Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 495
RA’D SÛRESİ TEFSİRİ - 3-4.AYETLER
31.01.2009
3258 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜNYA DÜZENİ495

“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

“ADİL DÜNYA DÜZENİ YENİ BİR MEDENİYET PROJESİDİR.”

Haftalık Seminer Dergisi             31 Ocak 2009                        Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR... ÇOĞALTABİLİR... DAĞITABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 495. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da C.tesi günü 18.00-21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

 

Gayemiz ve Hedefimiz; Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır.    Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL

***

 

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;

HELİKOPTER VE TEHLİKE

SEÇİME GİDERKEN…

***

 

*İŞLETME SEMİNERLERİ; 43. SEMİNER

Her Hafta PERŞEMBE akşamları; Adres: EMİNEVİMKısıklı Cad. No: 36  Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL  Tel: (0216) 444 36 46

HELİBUS’TA TEHLİKE!

***

Türkiye

'süper güç' olacak...

 

 

***

 

RA’D SÛRESİ TEFSİRİ - 2

 

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ    

المر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَالَّذِي أُنزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ(1) اللَّهُ الَّذِي رَفَعَ السَّمَاوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ثُمَّ   اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ مُسَمًّى يُدَبِّرُ الْأَمْرَ يُفَصِّلُ الآيَاتِ لَعَلَّكُمْ بِلِقَاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ(2)

وَهُوَ الَّذِي مَدَّ الْأَرْضَ وَجَعَلَ فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنْهَارًا وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ فِيهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ(3) وَفِي الْأَرْضِ قِطَعٌ مُتَجَاوِرَاتٌ وَجَنَّاتٌ مِنْ أَعْنَابٍ وَزَرْعٌ وَنَخِيلٌ صِنْوَانٌ وَغَيْرُ صِنْوَانٍ يُسْقَى بِمَاءٍ وَاحِدٍ وَنُفَضِّلُ بَعْضَهَا عَلَى بَعْضٍ فِي الْأُكُلِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ(4)

وَهُوَ Va HuVe  Ve O

Birinci âyette, kâinatın harfler sistemi ile planlandığını anlatmıştır.

İkinci âyette kâinatın oluşması, cansız âlemin oluşması anlatılmıştır.

Bundan sonra yeryüzünün yaratılışı anlatılmaktadır. Kâinatın yaratılışını birinci isim cümlesi ile anlattı. Şimdi yerin yaratılışını ikinci isim cümlesi ile anlatmaktadır.

Va” harfi ile atfederek, kâinatın yaratılışı ile yerin yaratılışının farklı olduğunu anlatmaktadır. Orada doğa kanunları vardır. Orada arsa ve inşaat malzemesi vardır. Ama inşaat yeryüzünün yaratılmasında ortaya çıkmaktadır. Doğa kanunlarıyla değil de, özel dizilişle atomlar yerleştirilmektedir. Yerleştirme sonucu yeni varlık doğmaktadır.

İnşaat malzemesini uygun şekilde yerleştirmekle ev olur, uçak olur. Burada insanların ve meleklerin etkileri vardır. Onlar tarafından yerleştirilerek son oluşlar olmaktadır. Madde yaratılıp onlara özellik verilirken melekler istihdam edilmemiştir. Allah onları doğrudan var etmiştir. Çünkü o zaman melekler yoktu. Melek, cin, insan ve ruh madde yaratıldıktan sonra var edildi. Ondan sonra onlar istihdam edilerek yeryüzü oluştu. Bu oluş farklı, sistem farklı olduğu için ismi fail tekrar edilmiştir.

Hüve” zamiri getirilmiş, Allah kelimesi zikredilmemiştir. Çünkü Allah kâinatı yoktan var ederken, sonra var olacak yeryüzünü oluşturacak şekilde var etmiştir. Farklıdır ama ayrı değildir. O sebeple izhar edilmemiş, izmar edimlidir.

الَّذِي مَدَّ الْأَرْضَ (elLaÜıY MadDa eLEaRWa)  “O arzı meddetmiştir.”

“Midad” mürekkeptir. “Müddet” vade tarihi zamanıdır. “Meded” yardımdır.

Allah yere meded etmiştir, yahut onu meddetmiştir, onu canlıların yaşayacağı bir şekle sokmuştur. Yere verilen özellikleri görelim:

1)      Yerin büyüklüğü önemlidir, kitlesi ve yarı çapı önemlidir. Canlıların hayatı yerçekimi ile alakalıdır. Yerçekimi kitle ve çapa bağlıdır. 

2)      Yerin sabit hızla dönmesi gerekir. Bunu dengelemek için yer kabuğunun altında sıvı bir tabaka bulunmalıdır. Katı olsa dönmesi sürtünmelerle yavaşlar. Gezegenler ayın dönmesini dengelemektedir. Ayın da mağmanın gelgitleri sayesinde sabit olarak dönmesi sağlanmaktadır. Saatin çalışması için ayarlı olması gerekir, ama başlatma da önemlidir. İşte yerin ilk hareketleri ile bu sağlanmıştır. Yıllık döngüsü de böyledir.

3)      Yeryüzünde gece-gündüz, yaz-kış olması için yerin ekseninin uygun seçilmesi gerekir. Böylece yeryüzüne yüklenen ilk enerji de son derece önemlidir.

4)      Bunun dışında kâinat yüze yakın elementten oluşmuştur. Yeryüzü yüz çeşit maddenin katıldığı bir yemeğe benzer. Tuzu, biberi, yağı vesairesi uygun olmadığında nasıl yemek olmazsa, yeryüzündeki elemanların miktarları ve bulunduğu elemanlar da son derece önemlidir.

5)      Yeryüzünün güneşten uzaklığı ve güneşin sıcaklığı da hayat için başlıca etmendir.

6)      Yeryüzündeki dağlar, karalar, su miktarı, hava miktarı, çukurlar, velhasıl hepsi ayarlı olmazsa hayat olmamaktadır. Denizlerden çıkan buhar dağlara çarparak sular olarak geri doğar. Karalar olmazsa denizden çıkan buhar bulut olup güneşi örter ve denizlerde hayat olmazdı.

İşte Allah bütün bunları bir düzen içine koymuştur.

“Medetti” diyor.

وَجَعَلَ (Va CaGaLa)  “Ca’letti.”

Buradaki “Vav” atıf vavıdır. Ca’li medde atfetmektedir. Med başka, ca’l başka demektir. Halk etme de başkadır. Meddetme ile ca’letmedeki farkı şöyle anlatabiliriz.

Binayı inşa etme ca’ldir. Maddeyi üretmek, projeyi yapmak, parçaları üretmek halktır. Sonra inşaat yapmak, montaj yapmak meddir. Ca’letmek ise işletmede onlara görev vermektir. Arabaya, bu yolcuları Ankara’ya götür demek ca’letmektir. Bir işe birşey ayırmak ca’ldir.

Yeri yaratıyor, inşa ediyor. Ondan sonra oradakilere görev veriyor. Sonuç olarak meyveler elde ediliyor. Leyl neharı gaşyediyor. Yani bu âyetler canlılar âleminden bahsediyor.

فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنْهَارًا (FIyHAv RaVaSıYa Va ENHaRan) 

“Orada revasi ve enharı ca’letti.”

İnsanın nasıl kalbi var, ciğerleri var, damarları varsa; yeryüzünün de böyle kan dolaşımı vardır. Yeryüzünün kanı sudur, kalbi ise denizdir. Güneş enerjisiyle denizlerdeki sular buharlaşır. Gökte bulutlar hâlinde akar. Sonra sıradağlara çarpar, yağmur olur. Üstümüzdeki gök atardamarlardır. Denizden çıkan su onunla taşınır. Bu damar insanda tektir. Toplardamar ise ikidir. Bir yağmur yağar, doğrudan derelerden akıp gider. Bunlar damardır. Diğeri de yeraltı suları bitkilerin köklerinden alınır. Onlar da sonra tekrar denize döner. Böylece temizlenmiş su yani kan pislenerek denize döner. Denizde de canlılar var, onlar da bu temizleme işlerine katılır.

Sıradağlar vardır. Yeryüzünde iki büyük sıradağlar vardır. Bunlar Çin’den başlar. Hindistan’ın kuzeyinde en yüksek seviyeye ulaşır. İran’dan geçer. Türkiye’de Toros ve Karadeniz dağları olarak geçer. Avrupa’da Alpler olarak adlanır. Bu dağ silsilesinin işi, kuzeyden gelen soğuk rüzgarları yükselterek, güneyden gelen yukarıdaki sulu rüzgarı soğutup bu dağların kuzey ve güneylerinde bol bol yağmur yağdırmaktır.

