و إلى عاد أخاهم هودا قال يا قوم اعبدوا الله ما لكم من إله غيره أفلا تتقون (7/65)
قال الملأ الذي من قومه إنا لنراك في سفاهة و إنا لنظنك من الكاذبين (7/66)
قال يا قومي ليس بي سفاهة ولكنى رسول من رب العالمين (7/67)
أبلغكم رسالات ربى و أنا لكم ناصح أمين (7/68) أو عجبتم أن جاءكم ذكر من ربكم على رجل منكم لينذركم و اذكروا إذ جعلكم خلفاء من بعد قوم نوح و زادكم فى الخلق بصطة فاذكروا آلاء الله لعلكم تفلحون (7/69) قالوا أجئتنا لنعبد الله وحده ونذر ما كان يعبد وآبائنا فأتنا بما تعدنا إن كنت من الصادقين (7/70) قال قد وقع عليكم من ربكم رجس وغضب أتجادلونني في أسماء سميتموها أنتم و آبائكم ما نزل الله بها منم سلطان فانتظروا أني معكم منتظرين (7/71) فأنجيناه و الذين معه برحمة منا و قطعنا دابر الذين كذبوا بآياتنا وما كانوا مؤمنين (7/72)
و إلى عاد أخاهم هودا Ad kavmine kardeşleri Hûd’u gönderdik.
Bu sûre bize içtihat ve icma öğretmektedir. Kur’an’ın ilimle nasıl anlaşılacağının esaslarını bildirmektedir. İlk olarak Adem aleyhisselâmın kıssası ile insanın yaratılışı anlatılmış, şeytanın insana nasıl musallat kılındığı, böylece muhalefetin görevini anlatmaktadır. Burada bize öğretilen insanın kendisidir. İnsanın evrimleşmesinde şeytanın görevi bildirilmektedir. Sonra Nuh Peygamber’in kıssası ile, göçebe döneminden yerleşik döneme geçmeleri ile, değişen kişi yönetimi ile şeriat yönetimi, hukuk yönetimi arasındaki fark anlatılmaktadır. Nuh tufanı hikâye edilmektedir. Şimdi de Mezopotamya’da gelişen putperestlik üzerinde Âd kavminde örnek verilerek anlatılacaktır.
“Erselnâ” kelimesini kullanmamakta “ve ilâ Âd” ile başlamaktadır. Çünkü bunlar peş peşe gelen peygamberlerdir. Bir medeniyeti oluşturmaktadır. Bugünkü tarihten çok iyi biliyoruz ki medeniyet Türk kavminden olan Sümerler tarafından Nuh Peygamber zamanında Mezopotamya’da kurulmuştur. Sonra Akat’lar gelmişlerdir. Sonra tekrar Sümerler gelmişlerdir. Sonra Babilliler, daha sonra da Asurlular hüküm sürmüşlerdir. Bu bir silsiledir. Aynı medeniyettir. Hatta ilim dili Sümerce hep devam etmiştir. Hele çivi yazısı hiç değişmemiştir. İşte bu sebeple “erselnâ” kelimesini tekrar etmiyor, “Va ilâ” ile yetiniyor.
“Ad” kelimesi “Ayın” ile başlıyor. Türk dilinde “Gayın” olmadığı için “Gad”i “Ad” olarak söylenmiştir. Ad kavmi Sami kavmidir. Bunu Sümerler “Kad” diye telaffuz etmişlerdir. Başına da “A” ekleyerek “Akad” olmuştur. Bugün Türkler aslı ayınla “ilim” diyoruz. tatarlar “gılım” diyorlar. Sümerler de ikisini birleştirmiş “Akat” yapmışlardır. Yani Kur’an’daki “Ad” kavmi bizim tarihlerde okuduğumuz “Akat”lardır. Mezopotamya tabletleri okunmadan Akatlar bilinmiyordu. Ama Kur’an bildiriyordu. Nuh da efsane sanılıyordu. Ama şimdi herkes biliyor ki gerçekten yerleşik medeniyet orada doğdu. İşte Kur’an’a biz bunun için “Allah’ın Kitabıdır” diyoruz. Ne Kâinat hakkında verdiği bilgilerde ne de tarihi bilgilerde bir yanlışlık görülmedi.
أخاهم هودا Nuh peygamber’den bahsederken kardeşleri Nuh’u dememiştir de Hûd Peygamber için kardeşleri demiştir. Kur’an’ın başka yerinde Nuh için de kardeşleri denmiştir. Buradan Mezopotamya’da o zaman iki kavim yaşadığı anlaşılmaktadır. Kimi Nuh’un kardeşleri idi. Kimi de değildi. Gerçekten Mezopotamya Medeniyeti Sümerler’den önce orada başlayan Fırat ve Dicle kenarındaki sulu ziraatla başlamıştı. Ne var ki, ayrı ayrı ziraat yapan yerli halk başarılı olmuyordu. Buraya kuzeyden Sümerler geldiler. Türk diline yakın dil ile konuşan bu halk bunları hakimiyetleri altına alıp birleştirdiler. Barajlar kurarak artı değerler oluşturdular. Nuh bunların arasından çıkmıştır. Henüz halk kaynaşmış, tek topluluk olmamıştı. Nuh Peygamber bunları birleşmeye ve birlikte olmaya çağırmış ama bunlar buna kulak vermemiştir. Nuh aleyhisselâm sonraları yerli dili değil de Sümerceyi sürdürdüklerine göre demek Nuh aleyhisselâm Mezopotamya’ya gelen halktan idi. Yani Sümerlerden idi.
Sonra ise topluluk oluşmuş artık halk birbirlerine karışmıştı. Ama bu sefer siteler devletinde her site kendi sitesinin tanrısına tapıyordu. Hûd tüm kavme hitap ederek kardeşim demektedir. Anasından bir tarafa babasından diğer tarafa mensup olduğundan hepsini bir kavim saymaktadır.
Nuh Peygamberi anlatırken “Fa Kâle” dendiği halde, burada sadece “Kâle” demiştir. Fa-i tafsiliyeyi burada kaldırmıştır. Çünkü söylenen Nuh’un söyledikleri idi, aynı mesajı veriyordu. Nuh Peygamber inkılâp yapıyordu. Hud Peygamber ise irticaı önlüyordu. Nedir irtica? Tekrara Nuh Peygamber zamanındaki her topluluğun kendi tanrısına tapması, ayrılıkçılık idi. Tufanla bu başarılmıştı ama komşu ülkelerden gelip yerleşen halklar yine putperestliği getirmişlerdi. Hud yeni risaletten çok Nuh’un risaletini teyid ediyordu. İrticaı önlemeye çalışıyordu.
قال يا قوم اعبدوا الله ما لكم من إله غيره أفلا تتقون
“Ey kavmim, Allah’a itaat edin, sizin Allah’tan başka ilâhınız yok” demiştir. Böylece aynı halkı aynı tebliğ ile uyarıyordu. Nuh Peygamber halkına, “Ben sizin için büyük azaptan korkuyorum” demişti. Hud ise, “İttika etmez misiniz?” diyordu. Nuh Tufanı gelmiş ve geçmişti. İnsanlar derslerini almıştı. Artık korunmanız gerekir, diyordu. İttika etmek, kulübeye girip sığınmaktır. Orada korunmaktır. Kulübe bilinmektedir. Örnek var. Bizim için bunun önemi, Kur’an Araplara ilk geldi. Onlar için Nuh Peygamber misali idi. Oysa bizim önümüzde örnek vardır. Onlara bakarak İkinci Kur’an Medeniyeti’ni daha kolay kurabiliriz. Kur’an sarayına girerek Arapların o gün elde ettikleri başarıları bugün biz de elde edebiliriz.
قال الملأ الذي من قومه إنا لنراك في سفاهة و إنا لنظنك من الكاذبين (7/66)
Nuh aleyhisselama, “Sen dalâlettesin, şaşkınlıktasın.” demişlerdi. Hud aleyhisselama ise, “Sen sefahattesin” diyorlar. Dalâlet, akıllı insanın dikkatsizlikten dolayı yaptığı yanlışlıklardır. Sefahat ise akıl noksanlığından dolayı yanlışlıktır. Nuh zamanında insanların kültürü ona akılsız diyecek kadar değildi. Onun için ona “dalâl” dediler. Oysa Hud zamanında Sümer Medeniyeti gelişmiş, halk ilim sahibi olmuşlardı. İnanmış insanları doğru yolda olanları sefih sayıyorlardı. Onlara akıl noksanlığı gözü ile bakıyorlardı. Bugün de batıcılar bize öyle bakıyor. İlimlerine güvenerek bizi sefih kabul ediyorlar. İlimde de onları geçince işte o zaman saldırıya geçiyorlar. Necmettin Erbakan’a düşmanlıkları alim dindar olmasından dolayıdır. Sefih diyemiyorlar ama yine de söylüyorlar. Ali Fuat Başgil konferans vermiş bir masonun oğlu bana bu deli diyordu. Çünkü güçler vardır. Sen onlarla nasıl baş edeceksin? Sen aklını kaybetmişsin de onlarla uğraşıyorsun diyorlardı. Bugün biz de hep bunu söylüyorlar. Ama galip gelen hep biz oluyoruz.
Nuh Peygamberin kıssasında “mübin dalâlet” denmişti. Burada “seni yalancı zannediyoruz” diyorlar. Bir taraftan “sefihsin” diyorlar, diğer taraftan da “yalancısın” diyorlar. Oysa sefahat ile yalan pek bir araya gelmez. Çünkü yalancı demek zeki kimse demektir. Ama onlar karşı tarafı yıkmak için aklına gelen vasıfları yakıştırıyorlar. Bir doğru iş yaptığınız zaman size şunu söylerler, bunu söylerler. Onlar ne der deyip de iş yaptığınız anda sizin İslâmlığınız biter. Her işte Allah ne der diyecek ve ona göre konuşacaksınız. Allah’tan başka kimseden korkmayacaksınız. İşi ona buna kulak vererek diyerek değil, hak ne ise ona göre hareket ederek yapacaksınız. Başkasının hakkını yemeyeceksiniz, düzeni bozmayacaksınız. Ama ondan sonra kendi aklınızla, kendi içtihadınızla hareket edeceksiniz ve bunda direneceksiniz. İşte cihat budur. Cihatla içtihat aynı kökten gelir. İçtihat kendi nefsine cihattır.
قال يا قومي ليس بي سفاهة ولكنى رسول من رب العالمين (7/67)
Ey kavmim bende sefahat yoktur, ben âlemlerin Rabb’inden resulüm diyor.
Nuh’un söylediğinin benzerini söylüyor. Burada “Âlemlerin Rabbi” derken tüm putları reddediyor. İnsanların heva ve heveslerini de ilâh yapıyorlar. O halde bütün ideolojiler birer puttur. Her sistemde, her düzende doğru taraflar vardır, yanlış taraflar vardır. Doğru taraflar ilâhidir. Yanlış taraflar şeytanidir. Bir ideolojiye saplanmak değil, her ideolojinin hak tarafını alıp yanlış tarafını atmak gerekmektedir. Başka bir ifade ile ideolojiye göre hak değil de hakka gör ideoloji yolunu tutmak gerekir.
أبلغكم رسالات ربى و أنا لكم ناصح أمين (7/68)
Hud aleyhisselam da Nuh aleyhisselam gibi “Rabb’imin risaletini tebliğ ediyorum” diyor. Çünkü ikisi aynı medeniyeti oluşturuyorlar. Nuh peygamber ve size nasihat ediyorum demişti. Hud aleyhisselam, “Ben size emin nasihatçiyim” diye cevap vermiştir. Nasihati teyid etmiştir. Nuh aleyhisselam onlara “Ben sizin bildiklerinizi biliyorum” dediği halde, Hud böyle bir şey söylemiyor. Çünkü onlar da Hud kadar ilim sahibi olmuşlardır. Bizim için bunun verdiği ders Avrupalılara; “Biz sizden daha çok biliyoruz.” Yerine; “Gelin sizin de bildiğiniz ilme uyalım.” diyeceğiz. Demek ki peygamberlerin kıssalarını okuyacağız ve çağımıza uyanları uygulayacağız. Gerçek şudur ki, bugün ilimleri biz Avrupalılardan öğreniyoruz. Onlara ders veremeyiz ama onları doğru yola çağırabiliriz. Kendi ilimleri ile çağırırız.
أو عجبتم أن جاءكم ذكر من ربكم على رجل منكم لينذركم و اذكروا إذ جعلكم خلفاء من بعد قوم نوح و زادكم فى الخلق بصطة فاذكروا آلاء الله لعلكم تفلحون (7/69)
Hud Peygamber de Nuh Peygamber gibi Allah’tan bir zikrin sizden birine gelmesi acaibinize mi gidiyor demiştir. İnsanlar geçmişte olanları kabullenirler de çağdaşlarını adam yerine saymazlar. Evdeki buzağı öküz olmaz. Nuh örneği geçmiş olduğu halde Hud için de aynı şeyi söylüyorlar. Peygamberler örneği gelip geçtiği halde bugünkü uyarıcılar onların acaibine gidiyor. Oysa Allah insanlara değişik imkanlar vermiştir. Kimini zengin etmiş, kimini makam sahibi yapmış, kimine cemaat vermiş, kimine de ilim vermiş. Her nendense halk diğerlerine ses çıkarmaz da ilim adamlarına hasım olur, onları kıskanır. Acaibine gider. Çünkü ilimde ilâhilik görür ve onu insana yakıştırmaz. Oysa ilmi veren de zenginliği veren de Allah’tır. Kimsenin üstünlük iddia etmeye hakkı yoktur. Biri “benim cemaatim var” dese ayıp olmaz, “param var” dese ayıp olmaz, “ben generalim” dese, “profesörüm” dese ayıp olmaz da; “ben alimim” dese ayıp sayılır.
Nuh da ittika etmeniz ve rahmet olsanız diye inzara geldiği halde burada, “Sizi Nuh kavminden sonra halife yaptı ve sizi daha çok ziyade etti.” Mezopotamya Medeniyeti Akatların katkısı ile gelişti ve ileri safhalara ulaştı. “Bunu hatırlayın.” diyor. Bizim burada alacağımız ders, Allah bizi Araplardan sonra İslâmiyet’e halife yaptı. Bizim gücümüz onlardan çok daha fazla yaptı. Mezopotamya’da peygamberlik Türklerde başladı, Araplar geliştirdiler. İslâmiyet’te ise medeniyet Araplarda başladı, Türkler geliştirdiler. Bu sözler Mekke’de söyleniyor. Gelecek hakkında haberler veriliyor. Tâ sûrenin başında buna işaret edilmiştir.
Yine Nuh aleyhisselamda söylenmeyen bir şey söyleniyor. “Allah’ın âlâını zikredin felaha erersiniz, refaha erersiniz.” Nuh aleyhisselam zamanında henüz medeniyet doğmamıştı. İlimler bilinmiyor ve ondan yararlanma imkanı yoktu. Oysa Ad kavminde artık matematik, geometri, astronomi ve tip ilimler gelişmişti. Seramik ve baraj teknolojileri oluşmuştu. Artık insanlara kendilerinin düşünerek bunları değerlendirilmeleri isteniyor. Bunlar söylendiğinde arkeolojik kazılar yapılmamıştı.
Nuh aleyhisselamın kıssasında sadece onu tekzib ettiler diyor. Burada ise tekzibin şeklini açıyor. Bunda iki hikmet olabilir. Biri Nuh’u tekzipleri artık geçerli değil, Nuh Tufanı gibi tarih olmuştur. Oysa Hud’u tekzip kıyamete kadar sürecek tekziptir. Onun için burada açıyor. Diğeri ise benzer olayları değişik peygamberlerde hikâye diyor, kıyasla öbürleri de anlatılmış oluyor. Böylece İslâmiyet’teki meşhur kıyasın örneğini vermiş oluyor.
Nuh zamanında kavimler arasında ayrılık vardı. Herkes kendi dilinde Allah’a tapıyordu. Herkes Allah’ı kendilerinin olduğunu kabul ediyordu. Henüz şirk başlamamıştı. Ad kavminde ise kabileler birleşmiş ve sulh yapmışlar, aslında tek tanrı ayrı ayrı adlarla çağrıldığı için ayrı ayrı tanrılar imiş gibi ibadet etmeye başlamışlardır. Her topluluk Allah’a isim verirken şerefli saydığı varlığın adına benzer ad verir. Biz tanrı=ışıklı diye adlandırırız. Farslar Huda diyorlar. Hod kendisi demektir. Yani kendi kendine olan anlamında. Bunlar çivi yazısından önce şekillerle gösterilirdi. Seramik gelişince yazının yanında heykeller yapmaya başladılar. Sonra onlara ibadet eder oldular. Yani putperestlik böyle başlar.
Mustafa Kemal heykel sanatının ülkeye gelmesi ve kendi adının duyurulması için heykeli zorla Türkiye’ye getirmişti. Ama sonraları onun heykeline tapacaklarını aklına bile getirmemişti. Çünkü müsbet ilimle donanmış Türk aydınları hiç taşa tapar mı? Ama bugün ona zorla taptırıyorlar. İşte topluluk putperestliğe böyle dönüşür. Türkler Şamanizmde atalara tapıyorlardı, şimdi evliyalara tapıyorlar. Onlar evliyaların mezarına giderken öbürleri de zorla anıtkabire götürüyorlar. Mustafa Kemal’in “Gençlik Hitabesi”ni okuyacaklarına ölümüne saygı duruşu yapıyorlar. Lenin’e de Mao’ya da öyle yapıyorlar. Ama bunlara sorarsanız öldükten sonra hayat yoktur. O halde neye tapıyorsunuz? Önemli değil. Önemli olan Allah’a tapmamak. Ad kavmi de bugünkü kavmin aynısı. Allah’ı inkâr etmiyor ama putlarını O’ndan daha yüce yapıyorlar. Bunlar bazan siyasi kahraman, bazan da peygamber veya evliya olur. Tabii ki burada tapılanın bir günahı yok. Hazreti İsa elbette sorumlu değil. Tapanlar sorumlu.
قالوا أجئتنا لنعبد الله وحده ونذر ما كان يعبد وآبائنا فأتنا بما تعدنا إن كنت من الصادقين (7/70)
Babalarımızın yaptıklarından biz vaz mı geçeceğiz? İşte burada da yine tutuculuk sözkonusu. Nasıl insan çocukken büyür gelişirse, medeniyetler de doğar, büyür ve gelişirler. Ama bir türlü yaşının hakkını vermezler. Ad kavmi Sümerlerin mirasçısı olarak daha üst seviyeye çıktı. Çünkü ona varis oldu. Batı da İslâm Medeniyeti’nin üstüne çıktı, çünkü ona varis oldu. Ama sosyal yapı bakımından geri kaldı. İşte bugünkü batının durumu budur. Teknolojide ve ilimde çok ileri giden batı hukukta ve dinde ise orta çağın da gerisinde. Çünkü ilme göre değil geleneğe göre hukukları var.
Bu değişecek. Tav’an veya kerhen bu değişecek, kanla da olsa kansız da olsa bu değişecek. Başka türlü ilerleme olmaz. O gün de Hud aleyhisselam bunları söyledi.
Bugün bizim söylediklerimize, Kur’an’ın haber verdiğine, ilmin verilerine kulaklarını tıkamış olanlar senin hikâye ne zaman diyorlar. Haydi gelsin diyorlar, gelecekse. O gün de Hud aleyhisselama aynı şeyleri söylediler. Çünkü onu söyleten, bunları söyleten Allah. İnkılâp böyle olacak, gelişme böyle olacak. Tesir aksi tesir birbirine eşittir.
قال قد وقع عليكم من ربكم رجس وغضب أتجادلونني في أسماء سميتموها أنتم و آبائكم ما نزل الله بها منم سلطان فانتظروا أني معكم منتظرين (7/71)
Hud size Rabb’inizden ricz ve gadap vuku bulmuştur.
Nuh aleyhisselamın kavmi yerleşik düzene intibak edememiş ve göçebe düzeninde direniyordu. Ad kavmi ise yerleşik düzeni ifsat ettiklerinden dolayı bazı sıkıntılara giriyorlardı. Asıl ceza gelmeden önce Allah toplulukları uyarır, onlara başlarına geleceklerini haber verir. Türkiye’nin başına gelen sıkıntılar hatırlatılmaktadır. Gadab ve ricz iki çeşit âfetten zikrediliyor. Gadab maddî yani bedene gelen cezalardır. Ricz ise ekonomik bozukluklar veya iç isyanlardır. Türkiye 28 Şubat’tan sonra bunları hep görmektedir ama uyanmak istememektedir. Hud bunları uyarmış ama bunlar bunda uyanmamışlardır. Ad kavmi putlara tapıyor ve onunla kendilerinin ve atalarının koyduğu adlar adına mücadele ediyorlar. Mustafa Kemal adına lâikliği, üniter devleti icad edip bölücülük yapıyorsun diye minareden bahsedeni hapse atıyorlar. Türkiye’yi toptan düşmana teslim ediyorlar, o suç olmuyor da; biri bir temennide bulunmuş, o hapse atılıyor. Uçuruma sürüklenen topluluklar böyle boğulup giderler. “Bekleyin, biz de bekleyeceğiz.” demişti Hud kavmine. Ne istemişti Hud? Allah’a ibadet edin başkasına etmeyin. Allah’a ibadet etmek ne demek? Müsbet ilim ne diyorsa onu yapmak demektir. Onların zamanında müsbet ilmin ne olduğunu bilmiyorlardı. Peygamberler olacakları söylüyordu. Bugün ise peygamber yok, onun yerine ilim var. Biz ne diyoruz? Adil Düzene gelin diyoruz. Yani müsbet ilme gelin diyoruz. Bizimle ilim içinde tartışacağına, başörtüsü gibi bahanelerle meclisleri basıyorlar. Ondan sonra da her gün sıkıntının üstüne sıkıntı içine giriyorlar. Ama hâlâ da uyanan yok.
فأنجيناه و الذين معه برحمة منا و قطعنا دابر الذين كذبوا بآياتنا وما كانوا مؤمنين (7/72)
“Onu ve onunla beraber olanları kurtardık, bizden rahmet olmak üzere kurtardık.” diyor Allah. Biz de bunları söylüyoruz, uyarıyoruz. Gelin ilmin dediklerini yapalım diyoruz. Türkiye’yi borçtan kurtaralım diyoruz. Savaş maceralarına girişmeyelim diyoruz. Bizi dinlemiyor ve söyletmiyorlar bile. Biz O’nun takdirine rıza gösteriyoruz. Çünkü herkes ölecek. Kurtuluş Allah’ın yanında olmaktır.
“İnanmamış olarak âyetlerimizi yani ilmin gösterdiği gerçekleri tekzib edenlerin kökünü kestik.” diyor. Gerçekten Ad kavmi gitmiş, yerine Semud kavmi gelmişti.
Allah İstiklâl Savaşı ile bizi uçurumun kenarından kurtarmıştı. Eğer İnönü’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da yenilseydik, şimdi biz değil bizim yendiklerimizin çocukları oturacaktı. İlmin gösterdiği yoldan yapacaklarımızı yapmaz da düşmanlarımızdan medet umarsak akıbetimiz benzer olur. Allah Kur2an’daki bu kıssaları sadece hikâye olsun diye anlatmıyor. Bizim ibret almamız için anlatıyor.
Nuh kavmi için “kör kavim idiler” diyor. Hud kavmi için “inanmamışlardı” diyor. Onlar cehaletten, bunlar küfürden gark olup gittiler.
19 EKİM 2001
SÜLEYMAN KARAGÜLLE