KUR’AN İŞLETMELERİ(16), 156. SEMİNER Üsküdar, İstanbul, 19 Nisan 2002 Cuma
A D İ L D Ü Z E N E G Ö R E
İNSANLIK ANAYASASI
BİRİNCİ KİTAP: KAMU GÖREVLERİ
I. KURULUŞ
I. İNSANLIK
Madde 1- YERYÜZÜ İNSANLIĞINDIR
a) Yeryüzü insanlığındır. İnsanlar, atalarından devraldıkları yeryüzünü işgal ile aralarında bölüşerek topraklarından yararlanır ve yaşarlar; karşılığında onu imar ederek çocuklarına devrederler. Onu tahrip etmeye hakları yoktur.
İNSANLAR İNSANLIĞA BORÇLANIRLAR
b) İnsanlar, insanlığa borçlanarak, kendilerinin doğmasına sebep olan yakınları tarafından büyütülürler. Büyüyünce, çocukları doğurup büyütmekle insanlığa karşı borçlarını öderler. Erginken, yaşlılara bakarak insanlıktan alacaklı olurlar, yaşlanınca da erginler tarafından bakılırlar. Bu borç ve alacak ihtiyaca ve imkâna göre olup, eşitlik içinde değiştirme şeklinde değildir.
İLGİLİ ÂYETLERLE AÇIKLAMALAR
(ADİL) denge demektir. Kur’an’da; “Aranızda denge kurmaya buyuruldum. = Aranızda adalet etmeğe emrolundum.”(42/15) “Denge kurarken isteklerine uyma. = Adalet ederken hevaya tâbi olma.”(4/135) “Bir topluluğun suçlu olması sizi dengesizliğe sürüklemesin. = Bir kavmin cürümlü olması sizi adalet etmekten icram etmesin.”(5/8) Yani, suçluya cezasından başka bir yaptırım uygulanmaz. “Yarattıklarımız arasında gerçeğe götüren ve onunla dengeleyen bir topluluk vardır. = Halk ettiklerimiz arasında hakka hidâyet eden ve onunla adalet eden ümmet vardır.”(7/159) “Dengeleyin. Korunmaya yaklaştıran O’dur. Allah’tan korununuz. = Adalet edin. Takvaya akreb olan O’dur. Allah’a ittika ediniz.”(5/8) Buradaki takva, korunma ve savunma demektir. Adalet etmeyen topluluklar helâk olurlar. Onun için Allah’a ittikayı ayrıca zikretmiştir. “Söylediğinizde yakınlınız olsa da dengeleyiniz. = Kavl ettiğinizde akraba da olsa adalet ediniz.”(6/152) “El arasında çekişmeyi kestiğinizde dengeli olarak kesiniz. = Nâs beyninde hakemlik yaptığınızda adaletle hükmediniz.”(4/58) “Allah dengeyi, iyiliği, yakınlılara vermeyi buyurmaktadır. = Allah adaleti, ihsanı ve zilkurbaya itayı emretmektedir.” (16/90) Buradaki zamir Allah’a gitmektedir.
(DÜZEN=DİN) Kur’an’da “din” olarak geçer. Düzene ait hükümlerin çoğunun yargı tarafından müeyyidesi yoktur. Tabiî ve sosyal kanunlar onları cezalandırır. Kimini de Allah âhirette sorar. Kur’an’da bu çok açık bir şekilde ifade edilmiştir. Diğeri ise yargı tarafından denetim altına alınmıştır. Suç işleyenler devletler tarafından cezalandırılmaktadır. Kur’an’da; “Düzen gününün sahibi O’dur. = Din yevminin mâliki O’dur.”(1/4) “Onlarla karışıklık kalmayınca ve düzen Allah’ın oluncaya kadar savaşınız. = Onlarla fitne kalmayınca ve dinin tamamı Allah için oluncaya dek kıtal ediniz.”(2/193, 8/39) “Dinin küllü Allah için oluncaya kadar”dan murat, din hürriyeti sağlanıncaya kadar demektir. Hukuk düzeninde kişinin kişiye ceza vermesi yoktur. Bundan sonraki âyet bunu açıkça belirtir. “Düzende asla zorlama yoktur. Düzlük uçurumdan ayrılmıştır.= Dinde ikrah yoktur. Artık rüşd ğaydan tebeyyün etmiştir.”(2/256) Buradaki Arapça ifadesinde “Lâ” cinsi nefy içindir, asla ikrah yoktur anlamını taşır. “Fi’d-dîn” demekle, dine zorlama yok değil, dinin içinde zorlama yoktur. Yani, hiçbir cüz’ünde zorlama yoktur demektir. Zorlama ancak savaş durumunda sözkonusudur. Hakemlerin kararlarına uymayanlara karşı savunmaya geçilir. “Hakanın düzeninde kardeşini tutması yoktu.= Melikin dininde (Yusuf’un) âhını ahzetmek yoktu.”(12/76) Buradaki din Firavun yönetimini anlatmaktadır. Hükümleri dünyevîdir. “İslâm Anayasası”nın hükümleri de kazai değildir, dinîdir. Çünkü anayasa önerisinde bu düzeni kuracak bir ordu yoktur.
(İNSANLIK) Hz. Adem’den başlayıp kıyamete kadar gelmiş ve gelecek bütün insanları içine alır. Ayrıca ülke, il, bucak ve ocak kuruluşlarını da içerir. Yaşayan insanlar da İnsanlık içindedir. “İnsanlık Anayasası” bütün bunların hukukunu düzenler. Yani, hukuk yalnız yaşayan insanların değil, ölmüş ataların ve gelecek neslin de hukukudur. Yeryüzü yaşayanlara emanettir. Kur’an’da İnsanlığa “Benî Âdem = Âdem oğulları” denmektedir. “Ey Adem oğulları, size elçiler gelecektir. = Ey Adem oğulları size resuller gelecektir.”(7/35) Şimdi aramızda yoktur. O halde bu hitap tüm insanlaradır. “Hani Yetiştiricin Adem oğullarının töremesini sırtlarından almıştı. = Hani Rabb’in Adem oğullarının zürriyetlerini zahırlarından ahzetmişti.”(7/172) Onlara birden hitap etmişti. Kur’an’daki “Küm” zamiri bazan bütün insanlara, bazan da yalnız yaşayanlara hitab eder. “Ey Âdem oğulları, size giysiyi indirdik. = Ey Âdem oğulları size libası inzâl ettik.”(7/26) “Ben sizin Yetiştiriciniz değil miyim? = Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?”(7/172) “Ey Adem oğulları”ndan sonra gelen “Küm” zamirleri tüm insanlığa hitaptır. “Ey nâs”dan sonra gelen “Küm” zamirleri yaşayan insanlara hitaptır.
(ANAYASA) Yasa, insanların davranışlarında tâbi oldukları kurallardır. Kişilerin içtihadından, sözleşmelerden, yetkililerin emirlerinden, hakemlerin kararlarından oluşur. Tüm insanlığı içeren bir yasa sözkonusu değildir. Herkes ve topluluk kendi yasalarını kendileri yaparlar. Kur’an’da her topluluğun sahip olduğu yasalara “Şir’a”, tüm insanlığın yasalarının hepsine birden “Şeriat” denir. “Size düzenden Nuh’a öğütlediğimizi, sana bildirdiğimizi, İbrahim, İsa ve Musa’ya bildirdiklerimizi “Düzeni oluşturunuz ve içinde dağılmayınız”ı size yasa yaptık. = Size dinden Nuh’a tavsiye ettiklerimizi, sana vahy ettiğimizi, İbrahim, Musa ve İsa’ya vasiyet ettiklerimizi “Dini ikame ediniz ve içinde teferruk etmeyiniz”i şer’ ettik.”(42/13) Burada kitaplar değil de, öğütleneler ve bildirilenler yasa yapılmıştır. Yani, kitaplardan anlaşılan manâlar yasa yapılmıştır. Anlayanlar insanlar olacağından yasa insanların anlayışlarıdır. Bu da içtihat ve icmalarla, yetkililerin anlayışları ve hakemlerin anlayışları ile ortaya çıkar. “Sizden her biriniz için bir ilim dayanışması ve bir inanç dayanışması yaptık. = Sizden her biriniz için bir şir’a ve minhac yaptık.”(5/48) “Sonra seni işlerden bir yönetim dayanışmasına koyduk, ona uy. = Sonra seni emirlerden bir şeriata koyduk, ona tâbi ol.”(45/18)
(ANA) Esas demek ana demektir. Kur’an’da imam olarak kullanılır. Tâbi olunan kimse veya kitap demektir. Tâbi olmak, itaat etmekten farklıdır. İtaat, emre uymaktır. Tâbi olmak demek, o yapar sen de onun yaptığı gibi yaparsın. İmam böyle bir kimsedir. Sadece örnektir. Hâkim değildir. “Daha önce önder ve esenlik olmak üzere Musa’nın Yazıtını = Daha önce imam ve rahmet olmak üzere Musa’nın Kitabını”(46/6) “O gün her topluluğu önderleri ile çağırırız. = O gün her nâsı imamları ile dâvet ederiz.”(17/71)
(ANAYASA) Önder yasa, imam şeriat demektir. Ona tâbi olunması istenecektir. Yoksa kimse ona ordularla zorlanmayacaktır. “Düzende zorlama yoktur. = Dinde ikrah yoktur.”(2/256) “Anlat, sen sadece anlatansın, onların üzerinde zorba değilsin. = Tezkir et, sen sadece müzekkirsin, onların üzerinde musaytır değilsin.”(88/22) “Biz sana Kur’an’ı baskılar yapasın diye göndermedik. = Biz sana Kur’an’ı şekavet edesin diye inzâl etmedik.”(20/1) “Dinlemezlerse sana düşen sadece duyurmadır. = Tevelli ederlerse sana düşen sadece mübin tebliğdir.”(16/71) “Seni sadece bütün insanlara sevindirici ve uyarıcı olarak gönderdik. = Seni sadece bütün insanlara beşîr ve nezîr olarak irsal ettik.”(34/28)
“İnsanlık Anayasası” deyince, insanı kişi olarak ele alıp ocak, bucak, il, ülke ve insanlık olmak üzere yerinden yönetime göre kişiliği olan kuruluşların ortak anayasasıdır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası bu anayasanın Ülkeler kısmında yer alır. Yerinden yönetim sistemi esas alındığından tüm kuruluşlar ve insan eşit kişiliğe sahip olup, merkezler taşraya hâkim değildirler. “İnsanlık” dediğimizde, Hz. Adem’den kıyamete kadar sürüp gelen bir camia anlaşılmaktadır. Bunun içinde ölmüş olanlar da, doğacak olanlar da dahildir.
Bizim ortaya sürdüğümüz Anayasa, yasadan çok fıkhî hükümleri ihtiva eder. İnsanlara yol göstermektedir. Nereye doğru gitmeleri gerektiğini anlatmaktadır. İleride insanlar sosyal kanunlar gereği bu anayasayı benimseyeceklerdir.
Bunun müeyyidesi bir devletin ordusu değil, tüm insanlığın ortak iradesi olacaktır. Yani, sosyal kanunlar olacaktır. Yani, Allah olacaktır. Kur’an’da buna “sünnetullah” denmektedir. Allah’ın kaderi olarak ortaya çıkmıştır. Yasanın Kur’an’daki adı şeriattır. Şeriat içtihatlardan, sözleşmelerden, yetkililerin talimatlarından ve hakemlerin kararlarından oluşur. Kur’an şeriat değil, şeriat için vasiyetlerdir.
(KAMU) Umum demektir. Lafızda da benzerlik vardır. Uygarlık Sümerler’de başlamıştır. Sümerler’in dili Türkçe idi. Sonra Akadlar Sami dilini kullandılar, ama Sümerler’in etkisi altında gelişti. Bu dil zamanla evrimleşerek oluşan dildir. Kur’an Arapçasında birçok ortak kelimeler vardır. Zannetmek ile sanmak, kanaat ile kanmak, ummak ile umut, bilek ile melek, bu tür akraba kelimelerdir. Kur’an’da topluluğun hakları Allah’ın hakları olarak ifade edilir. “Evimi tavaf edenler, eğilenler ve kapananlar için arıt. = Beytimi tâifler , âkifler ve sâcid râki’ler için tethir et.”(2/125, 22/26) “İnsanlar için yapılan ilk ev Mekke’de olanıdır. = İnsanlar için vazedilen ilk beyt Mekke’de olanıdır.”(3/96) “İnsanların eve gelip görmeleri Allah’ın alacağı olarak konmuştur. = İnsanlar üzerine beyti haccetmek Allah’ın hakkı olarak konmuştur.”(3/97) “Kaldırma gününde (Allah’ın) hakkını veriniz. = Hasat yevminde hakkını ita ediniz.”(6/141) “Allah’ın alacağını yakınlıya, yolcuya ve öksüzlere veriniz. = Allah’ın hakkını zi’l-kurbaya, ibni sebile ve yetimlere ita ediniz.”(17/26, 30/38) Burada “Hakkahu”daki zamir Allah’a gitmededir. Yani, Allah’ın hakkını filana filana veriniz diye tâlimat vermektedir. Allah insanı yaratmıştır. İnsan topluluk içinde yaşar. Topluluk O’nun halifesidir. Kur’an’da Allah’ı kamu temsil eder. Kamu hak ve yükümlülükleri, Allah’ın hak ve yükümlülüğüdür.
(GÖREVLER) Kişinin topluluk adına yaptığı işlere görev diyoruz. Topluluğu kişiler temsil eder. Kişiler topluluk adına hareket ederler. “Musa Harun’a ulusumda benim yerime geç dedi. = Musa Harun’a kavmimde bana halef ol dedi.”(7/142) “Bir nesneden neyi kullanırsanız O onun yerine koyar. = Bir şeyden neyi infak ederseniz O onu ihlaf eder.”(34/49) “Allah, düşmanınızı çökertip yerine sizi görevlendirebilir. = Allah aduvvunuzu helâk edip sizi istihlâf edebilir.”(7/129) “Ben yerde bir görevli var edeceğim. = Ben arzda bir halife ca’ledeceğim.”(2/30) “Sizi yerin görevlileri yapmaktadır. = Sizi arzın halifeleri yapmaktadır.”(27/62) İşte insanın Allah adına yani kamu adına yüklendiği şeyler görevlerdir. Kur’an’daki karşılığı ise “Külfet” olarak ifade edilmiştir. “Allah hiçbir kimseye taşıyabileceğinden çok yük yüklemez. = Allah nefse vus’unun dışında olanı teklif etmez.”(2/286) “Kişiye gücünden çoğu yüklenmez. = Nefse vus’undan başkası teklif olunmaz.”(2/233) “Allah kişiye verdiğinden çoğunu yüklemez. = Allah nefse ita ettiğinden başkasını teklif etmez.”(65/7) “Allah yolunda savaş, sen kendinden başkasından sorumlu olma. = Allah yolunda mukatele et, sen nefsinden başkası ile teklif olma.”(4/48)
(KAMU GÖREVLERİ) Topluluk adına yapılan işlerdir. Görev yetkiyi beraberinde getirir. Demek oluyor ki, Kur’an’da “Allah’ın hakları” olarak belirtilen hususlar “Kamu görevleri”dir. İnsanlar onun halefi olarak mükelleftirler. Hukuki ifade ile, Kamu Görevlileri topluluk adına işler yaparlar. Topluluk adına yetkilidirler. Kur’an “Kamu”yu “Allah” lafzı ile; “Kamu Görevlileri”ni de “Emr sahipleri” diye adlandırmaktadır. “Başkan” ise “Resul” kelimesi ile belirtilir. Yani, topluluk Allah’ın halifesidir, Başkanlar da resulün halifesidir. Resul, Allah’ın görevlendirdiği kimsedir. Başkan, topluluğun görevlendirdiği kimsedir. “Savaşta elde edilenler Allah’ın, elçinin, yakınlıların, öksüzlerin, yoksulların ve yolcularındır. = Enfâl Allah’ın, resulün, zilkurba, yetimler, miskinler ve ibni sebilin oğlunundur.”(8/41 59/7) “Allah’ı dinleyiniz, elçiyi ve görevlileri de dinleyiniz. = Allah’a itaat ediniz, resule ve emirli olanlara da itaat ediniz.”(4/59) Burada Allah’a itaat ile resul ve yetkililere itaati ayrı ayrı belirtti. “Elçiyi dinleyen Allah’ı dinlemiş olur. = Resule itaat eden Allah’a itaat etmiş olur.”(4/80) Başkana itaat eden topluluğa itaat etmiş olur. Böylece kamu görevlerinin kişilere tahmil edildiğini belirtmiş olur.
(KURULUŞ) İnsanların sözleşmelerle birbirine bağlanarak bir varlık oluşturmalarıdır. Kur’an buna “İman” demektedir. Yani, birbirine karşı güven verme anlamındadır. Topluluk bir yapıdır. Bir canlı gibidir. Böylece oluşan yeni bir varlıktır. Yapı nasıl tuğladan farklı ise, insan nasıl hücrelerden farklı ise, topluluk da böyle farklı bir yapıdır. Kur’an’da bu topluluklar İman eden kimseler olarak belirtilir. Yani, dayanışma ortaklıklarını kuran kimseler anlamındadır. “Ulak, inanan ve göçenlerden öncedir. = Nebi, mü’min ve muhacirlerden evlâdır.”(33/6) Burada müminler muhacirler karşılığı kullanılmıştır. Yani, mü’minler demek, dayanışma ortaklıklarını kuran kimselerdir demektir. Allah’a îman sözkonusu olsaydı, muhacirleri ayrı zikretmezdi. “Ey inananlar, Allah ve elçisine inanınız. = Ey îman edenler, Allah ve resulüne îman ediniz.” (4/136) Îman edenleri Allah ve resule itaat etmeye dâvet etmektedir. Ey dayanışma ortaklıklarını kuranlar, Allah ve resulüne îman ediniz diyor. Buradaki “Allah ve resulü” de “Hakemlerden oluşan tarafsız ve bağımsız mahkemelerin karaları”dır. Başkanlar uygular. Onlara itaat ediniz diyor. Dayanışma ortaklıkları yargı kararlarına uysun diyor. Devlet dediğimiz teşkilât bundan ibarettir. Dayanışma ortaklıkları ve hakemlerden oluşan yargı, başkan ve başkanın emrinde çalışan görevliler. “Onlar yapıştırılmış yapılar gibidir. = Onlar mersus yapılar gibidir.”(61/4) “Bir deri ya da iki kanat üzerinde uçan kuş yoktur ki sizin gibi topluluk olmasın. = Bir dabbe veya iki cenah üzerinde tayreden bir tair yoktur ki sizin gibi bir ümmet olmasın.”(6/38) İşte kuruluştan maksat bu yapının ortaya çıkarılmasıdır.
(İNSANLIK) Buradaki insanlık, ülkelerin merkezinde kurulmuş ve devlet gibi tüzel kişiliği olan kuruluştur. Kur’an’da bunlara “Nâs” diyor. “İnsanlık tek bir topluluktur. = Nâs vahid bir ümmet olmuştur.”(2/213)” “İnsanlık bir topluluktan başkası değildir. = Nâs bir ümmetten başkası değildir.”(10/19) “Bunlar tek topluluktur. Yetiştiriciniz benim, bana çalışınız. = Bunlar vahid ümmettir. Rabb’iniz benim, bana ibadet ediniz.”(21/92) “Bunlar sizin tek topluluğunuzdur. Bende korununuz. = Bunlar sizin vahit ümmetinizdir. Bana ittika ediniz.”(23/52) Bu âyetler insanlık içinde devletlerin, illerin, bucakların ve ocakların ayrı ümmetler olarak oluşmasına mâni değildir. “Yetiştiricin isteseydi insanları bir tek topluluk yapardı. = Rabb’in meşiet etseydi nâsı vahit ümmet yapardı.”(11/118,16/93,42/8) “Onları yerde topluluklar olarak böldük. = Onları arzda ümmetler olarak taktı ettik.”(7/168) Demek ki, bir taraftan tüm insanların ortak kuruluşu olan İnsanlık olacaktır. Diğer taraftan her topluluk kendi topluluklarını kendileri kuracaktır. Yerinden yönetim ilkesi ile onların oluşması önlenmeyecektir. Kişiler hem ocağın, bucağın, ilin, ve ülkenin vatandaşı olacaklar, hem de onlardan ayrı insanlığın üyesi olacaklardır. İki ayrı şirkete ortak olan kimse gibi olacaklardır. Yani, İnsanlık devletler topluluğu değildir. Ayrı kuruluştur. Muhatabı devletler değil, insanlardır. Onların devleti olmaları hasebiyle onlarla da muhataptır.
(YERYÜZÜ) Üzerinde yaşadığımız gezegendir. Karaları ve denizleri ile yeryüzüdür. Yerin içi ve dışı ile yeryüzüdür. Kur’an’da “Arz/Yer” olarak geçmektedir. Yeryüzü tâbiri ile yalnız yüzünü kastetmiyoruz. Tükçede öyle kullanıldığı için kullandık. Aslında, “Yer insanlığındır” demeliyiz. “Yerde olanları birlikte sizin için yarattı. = Arzda olanları cemian sizin için halketti.”(2/29) “Sizin için yerde bir güne dek kalınacak ve geçinilecek nesneler vardır. = Sizin için arzda bir hîne dek müstakar ve meta’ vardır.”(2/36) “Fî” kelimesi kullanılmıştır. Yalnız yüzünü değil, her tarafını içerir. “Sizin gökte besin vardır. = Sizin semada rızık vardır.”(51/22) “Allah denizi size kullandırdı. = Allah bahrı size teshir etti.”(45/12)
(YERYÜZÜ İNSANLIĞINDIR) Yani, bütün insanlarındır. “Sizi yerin görevlileri yapmaktadır. = Sizi arzın halifeleri yapmaktadır.” (27/62) Arz müfred, halifeler çoğuldur. Bu müştereken mülkiyete delâlet eder. Muzari sigasıyla da görevlendirmenin sürekliliğini ifade eder. “Yerde olanların hepsini sizin için yaptı. = Arzda olanları cemian sizin için yaptı.”(2/29) Yerin bütün insanlara birlikte temlik edildiğini ifade eder. Demek ki, yer önce tüm insanlığındır. Sonra, onu aralarında bölüşmüşlerdir. “Allah’ım, varlığın sahibi sensin, onu dilediğine verirsin. = Allah’ım, mülkün mâliki sensin, onu dilediğine ita edersin.”(3/26) Burada, “Mülkün sahibi sensin” deyince, başlangıçta tüm insanlık Allah’ın halifesi olduğu için yerin mâliki oldu. Sonra, “Sen ita edersin” diyor, “temlik edersin” demiyor. Demek ki, insanlar insanlık adına mülkleri işleteceklerdir. Kişilere bir hizmet karşılığı verilecektir. Topluluklara da öyle. İşte biz bu hizmetleri tesbit ediyoruz. Ülkeler savunmayı, iller güvenliği, bucaklar hukuk düzenini, ocaklar yaşamayı ve kişiler de onun bakımını yapmayı taahhüt etmişler ve böylece o topraklara sahip olabilmişlerdir. Burada, “Sen verirsin” demek, şeriat verir, hukuk verir; kişiler ve yöneticiler vermez demektir.
Madde 1- a) Yer İnsanlığındır. İnsanlar, atalarından devraldıkları yeryüzünü işgal ile aralarında bölüşerek topraklarından yararlanır ve yaşarlar; karşılığında onu imar ederek çocuklarına devrederler. Onu tahrip etmeye hakları yoktur.
Madde-1 a) Yer Adem oğullarınındır. Nâs abâından tevarüs ettikleri arzı evleviyetle aralarında taksim edip kıtaatında ayş ederler. Ecir olarak onu imar ederek ebnaına terk ederler. Onu ifsad etmeleri nehy olunmuştur.
Yer İnsanlığındır. = Arz Adem oğullarınındır.
“Yetiştiricin meleklere yerde bir görevli var edeceğim dedi. = Rabb’in meleklere arzda bir halife ca’ledeceğim diye kavl etti.”(2/3) Buradaki hilafet, arzda insanların hükümran olacağını ifade eder. Bu hükümranlığını Allah’ın halifesi olarak yapacağını ifade eder. Sonra Adem’in kıssasını anlatır. Çoğul sigasıyla; “Birlikte inin, sizin için yerde bir süre kalınacak ve geçinilecek vardır. = Cemian hubut edin, sizin için arzda mustakar ve meta’ vardır.”(2/26) “Yerde ne varsa sizin için yaptı. = Arzda ne varsa sizin için ca’letti.”(2/28) ile yeri insanlığa tahsis eder.
İnsanlar, atalarından devraldıkları yeryüzünü işgal ile aralarında bölüşerek topraklarından yararlanır ve yaşarlar;
Nâs, abalarından tevarüs ettikleri kıtaattan istimta’ ederek evleviyetle aralarında taksim ederek ayş ederler.
(NAS) “Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratmış olan Yetiştiricinize iş yapınız. = Ey nâs sizi ve sizden önce olanları halk eden Rabb’inize ibadet ediniz.”(2/21) Öncekilerini size yani nâsa atfetmiştir. Demek ki, nâsın içinde daha öncekileri yoktur.
