KUR’AN İŞLETMELERİ/ 140. SEMİNER Üsküdar, İST., 21 ARALIK 2001
A’RÂF SÛRESİ - MUKAYESELİ TEFSİR ÇALIŞMASI
Hz. MUSA’NIN KAVMİ
VE TÜRK HALKI
130 – Firavun’un âlini de tezekkür ederler diye senelerle ve semeratın noksanlaşmasıyla ahzetmiş bulunuyoruz. (A’RÂF SÛRESİ)
130 – Firavun’un topluluğunu da düşünüp anlarlar diye yıllarla ve yemişlerin eksiltilmesiyle yakalamış bulunuyoruz. (A’RÂF SÛRESİ)
Yukarıda Firavun’un “mele”i yanı “yöneticileri”nden yani “hükümeti”nden söz etmektedir. Burada ise “âli” demektedir. “Âl” kelimesi “ehl” kelimesinden dönüşmüştür. “Halk” demektir. Türkçedeki “el” de buradan gelir. “El ne der?” deriz.
Yakalanan, sıkıntıya sokulan Firavun’un kendisi değil, “âli”dir. Çünkü Firavun kendi sarayında yaşamaktadır. Krizler yani sıkıntılar ona etki etmemektedir. Yöneticilere de etki etmemektedir. Krizlerden etkilenen halk olmaktadır.
Burada yine önemli bir hususa işaret etmektedir. Halk uyarılmaktadır.
Peki, kriz durumunda yönetilen halkın elinden ne gelir?
Bunun üzerinde durmamız gerekir. Bu yolla halk yeni iktidara hazırlanmaktadır. Yani, Mısır halkı yeni iktidara hazırlanmaktadır. Kendilerine yeni iktidar hazırlamaları için telkin yapılmaktadır.
Bugün bizim buradan anlayacağımız ve alacağımız mesaj şudur.
Bugün Türkiye’de varolan krizleri gördükten sonra mevcut partilerin bu işin altından çıkamayacaklarını, 150 milyar doları aşmış olan dış borçları ödeyemeyeceklerini bilerek çareler aramamız gerekir.
Her şeyden önce “Adil Düzene Göre İşletmeler” kurmalıyız...
“Ahşap Evler” ve “Mala -Mal Marketleri” tesis etmeliyiz...
Burada iki krizden bahsetmektedir. Bunlardan biri, senelerle tabirini kullanmaktadır. Diğeri de, yemişlerin yahut gelirlerin azalmasıdır. Bunlardan biri sosyal kriz, diğeri ise ekonomik krizdir. Sosyal kriz yönetim krizidir, 28 Şubat krizidir. Durup dururken halkımız senelerdir gereksiz yere ıstırap içindedir.
Düşünün ki, bir iktidar halkın başörtüsüne karışıyor, bir iktidar halkın Kur’an okumasına mâni olmaya çalışıyor. Uydurduğu hikâye de; Bölücülük oluyormuş!.. Siyasi mesajmış.!.. Halkımız sudan sebeplerle kan ağlatılıyor. Bunu kim yapıyor? Bugünkü iktidar. Dün de kim yapıyordu? Bunu yine o günkü iktidar yapmıştı. Onun için burada “Firavun’un yönetimini” demiyor da, “Firavun’un halkını” diyor.
İkinci krizi de kim çıkarıyor? Yine bugünkü iktidar. Tamamen uygulanan yanlış siyaset sebebiyle ekonomik kriz çıkmıştır. Yoksa “Refah-Yol Hükümeti” hiçbir şey yapmıyordu ama refah vardı. Çünkü krizin kaynağı hükümet olmaktadır. O gün de krizi çıkaran yine hükümet olmuştur. İktidar olmuştur.
Burada alınacak ders şudur ki; hükümetler bunları isteyerek yapmıyor, ama Allah’ı dinlemeyen kimselere Allah yanlış kararlar aldırtır ve Firavun’un durumuna yani bugünkü iktidarların durumuna düşerler. Kur’an bu olayları da mucize olarak saymaktadır. Yani, sopanın yılan olması, sonra da elin beyaz olması mucizesinin arkasından, sosyal ve ekonomik krizler de Allah’ın âyetlerinden olarak sayılmıştır.
Kur’an’dan sonra peygamber gelip halka mucizelerini göstermeyecektir. Ama Kur’an’ın uygulanması ile mucize gösterilecektir. Bu mucize “Mala-Mal Marketleri” ile “Dinlenme Siteleri” olacaktır.
“Düşünüp anlasınlar” tâbiri ile buradaki zamir “Firavun ve melei”ne gidebilir, yani “Firavun ve yönetimi”ne gidebilir. Diğeri ise “Firavun’un halkı”na gidebilir. Her iki taraf da ders almalıdır. Bugün Türkiye’ye 28 Şubatı getiren sömürü sermayesi ve onun yandaşları düşünüp anlarlar diye bu krizler gelmiştir. Gördüler ama anlamıyorlar. Bir de Türk halkı, ola ki anlar diye bu misal verilmiştir. Bir daha seçim günü sandık başında oyunu kullanırken onun-bunun son 15 gün içindeki propagandasına göre değil de, dört-beş yıllık uygulamaları değerlendirerek karar verir. Oyumuzu kime vereceğimizi şimdiden kararlaştırmalıyız. Mevcut partilerden şimdiden çözüm yollarını istemeliyiz. Son günün dolduruşuna gelmemeliyiz. Bunun dersini halkımız almalıdır. Halkımıza bunları öğretmeliyiz. Düşünüp anlatmalıyız. Keyfî yönetim yapıyorlar, yapıyorlar; son gün de sömürü sermayesinin yaptığı dolduruşla oylarını gelişigüzel veriyorlar. Halkımız bunlardan ders almalıdır. Oyunu doğru dürüst kullanmalıdır. Beğendiği parti yoksa yeni parti kurmalıdır. Başkaları oy vermesin, biz doğru dürüst partimize oyumuzu vermeliyiz.
Hâsılı, krizlerden ders almalıyız. Hatalarımızı bilmeliyiz.
Bu ayet; “Başkaları yakaladı.” Demiyor ki. “Biz yakaladık.” diyor. O halde başımıza gelen Allah’tandır. Falandan veya filandan değildir.
Biz yaptık; Allah da bizi şaşırttı ve cezamızı verdi.
130 - Onlara bir hasene ciet ettiğinde, “Bu bizden” dediler. Eğer onlara seyyie isabet edecek olursa Musa’yı ve onunla beraber olanları tatayyur ediyorlardı. Onların tairi Allah’ın indinde idi ama ekserisi ilm etmiyordu.
130 - Onlara bir iyilik geldiğinde, “Bu bizden” diyorlardı. Onlara bir kötülük çarptığında da Musa ve yanındakilerden sayıyorlardı. Onların başlarına gelenler Allah’ın yanına geliyordu. Onların çoğu bunu anlamıyordu.
İnsanın sıkıntısı geçip rahatlayınca; “Ben çalıştım, oldu!” der. Kötülük gelince de; “Buna o sebep oldu, bu sebep oldu!” der. Kriz ortadan kalkarsa bunu iktidarlar kendi yüksek siyasetleri olduğunu sanırlar. Ama kriz geldi mi; “Bunlar yılların birikimi!” deyip, kendi dışındakilere atarlar.
Halk da öyledir. Eğer refaha ererlerse bunu kendi marifetleri sanır. Ama bir sıkıntıya girerse iktidarı suçlar. Sel olur, hükümete çatar. Zelzele olur, belediyeye saldırır. O gün de Firavun ve halkı böyle yapıyordu. İyilik olunca kendilerinden, kötülük olunca başkalarından.
Oysa iyilik de kötülük de Allah’tandır. Krizler niçin olur? İnsan hasta olunca niçin bağırır veya inler? “Hastasın, kendini tedavi et.” diye bağırır. Sosyal ve ekonomik krizler ve sıkıntılar da bize sosyal ve ekonomik hastalığın uyarıcılarıdır. “Düzelin!” diyor, “Tedavi olun!” diyor. Allah doktorları da gönderir. Eskiden peygamberler doktor idi. Onlara kurtuluş reçetelerini veriyordu. Şimdi de ilim bu reçeteleri ortaya koyuyor.
Kur’an’ı bugünkü ilimle göz önüne aldığımızda kurtuluş reçetesi ortaya çıkıyor. Ama insanların çoğu bunu bilmez diyor. Biz daha önce kurtuluş reçetelerini naklettik.
Şimdi bunları kısaca tekrar hatırlatalım:
1- Önce ayrı ayrı gelmekte olan 20 tehlikeye karşı nasıl davranacağımızı anlattık. Onları beş seminerde izah ettik. Okumayanlar, oradan okusunlar. A’râf Sûresi Tefsirinin sonuna o makaleler de eklenir.
2- Ondan sonra da “Mala-Mal Marketleri” ile “Dinlenme Siteleri” kurmalıyız. “Mala-Mal Marketi” ile ekonomik krizleri atlatırız. “Dinlenme Evleri” ile de yarın düşman saldırısına karşı kendimizi koruruz. Bir devletin yaşaması için savaşta da varlığını sürdürecek tedbirleri alması gerekir. Hem de sivil savunma olarak alınmalıdır. Bugün büyük şehirlerde savunma imkânsızdır. Tahrip edici silahlar, atom bombası dışında kimyasal ve biyolojik silahlarla kent en kısa zamanda yaşanmaz hal alır. Oysa dinlenme evleri dağınık olduğu ve yerindeki imkânlarla yaşandığı için böyle bir saldırıya karşı yerinde tedbir alma imkânı vardır.
3- Nihayet, “Adil Düzen Partimizi” kurmalıyız ve bu yolla halkımıza, yöneticilerimize, sermaye sahiplerine gerçekleri anlatmalıyız. Ordumuz da uzaktan bunları takip edebilmelidir.
4- Nihayet, acilen yapılacak işleri herkese duyurmalıyız;
1- Sayın Cumhurbaşkanı A. N. Sezer istifa etmelidir. Bir asker devlet başkanı olmalıdır. K. Evren, S. Demirel ve A.N. Sezer devlet başkanı danışmanları olmalıdır. Onlara danışmadan başkan iş yapmamalıdır.
2- Millî Mutabakat Hükümeti kurulmalıdır. Bu hükümetin içinde parti başkanları dışında N. Erbakan ve Ekrem Pakdemirli ile K. Derviş de mutlaka görev almalıdırlar. Bakanlar oylara göre bölüştürülmelidir. Hükümeti önce D. Bahçeli, kurmalı; o kuramazsa T. Çiller, o da kuramazsa E. Pakdemirli kurmaya çalışmalıdır. Kuramazlarsa, acilen seçime gidilmelidir.
3- Genel Kurmay Başkanlığı doğrudan Cumhur Başkanına bağlanmalıdır. Asker sivilin, sivil askerin işine karışmamalıdır. Ordunun bütçesi de bağımsız hâle getirilmelidir. Dış siyaseti Devlet Başkanı, Başbakan ve Genel Kurmay Başkanı’ndan oluşmuş bir heyet yönetmeli, bunlar tam yetkili olmalıdırlar.
4- Devlet Plânlama Teşkilatı doğrudan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bağlanmalı ve mevzuatı o hazırlamalıdır. Üniversiteler DPT’ye bağlanmalıdır. Onun verdiği konular üzerinde ilmî çalışmalar yapmalıdırlar.
5- Ordu içinde bir Araştırma Merkezi oluşturulmalıdır. DPT’de hazırlanan mevzuat oraya gitmeli, onlar da kendi görüşlerini ortaya koymalıdırlar. Cumhur Başkanı bu iki mevzuatı danışmanlarına danıştıktan sonra telif edip Meclis’e sevk etmeli; Meclis bunu kabul veya reddetmelidir. Reddi hâlinde Millet Vekilleri görüşlerini beyan ederek DPT’ye geri gitmelidir.
İşte böyle bir çalışmaya başlandığı takdirde 20 saldırı durdurulur.
132 - Her ne dem bizi sihretmen için bir âyetle gelsen biz ona îman edecek değiliz diye kavl ettiler.
132 - Sen bizi büyülemek için istediğin kanıtları getir, biz ona inanacak değiliz, dediler.
Görülüyor ki, krizler geliyor ama krizler bir yarar getirmiyor. Ne sosyal kriz, ne de ekonomik kriz; ne halkı, ne de yöneticileri uyarmıyor ve gerekli tedbirleri aldırtmıyor.
Bugünkü yöneticiler ve halk da böyle değil midir? Bizim sözlerimize kim kulak veriyor? İşin kötü tarafı; onlar Hz. Musa’yı dinleyip cevap verdiler, bugün ise kimse bizi dinlemiyor ve cevap veren de yoktur!
İşte şimdi siz birkaç kişi dinliyorsunuz. Bu sizi üzmesin. Hazreti İsa’yı da başlangıçta birkaç kişi dinledi. Ama şimdi milyarlarca insan kulak kesilmiş, onu dinliyor. Onlara zulmedenler sonra onların emrine girmiş ve binlerce yıl o sayede hükümran olmuşlardır.
Biz o günleri görmeyiz, diye sıkılmayın. Öldükten sonra yok olmayacaksınız. Şimdi yaptığınız çalışmaların karşılığını orada göreceksiniz. Belli olmaz, hiç olmazsa bir kısmınız o günleri görürsünüz de. Ama siz görmeniz için değil, olmanız için çalışmalısınız.
133 - Bunu üzerine biz onlara tufanı, ceradı, kummeli, defadi’ı ve demi mufassal âyetlerle irsâl ettik. Onlar istikbar etti ve mücrim bir kavim oldular.
133 - Bunun üzerine biz onlara seli, çekirgeyi, biti, kurbağayı ve kanı açık kanıtlar olarak gönderdik. Onlar büyüklendiler ve suçlu topluluk oldular.
Kur’an’da başka bir yerde Hz. Musa’nın dokuz âyet ile gönderildiğini söylemektedir. Burada da bunlar sayılmaktadır. İlk dördü yılan ve el mucizesi ile ekonomik ve sosyal kriz mucizesi idi. Şimdi bu âyette de beş kanıt getirmektedir. Bunlar insanların başına gelen tabiî âfetlerdir. Bunları yorumlayabiliriz.
1- Tufan ki bu sel, zelzele, fırtına gibi tabiî afetlerdir. Yangın da bunun içine girer.
2- Çekirge gibi hayvanların saldırılarıdır.
3- Kummel, bit ve pire demektir. Ekinlerin yapraklarına musallat olan böcekler ve virüsler olarak görürüz. Gerçi bunlara bugün ilaçlar bulunmuştur. Ancak bu sefer de ilaçlar çevre kirliliği yaparak başka yönden hastalık getirmektedir.
4- Kurbağalar da yayılarak ekinleri yok ediyorlar.
5- Kan ise iç kavgalar ve anarşidir.
“Açık âyetlerle.” denmektedir. İstanbul’da büyük susuzluk vardı. Ancak haftada bir-iki defa su verilebiliyordu. Refah Partisi belediyeleri geldi, bir duâ yapıldı, sular bir aktı; hâlâ akıyor!.. Bu bir âyet değil midir? Çorum’da sular akmıyordu. Hastalık yayılmıştı. Akmaya başladı; hâlâ akıyor!..
Bu durum belediye başkanlarının kerametinden gelmiyor. Hortumlamayan belediyelerin oluşmamasından ileri geliyor. Yani, şeriata uyan topluluk refaha erer. Bundan önce; “Âyet gelmemiş de karye halkı inanıp ittika etseydi, Biz yer ve göklerin bereketlerini onlara fethederdik.” diyor. Bunları yalnız Kuran demiyor, bugünkü müsbet ilim de diyor.
“İstikbar ettiler.” Yani, kanıtları görmek istemediler. İstanbul Belediyesi Refah Partisi’ne geçince İstanbul’un yok olacağını sandılar. Ama refah onlara da ulaştı. Peş peşe belediyeleri onlar kazandı. Refah-Yol Hükümeti de aynı refahı getirdi. Onu halk indirdi. Şimdi acılarını çekiyor. Tabii ki, inenlerin de günahları daha büyüktü. Olanlardan herkes ders almalıdır. Ama hepsi istikbar ediyor, suçu başkasına atıyor.
“Mücrim bir topluluk oluyorlardı.” İstikbar etmenin cürüm olduğu ifade ediliyor. Mafya kurup halkı yargısız infazlarla tehdit etmek istikbardır. Bir topluluğun kendisini başka topluluktan üstün görmesi suçtur. İktidar bunları etkisiz hâle getirebilir. Bunları sürebilir.
Yahudilerin Medine’den sürülmesi bu ilkeye dayanmıştır. Onlar Kur’an’ı kendileri ikinci sınıf insan olacakları için kabul etmemişlerdir. Birçok belalara her zaman bundan dolayı uğramışlardır.
Hıristiyanlara düşmanlıkları bundan, Müslümanlara düşmanlıkları da bundan.
Bugün Batı dünyasının Müslümanlara düşmanlığı da bundan.
Sosyalistlerin dindarlara düşmanlığı da hep bundan.
134 - Onlara her ricz vâki olunca; “Ey Musa! Rabb’in ahdinden sende ne varsa onu bizim için Rabb’inden duâ et.” diye kavl ettiler. “Bizden riczi keşfedersen sana îman edeceğiz ve İsrail oğullarını seninle beraber irsâl edeceğiz.” dediler.
134 - Her bir kötülük geldiğinde; “Ey Musa! Yetiştiricinden senin yanında ne varsa onu bizim için O’ndan iste.” dediler. “Bizden kötülüğü kaldırırsan sana inanır ve İsrail oğullarını sana katarız.” dediler.
Görülüyor ki, sıkıntıya girince Hz. Musa’ya inanıyorlar yahut da imtihan ediyorlar. Hz. Musa’dan keşfini istiyorlar. Demek ki o günkü insanlar bugünkü insanlardan daha insaflı imişler, onlar sıkışınca Rab’larına duâ ediyorlar, yahut duâ etmesini istiyorlar.
Oysa bu halk her ne zaman gerçekten Allah’a bir şeyi duâ etmişse Allah da onu vermiştir. 1997 krizinden sonra ne Allah’a inananlar, ne de inanmayanlar bir duâda bulunmadılar. Muhalefetiyle, iktidarıyla, halkıyla herkes hükümetin değişmesini ağızlarına alamıyorlar. Yarım ağızla “seçim” diyorlar. Oysa seçime ne gerek var?
Hükümet başarısızdır. Muhalefet birleşip bir başbakanda uzlaşacak, hatta iktidardaki birini başbakan olarak kabul edecek, sorun çözülecek. Eğer bugün muhalif partiler anlaşsa; “Biz D. Bahçeli’nin emrinde Millî Mutabakat Hükümeti kurmaya hazırız; o istemiyorsa E. Pakdemirli’nin başbakanlığında Millî Mutabakat Hükümeti kurmaya hazırız; o da istemezse T. Çiller’in başbakanlığında hükümet kurmaya hazırız.” dese, bu hükümet üç günde düşer. Bu hükümeti artık ne Devlet Başkanı, ne ordu, hatta ne de sömürücü iç sermaye istiyor. Bu hükümeti isteyen tek güç var; bu ülkeyi yıkmak isteyen yabancı hain güç. Bu nasıl iktidarda kalacak? Ama kalıyor. Niçin? Çünkü şimdi herkes o hain dış gücün emrinde korkusuyla ona teslim olmuş.
Oysa atalarımız; “Korkunun ecele çaresi yoktur.” demişler.
Mustafa Kemal de; “Ya istiklâl, ya ölüm!” diyor.
Türkler askerdir. Asker demek, her an ölmeyi göze alan kimse demektir.
“Ey Adil Düzenciler! Gelin artık, bizim üzerimizden krizi kaldırın!” deme cesaretini göstermiyorlar. Dört senedir ‘enflasyonu düşüreceğiz’ diyorlar. Düşüremediler. Oradan, buradan gelen krizlerle oyalıyorlar.
“Bizi dinleyin, Türkiye’de işsiz insan kalmaz ve enflasyon da yüzde onun altına iner. Altı ay da bizi deneyin, ne olur? Meclise izin verin, bizi denesinler; Adil Düzenciler denensinler.”
Denetmezler. Çünkü başaracağımızı biliyorlar. Ölüme razılar ama bize razı değiller?!.
Ne yaptık onlara? Zorla başlarını mı kapattık, zorla okullarını mı kapattık?.. Türkülerini mi söyletmedik?..
Afganistan’da kendilerinin ürettikleri kimseleri bize yakıştırıyorlar.
Oysa biz otuz senedir aynı şeyleri söylüyor, yazıyor ve yapıyoruz.
Sonra, biz onlardan fazla bir şey istemiyoruz ki;
-Bırakınız, biz istediğimiz gibi iş yerlerimizi kuralım.
-Bırakınız, biz istediğimiz gibi sitelerimizi oluşturalım.
-Bırakınız, istediğimiz okulumuzu kurup okuyalım.
-İstediğimiz gibi ibadetlerimizi yapalım... Camilerimizi yapalım... Hacca gidelim... Zikredelim... Yani, size zararı olmayan işleri yapalım.
Biz sizden başka bir şey istemiyoruz. Hz. Musa da Firavun’dan böyle istedi.
135 - Onlardan baliğ olacakları ecele dek riczi keşfettiğimizde onlar nüksetmişlerdir.
135 - Onlardan ulaşacaklı güne dek kötülüğü kaldırdığımızda o gün onlar sözlerinden dönmüşlerdir.
Böylece Allah insanlara düzelmeleri için imkân sağlamaktadır. Bu imkân önce Müslümanlar için böyledir. İstiklâl Savaşı’nda Sevr’i dayattıklarında Allah’a dua ettiler. Bu resmî kayıtlara da geçmiştir. İstiklâl Savaşı kazanılınca artık sözde durma ihtiyacını duymadılar. Şimdi Türkiye çok kötü duruma gelmiş bulunmaktadır. Öyle ki, kurbanlık koyun gibi herkes ümidini kesmiş, boğazlanmayı beklemektedir.
“150 milyar dolar dış borcu nasıl ödeyeceğiz?” dediğimizde; sükût!..
Kimse kimseye sormuyor. Cumhur Başkanı Sezer bunu sordu da kriz çıktı.
Şimdi her geleni sormadan, tartışmadan onaylıyor?
Ne iktidar, ne de muhalefet sormuyor.
“Türkiye’de 10 yıl sonra her ailenin 100 bin dolar borcu olacak, nasıl ödeyeceksiniz?’.” diyorsunuz. Ses yok, seda yok!..
Allah ne diyor? “Faizle iş yapanlar Allah ve resûlü ile savaş ilân etmiş olurlar.”
O zaman biz bunu söylediğimizde 163’lerle yargılıyorlardı. Şimdi itiraf da etmiyorlar. Halk onların peşinden hâlâ gidiyor. Halkın silahla isyan etmesi İslâmiyet’te meşru değildir. Ama halkın sözle uyarması farzdır... Kitleler halinde ülkeyi terk etmeye başlaması farzdır...
Meclis uyanmalı, hükümet uyanmalı, ordu uyanmalı, yargı uyanmalıdır...
Kur’an’da yapılan tasvirler vardır. Türk milleti daha o kadar sıkıntıya gelmemiştir. Ama gelecektir. Küçük nefes almalar onu yanıltmamalıdır. Düzen değişecektir. Adil Düzen gelecektir... Sömürücü düzen bitecektir... Sermayenin sömürüsü de bitecek, iktidarın sömürüsü de bitecektir... Halk ekonomisi kurulacaktır... Hakemlerden oluşan tarafsız ve bağımsız yargı kurulacaktır... Devlet yargı kurallarını infaz eden bir kurum hâline dönüşecektir... Uluslararası anlaşmalar da böyle halledilecektir... Savaş, yargı kurallarına uymayanlara karşı meşru olacaktır... Bunlar olmadıkça; Nuh Tufanı’na benzer tufan olacaktır. Gark olanlar gark olacak; kalanlar “Adil Düzen”i kuracaklardır.
136 - Onlardan intikam aldık. Ve âyetlerimizi tekzib ederek onlardan gaflet içinde iken onları gark ettik.
136 - Onlardan öc aldık da kanıtlarımızı yalanladıkları ve onları umursamadıkları için onları sularda boğduk.
Mısır’da geçen 20 yıl gibi uzun bir mücadele sonunda Mısır’da düzelme olmadığı için sonunda Firavun ve melei gark edilmiştir. “Yemde gark ettik.” diyor. “Onları suda boğduk.” Uyarılara kulak vermeyen kimseler boğulacaklardır.
Biz şimdi Türkiye’deki uyarılarımızı tam yapamıyoruz. Bir mekânımız oluşmadı. Gelirimiz oluşmadı. Biz her gün birilerinin kapısını çalıp görüşme istemeliyiz. Onlara dilimizin döndüğü kadar bunları anlatmalıyız. İşte o zaman biz kurtuluruz. Belki de onların içinden kurtulmak isteyenler çıkar. Yoksa biz cezalanırız.
Bu dünyadaki ceza önemli değildir. Asıl oradaki ceza önemlidir.
Türkiye gidiyor! Gelin, kurtulması için duâ edelim. Ama önce fiilen duâ edelim.
Günümüzden misaller vererek Kur’an’ı yorumlamaya çalışıyoruz. Yorumlama hatalı olabilir. Ama usûl doğrudur. Sizler de kendi hayatınızı ve çağınızı böyle yorumlayacaksınız. O zaman Kur’an günümüzde inmiş gibi olur ve bizi yok olmaktan kurtarır.
Burada Allah hep; “Biz riczi kaldırdık... Biz intikam aldık... Biz gark ettik...” ifadeleri ile resullerin herhangi bir etkisinin olmadığını ifade ettiği gibi; İbranilerin de herhangi bir rolleri yoktur. İbraniler kaçmışlardır. Ama onlar yani Firavun ve ehli kendileri kovalamış ve gark olmuşlardır.
Bugün Türkiye Müslümanları bundan ders almalıdırlar.
Kendilerine tebelleş olan zalimlerle mücadele edip onları yıkmaya, iktidarlarını yok etmeye çalışmamalıdırlar. Kendileri İslâmiyet üzerinde direnmelidirler. Kendileri kendi aralarında “Adil Düzen”i kurmalıdırlar. Ama bugün iktidar onların ellerinde ise, ellerinden almaya çalışmamalıdırlar. Sadece hürriyetlerini istemelidirler. Zalimlere Allah cezalarını kendisi verir. Allah İbranilere Mısır’ı düzeltmelerini değil, Mısır’dan çıkıp gitmelerini emretmiştir. Türkiye Devleti eğer Müslümanca yaşamamızı istemiyorsa, bu ülkeyi terk edip gidelim. Kur’an’da diyor ki; “Allah’ın arzı vâsi’dir.” Zaten çok az kişi bu “hicret”e katılır. Gidebileceğimiz yer pek çoktur. İslâm ülkelerinin hepsinin toprakları son derece geniştir ve imkânları da boldur. Şimdiden oralarda vatan edinebiliriz. Nasıl Hz. Peygamber aleyhisselâm Medine’de vatan hazırladı ise; biz de onun gibi yapabiliriz. Mesela, şirketler kurar ve derli toplu sermaye ile bizi kabul edecek ülkelerde birer ev ve işyeri edinebiliriz. Nitekim, Risale-i Nûr Şakirtleri dünyanın her tarafında böyle yurt edinmeye başlamışlardır. “Mala-Mal Marketleri” aynı zamanda bu yolda açılan bir pencere olacaktır. Biz önceden İstanbul’da 200 kadar “Mala-Mal Marketi” kurmaya niyet etmeliyiz. Sonra, bütün Türkiye’de 1000 “Mala-Mal Marketi” kuracağız. Sonra, dünyada 1000 “Mala-Mal Marketi” kuracağız. Kazanacağımız para ile Türkiye’nin 150 milyar dolardan fazla olan dış borcunu ödeyeceğiz. Devletten karşılığı olarak arazi alacağız, KİT’leri alacağız, vakıflarımızı kurtaracağız.
İşte bu devletten istediğimiz budur.
Bize müsaade eder de başlarımızı örterse... Mabetlerimizi yapmaya izin verirse... Hacca gitmemizi engellemezse... Kur’an kurslarımızı açtırırsa... İmam-Hatip okullarına olan düşmanlığını kaldırırsa... Kendi kentlerimizi kendimizin yönetmesine izin verirse... Kendi işletmelerimizi ezmezse... Hiç şüphe edilmesin ki, Türkiye Devleti daha asırlarca yaşayacak ve sürecektir.
Yoksa, zulme devam ederse, Meclis’te başörtüsü baskınlığı yaparak eşkıyalık yaparsa, akıbeti gözler önündedir. Biz değil ama Allah cezalarını vermektedir. Tabiî ve sosyal kanunlar onları cezalandırmaktadır.
137 - İstid’af ettikleri kavmi içine bereket koyduğumuz arzın meşrikıne de mağribine de vâris kıldık. Sabrettiklerinden dolayı Rabb’inin hüsna kelimesi İsrail oğullarına tamamlandı. Oysa Firavun’un ve kavminin sun’ ettiklerini ve arş ettiklerini tedmir ettik.
137 - Bitkin gördükleri ulusu içine bolluk koyduğumuz yeryüzünün doğularını ve batılarını onlara bıraktık Dayandıklarından dolayı Yetiştirici’nin güzel sözleri İsrail oğulları üzerinde gerçeklenip doldu. Firavun ve ulusunun yaptıklarının arkasını kestik.
Allah Ur şehrinde yaşayan Hz. İbrahim’e görev verdi; “Batıya git. Ben senin soyunu görevlendirdim. Nuh’un Mezopotamya uygarlığından sonra ikinci büyük medeniyeti senin soyun tesis edecek.” dedi. Hz. İbrahim Filistin’e geldi, bir oğlunu orada bıraktı. Sonra Hicaz’a giderek diğer oğlunu Mekke’de bıraktı. Filistin’de kalan Hz. İshak’ın oğlu Hz. Yakub’un oğlu Hz. Yusuf’u kardeşleri Mısır’a sattılar. Böylece Hz. Yakup’un çocukları Mısır’da yerleştiler. İbraniler Mısır’a İÖ 1680 yıllarında gittiler. Hiksosların gittiği tarihlerde gitmiş olmalıdırlar. İÖ 1200 tarihlerinde Mısır’dan çıkmışlardır. Yani, 500 yıla yakın Mısır’da kalmışlardır. Orada çoğalıp bir ulus olmuşlardır. Sonra oradan çıkıp tekrar Filistin’e gelip İbrani Devleti’ni kurdular. Tevrat’ın etkisiyle dünyaya kültürleri hâkim oldu. Anadolu’da da havraları olduğuna göre, buraya kadar geldiler.
Bu arada Hazreti İsa geldi ve dünyaya Hıristiyanlığı yaydı...
Sonra Mekke’de Hz. İsmail torunlarından Hazreti Muhammed Kur’an’ı getirdi...
Böylece bugün Hazreti Musa’nın yolunu izleyen kimselerin sayısı dört milyardan fazladır. Hele asrımızda Yahudilerin dünyaya hakimiyeti göz önüne alınırsa, Kur’an’ın verdiği bu haberin ne derece gerçek olduğu ortaya çıkar. Oysa İÖ 3000 yıllarında başlayıp İskender’in 333’de Mısır’ı fethi ile sona eren Firavun’un artık yeryüzünde esamesi de okunmuyor. Hz. İbrahim’in dini ise Kur’an sayesinde kıyamete kadar varlığını sürdürecektir. Tevrat ve İncil de varolacaklar ve insanlığa aydınlık yollarını göstermeye devam edeceklerdir.
Son 500 yıl ateist bir medeniyet oluştu. Bu arada Hıristiyanlık sindi. Havra sesini duyuramaz oldu. Müslümanlar yenildi. Ama şimdi daha üçüncü bin yılın başında İslâm devletleri bağımsızlıklarını kazandı. Sosyalizm çöktü. Sadece Budist ülkesi olan Çin’de varlığını sürdürüyor. Kilise ve mescit zaferini ilân etmektedir.
Türkiye’nin hâlâ uyanmayan ateistleri Türkiye’yi uçuruma götürüyorlar. Zafer kesin olarak İslâmiyet’in olacaktır. Tevrat’ın, İncil’in ve Kur’an’ın olacaktır. Ama bu arada Türkiye kalır mı, yok mu olur? Türkiye’nin değişmeye ayak uydurmasına bağlıdır. “Adil Düzen”i benimsemesine bağlıdır. Evrim çarkı her türlü irticayı eritip gider.
“Sabrettiklerinden dolayı Rabb’inin kelimesi İsrail oğullarına tamamlandı.” deniyor. İşte bu sabrı şimdi Türk Milleti gösterirse onlar üzerinde de Allah’ın kelimesi tamamlanır. Türkler medeniyet bakımından insanlığa yeni bir şey getirmediler, ama medeniyeti yaymada büyük rolleri oldu.
İskitler, Hunlar, Göktürkler, Moğollar, Karahanlılar, Selçuklular, Gazneliler ve Osmanlılar dünya üzerinde uygarlıkları yaydılar. Bugünkü Avrupa da Osmanlıların eseridir. Gerçi kültür olarak Avrupa’ya Endülüs olarak girmeye başlamıştır. Ama Avrupa onu önce durdurmuş, sonra da yok etmiştir. Oysa Selçuklular ve Osmanlılar Viyana’ya kadar varmış ve Batının rönesansına, Amerika’yı fethine ve sanayi dönemini başlatmasına ana etken olmuşlardır. Şimdi Türkiye merkezdedir. Ya II. Kur’an Medeniyeti’ni, yani V. İslâm Medeniyeti’ni üretecek ve dünyanın uygarlık merkezi olacak; yahut Nuh Tufanına uğrayan Mezopotamya’da olduğu gibi sosyal tufan içinde boğulacaktır. Krizler ve borçlar, dış tehditler bunların habercisidir.
Sizler! Bu yazdıklarımızı dinleyenler! Okuyup ders alanlar!
Bu tufandan ancak “Adil Düzen İşletmeleri” ile kurtulacaksınız.
Hazırlığımızı yapıyoruz...
Bize şimdi basit gibi geliyor ama; İbraniler Mısır’da sabrettiler, yani, zulme karşı gelmediler. Sonra Allah hiç beklenmedik bir kurtuluş yolu açtı. Hz. Musa’ya inandılar ve onunla yola çıktılar. Bundan sonra onların maceralarını yine Kur’an’da izleyeceğiz. Ama bizim için burada çok önemli dersler vardır. Çünkü Kur’an’ın iki çeşit hükümleri vardır.
Biri, bir İslâm düzeni oluşur ve orada uygulanacak hükümlerdir.
Diğeri de, İslâm ülkesi olmayan bir yerde yaşayan Müslümanların uygulayacağı hükümler vardır.
İşte Kur’an Musa Peygamberin Mısır’daki hikâyesini bu sebeple anlatmaktadır. Böyle bir zulüm idaresinde ne yapmalıyız? Onu öğretmektedir. Sabretmeliyiz. Fikren her zaman uyarmalıyız. Ama fiilen asla karşı çıkmamalıyız. Bu kötü düzeni biz yıkmamalıyız. Bizim işimiz yıkmak değildir. Bizim işimiz yapmaktır.
Biz mikrop değiliz; biz hücreyiz. Biz virüs değiliz; biz kromozomuz.
Mustafa Kemal’in büyük başarısı, İstanbul Hükümeti’ni direkt olarak karşısına almamasıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nu Cumhuriyet yıkmadı. Cumhuriyet yıkılan imparatorluğun üzerine kuruldu. Hanedan da sadece tehcir edildi. Masum kanı akıtılmadı. Onun içindir ki, Türkiye meşru altyapısı üzerinde oturmaktadır. Yaptığımız Lozan Anlaşması hâlâ uygulanıyor. Bunlar Allah’ın bize olan nimetleridir. Türkiye’de iyi-kötü demokrasi de var, seçimler de var. Kim oy alıyorsa o iktidar oluyor.
Ama millete “Adil Düzen getireceğiz.” dedikten sonra “Adil Düzen”i unutursanız, Allah da sizi unutur. Partilere değil, Allah’a inanın...
1960 müdahalesi niçin oldu? Halk Allah’tan korkup Allah’a sığınacaklarına, CHP’den korktu ve DP’ye sığındı. İşte 60’ın 71’in 80’in ve 97’nin hikâyesi budur.
Yine ufkumuzu aydınlatan bir oluş vardır. Türkiye artık Kur’an ile iç içedir. Herkes onunla meşgul. Bu bizi sonunda doğru yola ve sahil-i selâmete çıkaracaktır.
Bin yıl önceki içtihatlar bugünkü sorunları çözmez ama, Allah’ın kelamı olan Kur’an bugünkü ilmin ışığında bütün sorunlarımızı çözebilir. Halkımız buna inanıyor.
Dış baskılardan dolayı sefillik hayatı yaşıyoruz. Türk halkı Kur’an’a inandığı gibi Allah’a inanıp düşmanlarından korkmazsa sorunlar bitecektir.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
.Yayına Hazırlayan: REŞAT NÛRİ EROL