KUR’AN MATEMATİĞİ / 126 SEMİNER 07.09.2001
بسم الله الرحمن الرحيم
ان الذين كذبوا بأياتنا و استكبروا عنها لا تفتح لهم أبواب السماء و لا يدخلون الجنة حتى يلج الجمل فى سم الخياط و كذلك نجزى المجرمين (7/40) لهم من جهنم مهاد ومن فوقهم غواش و كذلك نجزى الظالمين (7/41) والذين أمنوا و عملوا الصالحات لا نكلف الا وسعها أولئك أصحاب الجنة هم فيها خالدون (7/42) و نزعنا ما فى صدورهم من غل تجرى من تحتهم الأنهار و قالوا الحمد لله الذي هدانا لهذا و ما كنا لنهتدي لو لا أن هدينا الله لقد جاءت رسل ربنا بالحق و نودوا تلكم الجنة أورثتموها بما كنتم تعملون (7/43)
ان الذين كذبوا بأياتنا و استكبروا عنها “Âyetlerimizi tekzib edip istikbar edenler.” deyimi daha önce geçmişti. Daha sonra Allah üzerine kezib iftira eden veya âyetlerini tekzib edenden deyimi kullanılmıştır. Burada yeniden âyetlerimizi tekzib eden ve istikbar eden deyimini tekrar etmiştir. “Va” harfi getirmeden tekrar etmiştir. Demek ki yukarıda kastedilenlerle burada zikredilenler aynı kimselerdir. Kur’an’da Allah’a izafe edilen âyetten maksat, Kur’an’ın müsbet ilimle doğrulanmış ifadeleridir. Müsbet ilim demek, deneylerle sağlanmış ilim demektir. Saatte 80 kilometre ile giden bir araba İstanbul’dan Ankara’ya 6 saate varır dersek ve sonra da gerçekten öyle varsak, bu müsbet ilim olur. Eskiden sosyal ilimlerde müsbet ilmin olmayacağı sanılırdı. Oysa bugün istatistik ilmiyle bütün olaylar müsbet ilmin, yani matematiğin merceği altına alınmıştır. Sosyal ilimlerde de pekala müsbet sonuçlar elde edilmektedir. Mesela, tarihte zalim yönetimler olmuş, ömürleri ne olmuş; adil yönetimler olmuş, ömürleri ne olmuş? istatistiği yapılıp Kur’an’da söylenenlerin doğru olup olmadığı saptanabilir.
İstikbar etmek demek, kendini büyük saymak, üstün saymak ve başkalarına eşit hâle gelmemek için uzak kalınmaktadır. Mü’min ile kâfir arasındaki en büyük fark, mü’min zekât vermek için çalışır, kâfir ise başkalarına üstün olmak, onlara hükmetmek için çalışır. Birisi hâkim olmak, diğeri hâdim olmak için çalışır. Biri kendisinin olup komşusunun olmazsa bunun sevincini yaşar. Diğeri ise benim var onun yok diye üzülür. Allah zıt şeyleri de hep dengeli var etmiştir. Sırat köprüsü bıçak sırtı kadar keskindir derler. Îman ile küfür arasındaki fark bıçak sırtı kadardır. Îman sahipleri de kazanmak için, âlim olmak için, güçlü olmak için çalışırlar, ibadet ederler. Kâfirler de benzer işler yaparlar. Sadece maksatları farklıdır. Biri iyilik için, diğeri başkalarından üstün olmak için çalışır.
لا تفتح لهم أبواب السماء Önceki âyette, âyetleri tekzib edip istikbar edenlerin ateş halkı olduklarını zikretmiş, cezalarını sadece âhirete bırakmıştı. Burada ise âyet hem “İnne” ile başlamış hem de onlara semanın kapılarının açılmayacağını ifade etmiştir. Semanın kapılarının açılması da bir deyimdir. Gökten bereket yağmak anlamında mecazi bir tâbirdir. İnsanların rızkı gökten gelmektedir. Güneş gökten gelmektedir. Yağmur gökten gelmektedir. Demek ki bereketi gökten almaktayız. Bunların dünyada da başarıya ulaşamayacaklarını, istedikleri yere varamayacaklarını ifade etmektedir. Başka bir deyişle de yine mecazi olmak üzere gök yükseklik demektir, yükselemeyeceklerini ifade etmektedir. Eğer bu âyeti bu dünya hayatı için anlarsak, onların çalışmalarında bereket olmayacağı, onların yeryüzünde zannettikleri yükselip inanmış olanlara galip gelemeyeceklerini anlatır. Bu mânâsı da doğrudur. Yine tarihte bu tür toplulukların birden çöktükleri, bu tür kazançların birden yok olup gittiğini görmüşlerdir. Aksine îman içinde zekât vermek için çalışanların servetleri asırlarca payidar olmaktadır.
و لا يدخلون الجنة حتى يلج الجمل فى سم الخياطBununla beraber cennetin gökte olduğunu, cehennemin de yerin içinde olduğunu kabul edecek olursak, o zaman bu ifade âhiret için olup onların cennete gidemeyeceklerini ifade etmiş olur. Nitekim bundan sonraki deyim bunu göstermektedir. “Deve iğnenin deliğinden geçene dek onlar cennete giremezler.” diyerek âhiretteki durumlarını ifade etmektedir. Bundan önceki âyette; “Ateş halkıdırlar, orada hâlittirler.” denmişti. Burada ise göklerin kapılarının açılmayacağını, devenin iğnenin deliğinden geçene dek deyimini kullanarak onlara cennet kapılarını az da olsa aralamıştır. Bugünkü ilimle biliyoruz ki, eğer deve hızlanırsa küçülür ve iğnenin deliğinden geçer. Onların da zor da olsa cennete girme ihtimalleri vardır.
و كذلك نجزى المجرمين “Biz suçluları böyle karşılarız.” deyimi ile de yine bir kolaylığa işaret vardır. Ceza demek işlenen suçun karşılığını vermek demektir. Suç ne kadar büyük olursa olsun sınırlı zamanda işlenmiştir. Cezaları da sınırlı olacaktır. Ya cehennem azabı büyük olacak, zaman kısa olacak; ya da cehennem azabı hafif olacak, zaman uzayacak. Sonra oradan a’rafa, oradan da cennete zor ve uzak olsa da, az muhtemel olsa da, bir delik vardır demektir.
لهم من جهنم مهاد ومن فوقهم غواش “Onlara cehennemden mihad fevklerinden de ğavaş vardır.” deniyor. Mihad beşikler demektir. Ğavaş da yorganlar demektir. Cehennemden diyerek bunların cennetten değil de cehennemden olduğunu ifade etmektedir. Böylece gerek cennet olsun, gerek cehennem olsun, sadece mânevi bir eziyet veya zevk değil, maddî oluşlardır onlar. Rüya bu dünya ne ise âhirette de bu dünya bir rüya gibi olacaktır. Gerçek hayat odur. Çünkü bu geçici hayattır, o kalıcı hayattır. Geçici hayat rüyadan farklı değildir.
غواش و كذلك نجزى الظالمين “Zalimleri böylece cezalandırırız.” deniyor. Burada “Va” harfi kullanılmıştır. Suçlularla zulmedenler ayrılmış bulunmaktadır. Cürüm, insanların maddî varlıklarına zarar veren, toplulukların düzenini bozan kimse demektir. Zalim ise insanları üzen ve sıkıntıya sokan, onları durup dururken rûhî sıkıntılar içinde bırakan kimseler demektir. Âhirette cezalar böyle verilecektir. Bunun anlamı şudur ki, dünyada insanlara ne tür kötülük yapılmışsa âhirette de Allah onlara benzer cezalarla cezalandıracaktır. Maddi suçlara maddi cezalar, manevi suçlara da manevi cezalar.
Bu bize bu dünyada ceza uygulamasını yaparken benzer sistem içinde olmamız gerektiğini ifade eder. Kısas cezası bu ilkeye dayanır. “Kötülüğün cezası benzeri kötülüktür” kaidesi bunu açıkça ifade eder. Demek ki içtihat yaparken takip edeceğimiz başka bir kuralı da yine bu âyet bize göstermektedir. Âyetin bize anlattığı başka bir husus da, suçlu cezalandırılırken onda daima bir kurtuluş penceresi bırakılmalıdır. Cinayetlerde af müessesesi bu olduğu gibi müebbet mahkumlar için de daima bir ümit bulunmalıdır. Deve için iğne deliği kadar da olsa bir aralık bırakılmalıdır. Fahişe kadınlar için; Allah onlara bir yol yapıncaya kadar evlerinde hapis tutun diyor. O yolun ne olacağını bulmayı da bize bırakıyor. Kur’an kanun değildir. Kanunların nasıl yapılacağını öğreten kitaptır. Yani Kur’an bize içtihadın nasıl yapılacağını öğretiyor. Bir taraftan âhiret hayatını tasvir ederken, diğer taraftan bize bu dünyadaki sistemlerimiz için de örnekler vermektedir.
“Benî Âdem” başlığıyla başlayan bu bölümde Kur’an’ın nuzûlünden sonra peygamberden gelen resullerden bahsetmiş ki, bunlar yönetici kimselerdir. Onlara uyanlar için korku yoktur, üzülme yoktur, denmişti. O âyetin ifadesi bir İslâm topluluğunu ifade ediyordu. İslâm düzeni öyle bir düzendir ki, orada düzene uyan kimse için korku ve üzüntü sözkonusu değildir. Sokakta yürüyen insan huzur içindedir. Benim devletim var, her bakımdan beni görür, diyor. Bana aş verir, bana iş verir, saldıranlardan beni korur, der. Böyle bir düzeni kurmayıp şer düzeni kurup halk cürüm işlerse , yöneticileri de zulmederse onların başlarına nelerin geleceğini anlatmıştır bundan önceki âyetlerde. Yani şeriat düzeninin yöneticileri resuller gibidir; adaleti dağıtır, halka hizmet ederler, halk da şeriata uyar ve dünyaları cennet olur. Oysa şeriatı kabul etmeyen topluluklarda yöneticiler zulmetmekte, halk da suç işlemektedir. İşte dengesiz düzen böyle yaşayabilerek denge oluşmaktadır. Burada yöneticiler halkı suçlamakta, halk da yöneticileri suçlamaktadır.
والذين أمنوا و عملوا الصالحات لا نكلف الا وسعها أولئك أصحاب الجنة هم فيها خالدون Suçlular için dünya ve âhiret sıkıntılarını anlatmıştır. Şimdi de müminlere tekrar dönerek onlar için bu dünya hayatı ile ilgili gene usulle ilgili çok önemli bir hüküm getirmektedir. “Îman etmiş ve iyi işer işlemiş kimseler.” deyimini kullanmıştır. Daha önce, “Kim ittika eder ve ıslah ederse.” denmiştir. Burada ittika yerine îmanı, ıslah yerine amel-i sâlihi getirmiştir. Bunlar birbirini beyan etmektedir. İttika, kulübeye girme, fırtınalardan korunmadır. Îman ise dayanışma içine girmedir. Devletin temeli buna göre atılmaktadır. Biz müslim olarak barış içinde yaşayacağız. Aramızda çıkan nizaları hakemler halledecektir. Hakem kararlarına uymayanlara karşı dayanışma içine girip onların kötülüklerini önleyeceğiz. Îman budur. Allah’a îman, topluğa îmandır. Çünkü Allah’ın yeryüzündeki halifesi Allah’tır. Resule îman da başkana îmandır. Çünkü onun da bizdeki halifesi odur.
Sâlih amel etmek demek, kurallı hareket etmek demektir. O kurallar öyle olmalıdır ki eksiksiz proje olmalıdır. Yani düzen öyle kurulmalıdır. Kişi kendi isteğiyle kurallara uygun işler yaparsa düzen bozulmamaktadır. İşte müsbet ilmin hakemliği buradadır. Ne diye kavga ediyoruz. İsteyen, kapitalist, isteyen sosyalist, isteyen faşist, isteyen komünist, isteyen Hanefi, isteyen Budist, isteyen Katolik siteler kursun. Biz de Adil Düzen sitesini kuralım. Orada deneyelim. Bakalım işler nasıl yürüyor? Ondan sonra zaten her şey ortaya çıkar. Siteler yavaş yavaş elenir. İsrail’de böyle 22 çeşit site kurdular. Sonunda dört çeşit site kaldı. Şimdi bilmiyorum, belki de iki çeşide inmiştir. İşte müsbet ilim budur. İlmin hakemliği budur. Değişik tür bucaklar kurulacak, bunlar tamamen bağımsız olacaktır. Bize asker verecek, vergi verecektir. Giriş ve çıkışlar belli olacaktır. Bakalım düzen nedir. Başarıları sonra ölçeriz. Bugün artık başarıyı ölçebiliyoruz.
Mesela, bir çevrede devamlı oksijen üretilip tüketilir. Oksijenli hava o ülkenin refahta olduğunu gösterir. Oksijen tüketim miktarı o ülkedeki gelişmeyi gösterir. Bu tüketim miktarını da sabah ölçülen oksijen miktarı ile akşam ölçülen oksijen miktarıdır. Uygun işler yapılacak, birinin yaptığı diğerinin yaptığını tamamlayacak. Birinin yaptığını diğeri bozmayacak.
لا نكلف الا وسعهاBurada konan en önemli usûl kaidesi, kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemeyiz ilkesidir. Herkes gücüne göre yükümlü olacaktır. Bir işte çalışan zararlara katılmaz. O sadece ücret almaz. Çünkü onun zararları karşılayacak nakdi yoktur. Zarar eden bir müessesede çalışanlara da ücret ödenmez, çünkü onun da çalışacak gücü yoktur. Faiz yasağı da buna dayanır. İçtihat yapacağımız herhangi bir konuda herkese ancak yapabileceği yükü yüklemek gerekir. Burada bize büyük hitap vardır. Biz elimizden geleni yapacağız. Ondan sonrasından biz sorumlu değiliz. Kişi içtihat edecektir. İçtihadına göre elinden geleni yapacaktır. Sonrası yalnız Allah’a aittir. Bazı kimseler biz içtihat yapamayız deyip içtihattan vazgeçiyor ve başkalarının yollarına sapıyorlar. Şirk yapıyorlar. İçtihadı inkâr eden İslâmiyet’i inkâr etmiş olur.
أولئك أصحاب الجنة هم فيها خالدون “Onlar cennet halkıdır orada daim kalırlar.” deniyor. Yani bu dünya hayatını cennet yapmak isteyenler âhirette cennette olacaklardır.
و نزعنا ما فى صدورهم من غل “Onların sadırlarında ğıllı nez’ ettik.” Selasil zincir, eğlal da tasmalar, kayıştan yapılmış bağlar demektir. Onların yularlarını çözmüş bulunuyoruz. Onlar serbesttir, istediklerini yaparlar demektir. İnsanların bir kısmı düzene uymaz, hukuka riayet etmez. Onlar cezalandırılır. Ama hukuka, kurallara uyan kimseler de serbest bırakılır, şeriat içinde her şeyi yaparlar. Cennette insanlar hür hâle getirilmişlerdir. Birbirine kötülük etmek istemezler. Başkalarını ezmek ve sıkmak arzusunu duymazlar.
تجرى من تحتهم الأنهار “Altlarında ırmaklar akar.” Diyor. Bahçelerinde değil de kendilerinin altında ırmakların aktığını belirtmektedir. Suların faydası, bahçeleri sulamanın dışında serinlik yapar. Yani iklimi düzenler, orada yaşayan canlılar oksijen üretir. Diğer taraftan pislikleri de alır götürür. Burada çoğula bağlanmıştır. Onların ırmakları denmiştir. Yani her birinin akar suları vardır. Suların borularda ve çeşmelerde değil de açıkta olması gerekir. Pis sular temiz sulara karışmamalıdır. Suların açık olması havalanmalarını sağlar. Ayrıca serinliği de ona göre olur. Bugünkü sulama tekniği cennetteki sulama tekniğine uymuyor.
و قالوا الحمد لله الذي هدانا لهذا و ما كنا لنهتدي لو لا أن هدينا الله “Bizi buraya getiren Allah’a hamd olsun, Allah getirmeseydi biz gelemezdik derler.” deniyor. Demek ki orada da hamd vardır, ibadet vardır. İyi işler işleyenler cennetteki derecelerini artıracaklar, kötü işler yapmayacaklar, ibadet etmezlerse ceza görmeyecekler. Buna işaret etmektedir.
Mü’minlerin bu dünyada hallerine şükretmeleri gerekir. Sadece îman etmiş olmaları onların şükretmeleri için yeterlidir. İyi durumlarına kendilerinin geldiklerini sanmamalıdırlar. Onları buralara tesadüfleri getirdi sanmasınlar, hepsini Allah yapmıştır. Devamlı hamd ve hadlerini bilmede olmamız gerekir.
لقد جاءت رسل ربنا بالحق “Resullerimiz bize hakkı getirdi.” Bir şeyin hak olup olmadığını ayıran tek kaynak vardır. O da içtihattır, icmadır, yani ilimdir. Yoksa herkes benim yaptığım hidayettir der. İlimde hakka teslim olan ilim olmalıdır. Varsayımları hak olmalıdır. Yoksa varsayımları yanlış olan veya kullanma hedefi kötü olan ilim ya ilim olmaz, ya da faydalı olma yerine zararlı olur. Onun için imna ihtiyaç vardır. Onun için peygamberlere ve kitaplara ihtiyacımız vardır. İcma budur. Son Peygamber’den sonra da resuller gelecektir. Onlar adaletle yöneteceklerdir. Zalim yöneticiler de gelecektir. Aradaki fark nedir? Resuller hakkı söylerler. Hak nedir? İcma ile sabit olandır. İlimle sabit olandır. İlmin ne söylediğini kim tesbit edecek? Hakemler tesbit edecektir. Demek ki İslâmiyet’in bir ayağı içtihattır, yani yerinden yönetimdir. Eğer biz içtihat sistemini, yerinden yönetim sistemini, hakemler sistemini benimsemezsek Kur’an’ı mânâlandırmak ve sorunları gidermek imkânına sahip olmayız.
و نودوا تلكم الجنة أورثتموها بما كنتم تعملون “Onlara işte size cennet. Yaptıklarınızın karşılığı oraya varis oldunuz.” Bir ağacı diker büyütürsünüz. Meyve vermeye başlar,i ondan sonra da size o bakar. Dünya âhiretin tarlasıdır. Burada ekeceğiz, orada biçeceğiz. Âhiret dünya amellerinin bir ürünü olacaktır. Allah en az bire on verecektir.
Bu âyetler de bize içtihat ve icmalarla yaşamamızı, elimizden geleni yapmamızı, ondan sonra da karşılığını Allah’tan beklememizi emrediyor.