(ABA) Ataları ifade eder. Dedeleri ve nineleri de içerir. “Siz ve önceki atalarınız. = Siz ve akdem abâınız.”(26/76) “Aba” kelimesi içine bütün ataların dâhil olduğunu ifade etmiş olur. Miras âyetinin sonunda; “Atalarınız ve oğullarınız = Abâınız ve ebnâınız” diyor. Demek ki, miras atalardan tevarüs etmektedir. Ebnaa intikal etmektedir. “Anne ve babanın bıraktıklarında erkeklerin bir payı vardır. Anne ve babalarının bıraktıklarında kadınların da bir payı vardır. = Valideyn ve akrabaların terk ettiklerinde ricalin nasibi vardır. Valideyn ve akrabaların terk ettiklerinde nisânın nasibi vardır.”(4/7)
(EBNA) Çocukları ifade eder. Kız ve erkek torunları içerir. Ebnaı abaa atfetmiştir. Kıyaslanır.
(VÂRİS) Ölenlerin bıraktıklarından yararlanmak üzere temellük eden kimsedir. Halef işlerini görmek üzere temellük edendir. “Yer ve üzerinde olanlar yalnız bize kalır. = Arz ve üzerinde olanlara sadece biz vâris oluruz.”(29/40) “Yer yeterli çalışanlara kalır. = Arza sâlih olan ibâd vâris olur.”(21/105) “Ehlinden sonra yerin kendilerine kaldığı kimselere. = Ehlinden sonra arza vâris olan kimselere.”(7/100) “Yer Allah’ındır. Ona iş yapanlardan istediğine onu bırakır. = Arz Allah’ındır. İbâdından meşieti olanı ona vâris kılar.”(7/28) Burada, arza biz vârisiz. Biz onu istediğimize iras ederiz, ifadesi ile, mülkün Allah’ın olması hasebiyle ölüye önce Allah vâris oluyor. Kamu vâris oluyor, sonra şeriatın kurallarına göre mirasçılara intikal ediyor. Mirasçılara veren ölen değil, Allah’tır, şeriattır. Bu sebepledir ki, tereke önce kamuya geçer, o borçları öder ve vasiyetleri yerine getirir, sonra kalanı mirasçılara bölüşülür. Doğrudan doğruya varislere geçmez. Vârislere bir mükellefiyet teklif olunmaz. Sâlih olan ibâddan kasıt da, onu işletebilen kimseler demektir.
(KITA) Parça veya parsel demektir. “Yerde komşu bölmeler vardır. = Arzda mütecavir kıtalar vardır.”(13/4) Yeryüzü parçalara ayrılacak ve parçalara ayrı ayrı temellük edilecek, böylece oralar imar edilecektir.
(META) Yararlanılan şeyler demektir. Mustakar kılınan yer demektir. Yer mekânı, Meta ise demirbaşları içerir. “Yerde sizin için bir süre kalınacak ve geçinilecekler var. = Arzda sizin için bir hîne dek mustakar ve meta vardır.”(7/24) “Siz yaradılışınızda geçindiniz. = Siz halkınızda istimtia’ ettiniz.”(9/69) Yeryüzündeki imkânlardan yararlanarak ve mekânı işgal ederek yaşarız. Kur’an bunları hukuki zemine oturtmaktadır.
(EVLEVİYET) İlk işgal demektir. Bir şeyi önce kim işgal ederse onu kullanmak hakkı da onun olur. “İnsanlar için bolluk olarak konan ilk yer Mekke’de olanıdır. = İnsanlar için mübarek olmak üzere vazedilen beytin evveli Mekke’de olanıdır.”(3/96) “Günlerin ilkinde korunmak üzere kurulmuş olan toplanma yerinde durman daha uygundur. = Yevmin evvelinde takva üzere tesis olunmuş mescit orada kıyam etmen için ehaktır.”(9/108) “Su aralarında içmek üzere bulunanlar arasında bölüşülecektir. = Maa muhtadar her şirba aralarında kısmet iledir.”(54/28) Kur’an’da Mekke’nin ilk merkez olmasından dolayı değiştirilmeyecektir. Bir şeyin değişmesi için sebep olması gerekir. Newton’un atalet kanunu topluluktaki uygulamasıdır. Bir ocakta bir günlük mescit, bir bucakta da bir Cuma mescidi tesis edilebilir. Kıyas yoluyla evveliyet kuralını bütün işlere teşmil ederiz. Bir yeri kim önce işgal ederse, onu kullanma hakkı onun olur. Diğerlerinin boş kalan yerleri işgal hakları vardır. Sudan pay alabilmek için taksimde hazır bulunmak gerekmektedir. Hak sahibi olmak için işgalin devam etmesi gerekir. Boşaltıldığında bir hak kalmaz.
(MAİŞET) Geçinmek demektir. “Aralarında geçimliklerini biz bölüştürdük. = Aralarında maişetlerini biz taksim ettik.”(43/32) “Sizi yerde yerleştirdik ve orada size geçimlikler yaptık. = Sizi arzda temkin ettik ve orada sizin için meaiş yaptık.”(7/10) “ Size ve sizin beslemediğiniz kimselere orada geçimlikler yaptık. = Size ve sizin rızık vermediğiniz kimselere orada maayış yaptık.”(15/20) “Bu yaşayışta geçimlikleri biz bölüştürüyoruz. = Dünya hayatında maişetlerini biz kısmet ediyoruz.”(43/32) İnsanlar kamuya çalışırlar, kamu da sonra paylarını bölüştürür. Bu bölüştürme yöneticilerin değil, kamunun görevidir. Yani, şeriatın görevidir. Mevzuatın kuralları içinde bölüşme meydana gelir. Kişilerin veya yöneticilerin bu kuralları değiştirme hakları yoktur. Bu kurallar, içtihat, sözleşmeler, yöneticilerin geçici hakemliği, hakemlerin kesin hakemlikleri ile belirlenir.
Karşılığında onu imar ederek çocuklarına devr ederler.
Müsta’mer ve müstahlef olarak onu imar edip ebnâına terk ederler.
(MÜSTA’MER) İmar için istihdam edilerek demektir. Amera, imar anlamındadır. Hizmetten yapılan istihdam gibi “amera”den “isti’mar” yapılmıştır. “Yerde O sizi yapmış ve orada sizi bayındırlık için görevlendirmiştir. = Arzda O sizi inşa etmiş ve sizi orada istimar etmiştir.”(30/9) Yani, biz Allah’ın imar etmemiz için tuttuğu işçileriyiz, ibadıyız. “Ben cin ve insanı işlerimi yapsınlar diye yarattım. = Ben cinni ve insanı ancak bana ibadet etsinler diye halkettim.”(51/56) âyetinin manâsı açıklanmış oluyor. “Yalnız sana çalışır ve karşılığını da senden isteriz. = Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden istiane ederiz.”(1/4) de bunu ifade etmektedir. “Yer ve gökler ona kalmış iken onun yolunda neden kullanmıyorsunuz? = Arzın ve semavatın mirası Allah’ın iken Allah’ın sebilinde neden infak etmiyorsunuz?” (57/10)
(MÜSTAHLEF) Halef olması için isti’car edilen kimse demektir. Biz Allah’ın ücretli görevlisiyiz. “Sizi görevlendirdiğimizden dolayı kullanınız. Allah’a ve elçisine inanınız. Sizden kim inanır ve verdiklerimizi yerinde kullanırsa ona büyük karşılık vardır. = Sizi istihlaf ettiğimizden infak ediniz. Allah ve resulüne îman ediniz. Sizden îman etmiş ve infak etmiş olan kimselere ecri kebir vardır.”(57) “Sonra onların arkasından bakalım ne işler yapacaksınız diye sizi onların yerlerine getirdik. = Sonra onların arkasından nasıl amel edeceğinizi re’yetmemiz için arzda sizi halaif ca’lettik.”(10/14) “Yetiştiricin meleklere, ben yerde görevli yapacağım demişti. = Rabb’in meleklere, ben yeryüzüne halife ca’ledeceğim dedi.”(2/30)
(TERK) Miras bırakmak, sonrakilere bırakmak demektir. “Nice yemişlikleri ve kaynakları bıraktılar. = Nice cennetleri ve ayınları terk ettiler.”(44/25) “Anne babanın ve yakınların bıraktıklarında erkeklerin bir payı vardır. Anne babanın ve yakınların terk ettiklerinde kadınların da bir payı vardır. = Valideynin ve akrabaların terk ettiklerinde ricalin nasibi vardır. Valideyn ve akrabaların terk ettiklerinde nisanın da nasibi vardır.”(4/7) “Biriniz ölüme hazır olduğunda iyilik bırakıyorsa vasiyet etsin. = Ahadınız mevte hazır olduğunda hayır terk ediyorsa vasiyet yapsın.”(2/180) Kur’an’ın mirasın terk edilmiş olarak gösterilmesi, ölenin onun üzerinde herhangi bir hakkının olmadığını ifade eder. Bütün haklar Allah’a yani kamuya intikal eder. Miras akrabaların birbirine karşı olan görevlerinden doğan hak olup, akrabalıktan dolayı değildir. Akrabalık illettir. Sebep değildir.
Onu tahrib etmeye hakları yoktur.
Orada ifsad etmeleri nehy olunmuştur.
(İFSAD) bozmaktır. Elverişsiz hâle getirmektir. “Karada ve denizde insanların elleriyle yaptıklarından dolayı bozgunluk ortaya çıkmıştır. = Berrde ve bahrda insanların yedleri ile amel etmiş olduklarından dolayı fesad zuhur etti.”(30/41) “Düzenlendikten sonra yeri bozmayın. = Islahının ba’dinde arzı ifsad etmeyin.”(7/56,7/85) İnsanların yaptıkları ile çevre kirliliğinin ortaya çıkacağını bildirilmekte ve bunun nehy edildiği de bu âyetlerde ifade edilmektedir.
(NEHY) Bir şeyin yasaklanmasıdır. “Yasaklandığınızın büyüklerinden sakınırsanız kötülüklerinizi kapatırız. = Nehy olunduğunuzun kebairinden ictinab ederseniz seyyiatınızı tekfir ederiz.”(4/21) Bu âyetten nehy olunanın seyyieden daha büyük olduğu anlaşılmaktadır. Bu âyet, “Ey inananlar, malları aranızda karşılıksız yemeyin = Ey iman edenler, malları aranızda bâtılla yemeyin.” nehiy sigasından sonra gelmektedir. Menfi emir sigası nehiy sigasıdır. Fesad çıkarmayın da nehiy sigasıdır.
İnsanlar insanlığa borçlanırlar.
İnsan adem oğullarının tümüne medyun olur, onlardan müstahak olurlar.
(DEYN) Kişinin düzen içindeki borç ve alacalardır. Alacaklar lehine, borçlar aleyhine deyndir. “Belli bir süreye kadar bir borcu aranızda borçlandığınızda onu yazınız. = Musemma ecel ile bir deyni tedayün ettiğinizde onu ketb ediniz.” (2/282) Burada “tedayentüm” olarak kullanmıştır. Tefaul babını kullanmıştır. Oysa, deyn lafzı müfrettir. Bu borçlanmanın kamuya karşı olduğunu ifade eder. Düzen anlamında olan din ile aynı köktendir. Düzen, kamu demektir.
(HAK) Kişinin düzen içindeki borç ve alacağıdır. Lehe hak alacağı, aleyhe hak borcu ifade eder. “Borçlu olan kol koysun = Hakkın aleyhinde olduğu kimse imla etsin.” (2/282) “Allah’ın yasakladığı kişiyi boş yere öldürmeyiniz. = Allah’ın haram kılmış olduğu nefsi hak dışında katletmeyiniz.”(6/151) Hak mutlak olarak ifade edilmiştir. Birisinin hakkı olarak ifade edilmemiştir. Nehy de kamuya yapılmıştır. “Varlıklarında dileyen ve yoksun için alacak vardır. = Mallarında sail ve mahrum için hak vardır.” (51/19) “Varlıklarında toplayan ve yoksun için alacak vardır. = Mallarında sail ve mahrum için hak vardır.”(70/25) “Ekinin kaldırma gününde (Allah’ın) alacağını veriniz. = Hasad yevminde (Allah’ın) hakkını ita ediniz.”(6/141) “(Allah’ın) alacağını yakınlara, yoksullara ve kamu çalışanlarına veriniz. = (Allah’ın) hakkını yakınlılara, miskinlere ve ibni sebile veriniz.”(17/26,30/38) Allah kendi alacaklarını dilediği kimselere paylaştırmaktadır. “Yerdeki bütün dirilerin besinleri Allah üzerindedir. = Yeryüzündeki bütün dabbelerin rızkı Allah üzeredir.”(11/6) “Onları (çocukları) ve sizi biz besliyoruz. = Onları ve sizi biz irzak ediyoruz.”(17/31) “Sizi ve onları (çocukları) biz besliyoruz. = Sizi ve onları (çocuklarınızı) biz irzak ediyoruz.”(6/151) Demek ki, rızıklandıran anne baba değil, kamudur.
İnsanlar, insanlığa borçlanarak kendilerinin doğmasına sebep olan yakınları tarafından büyütülürler. Büyüyünce çocukları doğurup büyütmekle insanlığa karşı borçlarını öderler. Erginken yaşlılara bakarak insanlıktan alacaklı olurlar, yaşlanınca da erginler tarafından bakılırlar. Bu borç ve alacak ihtiyaca ve imkâna göre olup, eşitlik içinde değiştirme şeklinde değildir.
Nefs, tüm Ademoğullarına medyun ve müstahak olarak, kendilerinin velâdetinin faili olan valideyn tarafından irzak ve imlâk olunur. Rüşde bâliğ olunca nikahlanıp evlatlarını irzak ve imlâk ederler. Tüm Ademoğullarına olan deynlerini eda ederler. Reşit iken kibere bâliğ olan ebeveyne ihsan edip sonra ihsan olunurlar. Bu erham arasında ihsana dayanmaktadır, tedvir şeklinde değildir.
(NEFS) Kişi demek olup, Ademoğullarından her biridir. “Ey insanlar, sizi bir tek kişilikten yaratıp eşini de o kişilikten yaratmıştır. İkisinden birçok erkekler ve kadınlar türetmiş olan Yaratıcınızdan korununuz. = Ey nâs, sizi bir tek nefisten halk etmiş, zevcini de ondan halk etmiş ve ikisinden birçok ricali ve nisâyı be’setmiş Rabb’inize ittika edeniz.”(4/1) “Allah hiçbir kişiye gücünden başkasını yüklemez. Kazandığı onundur. Kazandıran ona borçtur. = Allah hiçbir nefse vus’undan başkasını teklif etmez. Kesb ettiği lehinedir, iktisab ettiği aleyhinedir.”(2/286) “Herkes kazandığına bağlanmıştır. =Her nefis kesb ettiğine rehindir.”(74/38) “Size kendinizden eşler yaptı. = Size nefislerinizden ezvac ca’letti.”(42/11) Nefis mükelleftir. Topluluk ise şari’dir, kuralları koyar. Kurallar Allah’ındır. Dolayısıyla Allah’ın halifesi topluluktur.
(VELÂDET) “Bu kente, doğuran ve doğana and. = Bu beldeye, valide ve velede kasem.”(37/105) Vâlid ve veled aileyi temsil eder. Belde de mekân birliğini gösterir. Aile karye, belde, medine ve mısr gibi bir kuruluştur. Tüzel kişiliği yoktur. Aile mülkiyeti yerine, ferdî mülkiyet vardır. “İnsana ana babasını öğütledik. Onu sıkıntı içinde yüklenmiş ve sıkıntı bırakmıştır. = İnsana valideynini vasiyet ettik. Onu vehnen hamletti ve vehnen vazetti.”(31/14) Sıkıntı ile doğuran anneyi zikretmekte ama ikisini birden vasiyet etmektedir. Baba da annenin o sıkıntısına ona hizmet etmekle katılmıştır. Bu sebeple ona “Mevludun leh = Onun için doğan”(2/233) denmiştir.
(FAİL ) Bir şeyin oluşmasına sebep olanlardır. Failde sonuçları kişi belirlemez, âmilde ise sonuçları ölçerek değerlendirir. “Herkese yaptığı işin karşılığı verilmiştir. Ve O (Allah) her yapılanı en iyi bilmektedir.= Her nefse ameli ifa olunmuştur. Ve O (Allah) fi’lettiklerini en iyi ilmedendir.”(39/7)
(İMLAK) Çocuğun ihtiyaçlarını gidermektir. Yemek, giyinmek, barınmak, yetişmek fiillerini içine alır. “Geçinmeden dolayı çocuklarınızı öldürmeyiniz. Sizi ve onları biz besliyoruz. = İmlakdan dolayı evlatlarınızı katletmeyiniz. Sizi ve onları biz irzak ediyoruz.”(6/151) “Çocuklarınızı geçindirme korkusuyla öldürmeyiniz. Onları ve sizi biz besliyoruz. = Evlâtlarınızı imlakın haşyeti ile katletmeyiniz. Onları ve sizi biz irzak ediyoruz.”(17/31)
(RIZK) Kişinin yaşaması için gerekli yiyecektir. Onların (annelerin) besinleri ve giysileri (çocuğu) doğurulmuş olduğu kimsenin üzerindedir. = Onların (validelerin) rızkı ve kisveleri mevludun leh olanların üzerinedir.”(2/233) “ Ne anne ne de baba doğan için zarara sokulmaz. = Ne valid ne de mevludun leh izrar edilir.”(2/233) Ailede nafaka temini erkeğe aittir.
(KİSVE) Giyecektir. “(Öksüzleri) onları giydirin, besleyin. = (Yetimleri) onları iksa edin, irzak edin.”(4/5) “Evinizi doyurduğunuzun ortasından veya giysilerinden = Ehlinizi it’âm ettiğinizin evsatından veya kisvelerinden.”(5/89) “Ehlinizi it’âm ettiğiniz” tâbiri ile ehli it’âm etmenin valide ait olduğuna işaret etmektedir.
(RÜŞD) Kişinin kendi kendisini yönetmesi durumudur. “(Öksüzlerde) erginlik görürseniz varlıklarını onlara veriniz. = (Yetimlerde) onlarda rüşd görürseniz mallarını onlara def’ediniz.”(4/6) Yetimlere kalmış olan mallar için önce sizi kıyam yaptığı mallarınız diyor, sonra imtihan ediniz ve rüşdü görürseniz malları iade ediniz diyor. Buradaki mülkiyet yönetim mülkiyetidir. Asıl mâlik Allah’tır. “Varlıkların ısısı sensin Allah’ım, de. = Mülkün mâliki sensin Allah’ım, de.”(3/16)
(NİKÂH) “Öksüzlere olumlu davranamayacağınızdan korkarsanız, beğendiğinizden ikişer, üçer ve dörder evlenin. = Yetimlere kıst edemeyeceğinizden havf edecek olursanız, hoşunuza gidenlerden iki, üç ve dört kimseyi nikâhlayınız.”(4/4) Topluluk yetimlere kendi çocukları gibi bakmakla mükelleftir. Evlilik yapmadan bu mükellefiyeti yerine getiremeyenler yetimlerin çokluğuna göre iki, üç veya dört kadınla evlenmekle yükümlüdürler. Burada ibahayı değil, vücubu ifade eder. Şart başa gelince vücubu, sona gelince müsadeyi ifade eder. “Aralarında dengeyi kuramayacaksanız biriyle evlenin. Bu arkanızın kesilmemesi için en azıdır. = Eğer eşler arasında adaleti gözetemeyecekseniz, o zaman birisiyle nikahlanın. Avl etmemeniz için bu ednasıdır.”(4/4) Burada evlenmenin vücubiyetine işaret etmiş olur. “Varlığınız inanmış olgun onurlu kadınla evlenmenize gücünüz yetmezse, kızlarınızdan sağ elinde olanlarla evlensin. = Tavlen mümine muhsenat ile nikahlamaya istitaa edemeyenler, mümine fetayınızdan mülkünüzün yemini ile nikâhlansın.”(4/24) Bu âyette yine gücü yetmeyenlerin aynı zamanda çalışıp gelirde katkı bulunacak kimselerle evlenmeyi önermektedir. “Sizden eşleri olmayanlarla, uygun olanlardan köle kadın ve erkekleri evlendiriniz. = Sizden eyamayı ve salih olan abd ve imaları nikâh ediniz.”(24/32) Evlenme emri şarta bağlanmıştır. Evlendirme emri ise topluluğa yapılmıştır ve şartsızdır. Yaşayan nesil kendilerinin insanlığa olan borcunu evlenerek ödeyecektir.
(KİBER) “Onun küçük töremesi varken ona yaşlılık gelirse. = Onun zaif zürriyeti varken ona kiber isabet ettiyse.” (2/266) “(Allah) Anne babaya iyiliği kural koydu. Onlardan biri veya ikisi yanında yaşlılığa ulaşırlarsa onlara “uf” deme. = Valideyne ihsanı kaza etti. Onlardan biri veya ikisi indinde kibere baliğ olursa onlara “uf” deme.” (17/23) Yaşlılıkta anne babaların evlatlarının yanında olacağını ifade etmektedir. “Yetiştiricim, onlara esenlik ver. Nitekim onlar beni küçük iken yetiştirdiler. = Rabb’im, onlara merhamet et. Beni nasıl sagîr iken terbiye ettiler.” (17/24)
(İHSAN) İhsan, ihtiyaca dayalı yardımlaşmadır. İki kişi anlaşıp, birimiz hasta olursa diğerimiz ona baksın derse, bu ihsan anlaşmasıdır. “Allah sana nasıl iyilik yapıyorsa sen de yap. = Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sen de ihsan et.” (28/77) İnsanlık sana nasıl iyilik etmişse sen de karşılığında iyilik et. “İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz. = İhsan ederseniz nefsinize ihsan etmiş olursunuz.”(17/7) Siz yaşlılara bakarsanız, yaşlandıkça da size bakarlar. “Anne babaya iyiliği buyurdu. = Valideyne ihsanı emretti.”(6/101)
(TEDVİR) Karşılıklı olarak mal verip veya hizmet almadır. Tedvirde mallar değişiyor, ihsanda insanlar taahhüde giriyor. Hâcete göre değerlendiriliyor. “Aranızda birlikte alıp verdiğiniz bunun dışındadır. = Aranızda hazır olarak idare ettiğiniz müstesnadır.” (2/283)
(ERHAM) Akrabalık demektir. “Kendisinden dilemekte olduğunuz Allah’ta ve yakınlıklarda korununuz. = Kendisinden tesaül ettiğin Allah’a ve erhama ittika ediniz.” (4/1) Allah topluluğu ifade eder. Topluluk içinde ve akrabalık içinde korununuz. Böylece aile ve topluluk insanın ayrı ayrı iki sığınağıdır. “Allah’ın yazıtı ondadır yakınlılar dayanışan kimselerdir.= Allah’ın kitabında erhamlılar birbirlerine evladır.”(8/75) “Onlardan anne babalarına ve yakınlarına iyilik edecekleri sözünü almıştı. = Onlardan valideyne ve kurbalılara ihsan edeceklerinin misakını ahzetmişti.” (2/83) “Anne babaya ve yakınlara iyiliği emretti. = Valideyne ve zilkurbaya ihsanı emretti.”(4/26) “Her birini anne babanın ve yakınların bıraktıklarında dayanışmayı kıldık. = Her biri için valideyn ve akrabanın terk ettiklerinde mevali ca’lettik.”(4/33) “Ana babaya ve yakınlara vasiyet vardır. = Valideyn ve akrabaya vasiyet vardır.”(2/180) Anne veya babanın, oğul veya kızın görevi yerine getirememesi halinde yerine akrabaları geçerler. Miras da buradan doğmaktadır.
Böylece “İnsanlık Anayasası”nın girişinde geçen kelimelerle, birinci maddede geçen kelimelerle ilgili âyetler açıklanmış olmaktadır.
Burada vurgulanmış olan en önemli husus, tüm insanlığın da bir tüzel kişiliği olmasıdır. Biz onun mallarını kullanıyoruz. Ve ona karşı borçlanıyoruz. Sonra bugün yaşayan insanların hakları ve görevleri vardır. “Ne yaratılmamız ne de gönderilmemiz tek kişi gibisinden başkası değildir. = Ne halk edilmeniz ne de ba’sedilmemiz vahid bir nefis gibisinden başkası değildir.”(31/29) Tarihte türler de doğar, gelişir, yaşar, yaşlanır ve ölür. İnsan nesli için de mukadder olan budur.
Allah, melekleri, ruhları ve cinleri yarattı. Böylece Allah, Allah olduğunu gösterdi. Yoksa Allah olmazdı. Bu sebepledir ki, Tekvin Allah’ın lâzım sıfatıdır. Allah, insanların varolabilmesi için Kâinatı yarattı. Kâinatın içinde Yeryüzünü yarattı ve orada insanı görevlendirdi. Ademoğulları orada Allah’ın görevlileridir. Yaşayanlar insanlığın temsilcisi olarak zamanları içinde görevlerini görürler, haklardan yararlanırlar. İnsanlar aile içinde doğar, yaşar ve ölürler. Önce aile tarafından beslenirler, sonra kendileri aile kurup ona hizmet ederler. Böylece Allah’a karşı, onun halifesi olan insanlığa karşı borçlanırlar ve sonra ergin iken öderler. Yaşlılara bakarlar, yaşlandıkça da karşılığında bakılırlar. Düzen budur.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık, Yönetim: REŞAT NURİ EROL