بسم الله الرحمن الرحيم
و نادي أصحاب الجنة أصحاب النار أن قد وجدنا ما وعدنا ربنا حقا فهل وجدتم ما وعد ربكم حقا قالوا نعم فأذن مؤذن بينهم أن لعنة الله على الظالمين (7/44) الذين يصدون عن سبيل الله و يبغونها عوجا و هم بالأخرة كافرون (7/45) و بينهما حجاب و على الأعراف رجال يعرفون كلا بسيمايهم و نادوا أصحاب الجنة أن سلام عليكم لم يدخلوها و هم يطمعون (7/46) و إذا صرفت أبصارهم تلقاء أصحاب النار قالوا ربنا لا تجعلنا مع القوم الظالمين (7/47) و نادي أصحاب الأعراف رجالا يعرفونهم بسيمايهم قالوا ما أغنى عنكم جمعكم و ما كنتم تستكبرون (7/48) أهائولاء الذين أقسمتم لا ينالهم الله برحمة أدخلوا الجنة لا خوف عليكم و لا أنتم تحزنون (7/49) و نادي أصحاب النار أصحاب الجنة أن أفيضوا علينا من الماء أو مما رزقكم الله قالوا إن الله حرمهما على الكافرين (7/50) الذين اتخذوا دينهم لهوا و لعبا و غرتهم الحياة الدنيا فاليوم ننسايهم كما نسوا لقاء يومهم هذا و ما كانوا بأياتنا يجحدون (7/51)
CENNET HALKI İLE CEHENNEM HALKI ARASINDA DİYALOG VARDIR
Kur’an’ın bu sahifesinde 8 âyet vardır. Âhiretteki uzaktan konuşmalardan bahsetmektedir. Bu konuşmalardaki çağrışımlardan bahsetmektedir. Cennet halkının cehennem halkına nidâ ettiğini haber vererek başlamaktadır. Bunun bize bildirdiği, cennet halkı ile cehennem halkı arasında diyalog olduğunu, birbirlerinden tehcir edilmediğini ifade etmesidir. Buradan anlaşılıyor ki, cennet ile cehennem dünya hayatından tamamen soyutlanmış bir Kâinat değildir. Cennet ile cehennem yan yana bulunan yerlerdir. Adeta dünyadaki hapishane benzeridir. Cennettekiler cehennemdekileri ziyaret edebilecekler ve görüşeceklerdir demektir. Hatta balığı karaya koyarsanız onun için cehennem olur, insanı denize atarsanız orası da ona cehennem olur. Yani, aynı yer bile kimilerine cennet, kimilerine cehennem olur. Bu durum bünyelerin farkları ile sağlanır.
و نادي أصحاب الجنة أصحاب النار أن قد وجدنا ما وعدنا ربنا حقا فهل وجدتم ما وعد ربكم حقا قالوا نعم فأذن مؤذن بينهم أن لعنة الله على الظالمين
ALLAH CEHENNEMDEKİLERİN RABBİ’DİR VE ONLARI ORADA EĞİTMEKTEDİR
Cennet ehli cehennem ehline “Rabb’imizin bize vâd ettiklerini biz bulduk, siz de Rabb’inizin size vâd ettiklerini buldunuz mu?” diye sorarlar. Diyor Allah. Burada cümleler içinde aynı Rab olduğu halde, Rabb’imiz ve Rabb’iniz diye ayırmaktadır. Sanki onların Rabb’i başka, bunların Rabb’i başka imiş gibi ifade kullanılmaktadır. Rab’lık sıfatı Allah’ta öyle tezahür eder ki, kurda yakala ve ye diye yardımcı olur, kuzuya da kaç ve kurtul diye yardımcı olur. İki zıtlar arasında dengeyi kurarken sanki ayrı ayrı Rab imiş gibi yapar. İşte bu özelliği sebebiyle Rab kelimesi tekrar edilmiştir. Yoksa o âlemlerin Rabb’idir. Bir hâkim hüküm verirken her ikisinin vekili olduğunu unutmayıp iki tarafın hakkını ayrı ayrı beyninde dengelemelidir. Bu dengenin sağlanması için yanına tarafların iki hakemi destek vermektedir. Bize burada da içtihatla ilgili bir kuralı öğretmektedir. İki acemi satranç öğrenmeğe çalışmaktadır. Satranç öğretmeni önce birinin tarafına geçmekte nasıl oynayacağını öğretmekte sonra ö bir tarafa geçerek ona nasıl oynayacağını öğretmektedir. Allah canlılara çatışmada nasıl yaşayacaklarını öğretmektedir.
“Ma” harfleri nekire olduğu için vâd olunan şeyler ise zaten farklıdır. Gerçekleşen hak da farklıdır. Çünkü onlar da nekiredir. Biri cennettir, diğeri cehennemdir. Herkese kendi hakkı verilmelidir. Herkese herkesin hakkı verilmelidir. Eşitlik değil adalet gözetilmelidir.
CEHENNEMDE ARTIK KÂFİRLİĞİ BIRAKMIŞLARDIR
Cehennemdekiler, evet bulduk diyeceklerdir. Yani artık orada mümin olmuşlardır. Cezalarını çekip çıkmaya hazırlanıyorlar. Tevbenin başı itiraftır. Hakkı kabul etmelidir. Bir kimse bir yanlış iş yaparsa ve onu doğru göstermeye çalışırsa o kâfirdir. Ama yanlış iş yapar da yanlışlığını görünce o mümindir, cezasını çeker ve arınır. Ama örtbas etmeye, yanlışı - doğru göstermeye çalışırsa o kâfirdir.
فأذن مؤذن بينهم أن لعنة الله على الظالمين
CEHENNEME ZÂLİMLER GİRECEKTİR
İçlerinden bir müezzin, yüksek sesle sesini duyuran biri, “Allah’ın lâneti zâlimler üzerindedir.” diye nidâ eder. Bunu diyen cennetten birisi de olabilir, cehennemden birisi de olabilir. Topluluk içinde böyle müezzinler olmalıdır. Bunların bir çıkarı olmamalıdır, ama gerçekleri de halka duyurmalıdırlar. Uyarıcılar, soruşturmacılılar, haberciler benzer görevleri yüklenmişlerdir. Allah’ın lâneti zâlimleredir. Demek ki cehennemde olanlar zâlim kimselerdir. Zâlim demek, karanlıklarda gelişigüzel dolaşan kimsedir. Zâlim, işi yerli yerinde yapmayan kimsedir. Yani adil davranmayan kimsedir.
الذين يصدون عن سبيل الله و يبغونها عوجا و هم بالأخرة كافرون
ZÂLİMLER KÜFRE ZORLARLAR VE HAKDA EĞRİLİK ARARLAR
Cehennemlik zâlimlerin özelliklerini biraz daha açıyor. Onlar Allah’ın yolundan saptırırlar ve onda eğrilik ararlar. Bu âyeti son iki asır içinde insanlık çok açık bir şekilde yaşamıştır. Kendileri ibadet etmiyor, kendileri Allah’ın kitabını okumuyor, ibadet edenlere ve Kur’an, İncil gibi din kitaplarının öğrenilmesini yasaklamışlardır. Bütün bu baskılarına rağmen başarıya ulaşamamış, aksine mabetleri bu sayede kendilerini yenilemişlerdir. Zaten Allah da zulümlerine bu sebeple izin vermiştir.
Yine iki asırdır, ellerine geçirdikleri ilimleri bu mukaddes kitapların bâtıl olduklarını ortaya çıkarmak için gece gündüz çalışıyorlar Baştan okul dostu iken, şimdi okul düşmanı olmuşlardır. Çünkü o zaman ateizme hizmet ettiğini sanmışlar, oysa ilim ateizmi bir daha dirilmemek üzere mezara gömmüştür.
ZÂLİMLER ÂHİRETE İNANMAYANLARDIR
İnanmamak suç oluşturmaz, cehennemlik olmayı gerektirmez. İnanmayanlar zâlim olacakları için cehenneme gideceklerdir. Bir insan Allah’a inanmazsa, âhirete inanmazsa, onu durduran ne olacaktır? Ona göre suç işlememek aptallıktır, zavallılıktır. Nasılsa kim kazanırsa o yaşar ve sonra da hiçbir sorgu-sual yoktur. Ateist sosyalizmin yaptığı zulüm ve Sovyet halkının işlediği suçlar bunun açık ispatıdır. Aynı durumu batı kapitalizminde görüyoruz. Bombalayıp mahvediyor, benim bunda çıkarım var diyor. Peki, karşı tarafın çıkarı yok mu? Onun da çıkarı var. Boğuşalım, dünya yenene kalsın, diyor. O çıkarım var derken, ben güçlüyüm diyor. Bunu yarı inanmış Hıristiyanlar yapıyor. İnanmayanlar onlar elbette bunun birkaç katını yapacaklardır.
و بينهما حجاب
CENNETLE CEHENNEMDEKİLER ARASINDA SADECE BİR PERDE VARDIR
Cennetle cehennem birbirinden ayrı değil, surlarla birbirinden ayrılmış değil. İnce bir perde var. Bir tarafı bunaltıcı sıcak bir dünya, bir tarafı ise bağlık-bahçelik serin bir yer. Orada yaşayanlar nimetler içinde, diğer tarafta yaşayanlar azap içindedirler. Bunlar dünyada sınıflarını geçtiler. Öbürleri ise dünyada sınıfta kaldılar. Şimdi burada eğitiliyorlar. İmtihanı kazandılar mı oradan çıkacaklardır.
و على الأعراف رجال
A’RAFTA DA RİCAL VARDIR
A’raf, üstü düzlük olan dağ demektir. İnsanlar zaman zaman buralarda toplanarak birbirleriyle tanışırlar. Sonra bu kelime tanımak anlamında kullanılmıştır. A’raf arafanın çoğuludur, yaylalar anlamındadır. Cennetle cehennem arasında birbirine bağlı kapılar vardır. Bunun dışında dağlık saha vardır. Sırtta yaşayanlar bir taraftan cehenneme bakmakta, diğer taraftan da cennete bakmaktadır. Orası ne cehennemdir, ne de cennettir, dünya gibi ikisi arası yerdir.
يعرفون كلا بسيمايهم
SİMALARI İLE BİLİNİRLER
Cehennem halkı simaları ile tanınırlar. Cennet halkı da simaları ile tanınırlar. A’raf halkı da simaları ile tanınırlar. Cehennemde hepsi cehennemlik, cennettekilerin hepsi cennetlik. Simaları ile tanınmalarına gerek yoktur. Ama a’rafta cehennemlikler de izinle gelmektedirler. Cennettekiler zaten her zaman gelebilmektedirler. Burası tanışma - görüşme yeridir. Yakınları yakınlarını kurtarmaya çalışacaklardır.
و نادوا أصحاب الجنة أن سلام عليكم لم يدخلوها و هم يطمعون
A’RAFTAKİLER CENNETTEKİLERLE SELÂMLAŞIRLAR
A’raftakiler son sınıfa gelmişlerdir. Cennette değildirler ama cennete gitmeyi beklemektedirler. Cennettekilerle selâmlaşarak gidecekleri yerlerden bilgi almaktadırlar.
A’raftan cehennem görünür, cennet halkı orada olmadıklarına hamd ederler.
Burada iki husus açıkça görülüyor, a’raftan cehennem görünüyor. Oysa cennetten cehennem görünmez, çünkü perde vardır. Diğer âhirette de ibadet vardır. Hamd ibadettir. Sevap kazanma vardır. Cehennemde azaptan kurtulmak için amel edilir. A’rafta dünya gibi cehenneme dönmemek ve cennete gitmek için ibadet edilir. Cennette ise yalnız derece yükseltmek için ibadet edilir.
و إذا صرفت أبصارهم تلقاء أصحاب النار قالوا ربنا لا تجعلنا مع القوم الظالمين
أهائولاء الذين أقسمتم لا ينالهم الله برحمة أدخلوا الجنة لا خوف عليكم و لا أنتم تحزنون
A’RAFTAKİLER CEHENNEMDEKİLERLE VE CENNETTEKİLERLE GÖRÜŞMEKTEDİRLER
Cehennem halkı kendilerini güçlü görüp büyüklenmekte idiler. Zulmü de bu büyüklüklerini korumak için yapmakta idiler. Küçük ve kötü görülen cennettekileri gösterip sizin zayıflıklarına yemin ettiğin kimseler bunlar mı diyecekler. Mü’minler tebrik edip cennete girmelerini isteyeceklerdir. O halde içtihatta takip edeceğimiz husus güçlüye zayıfı ezdirmemek, zenginin daha çok zengin olmasını engellemek, yoksulun da daha çok yoksul olmasını engellemektir. İşte şeriat düzeni budur. Faiz bunun için yasaktır. Sermaye sahipleri bunun için Adil Düzene düşmandırlar. Çünkü o zaman saltanatları yıkılacaktır zannediyorlar. Oysa Adil Düzende zenginlik vardır, ama halkı ezmek yoktur. Büyüklük yoktur. Üstler hâkim değil, hâdimdirler.
و نادي أصحاب النار أصحاب الجنة أن أفيضوا علينا من الماء أو مما رزقكم الله
CEHENNEM HALKI CENNETTEKİLERDEN SU VE YİYECEK İSTİYOR
Bu dünyada canlılar besin ve su ile beslenerek yaşamaktadırlar. Aldıkları gıdaları hem vücut yapılarını yapmakta kullanmakta hem de besinlerdeki enerjiyi harcayarak yaşamlarını sürdürmektedirler. Âhiretteki hayat da bu dünya hayatının benzeridir. Orada da su ve besine ihtiyaç vardır. Cennettekilerin de cehennemdekilerin de böyle gıdaları vardır. Cennettekiler bunu zevk içinde, cehennemdekiler ise sıkıntı içinde bu beslenmeyi yapmaktadırlar. Çünkü gerek su gerekse besin sıkıntı vericidir. Cehennemdekiler cennettekilerin nimetlerini görüyor ve iştahları çekiyor. Bu da bize cennettekilerle cehennemdekilerin görüşmekte olduklarını belirtiyor.
قالوا إن الله حرمهما على الكافرين
CENNET NİMETLERİ CEHENNEMDEKİLERE HARAM KILINMIŞTIR
Burada kâfirlere haram kılınmıştır denmektedir. Haramlık iki şekilde düşünülebilir. Biri, o işi yaparlarsa günah işlemiş olacaklar demektir. Cehennemdekiler için bu tür haramlık sözkonusu olmamalıdır. Men değil de haram kılınma demek yani size yaramamaktadır. Gıda canlıya göre değişir, bir canlı için ziyafet olan diğer canlı için zehir olabilir. Biz meyve yiyebiliyoruz, ama aslan meyve yiyemez, ona zehir olur. İşte cennetin meyveleri cehennemdekiler için zehir olabilir. “Harrama” kelimesi bu mânâda kullanılmıştır. Biz verelim size yaramaz anlamı çıkabilir. Bu bünye ve midelerdeki yapı değişikliğinden ileri gelen husustur. İnsanların mideleri de kendi kavmin yiyeceklerine göre ayarlıdır. Burada içtihat için önemli kural öğrenmiş bulunuyoruz. İnsanların ihtiyaçları ve çözümleri farklı farklıdır. Birisi için ihtiyaç olan diğeri için yük olabilir. Birisinde çözüm olan diğerinde zarar olabilir. İşte içtihat ve herkesin kendi içtihadı ile hareket etme zorunluğu ve işte yerinden yönetim zorunluğu. Her çağ ve topluluk hatta kişiler için hükümler farklıdır. Kur’an birdir, ama çıkarılacak hükümler farklıdır. Öyleyse başkalarını taklit ederek, onların kanunlarını tercüme ederek yaşayamayız. Avrupa böyle yapıyor, dünya böyle yapıyor gerekçeleri içtihatta geçerli değildir.
الذين اتخذوا دينهم لهوا و لعبا و غرتهم الحياة الدنيا فاليوم ننسايهم كما نسوا لقاء يومهم هذا و ما كانوا بأياتنا يجحدون
DİNDE LEHV VE LAİB HARAMDIR
Onlar düzenlerini lehv ve laib yaptılar. Lehv, eğlence demektir. İnsanın kendisini dinlendirmek için ses titreşimleri ile yahut masallarla vaktini geçirmedir. Spor oynamak değil ama sporu seyretmek de lehvdir. İnsan bunları boş vakitlerini boşa harcamak için yapar. Ama bunlar karınları doyurmaz, hastalıkları gidermez. Düzenle olan ilgileri böyle eğlence mahiyetindedir. Halk düzene uyarken, bir türkü söyleyenin türküsünü dinler gibi uyuyor. Canı sıkıldı mı bırakıyor. Görevliler görev yaparken bir oyuncunun oyununu seyreder gibi görev yapıyor. İşlerde sorumluluk düşünmüyor. Bunun sonunda topluluğun yanacağı, buradan yok oluşların geleceğini hesaplamıyor. İşte içtihat böyle yapılmayacaktır. İçtihat zevklere değil sonuçlar hesap edilerek yapılacaktır. Gerçek hayatın acımasız kanunları değerlendirilecektir. Laib, oyun demektir. Oyun da deneme demektir. İnsanlar ve topluluklar deneme yapmalıdırlar. Böylece kendilerini yetiştirmelidirler. Ancak gerçek hayatta oyunun yeri yoktur. Orada başarılı olma hedef alınacaktır. Burada yasaklanan lehv ve laib değil, burada yasakların dinin lehv ve laib olarak ittihazıdır. Ciddî olan yerlerde ciddî olmamızın gerektiğidir.
YAKIN HAYAT UZAK HAYATI UNUTTURMAMALIDIR
İnsanlar oyun ve eğlenceleri ile hissi hayatlarını zevklendirirler. Diğer canlılar için bu yeterlidir. Diğer canlıların hisleri var ama fikirleri yoktur. Yani geleceği düşünemezler. Arı kovana bal doldurur. Fare yuvaya fındıkları yığar ama o bunları yığarken zevk alır. O anda yemek istemez. Oysa insan bu anda yapmak istediği birçok şeyden vazgeçmek zorundadır. Hissi onu bir tarafa çeker ama fikri, aklı ona dur der. Bunun sonu felâkettir. Sokaktan geçerken canımız pek çok şeyi çeker. O anda onu yapabiliriz de ama geleceğimizi hesaplarız, haramlığını hesaplarız, yasaklığı hesapları onu yapmayız. İşte içtihadın temel kurallarından biri de, şimdiki hâli değil, gelecekteki hâli düşünmedir. İnsan bugün şimdi kazandıklarını, geçmişte kazandıklarını harcar; şimdi de gelecek için çalışır. İşte selem ile faiz arasında da bu fark vardır. Biriktirip tasarruf edileni harcamak var, borçlanarak harcama var. İçtihatlarımızı yaparken hep buna göre helal ve haram, farz ve sünnetleri düşünmeliyiz. İşler kişileri ve toplulukları borçlandırıyor mu, yoksa alacaklı mı kılıyor? Ambarlara mallarımızı koyarsak hepimiz alacaklı oluruz ve hayat sürer, ama herkesin borçlu olduğunu düşünün yani ambarlarda mallar menfi ise yaşayamayız, çünkü zâhirî âlemde bizim emrimizde menfi mallar yoktur. İnsan dünyaya gelir, yaşar ve ölür. Alacaklı giderse cennete gider, borçlu giderse cehenneme gider. Bu borç ve alacak, hayır ve şer borç ve alacaklısıdır. Kendi iradi amellerinden dolayı borç ve alacaklısıdır. Yoksa bozuk düzenin borç ve alacaklısı âhirette geçersizdir, borcu da borç değildir.
ALLAH’I UNUTANLARI ALLAH DA UNUTUR
Biz kendi kendimize ne bu dünyada ne de öbür dünyada hayatımızı sürdürebiliriz. Allah’ın emirlerine uyarsak, O’nu dinlersek O hep bizim yanımızda olur, dolayısıyla korunuruz. Oysa birçok insan Allah’a inanır ama Allah’ın yanında olduğunu her an ona yardım ettiğini bilmez. Hareketlerini Allah’ı hesaba katmadan yapar. Allah da ona yardım etmez ve onu korumaz. Cehennem halkının sıkıntısı Allah’ın onları görmemesidir. Onların dertlerini dinlememesidir. İçtihat yapıp da hayatımızı düzenlerken, Allah’ın varlığını ve âhiretin olduğunu unutmamalıyız. Falan ne der, filan ne der değil de; Allah ne diyor diye düşünmeliyiz. İçtihadın temel kuralı budur. Bu hususta Allah ne der diyeceğim ve ben ona göre kararımı vereceğim. Allah böyle diyor ama bu şimdi uygulanamaz çünkü diğer tanrılar başka türlü söylüyor diyorsa, işte o müşriktir, o dünya hayatında Allah’ı unutmuştur, âhirette de Allah onu unutacaktır. İlk bakışta Kur’an’ı uygulayanlar mahvolacaklarmış gibi görünür. Tarih göstermiştir ki, hep Allah’a inananlar zafer kazanmışlardır. Çok yakın zamanımızda Bediüzzaman’ı düşünelim. O zulüm dünyasında dünyaya kafa tutmuş, hapishanelerden hapishanelere sürüklenmiş, zor hayat şartları yaşamış. Bugün dünyada teşkilâtlanmış, yarın daha da büyüyecek. Ama azgın sosyalistleri düşünün, ne kadar güçlü idiler ama şimdi o ezilmiş kilise bile ondan intikam alabiliyor. Şimdiye kadar Allah’ı yenen görülmemiştir. Eğer inananlar sıkıntı çekiyorlarsa o onların derecelerinin yükselmesi içindir. Onların yetişmesi içindir.
ÂYETLERİ CEHD ETMEK CEHENNEMLİK OLMAK İÇİN SEBEPTİR
Allah’ın âyetleri, müsbet ilimlerin ortaya koyduğu delillerdir. Allah’ın âyetleri Kur’an’da ifade edilip müsbet ilmin tasdik ettiği gerçeklerdir. Biz “Adil Düzen” derken, sadece Kur’an’da olduğu için demiyoruz, müsbet ilmin bugünkü hâle getirmesidir. Kur’an diyor ki; faize izin vermeyin, yoksa Allah ve resulüne harb ilân etmiş olursunuz. Bunun böyle olduğunu biz ekonomi ilminin kuralları içinde 1960’lardan beri açıklıyoruz. O zaman bir hava vardı; faiz aleyhine konuşmak cumhuriyet aleyhine konuşma imiş farz ediliyordu. Faiz aleyhine konuşmaya başladığımda herkes şaşırmıştı. Benim bunları söyleyebilmek için izinli olmam gerekiyor sanıyorlardı. Oysa ben kanunlara karşı hiçbir suç işlemiyordum. Yürüdük, yürüdük, bugünkü hâle geldik. Artık borcu savunan kaldı mıdır, faiz iyi şeydir diyen var mıdır? İşte müsbet ilim budur. Biz kırk yıl önce faiz böyle yapacaktır dedik; yaptı. Şimdi bu Amerika için de böyle idi. Büyük silâh gücü ile faizli düzeni sürdüreceğini sanıyordu. Ama daha on yıl önce silâh gücünün onu koruyamayacağı belirtisi başladı. Hatta 1975’te başladı. Çünkü artık dolar karşılığında altın veremiyordu. Sözünden döndü. Askeri güçle bunu yürüteceğini zannediyor. Oysa son âfet gösterdi ki, kimse Allah’tan daha güçlü değil.
SONUÇ:
MÜMİNLER ONLARLA DEĞİL KENDİ NEFİSLERİYLE SAVAŞMALIDIRLAR
Kur’an’da bunları âhiretten hikâye ederek anlatıyor. Bununla bize şunu bildiriyor. Bu dünyanın düzenini biz kurduk ve biz koruyacağız. Siz düzeni düzeltmeye kalkışmayın. Zâlimlerle savaşmayın, kâfirlerle savaşmayın, nefislerinizle savaşın. Kendiniz zâlim olmayın. Zulmetmekten korkun, zulmedilmekten korkmayın. Dünyada gerekirse Allah zâlimlerin hesabını başka zâlimlerle görür.
Bundan önceki âyetlerde zâlim ile mücrimi ayırmıştı. Zâlim, iktidarda olup zulmedenler; mücrim ise şeriatın dışına çıkan suçlular karşılaştırılmıştır. Bu âyetlerde iki defa zâlim ve iki defa da kâfir sözleri geçmektedir. Yani zâlim ile kâfir karşılaştırılmaktadır.
Zâlim, karanlıklarda dolaşan, ona buna çarpan, yerli yerinde hareket etmeyen, başkalarını ezen kimsedir. Hakka ve hukuka riayet etmeyen kimsedir. Kâfir ise gerçekleri öğrenmek istemeyen kimsedir. Her söze kulak verip hakkı araştırmayan kimsedir. İçtihat yapmayan kimsedir. Yahut bildiği halde bile bile gerçekleri kabul etmeyen kimsedir. İşte Kur’an’da zâlim olan bunlardır, denmektedir. Çok önemli bir kural ortaya konmuştur. Cehenneme kâfir oldukları için girmemişlerdir, zâlim oldukları için girmişlerdir Zulmü de ya gerçekleri öğrenmekten kaçınıp cahil kalmalarından yapmışlardır, yahut gerçekleri öğrendikleri halde bile bile aksini savunup gitmişlerdir.
A’raf, halkı hamd ederken zâlim olanlardan yapma demektedirler. Buradan anlaşılıyor. A’rafa gidenler kimlerdir? Kâfir olup zâlim olmayanlar a’raftadırlar. Cehennemde ise kâfir olup zâlim olanlardır. Mü’min olanların zâlim olamayacaklarını, âhiretin kâfiri bunlardır ifadesi göstermektedir. Cennet halkının içeceğini ve yiyeceğini kâfirlere haram etmiştir, tâbiri ile de cennet nimetlerinden kâfirlerin mahrum olduklarını belirtmektedir.
A’raf halkının zâlim olmadıklarını belirten başka açıklama da cehennemliklere; “Topluluğunuz ve istikbar ettiğiniz şeyler bir şeye yaramdı, sizi kurtaramadı demeleridir.” Kendileri böyle bir şey yapmamışlardır. Kapitalist ve sosyalist güçler güçlerini kullanıp dünyaya zulmederek orada zulmün cezasını çekeceklerdir. Bu güçler kuvvetin üstünlüğüne inanan güçlerdir ve kuvvetli olmayı haklı gören güçlerdir. Bunları Kur’an tarif ederken dinlerini yani düzenlerini, hukuklarını oyun ve eğlence yaptılar ve adalet yerine zulüm dağıttılar. Adaletle hükmedeceklerine zâlimleri alkışladılar. Onlar için adalet sadece eğlenme aracı olmuştur. Sadece dünya hayatlarını esas aldılar. Hakka inanmadılar. Bir gün kendilerinden bunun hesabının sorulacağını sanmadılar. Günümüzde bu âyetleri ne kadar açık bir şekilde yaşıyoruz. Onlar dünyadaki uygulamalarında bizi unuttular, biz de şimdi onları unuttuk, diyor. Nasıl? Eğer silahlı güçlerin başında âdil yönetici olmazsa, onları zulümden alıkoymazsa, o güçler karşılarına gelenleri ezer, zulüm yaparlarsa, âhirette de cehennem halkının başında olanlara Allah karışmayacak, onlar da eziyetten zevk aldıkları için onları ezecekler, onlara işkence edeceklerdir Bu kural bize hukuk düzenine uymayanlara, uymadıkları mahkeme kararı ile sabitse, yani hakem kararlarına rıza göstermeyenlere işkence yapılabileceğini ifade eder. Yani adalet bakanlığı böylelerine yapılan hukuk dışı muamelelere göz yumar. Bugün hep uygulanıyor değil mi?
Zâlim halktan bahsederken, Allah’ın yolundan gidenleri baskı ile saptırıyorlardı. Yani kendileri o yollara düşmüş olmakla yetinmiyor, doğru yoldan gidenleri de zorla uzaklaştırmak istemişlerdir. 19 ve 20. asrın ateist uygulaması bunun en tipik örneğidir. Ülkemizde bu uygulama en hafif bir şekilde yapıldı. Ama hâlen kalıntıları sürmektedir. Âyetler sanki asrımızda nâzil olmuştur. Yine Kur’an’ın bildirdiği başka bir mucize de, Kur’an yolu dosdoğru bir yol olduğu halde, birtakım onun bunun hatalı yorumlarını bahane ederek onda eğrilik aramalarıdır. İlhan Arsel’in Kitabı bunlara açık delildir. Tüm eserlerinde Kur’an’da, şeriatta bir eğrilik bulup kapitalist ve sosyalist baskısının yani zulmünün sürmesini sağlamayı hedef almıştır.
Onlar âyetlerimizi cahd etmişlerdi diyerek Allah kâfirlerin Allah’ın müsbet ilimle sâbit olmuş olan sözlerini çürütmeye çalışmışlar, göz göre göre gerçekleri örtmek istemişlerdir. Biz çok hukuklu sistem diyoruz, onlar çok yargılı sistem deyip bize saldırıyorlar. Biz lâikiz diyoruz, onlar hayır siz takiyye yapıyorsunuz diyorlar. Çünkü onlar lâik değildirler. Lâikliği istismar ediyorlar.
Bu sahifede bir de a’raftakilerin simalarla tanışmaları ve tanımalarıdır. Âhirette cennet halkının cennetlik olduğu, cehennem halkının cehennemlik olduğu ve a’raf halkının da a’raf halkı olduğu simaları ile tanınacağını ifade etmektedir. Yani âhirette bu halk tamamen tecrit edilmemiş, hapishane ziyaretleri gibi ziyaretler vardır. Ama herkes bilecektir. Cennet halkı suya dalan yüzücü gibi cehennemde dolaşabilecek, tanıdıkları ile görüşebilecektir. Cehennem halkı da sudan çıkan balık gibi sıkıntılar içinde cennettekilerle temas edecektir. A’raf halkı da böyledir.
Halkın mensup olduğu yer ve toplulukların kıyafeti ile dolaşmasının hükmü budur. Hırsızın kolu onu teşhir için ve başkalarına ibret olsun diye kesilir. Kölelere onun için özel kıyafet giydirilir. Caydırıcı olsun ve ıslah edici olsun istenir.
A’raftakiler cennete girmemişlerdir, ama girmeyi beklemektedirler. Ümit etmektedirler, deniyor.
Burada dikkat edeceğimiz husus, Kur’an bütün bu dünyadaki durumları âhiretteki konuşmalarla anlatmaktadır. Oradaki kıssaları ile bildirmektedir. Bununla bize bu zulümler sabretmemizi, hesabın âhirette sorulacağını ifade etmektedir. Biz zulüm düzeninde zâlimleri yenmeyi değil, Adil Düzeni getirmeyi hedeflemeliyiz. Adil Düzen gelince zulüm düzeni gider, zâlimler de zulüm yapamaz olurlar. Zulüm düzeninde kimin zorunlu olarak, kimin ise isteyerek zulüm yaptığını bilemeyeceğimiz için, onlarla savaşmak hatalıdır. Biz kendi Adil Düzenimizi kendi topluluğumuzda kurmalıyız. Sonra ne yapacağımıza o zaman karar veririz. Bu da ancak hicret ederek, içtihatla, yanı ilimle, bir sosyal mühendislik yapmakla kurulur. Gönüllülerin uygulayacakları bir birlik ile kurulur. Bugün Türkiye’de buna mâni hiçbir şey yoktur. Yeter ki biz inanalım.
Allah âhirette olacakları bize bildirmekle bu dünyada bizim nasıl olmamızı öğretmektedir. Zâlim olmamalıyız. Onun için biz diyoruz ki; biz suç işlemekten korkarız, cezadan korkmayız. Biz öldürmekten korkarız, ölmekten korkmayız. Biz zulmetmekten korkmayız, zulme uğramaktan korkmayız. Çünkü bizi âhirette kurtaracak, bize yapılan zulümlere zulmetmeden sabretmektir. Kendimizi savunmalıyız ama, onlara saldırarak değil, kendimiz Adil Düzen kurarak, onun zırhına bürünerek korunmalıyız. Yoksa biz de onlar gibi zâlim olmaktan başka bir şey yapmış olmayız. Bu sebepledir ki biz yenilikçilerin de gelenekçilerin de önlerini karanlık olarak görüyoruz. Adil Düzen duasını yapıyoruz. Allah yakın olduğunu bildiriyor. Bu âyetlerde içtihattan kaçmanın küfür olduğunu, cihadın silahla değil ilim ve amelle yapıldığını öğrenmiş bulunuyoruz.
14 EYLÜL 2001
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayan: REŞAT NÛRİ EROL