Sıradağların ikinci silsilesi Amerikaların kuzeyinden başlar, güneye kadar uzanır. Bunların işi de dünyanın dönmesinden oluşacak rüzgarları kesmek ve gece gündüz esen doğu batı rüzgarlarını yükseltip Amazon gibi verimli ırmakları oluşturmaktır.

Ekvatordan çıkan su buharlı rüzgarlar yukarıdan eserek kutuplara gelir, soğur ve aşağıya inerler. Basınç yapar. Oradan havayı güneye sürerler. Himalaya dağlarında bunlar karışır ve karaların yağmuru olurlar.

Dağlarda yağan yağmurlar ırmaklar oluştururlar ve sonunda denizlere akarlar. Vadiler oluşmuştur. Bir yerde toplanıp dere olurlar.

Eğer sıradağlar ve onların arasında vadiler oluşmasaydı, dereler hâlinde toplanmaz, dağınık olarak akıp giderlerdi. Dereler aynı zamanda kara sularındaki hayatı yaşatmaktadır. İleride insanlar bu dere sularında barajlar yapacak ve elektrik santralleri üretecekler. Bunlar ona göre düzenlenmiştir. Bunlar ceale fiili ile ifade edilmiştir.

Fîhâ, revasiyeye ve enhara takdim edilmiştir.

Türkçede fiil sona gelir ve önemli kelimeler fiile yaklaştırılır yani tehir olunur. Türk dil mantığında sonraki kelimeler önemlidir.  Fiil sona gelir. Önemli kelimeler ona yaklaşır. Arap dil mantığında ise bunun tersidir. Fiil başa gelir ve önemli kelimeler ona yaklaşır yani takdim edilir. Türkçede son ekler vardır. Arapçada önceden gelen harfler vardır. Türkçede sıfat önce gelir, Arapçada sonra gelir. Türkçede tamlayan başa gelir, tamlanan sonra gelir, Arapçada önce tamlanan gelir. Bu husus sayılarda da görülür. Biz bin ikiyüz on dokuz deriz, onlar dokuz on ikiyüz bin derler. Türkçe Arapça ile tam simetrik bir dildir.  

“Fîhâ” kelimesi önce gelmiştir.

Ve sıradağları ve ırmakları orada ca’letmiştir denmiştir.

Yani orada sıradağları ve ırmakları ca’lettik denmemiştir.

Oysa dilde mef’ulün bihler mef’ulün fihlerden önce gelir. Çünkü mef’ulün fih olmadan müteaddi fiiller olursa mef’ulün bihi olmayan müteaddi fiille cümle tam olmaz. Yani önemli olan ırmakların olması değil, önemli olan orada olmalarıdır. Yani dağlar ve ırmaklar gaye değildir, gaye yeryüzüdür. Oranın meskun hâle gelmesi için dağlara ve ırmaklara ihtiyaç vardır. Bu suretle şuna işaret etmektedir ki, yeryüzünde yapılan her şey bir gaye içindir. O da insandır. Canlılar onun için var edilmiştir. Yeryüzü de o canlılar için var edilmiş, onlar için dereler, nehirler ve dağlar yerleştirilmiştir.

وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ (Va Min KulLi elÇaMaRAvTi) 

“Ve semeratın küllinden.”

Burada bu cümle yukarıdaki orada dağları ve ırmakları ca’letti cümlesine bağlanmaktadır. İkisi de fiil cümlesidir. “Va Caala Fîhâ” tekrar edilmiştir. Yalnız burada “Min Külli’s-Semerati” fiilden de öne alınmıştır. Cümle isim cümlesi değildir. Atfedilir. Ama mef’ulün fiilden öne alınması isim cümlesini çağrıştırıyor. Burada işaret vurgusu yapılan semerattır. Tahsis için geldiğini kabul ettiğimizde çift olarak var edilenin semerat olduğunu bildirmektedir.

Canlılar hücrelerden oluşur. Hücreler de iki kısımdır. Biri çift kromozomludur. Diğeri ise tek kromozomludur. Tek kromozomlu olanlar cinsel hücrelerde bulunur. Bunlar eşleştikten sonra artık bölünerek çoğalır. Erkekli dişili değildirler. Bu cins hücreler meyvelerde de bulunur. İnsanların da yumurtalıklarında bulunur, başka yerde bulunmaz. Dolayısıyla yalnız meyveler çiftlerdir. Bu sebeple semerat kelimesini başa almamıştır.

Semerat” kelimesi kurallı çoğuldur. Meyveler arasında bir organizasyon olduğu da bildirilmiş olmaktadır. Canlılar yeryüzüne yayıldıklarında farklı türlerin farklı meyveleri vardır. Tüm canlılar işbölümü içindedir. Böylece yeryüzünü insanın yaşayabileceği hâle getirmişlerdir. Denizde başlayan hayat önce tek tip hücre idi, tüm canlıların  genlerini taşıyordu. Önce bakteriler ayrıldı. Hücrenin dejenerasyonu ile doğdu. Çekirdeğini kaybetti. Diğer taraftan kromozomlardan da virüsler ayrıldı. Böylece bunlar temizlik işlerine başladılar. Sonra bitkiler ve hayvanlar âlemi ayrıldı. Evrimde yeni canlılar ortaya çıktı. Bu yenilik DNA’ların değişmesiyle meydan geldi. Yani meyvelerde oluşturuldu.

Burada evrim teorisine temas edelim.

a)      Lamark canlılarda doğaya uyum olduğunu söyledi. Bu tamamen doğru idi. Canlılar doğaya uyacak şekilde yaratılmıştı. Daha doğrusu doğa canlıların uyum sağlayacağı şekilde var edilmişti. Bunda elbette bir eksiklik sözkonusu değildir. Ancak bu uyumun kendiliğinden olduğunu iddia etmek elbette saçmalık olur. Lamark böyle bir iddiada bulunmamıştır.

b)      Darvin doğal seleksiyon kanunlarını bulmuştur. Yani Lamark’ın canlıların doğaya uyum sağladığının mekanizmasını keşfetmiştir. O da doğal seleksiyon kanunudur. Yani bir türde değişik kabiliyetler vardır. Bunlardan o doğaya uygun olanlara çoğalma imkanı sağlar. Bu da doğrudur. Ancak burada şu iddia yanlıştır. O da şudur. Doğada her şartlara uyma kabiliyeti vardır, seleksiyon yoluyla türler oluşur, bu kabiliyet kendiliğinden vardır sözü yanlıştır. Ancak bu kabiliyete göre yeni türler oluşur sözü doğrudur.

c)      Darvin’den sonra gelen Darvinciler türlerin de doğal seleksiyon yoluyla oluştuğu görüşünü benimsediler. Darvin’in bir tür içinde doğal seleksiyonla uyum sağladığı görüşü doğrudur. Ama doğal seleksiyon yoluyla türlerin oluştuğu görüşü yanlış olmalıdır. DNA’ların keşfi ve kromozomların eşleşmesi olayı bu görüşü tamamen ortadan kaldırmıştır. Ara kalıntıların olmaması da bunu teyit  etmektedir. Ancak her ne suretle olursa olsun evrim vardır.

d)     Dinlerin karşı çıktığı evrim değildir, kendiliğinden oluşmadır. Eskiler kıdem nazariyesini kabul etmişlerdi. Evrim nazariyesi onu tümden ortadan kaldırmıştır. Böylece hudus nazariyesinin en belirgin delilini getirmiştir. Bundan sonra kâfirler kendiliğinden oluş nazariyesini ileri sürmüşlerdir. Bu ise hiçbir şey yoktan var olmaz, var olan yok olmaz nazariyesine aykırıdır. Birinci termodinamik kanununa aykırıdır. Evrim de ikinci termodinamik kanununa aykırıdır. Bu da hudusu ispat eder. Hayat kendiliğinden oluşla sağlanmaz. Kimse kendisine yapılan bir darbenin kendiliğinden olduğunu kabul etmez.

جَعَلَ فِيهَا  (CaGaLa FIyHAv)  “Orada ca’letti.”

Dağların ve ırmakların takdim edilmeyip burada semeratın takdimi, kâinatın hilkatindeki gayenin semerat olduğuna işarettir.

Ağaç niçin büyür ve gelişir?

Meyve versin diye. Kökler gövdeyi tesbit eder, oradan suların ve minerallerin gelmesini sağlar. Gövde dalları yukarıda tutar. Dallar yaprakları geniş alanlara yayar. Yapraklar güneş enerjisini alarak havadan aldıkları CO2’de depo ederler. Bunlar ürettiklerini çiçeklere verirler. Çiçekler de meyveleri üretir. Ağacın gayesi meyve vermektir.

Canlıların meyvesi de insandır. İnsan canlılığın meyvesidir. Meyve niçin yetiştirilir? Başka yerlerde dikilip yeni ağaçların oluşmasını sağlamak için yetiştirilir. Kânatın meyvesi de âhirete intikal edecek, orada yeni hayat başlayacaktır.

زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ (ZaVCaYNı iÇNaYNi)  “İnsanı zevcler yaptı.”

İkili çift yaptı denmektedir. Zevc çeşit mânâsındadır. İsneyn gelmezse meyvelerin ikişer tür olduğu anlaşılır. Elma-armut, ceviz-fındık benzeri çiftleri ifade eder. Erkekli dişili olduğunu belirtmek için de zevceyni isneyni diyor.

Burada tüm canlıların erkekli-dişili yaratıldığı ortaya konmaktadır. Erkeklik dişilik atomun yaratılışında başlar. Hidrojen atomunu meydana getiren kuantumlar erkekli dişilidirler. Elektron ve pozitron vardır. Bunlar uzakta oldukları zaman hızları ışık hızından düşüktür. Birbirlerinin çevresinde dolanarak dengelerini korurlar. Işık hızına çıktıklarında ışık olurlar. Bunlardan sekiz çifti sekizyüzlüde birleşir kalırlar, merkezde ya erkek ya da dişi bulunur. Böylece 17 parçacıklı birleşik oluşur. Bunlar çifttir. Sonra bunlardan altı altılısı birleşir. Sonra da bir dişi parçacığın etrafında üçü bir araya gelir ve sonunda hidrojen çekirdeği ortaya çıkar. Etrafında elektron dolanırsa hidrojen olur. Birleşirse nötron olur. Böylece cansız âlemde erkek dişi olarak var olurlar.

Ne var ki bunların kendi kendilerini çoğaltma kabiliyetleri yoktur. Çifttirler ama semere değildirler. Asıl semere kendi kendini çoğaltabilenler arasında başlar. Bakteriler içinde dağınık DNA’lar vardır. Bunlar çifttir. Bakteri çoğalırken bunlar bölünür. Birlikte bölünürler. Bazen iki bakteri çiftleşir. O zaman Çift DNA’lar ayrılır ve öyle çoğalırlar. Sonra dıştan eşleşerek yeni türler üretirler. Hücrenin çekirdeği vardır. Burada DNA’lardan oluşmuş zincir vardır. Bu zincir çekirdek dışına çıkmaz. Çekirdeğin dışında çekirdek vardır. Orada da DNA’lar yer alır. Oysa çekirdek dışında başka yerlerde DNA’lar bulunmaz. Çekirdek dışında RNA’lar bulunur. Bunlar çekirdekler içine de girerler. Mesaj RNA’ları vardır. Çekirdekte planı kopya ederler. Çekirdek dışına getirip yerleştirirler. Bunlar ribozomlarda yerleştirilir. Bunlar üretici rRNA’lardır. Bir de toplayıcı tRNA’lar vardır. Bunlar hücre içindeki aminoasitleri toplar getirirler. Üretici tRNA’larda yerleştirirler. Böylece istenen üretim yapılmış olur. DNA’lar üç moleküllüdür. Bir asit yakalamaya elverişlidir. RNA’lar da böyledir.

Türlerin özelliği çekirdekte bulunan DNA zincirlerinin farklı olmasıdır. Yeni tür demek yeni zincir demektir. Yeni zincirin oluşmasını sağlayan bir yarış alanı da yoktur. Dolayısıyla seleksiyon yoluyla yeni türler oluşamaz. Canlı ile cansızı birbirinden ayıran tek şey, canlıda çiftler vardır. Eşleriyle eşleşirler. Böylece nesillerinin ömürlerini artırmış olurlar.

يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ (YuĞŞı elLaYLa elNaHAvRa)  “Leyl neharı gaşyeder.”

“Leyl neharı gaşyeder” cümlesi muterize cümlesi olarak gelmiştir. Yani arada normal akışın dışında bir cümledir. İlgilidir. Bu arada bunları leylin neharı gaşyetmesi ile onunla birlikte olduğunu ifade eder. Müteaddi bir fiilin if’al bâbı iki mef’ul alır. Fail birinci mef’ul olur, mef’ul ikinci mef’ul olur. Zeyd Amr’a bir ev verdi ifadesini  if’al bâbına geçirdiğimizde, Ahmet Zeyd’e bir evi Amr’a verdirdi deriz. Faili birinci mef’ul yaparız.

“Leyl neharı gaşyeder” cümlesini, Allah leyle neharı gaşyettirir şeklinde ifade ederiz. Yani burada gaşyeden leyldir.

İkisi de marife gelmiştir, ikisi de cins ismdir.

Leyl ve neharın iki mânâsı vardır. Gece ve gündür. Madde ve enerji.

Burada her iki mânânın da önemli açıklaması vardır.

a)      Gece gündüzü gaşyeder. Canlılar faaliyet gösterdiklerinde yorulurlar. Dinlenmelerine ve uyumalarına ihtiyaç vardır. Canlıların faaliyetlerini durdurup dinlenmeleri gerekir. İşte gece bunun için vardır. İnsan beyninden çıkan dalgalar insanın uyuma hallerini gösterirler. Bütün hayvanlar uyurlar. Bitkilerde de uyuma halleri tesbit edilmiştir, uyurken yapraklarını salarlar. İşte bütün canlıların uyuyup dinlenmeleri için gece gündüz gaşyetmektedir. Geceyi yer olarak alırsak, güneş ışınlarını kapatmaktadır. Asıl olan gündüzdür. Gece gündüzün kesilmesidir. Güneş battıktan sonra da vardır. Bu ifade onu göstermektedir. Nasıl ölüm yok olma değil de başka yere gitmeyse, gece de günün yok olması değil, yerin arka yüzüne  taşınmasıdır. Kur’an burada bunu ifade etmektedir.

b)      İkinci mânâsı ile aldığımızda, madde enerjiyi gaşyeder demektir. Madde hızlanarak ışığı depolar. Sonra değiştirerek tekrar ışık yapar. Madde ile ışık bir araya gelince ışık maddeleşir. Ayrıldığında tekrar ışıklaşır. Frekansı değişir. Leyl neharı gaşyederin mânâsı budur. Tüm kimyasal olaylar bu yolla cereyan eder. Canlılık da kimyasal olaylara dayanır. Kimyasal olaylar tamamen enerjinin madde tarafından emilmesidir.

إِنَّ فِي ذَلِكَ  (EinNa FIy ÜAvLıKa)  “Bunda”

Arapça vurgu dili değildir. Ses tonu ile mânâlar ifade etmez. Böyle olsaydı Kur’an yazı diline çevrilemezdi. Kıraat da çok zor olurdu. Bunun yerine vurgu yapılacak yerlerde harfler ilave edilir. Karşı taraf yanlış biliyorsa “İnne” getirilir. Aksini iddia ediyorsa “İnne” ile getirilir. Burada karşı görüş iddia edenlere cevap vermektedir.

Zâlike” denmiş, müfret ve uzak işareti getirilmiştir. Uzak işareti getirilmesi, yalnız leylin neharı gaşyetmesi değil, tüm anlatılanları içermektedir. Sonra âyetler sözlerde değil mânâlardadır. Dolayısıyla görünmeyeni ifade ettikleri için âyetler vardır. Tümü âyet değil, içinde âyetler vardır. En büyük âyet evrimdir. Çünkü yaratılanı yaratmak zordur, imkansızdır. Oysa canlı kendi varlığı gibi varlık var etmektedir. Yetmiyormuş gibi evrimleşebilmekte, adeta tanrı gibi olmaktadır. İnsan ise en büyük âyettir. Çünkü irade sahibi olmaktadır. Var edilen var edenden büyük olmaz. O halde Allah insanın üstünde bir varlıktır.

لَآيَاتٍ (La EAvYAvTın)  “Âyetler vardır.”

Âyetler” “İnne”nin ismidir. Haber isme takdim edilmiştir. “Âyâtin” nekredir. Tehir edilmiştir. Kâinatın yaratılışında âyetler vardır. Tahsis için takdim edilmişse başka âyetler yoktur demektir.

Buradan çıkacak çok önemli bir usul kaidesi mevcuttur. Kur’an’ın ilâhi söz olduğu zâhir âyetlerle tesbit  edilmektedir. Akıl dışı âyetler yoktur. Yani ilhamlar âyet değildir. Bu sebepledir ki Hazreti Muhammed beyne konan duyularla değil, Cebrail gönderilerek Kur’an’a inanmıştır. Biz de Kur’an’a onun zahirî delilleriyle inanmışızdır. Kur’an’ın Allah sözü olduğunu aklımızla inandıktan sonra, orada söylenenlerde artık akıl aramayız. Öldükten sonraki dirilmeye iman etmek için Kur’an’a iman etmek yeterlidir.

İşte “âyetler” bunun için tehir edilmiş, “fî zâlike” takdim edilmiştir. Bu husus bütün kelamcılar tarafından kabul edilmiştir. Kelamda akıl ana delildir. Nakil akla yardımcıdır. Fer de ise nakil esastır, akıl naklin anlaşılmasında yardımcıdır.

Bu âyetle vardığımız sonuç Mutezile ile Ehli Sünnet arasındaki nizayı sona erdirdiği gibi, doğal hukuk-pozitif hukuk tartışmalarını da sona erdirmiştir. Kanunları yaparken doğal hukuktan yararlanırız. Ama kanun yaptıktan sonra pozitif hukuk kurallarına göre uygulama yaparız. Bunun uygulaması şudur. Bir kanun akla uygun olmalıdır. Olmadığını ispat külfeti aykırılığı iddia edene düşer. Bir kanun akla uymuş kabul edilerek uygulanır. Uygulayana akla uygun olduğunu ispat etme külfeti düşmez.  

لِقَوْمٍ (LıQaVMın)  “Kavm için.”

Kavm” aynı dili konuşan halk demektir. Kur’an bunu “bi lisani kavmihim” ifadesiyle beyan etmiştir. Allah insanları tek millet yaptı ama kavim kavim ayırdı. Kavimler de dilleri ile ayrılırlar. Birbirlerini anlayamayan insanlar nasıl birlik oluşturacaklardır? Bir kavim kendi başına yeterlidir. Kur’an’ı her kavim ayrı ayrı anlayacak, her kavme ayrı nâzil olmuş olacaktır. Onun için âyetler nekre gelmiş, kavim de nekre gelmiştir.

“Li’l-kavmi” denseydi, Araplar kastedilmiş olurdu.

İcmaların esası kavmî icmalardır. Şa’b ve kabile icmaları kavim icmalarına muhalif olmaz. Oysa beşerî icmalar ancak tüm âlimleri içine alırsa bağlayıcı olur. Yani şa’bın fukahası bir konuda icma ederse o şa’bın halkı onları bağlar. Kavmin rüesası bir konuda icma etse, şa’bın fukahasının katılmasına gerek kalmaksızın şa’bın halkını bağlar. Şa’bın icmaları kavmin icmalarına aykırı olamaz. Oysa kavmin rüesası icma ederse o kavmi bağlar. Dünyanın bütün rasihleri yani ilim otoriteleri icma ederse o kavmi bağlar. İnsanlık meclisinin icmaları bağlamaz. İşte burada “nâs” demeyip “kavm” demesinin hikmeti budur.

يَتَفَكَّرُونَ(3)  (YaTaFakKaRUuNa)  “Tefekkür eder kavm için.”

Yetefekkerûn” “kavm”in sıfatı olur. “Cae raculün âlimun” ile “cae raculün ya’lemu” arasında şu fark vardır. “Âlimun”da öğrenme bir defa olmuştur. Ama öğrendiği kendisinde kalmıştır. Oysa “ya’lamu”da öğrenmeler tekerrür edecektir. İsmi failde öğrenme bir defa vardır. Muzaride ise öğrenme süreklidir. İsmi failde örenilen süreklidir. Burada ismi faille değil de, fiili muzari gelmiş olması, devamlı tefekkür etmemiz gerektiğini ifade etmiş olur.

Bin sene önce âlimler tefekkür etti, bu bize yeter yerine; kavim her zaman tefekkür edecektir. Tefekkür her zaman yenilenecektir.

Fikretme nedir, fıkhetme nedir, akletme nedir, tezekkür etme nedir?

Bunları karşılaştırıp mânâlarını kavramamız gerekir.

a)      Tezekkür, söyleneni anlamadır. İstima’ etmekten farklıdır. Cümlenin mânâlarını anlamak başka, onu söylemeden yapılması istenen şeyleri kavrama başkadır. Kapıyı aç dendiği zaman, hangi kapıyı ne zaman açacağını ve beklene sonucunun ne olduğunu anlama tezekkürdür. Yani cümleyi onu uygulayacak derecede  anlamadır.

b)      Tefekkür, değişik bilgileri bir araya getirerek tüm sistemi kavramadır. Kulağı, gözü, ayağı, burnu bir araya getirerek sistemdeki yerini kavrama tefekkürdür. Tümevarımdan tümdengelimden farklıdır. Yeni şeyler keşfetmedir.

c)      Akletme ise tüme varma veya tümden gelmedir. Ayrı ayrı bilgileri birleştirip tek kanuna ulaşmaktır. Yahut bir kanunu uygulayarak teferruata inmedir.

d)     Fıkhetme ise benzerleri kullanarak yeni hükümleri ortaya çıkarmadır. Kıyas yapmadır. Aynı illetten dolayı başkalarında da aynı hükmü bulmaktır.

Burada “tefekkür” kelimesini getirmiştir.

Kâinat bir tek makina gibidir. Bir makinanın parçaları arasında nasıl uyum varsa, kâinatta da aynı uyum vardır. Bir otomobili parçalayın ve yığın hâline getirin. Bir de kayayı parçalayın, o da yığın hâline gelsin. Kayaların parçaları kendi kendine tesadüfen oluşmuştur. Oysa arabayı sökerken belli kurallar içinde sökmüş bulunuyorsunuz. İki yığın farklıdır. Şimdi kayaları istif edin. Düzgün istif olur ama makina olmaz. Oysa makineyi monte edin, makine olur ve istediğiniz işi yapar.

Kâinat kaya parçalarının yığını değildir. Makina parçalarının montajıdır. Bu parçaları imal eden biri vardır, bunu monte eden biri vardır. Bizzat insan da bu makinanın bir parçasıdır. İnsan bu makinedeki yerini bilmek ve ona göre görev yamak zorundadır.

Bu âyeti tefekkür ettiğimizde kâinatı kavrıyor ve görevlerimizi öğrenmiş oluyoruz.

***

وَفِي الْأَرْضِ (Va FIy eLEaRWı)  “Ve arzda, yer küresi içinde.” 

Semavatı rafeden, arzı ca’leden cümlelerine “ve fi’l-erdi” atıf yapılmaktadır. Arzı meddetti ve arzın içinde kıtalar vardır. Bundan önceki âyette doğal olarak canlılığın esası olan meyvelerden bahsettiği halde, bu âyette insanların mülkiyetinden bahsetmektedir. Arz içinde kelimesi ile tarla mülkiyetinin arz içinde olduğu ifade edilmektedir.

Ve fi’l-erdi” dendiğine göre demek ki mütecavir olmayan yerler de vardır. Yer bir küredir. Kürenin sulu tabakası vardır, bu on kilometre kadardır. Su tabakası vardır, on kilometredir. On kilometre de sulu hava tabakası vardır. Yeryüzünün küre olduğu yer olan ay ve güneşten bahsettikten sonra, onların bir felekte aynı felek içinde seyrettiğini ifade etmektedir. Bu bize yerin ay ve güneş gibi bir cisim olduğunu ifade etmektedir.

Fi’l-erdi” kelimesi yani yer küresi içinde ifadesi ile atmosferin de yer içine dahil bulunduğunu gösterir. Canlılar sulu tabakalar içinde yaşarlar. Sulu toprak, Kur’an buna sera diyor. Türkçedeki sera kelimesi de buradan gelmiş olmalıdır. Ondan sonra deniz tabakası vardır. Onun üstünde karların yükseldiği on kilometre kalınlığında hava tabakası vardır. İnsanların yaşamasına buralar müsaittir. Güneş sistemi ve yerin kendisi bu yer için düzenlenmiştir.

