve orta ölçekli işletmelerin yanında, pek çok küçük esnaf ve onlarla beraber bu mücadelenin sembolü mesabesindeki bakkallarımız var olma mücadelesi vermekte, direnmekte ve varlıklarını sürdürmekte...

Bakkallar ve küçük esnaf sömürü sermayesine karşı nasıl direnebilmekte?

-Bakkallar ve küçük esnaf halkımızla doğrudan ikili sıcak ilişkiler kurmakta, veresiye/borç defteri sayesinde kendi çapında müşterilerine küçük krediler açmakta ve bu gibi uygulamalar sayesinde onlara sosyal hizmetler de vermekte...

-Dağınık olarak varoşlarda ve taşrada olan yerleşim birimlerinde ikamet eden halkımız, büyük marketlere ve AVM’lere ancak haftada bir-iki defa gidebilmekte; günlük ve anlık ihtiyaçlarını ise biraz pahalı olsa da mahallesindeki, semtindeki, sokağındaki yani kendisine en yakın yerdeki bakkal ve küçük esnaftan gidermekte...

-Büyük marketler ve AVM’ler yüksek ücretler, faizli krediler, fahiş kiralar, verimsiz işçilik uygulamaları ve sigorta ile vergi gibi nice yükler nedeniyle, kısmen kayıt dışı çalışan ve aile işletmesi olan bakkallarla rekabet edememekte...

-Aile dayanışması şeklinde çalışan bakkallar ve küçük işletmeler işçilik, ücret, vergi ve sigorta yükünden kurtulabildikleri gibi; gerektiğinde kıt kanaat geçinmeye razı olup çok düşük gelirlerle yetinebilmekte, bu sayede direnip varlıklarını sürdürebilmekte...

Büyük marketler ve AVM’lere karşı direnerek var olma mücadelesi veren bakkallar ve küçük esnaflar, işte yukarıda kısaca hatırlattığımız bu avantajları sayesinde, şimdilik direnmekte ve varlıklarını zor da olsa sürdürebilmekte.

***

Bakkalların, her çeşit esnafın ve küçük ölçekli işletmelerin büyük mücadeleler vererek gerçekleştirdikleri bu direniş ve varlık mücadelesinde önemli bir eksiklikleri vardır.

Nedir bu eksik?

Bu “ekonomik istiklâl savaşı”nda bakkal, küçük esnaf ve küçük işletmeler varlık mücadelesi verirken, tekelci ve faizci bankalara yani sömürü sermayesine sırtını dayayan büyüklere karşı mücadeleyi dengeleyen bir güce ihtiyaç vardır. Bu güç, daha önce de adını andığım “kooperatifler/ bakkallar birliği kooperatifi/ birlik kooperatifleri” ile “Genel Hizmet Kooperatifleri”nin oluşturacağı güçtür. Bakkallar, küçük esnaf ve küçük işletmeler bir araya gelip birleşmeli, kooperatifleşmeli, birlikler oluşturmalı ve güç sayesinde faizci, sömürücü, tekelci büyük sermayenin saldırıları karşısında direnip kendilerini korumalıdırlar.

***

“Bakkallar Birliği Kooperatifleri” ile “Genel Hizmet Kooperatifleri”nin vereceği hizmetler ve bu hizmetler sayesinde oluşacak direniş ve var olma gücü nedir?

-Her türlü evrak ve demirbaş kaydı ile zimmet ve envanter muhasebe kayıtları...

-İlmî, dinî, meslekî, idarî ve sosyal dayanışma içinde eğitim ve danışmanlık yapılacak, bu alanlarda ‘teminatlı ehliyetler ve sertifikalar’ verilecek...

-Basın, yayın, reklâm, ulaşım, internet, haberleşme gibi ortak hizmetler...

-Kooperatiflerce verilecek planlama, bakım, sağlık ve güvenlik hizmetleri...

-Yine kooperatifler tarafından verilecek takip, araştırma, ambar ve kasa hizmetleri...

-Sözleşme, kontrol, soruşturma ve hakemlik hizmetleri ile genel koordinatörlük...

Böylece bakkallar, esnaf ve küçük işletmeler de, faizci sömürü sermayesinin desteklediği büyük işletme, büyük market ve AVM’lerin bütün avantajlarını elde edecek; bu direniş veya ekonomik savaşta eşit şartlarda bir mücadele gerçekleşecek.

İlgilileri, yetkilileri, sorumluları, siyasileri bu şartları oluşturmaya dâvet ediyorum.

 

 

Ana sorunlar, yargı ve “ADALET”

Reşat Nuri EROL

İktidar partisinin “muktedir” olabilmesi için neler yapılması gerekiyordu?

