bوَكَذَلِكَ جَعَلْنَا فِي كُلِّ قَرْيَةٍ أَكَابِرَ مُجْرِمِيهَا لِيَمْكُرُوا فِيهَا وَمَا يَمْكُرُونَ إِلَّا بِأَنفُسِهِمْ وَمَا يَشْعُرُونَ [En’âm Sûresi(6);123]
KUR’AN SEMİNERLERİ; 185. SEMİNER İstanbul, 16 Kasım 2002 Cumartesi
SAĞ-SOL, MERKEZ, MEKR VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ
و Va: Buradan önce geçen âyette zikredilen kâfirler, müminlerden bahseden âyete bağlamaktadır. İnsanlar “kâfirler” ve “mü’minler” olarak birbirinden ayrılmaktadır. Sonra ister “kâfir topluluk” olsun ister “mü’min topluluk” olsun, topluluk içinde “mücrimler”in yani suçluların bulunacağını da ifade etmektedir. Demek ki küfür ve iman ile cürüm ve ismet arasında ilgi vardır ama aynı değildir. “Va” ile bağlanması bunu ifade eder.
كَذَلِكَ KaÜAvLiKa: Böylece yani kâfir ve mü’min insan yaratmak suretiyle her karyede bir mücrim de ortaya çıkardık. Böylelikle suç şebekelerinin büyüklerini de kâfirden saymaktadır. Bu dünya eğitim dünyasıdır. İnsan burada kendi iradesi ile iyi veya kötü yolu tutacaktır. İnsanın büyüklüğü kendi iradesi ile doğru yolu seçme özelliğidir. Cennete girebilmek için bu irade melekesini iyi bir şekilde kullanmak gerekmektedir. Bu sınav dünyasında denge, kâfir ve Müslim ile mücrim ve muttaki gruplara ayrılmakla olur. İnsan vücunda da mikroplar ve sağlıklı hücreler vardır.
جَعَلْنَا CaGaLNAv: Biz böylece yaptık. “Halaknâ” demeyip “caalnâ” deniyor. Yaratılışta bütün insanlar eşittir. Aynı genleri taşımaktadırlar. İnsanlar mü’min veya kâfir olarak doğmazlar. Mücrim veya muttaki olarak da doğmazlar. İkisine de meyillidirler. Kendi iradeleri ile yollarını seçerler. Bu sebeple “caalnâ” denmektedir. “Biz yaptık” demek suretiyle kötüleri de var eden ve onları da görevlendiren Allah’tır. “Kendileri oldular” demiyor; “Biz yaptık” diyor. Burada bize verilen en büyük ders onlara kızmak değildir, onları suçlamak değildir. Önemli olan bizim bu sınavdan başarılı çıkmamızdır. Öğretmen bilenle bilmeyen belli olsun, çalışanla çalışmayan belli olsun diye soru sorar. Bunun gibi Allah da o mücrimleri var etmekle insanlara soru soruyor. İmtihan ediyor. Kim mümin, kim değil, belli olsun demektedir.
فِي كُلِّ قَرْيَةٍ FIy KulLı QaRYaTın: Bütün karyelerin içinde mücrimler vardır. Herkesin iyi olduğu bir topluluk yoktur. Nasıl bir mıknatıs iki kutuptan oluşursa, topluluklar da iki kutuptan oluşur. Kimi sağda kimi solda olur. Sağda olanlar topluluğu yaşatmak için çalışırlar, solda olanlar topluluğu yıkmak için çalışırlar. Şöyle ki, sağda olanlar iyiliğin gelmesiyle kötülüğün gideceğine inanırlar ve iyilik yapmakla saadeti ararlar. Kötülerle uğraşmazlar. Onlara karşı sadece kendilerini savunurlar. Solcular ise kötülüğün gitmesi ile iyiliğin geleceğine inanırlar. Onlar ise kötülük yapmakla işlerin düzeleceğine inanırlar. Bir arabanın nasıl gazı varsa freni de vardır. Arabada gaye gitmektir. O halde frene ne gerek vardır? Frensiz denge sağlanamaz. Topluluklarda da sağ ve sol varolacaktır. Sol olmadan sağ olamaz. İşte bu sebeple “her karyede” denmektedir. Burada yine solcularla sağcılar arasındaki fark ortaya çıkmaktadır. Sağcılar solcuların varolmasını isterler ve sadece onlardan gerektiği zaman yararlanırlar. Yoksa asıl olan arabanın gitmesidir. Solcular ise sağcıları ortadan kaldırmak isterler. Oysa sağcılar ortadan kalkarsa hayat olmaz. Bu sebeple onlar sağcıları kendileri gibi zannedip güçleri yetse bizi yok edecekler sanıp sağcılara düşman olurlar. Oysa sağcılar solcuların varolmasını tabiî görürler ve sadece onların şerrinden korunurlar.