قِطَعٌ مُتَجَاوِرَاتٌ (QıOaGun MüTaCAvVıRAvTun)  “Mütecavir kıtalar vardır.”  

Biz dört delile dayanarak fıkıhçıların usulüne göre aklımızla çözümler üretiriz. Sonra Kur’an bunların çoğunu tasdik eder. Bazılarını düzeltir. Biz mülki taksimatı yaptığımız zaman onlu sistem içinde hareket ettik. Önce yeryüzü kıtalara ayrılır dedik. Bu kıtaların doğal sınırlarla birbirinden ayrıldığını kabul ettik. Kuzey ve Güney Amerika, Afrika üç, Avustralya ve adalar ayrı birer kıtadır. Avrasya ise büyük kara parçasıdır. Avrupa, Hindistan ve Çin olmak üzere üç kıta daha vardır. Doğal hudutlarla ayrılmıştır.

Kıtalar” deniyor ama “mütecavir” de diyor. Birbirine bitişik. Aralarında boşluk bırakılmadan bölünmüş anlamındadır. Tecavür bâbından getirilmesi aralarında boşluk olmasını ifade eder. Birbirine bitişik yeryüzü tek arz olmaktadır. Bu sebepledir ki genel ve kamu hizmetleri kıta merkezlerinde verilir. Denizler de kıtalararası bölüşülmüştür. Her kıta merkezinde oluşan uluslararası ordu grupları buraların güvenliğini sağlarlar. İnsanlığın ordusu yoktur. Ama aynı kıtada olan devletlerin orduları nöbetleşe genel güvenliği sağlarlar. Genel güvenliği sağlayan birlikler orada meydana gelen terör olaylarındaki zararları tazmin ederler, sonra failini bulurlarsa tahsil ederler. “Mütecavirât” kelimesi genel güvenliği sağlama görevinin kıta merkezlerine ait olduğunu ifade etmiş olur. Uluslararası alanlarda genel güvenlikten söz ediyoruz. Ülke içi güvenliği ülke içi kuvvetler sağlar. Buralar deniz ve hava gibi mülkiyete konu olmayan yerlerdir.

وَجَنَّاتٌ (Va CanNAvTın)  “Ve cennetler.”

Cennet” bahçe demektir, kapalı yer demektir. Özel  mülkiyete konu olan yerlerdir. Yani insan emeği ile ıslah edilmiş yerler demektir. Bunlar mütecavir değildir. Bunlar ayrılmış parsellerdir. Önce devletler ayrılmıştır. Her devletin kendi toprakları vardır. Orasının dış güvenliğini sağladığı için kavimlere temlik edilmiştir. İhya edilmiş topraklardır. Buralarda eğer cinayet olursa ülkelerin dayanışma ortaklıkları öderler.

Cennet” kelimesi dişi kurallı çoğullardır. Buradaki yerler bitişik değildir ama yollarla birbirine bağlıdır. Parseller  birlik olmuşlardır. Kara, deniz, hava ve demir yolları ile birbirine bağlanmışlardır. Su, elektrik, gaz ve telefon hatları ile de birbirlerine bağlıdırlar. Onun için dişi kurallı çoğul getirilmiştir. Cinanun olabilirdi.

مِنْ أَعْنَابٍ (MiN EaGNAvBin)  “Üzüm bağlarından”

Aneb” üzümdür. “İneb” üzüm bağıdır. “E’nâb” “ineb”in cem’idir.

Üzüm bağlarından cennetler. Mülkiyete konu olan yerler. Bağlıklar, tarlalar, meyvelikler. Üçe ayırmaktadır. Üzüm bağlıkları, ekin yerleri ve hurma ağaçlıkları. Buradaki tasnif mülkiyete göredir. Üzüm bağları dikilerek yetiştirilir. Bugünkü seralar da bunlara dahildir. Ondan sonra tarlalar gelir. Buralar her yıl ekilmektedir. Birkaç yıllık yatırım yoktur. Nahil yani hurmalık ise doğada büyümüş ağaçlara sahip çıkma ormanlıklar anlamındadır.

وَزَرْعٌ (Va ZaRGUn)  “Ve zer’

Zer’” yani tarlalar. Üzüm bağlarına emek verildiği ve dikildiği için ona mâlik olunmaktadır. Kişi üzüm bağlarını toplamazsa başkaları toplayabilir ama ona sahip olmazlar. Sahibi geldiği zaman onu tahliye etmek zorundadırlar. Sadece o senenin mahsulünü almış olurlar. Senelerin geçmesi ile üzüm bağlarına mâlik olunamaz.

وَنَخِيلٌ (Va NaPIyLun)  “Hurmalıklar.”  

Hurmalar” ağaçları ifade etmektedir, ormanlıkları ifade etmektedir. Bunlara ekilip dikilmenin dışında ayıklamak, budamak gibi bakım yapılır ama ağaçlar kendi kendine yetişmiş kabul edilir. Ağaçlara sahip olma en zayıf sahip olmadır. Çünkü kendisi yetiştirmemiştir. Hâsılı, emeksiz sahip olunan şeyler, akarsudan testiye su doldurma sonucu elde edilen mülkiyet gibidir. Sadece yetiştirmek için emek vermekle, yatırım yapmamak suretiyle verilen emekle elde edilen değerlerdir.

Demek ki mülkiyetin yani ondan yararlanmanın kaynağı üç şekilde olur. Emek yaparak yatırım yaparsanız önce o yere sahip olursunuz. Yatırım yapmaz üretimle elde ederseniz onu kullanma hakkına sahip olursunuz. Devşirirken sahip olursanız onu tahliye ettiğinizde hakkınız biter. Bunları ayrı ayrı görelim.

a)      Yatırım yapanlar oraya emeklerini bağlamışlardır. Oranın malikidirler. Bunlar musakat hükümleri ile başkalarına devredilirler. Kiralayan bir şey katmasa da kiralayabilir.

b)     Muzaraada kiraya verme vardır. Ancak tohum gibi sürme gibi bazı şeyleri ile ona iştirak etmek durumundadır. Sadece tarla kiralanmaz, ortaklığa konmaz.

c)      Ormandaki ağaçlar kiraya verilemez. Sadece işgal edenin kendisinin toplama rüçhaniyeti vardır.

Hurmalıklar başka hukuka tâbi olacaktır. Orman hukuku uygulanacaktır. Kur’an burada bunların farklı hukuka tâbi olacağını bildirmektedir. Hukuku açıklamaktadır. Üzümden başlatıp hurmada bitirmesi bundandır. Başka bir yerde hurmaların, bahçenin çevrilmesidir. Buradan şunu anlıyoruz ki, hurma ağaçlarında asıl olan doğal büyümedir. Tarlanın kenarlarına dikilen ağaçların dış tarafı orman hükmünde, iç tarafı ise bağlık hükmündedir. Benzer hukuk iki bahçe arasında dağılan ağacın komşu tarafı ona aittir.

صِنْوَانٌ (ÖıNVANun)  “Sınvan olanlar.”

Sınvan” fındık gibi çalılardan oluşan bitkilerin aynı kökten çıkan dalların adıdır. Kardeş ve akrabalar için de kullanılır. Toprağı sulak olan yerlerde, suyun olduğu yerde hurma ağaçları toplanır ve bir grup olurlar. Bu gruba “sınvan” denir. İki hurma ağacı beraberse, bunlara sınvan denir. Bitkilerde böyle gruplanma mevcuttur. Nasıl sürü bir araya gelerek kendilerini korurlarsa, ağaçlar da böyle yaparlar. Akarsuların kenarlarında çıkacak ağaçlar büyütülürse, bunlar da sınvan olur.

Zer’ ve nahil ötrelidir, yani cennete bağlıdır. Cennet üzüme tahsis edilmiştir. Bir arazinin ihya edilmesi için üzüm bağı kadar ona hizmet verilmelidir. Zer’ genel söylenmiş, orman olması için hurmalıklar söylenmiştir. Esreli kıraat da vardır. O kıraatin de mânâsı olabilir. O takdirde hurmalık ormanlık olarak anlaşılmaz. Asımın kıraati verdiğimiz mânâya daha uygundur.

وَغَيْرُ صِنْوَانٍ (Va ĞaYRu ÖıNVANın)  “Sınvansız.”