İlk iktidar olduğu yıldan yani yedi yıl öncesinden itibaren, her vesileyle nelerin yapılmasının elzem olduğunu, öncelikle hangi sorunların hem de acilen çözülmesi gerektiğini sürekli olarak söyledik ve yazdık…

Elbette “anayasa çoğunluğu” elde edilmişken, halkımız iktidar partisine bu gücü vermişken, öncelikle “anayasa meselesi” halledilmeliydi… Maalesef halledilmedi ve şimdi de bizzat Cumhurbaşkanı ‘Anayasa değişikliği için geç kalındı’ diyor…

İktidar partisinin, ilk iktidar olduğu yıl acilen çözmesi gereken dört ana sorun olduğunu -elbette çözüm önerileriyle birlikte- yazmış ve sürekli hatırlatmıştık:

-İşsizlik…

-Dış borçlar…

-İşlemeyen YARGI…

-Millî olmayan medya…

Yedi yıl öncesinde Türkiye’nin ana sorunları bunlardı; yedi-sekiz yıldan beri hiçbir şey değişmedi, ülkemizin ana sorunları yine aynı!

Sorunları anıp sıralamışken, çare ve çözüm önerilerimizi de hatırlayalım:

-İşsizlik sorununun çözümü için çalışanlara kredi verilmeli…

-Dış borçlar için de dış borcu iç borca çevirme, para borcunu mal borcuna çevirme, borcu iştirake çevirme yolları tercih edilmeli...

-“YARGI”yı “ADİL” bir şekilde çalışır hâle getirmek için de tarafların seçtiği “hakemlik” ve “bilirkişilik” müesseselerinin işler hâle getirilmesi gerekir…

-Millî medyanın oluşması için de medya kooperatifleri kurulmalı, okurlar bu kooperatiflere üye yapılmalı; ilgili, yetkili ve yazarlar da yönetici olmalı…

İktidardakiler yedi yıldır söylenenleri duymadı, yazılanları görmedi!

***

Yapılması gerekenleri vaktinde yapmaz, çözülmesi gereken ana sorunları hem de acilen zamanında çözmezseniz; o sorunlar günü gelince devasa bir dert olarak karşınıza çıkar.

Çözülmeyen sorunlar zaman zaman öne çıkmak ve kendilerini hatırlatmak için sürekli olarak yarışıyorlar ya; birkaç günden beri “adalet/ anayasa/ yargı sorunu” bütün diğer sorunların önüne geçmiş durumda...

“ADALET” demişken; isminde “adalet” kelimesi olan iktidar partisine, aslında kendilerinin de çok iyi bildikleri önemli bir hatırlatma daha yapalım: Adalet mülkün/yönetimin esasıdır/temelidir. Hani hep 16 devlet kurmuş olmakla öğünür dururuz ya; ne hikmetse o devletleri nasıl yıkıp batırdığımızı hiç gündeme getirmeyiz. Ne dersiniz, o devletlerin yıkılışının ana sebebi “adaletsizlik” olmasın. “Anayasa”dan başlamak üzere, yönetimin esası/temeli olan “adalet” mekanizması ile ilgili “yargı reformu”nu yakın geçmişte yapmadıysanız veya bugün hemen yapmazsanız; pek çok aklı selim sahibi yazarın 17’nci devletimizin yıkılmakta olduğu hatırlatmaları ile karşı karşıya kalırsınız...

Tek çare ve çözüm var: Adalet… Adil Düzen… Adil Ekonomik Düzen…

***

Yedi yıldan beri söylenenlere kulak vermediniz, yazılanları görmemezlikten geldiniz...

Ancak, bugün gelinen noktada milletimizin ve ülkemizin selâmeti için bu çözüm önerilerini seçip amel etmek üzerinize vecibedir. Kimlere? -Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin’e… -Başbakan R. Tayyip Erdoğan’a… -Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a… -Bütün AKP’lilere… -Bütün MHP’lilere... - CHP’lilere de tebliğ olunur…

“Adalet”in, ya da bir başka deyişle “yargı”nın, yönetimin esası ve ana mihveri olduğunu bir kere daha hatırlayalım ve yıkılışa doğru giden bu sürece ana sorunları çözerek “DUR” diyelim. Hem de bir an önce ve acilen “DUR” diyelim çünkü; başka Türkiye yok!

 

 

İktidar şikâyet makamı değildir

Reşat Nuri EROL

Dünkü yazımda iktidar partisinin yedi-sekiz yıldan beri “iktidar” olduğunu ama özellikle ana sorunları çözüme kavuşturma konusunda “muktedir” olamadığını yazdım ya; bunun bâriz bir itirafnamesi de geçen gün iktidar partisinin ekonomiden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Bülent Gedikli’den geldi!

Ekonomiden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı şikâyet ediyor ve diyor ki:

“Üretimi desteklemeyen banka tefecidir!”

Sözün detayı şöyle: ‘Üreticiliği desteklemeyen bir bankacılık anlayışı tefeciliğe eşdeğerdir. Siz üreticileri, KOBİ’leri desteklemeyecekseniz yaptığınız bankacılığın ne anlamı var o zaman? Sadece Hazine’ye, devlete borç vermekten ibaret midir bankacılık?..’ Söylenen söz doğru da, söyleyen ve şikâyet eden şahıs yanlış.

Hem “icraat” makamında olup hem de ilk dönemlerde anayasa çoğunluğu ile tek başına “iktidar” olan bir parti üst yöneticisinin “şikâyet” etmeye hakkı var mı?.. 

Hele söylediği son cümle tam da evlere/ekonomiye şenlik.

Hem devlet, hükümet, hazine olarak kendisi borç alıyor, hem de şikâyet ediyor!!!

Sen “Devlet”sin, sen “Hükümet”sin, sen “Hazine”sin, sen “Merkez Bankası”sın, sen nice “Kamu Bankası”sın, sen bunlarla istediğin kadar para/kredi üretebilirsin; buna rağmen ne diye “özel bankalar”dan hem de “FAİZLİ BORÇ” alıyorsun?!.

Elinde bu kadar imkânlar varken, daha önce de bu köşede hatırlattığım üzere, dışarıdan veya içeriden hem de “faizle borçlanmak” tek kelimeyle “delilik” değil midir?

Bankaları şikâyet ederken ‘siz üreticileri ve KOBİ’leri desteklemeyecekseniz’ diye şikâyet ediyor ya, ben de soruyorum: Siz yedi-sekiz yıldan beri üretimi, üreticileri, KOBİ’leri ve “bakkallar” başta olmak üzere küçük esnafı desteklemek için “İktidar Partisi” ve “Hükümet” olarak ne/ler yaptınız?!.

***

Soruları biraz daha detaylandırıyorum. Adama sorarlar:

- Kimi kime şikâyet ediyorsunuz; “iktidar makamı” şikâyet makamı mı, yoksa “çözüm üretme ve icraat makamı” mıdır?..

- Şikâyet ettiğiniz konuyu muhalefet partisindeymiş gibi gündeme getireceğinize, ne diye bugüne kadar çözmediniz veya “hemen şimdi” ne diye çözmüyorsunuz?..

- Bu konuda ve diğer ana sorunlar konusunda özellikle bu köşede yıllardan beri yazılan nice çözüm önerilerini ne diye görmemezlikten ve duymamazlıktan geldiniz?!.

- Bugüne kadar “yapmanız” gerekip de “yapmadığınız” bir konuda, hem de ekonominin kalbi mesabesinde olan “bankalar ve krediler” konusunda yedi-sekiz yıldır bir şey yapmamışken, şimdi neden ve hangi hakla şikâyet ediyorsunuz?!.

***

“Kabahat gelin olmuş, kimse almamış.” Bu sözü hatırladınız değil mi?

İktidar partisinin ekonomi sorumlusu da öyle yapıyor, kabahati özel bankalara atıyor, Türkiye ekonomisinin küçülmesinin sorumlusu olarak özel bankaları görüyor.

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) geçtiğimiz günlerde açıkladığı ‘Türk Bankacılık Sektörü Temel Göstergeleri’ raporunu yorumlayan iktidar partisinin ekonomi sorumlusu Bülent Gedikli; kamu bankaları ve katılım bankalarının sınıfı geçtiğini, özel bankaların sınıfta kaldığını söylüyor. Özel bankalar verdikleri “kredi”leri yüzde 0,4 azaltırken, kamu bankaları yüzde 19 oranında artırmış/mış…

Ben de soruyorum: -Kamu bankaları iktidarın yönetiminde değil mi; kamu bankaları kredileri ne diye sadece yüzde 19 artırmış da yüzde 999 artırmamış?

Elinizde Vakıflar Bankası, Halk Bank, Ziraat Bankası ve diğerleri var. İddia ediyoruz; bunlardan sadece birini, mesela Vakıflar Bankası’nın yönetimini bize verin, birkaç ayda veya en fazla bir yılda Türkiye ekonomisi nasıl düzelirmiş, görün… Vesselâm…

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3488 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2677 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2651 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2166 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2542 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2565 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2300 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2204 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2617 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2496 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 2005 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2362 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2311 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2459 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2455 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2416 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2630 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3066 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2689 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2684 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2765 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2972 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3048 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3448 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5509 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3570 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3096 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3885 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3736 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3443 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3896 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3853 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4134 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4667 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3139 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3986 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3870 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2882 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2969 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3975 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7762 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5643 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4197 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3599 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3740 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4760 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4477 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4770 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4690 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4846 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4571 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3420 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4494 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3646 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5198 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3874 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5185 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5047 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4958 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3565 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3496 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3707 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5194 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4224 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5456 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4104 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5292 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4489 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4444 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4597 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4790 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5345 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4134 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5283 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4548 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3864 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4413 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4615 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4147 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4121 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4105 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4560 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5673 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9865 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4675 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3726 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3876 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3369 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3404 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3762 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5727 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4265 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3462 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler