1967...1968...1969........................AKEVLER 33 YILDIR ÇALIŞIYOR.............................1999...2000...2001
GELECEĞİN II. KUR’AN - V. İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...
SİZİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ... BUYURUN! BİRLİKTE ÇALIŞALIM...
KUR’AN MATEMATİĞİ Üsküdar/ İstanbul, 29 HAZİRAN 2001 CUMA
116. SEMİNER NOTLARI clubs.yahoo.com/clubs/adilduzen
www.adilduzen.8m.com
SEMİNER NOTLARI BURADA! www.akevler.org
ARAF SURESİ TEFSİR 16-18
116. SEMİNER 06 TEMMUZ 2001 - CUMA
قال فيما أغويتني لأقعدن لهم صراطك المستقيم (7/16)
قال Kavl etti: Şeytan Allah’ın ona çık emrini, hemen git emrini verdiği halde yine dinlememiş ve direnmiştir. Bu bize astların her zaman söz hakkı olduğunu, verilen emre itiraz edebileceği, itirazın dinlenmesi gerektiğini ifade etmektedir. Allah burada insanlara iktidar-muhalefet, ast-üst ilişkileri hakkında ders vermektedir. Şimdi mühlet verildiğinden kendisinin ne yapacağını Allah’a tekrar etmektedir. Burada da emri alan astın üste yapacaklarını tekrar etmesi gereği ortaya çıkar. Başka bir şekilde kişi ne yapacağını önce bildiriyorsa yani hukuki davranıyorsa ona müsaade edilir. Haber vermeden ne yapacağını bilmediğimiz hususta ona mühlet verme zorunluğu yoktur. Açıkça malı alandan mal geri alınır, bunu gizli yapanın kolu kesilir. Bir kimse evli olmayan kadına zorla tecavüz ederse ama bunu açık yaparsa, tazminat ve zorlama kısası yapılır, gizli yaparlarsa zina cezası uygulanır.
ف Fa fai tafsiliyedir. Bana mühlet, vakit ver demiş, Allah da vermiştir. Verilen müsadenin ne olduğunu şeytan Allah’a açıklamaktadır. Yani verilen iznin sınırlarını çizmektedir. Burada şeytana verilen görev izah edilecektir. İnsanın irade sahibi olarak istediğini yapabilmesi için dengede iki kuvvete ihtiyaç vardır. Arabada iki pedal vardır. Gaz pedalı ve fren pedalı, ancak bu iki pedalı kullanan şoför arabayı istediği yere götürebilir. Şeytan fren pedalıdır, melek ise gaz pedalıdır. Burada alınan yol Hakka doğru alınan yoldur. Kişi Hakka doğru istediği kadar yol alabilir. Durabilir de. Bu tamamen kendi iradesine bırakılmıştır.
بما Bi, sebep “Ba”sıdır. Şeytan şeytanlığı niçin yapacaktır? Allah onu iğva etmiştir. Adem sebebiyle iğva etmiştir. O halde ondan intikam alacaktır. İnsanlar da aynı huy ile huylanmışlardır. Zulüm gördükleri kimseye karşı çıkamayınca onlar da hınçlarını başkalarından alırlar. Dostlarına, akrabalarına, yakınlarına saldırırlar. Oğlu ile baş edemeyen ana geline saldırır. Kocasına kıyamayan karı kocasının akrabalarına saldırır. İşte şeytan da bunu yapıyor. Allah’a karşı gelemeyince intikamını insanlardan alıyor. Bu şekilde davrananlar artık şeytan yolunu tutmuş oluyor. Allah bize şeytanı anlatmakla aynı zamanda şeytanlığı da öğretiyor. Bu da bize eğitim serbestliğini anlatır. Yani, insanlar her şeyi bilecekler, ondan sonra dilediklerini yapacaklar. Tek taraflı tedrisat, kapalı tedrisat bunun için meşru değildir.
ما Ma, eşya için konmuş nekire sıla edatıdır. Burada masdar “Ma”sıdır. İğva etmiş olman sebebiyle denmektedir. Şeytanın iğvası sadece gökteki cennet gezegeninden kovulmuş olması değil, dünyada da sağır olması, sonra âhirette de azaba uğratılması sebebiyledir. Bunun için “Ma” kullanılmıştır. İnsanlar da şeytanın yoluna giderken pek çeşitli yollar bulacaklardır. O halde bu yol nasıl bilinecektir? İşte bu yol Kur’an’a ve ilme dayanılarak yapılacak içtihatla bulunacaktır. Eğer içtihat ve icma müessesesi olmasaydı buradaki “Ma” uygun olarak gelmiş olmazdı.
أغويتني Eğveyteni: Ğay, uçurum demektir. Derin kuyuya gayya kuyusu denir. İğva etmek demek uçuruma yuvarlatmak demektir. Allah şeytanı uçurumdan yuvarlatmış, sağır olarak yer yüzüne sürmüştür. O da artık onun gereğini yapacaktır. Bu da bize sürülen ve kovulan kimselerin gittikleri yerde kötülük yapmalarının normal olduğunu ifade etmektedir. Bunun da şeytan işi olduğunu anlatmaktadır. Oysa mü’min olan kimse, verilen bu cezadan şeytanın aklı başına gelmesi ve tevbe edip istiğfar etmesi gerekirdi diye düşünür. Ama o da şeytanlık yolunu tutmuştur. Hapishaneye atılan kişilerin çoğunun bu şeytanın yolunu tuttuğunu biliyoruz. Yani, orada daha çok kötülük dersini görmekte, daha çok zararlı hâle gelmektedir. O sebepledir ki, İslâmiyet’te hapishane yoktur ve hapis cezası da yoktur. Para cezası vardır. Yahut sopa ve uzvu kesme veya öldürme vardır.
لأقعدن La, te’kit harfidir. Sonundaki “Enne” de te’kit harfidir. Allah şeytanı yaratmıştır. O imkanları Allah şeytana vermiştir. Ama buna karşılık şeytan Allah’a karşı gelmiştir. Karşı gelmesinin bir mantığı yoktur. İnsanlar da şeytanın arkasından gidince böyle anormallikler yaparlar. Siz normal aklınızla onların öyle yapacaklarını tahmin edemezsiniz, ama onlar şeytanın pençesinde oldukları için mânasız işler yaparlar. Başörtüsü yasağındaki ısrar bundan başka ne ile izah edilebilir? Israr iki tarafı da uçuruma götürdüğü halde, inatla karşı çokmaya devam ediyorlar.
قعد Kaade: Oturmak demektir. Yere oturmak demektir. Bağdaş kurarak oturmak demektir. Yerden kalkarak oturmak demektir. Yani, yatmışken doğrulmak demektir. “Celese” ise ayakta iken oturmak demektir. Sandalyede oturmak da celese ile ifade edilir. Kaade isyanı, meclis ise itaati ifade eder. Ben onların gittikleri doğru yolun üzerinde oturacağım, yani yollarını keseceğim. Onların doğru yola gitmelerine izin vermeyeceğim. Fatiha’da geçen “Mustakîm” sıratın üzerinde engel koyacağım diyor. Biz gidiyoruz insanları Adil Düzene çağırıyoruz, halk ortaklığına çağırıyoruz. İlk dinledikleri zaman heyecanlanıyor, bizimle beraber oluyorlar. Bakıyorsunuz, ertesi günü ters yüz olmuşlar. Çünkü şeytan gelmiş ve yollarına oturmuş, onlar da onu yenememişlerdir. Hayatınızda hep şeytanla karşı karşıya kalırsınız. Kendisini göremezsiniz ama onun yoldan çevirdiği insanları hep görürsünüz. Siz de onlara uyarsanız onlardan olursunuz.
لهم Lehüm: Buradaki “Lam” alâ anlamındadır. Onların aleyhinde yol üzerinde oturacağım, denmiştir. Ama şeytan, ben onların lehine oturacağım diyor. Çünkü onları tehdit etmeyecek, onları korkutmayacak, onların lehinde görünerek, onlara yardımcı olarak, onlar için çalışıyor durumunda oturacağını ifade etmek için “aleyhim” denmemiş de, “lehüm” denmiştir. Şeytan hep insanları daha kârlı göstererek doğru yoldan sapıtır. Allah’tan korkacaklarına başka şeylerden korkarlar, Allah’a sığınacaklarına başka şeylere sığınırlar. Fazilet Partisi Allah’tan korkacağına, Anayasa Mahkemesi’nden korktu. Adil Düzen’den vazgeçti. Allah’a sığınacağına Sezer’e sığındı, Ilıcak’a sığındı. Ama onlar onu kurtaramadılar. Şimdi de Türkiye Kemal Derviş’e sığınıyor, Amerika’ya sığınıyor; Allah’a sığınmıyor, ilme sığınmıyor, adalete sığınmıyor. Kendilerini kurtaramayacaklar. Buradaki “Hum” zamiri insanlara gitmektedir. Çünkü “insana secde et” denmişti. Emrolunan secde sadece Adem’e emredilen secde değildi. Her insanın kendi şeytanının ona secde etmesi idi. Onun için burada çoğul zamiri kullanılmıştır. “Ben başkanla görüştüm, yarın gelecekler.” dersek cümlemiz düşük olmaz. Yahut, “Babamla görüştüm, iyi imişler.” sözü doğrudur. Ailece iyi imişler demektir.
صراطك Sıratake: Buradaki “Ka” Allah’a racidir. Senin sıratına denmektedir. Bütün sıratlar Allah’ındır. O’nun iradesi ile yapılmıştır. Misal olarak hapishaneler de devletindir. Devlet hapishanelere girmemizi istediği için yapmamıştır. Halkı ezmemek, polis rejimi uygulamamak için hapishane yapmıştır. Kişiler serbesttir, suç işleyebilmektedir. Ama devlet halkın suç işlemesini istememektedir. Ama işlemeye imkan vermiştir. Onlar için de hapishaneler koymuştur. İkisi de devletindir. Bunun gibi, doğru yol da kötü yol da Allah’ındır. Çünkü O var etmiştir. Ancak Allah bunları var ederken, insanı hür kılabilmek ve iradesini kullanabilmesi imkanını sağlaması için bunu yapmıştır. Ama şeytan bizim doğru yola gitmemizi istememektedir. Gitmesini istediği yol onun yolu değildir. Biri iradesiyle onundur. Diğeri rızası ile onundur. Sırat, tek yol demektir. Bu şunu göstermektedir. Doğru olan tektir, yanlış olan pek çoktur. Üç kere üç dokuz eder cümlesi tekdir ve doğrudur. Bunun dışında sonsuz cümle söylenir. Üç kere üç dört, beş kere beş onbeş eder gibi. Ama bunların hepsi yanlıştır.
المستقيم Müstekîm demek; doğrulmuş, dikilmiş anlamındadır. Eğrilik, büğrülük kalmamıştır. Geometrinin esası şudur. eıen kısa yol doğru yoldur. Yani, şeytan hedefe götüren yoldan saptıramazsa, kısa yolu uzatmak için yaylar çizmeye çalışır. Siz kısa yolu anlatır, deneylerle gösterirsiniz ama onlar daima uzun yola doğru götürür. Bu uzun yol tutuculuktur, babalarının tuttuğu yoldur. Şeytanın en çok insanları doğru yol yerine eğri büğrü yolları denetmesi, uzaktan dolaştırması, böylece zamanlarını boşa harcatarak hedeften uzak tutmasıdır. Sorunların makroda değil mikroda çözülmesi gerektir, sorunları siyasetle değil ekonomi ile çözülmesi gerekir, diyoruz. İnsanlar siyasete ve makroya hevesleniyorlar. 1967 yılında kurduğumuz kooperatifte bunu istihdaf ettik. Partiyi kooperatifimizi tanıtmak amacıyla kurduk. Ama acele isteyenler siyaseti hedef edindiler, meşruiyeti unuttular ve sonunda servete kavuştular ama siyasette bir arpa boyu yol alamadılar. İşte şeytanın oturduğu yollar bunlardır. Siyaset yapanlar servet sahibi olunca artık o lüks hayattan aşağı inme imkânını bulamadıkları için şeytanla beraber oldular, bizim mikrodaki ekonomik kuruluşu destekleyeceklerine kösteklediler. Şimdi de kendilerine bir öneride bulunduğunuzda, bazan açık olarak; “Sizin paranız olursa parti kurarsınız, Müslümanları bölersiniz!” diyorlar. Yani, demek istiyorlar ki; “Bizim servet ve saltanatımız gider!” diyorlar. Aman parti kapanmasın da, ne olursa olsun! Çünkü onların saltanatı sona erecektir. Oysa, biz milletvekili olmadık ve işte yaşıyoruz. Onlar ise milletvekili oldular, emekli maaşını da alacaklar. Buna rağmen neden korkuyorlar? Çünkü şeytan onlara suçlar işletmiştir. Saltanat gidince yalnız servet gitmeyecek, belki de hapishaneye gidecekler. İşte şeytan bu tezgahları kurmuş ve işletiyor. Demirel’den dolayı darbe yapıp cumhurbaşkanı kalmasını istediler, başaramayınca iktidarda olanlara gözdağı vermek için yapmadıklarını bırakmıyorlar. Bütün bunlar şeytanın oyunlarıdır.
ثم لأتينهم من بين أيدهم ومن خلفهم و عن أيمانهم وعن شمائلهم و لا تجد أكثرهم شاكرين (7/17)
ثم Sümme, oturacağım ve bekleyeceğim, sonra onları saptırmaya çalışacağım. Şeytan da mikrop gibidir. Vücuda girer, zayıf günü bekler, fırsat bulunca saldırır. Vücut güçlü iken, sağlam iken saldırmaz. Çünkü o saldırının bir faydası olmaz. İnsanın hayatında çeşitli günler gelip geçer. Bazan çok sıkıntıya girer ve dayanamaz hal alır, şeytana kapılır. Çoğu zaman ise bolluk ve bereket içine girer, makama ulaşır, artık bana bir şey olmaz der ve o zaman büyüklenmeye başlar, onlardan kopup ayrılır. Onlarla yaşamaz olur. Şeytan böyle hep avlanacak zamanı bekler.
İnsanların avlanmamak için ne yapmalıdırlar?
) Kur’an’ı birlikte okumalıdırlar. İşte bu âyetler şeytanın vesvesesine zırh olur, kalkan olur. Bunu cemaatçe yaparlarsa Allah onlara hem doğru mânalarını ilham eder, hem de onların kalplerini itminan eder.
) Şeytanın tuzağına düşmemek için ibadetlere devam edilecektir. İbadetlerin başında namaz ve zekât müesseseleri gelmektedir. Zamanımızın bir kısmını Allah için ayırmamız gerekir, malımızın bir kısmını da Allah için ayırmamız gerekir. İşte biz zamanımızı ayırıp bu toplantılara katılırsak, gücümüz yettiği kadar ortaklığa mâlen katkıda bulunursak, bu amellerimiz bizi şeytanın şerrinden koruyacak ve onun bizi tuzağına düşürmesine engel olacaktır.
) Hislerimizi karşı aklımızı hâkim kılmamız gerekir. Mutlak surette doğru ne ise ne yapmalıyız. İster aile içinde, ister topluluk içinde olsun, daima aklı ve ilmi üstün tutmalıyız. Bunu yaptığımızda yakınlarımız bizden önce darılır görünseler de sonra rıza gösterir ve memnun olurlar.
) Şeytandan korunmanın başka bir yolu da, her işte Allah’ın rızasını aramak ve O’na güvenmektir. Fatiha’daki; “Yalnız sana itaat ederiz, yalnız senden yardım dileriz.” sözümüzü unutmamalıyız.
لأتينهم Yine “Le” ve “Enne” te’kidi ile şeytan yapacaklarını Allah’a anlatmaktadır. Allah da ona müsaade etmektedir. Şeytan insanların içlerine girerek bunları yaptırır ve söyletir. O halde karşımızda muhaliflerimiz yoktur. Şeytan vardır. Karşımızdakini öldürsek, şeytan başkasının içine girer ve aynı işleri yapar. O halde bizim hasmımızla değil, kendimizle uğraşmamız gerekir. Yukarıda anlattığımız dört yol üzerinde ısrar etmeliyiz. Göreceksiniz, şeytan ve onların görüntüsü olan insanlar bizden hemen uzaklaşırlar. Etvet etmek demek, kanaldan suyu getirmek demektir. Şeytan insana sistemli bir şekilde gelir ve saldırır ama bunları dört taraftan yapar. Etkileme ya her taraftan yapılır, etkisi azdır. Yahut bir taraftan yapılır, etkisi çok olur ama savunması da güçlü olur. Oysa, saldırı dört cepheden ama yoğunlaştırılmış noktalara yapılırsa zafer en kolay kazanılır. Burada Allah şeytanın ağzından saldırı taktiğini de anlatmaktadır. Değişik cephelerden ama cephe daraltılarak zafer kazanılır. Saldırıda düşmana karşı üstünlük zamandır. O nereden saldırılacağını bilmediği için kuvvetlerini yaymak zorundadır. Siz saldırıya başladığınızda o kuvvetlerini oralara doğru toplamaya başlar, ama vakit kaybetmiştir, o zaman mağlup olmuştur. “Ciet” yerine “Etvet” kelimesi bunun için kullanılmıştır.
من بين أيدهم ومن خلفهم Önleri ve arkaları arasından denmektedir. Geçmiş ve geleceği ile telkinde bulunacaktır. Geçmişte olanları hatırlatacak ve insanın kinini ve düşmanlığını körükleyecektir. Ana-babaların yaptıkları yollardan gidilmesini isteyecektir. İntikam hislerini körükleyecektir. Gelecek için ulaşılmayan emelleri vaad edecek, birtakım korkular salacaktır. Burada hatalara düşmemenin yolu, geçmişi ve geleceği Allah’ın rızasına göre değerlendirmedir. Atalarımız iyi şeyler yapmışlarsa biz şükür edelim, yollarına gidelim; biz de kurtulalım, onlar da bize örnek oldukları için sevap alsınlar. Ama atalarımız yanlış yola sapmışlarsa, biz onu düzeltelim, karşılığında iyilik yapalım, kötülüğe düşmeyelim ve atalarımızın da günahlarını hafifletip mağfiret olmalarına vesile olalım. Gelecek için yapacaklarımızı düşünürken, çocuklarımıza kötü örnek olup onları ayartmamamız için doğru yolu tutalım.
و عن أيمانهم وعن شمائلهم Sağlarında ve sollarında deyince, vaadederek yahut korkutarak demektir. Şeytan insanlara kötülükleri iyi göstererek vaatlerde bulunur, doğru yoldan gidenleri ise korkutur. Cumhurbaşkanı seçiminde Ankara’ya gitmiş, meclistek milletvekillerinden devlet başkanını emekli askerlerden seçmelerini istemiştik. Görüştüğümüz değişik partilerdeki milletvekilleri bize şunu dediler: “Hakimler birbirini tutar. Biz şimdi Anayasa Mahkemesi Başkanı’na oy vermezsek, onlara hep işimiz düşüyor, sonra kötü olur!” Bunların içinde beş vakit namaz kılanlar da vardı. Demek ki onlar “ereeytellezî”deki gibi namaz kılıyorlardı. 1950 yılında mü’minlerin Allah’tan korkup Allah’a sığınmaları gerekirken, CHP’den korkup DP’ye sığındılar. Sonunda neler oldu, hepsi görüldü.
و لا تجد أكثرهم شاكرين Çoğunu şâkir bulamazsın. İnsanların çoğu şeytanın tuzağına düşeceğini bilmiştir. Allah ona göstermiştir. Allah’a, sen bunu bulamazsın derken, Allah ile senli benli konuşuyor. Bu hep bize örnek olsun diyedir. Yeryüzünde Allah’ı insanlık temsil eder, topluluk temsil eder. Topluluk adına hareket edeceklerin nasıl davranmaları gerektiği bize anlatıldığı gibi, bize bu bir şeyi bildiriyor. Herkes öyle yapıyor diye ümitsizliğe düşmemeliyiz. Herkes öyle yapıyor diye biz de yapmamalıyız. Bir kestane ağacı binlerce kestane verir ama, onlar içinde ağaç olma birkaç tanesine nasip olur. Menide milyonlarca sperm vardır ama, biri insan olur. Bizim azlığımız bizim kıymetli oluşumuzdan ileri gelir. Birçoklardan Allah bizi seçmiştir demektir. Bize hidayet etmiştir demektir. Bu bizim için hamd etmeye sebep olmalıdır. Daha çok buna sarılmamız gerekmektedir. Şâkirînden olamayanlardan olmadığımıza şükretmeliyiz.
قال اخرج منها مذئوما مدخرالمن تبعك منهم لاملأن جهنم منكم أجمعين (7/18)
قال Allah cevap olarak dedi. Allah şeytanı dinledikten sonra, o emrini teyit ederek çık dedi. Onun için burada “Fa” harfini kullanmadı. Yani, evet görevini iyi bellemişsin. Sen artık sol takımın antrenörü olacaksın. Haydı git, ama başarılar dilemiyor, demiştir.
اخرج منها Oradan çık. Bu ifade bu konuşmaların gökteki tür çoğaltılması için cennet hâline getirilen gezegende olmaktadır. Oradan çıkmasını te’kiden tekrar etmektedir. Şeytan iradesini kullanmıştır. Görevini seçmiştir. Seçtiği göreve göre yeri belirlenmiş olacaktır. Biz askeri mıntıkalarla sivil mıntıkalar diye ikiye ayırışımızın sebebi budur. Askeri mıntıkada kişiler görev yapmaya zorlanırlar. Oysa, hukuk mıntıkasında halk iradesi ile hareket eder. Kendi iradesine göre hareket edenler askerlikte barındırılamazlar. Hukuk düzeninde de askeri kurallar geçerli değildir
مذئوماZeb, kurt demektir. Zem, kurt kelimesinden dönüşmüş, saldırgan anlamına gelmiştir. Kurtlaşmış, çakallaşmış olarak çık git demektir. Yani, nasıl bu hayvanlar avlarını yakalamak için pusuda beklerler, fırsat bulunca saldırırlar. Şeytan da böyle bir hal ile yeryüzüne gelmiştir. İnsanların bir kısmı çıkar paralelliği içinde başkalarını da yararlandırarak iş yapar, geçinirler. Bunlar mü’mindirler. Bir kısmı ise saldırarak, canavarca geçinirler. İşte meleklerin desteklediği kimseler mü’mindirler, helalinden kazanıp yaşarlar. Şeytanların desteklediği kimseler ise çarparak, kaparak, soyarak yaşarlar. Kurtlaşırlar.
مدخرا Madhur: Zâhire, ileride kullanılmak üzere ambara konmuş yiyecek demektir. Şeytan böylece zâhire olmuş olarak gelmiştir. Depoya konmuştur. Yer sürülmüştür. Kötülük yapayım derken, kendisi de kötülük içindedir.
لمن تبعك منهم Kim sana tâbi olursa. Burada ‘tâbi olma’ kelimesi kullanılmıştır. Mü’minler ise meleklere tâbi olmaz, resullere tâbi olur. Mü’minler meçhul kaynaktan gelen haberlere veya emirlere itibar etmezler. Çünkü onlar açık çalışırlar, tâbi olduğu kimseler de açıktır ve kendi yanlarındadır. Oysa, şeytan ehli olanlar meçhul kimselere tâbi olurlar. Kapılar arkasında saraylarda yaşayıp oradan buyururlar. Aracıları halka ulaştırırlar. Aracıları vardır, kapıcıları vardır. Kendilerine ulaşmanız mümkün değildir. Onlar ise görünmeyen gizli hayali varlıklara tâbi olurlar. Diktatörler aslında hayalidir. Çünkü etkileri pek azdır. O sebepledir ki ölü diktatörler de vardır. Nasılsa o idare etmiyor. O halde onu sağ gibi göstererek şeytanın o toplulukları yönetmesi gayet normaldir. Şeytana uyanlar ölüleri büyütürler, onlara uyarlar. Oysa mü’minler yaşayanlara birlik sağlanması için itaat ederler. Hamd ise yalnız Allah’a aittir.
لاملأن İmlâ edeceğim, dolduracağım diyor, Allah şeytana. İmlâ etmek demek, bir torbayı doldurmak, bir çukuru doldurmak demektir. İmlâda boş bırakmadan doldurma vardır. Cehennemde boşlukların da olacağını ifade etmiştir. Orada yaşayanlar da faaliyet içinde olacaklar, azaplarını hafifletecek ameller yapacaklar demektir. Yoksa boşu boşuna boş yaratılmış olurdu.
جهنم منكم أجمعين Cehennem, madenlerin izabe edildiği fırındır. Günahkârları günahtan arıtan bir sahadır. Ateşin olduğunu Kur’an belirlemektedir. Şeytan ateşten yaratıldığına göre, onun için burası azap yeri olmamalıdır. Bu âyette şeytana uyanlarla şeytanın aynı yere birlikte konacağını ifade etemesi ile cehennem ateşinin şeytanın yaratıldığı ateşten biraz farklı olduğunu ifade etmektedir. Farz edelim ki, Kahire’de yaşayan biri, Moskova’da yaşayan biri ile İstanbul’da ilkbaharda buluşacaktır. Kahire’de yaşayan için de, Moskova’da yaşayan için de İstanbul sıkıntılıdır. Birisine göre sıcaktır, birisine göre soğuktur. Sıkıntılı hayatı beraber yaşayacaklardır. İşte cehennem böyle bir yerdir. Hem azana hem de azdırana azap olmaktadır. İnsan için azaptır, çünkü burası sıcaktır. Şeytan için azaptır, çünkü burası ateş değildir.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayan: REŞAT NURİ EROL
ADİL DÜZENDE GENEL HİZMETLER – XXI
BANKA HİZMETLERİ
İlk insanlar meyve toplayarak geçindiler. Sabah gider, akşam karınlarını doyurarak geri gelirlerdi. Ne var ki, her gün meyve toplama imkânı bulamadılar. Bu sebeple topladıkları meyveleri ertesi güne sakladılar. Bir de değişik meyvelerden yararlanmak için meyveleri ikram şeklinde olsa da değişmeye başladılar. Kuru meyveleri aylarca saklar oldular. Sonra meyveleri kuruttular. Mesela, kuru üzüm yaptılar. Meyvelerin alınıp satılmasına başlandı. Bir meyve aynı zamanda para olmaya başladı. Tarihte mübadele aracı olarak başlayan para aynı zamanda değer takdir arzı olmuştur. Borç verme aracı olmuştur.
Tarihteki paranın hikâyesi şöyledir.
a) Toplayıcılık döneminde kuru yemiş,
b) Avcılık döneminde hayvan derisi,
c) Çobanlık döneminde yün veya koyun,
d) Tarım döneminde tahıl,
e) Pazar mübadelesi döneminde madeni para, bakır, kalay, gümüş,.
f) Tüccar mübadelesi döneminde daha az olması sebebiyle kıymetli olan altın.
g) Kapitalizm döneminde altın karşılığı kâğıt para.
h) Sosyalizm zamanında devlet teminatı karşılığı tanımlanmamış kâğıt para.
i) Adil Düzende mal karşılığı kaydi para.
Para ne işe yarar?
a) Para değerlendirme aracıdır. Bu tarla şu kadar kilo mısır eder derlerdi. Yahut, bir yevmiye beş okka mısırdır. Görülüyor ki, burada para sadece değer gösterir. Varolması gerekmez.
b) Para tasarruf aracıdır. Elde ettiğinizi şimdi harcamak istemezseniz, onu sağlam bir değere çevirirsiniz. Onu saklarsınız. Çünkü, bilirsiniz ki, onu her zaman değerlendirebilirim. Onunla istediğim şeyi alabilirim. Paranın bu özelliğine likidite deniyor.
c) Para değiştirme aracıdır. Siz malınızı para ile satarsınız, sonra onunla başka bir malı alırsınız. Böylece ekonomik birlik doğar.
d) Para aynı zamanda borçlanma aracıdır. Kredi aracıdır. Kendinizin kullanmadığı değeri paraya çevirir, onu sonra istediğinize verirsiniz. Sonra alırsınız.
Paranın bu özelliğini taşıyabilmesi için de bazı özellikler taşıması gerekir.
a) Kolayca çoğaltılmamalı. Yoksa o para vasfını kaybeder.
b) Kolayca ölçülebilmeli. Yoksa halk onu para olarak kabul edemez.
c) Parçalanabilmeli ve istenilen büyüklükte olabilmelidir.
d) Saklanması kolay olmalı ve zamanla bozulabilmemelidir.
e) Taşınması kolay olmalıdır.
Bu özellikleri taşıyan değer aranmış, şimdiye kadar yukarıda anlatılan para evrimi gerçekleşmiştir. Ne var ki, para evrimleştikçe kolayca çoğaltılabilme özelliğini de taşımaya başlamıştır. Böylece enflasyon hastalığı doğmuş, bugünkü krizler ortaya çıkmıştır. Şimdi Adil Düzenin daha ileri gelmiş bir para ortaya koyması gerekir. Yoksa gelecek medeniyetin kurucusu olamaz. Adil Düzenin koyduğu para adil olmalıdır. Yani, sömürü aracı olmamalıdır. Bugün ise parayı çoğaltanlar sömürü merkezleri olmaktadır.
Bugün ortaya çıkan karşılıksız para önce bankerler tarafından ortaya kondu. Para çıkarmada yolsuzluk olmaya başlayınca devletler kontrol etmeye başladılar Sonra da kendileri çıkarmaya başladılar. Önce onlar altın karşılığı çıkardılar. Sonra onları kontrol eden olmayınca karşılıksız çıkardılar. Kâğıt paranın o kadar kolaylığı vardır ki, yüzde beşyüz yıllık enflasyonu olan paralar bile işlemeye devam eder. Bu korkunç güç devletleri mutlak hâkim yapmıştır. ABD başlangıçta uluslararası para olarak kullanılmak şartı ile altın karşılığı para çıkardı. Ama 1975 yılında vazgeçti. O tarihten beri dünyada artık tamamen hayali para geçerlidir. Ne var ki, bu durum doların değerini düşürmedi. Gelişmiş ülkelerin paraları da değerlerini korumaktadır.
Ancak tehlike çanları çalmaktadır. Gelecekte dolar ve mark işe yaramaz hâle geleceklerdir. Yeni paralar da çıkmayacaktır. Onun yerine yeni paralar ortaya çıkacaktır. İşte bu Adil Düzenin önerdiği para olacaktır. Yani, Kur’an’ın öğrettiği para olacaktır. Ne zaman? derseniz. Kur’an’ın cevabı, yakında diyor. Ama yakının ne olduğunu yalnız Allah bilmektedir. İbni Haldun bir sosyoloji kitabı yazdı. Müslümanlar ondan yararlanamadılar. Avrupa sonra onun üzerinde medeniyetinin ilimlerini kurdu. Bu bizim yazdıklarımız da unutulup gidebilir. Ancak, söylediklerimiz gerçekleşecektir. Çünkü bunu ilim söylüyor, çünkü bunu Allah söylüyor.
BUGÜNKÜ BANKALALARIN ÇALIŞMASI
Merkez Bankası kâğıt parayı basar ve piyasaya dört kanal ile sürer.
Dört kanalla da parayı piyasadan çeker.
a) Tüketiciye kredi açar. a) Kredi faizleri geri döner.
b) Yatırımcıya kredi açar. b) Toprağı ve KİT’leri satar.
c) Günlük harcamaları yapar. c) Vergi toplar.
d) Kamu yatırımını yapar. d) Kiralar alır.
a) Halkın eline geçen para mevduat olarak bankalara döner.
b) Bankalar işletmelere kredi açarlar.
c) İşyerlerinde çalışan halka kendi parası ücret olarak kendisine döner.
d) Onunla gidip mal alırlar, satanlar da krediyi itfa ederek iade ederler.
Böylece piyasada herkese iş ve herkese aş bulunmuş olur.
Piyasaya sürülen para az ise işsizlik olur, fazla ise enflasyon olur. İşsizlik ve enflasyon arasında hafif titreşimle denge kurulur. Devlet Merkez Bankası politikasıyla bu dengeleri korur.
Aşırı enflasyon fiyat ve ücret anarşisi sebebiyle işsizliği doğurur.
Aşırı işsizlik mal yokluğu sebebiyle enflasyonu da doğurur.
İşsizlik yok ama hafif enflasyon varsa, denge vardır. Enflasyon yok ama hafif işsizlik varsa, yine denge vardır. Batılılar hafif işsizliği enflasyona tercih ederler, böylece dünya pazarlarını ellerinde tutarlar.
Eğer aşırı enflasyon işsizliği doğurmuşsa, ekonomik kriz var demektir.
Aşırı işsizlik enflasyona sebep olmuşsa, ekonomik kriz var demektir.
Türkiye 28 Şubata kadar 50 yılda 100 milyar dolar borçlandı. Dört yılda ise 50 milyar dolar borçlandı. 50 yılda 100 milyar dolarla tarım döneminden sanayi dönemine geçti. 50 milyarla dört yılda bir çivi bile çakılamadı.
Türkiye’de 12.5 milyon işsiz var. Bunun yıllık kaybı 75 milyar dolardır. Dört yıllık kaybımız 300 milyar dolardır. Yani, dengeli para politikası güdülseydi de dört yıl işsiz kalan halkımızı çalıştırsaydık, şimdi 150 milyar dolar borçlu değil, 150 milyar dolar alacaklı olacaktık.
Ekonomik Darbe:
a) Dışarıdan borç alınır ve bankalar veya halka satılırsa, piyasadan para çekilmiş, dolar ucuzlamış olur. Bu;
Dışa satılacak malları ucuzlatacağı için üreticiyi kurtarmaz, ihracat mallarının üretimi durur, işsizlik olur.
Döviz ucuz olduğu için ithal malları ucuzlar, ithalat olur. İç tüketim mallarının da üretimi durur. Borç para bitince işsizlik ve enflasyon birden ortaya çıkar ve ekonomik kriz olur. 20 Şubat Krizi budur.
b) Devlet bankalardan borç alırsa bankalar garantili masrafsız kazanç sebebiyle sevinirler ama bu piyasadan parayı çeker. İşletmeler kredi alamaz, reel sektör ölür. Devlet de yıkılır.
Türkiye’yi ekonomik krize sokup;
a) Kıbrıs sorununu çözecekler.
b) Kürt devleti sorununu çözecekler.
c) Tüm Türkiye’yi onda bir, yirmide bir fiyatla satın alacaklar.
d) Orduyu mefluç hâle getirip dağıtacaklar.
20 Şubat ekonomik darbesi ile bu işi başaramadılar. Türkiye hâlâ ayaktadır. Şimdi borç takası yoluyla ve 10 milyar dolarla yeni krizle bunu halledecekler. Geleceğini de söylüyorlar. Yani, diyorlar ki, biz böyle yapacağı.
Oysa yapılacak iş çok basitti:
a) Bankalara para basıp ödeyeceklerdi, reel ekonomi harekete geçip üretim başlayacaktı. Enflasyon da olmayacaktı.
b) Para basıp doların fiyatını yükselterek satın alacaklardı. Dış borçları ödeyeceklerdi. Bu hem ülke içindeki 12.5 milyon işsize iş bulacaktı, hem de faiz yükünden kurtulacaktı.
Bugünkü para faiz parasıdır. Faizli sistemde herkes parasına faiz kazandırmak zorundadır. Millî hâsıladaki artış kadar bir faiz matematik bakımından mümkündür. Gerçekte ise mümkün değildir. Çünkü o zaman kâr ve kiraya bir şey kalmayacağı için üretim olmaz. Dolayısıyla faiz ancak millî hâsıladaki artışın yarısı kadar faiz olarak verilebilir. Nüfus artmadıkça, yahut başka ülke işgal edilmedikçe bu artışı da sağlayamazsınız., dolayısıyla faizli para dengesiz para olmaya, enflasyonist para olmaya mahkumdur.
PARAYI KİM BASSIN?
Kuru yemiş, deri, yün, tahıl, maden ve altının para olarak kullanıldığı zaman parayı halk kendisi basıyordu. Halk kendisi pazarda bir malı zamanla para olarak kabul ediyordu. Madeni paralar ortaya çıkınca halk kullanmadığı paraları Mezopotamya’da mabetlere vermeye başladı. Bu orta çağda yaygın bir şekil aldı. Sadece güvenilir bir yer olmak üzere mabetlere verilmiştir. Mabetler de karz-ı hasen olarak halka borç veriyorlardı. Ekonomik bir krize neden olmuyordu.
Sonra faiz serbest olunca halk paralarını mabetlere değil de faizcilere vermeye başladı. Faizciler halktan altın veya gümüş topluyor, sonra onları iş yapanlara veriyor, onlar da faiz ile beraber ödüyorlardı. Böylece bir tür ekonomi hareketi ortaya çıktı. Ancak bu sonunda tekelleri oluşturdu ve ekonomik krizler ortaya çıktı.
a) Önce zenginler ellerine para geçtikçe onunla toprak almaya başladı. Halk elindeki toprağını çıkardı ve kendisi kendi toprağında ortakçı oldu.
b) Sonra parayı ticaret için kullanmaya başladılar. Böylece ticaret mallarının tamamı da altını elinde bulunanların eline geçti. Yeni ekonomi düzenine geçilmek zorunda kalındı.
c) Malı alacak parası olmayan halkı kendi iş yerlerinde çalıştırmaya başladılar. İşçilik dönemi başladı. Artık halk çalışıyor, üretiyor, ücret alıyor ve sonra da bu para ile satın alıyordu. Bütün fabrikalar da zenginlerin eline geçti. Sanayi tekeli doğdu.
d) Sanayi tekelinde işçiye bir ödüyor, sonra beş olarak satıyorlardı. Böylece halkın eline satın alma gücü verilmiyordu. Stok mallar oluştu ve ekonomik krizler başladı. Karşılıksız para basılmaya başladı. Bunu devlet basmaya başladı. Banka tekeli doğdu. Sonuç, para artık faiz karşılığı devlet tarafından basılıyor.
Ülke içinde dolaşan on milyar nakit varsa, bir yıl sonra bu nakdin faizi ancak basılacak yeni para ile ödenmektedir. Bu da en az % 10 enflasyon yaptığı için reel faizi de ödenemiyor. Demek ki bugün paranın yeni gücü ortaya çıkıyor. Para enflasyonu dengeleyen sömürü aracıdır. Adil Düzen işte burada müdahale etmektedir. Madem ki devletin elinde para basma gücü vardır. O halde bütçeye artık başka kaynak aramasına gerek yoktur. Enflasyona sebebiyet vermemek üzere para bassın ve piyasaya sürsün ve böylece kendisine gereken geliri temin etsin.
Parayı mevzuata göre herkes basacaktır. Ama mevzuata göre basacaktır. Mevzuat dışında para basılmayacaktır. Devlet bunun denetimini alacak mekanizmayı geliştirecektir. Bunun için işte genel hizmete ihtiyaç vardır, bankaya ihtiyaç vardır. Bu işin başarılabilmesi için hizmetlerin tam çalışması gerekir. Paranın kaynağı iki şey olacaktır. Bir insanın kendisi para kaynağı olacaktır.
a) Devlet halka yıl başında bir satın alma kredisini tanıyacaktır. Halk bununla yıllık ihtiyacını karşılayacaktır. Peşin ödemeli sipariş yapacaktır. Böylece piyasaya sürülen para kontrollüdür. Çünkü kişi başına çıkmaktadır. Bunu yapabilmek için evrak kaydı tutulmalıdır.
b) Üreticilerin mal üretebilmeleri için üreticilere de işletme senetlerini kredi olarak vermelidir. Bu da orada çalışan insanların sayısına, fabrikanın kapasitesine ve alınan siparişe göre verilir. Bunun için de ülkedeki taşınmazlardan rehin yapılmalıdır. Böylece halka dağıtılan paranın sadece sipariş için kullanılma imkânı sağlanacaktır. Bunun için de zimmet ve envanter muhasebeleri tutulacaktır.
c) Her çalışana resmi ücret tanınacak ve bir inşaatta çalışınca ücretleri devletçe ödenecek, taşınmaz borçlandırılacaktır. Taşınmazı müteahhit yapacak, ancak taşınmaz borçlu olacaktır. Taşınmaz satıldıkça müteahhidin kredisi çözülmüş olacaktır. Burada da para emeğin resmi ücreti ile sınırlanmıştır. Taşınmaz kadar meblağ piyasaya çıkmaktadır.
d) İnşaat malzemeleri gibi dayanıklı mallar selem sistemi ile kredilendirilmeyecektir. İnşaat işçisi ile de kredilendirilmeyecektir. Malların resmi fiyatları olacak, o fiyatlarla kredilendirilecektir. Böylece mal ambara girecek, para piyasaya çıkacaktır.
Bütün bunlarda devlet sadece genel hizmeti yapmakta, evrak ve demirbaş kayıtlarını tutmakta, zimmet ve envanter muhasebesini yapmaktadır. Bunun dışında ortak ambarlar tesis ederek ambara giren mallara karşı belge vermektedir. Tabii ki, ortak ambara girebilmesi için standartların oluşması, kontrollerin yapılması ve ambarcının onu teslim alması gerekir. İşte genel hizmetler dışında devletin yaptığı bir şey yoktur.
Devlet gerek mal gerekse nakit senetlerini basmaktadır. İşte bunu bankaların denetimi ile basın yapmaktadır. Bu paralar banka kasalarına girmektedir. Kasadan da kredi istihkak edenlere verilmektedir. Meselâ, halka sipariş kredi olarak verilmektedir. Ancak, bunu dayanışma ortaklıkları sorumluları imzalamakta, borçlanan kimsenin de imzasını taşımaktadır. Böylece para ancak halkın imzası ile çıkabilmektedir. Genel hizmetler bu imzanın o kimseye ait olduğunu onaylamaktadır. İşte parayı kim çıkarır deyince cevabı şöyle veriyoruz. Genel Hizmetin denetiminde halk çıkaracaktır.
KREDİDE TEMİNAT
a) Para bir borç belgesidir. Devletçe bu kişilere verilmektedir. Gerçek kişilere verilmektedir. İster mal senedi olsun, ister nakit senedi olsun piyasa hamiline yazılmış senet ortaya çıktı mı bunu ancak bir kişi çıkarabilmektedir. Bu kişi borçlanmaktadır. Piyasada dolaştığında sonunda karşılığı ödenmezse bu kişiden tahsil edilmektedir. Borcunu ödeyemeyen kişinin mal varlığına el konmamaktadır. O bu mallar üzerinde her türlü tasarrufu yapabilmektedir. Sadece rehinli malları rehindeki değerleri ile satın almaktadır. İhale ile satılmaktadır. Bunun dışında borçlanma ehliyetini kaybetmektedir. Yani, ona artık işveren kredisi verilmemektedir. Sadece çalışma ve selem kredileri verilmektedir. Bunları da kendileri kullanmamaktadır. Sipariş vermek suretiyle veya çalışmak suretiyle bu kredisini kullanabilmektedir. Bu borçlanma ehliyetini kaybetme müessesesi bütün borçlar için geçerli olacaktır.
b) Çalışma ve sipariş kredileri doğrudan kullanılamamaktadır. İşverenler aracılığı ile kullanılmaktadır. İşverenler ya mal siparişi almaktadırlar veya inşaat yapmaktadırlar. Bunlar da bu krediyi dayanışma ortaklıklarının teminatı altında kullanabilmektedirler. Yani, bunlar bu taahhütlerini yerine getirmezlerse dayanışma ortaklıkları bunu tazmin eder. Bir inşaatı yapan müteahhidin genel hizmet ortağı vardır. Yaptım dediği halde yapmamış olabilir. Malzemeyi koymadığı halde koydum demiş olabilir. Bunun denetimini yapma görevi genel hizmete aittir. Bina yıkılırsa binanın neden yıkıldığı inşaat kayıtlarından ve yıkımdan tesbit edilir ve sebebi bulunur. Onunla ilgili dayanışma ortaklığına tazmin ettirilir.
c) Senet piyasaya mutlaka değer karşılığı çıkar. Halka dağıtılan sipariş parası arzının yıllık kira karşılığıdır. Yani, o sene o topraklarda üretim yapanlar kiralarını peşin olarak ödemiş olurlar. Şu şartla ki, karşılığı olan malları üretim yapıldıkça ödeyeceklerdir. Yani gününde olacaktır. Yahut çalışan kimselere ücret olarak ödenmiş olacağı için bu sefer de kira gibi ücret önce ödenmiş olacaktır. Diğer malların karşılığı da ambara değer girdikçe ödenecektir. İşletmelerde ambara ham madde girdiğinde ödenmiş olacaktır.
d) Burada önemli olan teminat genel hizmettir. Herkes aldığını ve verdiğini yazacağı ve herkesin sahip olduğu kredi yani para bilindiği için kompitürde yapılacak kontrol ile karşılıksız üremiş para hemen yeri ile birlikte ortaya çıkacaktır. Bunlara verilecek ceza, kart kullanamamaları olacaktır. Yani, herkesin bir hesap kartı olacak ve bu kartla her yerde alışveriş yapılabilecektir. Kart birinden hesap düşecek, diğerini yükleyecektir. İlk kaynağın olmadığı bir yükleme mümkün olmayacaktır.
Şunu unutmamak gerekir ki, insanlar kontrol mekanizmasını buldukça kötü niyetliler de hile mekanizmasını bulacaklar ve bu yarış kıyamete kadar devam edecektir. Nitekim biz ilaç buluyoruz ama mikroplar da yeni zehir buluyorlar, hastalık kıyamete kadar devam ediyor. İnsanlık ölüme çare bulamadığı gibi hastalığı da ortadan kaldıramıyor. Böylece evrim olmaktadır. Sosyal hayatta böyledir. Bugün ortaya çıkan kâğıt para her türlü yolsuzlukların, krizlerin kaynağıdır. Biz şimdi kaydi para ile bunu çözüyoruz. Ama bir gün bu paranın da virüsü ortaya çıkacak, hileleri başlayacaktır. O zaman da insanlar yine Kur’an’ı açacaklar, okuyacaklar ve çareyi bulacaklardır. O günkü gelişmiş teknik ve ilimle bulacaklardır.
Sistem çökmeye başlayınca insanlar iki gruba ayrılırlar, sömürülen-sömüren zümreler ortaya çıkar. Sömürenler gittikçe semirirler, sömürülenler de gittikçe yokluğa doğru giderler. “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek hâle gelirler. İşte onu diyecek hâle gelindiğinde, Allah’ın yardımı yakındır, deniyor Kur’an’da. İşte o garibanlar, Kur’an’a sarılır ve kendilerine kurtuluş ararlar. Sömürenler ise buna karşı gelirler. Kimi, siz gericisiniz, yenilik yapmazsınız, der, saldırır. Kimi de, siz dini bozuyorsunuz, şeriatı tahrif ediyorsunuz, diye saldırırlar. Bunların her ikisinin dinle, gericilikle, bozma ile hiçbir ilişkileri yoktur. Bunlar sadece kendi sömürü mekanizmalarını sürdürebilmek için Kur’an’ın gösterdiği yola karşıdırlar. Her ikisi kavga eder görünürler. Ama onlar aslında şerde birleşmiştirler. Namaz kılanları da, meyhanede dem çekenleri de aynı şekilde gerçek Kur’an ehline, halka düşmandır. Onlar sömürmek isterler.
Marx bunları anlatarak saldırıyor. Ne var ki, onlara saldırmakla hiçbir şey hallolmaz. Çünkü mevcut bir sistemdir. İyi-kötü çalışmaktadır. Ölüme gitmektedir ama bugün canı vardır. Bizim yapacağımız, sıkıntılara neden sokuyor? Adil Düzeni öğretmek için bize çektirmektedirler. Adil Düzenin sırtına binerek iktidar olanlar, Adil Düzeni bırakıp sömürücülerle sömürmede derece alma yollarını yeğlediler. Birbirlerine zenginlik cakasını satıyorlar. Oysa bunlar bütün servetleri ile Karun gibi toprağın altına gireceklerdir. Krizler onları yok edecektir. Amerika’daki sömürü merkezleri sosyal yıkıntının altında kalacaklardır. Tek kurtuluş Kur’an’ın gösterdiği müsbet ilmin ışığında Adil Düzeni kurmaktır. Burada hemen işaret edelim ki bu siyasetle hallolmaz. İktidarla hallolmaz. Bunun tek yolu, inanmış olan kimselerin kuracakları küçük işleteme ve bu arada yapacakları genel hizmetlerle sağlanacaktır. Bu uygulama bize Adil Düzeni öğretecektir. Adil Düzeni bilmeden Adil Düzeni nasıl uygulayacağız? Biz bu 25 genel hizmeti size anlatıyoruz. Aslında benim beynimde son derece nettir, karışık tarafı yoktur. Uygulamaya başlarsanız sizin beyninizde netleşecektir. Oysa, şöyle göz atıp okuyana karmakarışık gelecektir. Adil Düzeni istismar ederek oy alanlar uygulamaya akılları kesmediği için vazgeçmişlerdir. Sizler de hemen bunun için uygulamadan kaçıyorsunuz.
BANKALAR NE İŞ YAPACAK?
a) Ambarda mallar saklanacaktır. Hamiline yazılı olarak çıkarılmış kıymetli senetler saklanacaktır. Bunların çoğaltılması kolaydır. Çalınması ve taşınması kolaydır. Bu sebeple bu evraklar güvenilir yerlerde saklanacaktır. Bankalara götürüp emanet edersiniz. Kıymetli evrak demek, borç belgesi demektir. Kimin elinde ise o alacaklı demektir. Kur’an bunu Kur’an’ın en uzun âyetinde tedvin etmektedir. İşte bankaların bir işi budur. Bankalar bu kıymetli evrakı sakladığı için muhafaza parasını mı alacak, yoksa onu başkalarına borç verebildiği için karşılığında faiz mi verecektir? Adil Düzende banka hizmetleri kamu hizmetlerindendir. Bu sebeple ne muhafaza bedelini alacak, ne de faiz verecektir. Deme ki, ambarlar masrafsız malları muhafaza ederler, kasalar da masrafsız kıymetli evrakı muhafaza ederler. Arada bir fark vardır. Ambarlar mal girerken muhafaza masraflarını bir defaya mahsus alırlar. Yani, 11 kilo mal alır, 10 kiloluk senet verirler. Nakitte ise böyle bir fark alınmaz ve verilmez.
b) Bankaların ikinci önemli hizmeti ise kıymetli evrakı ihraçtır. Bugün bono senedi vardır. Halk tanzim eder, banka da onu kırar. İslâmiyet’te bu şöyle çalışır. Kişi eğer bir bono senedi tanzim edecekse, bir taşınmazı karşılık olarak gösterecektir. Bununla ilgili belgeyi demirbaşlar muhasebesinden alacaktır. Bu belgeyi dayanışma ortaklığına götürecek ve onlara ibraz edip dayanışma ortaklığından teminat mektubunu alacaktır. Bu mektubu bankaya götürecek ve banka da istediği miktarlarda senet föyü hazırlayacaktır. Kişi basın hizmetine gidip bastıracaktır. Bankaya gelen bu senet bankada şifrelenecektir. Yani, başkası bunu bir daha basamayacaktır. Bunun için bankanın kâğıt üzerine damlatacağı özel mürekkep emniyeti sağlayabilir. Aynı mürekkebi üretmek imkânsızdır. Banka kredi alanın parmağını da bastırarak kendi mürekkebi ile birlikte şifrelendirmiş olacaktır. Bu senetleri bono senedi tanzim edene verecektir. İşte böylece bono senedi piyasaya çıkmıştır. Bu senet nakit karşılığı çıkarılmış senet olduğu için Adil Düzende geçerli değildir. Ama mekanizması budur. Kolay anlaşılsın diye bu misâl verilmiştir.
c) Bankanın üçüncü görevi ise kredileşmeyi sağlamaktır. İnsanlar ürettiklerini hemen tüketmezler. Onu saklar ve gelecekte kullanırlar. Bu saklama işi de iki türlü gerçekleşir. Biri, ürettiği malı satar, karşılığında nakit alır ve onu saklar. Yahut, ürettiği malı ambara verir, mal senedini alır ve onu saklar. Böylece senet veya nakit malın saklanması aracıdır. Ancak burada kredileşme denen bir müessese daha vardır. O da değerleri kullandırmadır. Kişi bugün kendisinin kullanmadığı bir değeri başkasına kullandırır, yarın da kendisinin ihtiyacı olduğu malı kendisi kullanır. Buna kredileşme diyoruz. İşte kıymetli evrak dediğimiz, ister sattığında aldığı nakit, ister ambara verdiğinde aldığı senet hamiline yazılı ise kıymetli evraktır. Bu evrakı muhafaza için bankaya verir ve saklatır. Faizsiz muamele görür. Ama aynı zamanda o senetleri veya nakdi başkasına verirsiniz, kullanırsa kredi vermiş olursunuz. Dikkat edeceğimiz husus, burada verilen kredi evrakı değildir. Evrak karşılığı maldır. Eğer biz burada faiz alacak olursak, karşılıksız para çıkmış olur. Hiçbir şey almazsak, o zaman niçin verelim? Biz karşılığında kredi almayı isteriz. İşte buna kredileşme diyoruz. Bu hesapları tutarlar. Bu hesaplara göre kredileşmeyi sağlarlar. Burada önemli sorun, malların kredileşmesinde nasıl değerlendirme yapılacaktır?
d) Bankalardaki diğer önemli bir husus da, malların kredi değerleridir. Başka bir deyimle, resmi değerlerin tesbitidir. Adil Düzende resmi ücret vardır, resmi fiyatlar da vardır. Ancak kimse resmi ücretle çalışmak zorunda olmadığı gibi, kimse resmi fiyatlarla alıp satmak zorunda değildir. Devlet kendi muamelesinde resmi ücret ve resmi fiyatları kullanır. Burada uyguladığı politika şunlardır:
Banka resmi ücret veya fiyatları onların senetlerinde uygular, mallarında uygulamaz. Ambarda değil kasada uygular.
Banka bütün arz ve talebi karşılar. Alıp sattığı kıymetli evrakları her satandan alacak, her isteyene verecektir. Bunu sağlamak için de resmi kurlar, kasa stokları ile belirlenecektir. Ambar stoklarına göre değil, kasa stoklarına göre belirlenecektir.
Banka alıp sattığı evraklarda kur kârı koymayacaktır. O anda kaça alacak ise o kur ile değiştirmek zorundadır.
Banka kredileşmede tesbit edeceği kredileşme kurlarını mevduat stokuna göre hesaplayacaktır. Yani, banka iki şekilde çalışacak, kıymetli evrakı kârsız alıp satacaktır. Bunun sermayesi ile yapacaktır. Banka bunun dışında mevduat kabul edecek, mevduat stoklarına göre kredileşmeyi sağlayacaktır.
Bankaların bu işleri yapabilmesi için sermaye kendisine kredi olarak verilecektir. Bu kamu hizmeti olan banka işletmesi içinde bütün kamu hizmetleri vardır. Bunların hepsi dayanışma ortaklıklarınca teminatlıdır. Denetim kamu hizmet denetimi usûlü ile yapılmaktadır. Yönetim de kamu yönetimi ilkesi içinde yapılmaktadır. Kamu denetimini hatırlayalım. Banka şubesini dayanışma ortaklıklarınca atanan yönetim kurulu yönetmektedir. Şube yöneticisi ilgili bakanlıkça atanmıştır. Yönetici istişare eder, karar alır. Kararı hizmetliler uygular. Hizmetliler banka yöneticisine değil, hakemlere karşı sorumludurlar. Hakemlere ise mağdur gidebildiği gibi, yönetim kurulu üyeleri gidebilir ve kararları iptal ettirebilirler. Her türlü banka muamelesi kurallar içinde yürür, takdir hakkı kimsede yoktur. Banka kime kredi vereceğine kendisi karar vermez. Dayanışma ortaklıkları verir.
KAMU VE GENEL HİZMETLER
Bugün uygulanan kuvvet medeniyetinde, yönetenler var, yönetilenler var. Yönetenler kamuyu temsil ediyorlar. Yönetilenler de örgütlenirse Genel Hizmeti temsil ediyor. Adil Düzende ise yöneten ve yönetilen yoktur. Hukuk düzeni vardır, bir de askeri düzen vardır. Hukuk düzeninde kişiler ehliyetlerine göre iş yaparlar ve mevzuata uymak zorundadırlar. Herkes ayrı ayrı davranışlarından dolayı hakemlere karşı sorumludur. Hakemleri kendisi seçmektedir. Askeri düzende ise herkes yine ehliyete göre üstünü seçmektedir. Savaş dışında değiştirememektedir. Seçtikten sonra artık üstüne kayıtsız şartsız itaat etmektedir. Orada hâkim vardır, hakem yoktur. Halkın tamamı hem kamu hizmetlidir, hem de genel hizmetlidir. Eğer bir yerde hukuk düzeni varsa genel hizmetlidir. Eğer bir yerde askeri düzen varsa, orada kamu hizmetlidir.
Plân ve projeler hazırlanırken, eğitim yapılırken, işletmeler kurulurken, hep askeri ve hukuk düzeninde yarayacak şekilde hazırlanır. Yani, yol yaptığımız zaman bunu halkın gidip gelebilmesini, mallarını götürüp getirmesini sağlamak için yaparız. Ama aynı zamanda bu yolun savaşta askeri harekette kullanılmak üzere hazırlarız. Burada Genel Hizmeti verenler, gerektiğinde kamu hizmetlerinde de kullanılacak şekilde hazır bulundururlar.
Bankalar kamu ve Genel Hizmetlere yarayacak şekilde teşkilâtlandırılır. Orada çalışan personel ona göre eğitilir. Programlar ona göre hazırlanır. Seferberliğin ilânı ile bankalar hemen kamunun hizmetine girer. O halde banka bilmelidir ki, seferberlik hâlinde işler nasıl yürüyecektir? Hukuk düzeni varken bankalar dayanışma ortaklılarının hazırladığı mevzuata göre hareket eder ve banka hizmetlerini mevzuat tedvir eder. Seferberlik hâlinde ise bankaların mevzuatını banka yöneticileri hazırlamaz, doğrudan doğruya komutanlık hazırlar. Sorumluluk artık mevzuata karşı değil, üste karşıdır. Hakemler muhakeme etmez, hakimler muhakeme eder. Yani, demokratik yönetim merkezi yönetime geçer.
Seferberliğin ilânı demek, meclislerin ve şûraların yetkilerini alıp komutanlara vermek demektir. Bu sebeple bu hususta kararı meclise bırakmak yanlıştır. Bu hususta karar alma yetkisi meclisin seçtiği başkanlara verilmelidir. Yani, gerektiği zaman askeri yönetim uygulanabilmeli, Genel Hizmet Yönetimi kamu yönetimine dönüşmelidir. Halk müteşebbis iken asker oluvermelidir. Bu yapılabiliyorsa, askerlerin normal hallerde sivil yönetime karşı müdahale ihtiyacı ortadan kalkar. Bugün ise bu zorunlu olmaktadır. Çünkü aksayan Genel Hizmet sonra kamu hizmetini de aksatmaktadır.
Seferberlik hallerinde bütün imkanlar askeri yönetime girer. Halk savaşa iki şekilde katılmış olur. Ya mallarını karz-ı hasen olarak verirler, savaşın sonunda verdikleri malları geri alırlar. Yahut da malları sermaye olarak koyarlar, sonunda savaş kaybedilmişse mallarını kaybederler, kazanılmışsa ganimeti paylaşırlar Bütün değerler Genel Hizmet tarafından kayda alındığından savaş başı ile savaş sonunda durum çok kolay hesaplanır. Böylece bölüşme sorun olmadan çözülür.
Demek ki, kamu hizmetleri nöbetleşe yapılan işlerdir. Bunlar ocaklarda başlar. Bekçilik ve temizlik nöbetleri tutulur. Bucaklarda koruma nöbetleri tutulur. İllerde iç güvenlik nöbetleri tutulur. Ülkede de dış savunma nöbetleri tutulur. Bu nöbetler kamu hizmetidir. Bu nöbetleşmede yapılan hizmetler kamu hizmetleridir. Nöbetlerin tutulmadığı sıradaki işler Genel Hizmettir. Bu barışta böyledir. Bu ayırımı yaptığımızda kamu hizmetleri ile Genel Hizmet arasındaki sınır çizilmiş olur. Yani, aynı hizmetliler, kamu hizmeti yaparken askeri usullerle hareket edeceklerdir, Genel Hizmetleri yaparken hukuk düzeni esasları içinde hareket edeceklerdir. Peki, buradaki denge nasıl sağlanacaktır. Genel kural şudur ki, bucak ve ocak hizmetlerinde asıl olan Genel Hizmettir. İl ve ülke hizmetlerinde asıl olan kamu hizmetidir. İnsanlıkta ise nöbet olmadığı için yalnız Genel Hizmet vardır.
Bakınız, tanımlar yapıldıkça her şey nasıl netleşiyor.
Ocak, bucak, il ve ülke başkanları askerlerden seçilmektedir. Yani, nöbetlilerden seçilmektedir. İlk dengeyi onlar kuracaktır. Yalnız ocak ve bucakta başkanlar yargının emrindedir. Yargı bunların kararlarını iptal edebilmektedir. Oysa, il ve ülke başkanları askeri yönetim uygulamasına karar verirse bunu yargı durdurmamaktadır. Ne var ki, bu kararlar yerel yönetimi etkilemektedir. Fiili savaş olmadıkça devlet yönetimi illerin iç işlerine, iller de bucakların iç işlerine, bucaklar da ocakların iç işerine karışmamaktadırlar. Hukuk düzeni yerinden yönetim ile sağlanır. Yerinden yönetim, kararların taşranın içinde geçerli olmayışı demektir. Kamu ve genel hizmet sahalarını ayırdıktan sonra, biz kooperatif olarak kamu hizmetini yapamayız, yalnız Genel Hizmet yaparız. Kamu hizmetlerini ise devletimiz yapar ve biz ona vergi veririz. Böylece şimdilik kamu hizmetlilerle genel hizmetliler ayrı olacaktır. Genel Hizmet kuruluşları kamu hizmet kuruluşları ile akord hâle gelirlerse, o zaman bürokrasi sona erer ve genel hizmetlerle kamu hizmetlerinin hizmetlileri birleşmiş olur. Yani, genel hizmetleri halk oluşturacak, sonra kamu hizmetleri de Adil Düzene göre yapılacaktır.
KASA HİZMETLERİ
Kooperatif ortakların kasa hizmetlerini yapmaya hemen başlayabilir. Bankada ortak hesap açtıracaktır. Herkes nakdini o hesaba yatıracak, makbuzunu alıp kooperatif muhasebesine verecektir. Kendisine para gerektiğinde kooperatif muhasebesine başvurup çek kestirecek, o çekle bu hesabı kapatacaktır. Böylece herkesin kooperatifte cari hesabı olacaktır. Kooperatifin ise bankada tek hesabı olacaktır. Bununla beraber banka ekstrelerinde kimin para çektiği, kimin para yatırdığı belli olmuş olacaktır.
Banka ile yapacağımız anlaşmalarla bizim hesabımız faizsiz olacaktır. Ancak, para Merkez Bankasının altın satışı üzerinden hesaplanacaktır. Böylece banka bizim paramızın para değerini koruyacaktır. Biz de ortaklarımızın para değerini korumuş olacağız. Bankalar bu tür hesabı kabul etmeyebilirler. Çünkü bankalar kâr ve zarar hesaplarını yapmaktan çok, devleti sömürme esasına göre çalışırlar. Geri kalmış ülkelerde reel kazanç yoktur. Devletten kendilerine aktarılan değerler vardır. Dışarının talimatı ile hareket eden bankaları yola getirmek son derece zordur. Ama Adil Düzenciler yılmamalıdırlar. Her karşı çıkışa çare bulunmalıdır. Bunun için yapılacak başka iş de kuyumcularla anlaşmadır. Kuyumcular, o günkü Merkez Bankası altın satış hesabıyla TL’yi kabul etmeyi ve alacaklılara ödemeyi taahhüt ettikleri takdirde, biz nakdimizi kuyumculara veririz. Kuyumcular onu altına çevirerek ticaret yaparlar, talep ettiğimizde öderler. Kişiler kuyumculara gidip dolaşmayacaklardır. Bizde kasa hizmetlerini yapan kişiler olacaktır. Para gerektiğinde kuyumculardan alıp onlara götürecek, paraları olduğunda da kuyumculara götürecektir.
Kuyumcuların bu işlemden yararlanabilmeleri için kooperatifte tapulu bir taşınmazları olmalıdır. O taşınmaz dükkan olabilir, ev olabilir, tarla olabilir. O taşınmazları kendileri kullanırlar. Sadece tapusu kooperatifte olur. Kooperatif onu kuyumcuya tahsis eder. Kooperatifler kanununda böyle tahsis, başka resmi kayıt aranmaksızın geçerlidir. Yöneticilerin suistimali, tapu memurlarının suistimali gibi suçtur ve cezası vardır.
Kooperatif ortaklarının yatırdıkları nakit de aynı şekilde kooperatif emanetindedir. Kooperatifin onu başkasına kullandırma yetkisi yoktur. Kooperatif bu meblağlara karşı taşınmazların hisse senetlerini taahhüt eder. İzmir’deki Akevler’de bunun için ayrılmış taşınmazlar vardır. Ancak kimse bunları öğrenmemekte ve yürütmemektedir. Böylece ondan istifade edilmemektedir. Allah isterse bu hizmetleri okuyan mü’minleri ortaya çıkaracak, bizim 33 yıllık birikimimiz bunlar tarafından kullanılacaktır.
Akevler kooperatiflerinin takip ettikleri ilkeler şunlardır:
a) Mülk sahibi ortaklar önce taşınmazlarının tapularını bu kooperatife vereceklerdir. Bu yerler kooperatife emanet olacak, kooperatif yönetimi bunun üzerinde herhangi bir işlem yapamayacaktır. Mülk sahiplerine kooperatifçe bir pay belgesi verilecektir.
b) Kooperatiften bu yolla elde edilen kredi sahibi her hangi bir iş kuracaktır. Diğer ortakların bu kredi limiti içinde o ortağa verdiği miktarlar kooperatife verilmiş olacak ve kooperatiften alınmış olacaktır. Şayet ödeme yapmazsa kooperatifteki payına el konacak, onun taşınmazında o kadar pay alacaklının olacaktır.
c) Ayrıca ortaklar nakit olarak yatıracaklar, bunlara nakit olarak kullandırılacaktır. Bu kullandırmada da kredileşme esas olacaktır. Kooperatifin büyüdüğünü, genişlediğini, ülkede teşkilâtlandığını düşününüz. Yani, benzer kooperatiflerin her tarafta kurulduğunu farz edelim. İşte o zaman herkes kooperatif kredisi ile alış-veriş yapacaktır. Böylece ekonomik krizler etkisiz hâle gelecektir.
d) Burada tasarruf sahibi olanlar kooperatifin çıkaracağı pay senetlerini alarak işletmelerine katılır ve onlardan yararlanırlar. Burada da kooperatif onların pay senetlerini alıp satarak likidite sağlayabilir. Kâr ve zarar günlük hesaplanır. Yani, kasadaki mevcudu ile dün kasaya verdiği pay senedinin bugünkü değerini bilebilir. Kâr ve zarar bilinebilir. Ayrıca kâr ve zarara iştirak etmiyorsa, kredileşme karşılığı hesaplanır, teminat gösterme suretiyle mevduatından yararlanır.
Kooperatifimizin geleceğin medeniyetini kurabilmesi için çok şeye ihtiyaç yoktur. 10 kişinin Adil Düzene inanıp onu öğrenmeleri gerekir. Bunun için ne yapacaklar? Bizim 1967 yılından beri oluşturduğumuz Akevler Kooperatifleri ve Adil Düzen Çalışmalarını yakından takip edeceklerdir. Ondan sonra da inanarak bunun gerçekleşmesi için neleri varsa vereceklerdir. Bugün bu yaptığımız seminerlerle sizlere malzeme hazırlıyoruz. Yarın böyle bir şeyi yapmak istediğinizde yol gösteriyor, daha doğrusu sizi müsbet ilmin ışığında oraya götüren yolu gösteriyoruz. Sorunları biz değil, müsbet ilmin meş’alesinde Kur’an çözecektir. Bizim zihnimizde oluşan çözümleri sizlere aktarabildiğimiz kadar aktarıyoruz. Bunların bir kısmı kaybolacaktır. Bir kısmı ise şimdi değil, sonraları değerlendirilmiş olacaktır. Biz bu işe 1960’larda başladık. Hedefimiz, Hak Düzenin ne olduğunu öğrenmek ve uygulamaktı. Hatalarımız olmuştur. Ancak, başarımız da kesindir. Bugün Adil Düzeni duymayan yoktur. Onu hesaba katmayan yoktur. Halkımız da bu sayede ilmen, dînen, mâlen ve siyaseten çok ileri seviyeye gelmiştir. Hâkim sınıf direnmektedir. Direnir, bu normaldir. Çökmeleri ise ondan daha normaldir. Gelecek Adil Düzenindir; hortumlayanların değil...
KASA TEŞKİLATI
Asrımız iş zamanıdır. Kur’an’ı herkes öğrenecek, öğrenebildiği kadar öğrenecek; matematiği herkes öğrenecek, öğrenebildiği kadar öğrenecek. Böylece insanlığın içinde, yurt içinde, kent içinde, semt içinde diğer insanlarla ilişki kurma yolu bulunacaktır. Bir mühendis hukuk bilmezse diğer insanlarla nasıl anlaşmalar yapacaktır? Bir hukukçu mühendislik bilmezse teknik sahadaki sorunları nasıl çözecektir? O halde hepimiz birbirimize bağlıyız, işlerimiz birbirine bağlıdır. Genel kültürümüz olmalıdır. Ama bir de ihtisasa önem vermeliyiz. Her birimiz bir işte ihtisas yapmalıyız. Bunları nasıl yapacağız? Kooperatifin genel toplantılarına katılıp orada genel kültürümüzü geliştireceğiz. Ayrıca kendi cemaatimiz olacak, orada da ihtisas konusunu geliştireceğiz.
İşte bu işi yapabilmemiz için günün 6 saatinde geçimimizi temin için çalışacağız. Doktor isek, hastalarımızı muayene edeceğiz. Avukat isek, davalarımıza bakacağız. 6 saatlik çalışma bizi geçindirtmelidir. Kendi hayat standardımızı buna göre ayarlamamız gerekir. Yani, 6 saatlik çalışma ailemizi geçindirmelidir. Eğer hanım da çalışıyorsa, o istediği gibi kazançlarını değerlendirebilir. Ancak, kocasından 6 saatten fazla çalışıp aileye gelir getirmesini isteyemez.
Kişi kalan 6 saatin 3’ünü mutlak surette ortak toplantılarda geçirmelidir. Orada meslekle ilgili değil, birlikte yaşamanın şartı olan genel kültürü almalıdır. Kalan 3 saatini de mesleki eğitimde geçirmelidir. Günlük 3 saat akşam yatsıdan önce yapılan sohbettir. Kur’an üzerinde durulmakla geçirilir. İzmir’de hâlen günde 2 saatlik böyle bir çalışma yapmaktayız. Biz bin hanelik bir kent kurmalıyız. Bu kentin tapusunu ortaklara vermemeliyiz. Yapıların değerleri toprak değeri ile belli olmalıdır. Ortaklığa uyumsuz olanı hakem kararı ile ortaklıktan çıkarmalıyız. Karşılığını da bin aile bölüşerek ödemelidir. Sonra satıldıkça iade edilmelidir.
Bu 1000 hanelik kentimizde 100 kadar ocağımız olmalıdır. Ayrıca bir de merkez ocağımız olmalıdır. Ocaklarda her gece 3 saat kadar bir zaman içinde toplantılar olmalıdır. Burada genel kültür gelişmelidir. Kur’an okunmalıdır. Okuma seviyesi ocaklara göre farklı olmalıdır. Kişiler akşam sohbetlerinde kendilerine uygun ocaklara gidip eğitimlerini geliştirmelidirler. Kendi ocağından kopmamak için bir gün kendi ocağında, bir gün de misafir olduğu ocakta sohbet yapılır.
Ayrıca, isteyenler günde 9 saat mesai yaparlar ve gelirlerini artırırlar. İsteyenler de 3 saatlik ihtisas toplantılarını yaparlar ve onlar da mesleklerini geliştirirler. İşte 1000 hanelik sitede böylece 25 hizmetin toplantı zamanları olacaktır. Bunlar 10’ar kişiden oluşacaktır. Yani, 250 kişi olacaktır. Bu hizmetlere kadınlar da katılabilirler. Böylece Genel Hizmet oluşumu başlar. Biz 1000 hanelik site için yer arıyoruz. Görüyorsunuz, parti taassubu sebebiyle bir arsalık yeri bile vermiyorlar. Bunlar batacaklardır. Gark olacaklardır. Bizim sabırlı olmamız ve çalışmalarımıza devam etmemiz gerekir. Biz yeteri kadar olduğumuz ve olgunlaştığımız zaman, göreceksiniz, Allah bize her türlü imkânı sağlayacaktır.
Ahşap Ev Projemiz onun için önemlidir. En az imkân ile bu konudaki faaliyetlerimizi sürdürüyoruz. Sabredersek, başarıya ulaşırız. Yani, biz kuru teori üretmiyoruz, aynı zamanda proje üretiyoruz. Katılanlar olursa kurtulurlar; katılan olmazsa kendileri bilirler. Şimdi, demek ki içimizden bir arkadaş kooperatif yönetim kurulunda kasa hizmetlerini yüklenecektir. 10 ortak aramaya başlayacaktır. Sorunu önce kendisi öğrenecek, sonra da onlara anlatmaya çalışacaktır. Biz Akevler’de bu çalışmalara başladık. Bunların hepsi güç aldılar. Dağıldılar, yetkili oldular. Üst makamları işgal ettiler, zengin oldular. Birlikte hareket edemediler.
O zaman yaptığımız hata, birlikte hareket etmeyişimizdir. Başka kuruluşları da bizim gibi saydık. Onlar bizden yararlandılar; biz onlardan yararlanma şöyle dursun, kendilerine rakip olurlar korkusu ile bize cephe aldılar. Bu sebeple genişleme imkânı bulamadık. Bundan sonra bizim takip edeceğimiz siyaset, bizi destekleyenleri destekleyeceğiz. Eğer bir dinî cemaat bizi desteklerse, biz de onları destekleyeceğiz. Eğer bir siyasi parti bizi desteklerse, biz de onları destekleyeceğiz. Eğer bir ekonomik kuruluş bizi desteklerse, biz de onları destekleyeceğiz. Ama kimsenin uydusu olmayacağız. Bunlar zaten kendilerini paraya, makama ve batıya satmışlar; bizi de o denizlerde boğmasınlar. Bunların karşısında da olmayacağız. İşleri ve yolları kendilerine hayırlı olsun.
Biz yolumuza Kur’an’ı müsbet ilimle anlayarak devam edeceğiz. Maddî imkânımız elverdikçe, onları da harcayacağız. Ondan sonrası bizim değil, Allah’ın işidir. Bizim yapacağımız bir şey yoktur. O güçlüdür ve sözünü yerine getirir. Adil Düzen mutlaka gelecektir. Falanın veya filanın istemesi ile değil, tarihin tabii akışı içinde ve tekâmül kanunlarına göre Allah mutlaka getirecektir. Hiç kimsenin tabii ve sosyal kanunları değiştirmeye gücü ve yetkisi yoktur. Herkes istese de istemese de O’nun düzenine uymak zorundadır. Bir kapalılığımızı vardır. Yeni arkadaş bulamıyoruz. İnsanları bir araya getiremiyoruz. Çalışmalarımızdan haberdar edemiyoruz. Günü vardır. Günü ve vakti gelince o da olacaktır.
ALTIN GRAM KARTLARI
Faizli sistemde insanlık borç içinde boğulacak hâle gelmektedir. Dünyada bütün devletler borçlu. Ülke içinde firmalar borçlu, aileler borçlu. Peki, diyeceksiniz ki kim alacaklı? Çalışmayan ve riziko taşımayan tembel sömürücü bir grup vardır, onlar alacaklı. Bunlar devlet değil, doğrudan doğruya sermaye sahibi kişiler. Kapitalistler. Yani, devletler ve halk borçlanmakta ve birkaç aile sömürmektedir. Bunu iş yaparak, rizikoya girerek, faizli sistemde yapmaktadır.
Ne var ki, bu düzende artan borç ve alacağın karşılığı nedir? Yeryüzüdür, fabrikalardır, insan emeğidir. Bu kapitalistler akıllı olsalar, öyle düzen kurabilirler ki, gerçekten insanlar mesut olurlar. Halk borçlu değil, alacaklı hâle gelir. Ekonomik krizler olmaz, refah olur. Savaşlar olmaz. Sömürü olmaz. Ne var ki, bunlar bunu yapmıyorlar. Çünkü onlara göre, eğer halk zengin olursa, devlet güçlü olursa, savaşlar ve çekişmeler asgariye inerse, kendi saltanatları yıkılacak. Dolaysıyla suni olarak ekonomik krizler yaratıyorlar. Bunu da bugünkü banka parası ve kredileri ile yapıyorlar.
Arada sırada gelen sel toplulukları perişan ediyor, ekonomik krizler sosyal krizlere dönüşüyor, iç isyanlar komşular arası savaşlara doğru gidiyor. Herkes huzursuz. Herkes endişe içinde. Giriştikleri siyasi çabalar sonuç vermiyor. Çünkü ekonomiyi düzelten iktidarlar alaşağı ediliyor. Kimine ırkçı deniyor, kimine bölücü deniyor, kimine gerici deniyor, kimine de hırsız deniyor. Bir ad bulunuyor, sonra da bürokratlar harekete geçiriliyor ve çalışan yönetici düşürülüyor. Adnan Menderes’i asmadılar mı? Turgut Özal’ı kurşunlamadılar mı? Süleyman Demirel’e kan kusturmadılar mı? Necmettin Erbakan’ı yasaklı hâle getirmediler mi? Alpaslan Türkeş’i hapishanelere atmadılar mı?
Bütün bunları kim yaptı? Askerler mi? Hayır! Polisler mi? Hayır! Siyasiler mi? Hayır! Diktatörler mi? Hayır! Bunları sömürücü şer kuvveti yaptı ve yapmaya devam edecektir. Eline geçirdiği tezgâhla sözünü dinlemeyen bir siyasetçi, bir bürokrat, bir iş adamı veya bir yayıncı hemen tepelenmektedir. Alaşağı edilmektedir. Onların şerrinden korunmaları için çark çalışıyor ve zulümler devam ediyor. Bundan zannetmeyin ki Roma’daki Papa veya İsrail’deki hahambaşı, yahut Rusya’daki devlet başkanı veya Amerika’daki başkan sorumludur. Bunların hepsi o çark içinde ister istemez sadece birer araç.
Bu korkunç çark çalışırken insanlık gittikçe göçmektedir. Çevre kirliliği, nesil dejenerasyonu, silahlanma ve mafya insanlığı mahvediyor. İnsanlık kendisine kurtuluş aramalıdır. Herkes ümidini kesmiş, bu işleyen çarka teslim olarak ölümü bekliyor.
Yanılıyorsunuz. Bu Kâinatı var eden Allah vardır. Böyle üç-beş habisin geçici saadeti için yeryüzünü mahvetmez. Bir gün bu sömürücüler de tehlikeyi gözleriyle göreceklerdir. Firavun’un denizde boğulduğu gibi boğulacaklardır. Kur’an ve diğer ilâhi kitaplara satılanlar denizleri geçecek ve kurtulacaklardır. Yeryüzü bir daha Allah’ın varlığını görecektir. Allah kendi düzenini mutlaka hâkim kılacaktır.
Birinci ve ikinci Cihan Savaşları niçin oldu? Almanların dünya pazarlarına çıkamamasından doğdu. Çıkan savaşlarda Almanlar yenildiler ama, onların siyaseti galip geldi. Bugün dünyanın her yerinde Alman mamulleri pazarlanıyor. Demek ki, galip gelenler aslında mağlup olmuşlardır. Sosyalizmi dünyayı sömürmek için icat ettiler. Onu dejenere ettiler. Aile, din, devlet ve mülkiyet düşmanı yaptılar. İnsanlık kan kustu, sosyalizm yıkıldı, ama şimdi dünya sosyalist oldu. Allah kendi Adil Düzenini adım adım getirmektedir.
Bizim tavsiyelerimiz, halkın teşkilâtlanarak Adil Düzenin barış yoluyla gelmesini sağlamasıdır. Kan akmasın, canlar yanmasın için biz bunları yazıyoruz. Silahla değil, kuracağımız çetelerle değil, eşkıyalıkla değil; kuracağımız Mala-Mal Marketleri ile, oralarda vereceğimiz Genel Hizmetlerimizle, Kredileşme Ortaklıklarımızla bu işin olmasını istiyoruz. Bize kulak vermiyor, bizi susturuyorlar. İnternet sitelerimizi bozuyorlar. Ama bu bize değil, bunu yapanlara zarar verecektir. Mahvolup gidecekler. Zavallılar!..
Ey siz Hakka iman edip adaletin varlığına inanan kardeşlerim!
Tarihte zulüm hiçbir zaman galip gelmemiştir. Galip gelseydi, şimdi insanlık olur muydu? Tarih daima evrimleşmiş ve ileriye gitmiştir. Gelecek geçmişten her zaman iyidir. Dünya ileride bu günkünden çok ileride olacaktır. Kimsenin burada şüphesi olmasın. Sorun, geçişteki bu fırtınalardan kendimiz nasıl koruyacağımız sorunudur. Cevap Kur’an’da vardır. Allah’a ittika ediniz, Kur’an’a sarılınız, diyor. Kur’an ne diyor? Karz-ı hasen müessesesini kurunuz, diyor. Bu nedir? Birbirinize borç veriniz demektir. Faizsiz borç veriniz demektir. Bunun için dayanışma ortaklıkları kurunuz diyor. İşte, kooperatifimiz budur. Bu konuştuklarımı tam anlayabilmeniz için Kur’an ile olan yakınlığınızı artırmanız gerekmektedir. Bu söylediklerimizi kendi hayatımızda başaramayabiliriz. Ama Hazreti İsa’nın öğretileri 300 yıl sonra insanlık tarafından benimsendi. Şimdi yeryüzünün üçte biri onun izinde. Dörtte biri olan Müslümanlar da onun izinde. Onlar başardılar, çünkü Allah’ın yolunda idiler. Siz de Allah’ın yolunda olursanız, başaracaksınız. Ben güçlüyüm, diyeceksiniz. Çünkü ben inanıyorum, diyeceksiniz.
a) Kooperatif İstanbul’un 200 yerinden başlayarak ülkenin bütün ilçelerinde ya yeniden birer döviz bürosunu açacaktır, yahut mevcut olanlarla anlaşacaktır.
b) Kooperatiflere altın-gram kartları verecektir. Bu kuyumcularda altın-gram okuma makineleri bulunacaktır.
c) Ortak bu kuyumcuya cumhuriyet altınını verince, ortağın kartına kooperatiften alacak hesabı yüklenecek, cumhuriyet altını alınca da kooperatife borç hesabı yüklenecektir. Kuyumcu da kooperatife borçlanacak veya kooperatiften alacaklı hâle gelecektir.
d) Kuyumcudan taşınmaz teminatı alarak borçlanma limiti tanınacaktır. Ondan fazla altını satın alamayacaktır.
e) Kuyumcu kendisine verilen cumhuriyet altınını istediği gibi değerlendirebilecektir. Ancak Merkez Bankası’nın cumhuriyet altını satış fiyatını esas alacak ve nakit getiren kimselere o kadar altını almış kabul edecektir, İsteyen de o değerde nakit ödeyecektir. Yani, cumhuriyet altınının fiyat farkı gözetmeksizin Merkez Bankası’nın satış fiyatı ile alıp satacaktır.
Bölgelerde kurulacak toptan kuyumcular aracılığı ile fazla gelen altınlar ile eksik kalan altınlar oralardan karşılanacaktır.
ÖNEMLİ UYARILAR
Bir devletin parası o devletin kanıdır. Merkez Bankası da kalbidir. Gelişmiş topluluklarda kalbin durması o canlının ölümüdür. Enflasyon, tansiyonun düşmesi veya yükselmesidir. İşsizlik ise, kanın kirlenmesi ve zehirlenmesidir. IMF, Dünya Merkez Bankası benzeri çalışmaktadır. Batı sömürüsünün sürebilmesi için ülkelerin Merkez Bankalarını ifsad edip kan dolaşımını yani para dolaşımını aksatmaktadır. Bunun yarısı sömürü düzeninin kötü niyetinden ileri gelmekte, diğer yarısı da faizli sistemden ortaya çıkmaktadır. Türkiye bu saldırıların en öndeki hedefidir. Türk yöneticileri bu saldırılara karşı koyamamaktadır. Türk halkının direnmesi gerekmektedir. Bunun için Türk halkına bazı tavsiyelerim olacaktır. Okuyanlar, lütfen herkese anlatsınlar.
a) Halkımız, sadece devlet bankaları ile, sadece Ziraat Bankası ile çalışmalıdır. Faizsiz banka olduklarını iddia eden finans kuruluşları ile bile çalışmamalıdırlar. Ziraat Bankası’nı özelleştirip Türk parasını hepten yok etmek istiyorlar. Buna karşı herkesi uyarmamız gerekir.
b) Herkes banka kartı almalı ve kart ile çalışmalı. TL olarak elde para bulundurulmamalıdır. Devlet bankası ile faiz alıp vermek, eğer o devlette faiz meşru ise meşrudur. Yani, günah değildir. Çünkü o para zaten faiz parasıdır. Devlete hakkın geçebilir, devletin hakkı sana geçebilir. O senin hakkındır.
c) Halk arasında her türlü ödemeler Türk Lirası ile yapılacaktır. Başka herhangi bir nakit kullanılmayacaktır. Böylece Türk Lirasının para olarak kalmasına yardımcı olmalıyız. Paramız battığında devletimiz de batmış olacaktır. Türk Lirası dışında bir para yurt içinde bizim için geçerli olmamalıdır.
d) Merkez Bankası’nın altın fiyatlarını esas alıp tüm borçlanmaları onun üzerinde yapmalıyız. Borçlanma hesapları buna göre olmalıdır. Bu Türk Lirası ne kadar enflasyona, dalgalanmaya tâbi olursa olsun bizi etkilemez. Bu Türk parasının değerini de korur.
e) Alış-verişlerimizde, borçlanmalarda, çek veya bono senetlerini kullanabiliriz. Böylece nakit krizi varsa, giderebiliriz. Ancak, bunların ödeme esnasındaki değerleri o günkü altın değeri üzerinden olacaktır. Yani, eksiği veya fazlası kooperatifin hesabında borç veya alacak olarak geçecektir.
Kooperatif bu işlemlerde nasıl devreye girecektir? Onun mekanizmasını ortaya koyalım.
1- Bir yerde alış-veriş eden esnaf, tüccar, işçi, halk taşınmazı ipotek göstererek kooperatifin kendisine kredi açmasını isteyecektir. Kooperatif taşınmazın yüzde seksen değeri ile kefil olacaktır.
2- Ortaklar tanzim ettikleri çek veya bono senetlerinde kooperatifi de devreye sokar, onlara da ciro ettirirler. Bu kooperatifin garantisi olur. Böylece bu çek ve senetler piyasada para gibi değer kazanır.
3- Tüm borçlanma ve ödeme kooperatif muhasebesinden geçeceği için hesaplar altın değeri üzerinde yapılıp yıl sonunda herkesin borç ve alacakları çıkarılır. Bu borçlanma altın değeri üzerinden faizsiz olur.
4- Herkes kullandığı altın-gram kadar altın-gramı kullandırmak zorundadır. Kullandığı altın-gram kredisi ile kullandırdığı altın-gram kredisinde lehinde durum varsa borçlanma limiti artırılır. Aksi ise, borçlanma limiti düşürülür. Gününde ödeyememe diye bir sorun olmayacaktır. Ödenmemiş olanlar kooperatifin ortak hesabından ödenecektir.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayan: REŞAT NURİ EROL