“Sınvan” sulu hurmalıklar olarak denebilir. Sun’i sulanan bahçe veya ekin veya hurmalıklar birdir. Sulanmayan diğeridir. Hangisi sınvan, hangisi gayri sınvan? İkisi de olabilir. Farklı olduğu anlatılmış oluyor. Bundan sonraki ifade şunu anlatıyor. Bir sudan sulanan gayri sınvan. Yani doğal olarak suyu olmayan ama ortak sulama ile sulanan anlamına gelmektedir. Sınvan doğal olarak sulak olan yer, gayri sınvan ise arklarla sulanan yer anlamındadır. Tarımcılığın en önemli sorunu sulamadır. Genel olarak yağmurla sulanırlar. Ancak ilk dönemlerde bile sulanan yerlerde verimin arttığı bilindiği için ark açarak oradan getirdikleri sularla ekinleri sulamaya başladılar. Bugün pek çok ağaçsız yer vardır. Bu yerlerin tepelerinde kuyular açılır. Kendi düşüş enerjisini kullanarak su çekilir. Dağlara salınarak orman yapılabilir. Ortak sulama bir su ile sulanır, yani ortak su ile sulanır.

يُسْقَى بِمَاءٍ وَاحِدٍ (YuSQAy Bı MAvEin VaXıDin)  “Bir su ile saky olunur.”  

Yani değişik hurma ağaçları veya ekinler veya bağlıklar tek su ile sulanmaktadır. Burada sulanan sulu olmayan topraktır. Naibi fail gayre gitmektedir.

Demek ki mülkiyeti tasnif ederken imar edilen yerler, ihya edilen yerler, işgal edilen yerler, bunlar da doğal sularla sulanan, ortak su ile sulanan olmak üzere gruplanmaktadırlar. Ortak sulamada su vakıf işletmesi şeklinde işletilir. Üreticilere bölüştürülür ve daha fazla kamu payı verenlere daha fazla verilir. Her şeyin aynı su ile sulandığını ifade etmiş olabilir.

Bu da bir mucizedir. Su tek bir maddedir. Hidrojen ve oksijenin birleşmesidir. Türlü türlü suların olmadığı söylenmiş olmaktadır.

Kur’an’ın hiçbir ifadesinde ilme aykırı bir ifade bulunamaz.

َ و  (Va)  “Ve”

Atıf harfidir. Tafdil edilen cümleyi yukarıya atfetmektedir. Yuska bi main vahıd fiildir, ona atfedilmiş olur. Yuska sıfat ise bu da sıfattır.

نُفَضِّلُ (NuFawWıLu)  “Tafdil ediyoruz.”

Artırmak demektir. Yiyecekler birbirinden farklıdır. Kaliteli yiyecekler vardır. Canlıların temel ihtiyaçları besinlerdir. Tüm canlıların yegane girdileri besinlerdir. Çok az canlı besin dışı araçlardan yararlanır. Örümcek yuvasını aldığı besinler ile yapar.

İnsanoğlu da ilkel hayatında sadece besin ile geçiniyordu. Sonraları diğer eşyaları üretmeye başladı. Bugünkü ihtiyaçları yiyecek, giyecek, barınacak ve dolaşacak ihtiyaçlardır. Bunun dışında kullandığı tüm araçlar bunlara hizmet eder. Yeryüzündeki maddeleri enerji ile istediğimiz şekle sokarız. Bu enerji de güneşten gelen enerjidir. Bunların ihtiva ettiği besin değeri farklıdır.

Besinlerde dört çeşit besleyicilik vardır.

a)      Birinci yararı ve gereği, yaşamamız için gerekli enerjiyi bize verir. Bu çok kolay ölçülmektedir. İnsanın ihtiyacı olan günlük kalori miktarı 2500’den fazladır. Besinlerin kalori miktarları faklıdır.

b)      Besinin ikinci yararı, oradaki maddeleri yapı taşları olarak kullanırız. Yani etimiz, derimiz, kemiğimiz, hâsılı bütün yapımız onlarla oluşur. Burada azot önemli rol oynar.

c)      Vücudumuzda kullandığımız diğer bir madde de su ve bazı minerallerdir. Bunlar yapı taşı oluşturmaz ama hayatın sürebilmesi için taşıyıcı rol oynarlar. Onlar sayesinde hücreler arası ilişki kurulabilmektedir.

d)     Ayrıca vitamin ve enzimler vardır. Bunlar sayesinde hayat olayları gerçekleşmektedir. Bunlar adeta canlının işçileridir. Enerjinin harcanıp iş yapılması bunların desteği ile sağlanır. DNA’lar da birer enzim gibidir.

بَعْضَهَا عَلَى بَعْضٍ  (BaGWaHAv GaLAy BaGDın) 

“Bazısını bazısına tafdil ettik.”

Canlılarda çeşitlilik vardır. Bu çeşitlilik kendiliğinden oluşmuş değildir. Her birinin ayrı ayrı değeri vardır. Bilhassa enzim ve vitaminlerin üretilmesinde canlılar arasında besin zincirinin oluşmasını zaruri kılar. Bizim ihtiyacımız olan enzim ve vitaminleri bir besinden alamayız. Çeşitli besinleri almamız gerekir ki o besinler sayesinde biz yaşayalım. Onlar toprağa katılınca yok olmazlar. Köklerle bitkiler alırlar, o bitkileri hayvanlar yer, biz de hayvanları yeriz, böylece çevremizde onlar farklı canlılardan gelmiş olur. Babadan menisi vasıtasıyla anneye geçen maddeler sonra anneden çocuğuna geçer  ve nesil de onu korur. Dıştan evlenmelerle nesilden nesile götürürüz. Birbirinden tafdil edilen besinler aynı zamanda canlılar arasında bir birliği zorunlu kılmaktadır.

فِي الْأُكُلِ (FıY eLEuKuLi)  “Eklde birbirinden tafdil ettik.”

Bunlar yalnız insan yiyeceğinde değil, hayvanların beslenmesinde, hattâ bitkilerin beslenmesinde de farklıdırlar. Değişik canlılar değişik maddeleri üretir ve bunlar birbirinin besini olarak canlılık âlemi zenginleşmiş olur.

İnsan şuurludur. Kendi hayatını korumaktadır. Yenildiği zaman acı çekmektedir. İnsanlara çok yakın olan hayvanlar için bunları söyleyebildiğimiz gibi, derece derece sinirleri olan canlılar için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Sinirleri olan tek hücreli canlılar vardır. Onların ruhları olduğunu söyleyebiliriz. Maymunlarla onlar arasında bir yapı farkı yoktur. Ne var ki ben sizin de benim gibi acı duyduğunuzu biliyorum da maymunlar hakkında aynı şeyi söyleyemem.

Canlılarda besin zinciri vardır. Bitkiler üretici canlılardır. Onları otçul hayvanlar yer, onları etçil hayvanlar yer, onları da yırtıcı hayvanlar yer. Bunların bir kısmı hastalanarak veya başka sebeplerle diğer canlılara yem olmazlar. İnsanı yiyen başka canlı yoktur. Bunların bedenlerini bakteriler çürütür. Bakterileri de virüsler parçalar. Sonra bitkiler onları köklerden alır ve yeni yaprakları için kullanır. Onlar tohumları meydana getirirler. Tohumlar da ağaçları meydana getirir. Canlılarda devamlı yenilenme vardır. Bu da besin zinciri sayesinde olmaktadır.

إِنَّ فِي ذَلِكَ (EinNa FIy ÜAvLıKa)  “Bunda”

Yani canlıların ukulda tafdil edilmeleri ve insanın kendi besinini üretmesi için tarımcılık yapmasında âyetler vardır. İnsan besin zincirinde ne gibi hizmetler yapmaktadır?

a)      İnsan en güçlü varlıktır. Yeryüzündeki canlıların sayı dengelerini sonunda insan düzenleyecektir.

b)      Tarımcılıkla yeryüzündeki canlıların dağılımını insan düzenlemektedir. Ehlileştirdiği bitkileri ve hayvanları çoğaltmakta, kendisine yaramayanları hayat dışı bırakmaktadır.

c)      Toprak altında kalan kömür ve petrol gibi fosilleri çıkararak yakıp tekrar hayat zinciri içine sokmaktadır. Yoksa gittikçe karbon azalacak ve hayat zinciri kopacaktır.

d)     Yeryüzünü imar ederek daha çok canlıların yayılmasını sağlamaktadır. Canlıları uzaya bile taşımaktadır. Böylece canlılık âlemi büyümekte ve güçlenmekte, bundan insan da yararlanmaktadır.

لَآيَاتٍ  (La EAyYATın)  “Âyetler vardır.”

Bize nereye gideceğimizi gösteren tarihi işaretler vardır. Açıkça bizi gideceğimiz yere kaza yapmadan götürür. Siz bunları öğrenecek ve bu gidişi destekleyecek çareler aramalısınız. Çevreyi korumalısınız.

Burada bir hususa işaret etmemiz gerekir. Çevre kâinat içindir. Onu korumalıyız ama insan için korumalıyız. Onları korurken insana zulmetmemeliyiz. Ağaç kesti diye kişiyi hapishaneye atmamalıyız, ona yeni ağaçlar diktirmeliyiz. İnsanlar doğadan azami şekilde yararlanacaklar ama doğayı tahrip etmeyeceklerdir. Doğadan yararlanmayalım da tahrip etmeyelim demek, okullar verimsizdir o halde kapatalımdan başka bir şey değildir.

لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ(4) (LıQaVMın YAGQıLUvNa) 

“Akleden kavim için âyetler vardır.”

Tefekkür, ayrı ayrı bilinenler arasında irtibat kurarak sistemi kavramadır.

Zikretmek, mevcut olanı onları kullanabilecek şekilde anlamadır.

Fıkhetmek, karşılaştırma yaparak araştırma yapmaktır.

Akletmek ise tüme varmak veya tümden gelmedir.

Bundan önceki âyette canlıların yaratılışından bahsetmiş ve canlılar arasındaki bağı ortaya koymuştur. Orada tefekkürden bahsetti. Bu âyette ise insanın kendi yaptıklarını ele almıştır. Burada da akletmeyi emretmiştir. İlim elde etmek tefekkür ile olur. İlmi projelendirmek ve kararlar almak ise tahakkuk ile olur.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-495/ADİL DÜZEN DERSLERİ-325   İstanbul, 31 Ocak 2008

 

HELİKOPTER VE TEHLİKE

Geçen hafta meseleyi biriyle tartışırken, bir yetkilinin İstanbul’da helikopter taşımacılığının olamayacağını, çünkü tehlikeli olacağını, dolayısıyla güvenlik sorunu oluşturacağını söyledi.

Doğru söylemiş büyük yetkili!

Yalnız helikopter değil, tüm taşıma araçları tehlikelidir. Her gün trafik kazaları oluyor, insanlar ölüyor. O halde bu motorlu araçları kaldıralım, tekrar at arabaları ile seyahate başlayalım. İstanbul oto garajlarını at ahırı yapalım. Nasılsa yarış atlarımız var, onları ulaşımda değerlendirelim. Trenler de kaza yapınca büyük kaza oluyor, o halde kaza yapan ulaşım ve taşıma araçlarına ne gerek var. Rayları söküp hurda olarak satalım. Hava meydanlarını da kapatalım, Türkiye üzerinde uçaklar uçmasın, çünkü tehlikeli!

Bu kafaya göre tehlike burada bitmiyor. Evimize ve iş yerlerimize elektrik getiren enerji hatlarında tehlike var. Sokaklarımız ölüm saçıyor. Bu hatları kaldıralım. Evlerimizde mum yakalım! Buzdolabına ne gerek var. Soğuk yemekler de tehlikeli. Sanki çalı süpürgesi neyimize yetmedi. Elektrikli süpürge kullanıyoruz, ne gerek var! Sonra evlerimize doğal gaz getiriyoruz, kullanıyoruz, bu yüzden kaç kişi öldü. Ne gerek var. Palto giyer, battaniyelere sarınır öyle otururuz. Sona ateşli ve elektrikli şeyler kullanınca tehlikeli yangınlar çıkıyor. Tehlikesiz hayat varken ne diye kendimizi tehlikeye atıyoruz?!.

Bitmedi, dahası var. Apartmanlar tehlikeli, deprem oluyor, binalar yıkılıyor, yıkıntılar altında kalıyoruz. Çadırlarda yaşayalım.

İşte, bizim yetkilinin ve ona benzer yetkililerin aklı bu kadar ve işte bizi bunlar yönetiyor. Bu millet işte bunlara muhtaç ediliyor. Bu yetkili bir büyükşehir belediye başkanı!

Halk başka rey verecek kimse bulamayınca ne yapsın.

1960’lardan itibaren başladılar ve müdahale edile edile ülkeyi bu hâle getirdiler. Denize düşen yılana sarılıyor. Dün bu müdahaleyi yapanlar bugün bu hizmetteki insanları korumak zorunda kalıyorlar.

 

Dünyada tehlikesiz hiçbir şey yoktur. Mağara devri de tehlikelidir. O zaman da aslanlar, kaplanlar ve benzeri vahşi hayvanlar insanları parçalarlar.

Evet, helikopterin kaza yapma tehlikesi vardır. Ancak trafik tıkanıklığının verdiği ölüm nisbeti kadar ölüme sebebiyet vermeyecektir. İstanbul gibi büyük şehirlerde trafik sorunu bugün insanların günlük en az dört saatini almaktadır. 6 milyon çalışanı ile günlük 24 milyon saat zararımız vardır. Saati 3’er liradan sayarsak, 75 milyon lira günlük zararımız vardır. Bu durumda yılda 25 milyar lira zararımız mevcuttur.

Bu trafik sıkışıklığının getirdiği kazalar acaba daha az mıdır?

Çağın müsbet ilim adamının helikopter teklifine vereceği cevap olacaktır. Yapın hesabı bakalım. Helikopterin yaptığı kazalarla helikopter taşımacılığının sağlayacağı rahatlığın azaltan kaza oranı nedir, ona göre düşüneyim der. Yahut kazaların şehrime yüklediği yük nedir, getirisi nedir, hesaplayın. Bir kişinin ölümünü bir milyon dolarla karşılarsın. Dengeleme yapılmış olur. Helikoptere binecek kişi kendi tercihi ile bineceği için onda senin insani sorumluluğun olmaz.

Kaza neden olur?

a) Helikopter imalatçılarının yapacakları hata ile olur. Helikopter bakımcılarının ihmali nedeniyle olur. Bunu helikopteri imal eden firma ile yapılan anlaşmada kişi tazminatını yükseltir, değerini de yükseltir, güvenliğini sağlarsın.

b) İkinci tehlike, helikopter alanlarının ve seyir hatlarının güvenli şekilde seçilmemesi ve gerekli düzenlemelerin yapılmaması ile olur. Bu da senin beceriksizliğin demektir. Bu planlamayı sigortalı olarak ilan edersin. Yine tazminatın fazlalığı yerine bilgisiz firmalar ihaleye girmez ve bu sorunu da böyle çözersin.

c) Kazanın diğer bir kaynağı da işletmenin dikkatsiz bir işletme olması olabilir. Ne zaman nerelerden geçeceği, ne zaman ineceği ve çıkacağı hangi yollardan gelip gideceği ve dikkatsizlik. Bunu da yine yüksek sigorta bedeli ile ödetirsin. 

d) Nihayet pilotların tecrübesi veya dikkatsiz olmalarıdır. Bunu da ancak pilotlar dayanışma ortaklığı ile halledersin. Sonunda yine yüksek sigorta ile çözersin.

O halde sonuç olarak bilet başına yükleyeceğimiz bedel ile bunu maksimum güvenliğe çıkarabiliriz. O zaman da bilet pahalı olur, kimse binmez. Yavaş yavaş düşürürüz. O zaman da müşterimiz artar. Güvenlik o kadar düşer ki binmeme başlar. Maksimum binmelerin olduğu bir güvenlik vardır. O işte halkın tercihidir. İstanbul halkı diyor ki, bana şu güvenlikte helikopter hizmeti getir. İşte o tehlike o binenlerin tercih ettiği tehlike olduğu için bizim bir sorumluluğumuz olmaz. Bunu her alanda uygulayabiliriz.

Trafikte ölenlerin diyetini ödemeliyiz.

Kim ödeyecek?

Ya araba şirketi, ya bakımı yapan firma, ya yolu yapan belediye, ya da şoför.

Ama ödenecektir.

O zaman şoför hattı almayacak, dayanışma bu hattı satacak, bu işi parası olan değil şoförler dayanışması ödeyecektir.

Bunlar birer zavallıdır. Hesap kitaptan anlamazlar.

Hesap kitaptan anlayanlar çoğalıncaya kadar millet bu işkenceleri çekecektir.