أَكَابِرَ مُجْرِمِيهَا EaKABıRa MuCRıMIyHAv: Mücrimlerin ekberlerini suçluların en büyükleri kıldık, görevlendirdik denmektedir. Cürüm suçtur. CRB uyuz hastalığıdır. Kaşıntı yapar ama öldürmez. Cürüm de topluluğu rahatsız eder ama topluluğu yıkmaz. Mücrimler topluluğu rahatsız eden işler yaparlar. Topluluk böylece temizliğine dikkat eder. Burada mücrimler bir topluluk hâline gelirler, yani örgütlenirler denmektedir. Sol parti kurarlar. Görevleri topluluğu uyanık bulundurmaktır. Bunları Allah koymuştur. Bunların yok edilmesi düşünülemez. Topluluk içinde en soldan en sağa kadar dizilmiş partiler olacaktır. Bunlar sağ ve sol partilerdir. Ortadakiler kitle partileridir. Kitle genel olarak sağa meyillidir ve onları iktidar eder. Ama sağ iyi çalışmazsa sola oy vererek abasını gösterir. İşte “28 Şubat Olayı” budur. Beş senelik sol iktidarın sorumlusu sağ iktidarın beceriksizliğidir. Solda plan merkezde yapılır. O plana sol halk uyar. Halkın kötü niyeti olmayabilir. Ama onlar da psikolojik olarak sağa düşmandırlar. Oysa sağdakilerde düşmanlık yoktur. Sağdakiler soldakileri severler, soldakiler ise sağdakileri sevmezler. “Siz onarı seversiniz, onlar sizi sevmezler.” [Kur’an, Âl-i İmrân(3);119] Kur’an’a göre mekr yapanlar solcular değil, solcuların büyükleridir. Bunlar bir grup oluştururlar. Sol değişip merkeze kayabilir, sağ değişip merkeze kayabilir. Ancak sol ve sağ uçta durmak durumundadır. Merkez partiler ise bunlardan birine dayanarak iktidar olurlar. Türkiye’de bugün anormal olan durum, fikir partilerinin kalmamış olmasıdır. Solda da sağda da fikir partileri olmalıdır. Merkez partiler bunlara dayanmalıdırlar.
لِيَمْكُرُوا فِيهَا LıYaMKuRUv FıyHAv: Orada mekr etsinler diye. Demek ki onlara verilen görev mekr etme görevidir. Allah onları onun için yaratmıştır. Onlardan başka iş beklenmemelidir. Mü’minler bu mekri yenecek güce sahip olmalıdırlar. Buna sahip iseler iktidar olmaya hakları vardır. Muhalefeti ortadan kaldırarak iktidar olmak iş değildir. Bu mümkün değildir. İktidar olanların açık veya kapalı muhalifleri olacaktır. Onların işi mekr yapmaktır. Mekr, tuzak demektir. Keyd de tuzak demektir. Birinde tuzak kurulur ve avcı tuzağı bırakıp gider. Diğerinde ise avcı gözetlemektedir, avcı ile tuzak birlikte faaliyettedirler. İnsanlığın toplayıcılık döneminde de canavarlardan korunmak için tuzak tekniği geliştirilmiştir. Bununla beraber bu iki kelime birbirini içerecek şekilde kullanılır. Bugün “taktik” ve “strateji” denmektedir. Biz mekri strateji, keydi ise taktik olarak anlıyoruz. Burada hatamız olabilir. Tarihte mekrler yapılmıştır. Allah onlara o görevi vermiştir. Kilise etkisiz hâle getirilmiş, derebeylikler ortadan kaldırılmış, krallıklar cumhuriyete dönüştürülmüş, şimdi de globalleşmeye gidilmektedir. Bunlar hep solun mekri olmuş, Allah bunları görevlendirmiş ve bu mekrleri yaptırmıştır.
وَمَا يَمْكُرُونَ إِلَّا بِأَنفُسِهِمْ Va MAv YaMKuRUvNa EılLAv Bı EaNFuSıHıM: Onlar sadece kendilerine mekr ederler. Sovyetler mekr yaptılar, din düşmanlığı yaptılar, 40 milyon insan öldürdüler. Hesaplarına göre aileyi ortadan kaldırmak, mülkiyeti ortadan kaldırmak, dini ortadan kaldırmak, milliyetçiliği ortadan kaldırmak istemişlerdir. Sonunda ise kendileri ortadan kalkmışlardır. Sovyet denemesi olmasaydı ateizm düşünce varlığını sürdürürdü. Bugün ise artık din düşmanlığı tarihe karışmış bulunmaktadır. Bir kötülüğün azması insanları ona karşı tedbirler almaya sevk eder ve sonunda iyilik kötülüğe galip gelir. Yokluk için çalışanlar daima mağlup olmuş, varlık için çalışanlar galip gelmişlerdir. Öyle olmasaydı bugün biz var olabilir miydik? Mikroplar bedende yaşarlar. Onu öldürdükleri gün kendileri de ölürler. Sol sağın varlığı ile vardır. Sağ ise solun varlığı ile gelişmektedir.
وَمَا يَشْعُرُونَ Va MAv YaŞGuRUvNa: Yıkmak isteyenler kendilerini yıkmaktadırlar ama bunun farkında değildirler. Türkiye Devleti’ni yıkmak isteyenler, Türkiye Devleti ve Türk ordusu düşmanlığı yapanlar sonunda kendilerini yok etmiyorlar mı? Türkiye Devleti yıkıldıktan sonra kendileri nerede yurt bulacaklar? Bunlar sanıyorlar ki, Türkiye’nin düşmanları bizi el üstünde tutacaklar. Oysa kimse ekmeğini başkaları ile paylaşmaz. Önce onları kullandıktan sonra ilk yok edecekleri bugünkü işbirlikçileri olur. Çünkü onların pastasına göz dikilmiştir. Türkiye yıkılırsa dışa bağlı sermaye en çok sıkıntıya düşecektir.
TÜRKİYE ÖRNEĞİ
Batılılar Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak için Tanzimat’ı desteklemişlerdir. Bu hedeflerine ulaşmışlardır. Ancak sonunda Batı dünyasının asıl istediği olmamıştır. Çünkü imparatorluğun yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Tanzimat Türkiye’ye millî orduyu getirmiştir. Bu ordu Türkiye’yi bugüne kadar güçlü halde yaşatmıştır. Evet, bu ordu saltanatı yıkmıştır; ama aynı zamanda Cumhuriyet’i kurmuştur ve şimdi de korumaktadır.
II. Abdülhamit’e Meşrutiyet’i ilân ettirdiler. Abdülhamit orada bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadığını öğrendi, bundan dolayı Meclis’i dağıttı. Batı tipi okullar açtı. Üniversiteler kurdu. Bu okul ve üniversitelerde yetişen kadroyu Batı destekledi. İmparatorluğu bunlara yıktıracaktı. Batı bu hedefine ulaşmıştır. Ancak Türkiye bu sayede Batı’yı öğrenmiştir. Sonra II. Meşrutiyet’i ve Cumhuriyet’i kuracak kadro yetiştirilmiştir.
1900’larda Meşrutiyet ilân edildi. İslâmiyet tartışılmaya başlandı. Ancak bu tartışmalar Türk milletine meşvereti ve içtihadı diriltmeyi öğretti.
1910’larda imparatorluk yıkıldı ve Sevr dayatıldı. Bu durum Türk milletini uyandırdı. Padişaha değil de kendisine güvenmeyi başlattı. Kuvva-yı milliyeyi ortaya çıkardı.
1920’lerde Cumhuriyet getirildi. Ateizm siyaset oldu. Ancak Türkiye gayrimüslimlerden arındı. Anadolu 900 yıl sonra Müslümanlaşmış oldu. Osmanlılarda Hıristiyan ve Yahudiler Türklerle birlikte yaşıyordu.
1930’larda İslâmî kadrolar devletten arındırıldı. Ama Türk Milleti artık Batı’nın peşine koşma yerine; müsbet ilim meş’alesi ile muasır medeniyetin fevkine çıkma hedefini benimsedi.
1940’larda Türkiye’yi yeniden borçlandırmak için Batı Türkiye’ye demokrasiyi empoze etmiştir. Böylece Türkiye halk hakimiyetini elde etmiştir.
1950’lerde Türkiye ekonomik bakımından Batı’ya esir edilemeye başlanmış ama bu arada Türkiye tarım döneminden sanayi dönemine geçmiştir. Ezanın Arapçaya döndürülmesiyle Türk halkı İslâmiyet’i seçtiğini ortaya koymuştur.
1960’larda darbe yapılmış ve Başbakan Adnan Menderes –Türkiye’yi niye kalkındırdın diye- asılmıştır. Ama bu dönemde Türk halkı örgütlenmiş ve dernekler, vakıflar, partiler kurulmuştur. Böylece İslâmiyet atağa geçmiştir.
1970’lerde Müslümanlar iktidara ortak oldular.
1980’lerde İslâmî eğitim devletin hizmetleri arasına alınmıştır. Türkiye İSEDAK başkanlığı yapma merhalesine gelmiştir. Oysa bu askerî müdahaleler ekonominin çökmesi ve İslâmiyet’in rahatsız edilmesi için yapılmıştı. Ekonomik bakımından da gelişme olmuştur.
1990’lerde inanmışlar iktidara ortak ettiler. 28 Şubat’la bertaraf edilen bu iktidar Türkiye’ye AKP’yi getirdi. Türk halkı bu partiye Anaysa ekseriyetini verdi.
Görülüyor ki, bir asırdır Batılılar ve onarın işbirlikçileri hep Türkiye’yi çökertmek ve İslâmiyet’ten uzaklaştırmak üzere faaliyettedir. Ancak bütün bu karşı faaliyetler Türkiye’yi güçlendirmiş ve Türkiye İslâmiyet’e yaklaşmıştır. Batılılar farkında olmadan kendi kuyularını kendileri kazmışlardır.
Bütün bu gelişmeler bize cesaret vermelidir.
Adil Düzen çalışmalarımıza hız vermelidir.
Haftalık yorumumuzda bunlar açıklanmıştır.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN SEMİNERLERİ; 185. SEMİNER İstanbul, 16 Kasım 2002 Cumartesi
YORUM – 16
GENEL TESBİTLER
I. TESBİT
Tarihte hakkı üstün tutan dört medeniyet gelip geçmiştir. Bu medeniyetlerin ortalama ömürleri biner yıldır. Bu medeniyetlere Hazreti İsa’nın mucize olan doğum yılı başlangıç ve bitiş tarihi esas alınmıştır. Kuvveti üstün tutan medeniyet olarak da dört medeniyet gelmiştir. Bunların ömrü de Hak medeniyetlerinden sonra 500 yıl gecikmeli olarak 1000 yıldır. Mezopotamya’dan Mısır, İbrani’den Grek, Hıristiyanlık’tan Bizans, İslâmiyet’ten Avrupa medeniyetleri doğmuştur. Bugün kuvveti üstün tutan Avrupa Medeniyeti zirvededir, çökmeye başlamıştır; ancak 500 yıl daha yaşayacaktır. Hakkı üstün tutan medeniyet ise yeniden doğmaya başlayacaktır. Bu V. İslâm veya II. Kur’an Medeniyeti olacaktır.
III. bin yıl medeniyeti başlamıştır.
II. TESBİT
Bütün medeniyetler iki medeniyetin sentez edilmesi ile doğmuştur. III. bin yıl medeniyeti de IV. İslâm Medeniyeti ile Avrupa Medeniyeti’nin terkibi ile oluşacaktır. Bugün bu sentezi ve terkibi yapmaya aday tek ülke Türkiye’dir. Türkiye dünyanın merkezindedir. Kara, deniz ve hava yollarının kavşağındadır. Türkiye tarihte Doğu ile Batı arasında köprü olmuştur. Bu iki uygarlığı en iyi bilen bir ülkedir. Avrupa gelişmiş durumda olduğu için değişemez, bu sentezi yapamaz. Doğu ise henüz bu değişimi yapacak kadar ekonomik olarak gelişememiştir. Türkiye inkılâpları yaparak eskiyi yıkmış ve yeniyi yapmaya hazır duruma gelmiştir. Türkiye’nin AB’ye girmesi bu uygarlığın doğmasını bir asır erteler. Avrupa’nın içi bozulur. Türkiye ise sindirilip gider.
III. TESBİT
1500’lerde İstanbul’un fethinden sonra IV. İslâm Uygarlığı en yüksek seviyeye ulaşmış ve çökmeye başlamıştır. 1750’lerde Avrupa ile eş hâle gelmiştir. 19. asırda Avrupa’dan geri kaldığı kabul edilmiş ve Avrupa taklit edilmeye başlanmıştır. 1878’de I. Abdülhamit I. Meşrutiyet’i ilân etmiş, ancak elit kadroyu yetiştirmeden bu işin olmayacağını anladığı için Meclis’i kapatmış ve Batı usûlü öğretimi başlatmıştır. Bu okullarda yetişen kadro 1900’larda Meşrutiyet’i getirmiş, 1920’lerde Cumhuriyet’i kurmuştur. İslâmiyet tartışılmaya başlanmıştır. Bununla beraber Müslümanlara meşveret ve içtihat imkânları sağlanmıştır. 1910’larda imparatorluk yıkılmış, Sevr gelmiştir. Müslümanlar saltanattan ümitlerini keserek halk olarak kurtuluşa geçmişlerdir. 1920’lerde savaşlar kazanılmış ve Cumhuriyet ilân edilmiştir. Anadolu gayrimüslimlerden arındırılmıştır. 1930’larda Avrupa’nın peşinde koşmaktan vazgeçilmiş, tarafsızlık politikası izlenmiş ve müsbet ilme dayalı olarak muasır medeniyetin fevkine çıkma yolu tutulmuştur. Din düşmanlığı durdurulmuştur. 1940’larda demokrasiye geçilmiş ve Türk halkı dinsizliği mi yoksa dindarlığı mı seçeceği hususunu seçme imkânına kavuşmuştur. 1950’lerde ezanın Arapçalaşması ile İslâmiyet’i seçtiğini açıkça ortaya koymuştur. Arapça ezana sadece müsaade edildiği halde, ertesi gün Türkçe ezan okuyan bir müezzin olmamıştır. Bu durum Türklerin İslâmiyet’i unutmadığını açıkça ifade etmiştir. Aslında Türkiye İslâmlığı Lozan’da benimsemiştir. Lozan’da Müslim - gayri Müslim ayırımında taraf olmuş, dinî muhaceret esas alınmış, mescitler kapatılmamış, dinî eserler Türkçeye çevrilmeye başlanmıştır.
IV. TESBİT
20. yüzyılın ilk üçte birinde (1900-1933) İslâm düşmanlığı hakim olmuştur. İkinci üçte birinde (1933-1967) duraklama devri başlamıştır. Son üçte birinde (1967-2000) İslâmiyet atağa geçmiştir. Dünyada Türkiye gelişmekte olan ülkeler arasında en geri durumda iken, asrın sonunda en ileri duruma gelmiştir. Türkiye’de de inanmışlar en altta iken, şimdi en üste çıkmışlardır. İlimde, dinde, siyasette ve ekonomide en üst seviyeye ulaşmışlardır. Ne var ki, bütün bunlar Batı düzeni içinde yapılmış, kuvveti üstün tutan ilkeler içinde gerçekleşmiştir. Oysa o düzen kuvveti üstün tutan düzendir. Hiçbir düzen onun sistemi içinde ortadan kaldırılamaz. Her düzen ondan daha üstün bir düzen ile ortadan kalkar. 21. yüzyılda yapılacak iş; Hakkı üstün tutan Adil Düzene göre Türkiye III. bin yıl uygarlığını, V. İslâm veya II. Kur’an Uygarlığı olarak kurup geliştirmektir. Bu neslin görevi deneyimlerini yeni nesillere aktarmaktır.
V. TESBİT
Faizli sistem kuvvetliyi daha çok kuvvetli kılan bir düzendir. O düzenle borçlu ülkemizin varlığını koruması mümkün değildir. Türkiye’nin Avrupa ile kan uyuşmazlığı vardır. Türkiye Avrupa Birliği’ne giremez, Avrupa da Türkiye’yi alamaz. Avrupa’nın bu oyalama taktiği Türkiye’ye zaman kaybettirmektedir. AK Parti’nin programında dış borçları ödeme yer almamaktadır. Alsa bile, faizli sistemde bunu ödemek mümkün değildir. Bu faiz altında Türkiye’yi yaşatmak mümkün değildir. Daha kötü olanı, Türkiye’de halk ekonomisi vardır, bundan dolayı kapitalizme dayalı ekonomik uygulamalar sonuç vermez. Türkiye’de sadece bir-iki senelik ferahlık görülebilir. Rahat bırakılsa Türkiye beş-on sene yaşayabilir. Ancak Türkiye hakkında biçilmiş ömür vardır. Sömürü sermayesinin saldırısına uğrayacak ve iki seneye yakın zamanda Türkiye 28 Şubat’tan daha beter bir duruma gelmiş olacaktır.
Sermaye CIA’ya Türkiye için II. 28 Şubat operasyonunu ihale etmiştir bile. İki yıl içinde bunu bitirmesi istenmiş olmalıdır. Altı ay gözetleme dönemi olacak ve bu partinin ne yapacağını öğrenecektir. Sonra altı ay içinde karşı hareket planlanacaktır. Bir yıl içinde de uygulayarak sonucu elde edecektir. Sonuç elde edemezse CIA ihale bedelini alamayacaktır. AK Parti’ye yol verilmesinin bir sebebi de CIA’nın bu ihaleyi alabilmesidir. Başarısızlığın başlıca etkeni de Irak sorunudur.
VI. TESBİT
Türkiye’yi ancak “Adil Düzen” kurtarabilir. Başka herhangi bir çıkış mümkün değildir. Bu amaçla “Adil Düzene göre 100 Sorun - 100 Çözüm” dosyası hazırlanmıştır. Türk Milleti bu “Adil Düzen”e sahip çıkmalıdır. Başka kurtuluş reçetesi yoktur. Şunlar yapılacaktır:
1- “Adil Düzen Dergisi” çıkarılıp onun içinde çözümler anlatılacaktır.
2- “Adil Düzen Dergisi”nin okurları yeter sayıyı bulunca “Adil Düzen İşletmeleri” kurulacaktır.
3- En az bir parti “Adil Düzen”i benimsemeli veya yeni parti kurulmalı ve tüm parti teşkilat içinde “Adil Düzen” öğrenilmelidir.
4- Diğer partilerle tartışarak ortak bir “Anayasa” üzerinde uzlaşarak seçime gidilmelidir. İktidara gelir gelmez hemen “Adil Düzen” uygulamasına geçilmelidir. Devletimiz yıkılmadan ülkemize “Adil Düzen”i getirmeliyiz. Bunu başaramazsak Adil Düzen ile II. İstiklâl Savaşımızı yapabilecek hâle gelebilmeliyiz. Adil Düzene Göre 100 sahifelik “İnsanlık Anayasası” hazırlanmıştır. Dergimiz bu anayasayı da tanıtacaktır.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN SEMİNERLERİ; 185. SEMİNER İstanbul, 16 Kasım 2002
BORSA
Faizli sistemde şirketin kurulması
Bankanızda krediniz var ve bir milyon dolarınız da varsa, 100 milyon dolarlık bir anonim şirketi kurabilirsiniz. Bankaya bir milyon faiz verirseniz bankadan 25 milyon dolarlık üç aylık kredi alırsınız. Ticaret Bakanlığı adına bloke eder ve üç ay içinde 100 milyon dolarlık anonim şirketinizi kurarsınız. Kurulduktan sonra bankadan 25 milyonu çeker ve kredinizi itfa edersiniz. Şimdi bir milyon dolarla 100 milyon dolarlık şirketin hisse senetleri elinizdedir.
Hisse senetlerinin satılması
Hisse senetlerini başlangıçta bir fiyatla satmaya başlarsınız. Her hafta bedelini artırırsınız. Eğer basın sizi destekliyor ve reklamını yapabilirseniz, hisse senetlerinizin fiyatlarını gittikçe artırarak satarsınız. Senetlerin değerleri artıyor diye halk rağbet gösterir ve senetler satılmaya başlar. Bu arada yatırım yapmaz, senetleri geri de alırsınız. Böylece faizden fazla getirisi olunca halk senet almaya başlar. Senetleriniz satılır. 25 milyonluk hisse senetlerini satarsınız.
Yatırımın yapılması
25 milyonluk sermaye elde ettikten sonra senetleri geri almayı durdurursunuz. Almazsınız, satmazsınız. Bunu yatırıma çevirir ve fabrika kurarsınız. Böylece halktan toplanan küçük sermayeler bir fabrika olur, işletme olur. Para tekrar halka dönmüş olur. Halk hisse senedi sahibi olmuştur. Sonunda emek karşılığı aynı para yine kendilerine dönmüştür. Halk yatırım yapmıştır. Yatırımcının elinde bir fabrika ve 75 milyonluk hisse senedi daha durmaktadır.
Döner sermayenin elde edilmesi
Yatırımcı elindeki 25 milyonluk hisse senetlerini aynı usulle zamanla değerini artırarak satar. Geri almaya da devam eder. Halk faizde daha çok kâr görünce hisse senetleri almaya başlar. 25 milyonluk hisse senetleri satılınca senet alış ve satışı durdurulur. Bununla fabrika çalıştırılır. Üretime geçilmiş olur. Yatırımcı kârı ortaklarına dağıtmaya başlar. Böylece halktan önce alanlar alıştan kâr ederler. Bundan başka her yıl herkes kârdan pay alır.
Yatırımcı aslan payını alır
Yatırımcı hiçbir karşılık vermemiş olduğu halde şirketin hâlâ yarı hisse senetlerine sahiptir. Böylece kârın yarısı müteşebbise ait olmaktadır. Bunun yanında şirketi yönetme hakkı da yatırımcıya ait olmaktadır. Böylece bir milyon sermayesi varsa, banka ve basın onu destekliyorsa, yatırımcı büyük firma olur. Fabrikalar kurulur ve üretim devam eder. İşte kapitalizm düzeni budur.
(Bunu 1. şekilde gösterelim.)
Üretimi durdurma
Büyük fabrikalar bol üretim yaparlar, piyasa doyar, mallar ucuzlar ve satılmaz olur. O zaman fabrikadaki üretimin durdurulması gerekir. Yatırımcının elinde para toplanmaya başlar. Yatırımın durması yatırımcı için bir zarar değil ama çalışanlar için büyük sıkıntı yaratır. Bu da kıdem tazminatı, işsizlik sigortası, grev ve lokavt müesseseleri ile dengelenir.
Senetlerin geri alınması
Yatırımcı elindeki senetleri ucuz fiyatla satmaya başlar. Gittikçe ucuzlatır. Halk senetler ucuzluyor diye elden çıkarmaya başlar. Bu sefer almaya başlar. Böylece 25 milyonluk senedi ucuz fiyatla geri almış olur. Bu suretle gerçek değerinden ucuz almakla kâr etmiş olur. Stoklar eriyince bu sefer önce her gün fiyatları artırarak senetlerini satmaya başlar. Senetler kâr ediyor diye fiyatlar yükselir. Elindeki 25 milyonluk hisse senetlerini daha kârlı olarak satar. Böylece üretirken kâr eder. Satarken kâr eder. Alırken kâr eder. Halk ise sadece üretirken kâr etmekte, diğer zamanlarda zarar etmektedir.
(Bunu da bir grafikle gösterelim.)
SİSTEMİN DENGESİZLİĞİ
Tekel oluşmadan önce bu sistem normal çalışır. Hep kazanmakta olan sermaye sonunda tekel oluşturur. Pazar bulunamayınca üretim durur. İşsizlik ortaya çıkar. Mallar satılamaz. Senetler de satılmaz. Böylece kriz dönemi başlar.
1930’larda böyle bir kriz bütün dünyayı perişan etmişti.
ADİL DÜZENDE BORSA
Tesis kredisi
Kredi şirkete verilmez, tesise verilir. Kamu bankaları tesislere ait senetleri alıp satar. Önce kapitalizm sisteminde olduğu gibi senetler artırılarak alınıp satılır. Elde edilen para ile yatırımcı tesisleri yapar. Yatırımcı sadece bu işi yaptığından dolayı kendisine tesislerden pay verilir. Tesis ise alanların olmuş olur. İşletmeci yatırımcıdan farklıdır. Tesis hisse senedine sahip olanlar kira payına ortak olur, zarara katılmaz. Kira az veya çok olur. Senetler iade edilince gelen kira payı yükselir. Senetler satılmaya başlar. Senetler satılınca kira payı daha fazla hisse senetlerine bölüneceği için azalır. İade olur. Sonunda bütün senetleri devlet geri satın alarak tesis devlete kalır. Devlet üretimden aldığı amortisman payı ile zararlarını kapatır. Kredi faizsizdir.
Sipariş kredisi
İşletme kredisi sipariş kredisi olarak verilir. Sipariş alan fabrikalara kredi verilir ve bu sayede işletme yapılmış olur. İşçinin parasını öder. Ham maddenin parasını öder. Bu kredi de faizsizdir. Devlet ekonomiye müdahale etmiyor, ancak krediyi öyle veriyor ki ekonomik denge kurulsun. Krediyi de faizsiz veriyor. Para değerini koruyor.
Türkiye’deki durum
Türkiye’deki ekonomi “halk ekonomisi”dir. Borsa ise tamamen dışa bağımlı tekel tarafından oynanmaktadır. Borsanın reel ekonomi ile ilişkisi yoktur. Sadece paranın değerini dengesizleştirme dışında işe yaramamaktadır. Yani, borsanın halk ekonomisini bozma dışında bir dengesi yoktur.
Çözüm
Borçlanma altın değeri üzerinden, ödemeler TL üzerinden olmalıdır. Böylece o oynamalar Türk ekonomisini de korur. Bu çözümü iktidarlar yapamamaktadır. Çünkü iktidarları halk seçiyor ama onlar sömürücülerin temsilcileridir.
Halkın çözümü
Türk halkı bu sorunu çözebilir. Parti, tarikat yahut YİMPAŞ gibi şirketler bu sorunu çözebilir. Mevcut olan fabrikaların hisse senetleri halk tarafından alınır. Faaliyete geçer. Böylece ekonomik hareket doğmuş olur.
Çalışmamakta olan tesislere sahip olan şirketlerin hisse senetlerini değerini artırarak almaya başlarlar. Halk kâr ediyor diye bu senetleri almaya başlar. Bu yolla oluşan sermaye Adil Düzene göre işletmeye açılır. Artık senetler yüksek fiyatla satılmaya başlanır. İlk finansörler ucuza aldıkları hisse senetlerini daha yüksek fiyatla satarak kâr etmiş olurlar. Başka tesislerin hisse senetlerini almaya başlarlar. Böylece tüm ülkeyi faal hâle geçirebilirler.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92