1967...1968...1969........................AKEVLER 33 YILDIR ÇALIŞIYOR.............................1999...2000...2001
GELECEĞİN II. KUR’AN - V. İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...
SİZİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ... BUYURUN! BİRLİKTE ÇALIŞALIM...
KUR’AN MATEMATİĞİ Üsküdar/ İstanbul, 22 HAZİRAN 2001 CUMA
115. SEMİNER NOTLARI clubs.yahoo.com/clubs/adilduzen
www.adilduzen.8m.com
SEMİNER NOTLARI BURADA! www.akevler.org
ARAF SURESİ TEFSİR 12-15 AYETLER
115. SEMİNER
قال ما منعك ألا تسجد إذ أمرتك قال أنا خير منه خلقتني من نار و خلقته من طين (7/12)
قال فاهبط منها فما يكون لك ان تتكبر فيها فاخرج إنك من الصاغرين (7/13)
Bundan sonraki âyetlerde; “Ben sana emretmiş iken seni secde etmekten men eden nedir?” diye Allah şeytana kavl eder.
Allah bir taraftan kendisi yüceler yüzesi olarak anlatır. Gerçekleri söyler, biz ve diğer âlem ise hiç mesabesine iner, ondan sonra da kendi halk ettiği melek, cin, insan ve ruhu muhatap alır, onunla eşit seviyeye iner ve öyle hitapta bulunur. Bu bilinçli varlıkları zorlamaz, onlarla eşit bir kimse imiş gibi tartışmalara, istişarelere girer. İşte, birincisi bize gerçekleri anlatmaktadır. İkincisi ise bize öğretmenlik yapmaktadır. Bakınız, ben ilah iken bile işlerimi böyle yapıyorum, siz de hayatta işerinizi böyle yapın, diyor. Yaparak göstermek de öğretmektir. Kur’an’ın bâzı âyetlerine bakarsınız, Allah hiçbir şeye benzemez, O sonsuz büyük, insan ise O’nun yanında yok mesabesinde. Başka âyetlerde ise gözü var, kulağı var, konuşuyor, görüyor, kızıyor, seviyor, acıyor; sanki bir insan. Birincisi Allah’ın gerçek varlığıdır, ikincisi ise bize O’nun görünüşüdür. Yani, bizim beynimizin O’nu ancak o şekilde kavrayabilmesidir. Şeytan hikâyesini dinlerken bu hususu göz önüne almalıyız.
Yeryüzü bir futbol sahasına benzer. Allah oyuncuları çıkarmış ve oynatıyor. Onları O ayarlıyor. Takımlarını oyuncular kendileri seçiyor ve değiştiriyorlar. Allah insanın kendi oyunu ile başarıya ulaşmasını, mükâfatını almasını istiyor. Onun için yarışma sahnesini kurmuş. Başka türlü bir düzen kuramaz mıydı? Onu da âhirette kuracaktır. İkinci yaratılışta kuracaktır. Şimdi neden böyle yaptı, sorusuna bir cevap buluruz ama bu tür soru ve cevapların sonu gelmez, tatmin olmayız. Biz şimdi Allah neden böyle bunu yaptı diye soracak durumda değiliz. Ne sıfatla soracağız? O’nu hesaba mı çekiyoruz? O’na ceza mı vereceğiz? Bizim şimdi yapacağımız iş, Allah ne yapıyor ve nasıl yapıyor? Bunları sorar ve öğrenebiliriz. Sonra biz neler yapmalıyız, görevimiz nedir? Allah diyor ki; Ben iki takım kurdum, birini melekler destekliyor, diğerini şeytan destekliyor. Sen istediğin takımını seç ve oyna. Beğenirsen oyna, beğenmezsen değiştir, diyor. Ama bu takım galip gelecek, cennete gidecek. Bu takım da mağlup olacak, cehenneme gidecek. Ne var ki, sol takım bu dünyada daha zevkli hattâ bazan başarılı hayat yaşıyor görünecek. Sen de hangisini istiyorsan onu seç, diyor.
Şimdi bizi kolumuzdan tutup getirmişler, oyuncu yapmışlar, takımı seçme hürriyeti de vermişler. Hayır, ben oynamak istemiyorum hürriyetini de vermemişler. İşte hâlimiz budur. Allah bu şeytan hikâyesiyle bize bunu anlatıyor. Şeytan var mı, yok mu? Varsa, nasıldır? Bu soruların fazla önemi yok. Aynı sorular Allah için de sorulabilir. Allah var mı, yok mu? Varsa, nasıl bir şeydir? Biz burada Allah var varsayımı ile olayları anlatıyoruz. Olaylar vardır. Müsbet ilim o olayları belirliyor. Elektrik var mı, yok mu, bilemeyiz. Ama elektriğin bizi ısıttığını, çarptığını, aydınlattığını biliriz. Bizi ilgilendiren de budur. Ruhumuz için de aynı şeyleri söyleriz. Ruh varsa Allah da vardır. Çünkü var eden her zaman var edenden üstündür. Ruhun varlığı da şimdi benim konuşmam, sizin de duymanızdır. Bizim bilincimizdir. Düşünüyorum, o halde varım diyen düşünür, Allah’ı en açık delille kanıtlamıştır.
Bu âyette men’, secde, emr kelimeleri geçmektedir.
Men’ etmek, yapılmakta olan bir işin yapılmasını durdurmaktır. Şeytan böyle bir emri almadan âbid idi. Allah’ın dediklerini yapıyordu. Şeytan bu emre karşı geldi. Allah’ın emirlerinde hep güzellik vardır. İçki içme diyor, zina yapma diyor, emir sahiplerine itaat et diyor, birbirinize zarar vermeyin diyor. Bunları kabul etmek kolaydır. Ancak insan başarılara ulaştı mı, hemen başarıya kendi gücüyle ulaştığını zanneder, büyüklenmeye başlar ve yanındakileri küçümsemeye başlar. İşte o anda o insan şeytanlaşır. Ben kendi hayatımda böyle insanlarla çok karşılaştım. Başlangıçta çok yakın olduklarımız, başarılara doğru gittikçe beni kendilerine taptırmak istediler, ben de onlara tapmayınca benimle ilişkiyi kestiler. Bunların bir kısmı benimle ilişkiyi kestiler ama halkla ilişkilerini sürdürüyorlar. Oysa bir kısmı ise cephe değiştirdi. Kendileri üst sınıf takımına katıldılar ve şimdi sırtlarına binip yükseldikleri insanlardan ayrı yaşıyorlar.
Secde etme emri nedir? Kendini ilâhlaşmış olmaktan korumaktır. Elde ettiğin başarı eğer seni sarhoş etmiş, kendini büyük görmeye başladın ise; kendini küçülten işler yapacak, kendini terbiye edeceksin. Taptuk Emre Yunus Emre’ye bunun için senelerce odun taşıtmıştır. Çünkü Yunus çok sevilen bir şairdi ve herkes onu yüceltmiş, onda da nefis doğmuştu. İşte Allah burada Adem’e secde etmeyi de bunun için emrediyor. Sen hiçbir şey değilsin. Çünkü ben var ettim. Başarı da benden. Kula kul etmek de benden. Mü’min Allah’a kulluk eder, kendine bile kulluk etmez. İşte bu imanın çok hassas noktasıdır.
Emir kelimesine gelinirse, emir cebr değildir. Yani, böyle kendisini tanrılaştıran kimselere mani olmaz. Onları zorla yola getirmez. Onları serbest bırakır. Cezalarını erteler. İşte dünya budur. Dünya hukuk düzenine göre kurulmuştur. İstediğini yaparsın, serbestsin, sonra hesabını verirsin. Polis düzeninde ise seni zorla istedikleri gibi hareket ettirirler. Allah Kâinatı demokrasi içinde yaratmış, lâiklik içinde yaratmıştır. İşte bize bu âyetlerle Allah bunları öğretmektedir. Emir kelimesi ile bunu ifade etmektedir. Allah emrediyor ama şeytan yapmayabiliyor. Sosyal düzenimizi kurarken bunu gerçekleştirmemiz gerekir. Herkes her işi yapmakta serbest olacak, sonra hakemlere gidilecek, karşılığı ne ise onu alacak. Baştan kimseye mâni olunmayacak. Kim olmayacak? Kamu olmayacak. Kişiler serbestçe davranacak.
Şeytan Allah’a cevap veriyor. Neden Adem’e secde etmediğini açıklıyor.
Ben ondan daha hayırlıyım, beni ateşten halk ettin, onu tîndan/ topraktan halk ettin diyor.
Burada insanı yanıltan bir hususu ortaya getiriyor. Kendisini üstün görenler var. Başkalarını aşağı görürler var. Çünkü derler, beni Allah üstün yarattı. Oysa bilmezler ki Allah onları öyle yarattı. Allah onlara o üstünlüğü verdi. Onların görevi o üstünlüğün şükrünü edadır. Yani gereğini yapmadır. Ona göre hizmet etmedir. Şimdi gidiyorsunuz, birisiyle konuşuyorsunuz, o senin haricinde konuşuyor, seni aşağı sınıftan sayıyor, tüm sözlerini değerlendirmiyor. “Mü’minler kardeştir.” âyeti yerine, hizipler ve ırklar kardeştir ilkesini benimsiyor. İşte bunların hepsi şeytan hizbidir. Allah’ın hizbi ise mü’minleri kardeş kabul eder. Mü’min deyince babadan müslüman olanları kastetmiyorum. Irkı, cinsi, milliyeti, inancı, mezhebi ne olursa olsun, niçin çaba gösteriyor İşte mü’min olup olmadığı onunla anlaşılır. Mü’min insanlara hizmet etmek için çalışır. Şeytanlaşmış kimseler ise insanlara hükmetmek için çalışır. Mü’min paraya değil Allah’a inanır. Mü’minlerle bir olursa her işin başarılacağına inanır. Şeytan taifesi ise paraya inanır, oya inanır, güce inanır. Biz mü’min sayıp da yola çıktığımız pek çok insanların para ve oy peşine, iktidar peşine düştüklerini gördük. Mü’min halka hizmet için iktidara tâlip olur, servete tâlip olur, ilme tâlip olur. Şeytan ehli ise halka hükmetmek için hizmet yapar. Yani herkes ister istemez halka hizmet eder, ama biri tav’an, biri kerhen.
Kâinat yüze yakın elementlerden oluşur. Düşük sıcaklıklarda çevrelerinde elektronlar dolaşır, bu elektronların bağlantıları ile molekül zincirleri oluşur ve bu sayede hayat ortaya çıkar. İnsan böyle yaratıldı. Oysa yüksek sıcaklıklarda bu yapı dayanıksızdır. Oysa güneşte olduğu gibi yine atomlar ve moleküller vardır. Ancak bunlar çekirdekler arasındaki bağlarla birbirine bağlıdırlar. Böylece moleküller oluşuyorlar. Aynı DNA zincirleri orada da vardır. İşte cinler onlardan oluşmuştur. İnsanlar güneşe gittiklerinde yok olup giderler, oysa cinler dünyaya geldiklerinde bir şey olmaz. İşte ben daha sağlamım, insan daha bayağı varlıktır diyor. Oysa, genel kural, ilkel olanlar daha dayanıklıdırlar. Canlı gelişince daha üstün varlık oluyor ama dayanıklılığı da o nisbette zayıflar.
Şeytan burada kendisini yaptığı bir işten dolayı değil, öyle yaratıldığı için üstün görmektedir. İnsanlık 20. yüzyıla kadar hep doğuştan üstünlük iddiası içinde idi. İnsanlar ancak İslâmiyet’in öğretileri ile demokrasi ve lâikliği benimsedikten sonra doğuştan farklılığın üstünlük olmadığını anladılar. Bu sefer de ifrata gidiyorlar. Doğuştan farklılık yoktur, diyor. Erkekle kadın birdir diyorlar. Yahut sakatla kör birdir diyorlar. Oysa, insanlar ve tüm varlıklar yaradılışta farklı yaratılırlar. Görevleri de farklıdır. Ama bu onlara üstünlük sağlamaz. Kapıcı kapıcıdır, kendi işini yapar. Müdür müdürdür, o da kendi işini yapar. Ama müdür kapıcıdan üstün değildir. Kapı işlerinde müdür kapıcının emrindedir, yönetimde de kapıcı müdürün emrindedir. Kimse üste karşı sorumlu değildir. Herkes mevzuata karşı sorumludur. Hesabı hakemlerden oluşan tarafsız ve bağımsız mahkemelerde verir. İşte şeytan düzeni ile ilâhi düzen arasındaki fark budur. Kur’an’ın bu emirleri ütopik görünebilir. Oysa insanlık isteyerek veya istemeyerek bu düzene gitmektedir. Saltanat yıkıldı. Biraz sonra bürokrasi da yıkılacak. İşçilik de ortadan kalkacak. Askerlik dışında kişiler arasında üstünlük olmayacak. Herkes ehliyetine göre iş yapacak, görevli olacak, yetkili olacak, sorumlu olacak ve hakkını alacak. Şeytanın, beni ateşten yarattın, onu çamurdan, deyip, içinizde diğer insanlardan üstünlük doğmaya başladığında şeytanlaşmaya başladığınızı unutmayın.
فاهبط منها Oradan hubut et: Buradaki zamir ancak yere gidebilir. Değişik anlayışlar ve teviller varsa da, zorlamaksızın âyetlere mâna verecek olursak, yere gitmek zorundadır. Oysa, bu görüşme ve konuşmalar bahçede yani yerde değil, başka bir yerde cereyan etmektedir. Çünkü sonra Adem’e oradan çık denecektir. Öyleyse, bu yer bulunduğumuz yer değildir. “Sizi o yere temkin ettik.” âyetindeki arz bizim bu arz değildir. Bu arzdan önce canlının ilk yaratıldığı ve evrim safhalarını geçirdiği veya geçirmekte olduğu her gezegendir. Bu gezegen güneşin çevresinde dolanan gezegen değil, belki de bizim galaksimizde olmayan bir gezegendir. Böyle anladığımız zaman bu zamir arza gitmektedir. O zaman hiçbir âyetin te’viline gerek kalmamaktadır.
Bu zamir bize açıkça gösteriyor ki, Allah insanı gökte bir gezegende, ancak cennet gibi olan gezegende var etmiştir. Şeytana secde etmesini de orada emretmiş, o da kabul etmemişti. Adem ile beraber oradan kovulmaktadırlar.
Buradaki “Fa” öyleyse, madem ki secde etmeyeceksin, o halde buralarda durma, git, denmiş oluyor. Hubut etmek demek, taşın yuvarlanması demektir. Bir yerde dururken, yapışık iken, kopup yuvarlanmasına hubut denmektedir. İnsanlar için bir yerden kovulmak veya bir yere kovulmak anlamlarına gelir.
فما يكون لك ان تتكبر فيها Senin orada tekebbür etmen olmaz. Yani, gökyüzünde seçilen bir gezegende canlı türleri üretilirken ve orada insanlar yaşarken, o gezegende yaşayan cinlerin de, insanların da itaat etmeleri ve günah işleyememeleri gerekir. Çünkü orası delildir. Orada herkes iyidir. Oranın düzeni öyle kurulmuştur. Onun için orada tekebbür etmeye izin verilmiyor. Orası bir tür askeri mıntıkadır. Orada hukuk düzeni yoktur. Askeri düzen vardır. Herkes emirlere itaat etmek zorundadır. Etmezlerse, oradan kovulurlar. Nitekim şeytan ve Adem kovuldular.
فاخرج إنك من الصاغرين Çık, sen aşağılıklardansın. Burada ikinci “Fa” harfi, hemen çık, demektir. Durma git, demektir. Şeytana defol git diyor, ama zorlamıyor. Duruyor, daha birşeyler söylemek istiyor. Allah onu zorla çıkarmıyor, sözünü dinliyor. Mahkemelerde bugün son söz sanığındır diye bir kural vardır. Allah son söz hakkını veriyor. Hattâ, hüküm verildikten sonra dahi hükme itiraz hakkı tanınmış oluyor. Savunmadan ceza olmaz. Onun için Allah şeytanla tartışıyor. Yani, ona savunma hakkını tanıyor. Yani, bizim Anayasa Mahkemesi gibi savunma imkanı vermeden kimseyi mahkum etmiyor.
Karar verdikten, peş peşe emir ve hüküm tebliğ edildikten sonra, şeytan talepte bulunuyor. O halde mahkeme eksik veya yanlış karar verdikten sonra yine de itirazını dinlemek zorundadır. İnfaz hususunda mahkemeden talepte bulunma hakkı vardır. Bâzı sebeplerle infaz ertelenir. Demek ki, Allah burada bize muhakeme usûlünü, dâva şeklini öğretmektedir.
Sağır, aşağılık anlamında kullanılmıştır. Artık şeytan büyük ibadetler yapmış olmakla Allah’ın yanında yakın derecesi yoktur. Uzaklaştırılmış, aşağılandırılmış bulunmaktadır. Yani, şeytanın o gezegenden kovulmasının iki sebebi vardır. Biri, orada itaatsizlerin yeri yoktur. Orada hukuk düzeni yoktur. Orada karşı gelenler oradan uzaklaştırılma durumundadırlar. İnsanlar da şimdi, bu sebeple oradan uzaktırlar. Oysa, onların bir günahları yoktur. Ama günah işleyebilme hürriyeti için buradadırlar. Bu nokta çok önemlidir. Günah işleyebilme hürriyeti için bu kötü dünyaya getirildiler. Eğer biz onların elinden bu hürriyeti alacak olursak onları tekrar gerisin geriye oraya götürmemiz gerekir. İkinci çıkış sebebi de sağırlardan oluşun cezalandırılmasıdır.
قال أنظرني إلى يوم يبعثون (7/14)
Ba’s olunacakları güne kadar bana inzar et, diye kavl etti.
Ba’s, bir yeri eşeleyip ortaya gömüyü çıkarma, mesela patatesi çıkarmadır. Sonra ba’s kelimesi bir elçinin gönderilmesi şeklinde ifade edilmiştir. Bunun dışında, yeniden dirilmek de ba’s kelimesi ile ifade edilmiştir. Âhirette insanlar eşelenip mezarlardan çıkarılmaya benzetilmiştir. Dört boyutlu uzay içinde kişiler kendi yerlerine gidilip bulunacaktır. Mahşere getirilecektir. Bir filimde nasıl istenen bir sahne araştırılıp bulunur, ortaya konursa, âhirette de diriliş böyle olacaktır.
Demek ki, böyle bir ba’s hikâyesi bilinmektedir. Çünkü insanların gökteki gezegenden alınıp başka gezegene götürülmesi ilk değildi. Adem de ilk insan değildi. Yeryüzüne getirilen ilk insanlar Adem ve eşi idi. Şeytan o zamana kadar mühlet verilmesini istiyor. İnfazın ertelenmesini istiyor. Demek ki, mahkeme kararları kesin olmakla beraber, infaz ertelemeleri veya para cezası gibi başka cezalara çevrilmeleri de caizdir. Bu husustaki kararlar o celsede verilmez, sonraki celselerde verilebilir.
Yargının sebebi insanların içlerini rahatlatmak ve suçların işlenmesinde caydırıcılık sağlamaktır. Bunun için kurallar çiğnenmemek şartı ile her türlü kurtuluş yolları aranır. Afta cezanın diyete çevrilmesi de bunu sağlamaktadır.
قال انك من المنظرين (7/15)
Sen münzerlerdensin diye kavl etti.
Yani, şeytanın ceza erteleme talebini Allah kabul etti, onun da cezasını âhirete erteledi. Burada “min” kelimesi kullanılmaktadır. Çünkü cezası ertelenen yalnız şeytan değildir. İnsanın da cezası ertelenmiştir. İşte burada genel kural ortaya çıkmaktadır. Kişiler suç işleyebilecekler. Cezalandırılacaklardır. Günü gelince cezalar infaz edilecektir.
Bu dünyada kendi irademizle hareket edeceğiz. Suçlarımızın cezasını burada değil âhirette vereceğiz. İşte orada terazimiz kurulacak, sevap ve günahlarımız tartılacaktır. Biz insanlar da birbirimize secde etmeyeceğiz. Allah’a secde edeceğiz. Sonunda da hesabı ona vereceğiz.
Böylece insanın yeryüzündeki durumu ve olayları ortaya koyan Kur’an, bize içtihat ve icma ile amel etmemiz gerektiğini ifade ediyor. Yani, kendi düzenimizi şeriata göre kurmamız gerekmektedir.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayan: REŞAT NURİ EROL
ADİL DÜZENDE GENEL HİZMETLER – XX
AMBAR HİZMETLERİ
İlk insan sabahleyin çoluk-çocuğu ile meyveliklere gidiyor ve orada karnını doyuruyordu. Bugün birçok hayvan böyle yapmaktadır. Oysa, arı, karınca, fare gibi hayvanlar kış hazırlıklarını yaparlar. Elde ettikleri maddeleri depolarlar. İşte daha ilk dönemlerde dahi insanlar kuru yemişleri depo etmeye başladılar. Etleri kurutmayı öğrendiler. Yoğurt yapmayı bildiler. En son tahılı ambarlarda depo ettiler. Böylece zamanla ambar hayatın en önemli unsuru oldu.
Pazar mübadelesi dönemine gelince, üretilen mallar pazara getirildi ve değiştirildi. Burada ambalaj sorunu ortaya çıktı. Sandık ve çuval bu dönemlerde icat edildi. Bazan pazara götürülen mal satılmadı. Geri götürmek de zor oldu. Pazar yerinde emanetçiler türedi. Böylece aracı ticaret başladı. Kervanlar ve kervansaraylarla insanlık birbirine ulaştı. Dünya tek pazar olmaya başladı.
Kapitalizmde ham madde köylerden alınıyor, kasabalara getiriliyor. Oralarda ambalajlanan mallar bölgelerde toplanıyor. Avrupa’ya gönderiliyor. Avrupa’da toptan satan mağazalar vardı. Perakende satan mağazalar vardı. Fabrikalar onlardan satın alıyor ve imal ediyor, gerisin geriye dönüyor ve aynı yolu takip ederek halka ulaşıyor. Bugün de yaklaşık olarak bu uzun yol takip ediliyor. Yani, üreticiden tüketiciye mal giderken on-onbeş defa indiriliyor ve bindiriliyor. Her birindeki indirme-bindirme ve taşıma masrafları hep maliyete yüklenmiş olduğu gibi, her seferinde yapılacak kontrol de ayrıca işin içinden çıkılmaz hal almaktadır.
Bu uzun yol Avrupa sermayesinin tekelinden oluşmaktadır. Sizin komşunun ürettiğini siz satın alamazsınız. On-onbeş kademelik yolu kat edecek ki size gelebilsin. Siz de 1’e satıyorsunuz, 5’e alıyorsunuz. Ortadaki para elinize gelmediği için alamıyorsunuz. Stoklar oluşuyor. Fiyatlar düşüyor, üretim de azalıyor. İşte bunun sonucu olarak 20. yüzyıl bir krizler asrı olmuştur. Bu yüzyılda insanlığın hiçbir zaman yüzü gülmedi. Cihan savaşları, diktatörlükler; bunlar yetmemiş gibi ekonomik krizler dünyayı kasıp kavurdu. Bunların çoğunu sömürücü sermaye tezgahladı.
Kapitalistler bin yıldan fazla insanlığı din savaşları ile meşgul ettiler. Müslümanlarla Hıristiyanları savaştırdılar ve kendi sömürülerini sürdürdüler. Oysa Hıristiyanlıkla Müslümanlık arasında bir mezhep farkı kadar fark vardır. Hazreti İsa Hazreti Muhammed’in gelmesinden bahsetmiş, Hazreti Muhammed de onlara yakınlık gösterilmesini emretmiştir. Ama Yahudi fitnesi bu iki cemaatı bin yıldan fazla boğuşturmuştur. 20. yüzyıla girerken dinî savaşların etkisiz hâle geldiğini görmüş, bunun yerine sosyalizm diye yeni bir düşman icat etmiştir. 20. Yüzyılda insanlık böyle oyalandı. 20. yüzyılın sonunda bu suni düşman da buz gibi eriyip gitti. Dinler de birbirine düşmanlığı bırakıp işbirliğine girdiler. Şimdi sömürücü sermaye batı ile baş edecek yeni hasmını aramaktadır.
Sosyalizm aslında kapitalizmden daha ileri bir düzendir. Sosyalizmin ekonomide üstünlüğü, kapitalizmde olmayan kamu ambarlarının mevcut olmasıdır. Üreticilerin malları kamu ambarlarına giriyor, oradan tüketicilere doğrudan gönderiliyor. 10-15 defa indir-bindire gerek kalmıyordu. Bu sebepledir ki, ekonomik evrimde sosyalizm bir adım daha ileridedir. Sosyalizm insanlığı birkaç asır idare edebildi. Ancak sosyalizmi ortaya koyanlar, sosyalizmin gelmesini istedikleri için değil, sosyalizmi önlemek için devreye girdiler. Kapitalizmden daha kötü düzeni alternatif olarak ortaya koymak, böylece kapitalizmi koruyabilmek gayesini güttüler. Bunun için sosyalistleri dört cihetle şaşırttılar. Onlara kötülük yaptırdılar. Böylece onun gelişmesini önlediler. Bugün de Türkiye’ye başka çeşit kötülükler yaptırmaktadırlar.
a) Birincisi, aile düşmanlığı yaptılar. Evliliği zorlaştırdılar, fuhşu teşvik ettiler. Bugün de Türkiye’de aynı oyun oynanıyor.
b) İkincisi, dine cephe aldılar. Ateizmi öne sürdüler. Böylece ilme aykırı olan gerçekleri halk kabul etmeyince zulmü had safhaya çıkardılar. Türkiye’deki irtica teraneleri, modası geçmiş süfli taktiklerdir.
c) Üçüncüsü, devlet düşmanlığını yaptırdılar. Merkezi baskı rejimleri ile halkı devletlerine düşman ettiler. Halk devlet için çalışmayı Allah için çalışma kabul etmişken, şimdi devleti yıkmak için çalışmayı ibadet saymaya başlamıştır. Türkiye’deki baskı ve suni açlık rejimi bunun için uygulatılıyor.
d) Nihayet dördüncü olarak mülkiyete cephe aldılar. İnsanların emeklerini gasbettiler. Türkiye’de bu rüşvet ve ağır vergilerle yapılmaktadır.
Görülüyor ki, sosyalizm kapitalizmden çok ileri bir düzen iken, bu tür pisliklerle en kötü düzen hâline getirilmiştir. Sosyalizm ile Adil Düzen arasındaki fark, yukarıda sayılan aile, din, devlet ve mülkiyet düşmanlığın kaldırıp yerine aile, din, devlet ve mülkiyet sevgisini koyar, bunlara hizmeti ibadet yaparsanız bu Adil Düzen olur. Demek ki, İslâmiyet tekelleşmeden önceki kapitalizmin yapısını taşır. Hedefi ise devlet tekelinden kurtarılmış bir sosyalime doğru ilerlemeyi sağlamaktır. Yani, tekellere karşı adil bir düzeni getirmek ister.
KAMU AMBARLARI TEKELİ ÖNLER
Bugün işler daha da karışmıştır. Eskiden bir ham madde alınır, fabrikaya gelir, mamul maddeye dönüşür, sonra halka gidip satılırdı. Halbuki bugün artık mallar bir tek yerde imal edilmemektedir. Parçalar alınıp işlenmekte, başkasına yarı mamul olarak satılmakta, onlar da işleyerek ambara vermektedirler. Gittikçe ekonomi yaygın hâle geliyor, tek yerde işleyeceğine değişik yerlerde işlem yapılmaktadır.
Malların üretilmesi kadar onun saklanması önem arz eder. Çünkü belli teknoloji şartları içinde saklanmayan mallar çürümekte veya paslanmaktadır. Hayvan veya insanlar ona musallat olup onu tahrip edebilmektedir. Bu sebeple ambarların belli şartlara sahip bir tarzda inşa edilmesi ve muhafaza teknolojisini bilenler tarafından muhafaza edilmesi gerekir.
Bu işleri küçük ve orta müteşebbisler yapamadıkları için mallarını götürüp tekellere satmak zorunda kalmaktadırlar. Tekeller de bunu bire alıp beşe satmaktadırlar. Böylece üretici ile tüketici arasında fahiş fiyat farkları doğmaktadır. Yani, halk bire üretiyor, beşe satın alıyor. Beş elmadan bir elmayı alıp yiyebiliyor. Bu mağazalarda stokları çoğaltıyor ve stoklar sebebiyle fabrikalar duruyor, fabrikalar durunca üretim olmuyor. İşçi iş bulamıyor. Halkın eline o beşte bir de geçmiyor, stoklar erimiyor. Bu krizler 20. yüzyılda dünyayı birkaç defa vurmuştur. Buna çare sosyalizm olmuştur. Sosyalizm sayesinde dünya krizlerini iyi-kötü atlatabilmiştir. Türkiye de devletçilik sayesinde hayatını sürdürebilmektedir. Ne var ki, sosyalizm de bu sefer sosyal sorunları üretmektedir.
İnsanlık öyle acayip duruma gelmiştir ki, kapitalizm herkese aş ve herekse iş sorununu çözmediği için sosyalizmi doğurmakta, sosyalizm de insanlara adalet ve huzur vermemektedir. Bunu kendileri de bildikleri için; “Ne yapalım, bundan daha iyisi yoktur!” deyip işin içinden çıkmaktadırlar. Daha iyisi var, daha iyisi var ve hem de en iyisi var. O da Kur’an’ın getirdiği ilmî nizamdır. İrticai faaliyet deyip gerçek altını piyasaya çıkartmıyor, sonra da; “Ne yapalım, bunlar sahte ama gerçeği yoktur!” diyorlar. Bunlarla halkı ve Allah’ı kandıracaklarını sanıyorlar. Zavallılar, kendilerini kandırıyorlar.
O halde, gerek sektör tekeli gerekse devlet tekeli nasıl yenilecektir? İşte çok basit ve kolay yol. Genel Hizmetler çıkış yolu olacaktır. Genel Hizmetler vakıf kuruluşlar şeklinde olacaktır. Genel Hizmetler işletmelere ürettikleri nisbetinden bir pay verilerek finanse edilecektir. Yani, muhasibe ücret verilmeyecek, bedava da yapılmayacak. cirodan bir pay verilecektir. Bu da tekeli önleyecektir. Çünkü üretimin fazlalığı ile maliyetler artmayacaktır. Ortak işletmelerde büyük işletmeler küçük işletmeleri sübvanse etmiş olacaklardır. Bu büyük işletmelerin maliyetlerini artırmak ve onları zarara sokmak şekliyle değil, ortak işletme bölünmüş olacak, bu da maliyetleri düşürecek, bundan küçük işletmeler de yararlanacaktır. Yanı çıkar paralelliği içinde birlikten doğan bir sübvansedir.
Büyük firmalar birleşiyor ve ortak yol yapıyorlar. Bunlar bu birlikten yaralanıyorlar. Küçük firmalar da bu yoldan yararlanıyorlar. Onların da katkıları vardır. Ama onlar az iş yapıyorlar, az katkıda bulunuyorlar. Diğerleri çok iş yapıyorlar, çok katkıda bulunuyorlar. Tek fark budur. Eğer bu ortaklık kurulmasaydı küçük ve orta teşebbüsler hiç iş yapmayacak, silineceklerdi. Büyük teşebbüsler ayrı ayrı yol yapıp yaşayabilirlerdi.
Halk mallarını ürettiğinde kontrole götürüyor, sağlam olduğunu bildirdikten sonra ambara teslim ediyor. Karşılığında bir belge alıyor ve bu belgeyi cebine koyuyor. İşte bu belge onun için bir mal hâline geliyor. Bu malı kolayca saklayabiliyor ve taşıyabiliyor. Malı saklama ve koruma, taşıma külfetinden kurutuluyor. Tüccar da ticaretini artık mal üzerinde yapmıyor, kâğıt üzerinde yapıyor. Kâğıdı alıp satıyor. Böylece serbest rekabet gelişiyor. Çünkü herkes ticaret yapma imkanını buluyor. Daha önce ambarı olan, mağazası olan ticaret yapabiliyordu. Şimdi ise sermayesi olan herkes ticaret yapabiliyor.
Bir taraftan malların taşınması ve saklanması külfeti asgariye indirildiği için üretici ile tüketici arasındaki fiyat farkı çok azalıyor. Maliyet azalıyor. Sadece hizmet karşılığı bir masraf ile karşılanıyor. O da tüketici olduğu için piyasadan para çekilmiyor. Halk bire satıyorsa yine bire alıyor. Çünkü satılan malın karşılığı yine halka eksiksiz dönüyor. Diğer taraftan serbest rekabet sayesinde kâr marjları asgariye iniyor. Kâr sadece zararları karşılıyor. Ondan daha fazla kâr edilmiyor. Çünkü serbest rekabet vardır. Orada da elde edilen kâr rizikoyu karşılıyor, bir de ticaret yapan da emek verdiği için ücretini alıyor. Şayet Marx sağ olsaydı ve ona Adil Düzeni anlatsaydık, o sıralama kitabının sonunda gerçekleri itiraf eder, müslüman olurdu. Çünkü istediği ütopik âlemi reel dünyada bulma imkânını bulacaktı. Nitekim bir solcu olan Hasan Ali Yücel sonunda itiraf etmiş ve “Allah Bir” diye bir kitap yazmıştı. “Bıktım kula kul olmaktan, usandım.” demişti.
GELECEĞİN EKONOMİSİ
Sanayi dönemine geçildiğinde insanlık ekonomi bakımından bir merkezden besleniyordu. Tüm dünyadan ham madde toplanıyor, Avrupa’ya götürülüyor , Avrupa’da fabrikada işleniyor, sonra da tüm dünyaya satılıyordu. Yahudi sermayesi ile kurulan bu düzen mason kuruluşları ile dünya tek pazar hâline gelmiştir. Sanayi dönemine geçiş böyle sağlanmış, sanayi devrimi böylece gerçekleşmiştir. Ne var ki, her gelişme kendi ecelini de kendisi hazırlar. Bu merkezi üretim kendi kendisini çökertmiştir. Bir taraftan tekele giderek sağlıklı işletme sağlanmıştır. Gerçi, tekeller suni rekabet üretmekte, ona göre ömürlerini uzatmakta iseler de, yalancının mumu yatsıya kadar sürmekte olduğu için bugün bu mumlar da yavaş yavaş sönmektedir. Artık böyle merkezi üretim sözkonusu olmayacaktır.
Bunun sebebi, bu üretim tarzı ancak gelişmiş ülkelerin olmaması ile mümkündür. Yani, bir taraftan dünya tarım ile geçimini temin edecek, sadece bazı mallarını alacaktır. Diğer taraftan Avrupa’da yeteri kadar emek bulunacaktır. Oysa durum böyle olmamıştır. Avrupa’nın nüfusu yeter derecede artmadığı için işçilik yetmez olmuş, dünyadan işçi ithal edilmiştir. Diğer taraftan tüm dünya tarım döneminden sanayi dönemine geçtiği için tüm dünya Avrupalılaşmıştır. Dolayısıyla, eskiden kurulmuş Yahudi sermayesine dayanan sermaye ekonomisinin ömrü sona ermektedir.
Ayrıca hammaddenin alınıp taşınması maliyetleri çoğaltmaktadır. Serbest rekabetini ortadan kaldırmaktadır. Çünkü ham madde nakli en zor bir girdidir. Oysa ham madde yerinde mamul hâle getirilirse, mamul hâle getirilirken de en kısa yol izlenirse, maliyetler çok düşecektir. Gelişen insanlık, artan nüfus maliyetleri düşürmek zorundadır. Yoksa konfor artmakta, yüksek maliyetli eşya halkın verimsiz emeği ile karşılanamadığı için ürünler pazar bulamamaktadır. Bunun yerine zamanla hep konfor artacak ama buna karşılık gelişen ekonomik ve teknik imkanlarla mâliyet düşecektir. Zaten evrim budur.
O halde şu kuralı asla unutmamalıyız. Nerede ucuzluk varsa ekonomi ister istemez oraya doğru kayacaktır. Farz edelim ki tekel çok kötü bir müessesedir. Ama üretimdeki maliyetleri çok ucuzdur. Biz istesek de istemesek de ekonomi oraya kayar. Nitekim sanayi devrimi olmadan önce merkezi üretim ekonomikti. Çünkü imkânlar ona müsaitti. Dolayısıyla beşyüz yıllık geçmiş insanlığı ekonomide tekele götürmüştür. Önce sektör tekeline, sonra da devlet tekeline götürmüştür. Oysa bugün tekel maliyetleri çoğaltmaktadır. Taşıma yükü dışında fahiş kârlar üretimi düşürmekte, dolayısıyla ucuzluğa mâni olmaktadır. O halde artık kapitalizm ve sosyalizm ortadan kalkacak, Adil Düzen ortaya çıkacaktır.
Peki, Adil Düzen ekonomide nedir? Artık ham madde işyerlerine taşınmayacak, işyerleri ham maddenin yanına gelecektir. Nerede ham madde varsa sanayi orada oluşacaktır. Diyelim ki, Bor madenleri Türkiye’de mi? O halde bora dayalı sanayi de Türkiye’de kurulacaktır. Diyelim ki, petrol kaynağı Azerbaycan’da mi? Petrol sanayii orada kurulacaktır. Buğday Konya’da mı yetişiyor? Un sanayii de orada olacaktır. Bu yeryüzünü yeniden nüfuslandıracaktır. Siyaset başka şekle dönüşecektir. Toprak savaşları yerine kaynak savaşlarına doğru gidilecektir. Adil Düzende ona da gerek kalmayacaktır. Bunun için neler yapılacak?
a) Her türlü mal harekâtı serbest olacaktır. Gümrükler kalkacaktır. Gerek devletler, gerekse il geçitlerinde sadece “ben şunu götürüyorum” diye bilgi verilecektir. Kompitürdeki kayıt gösterilecektir. Ambarlarda mallar yüklendiği zaman belge tanzim edilecek, ambarlarda çıkış gösterilecek, ambarlara girerken belge tanzim edilecek, ambara giriş gösterilecektir. Bunun dışında herhangi bir denetim olmayacaktır. Devletler güvenlik sebebiyle bir kontrol yapmaya karar verebilirler. Ancak bu takdirde eğer yasak mal bulunmazsa kontrol eden boşaltma, yükleme, ambalajı açma gibi tüm kontrol masraflarını devlet karşılar, ayrıca araba bekletildiği için de o günlerin zararlarını veya kirasını öder. Bunun miktarını hakemler belirler. Vergi azami olarak uluslararası standartlar içinde alınır. Bunlar ambar giriş ve çıkış belgelerine dayanır. Gelip geçerken asla engelle karşılaşılmaz. Yol ücretleri de alınmaz. Yani paralı yol yasaktır. Yolların payları da yine ambar giriş ve çıkışlarından alınır.
b) Her türlü geçişler serbesttir. Kimseden vize veya pasaport istenmez. Herkesin kendini tanıtıcı bir kartı vardır. Parmak izi ile belirlenmiştir. Herkesin bucağında bir kodu vardır. Bucağın kodu ile kendi kodunu kart makinesinden geçirince her yere gidebilir. Devletler güvenlik için bazı kimselerin giriş ve çıkışlarını yasaklayabilirler. Bu giriş çıkışlarda değil, giriş ve çıkış kayıtları bulundukları yerde yakalanmak suretiyle gerçekleşir. Kendisine terk etmesi istenir. Terk etmezse o zaman cebri yakalama uygulanabilir. Dâvetlere icap eden kimse hürdür, kimse ona dokunamaz. Yeryüzü insanlığındır, herkes her yere gidebilir. Sadece işgalle bölüşme ilkesi ve mülkiyet hakları ihlâl edilmemelidir.
c) Bilgi insanlığındır. Proje veya teklif hakları yoktur. Araştırma vakıflarınca alınan tüm telifler insanlığa sunulmuştur. Aynı standartlar içinde herkes üretebilir. Üreticilerin ve kontrollerin kodları mallar üzerinde yazılıdır. Burada sahtekârlık yapmak elbette suçtur. Ama bu hususta mağdur olanlar tazminat dâvası açabilirler. Son karar hakemlerindir.
d) Kredi ve sermaye harekâtı da tamamen serbesttir. Bir ülkede işveren kredisine sahip olan herkes o kredisini istediği yerde kullanabilir. Bir ülkede çalışma kredisine sahip olan kimse o kredisini istediği ülkede kullanabilir. Uluslararası dayanışma aracılığıyla buralardaki itfalar yapılır. Bucak, il, devlet ve insanlık vergilerini alırlar. Ancak bu vergiler ambarlara giren mal üzerindeki payları şeklinde belirlenir. Bunun dışında nakit veya ayın olarak vergi sözkonusu değildir. Devlet kendi paylarının kuponlarını satarak nakde çevirir.
İşte gelecek dünyanın ekonomisi yerinde üretim ve serbest dolaşım ilkesine dayanır. Emek, bilgi, sermaye hammaddenin bulunduğu yere gider. Orada üretim yapar. Karşılığında pay belgesini alır. Onu borsada satar. Onu istediği yerde kullanır. Başka yerde çalışıp başka yerde yaşayabilir. Bu haklar kadınlar için de varit olmakla beraber, daha çok erkekler gurbette çalışırlar. Ailelerini beslerler.
AMBARLARIN TESİSİ
Ambarlar yolların birer uzantısıdır. Nasıl yollar planlamada yerlerini alırlarsa, bunun gibi ambarlar da semt, ilçe, bölge ve kıta planlamalarında yer alırlar. Bucak, il, ülke ve insanlık merkez şûralarında onaylanırlar. Projeleri ilmî planlama hizmetleri tarafından hazırlanır. Meslekî ve siyasî şûraların onayına sunulur. Devlet başkanının kabulü ile yürürlüğe girer. Diğer şûra üyelerinin hakemlere gitme hakları olacaktır.
O zamana kadar bilinen mallarla ilgili ambarlar planlamada gösterilir. Projede o ambarlar yer alır. Ayrıca yeni çıkacak mallar için serbest ambar yerleri bırakılır, yeni gelişmelerle o ambarlar tesis edilir. Bu hususta bilgi araştırma hizmetlerince toplanır. Yarışma usûlü ile ön projeler hazırlanır, ihaleler yapılarak planlama sonuçlandırılır. Bu projeler bucak, il, ülke ve insanlık seviyesinde onaylanır. Semt, ilçe, bölge ve kıta merkezlerindeki planlama hizmetlerince hazırlanır.
Ambarların inşası ise müteahhitlerce yapılır. Müteahhit resmi ücretle işçi bulursa istediği projeyi seçer ve o yapıyı inşa eder. Eğer biz öncelik istiyorsak müteahhit payını düşürür veya yükseltiriz. Müteahhit payını %5 yaparız. Ama öncelik vereceğimiz yerlerde daha yüksek yüzde veririz.
Müteahhit işe başladığı zaman hisse senetlerini çıkararak satmaya başlar. Hisse senetlerini bitirmeden satarsa hem kredisini çözmüş olur, hem de kredisini artırmış olur. Yapıyı zamanında bitiremezse yahut hisse senetleri satılmazsa, kredisini kapalı tutar, ayrıca kredi limiti de düşürülür. Böylece müteahhit yapacağı yapıyı seçerken ona göre yapı seçer. Bir müteahhit kredisini parçalayıp toplamı aynı kalmak şartıyla birden fazla işe birden başlayabildiği gibi, müteahhitler birleşerek ortak kapasiteleri ile büyük iş de alabilirler.
Ambar bittikten sonra işletmeye cirodan kiralanır. Elde edilen hâsıla satılmış pay senetlerine bölünür. Payın toprak senedi cinsinden değeri yükseltilir. Bu pay değerlendirilmesi her yıl yeniden yapılır. Bakım veya tamir için, yahut hasar için harcama yapılırsa payın değeri düşürülür. Çıkacak kimseye devlet pay bedelini öder ve çıkarır. Devlet kira payına katılmaz. Kira sadece kalanlara verilmiş olur. Tüm ortaklar paylarını iade ederlerse tesis devlete kalır. Yeni projeye konu olur. Toprak bedeli ile onu faaliyete geçeceklere verir.
Burada dikkat edeceğimiz nokta, ambarların gelişigüzel yerlerde gelişigüzel kimseler tarafından inşa edilemeyeceğidir. Ambarlar bucak topraklarında bucağın, il merkez bucakları topraklarında ilin, devlet merkez bucakları topraklarında ülkenin, insanlığın merkez bucakları topraklarında insanlığın planlamaları ve şûraları karara bağlar. Böylece planlamada tamamen devletçi olarak hareket edilir.
Projelere göre binaların inşası ise serbest müteahhitlerince yapılır, yapılar devletin sermayesi ile yapılır. Halk hisse senetlerini alarak yararlanır. Kira payını alır. Taşınmazların sermayesini halkın hisse senetleri alır, satılmayanları devlet satın alır. Ama bunu karz-ı hasen olarak yapar ve bunun için herhangi pay almaz. Devlet işletmenin cirosundan kira payı gibi bir pay alır.
Bu şekilde inşa edilmiş ambarlar vakıf yapılardır. Ama halk isterse bunlara hisse senetleri ile katılır. Devlet ambarlardaki kira paylarını düşürerek tüm senetlerini kendisi alır ve istediği malları sübvanse etmiş olur. Yani, o mallara ambar masrafları binmez. Mesela, buğdayı böyle sübvanse edebilir. Bu sübvansenin hangi mallara yapılması gerektiğine dayanışma sorumluları karar verirler. Bütçeden ayrılacak miktarlarla ambarların senetleri satın alınır. Adil Düzende mikroda serbestlik, makroda planlama vardır. Üretimde serbestlik, yatırımda planlama vardır. Bunun anlamı, serbest rekabet olacak ama denge korunacak. Tekel olmayacak, devlet tekeli oluşturmayacaktır. Tekel olsa bile, tekele göre hareket etmeyecek.
GEÇİŞ DÖNEMİ
Bugün kapitalist düzende herkesin kendi ambarı vardır. Bu kadar yatırım yapılmış ambarlar oluşmuş, nasıl yapacağız da bu ambarlardan vakıf ambarlara geçilecektir. İnkılâpların zorluğu geçişlerdedir. Eskilere göre oluşmuş bir düzen yeniliğe nasıl intibak edecektir? Hayat birden allak bullak olur. Altından kalkılamayacak krizler oluşabilir. Bu sebepledir ki Adil Düzen demek, sadece normal düzenin nasıl çalıştığını göstermek değil, eski düzenden yeni düzene bir yıkım olmadan nasıl geçileceğini de ilme göre düzenleyen bir mekanizmadır. Sosyalistler eskisini yıkmadan yenisinin gelmeyeceğini ileri sürerler. Onlara göre eskisi yıkılırsa yenisi kendiliğinden gelir. Halbuki bir binayı yıkmakla yeni bina kurulmaz. Siz yeni bina yaparsanız halk oraya taşınır, boşalan bina kendiliğinden zamanla yıkılır. Adil Düzenin sosyalizmden farkı, Adil Düzende yenilikleri yapacaksınız, eskiler kendiliğinden yıkılır. Sosyalistlere göre, yıkarsanız, kendiliğinden yenisi gelir. Kur’an; “Hak geldi, bâtıl gitti.” diyor. Bâtıl gitti, Hak geldi, demiyor.
Ambarlarda da geçiş ilmî olmalıdır. Yıkıcı olmamalıdır. Normal çalışan işletmelerden bir şey istememeliyiz, onlar çalışsınlar. Üretim yapsınlar ve pazarlasınlar. Biz normal çalışıp üretim yapamayan küçük ve orta işletmelere dönelim. Onlara diyelim ki; siz ambarlarınızın anahtarlarını Genel Hizmet görevlilerine veriniz. Yani, her ambardan bir kişi sorumlu olsun. Bu kişi yine sizin işçilerinizden olsun. Hatta onlar başka işler de yapıp sizden mal alsın. Sadece bir ambarın anahtarı onlardan birerlerinde kalsın. Bu ambara mal girsin. Sayılsın ve kapı örtülsün. Ambar stoku kağıda geçsin, belge olsun. Devlet bu malın burada olduğuna dair teminat versin. Yani, mal orada vardır, bozulmadan stok hâlinde duruyor.
Her malın resmi fiyatı olsun. Bu fiyat böyle ambarlarda stok hâlinde duran mallara göre olsun. Yani, stok mallar artarsa resmi fiyatı düşsün, azalırsa resmi fiyatı yükselsin. Devlet bu malları satın almasın ve satmasın. Çünkü o zaman serbest rekabet ve riziko ortadan kalkar. İşte, sosyalistlerle Adil Düzenciler arasında bu arada fark vardır. Sosyalist olan Halk Partisi diyor ki; bir firma kontrolü yaptırdıktan sonra ambara bir mal konursa onun stoka göre değerini devlet nakden ödesin ve satın alsın. İşte bu ileri sosyalizmdir. Oysa Sovyet sosyalizminde bu stoka giren malın fiyatını maliyet esasına göre hesaplıyorlardı. Tabii bu sosyalizmi batırmıştır. Adil Düzemde ise devlet ticaretle uğraşamaz. Satın alamaz, ama ambardaki malı rehn ederek ona kredi tanır. O istediği zaman istediği fiyatla satar ve kredisini kapatır.
Gerçi resmi fiyatlar stoklara göre hesaplandığında o halde fiyatlar bellidir. Devlet bu miktarı ödese daha iyi değil midir, denebilir. Stoklar bugünkü fiyatını belirler, ama geleceğin fiyatını belirlemez. Onun için biz stoklara göre resmi fiyatı belirliyoruz. Ama biz almıyor ve satmıyoruz. Alıp-satan yine halktır. Devlet ekonomik işlerde termometre gibidir. Sıcaklığı gösterir, sıcaklığı üretmez.
Böylece mevcut ambarlardan yine yararlanmış oluruz. Malların harekâtında büyük değişiklik olmaz. Sadece kanun bilgisi ve teminatı içinde olur. Bunun için ambarcı evini ipotek eder, ambarın anahtarını da biz ona veririz. Giren ve çıkan mallar o işçinin defterinde mevcuttur. Onun teminatındadır. Dolayısıyla devlet veya bankalar kredi verirken onu ipotek etmiş olurlar. Bu da üretime devam demektir. Ne kadar mallar çoğalırsa çoğalsın enflasyona sebep olmaz, çünkü karşılığında arz edilmiş mal vardır.
Zamanla ambarlara küçük ve orta esnafın ürettiği mallar da alınmaya başlar. Ambar sahiplerine buradan kira gelmeye başlar. Bundan hoşlanan fabrika sahipleri buna mallarını yatırmış olurlar. İşte böylece kamu ambarlarına doğru adımlarımızı atmış oluruz. Bu ambarlar şimdilik kamu ambarlarına dönüşmüş olur. Fabrika sahibi bunlardan kira payını alır. Bunun en önemli özelliği, hiçbir kriz doğmaz. Mallar satılmazsa bile üretim devam eder. Mallar ucuzlar. Yeter derecede üretim olmuşsa, yani resmi fiyatlar daha aşağı inmişse halk üretimi bırakacak, inşaata gidecektir. İnşaatta da resmi ücretler ödeneceği için işsizlik olmayacaktır. İmarda doyma olmaz. Çünkü insanlar devamlı olarak evrimin arkasına giderler.
Varsayalım ki, belli malların ambarları yeter derecede gelir getiriyor. Mevcut ambarlar başka işlerde kullanılmaya başlanır, yeni ambarlara geçilir. Onlar planlamada gösterilen yerdedir. Yol ve bantlar ona göre ayarlanmıştır. Üretici artık malını takip etmez. O elindeki senedi bilir, onu satar. Müşteri senedi ambara getirir ve malı alıp götürür. Ambarlar böylece ileri düzeyde Adil Düzende oluşmuş olur. Biz bunları söylerken, size olacakları haber vermiş oluyoruz. Biz bunları benimsesek de benimsemesek de bu böyle olacaktır. Bizim arzumuz, bu değişmeye herkesten önce ayak uydurup ileri bir devlet olma isteğimizdir.
Bugün bu sistem uygulansa üç ay içinde enflasyon sıfıra iner, herkes işini de bulmuş olur. Üretim arttıkça fiyatlar düşer, ihracata imkan verir. Böylece borcumuzu da öderiz. Bütçe açığımız da kalmaz. Borçla borç ödemek, yarayı kaşıyıp azdırmaktan başka bir şey değildir.
AMBARLARIN İŞLETİLMESİ
Evrim birbirine benzeyen ama aralarında işbölümü olmayan varlıklardan birbirine benzemeyen ama aralarında işbölümü bulunan varlıklara doğru gitmektir. İşbölümü insanlarda ehliyetle sağlanmaktadır. Görünürde birbirine benzeyen insanlar elde ettikleri maharetle birbirinden farklı oluyorlar. Bir doktor bir motoru tamir edemez, bir mühendis de bir hastayı ameliyat edemez. Oysa konuştuğunuz zaman bunların ne yapacaklarını bilmeniz mümkün değildir. Bunların görünüşleri aynı ama bilgileri ve kabiliyetleri farklıdır. Bu bilgi ve kabiliyete ehliyet diyoruz. Farklı ehliyet ve farklı iş sonucu işbölümü doğacaktır. Bu da insanlar için evrim olacaktır.
Eskiden ambarcılık sadece işçilik olarak kabul edilirdi. Bugün ise ambarcılık ihtisas isteyen bir iş hâline gelmiştir. Önce malların özelliklerine göre muhafazası sözkonusudur. Sıcak yerde saklanacak olanı soğuk yerde veya soğuk yerde saklanacak sıcak yerde saklanacaksa o mallar bozulur. Açık havada demir paslanır. Güneşte naylon vasfını kaybeder. Görülüyor ki, her maddenin bir muhafaza tekniği vardır. Onu öğrenip bilmek gerekir.
Sonra malların tanınması gerekir. Altını tanımayan kimse kuyumculuk yapamayacağı gibi ipeği tanımayan kimse de bezzazlık yapamaz. O kadar çok mallar vardır ki, bu malların bir insan tarafından tanınması imkânsızdır. O halde yapılacak iş, belli malları tanıyan kimsenin belli malların saklandığı ambarlara ambarcı yapmaktır. Böylece yine evrim ve işbölümü gerçekleşir.
Gerçi artık gelişmiş malların üzerinde etiket yapıştırılacak ve etiketteki bilgilere göre mallar tanınacaktır. Ancak yine de o etiketlerin ve damgaların okunması, doğruluğun tesbiti gerekmektedir. Bu itibarla artık gelişigüzel kimseler ambarcılık yapamaz. O halde ambarcılık özel ehliyete dayandığı gibi güvene de dayanmaktadır. Bu itibarla ambarcılık bir kamu hizmeti mahiyetindedir.
Bir malı muhafazaya ehil olduğuna ambarın büyüklüğüne göre ilçedeki ambar hizmetlisi karar verir. İlçedeki ambar hizmetlisi talip olanları imtihan ederek bu işi yapacağına dair ehliyet verir. Bu aynı zamanda teminatlı ehliyettir. Ehliyeti verirken ona göre verir ki o işin ehli olsun. Yoksa onun akilesi tazmin eder. Vermezse, genel hizmetten pay alamaz. Böylece denge kurulmuş olur.
Ambarlara atamalar, kamu hizmetleri olduğu için şûralar tarafından yapılır. Ambar serbest değildir. Ambarcılık bir hizmettir. Onun için ilçelerde ambar hizmetleri ambar görevlileri tarafından yapılır. Onlar işyerlerinde temsilciler bulundururlar. O temsilciler o işletmelerde ambarcılık hizmetini görürler. Genel olarak orada çalışan işçilerden seçilir ve ona buradan ek ücret gelir. İşletme planı yapılırken hangi ambarlara kimlerin bakabileceğini, görevlerinin ne olduğu, haklarının ne olacağı da belirtilmiştir.
Üreticiler mallarını ambara teslim ettiklerinde kendileri bir makbuz alırlar. Yüz parça teslim edildiğinde kendilerine mesela 60 parçanın makbuzu verilir. Bunlar bunu bankaya götürüp verirler ve kredilerini kapatırlar. Arada kalan 40 parça ise tüm müstahaklara bölüştürülür. Burada ambarcının da payı verilir. Görülüyor ki, tüm vergi ve kiralar diğer ortak harcamalar ambara teslim esansında alınmaktadır. Hem de mal olarak alınmaktadır. Bu maldan vergi alma ilkesidir ki tamamen adildir. Diğer ortaklara, mal sahiplerine ise mal değil onun karşılığında senet veya kupon verilmektedir. Halk bunu serbest piyasada satarak nakde çevirmektedir.
Demek oluyor ki, ambarların işletilmesi de hizmet ilkesine dayanmaktadır. Şimdi şu soru sorulabilir, ambarlar halka ne hizmet verecektir? İşte bu da mallara yed-i emin olmadır. Özel servetin bekçiliğini yapmadır. Bunun için kendilerinden ücret alınmaz, ama ortak hesapta toplananları kişi başına hizmetliler bölüşür. Ayrıca bu ambarlara mal muhafaza ettirmek de sözkonusudur.
Standart malların ambarlarda muhafazası kolay bir iştir. Buna karşılık alınan fark da bellidir. Ama standart olmayan mallar ambarlarda nasıl muhafaza edilecek ve pay nasıl verilecektir? Bu konuda ambara verilen mallar için ambar hizmetlilerine bir kontenjan tanınmıştır. Bu kontenjanı nasıl isterlerse öyle kullanırlar. Yani, kimin buna daha fazla ihtiyacı varsa ona kullanır. Bu husustaki takdir hizmetliye aittir.
Bu sayede ambarlarda yalnız standart mallar değil, standart olmayan mallar da muhafaza edilebilecektir. Görerek almak isteyen herkes ambardaki malı görüp pazarlık yapabilir. Gelecekte mallar konusunda daima standartlaşmaya gidilecektir. Gittikçe mal çeşitleri azalmaya başlayacak ve standart mallar sayı itibariyle çoğalacaktır. Bununla beraber evrim devam edecektir. Bunun için standart olmayan mallar ortaya çıkacaktır. Zamanla onlar da standartlaşacaklardır. Her zaman ambarlarda standart olmayan mallar bulunacaktır. Kişi evinde saklayamadığı eşyayı satıncaya kadar ortak ambara koyabilecektir. Ancak bunu ambar hizmetlisi sağlayacaktır.
KONSİNYE MARKETLER
Nüfusu 30 bin ile 100 bin olan yerlerde 10 civarında mağaza mevcut olacaktır. Bu mağazalar aynı zamanda bir ambar mahiyetindedir. Mağaza demek, teşhir edilen ambarlar demektir. Gelecekte insanlar mağazalardan malları alıp kendileri evlerine taşımayacaklardır. Mağazaları gezecek, değişik tür malları görecek, ne alacağına orada karar verecektir. Sonra bir liste yapıp bedelini ödeyecektir. Adresini verecek, mallar paketlenmiş olarak evlere teslim edilecektir. Tabii ki bu satın alma işi mağazaya gelmeden gerçekleşmiş olacaktır.
Bu mağazalardaki mallar standart olabildiği gibi standart olmayan mallar da olabilecektir. Standart olmayan malın üzerinde etiket bulunacak ve numarası olacaktır. Beğendiği malın numarasını listeye yazmakla standart olmayan malı da satın almış olacaklardır. Mağazalardaki bu mallar, oradaki satıcılara ait olmayacaktır. Oradaki tezgahtarlara ait olmayacaktır. Malı satmak isteyenlerin olacaktır. Sermayesi olan kimse bir malı pazarlayabilecektir.
Mallar mağazalarda belli bir yüzde ile satılacaktır. İstenir ki bu yüzdeler çok düşük olsun. Bu sayede üretici ile tüketici arasında az farkla iletilsin. Bir ilçede 10 mağaza vardır. Bu mağazalar malları standart yüzde ile satmaktadırlar. Aralarında rekabet vardır. Her mağaza farklı yüzde ile satış yapabilir. Değişik mallar değişik yüzdeler uygulayabilir. Ne var ki, mağazaların uyguladıkları yüzdeler belli olmalıdır. Ve herkese eşit şartlar altında uygulayacaklardır.
Malların satış fiyatlarını malı sattırmak isteyen koyar. Bunların kârları sınırlı değildir. İstediği fiyatı koyar ve sattırır. Kâr ve zarar ona aittir. Sadece satıştan alınacak yüzde belirlenmiştir. Fiyat yükselince yüzde aynı kalır ama miktar artmış olur. Düştükçe herkesin payı düşer. Satılmayan malların fiyatlarını sahipleri düşürebildikleri gibi satılan malların fiyatlarını da yükseltebilirler. Dışarıda fiyat artınca onlar da artırırlar, azalınca onlar da azaltırlar.
Mallar satılmazsa mallarını alıp götürürler. Mağazaya bir şey ödemezler. Satılan mallardan kesilen yüzde, orada çalışanlara, genel hizmete, mağaza kirasına bölüştürülür. Onların payları mukavelelerle belirlenir. Belirlenmemişse, işçilerle mağaza eşit alır. Genel Hizmete yarısı verilir. Mağazada satanlardan bir kısmı sattıklarından yüzde alırlar, bir kısmı ise tüm satışlardan pay alırlar. Mağaza sözleşmesinde bunlar belirtilir. Hedef herkesi çalıştırmak ve çalışmalarına göre payları bölüştürmek.
Ayrıca satılan mallar üzerinde %5 gibi bir sermaye payı konur. Bu pay ile bozulan veya çalınan mallar karşılanır. Artanla satılmayan malların fiyatları düşülerek ucuzlamaları temin edilir. Uzun zaman bekledikten sonra onların fiyatları düşeceğinden onlar da satılır. Bu sistem bilhassa mevsimlik mallara uygulanır. Mevsiminde fiyatlar yüksek tutulur. Günü gelince sahipleri tarafından fiyatlar düşürülür. Ama mevsiminde konan sermaye payı büyük tutularak günü gelince ucuz satılmaları da sağlanır. Yani, sermaye payı mallara kendi içlerinde uygulanır.
Eğer bir mal sübvanse edilecekse o mala bu sermaye payından fazla pay ayrılır ve o mal sübvanse edilir. Şayet bir mal çok rağbet görüyor ama bulunamıyorsa onun sermaye payı artırılır. Hâsılı, mağaza sahibi ile satıcı arasında devamlı bir pazarlık sözkonusudur. Mallar ona göre satılabilir. Anlaşmalar yapılır. Programa yüklenir, orada satışlar olur.
Malların evlere teslimi, bölgelerdeki toptancılardan alınıp ilçelere getirilmesi işi ise taşıma işi olup her gün servis yapılır. Birkaç mağazaya birden yapılır. Değişik ilçelere birden yapılır. Böylece taşıma maliyetleri düşürülmüş olur. Taşıma işleri de genel hizmetten olduğu için onların da tarifeli ve ihale usûlü yapılacağı aşikârdır. Kompitürde yapılan bu ihaleleri kim önce kapatırsa o iş ona kalır. Mesela, bir yıl öncesinde ihaleye çıkarılır. Haftalık mağaza hizmeti bir nakliyeciye verilir. Fiyatlar baştan çok ucuz tutulur. Gittikçe azaltılır. Bir hafta kala çok yükseltilir. Aynı nakliyeci alacaksa o da ihaleye bir fiyat bildirir. O fiyata geldiği zaman ihale gerçekleşmiş olur.
Mağazalardaki raflar ayrı ambar statüsündedir. Oraya hizmet verenler ambarcı durumundadır. Mağazadaki mallar mağaza senetleri ile satılır. Fiyatlar ona göre konmuştur. Karşılaştırmanın kolayca yapılabilmesi için Ag üzerinden tutarları belirtilir. Her ilçede ona yakın mağaza olacaktır. Bölgelerde ise bu mağazalar mal dağıtan değişik mallara göre toptancı mağazaları veya ambarları olacaktır. Üreticilerden başlayarak ve ambarlarına varıncaya kadar mallar depolanmış olacaktır. Mallar tanımlanacak ve numaralanacak. Ambar veya mağazalarda kodlanarak konacak, müşteriler oraya gelip görecekler. Satın alacaklar, sonra evlerine götürüp teslim edilecektir. Herkes üretici olacak, ürettiğini ambarlara teslim edecek, aldığı belgeyi piyasaya arz edecektir. Sonra o belgeyi nakitle istediğine satacaktır. Koruma külfetine girmeyecektir. Herkes ürettiği malların bir kağıt deposuna sahip olacaktır. Satamadım, üretemedim diye bir şey söz konusu olmayacaktır.
MALA-MAL MARKETLERİ
Konsinye mağazalarının yanında Mala-Mal Mağazaları da olacaktır. Bu Mala-Mal Marketleri de konsinye marketleri gibidir. Ne var ki, burada mallar satın alınır. Ancak karşılığında nakit verilmez işletme senedi verilir. İşletme senedi altın-gram üzerinde tanımlanmıştır. Ancak kendisine buna karşı altın-gram verilmez. Markete getirip bir mal satan karşılığında işletme senedini alır. Bu senetle o mağazadan başka mal alma hakkına sahip olur. Bu mal standart olabilir, olmayabilir de.
Mala-Mal Mağazalarının çalışma şeklinde konsinye mağazalardan fazla farkı yoktur. Sadece malı geri alıp götürme yoktur. Fiyat ise stokla değişir ve bir de sermaye payı ile zamanla değişir. Orada çalışanlar, tesis sahipleri, nakliyeciler, genel hizmet erbabı, devlet hep işletme senedini alarak paylarını alırlar. Yani, bu işletme senedi ile yalnız o mağazada mal satın alabilirler.
Bu mağazalarda altın, döviz ve nakit de alınıp satılır. Bunlardan fark da alınmaz, kaça satılıyorsa o değerle alınır. Bunların üzerinde çalışanlar sermaye payından paylarını alırlar. Ancak işletme senedi ile bunların değerleri kasa stokları ile belirlenir. Yani eğer nakit yatıran çoksa işletme senedinin değeri düşer, fazla ise işletme senedinin değeri yükselir. İşletme senedinin değer değişimi ile ülkenin veya insanlığın krize doğru gidip gitmediği de belirlenmiş olur.
Mağazalar zinciri oluşturulur, bu işletme senedi ile bütün mağazalardan alış-veriş yapılabilecektir. Böylece bir mağaza zincirinin işletme senedi o mağazaların parası hükmünde olacaktır. Yani, gelecekte paralar mal karşılığı basılacaktır. Bu mal karşılığı parayı basan da mağazalar zinciri olacaktır. Altın veya altın karşılığı devletçe çıkarılan paralar bu mağazalar işletme senetlerinin değerlendirilmesi için kullanılacaktır.
On kadar rakip mağazalar zincirinin işletme senetleri aynı zamanda o işletmelerin gücünü gösterecektir. Mağazalar otomatikman rekabet içine gireceklerdir. Halk ister konsinye ister Mala-Mal Mağazalarında alış-veriş yapsın. Eğer parayı önce yatırır, alışverişi sonra yaparsa, mağazaya sermaye koymuş olur, sermaye payından yararlanır. Bu da halkın sermayesini bu şekilde değerlendirmesine imkân vermiş olur. Halkı israfa değil tasarrufa teşvik eder. Ayrıca üretime zorlar. Bu da malların ucuzlamasını, daha çok tüketim olmasını sağlar. Oysa halk tüketime zorlarsa yatırım olmaz ve ileride üretimle beraber tüketim de düşer.
Mala-Mal Mağazalarında malları satın almak için tüccarlara işletme senetleri kredi olarak verilir. Bu işletme senetleri ile pazarlıkla tüccarlar mal satın alırlar. Bunların kârları ise bellidir. Satıştan alacakları paylar baştan belirlenmiştir. Bunlar cirodan kazanırlar. Cironun çok olması için alınan malların ucuz olması gerekir. Oysa satıcı için ise pahalı satılması iyidir. Pazarlıkla denge elde edilmiş olur. Buradaki ticaret de genel hizmet içinde yer alır. Çünkü kredi veriliyor, mal satın alınıyor. Belirlenmiş bir farkla satılıyor, hizmetten pay alınıyor.
Mağazalardaki bu tüccarları kimler belirleyecektir? Bir tüccara krediyi kim tanıyacaktır? Bu kredi dayanışma ortaklıklarınca tanınır. Bunlar aldıkları bu işletme kredileri ile istedikleri işletmelerin senetlerini alır ve onunla ticaret ederler. Burada malların satılmaması hâlinde tüccar rizikoyu taşımadığı için bu serbest ticaret sayılmaz. Buradaki malların satılmaması hâlinde sermaye payı bunu finanse etmiş olacaktır. Ne var ki, kredileri kapanmış olacaktır. Yani, zarar edilen malların zararları kadar kredileri düşecektir.
Demek ki, ambar hizmeti veren genel hizmetliler halktan sattıkları malları toplayıp ambarlara koymakla, bunları isteyenlere teslim etmekle yükümlüdürler. Ambar hizmeti sayesinde herkes üretici oluyor ve ambar hizmeti sayesinde herkes tüccar olabiliyor. Tüccarlara kredi verildiği gibi üreticilere de bu mala-mal mağazalarından kredi verilir. Bu mağazalardan ham madde satın alırlar, işlerler ve tekrar buraya satarlar. Bunu sağlayan da yine tüccar hizmetlisidir. Yani, krediyi o kullandırır, takip eder.
Her ilçede 10 kadar mağaza vardır. 10 kadar da tüccar vardır. Bunlar üretimi planlarlar. Yani, ham maddeleri alır, üreticilere verir. Onlardan aldıklarını da mala-mal ambarına teslim ederler. Halk ise artırdığı para ile malları satın alır konsinye olarak sattırır. Yahut mağazaların işletme senetlerini alır ve onun sermaye payından yararlanır. Halkın serbest ticareti önlenmiş değildir. İsterse kendisi dışarıdan para ile mal alır, mağazaya mala-mal karşılığı koyar. İsterse tersini yapar, mala-mal karşılığı mal alır, onu nakitle piyasaya satar. Bunların satış ve alış yerleri ise serbest pazarlar olacaktır. Orada nakitle alış-veriş olacaktır. Yahut evlere gider oralarda satış yapabilirler. Ayrıca nakitle satan mağazalar da bulunur. Bu hususta serbestliğe bir bağlayıcılık getirmeyecektir. Yani, Adil Düzen de serbest piyasa daima organize olmuş piyasaya rakip olacaktır. Genel Hizmet verilmediği için de o piyasa vergiden muaf olacaktır. Yani, halk kendi sermayesi ile bir iş yapıyorsa, 25 Genel Hizmetten yararlanmıyorsa ondan vergi de alınmayacaktır. “Adil Düzende vergi yoktur.” Derken, bu kastediliyor.
MALKARIN SİGORTALANMASI
Gelişmiş ekonominin en belirgin özelliği sigortadır. Çok değerli mal ve hizmetler kişilerin eline geçmekte, kendi kusurları olsun veya olmasın heder olduğu zaman büyük zararlar doğmaktadır. O hizmeti veren kimsenin onu tazmin etmesi imkânsız hâle gelmektedir. Bir şoför araba sürmektedir. On bin dolarlık kamyon vardır. İçinde belki yirmi bin dolarlık mal vardır. Kaza yaptığı zaman ölüme sebebiyet verirse tazminatı yüz bin dolarları bulur. Halbuki bir işçi günde on saat çalışsa bir dolar geliri olsa ayda 300 dolar, senede 3000 dolarlık iş yapar. 30 yıl çalışsa 100 000 dolar kazanır. O halde bunu tazmin etmesi mümkün değildir. Bunu kim tazmin edecektir?
Kişilerin kişilere iras ettiği zararları dayanışma ortaklığı tazmin ediyor. Kişinin mala karşı iras ettiği zararları dayanışma ortaklığınca tazmin ediliyor. Yalnız dayanışma ortaklığı kişinin kendi kusuru nisbetinde ve nihayet kendi bedeli kadar bir tazminatı yapıyor. Yani yüz bin doları tazmin ediyor. Oysa bazan bu çok yüksek bir ziyana sebep olabiliyor. İşte burada dayanışma ortaklığından alınan bir taksit sisteminin yanında mallar arasında dayanışma geliştirilmiştir. Böylece sigorta temin edilmiştir.
Bunu insanlar arasında dayanışmaya kıyas yaparak izah edelim. Dayanışma mağazaları vardır. Bu dayanışma mağazalarında bir olay oldu, mağazanın birinde bir hırsızlık oldu, mal çalındı. Yahut yangın oldu. O zaman ne yapılacaktır? Bu zarar mağazalar zincirindeki bütün mağazalara bölünecek ve sermaye payından ödenecektir. Yalnız bu sermaye payı zarar olmadığı zaman azaltılacak, zarar olduğu zaman çoğaltılacaktır. Yani, dikkatli çalışan mağazalar daha ucuz mal satabileceklerdir.
Buradaki dayanışma önce ilçedeki mağazanın kendisi içinde olacaktır. Zarar fazla ise il içindeki mağazalara teşmil edilecek, daha fazla ise ülke içindeki mağazalara teşmil edilecek, daha fazla ise insanlık içinde mağazalara teşmil edilecektir. Böylece kişilerin sigortalanması gibi malların da sigortalanma sistemi getirilmiş olacaktır.
Bu mal sigorta sistemi taşıma için de gerçekleşecektir. Taşınan mallar üzerinde bir kaza olursa bunu kim tazmin edecektir? Yani, burada şu soru ile karşılaşılır. Bir ambar başka bir ambara mal gönderiyor, bu mal kimin zimmetindedir? Gönderenin mi, yoksa talep edenin mi? Yani teslim yeri neresidir? Mağazadan çıkış yeri midir, yoksa mağazaya giriş yeri midir? Bunun için istidlâl yapmalıyız. Malı satın alan talep etmektedir. O halde mağazadan çıkan mal için sorumluluk biter. Hangi mağazaya mal gidiyorsa sorumluluk ona aittir. Dolayısıyla mağazaca sigortalanmış olacaktır. Alıcı firmanın sermaye payından karşılanacaktır. O zaman bir yetki de ortaya çıkıyor. O da taşıma firmasını alıcı mı belirleyecek, satıcı mı belirleyecek?
Kapitalist sistemde satıcı firmaların dağıtım işletmeleri vardır. Onları çıkarır, malları mağazalara kadar götürür. Oysa Adil Düzende alıcı firmanın arabası var, sabah çıkar, dolaşır, malları toplar, mağazaya getirir. Yani, kapitalizmde nakliye firmasını satıcı seçmekte, oysa Adil Düzende ise nakliyeci firmayı satıcı seçmektedir. Böylece nakliye firmasını seçerken onun yapacağı zararı da tazmin etmektedir demektir.
Şimdi bir kaza olduğu zaman kişilere zarar verilmekte, araçlara zarar verilmekte, içindeki mallara zarar verilmekte ve bir de karşı tarafın mallarına zarar verilmektedir. Öyleyse bunlar nasıl tazmin edilecektir. Kişilere verilen zarar dayanışma ortaklıklarınca tazmin edilecektir. Arabalara gelen zararlar ise arabaların kira paylarına konan dayanışma payları ile karşılanacaktır. Yapılar da böyle sigortalanmaktadır. Zararlar çoğalınca bu paylar artırılıyor. Zararlar azalınca bu paylar düşürülüyor. Tamir-bakım payı benzeri bir paylaşma yapılıyor. Arabanın taşıdığı mallar mağazalar tarafından yani talep eden mağazalar tarafından karşılanıyor. Karşı tarafın malları ise karşı tarafça karşılanıyor.
Bunun dışında ticari olmayan mallar vardır. Zarar olmaktadır. Diyelim ki, bir kimsenin buzdolabını tamir eden kimsenin vereceği zarar vardır. Bunlar dayanışma ortaklıklarınca karşılanır. Bazı mallar ise kamu bütçesinden sigortalanır. Bedelsiz sigortalanır. Evdeki eşya böyledir. Çalınırsa devlet tazmin eder. Adil Düzenin kendi hukuku içtihatlarla oluşacaktır. Sorunları bizim çözmemiz mümkün değildir. Biz sadece sorunların nasıl çözüleceğini ortaya koyuyoruz. Kıyas yapılarak diğer sorunlar ona göre çözülmelidir. Ana kural şudur. Kamu hizmetlileri bir hizmet yaparken bir zarar verirlerse bunu dayanışma ortaklıkları çözer. Bir işletmede bir afet sebebiyle zarar olursa bu üretime konacak fon öder. Her ikisinde kabul edilen ilke zarar olduktan sonra tazmin edilmesidir. Önceden fon biriktirilmez, zarar olmazsa kimse bir şey ödemez. Sonra bunun miktarı artarsa dayanışma gerçekleştirilir. Daha da artarsa taksitlerle uzatılır. Sigorta yükü işletmenin verimini düşürmemelidir. Adil Düzenin tam çalışması için bütün müesseselerin faaliyete geçmesi gerekir. Oysa bu mümkün değildir. Onun için devlet çapında Adil Düzeni getirmek son derece zordur. Hatta imkânsızdır. Adil Düzen işletmeler çapında denene denene küçükten başlayarak getirilmelidir. Nazariyesi ise büyük ve tam olmalıdır.
SANAL MAĞAZALAR
Kooperatifimiz 25 hizmetten biri olarak bir ambar hizmetini kuracaktır. Kuruculardan biri ambar sorumlusu olacaktır. Bu ambar sorumlusu ona yakın ambar hizmetlisi bulacaktır. Bir ambar ortaklığı kurulacaktır. Bu ortaklık ortak olacak firmalara ambar hizmetini verecektir. Bu nasıl olacaktır? Ortak firma kooperatife müracaat edecek ambarında stok olarak bulunan malı rehin göstererek kendisine kredi tanınmasını isteyecektir. Kontrol hizmetlileri gidecek ve o malın orada mevcut olduğunu görecektir. Mal bir ambara konacak ve çift anahtarla kilitlenecektir. Anahtarın biri mal sahibinde, biri de kooperatifimizde olacaktır.
Kooperatifimiz mevcut malın miktar ve değerini gösteren bir belgeyi mal sahibine verecektir. Kooperatif şu taahhütte bulunacak, şayet bu adamın ambarında bu mal bulunmazsa kooperatifimiz onu dayanışma içinde ödeyecektir. Yani, bu tür iş yapan ortakların kefaleti ile ödeyecektir. Bu tür ortaklardan bono senetleri alınmış olacaktır. Hakemlerin kararı ile bu senetler tahsile konabilecektir. Kişi aldığı bu belgeyi istediği kimseye götürüp teminat olarak gösterecektir. Kooperatife bilgi verilmesi hâlinde o mal satıldığında mal teslim etmeden önce ipotek edilen bu mal teslim edilmeyecektir. Buna kooperatif kefil olmuş olacaktır.
Malların stoklarına göre kooperatifçe belirlenen bir ipotek değeri olacaktır. Bu suretle kooperatif bir dayanışma kredisini gerçekleştirecektir. Ortaklar arasında o miktarda bir kredi dönmüş olacaktır. Bu da ekonomide bir hareket sağlayacaktır. Burada görülen sadece ortakları bu hususta ikna etmektir. Ortakların böyle bir belge almaları ve bu belgeleri değerlendirmeleridir. Kooperatif bu teminatını gayri menkulü teminat olarak verir.
Kooperatifimizin hakemler kurulu olacağı için ortaklar arasında çıkacak nizalar hakemler aracılığı ile çözülür. Hakem kararlarına uymayanların davalarını kooperatif finanse eder. Görülüyor ki, bizim bir iş yapabilmemiz kendimizin maddi değerlere sahip olmamız gerekmiyor. Ortaklarımız kendi mal varlıkları ile bunlara katılabilir ve bundan yararlanabilirler. Herkesin kendi ambarı ortak ambar hâline gelmiş olacaktır. Buna bugün kani olmayan topluluk ileride çok sıkıntılı günler geçireceklerdir. İsteseler de istemeseler de dediklerimizi yapmaya başlayacaklardır. Yapmazlarsa helak olup gideceklerdir. Bunları ben söylemiyorum, ilim söylüyor. Allah kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemez.
Kendilerinin gelip bizden bilgi almaları gerekenler, bizim kurduğumuz partiden yararlanarak şimdi makamları işgal edenler, bize boş arsalarını kullandırmaya bile yanaşmıyorlar. Bugün konuşuyor, akşam şeytanları ile buluşuyor, münafıklarla buluşuyor ve vazgeçiyorlar. Bu halleri ile yaşayacaklarını ve varlıklarını sürdüreceklerini sanıyorlar. Biz de aynı gemideyiz. Biz de batıp boğulacağız. Biz bu çalışmalarımızla gemimizi kurtarmaya çalışıyoruz. O zavallılar dilsiz, sağır ve kör olmuşlardır.
Biz bu yazdıklarımızla, bu dâvetlerimizle helâktan sonra da olsa insanlığa bir belge bırakmak istiyoruz. Kur’an’ın sahifesini açmak istiyoruz. Kur’an’ı bu gözle okuyup anlamalarını istiyoruz. Bizim korkumuz bu dünyada başımıza gelecekler değildir. Nasılsa öleceğiz; bu dünyada başarılı olsak neye yarar, olmasak ne zarar verir? Ama asıl sorun âhiret sorunudur. Orada vereceğimiz hesaptır. Bizim çabamız o hesabı kolaylıkla vermektir.
Bana bu konuşmaları sağladığınız, bunları yazmama ve yaymama yardım ettiğiniz için Allah hepimizi mağfiret edecek ve naim cennetlere götürecektir. Helâk günlerini kimimiz görecek, kimimiz görmeyecektir. O gün Kur’an’ın dediği gibi herkes bizi suçluyuz diyecek. Ümit ediyorum ki, o âfetten sizler kurtulacaksınız, yaşayanlar kurtulacaklardır.
Bir kompitür merkezi kurarız. Burası Mala-Mal Mağazası şeklinde çalışır. Mallar herkesin mağazasında bulunur. Ama biz konsinye satarız. Bugün mallar o kadar çeşitlenmiştir ve o kadar değişik yerlerde satılmaktadır ki, kişinin kendisinin bir malı İstanbul’da bulup almak imkânsızdır. Bundan dolayı aracılar türemiştir. Bunlar mağazalara rehberlik yapmaktadırlar. Taşradan gelen kimseleri mağazalara götürüp mal aldırmaktadırlar. Mağazalar onlara bir komisyon vermektedir. Bu iptidai bir şekilde yapılan konsinye satışlardır. Biz bunu kompitüre işleyerek ve nakliyesini yaparak gerçekleştireceğiz. Bir kamyonetimiz olacak, bu kamyonetle böyle bir mal mübayaasına gelen tüccarı dolaştıracak, malları aldıracağız ve ambalaj yapıp kargoya vereceğiz. İşte bu hizmeti yaparak komisyon alacağız.
Görülüyor ki, İstanbul’da Adil Düzene göre kurulmuş kooperatifte pek çok işler vardır. Ne hikmetse cesareti olmayanlara cesaret veremiyoruz, cesareti olanlara da iman veremiyoruz. Şimdilik sadece yazıp okuyoruz, bir iş yapamıyoruz. Ahşap ev çok yavaş da olsa hamd olsun devam ediyor. Onun da hızlanmasını Allah’tan dua ediyoruz. Beş kadar Genel Hizmet kaldı. Onları anlatıp bitirdikten sonra not hâline getirip disketlere doldurmalıyız. Dolaşarak dâvette bulunmalıyız. Bizim görevimiz o zaman bitecektir. Ondan sonrası Allah’a aittir. Adil Düzeni isterse tufanla, isterse tufansız getirir.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayan: REŞAT NURİ EROL