Bu kafa ile İstanbul trafik sorununu çözeceklerini ümit etmek masallara inanmaktır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-495/ADİL DÜZEN DERSLERİ-325   İstanbul, 31 Ocak 2008

 

SEÇİME GİDERKEN…

Dış müdahale ile oluşan toplulukların iki merkezleri olur.

Biri kendi geleneklerinden gelen merkezdir.

Diğeri dış etkilerle oluşmuş olan merkez.

Bir köyün bir ağası vardır, bir de muhtarı vardır.

Köyün içinde gerçek otorite sahibi ağa vardır. Halk nezdindeki otorite ağadır. Devlete karşı ise seçilen muhtar otoritedir. Genellikle muhtar ağa sülalesinden seçilerek iki merkez arasında uzlaşma sağlanır. Hemen hemen Türkiye’nin her yerinde ve yöresinde resmi din adamı vardır. Halk bunlara göstermelik olarak bakar. Bunun yanında halktan gelen tarikat mensupları hakim din adamlarıdır.

Bunun çözümü yok mudur?

Elbette vardır.

Çözüm, yerinden yönetimli çoklu demokratik sistemdir.

 

Gelişmekte olan ülkeler ister istemez müesseseleri dışarıdan almak zorundadırlar. Bu da halka karşı güç oluşturur.

Bir de halka dayanan güç olur. Başlangıçta halka karşı olanlar, güçlü olanlar galip gelir. Çünkü yenilik taraftarıdırlar. Eskimiş müessese gitmektedir. Sonra galip dış güçlere dayanmaktadırlar. Ama zamanla direnen yerli güç mücadele edebilmek için çaba göstermeye başlar, kurtulma yollarını arar ve güç oluşturur. Güçler eşit hâle gelir.

Uzun zaman bu eşitlik içinde mücadele devam eder…

Sonunda dışarıdaki güçler zayıflar.

Dışarıdan yapılan dayatmalar eskir.

Oysa geleneksel güçler yerli çözümler üretirler.

Sonunda dışa dayanan eski yenilikçiler yenilir ve yerlerini yerli yenilikçiler alır.

Daha sonra o da eskir, yine dış tesir ile çökmeye başlar.

Bu devran böyle devam edip durur.

 

Şimdi biz neredeyiz?

Şimdi biz yenilikçi Batılılarla eşit hâle gelmiş bulunuyoruz.

İzmir’de Akevler tarafından geliştirilen yerli çözüm Millî Görüş tarafından “Adil Düzen” olarak benimsendi ve Türkiye bugünkü hâle geldi. Şimdi Batıcı yenilikçilerle biz eşit hâle geldik. Şimdi Türkiye’nin beklediği kendi iç yenliğini oluşturmasıdır.

Bunun başka anlamı muasır medeniyetin fevkine/üstüne çıkmadır.

 

Muasır medeniyetin fevkine/üstüne çıkmak için neler yapacağız?

Batı bize ne gibi yenilikler dayatmıştır?

Ekseriyet demokrasisi, dini dışlayan lâiklik, tekelleşmiş liberallik ve aidatlı sosyal güvenlik içinde oluşmuş, hakimlerin denetiminde, merkezi kanunlara dayalı hukuk devletidir.

Şimdi biz bunlardan daha ileri seviyede olan bir demokrasiyi, lâikliği, liberalliği, sosyalliği, yargıyı ve hukuku getirmeliyiz.

Biz ne getiriyoruz da muasır medeniyetin fevkine çıkıyoruz?

Dikkatlice okuyun ve karşılaştırın.

 

Biz, ekseriyet demokrasisinin yerini, yerinden yönetimli hicret demokrasisine bırakıyoruz.

Biz, dini dışlayan lâikliğin yerini, kamunun bütün dinlere eşit şekilde yaklaştığı, müsbet ilmin hakemlik yaptığı, dinde zorlamanın olmadığı bir lâikliğe bırakıyoruz.

Biz, faizli tekelleşen liberal sisteminin yerini, sermaye vergili faizsiz kredileşme sistemine bırakıyoruz.

Biz, aidatlı sosyal güvenliğin yerini, aidatsız dayanışmalı sosyal güvenliğe bırakıyoruz.

Biz, kanun sisteminin yerine, serbest sözleşmeli liberal sistemi getiriyoruz.

Biz, merkezi sistemli atamalar yerine, yerinden yönetim sistemi içindeki yapılanmayı kuruyoruz. 

Biz kanunları ekseriyet kararları ile değil, serbest sözleşmelerle oluşturuyoruz, ortak vekil kararları ile oluşturuyoruz.

İşte “ADİL DÜZEN” demek bu demektir.

 

Türkiye’de iki millî güç vardır.

Siyasi partiler ve millî ordu.

Gerçek millî güçleri bunlar oluştururlar.

- Türkiye’de millî üniversite yoktur.

- Türkiye’de millî ekonomi yoktur.

- Türkiye’de millî din vardır ama gayri meşru sayıldığı için yeraltı faaliyeti göstermektedir. Bundan da Türkiye düşmanları yararlanmaktadır.

- Türkiye’de millî yargı sinmiş bir durumdadır.

- Türkiye’de millî basın oluşmamıştır, millî medya yoktur.

 

Bu sebepledir ki ben/biz bu yazıda yalnız iki kuruma hitap ediyorum; siyasi partiler ve ordu. Ordu millete dayanırsa her türlü sorunları çözme durumundadır.

Önce orduyu ele alalım ve yapması gereken görevleri sıralayalım.

a)      Ordu siyasetten uzak durmalıdır. Siyasi partiler arasında asla fark gözetmemelidir. PKK şi, e poşsa madem ki ondan vergi alıyoruz, madem ki askere alıyoruz. Cezasını veririz ama ona farklı muamele yapamayız.

b)     Ordu dinlere karşı tarafsız olmalıdır. Mustafa Kemal sizlere lâikliği değil, Türkiye Cumhuriyeti’ni emanet etti. Lâiklik sizin işiniz değildir. Sömürü  sermayesinin jandarmalığını yapmayın.

c)      Türkiye’de millî üniversite oluşmadığı için insanlığı kurtaracak müsbet ilim de oluşmamıştır. Harp Akademileri bu işi ele almalıdır. Batı’nın tercümelerinin yanında millî çalışanların ilimleri ve ilmî çalışmaları değerlendirilmelidir. Türkiye’de değil, dünyada çağın ilerisinde bir ilmî üretim çalışması yalnız Akevler Adil Düzen çalışmasında vardır. Sizin bunu akademilerde değerlendirmeniz gerekir. Bizim “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı da değerlendirmeniz gerekir. Üniversitelerimizin cehaletini ve zavallılığını görmelisiniz.

d)     Maalesef tarafsız, bağımsız, saygın ve etkin bir yargı sistemimiz oluşmamıştır. “Adil Düzen”in çözümünü incelemelisiniz ve hükümete yardımcı olmalısınız.

 

Siyasi partilerden ne istiyoruz?

Şimdi belediyeler seçimi olacaktır.

Bize izin verin, belediye başkanlarıyla anlaşalım.

Bir beldede, bir belediyede “Adil Düzen”i uzlaşarak uygulayalım.

“Adil Düzen”in nasıl muasır medeniyetin üstünde çözümler getirdiğini görelim.

Bu hususu AK Parti’ye, CHP’ye, MHP’ye, DTP’ye, DSP’ye, GP’ye ve diğerlerine, özellikle de SP’ye arz ediyoruz...

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3464 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2657 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2627 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2147 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2526 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2545 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2169 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2173 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2586 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2478 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1984 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2339 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2285 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2425 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2424 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2258 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2437 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2394 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2434 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2670 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2980 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2669 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2744 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2952 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3134 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3027 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3422 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5478 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3541 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3072 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3857 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3710 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3420 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3870 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3832 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4108 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4618 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3012 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3112 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3965 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3822 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2850 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2942 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3950 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7713 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5602 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4173 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3574 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3715 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4732 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4443 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4741 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4663 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4815 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4547 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3395 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4475 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3622 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5173 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3853 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5148 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5007 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4933 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3536 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3477 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3688 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5150 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4205 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5418 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4087 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5268 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4417 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4429 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4569 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4765 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5314 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4116 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5260 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4524 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3843 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4380 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4590 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4112 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4097 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4086 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4540 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5648 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9814 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4645 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3703 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3852 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3355 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3382 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3742 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5696 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4244 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3445 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler