KUR’AN İŞLETMELERİ (18); 158. SEMİNER Üsküdar/ İstanbul3 Mayıs 2002 Cuma
A D İ L D Ü Z E N E G Ö R E
İNSANLIK ANAYASASI
IB. ASKERÎ DÜZEN
Askerî düzende kuvvetli olan haklıdır.
Harbde kuvvetli olan haklıdır.
Madde 3- a) Askerî düzende kuvvetli kim ise haklı odur. Kişiler mevzuata değil, üstlerinin talimatına uyarlar. Mevzuat, üstlerin tamamlayıcı talimatlarıdır. Üstlere karşı sorumludurlar. Hakemlik yok hakimlik var. Hakimler merkezden atanırlar ve onlar adına yargılarlar. Sorumluluk sonuçlardandır. Sonuca ulaşmak için her yol meşrudur. Kişisel sorumluluk yoktur. Ortak sorumluluk vardır. İçte sorumluluk üste aittir. Dışa karşı sorumluluk ise emire aittir. Devlet askeri düzenle kurulur ve korunur. Herkesin canını, malını, ırzını ve işini koruma hakkı vardır. Herkes başkasına yaptığını baştan kendisine yapılmasını da kabul etmiş sayılır.
Madde 3- a) Harbde mağlub olan hezimete uğrar. Şeriata değil, emre itaat edilir. Emirliğe karşı mes’uliyet vardır. Hakemlik yerine kadılık vardır. Kadılık emire aittir. Resule kıyasen görev görürler. Sorumluluk akıbetledir. Akıbete ulaşmak için tüm istıtae harcanır. Kıtalde cünd sorumluluğu vardır. Nefsi sorumluluk yoktur. Emire itaat edilir, birlikten emir sorumludur. Din kıtal ile kurulur, şeriat ile yaşar. Herkesin taaddiyi def’ hakkı vardır. Ferdin Malı, Nefsi, Ferci ve Kesbi masumdur. Kısas hukukun temelidir.
Askerî düzene hukuk düzeni kuralları içinde geçilir.
Madde 3- b) Askerî düzenin konu ve sınırlarını hukuk düzeni belirler. Askerî kuruluşlar ile hukuk kuruluşları arasında dengeyi asker kökenli ama hukuk düzeni içinde seçilmiş başkanlar tesis ederler. Askerî kuruluşlar ile sivil kuruluşlar arasında ortaya çıkacak sorunları başkanlar çözerler. Askerî düzenin uygulanacağı sahalar ve haller başkanlarca belirlenir. Eğitim ve gözetim yerleri de askerî sahalardır. Savaşta, seferberlikte, isyanlarda, tabiî ve sosyal âfet hallerinde başkanların kararları ile askerî düzen uygulamasına geçilir ve onların kararı ile sona erdirilir. Askerî düzene geçme ve çıkma bu anayasanın hükümlerine tâbidir. Askerî düzenin içindeki fiillerde bu anayasanın hükümleri geçerli değildir.
Madde 3- b) Harb ve harbe i’dad şeriatla tedvin edilir. Harb ile İslâm arasındaki muvazeneyi resul ikame eder. İmam ilim ve cisim sahibi olmalıdır. İlmî şûraca ba’sedilir. Emirler şûrasınca kabul edilir. Cünd de hüküm emirindir. Talim yerlerinin hükmü harb yerlerinin hükmündedir. Kıtalde, i’dadda, bağyde, saatlerde resulün emriyle harb hâline geçilir. Hakemlere gidilebilir. Şeriatla hükm olunur, girilir veya sona erdirilir. Harb ve harbe i’dad hallerinde şeriat hükümleri iztıraren uygulanmaz.
HARB: Harb, fiilen vuruşma olmasa bile, artık savaş hukukunun uygulandığı durumdur. Belli yerler savaş yerleri ilân edilir. O yerlerde o zaman içinde artık şeriat hukuku değil de, savaş şartları geçerli olur. Eğitim yerlerinde de kıtal hükümleri uygulanmaz ama harb hükümleri uygulanır. “Yargıya karşı savaşanlar gözetleme yeri olmak üzere= Yargı kararlarına karşı savaşıp yerde bozgunculuk yapanların karşılıkları öldürülmeleridir. = Allah ve Resulü ile muharebe edenlere irsad...” (9/107) Burada yargı kararlarına uymamanın bir savaş sebebi olduğu bildiriliyor. “Allah ve resulü ile muharebe arzda fesad olarak sa’yeden kimselerin cezası sadece katledilmeleri...” (5/33) Yargı kararlarına uymayanların cezasının kıtal yani vuruşma olduğu ifade edilmektedir. “Sözlerinde durmayanları savaşta yakaladığınızda onları kendilerinden sonra gelenlere örnek olsun diye sindir. = (Ahitlerini) nakz edenleri harbde sakf ederseniz, onların hallerinde olanlar tezekkür ederler diye bunları teşrid et.”(8/57 Bize ahitlerini bozanlarla savaşmanın meşru olduğunu ifade etmektedir. Diğer taraftan, yine de savaş hükümlerinin bizzat savaşta uygulanacağını, ayrıca savaşın geçmişi cezalandırma amacıyla değil, geleceğe caydırıcı olmak üzere yapılacağına, bu tür savaşan toplulukların bir daha böyle bir şey yapmayacakları şekilde sindirileceğine dair hükümler içermektedir. Buradaki teşrid kelimesi, savaşın hukukî düzenle değil de, sindirme ile olacağını belirtmektedir. Hukukta işlenmiş bir suça daha önce belirlenmiş cezanın verilmesidir. Oysa, teşrid, bir topluluğu ileride yeniden aynı fesadı yapmayacak şekilde sindirmektir. “Savaş yükünü bırakıncaya kadar. = Harb evzârını va’zedinceye kadar.”(47/4) Bu âyette savaş sonucu alınacak kararların barış oluncaya kadar alınması, yapılacakların o zaman yapılması gerektiğini ifade etmektedir. Barış olduktan sonra savaş suçlusu diye bir şey olamaz. Çünkü savaşta sorumluluk kollektiftir.
KITAL: Karşı karşıya geçip vuruşma halleridir. Harb hükümleri içinde cereyan eder. Ama harbden de daha şiddetli hükümler içerir. “Bir kimse bir kimseyi kişi karşılığı veya yerde bozgunculuk çıkarma dışında öldürürse tüm insanları öldürmüş gibi olur. = Bir kimse bir nefsi nefisin veya arzda fesad gayrisi ile katlederse sanki bütün nâsı cemian katletmiş gibi olur.”(5/33) Bu âyet katle iki sebeple cevaz vermektedir. Biri, katledenin kısas yapılması hâli olan kıtaldir. Barış içinde katlediliyor. Diğeri, arzda fesad çıkarma ile ifade ediliyor ki, bu da savaş hâlidir. Bu âyet bize, fesad çıkaran kimseler başka ülkelerde fesad çıkarsalar bile muhakeme olunacaklarını gösterir. Katile tüm insanların birleşerek ceza verme hakları vardır demektir. İnsanlığın ordusu olmayacaktır. Ama haklıyı-haksızı belirleyip insanların onlarla savaşabileceğini ortaya koymalıdır. “Ben seni öldürmek için elimi kaldırmayacağım. = Ben sana yedimi katl için best etmeyeceğim.”(5/28) Bu âyet bizzat ihkak-ı hakkın olmadığını ifade eder. “Sonra siz birbirinizi öldürüyor ve içinden bir bölümünü çıkarıyordunuz. = Sonra siz birbirinizi katlediyor ve bir fırkayı ihrac ediyordunuz.”(2/85) Bu âyet iç savaşı meşru görmemektedir. Hicret edersiniz, sonra savaşırsınız. “Bir bölümünü öldürüyor, bir bölümünü tutsak yapıyordunuz. = Bir fırkayı katlediyor, bir fırkayı da esir alıyordunuz.”(33/26) Savaşın sonucu, öldürmek veya esir almaktır. Bunları meşru görmezseniz savaş olmaz. Köleliği kaldırdık diyenlerin savaşı kaldırmaları gerekir. “Siz onları vurmadınız, Allah onları vurdu. = Siz onları katletmediniz, Allah onları katletti.”(8/17) Bu âyet savaşın meşru olması için savaşın şeriata uygun bir şeklide başlaması gerektiğini ifade eder. Hakem kararları gerekir. Acil durumda da sonradan haklılığın ispatlanması gerekir. Yoksa meşru savaş olmaz. Diğer devletler harb hâline geçebilirler. “Kapatanlar, seni tutuklamak, öldürmek veya sürmek için oyunlar oynuyorlar. = Küfretmiş olan kimseler, seni tesbit etmek, katletmek veyahut ihrac etmek için mekrediyorlar.”(8/30) Savaşın kuralı budur. Hurumatta kısas vardır. Bizim de aynısını onlara yapma hakkımız doğar. Savaşta hile ve yanıltma meşrudur. “Allah yolunda savaşırlar, öldürülürler veya ölürler. = Allah sebilinde mukatele ederler, katlederler veya katl olunurlar.”(9/11) Savaşta ölmek veya öldürmek vardır. Mü’minler için esir olma yoktur. Esaret duafaya aittir. Ya ölüm ya istiklâlin anlamı budur. “Yasak aylar geçince o ortak koşanları nerede bulursanız orada öldürünüz. = Haram ayları insilah edince o müşrikleri nerede vecd edersiniz onları katlediniz.”(9/5) Bu âyet savaşta geçici anlaşmalar yapılıp savaşın durdurulacağını ifade etmektedir. Bu durum bitince ayrıca ihbara veya hakem kararlarına gerek kalmaksızın savaş yine başlamış olur. Savaş hâli için zaman ve mekân belirlenmiş olmaktadır. Sözleşmelerini bozan Mekke müşrikleri Harem dışında öldürülmüyorlardı. Haram aylarında öldürülmüyorlardı. Ayrıca da sadece onlar öldürülmüyordu. Savaşta görülen düşman askeri öldürülebilir, ikaza gerek yoktur. “Sizinle savaşan kimselerle Allah yolunda savaşınız, sınırı aşmayınız. = Sizinle kıtal edenlerle Allah sebilinde kıtal ediniz, i’tida etmeyiniz.”(2/190) Bu âyet savaşta sorumluluğun kollektif olduğunu ifade eder. Allah yolunda savaşınız diyor. Şahsi kin ve çıkar için savaşmayınız diyor. Haddi aşmayınız diyor. Savaş ancak cephede topluca yapıldığı zaman meşrudur. Kişilerin birbirleriyle savaşı meşru değildir. Nefsi müdafa vardır. Ancak sadece kısası düşürür, diyeti ortadan kaldırmaz. “Savaşta onları nerede bulursanız orada öldürünüz. = (Kıtalde) onları nerede sekf ederseniz orada öldürünüz.”(2/129) Savaş esnasında vuruşurken kişileri öldürme meşrudur. Ama esir aldıktan sonra onları artık gelişigüzel öldüremezsiniz. Savaş sonunda ilerisi için tehlike teşkil eden kimseleri öldürebilirsiniz. Savaşta kadınlar ve çocuklar hedef alınmaz ama ölebilirler. Esir ettikten sonra artık onları öldürmek yoktur. Bunun için nerede bulursanız orada öldürünüz diyor. Yani, başka yere götürmeyiniz, götürürseniz esir olmuş olurlar. “Savaşırlarsa siz de savaşın. = Sizinle kıtal ederlerse siz de kıtal ediniz.”(2/191) Savaşanlara karşı savaşmak farzdır. “Düşmanla birleşen ikiyüzlüleri yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün. = Tevelli ederlerse ahzedin ve vecd ettiğiniz yerde katlediniz.”(4/89) Savaş hâlinde şüphelenilen vatandaşlar da katledilebilir. Katl olunan suçsuz ise şehit olur. “Onlar Allah yolunda göçtüler, sonra öldürüldüler. = Onlar Allah yolunda hicret ettiler, sonra katl olundular.”(22/58) Savaş göçten sonradır. Göç etmeye mâni olanlara karşı savaş meşrudur. “Allah yolunda savaşır, öldürülür veya yenerlerse. = Allah sebilinde cihad eder, katl olunur veya galip gelirlerse.”(4/74) Böylece müminler için yenmek veya ölmek var, yenilmek yoktur. “İki yüzlüler, içlerinde ayrılık olanlar, kentte kötülük yapanlara karşı seni onlara salarız da sonra az süreden fazla sana komşu olamazlar. = Münafıklar, kalblerinde maraz bulunanlar, medinede murcif olanlara karşı seni onlara teğri ederiz de kalîl dışında sana mücavir olamazlar.”(33/60) Bu âyet başkanlara sürme yetkisini vermektedir. Açıkça suç belirlenmezse de, fitne yaptıklarını anlayan başkanın kendi bucağından sürme yetkisi vardır. Biz seni teğriye ederiz demektedir. Bu yetki şûradan alınmalıdır. Yani, şûra kararı ile yapılmalıdır. Çünkü Allah biz yani topluluk bu yetkiyi verir demektedir. “Yakalandıkları yerlerde kalacaklar ve tutuklanacak ve öldürüleceklerdir.”(33/61) Başkanların sürme yetkisi vardır. Sürülenlerin ekonomik hakları korunur. Eğer dinlemez, tekrar bucağa gelirlerse, öldürüleceklerdir. Ancak sürülen kimselere taşınmaları için zaman tanınacaktır. Bununla beraber sürülenler tutuklanarak asılacaktır. Yani, görülen yerde öldürülmesi şartı yoktur. Başkan afvedip tekrar girmeme ihtarında bulunabilir. “Anlaşmaları bozan, bir de kendilerini uranalrı da daha önce sürmüş iken onlarla savaşmayacak mısınız? = Eymanlarını neks eden kavimle resulü de ihraç etmişlerse mukatele etmez misiniz?” (...) Hicretten sonra anlaşma yapar, göç etmeye izin verir ve anlaşmaları bozmazlarsa, barış içinde yaşarsınız. Ama sözleşmeyi bozmuşlarsa savaş meşru hâle gelir. Eski yaptıkları da artık dile gelir. Demek ki, şartlı af vardır. “Yasak yerlerde sizinle savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın. = Mescidi haramda sizinle kıtal etmedikçe siz de onlarla kıtal etmeyin.”(2/191) Böylece savaşta barış için bırakılmış yerlere saygı gösterilmesi gerekir. “ Sizden ayrılır, ama sizinle savaşmazlarsa ve barış yaparlarsa, artık onlar üzerine yürümenizde bir yol yoktur. = Sizden itizal eder, sizinle mukatele etmez, size silmi ilka ederlerse, Allah onların üzerinde size bir sebil ca’letmedi.”(4/90) Görülüyor ki, hicret de bir tür haktır. Savaş saldırıya karşı meşrudur. Ayrılık savaş sebebi değildir. Ayrılanlara kendi hakları verilir. “Sizinle dinde mukatele etmez ve yurtlarından çıkarmazlarsa, onlarla iyi geçinmenizi nehy etmez.”(60/8) Din hürriyeti ve lâiklik için savaşmak meşrudur. Dinî sebeplerle saldırırlarsa karşılık verilir. “Ortakçılarla birlikte savaşın, nitekim olar da sizinle birlikte savaşıyorlar. = Müşriklerle kâffeten kıtal ediniz, nitekim onlar da sizlerle kâffeten kıtal ediyorlar.”(9/36) Müslümanlar dinî baskı yapmak için savaşmazlar, ama Müslümanlara böyle ortak dinî baskı yapılacağı bildirilmektedir. Savaş zorunlu olmaktadır. Sen öldürmezsen seni öldürürler. “Onlarla fitne kalmayınca ve dinin tamamı Allah’ın oluncaya kadar kıtal ediniz.”(8/39) Din hürriyeti için savaş vardır. Bu emredilmiştir. Ayrıca, düzen topluluk için olacaktır demek, demokrasi olacaktır demektir. Göçe izin vermeyen topluluklarla savaş meşrudur. “İnananlar aralarında savaşırlarsa uyuşdurunuz. = Müminlerden iki taife kıtal ederlerse beynlerini ıslah ediniz ”(49/9) Bu emir hakemlere gidilmeyi emreder. Bu sûrede haksız olana karşı savaşılması emredilmiştir. Hakem kararlarına uymayanlara karşı savaş meşrudur. Bazan farzdır da. “Karışıklık savaştan daha kötüdür. = Fitne katilden eşeddir.”(2/217) Yöneticilerin düzeni koruma hakları vardır. Bucak başkanları fitne çıkaranları bucaktan sürer, gitmezlerse öldürtürler. “Öldürmede karşılıklılık yazıldı. = Size katlde kısas kitabet olundu.”(2/178)
HEZİMET: “Allah’ın onayı ile Talut Calut’u yendi ve öldürdü. = Allah’ın izniyle hezimete uğrattı ve Talut Calut’u katletti.”(2/251) Katl hakkı bütün hakları içerir. “Topluluk yenilir ve donaları gelmiş olarak dönerler. = Cemaat hezimete uğrar ve müdbin olarak tevliye ederler.”( ) Yenilmek, sonun gelmesi demektir. “Burada olan ordu yenilen taraftır. = Burada olan cund hizbin ehzum olan tarafıdır.”( ) Hazmetmek, sindirmek demektir. Yenilen tarafı yenen tarafca ertelenmesi demektir.
ĞALABE: “Kim Allah yolunda savaşırsa, yener veya öldürülürse ona büyük karşılık vardır. = Kim Allah yolunda mukatele eder, galip gelir veya ölürse, onun için azim ücret vardır.”(4/74) Mağlub olmak, öldürülmek demektir. “Ordumuz yenecektir. = Cündümüz galip gelecektir.”(37/173)
TAAT: “Başkanı dinleyen topluluğu dinlemiş olur. = Resule itaat eden Allah’a itaat etmiş olur.”(4/80) Bu âyet savaş hâlindeki durumu anlatmaktadır. “Allah’ı dinleyiniz. Başkanı ve yetkilileri de dinleyiniz. = Allah’a itaat ediniz. Resulü ve emir yetkililerini de dinleyiniz.”(4/59) Bu itaat hakemlikteki itaattir. Hakem olarak başkanlıktan ibarettir.
KADILIK: “Yetiştiricine ant olsun, aralarında çıkan anlaşmazlılarda seni yetkili kılıp biçtiğine sıkıntı duymadan uymazlarsa inanmış olmazlar. = Rabb’ine and olsun, aralarında şecere edenler de seni tahkim edip sonra kaza ettiklerinde nefislerinde harac bulmaz da teslim olmazlarsa îman etmiş olmazlar.”(4/65) Bu âyette inanmanın şartı olarak başkanı hakem yapmak, sonra verdiği hükme kayıtsız şartsız uymaktır. Kur’an’da birbirini çelen âyetler görülür. Mesela, bu âyetle hüküm Allah’ındır âyetleri arasında ayrılık vardır. Usûlde kabul edilen kural şudur. Böyle birbirine uymayan âyetler olunca, hâl veya şartlara bağlanır. Dolayısıyla bu âyetler de hallere bağlanır. Barış zamanlarında uygulanacak hükümler başkadır. Orada hüküm yalnız Allah’ındır, yani topluluğundur, hakemlerindir. Savaş zamanında ise başkana itaat şartı vardır. Ona itaat Allah’a itaattir.
AKIBET: “Sonunuzu getirmek isterlerse sonunuzu getirdikleri gibi siz de onların sonunu getirin. = Takib olunursanız, takib olunduğunuz misli ile takib ediniz.”(16/126) “Yalancıların = Mükezziblerin,”(6/11) “Suçluların = Mücrimlerin,” (7/84) “Bozguncuların = Müfsidlerin,” (7/103) “Ezicilerin = Zâlimlerin,”(10/39) “Uyarılanların = Münzerlerin”(10/73) “Sonu ne oldu? = Akıbeti nice oldu?”(...) Bu âyetlerde sorumluluk kişilere değil, müzekker sâlimle getirilmiş cemaatlere yüklenmiştir. Bunlar sorumluluğun kollektif olduğunu ifade eder. “Sadece ezicilere çarpacak karışıklıktan korununuz. = Sadece zalimlere isabet etmeyecek olan fitneden havf ediniz.”(8/25) Bu âyetler savaşta, dünyevî ikabda sorumluluğun kişilere değil de topluluğa ait olduğunu ifade eder.
İ’DAD: “Gücünüz yettiğince önlem alınız. = Kuvvetten istita’ınız derecesinde i’dad ediniz.”(8/60 Savaşa hazırlıklı olmak emredilmiştir. Topluluğa emredilmiştir.)
CUND: “Ordumuz yenecektir. = Cündümüz galip gelecektir.”(37/173) Tarihte sağlık hücreleri ile hastalık hücreleri savaştadır. Hayat devam ettiğine göre sağlık hücreleri galiptir. Topluluk içinde de kuvvet ve hak savaşıdır. İnsanlık yaşadığına göre, hakkı savunan ordular galip gelecektir. “Biz onlara yeli ve göremeyeceğin orduları saldık. = Biz onlara ruhu ve re’y etmediğin cündleri irsâl ettik.”(33/9) Allah insanın bedenine etki edecek şartları hazırlar. Allah insanın ruhuna etki edecek şartları hazırlar. İstediği tarafı galip kılar.
TAADDİ: “Kim size saldırsa siz de ona size saldırdığınca saldırınız. = Kim size itida ederse siz de ona size itida ettiği misli ile itida edin.”(2/194) Savaşta sadece savunma değil, karşı saldırı da vardır. Ancak kimyasal silah kullanmayana kimyasal silah kullanılmaz. O atom bombasını atmazsa siz de atmazsınız. Karşı tarafın bir silahı varsa sizin de olmalıdır. O imal ediyorsa siz de imal etmelisiniz. “Sizinle savaşırlarsa siz de Allah yolunda savaşınız, aşırı gitmeyiniz. = Sizinle kıtal edenlerle Allah sebilinde kıtal ediniz, itida etmeyiniz.”(2/190) Savaş topluluk adına yapılır. Kişilerin çıkarları için veya ganimet için savaş yapılmaz. Bu sebeple ganimet savaşanlar arasında eşit olarak bölüşülür. Savaşta elde edilenlere kişiler mâlik olamaz. “Bir topluluğun korunmuş toplantı yerinde yaptıkları sizi sınırları aşmaya götürmesin. = Bir kavmin haram mescidinin indinde şeneanı sizi itidaya icram etmesin.”(5/2) Bir kimsenin yaptığı sizi başka kimselere saldırmaya götürmesin.
DEF’: “Kötülüğü en iyisi ile sav. = Kötülüğü en hasen olan ile def’ et.”(23/96, 41/34) Savaş kötülüğün def’i içindir, intikam için değildir. “Allah inananları savunmaktadır. Allah kapatan kötüleri sevmez. Savaşılan kimselere ezildiklerinden dolayı savaşmalarına izin verilmiştir. Allah’ın onlara yardıma gücü yeter. Yetiştiricimiz tanrıdır dediklerinden dolayı yurtlarından çıkarılmış olan kimselerdir onlar. Allah insanlardan kimini kimi ile savunmasaydı, eğitim yerleri, satış yerleri, arınma yerleri ve içinde topluluk işlerinin görüşüldüğü toplanma yerleri yıkılırdı. = Allah îman edenleri müdafa etmektedir. Allah kâfir hainleri sevmez. Mukatele olunanlara zulmedildiğinden izin verilmiştir. Allah onlara nasra kadirdir. Rabb’imiz Allah’tır diye kavl ettiklerinden dolayı hakkın gayrisi ile diyarlarından ihrac olunan kimselerdir onlar. Allah’ın nâsın bazısını bazısı ile def’i olmasaydı savamı’ biye’ salavat ve Allah’ın ismi kesiren zikredilen mescidler hedm olurdu.” ( ) Savaş, düzeninin kurulması ve zayıfın kuvvetli hâle getirilmesi için meşrudur. Düzen savaşla kurulur ve korunur.
EMVAL: “Ey inanmış olan kimseler, varlıklarınızı aranızda çürüterek yemeyin. = Ey iman etmiş olanlar, emvalinizi aranızda butlan ile yemeyin.”(4/29) Burada iman edenlere hitab ederek malların toplulukça korunacağı bildirilmiştir.
ENFÜS: “Topluluğun korunması için varlıklarınızla ve kişiler olarak çaba gösterirsiniz. = Allah yolunda malarınızla ve nefislerinizle cihad edersiniz.”(61/11) Savaşa mal ve canla katılınır, ganimetler mallar ve canlara göre bölünür.
FERC: “Onlar ilişkilerini korurlar. = Onlar ferclerini hıfz ederler.”(...) Kıyasla, diğer değerlere de korunma hakkı doğar.
KESB: “Erkeklerin kazandıkları kendilerinindir, kadınların kazandığı da kendilerinindir.= Ricalin iktisab ettikleri kendilerinindir, nisânın iktisab ettikleri de kendilerinindir.”(4/32)
KISAS: “Karşılıklılık sizin için yaşamadır. = Kısasta sizin için hayat vardır.”(2/179) Topluluğun oluşması ve yaşaması için, kendine ne yapılmasını uygun görüyorsan başkasına da onu yap ilkesidir. Cezalar da ancak kısas ile haklı hâle gelir.
b) (Harb ve harbe i’dad şeriatla tedvin edilir). Misli ile i’dad ediniz. (2/194) Zulme uğradıklarından dolayı savaşa izin verildi. (22/39) Benzeri âyetler savaşın sınırlarını çizmektedir. Bu sınırı belirleyecek olan şeriattır. (4/59). (Harb ile İslâm arasındaki muvazeneyi Resul ikame eder.) Harbin düzeni ile hukukun düzeni farklıdır. Ne zaman nerelerde harb düzeni, ne zaman nerelerde hukuk düzeni uygulanacaktır? Bunu şeriat belirlemekle beraber, bunları fiilen çözecek kimse mahkeme veya başkan olmalıdır. Seni tahkim etmedikçe âyeti bunu çizecek kimsenin başkan olması gerektiğini bildirmektedir.(4/65) (İmam ilim ve cisim sahibi olmalıdır.) Başkanın ilim ve güç sahibi olacağını, ilim ve cisim sahibi ifadesiyle Kur’an bildirmiştir. (2/247) (Başkan ilmî şûraca ba’sedilir.) Başkanın seçiminin ilmî ve siyasî şûralarca olması hususu ilim ve cisim sahibi olanlar âyeti ile istidlâl edilir. İlmî şûra ilmî dayanışma ortaklıkları başkanlarıdır. Halkça seçilmektedir. Sizden ulu’l-emr, sizin seçtiğiniz ulu’l-emre demektir (4/59) Emaneti ehline eda ediniz emri, seçimin halka ait olduğunu bildirir. (4/58) Siyasi şûrada vahdet gerekir. Yani, kuvvetler birliği şarttır. Dolayısıyla, başkanın adayları arasından halk seçmelidir. Böylece halk başkana da biat etmiş ve emaneti ehline vermiş olur. (8/60) İlmî şûra adayı ortaya koymuş olur. Kuvvet müfred nekire geçmektedir. (8/60) (Emirler şûrasınca kabul edilir.) Yani, askerî birliği kurabilen cisim sahibi olan başkandır. Halkın biatı emirlerine biatla belirlenmiş olur. Resule tâbi olan Allah’a tâbi olur (4/80) (Cündde hükümler emirindir.) Resûle ve emire tâbiri ile resul yerine geçmiş olur. (4/59) Barışta bile emir sahipleri resul gibi iseler, savaşta hayda hay olurlar. (5/107) (Talim yerlerinin hükmü harb yerlerinin hükmündedir.) Saf saf olup zecr edenler âyetinde zecr harb hâlini tasvir eder. (38/2) O halde talimgâhlardaki düzen harb düzenidir. Kişi askerlik yerine bedel verebilir.(9/29) Komutanını kendisi seçer ama sonra artık ona itaatle mükelleftir. (5/92) Resule itaat eden Allah’a itaat etmiş olur.(4/80) (Kıtalde, İdadda, Bağyde, saatlerde Resulün emriyle, harb hâline geçilir.) Buradaki saat âfetler anlamındadır. (7/34) Seni hakem yapmadıkça mü’min olmazlar âyeti bunu ifade eder. (4/65) (Hakemlere gidilebilir.) Seni tahkim etmedikçe ifadesiyle başkanın hüküm sahibi olabilmesi için tahkim edilmesi gerekir.(4/39) Bu da başkanını seçme ile olur.(20/90) Seçme hakkı değiştirme hakkını da içerir. (8/72) Değiştirmedikçe ona itaat edilir. Kâfir veli hak sahibi ise mü’min veli de haktır. (9/62)
(Şeriatla hükm olunur, harbe girilir veya sona erdirilir.) Harb şeriat kuralları ile yapılamaz. (2/194) Ama harbe girme ve çıkma hususları şeriata tâbidir. Yani, hakemlere tâbidir.(5/2) (Harb ve harbe i’dad hallerinde şeriat hükümleri iztıararen uygulanmaz.) Savaşa ait hükümler zarureten dolayıdır. İstisnaidir. Ad ve bağy olmadan uygulanmalıdır. (2/173)
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL