KUR’AN SEMİNERLERİ; 188. SEMİNER İstanbul, 14 Aralık 2002
YORUM - 19
ERBAKAN KONUŞTU!
Prof. Dr. Necmettin Erbakan kimdir? Kısaca tanıtalım.
Necmettin Erbakan’da herkeste bulunmayan iyi ve kötü özellikler vardır. Çok üstün ilmî ve yönetim zekâsı vardır. Çok samimi imana sahiptir. Siyasi cesareti vardır. Azimlidir. Bu özeklikleri ile büyük hizmetler yapmıştır. Herkesin saygısını kazanmıştır.
Bu çok olumlu yanlarına rağmen, parayı ve oyu çok sever. Dedikodulara inanır, dostunu ve düşmanını bilmez. Bana göre siyasi zekâsı yoktur. Bu sebeple iticiliği vardır. Bundan dolayı yılların birikimleri maalesef erimeye devam etmektedir. Nitekim son olarak % 40’lık Millî Görüş oylarını AK Parti’ye kaptırmıştır.
Biz bu değerlendirmemizde Erbakan’ın şahsını değil de yaptıklarını ele alacağız.
Elbette her şeyi yapan Allah’tır. Anacak Allah yapılanları başlatma görevini ona vermiştir.
Erbakan Türk tarihine kalıcı çok büyük ve önemli etkiler yapmıştır.
a) Türklerin örgütlenmesine öncülük etmiştir.
b) Türkiye’de sanayii halka taşımıştır.
c) Kurduğu siyasi partileri okul yapmıştır.
d) Türkiye’nin İslâmlaşmasını sağlamıştır.
Erbakan dünya çapında da çok önemli şeyler yapmıştır.
a) Avrupa’nın tekel sanayiini dünyanın halk sanayiine taşımıştır.
b) Sol-sağ çalışmasına son vermiş, solu din ile barıştırmıştır.
c) Din ile müsbet ilim çatışmasına son vermiştir.
d) Hakkı üstün tutan peygamberlerin “Adil Düzen”ini dünyaya duyurmuştur.
Şimdi bunları teker teker ele alalım.
ERBAKAN TÜRKİYE’DE NELER YAPMIŞTIR?
a) TÜRKLERİN ÖRGÜTLENMESİNE ÖNCÜLÜK ETMİŞTİR.
Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış, yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun dayandığı din birliği sona ermiş, din düşmanlığına başlanmıştır. Yerine milliyetçilik getirilmiş, bunda da muvaffak olunamamıştır. Çünkü dış baskılar sebebiyle Türkçülük yapılamamıştır. Türk halkı da zaten sadece Türklerden oluşmamıştır. Çok değişik ırkların karma mozaiği idi. Ayrıca Türkler tarih boyunca ırkçı olmadıkları için onlarda Türkçülük fikri yayılmıyordu. Bu iş Kürt olan Ziya Gökalp’a kalmıştı. Türkçülüğün tutmadığını görenler Atatürkçülüğe başlamışlar ve ölümünden sonra –asıl amaç olarak Kemalizm’den uzaklaştırmak için- tanrılaştırarak ona taptırmaya başlamışlardır.
Bunların hepsi Türkiye halkını birbirine düşürmek ve sonunda Türkiye’yi parçalayarak bölüşmek için yapılıyordu. Devlet eliyle halk Türk-Kürt, lâik-gerici, Şii-Sünni, Kemalist-antiKemalist gruplara ayrılıyor, örgütleniyor, silahlanıyor ve birbirine saldırtılmak istiyordu. Bütün bu yapılanlarla Türkiye’deki Müslüman halkın silahlı olarak birbirine girmesi, kendi kendilerini öldürmeleri hedefleniyordu. MİT CIA ile işbirliği yapıyor, şuursuzca Türkiye ölüme doğru götürülüyordu. Hedef Müslüman halkın yer altına itilmesi idi. Müslümanlar horlanıyor, onlara zulmediliyor ve adeta yaşama hakkı tanınmıyordu.
Bu durumda Müslümanların yeraltı faaliyetlerine itilmesinden kurtarılması ve onlara kurtuluş ümidinin verilmesi gerekiyordu.
1960’lı yıllarda Erbakan Gümüş Motor Fabrikası’nı kurmakla Müslümanlara sahip çıkmış ve onlara ekonomik olarak meşru yollarla yaşama imkânlarına kavuşacakları ümidini vermiştir. İzmir’de bu amaçla 1967 yılında kurduğumuz Akevler Kooperatifi örneklenerek Fethullah Gülen Akyazılı Vakfı’nı kurmuştur. Erbakan ile birlikte gerçekleştirdiğimiz işbirliği sayesinde 1969 seçimlerinde 14 arkadaşımızdan sadece kendisi üç milletvekillik oy alarak Konya’dan bağımsız milletvekili olunca Müslümanların ümitleri büsbütün artmıştır. İşte bu öncü başarılardan sonra Müslümanlar dernek, vakıf, şirket, kooperatif ve partiler kurmuşlardır. Böylece Türk halkı Erbakan sayesinde çağın örgütlenme biçimini öğrenmiş ve çağın icaplarına uyma imkânını bularak ölümden kurtulmuşlardır.
b) TÜRKİYE’DE SANAYİİ HALKA TAŞIMIŞTIR.
Erbakan üniversitede profesör iken sanayi bakımından Türkiye’yi örgütlemek amacıyla “halk şirketi” kurmuştur. Halkın iştiraki ile ilk defa Avrupa dışında “motor fabrikası”nı kurmuş ve üretime geçmiştir. Dışarının emriyle hareket eden o zamanın yönetimi önce fabrikaya pancar motorunu yapmasını teşvik etmiştir. Halka kredi verilecek ve halk da bu motorları alacaktı. Halka kredi verildi ama motorların üretimi bitmeden dışarıdan motorlar ithal edildi ve halka o motorlar satıldı. Gümüş Motor Fabrikası’nın ürettiği motorlar elde kaldı. Hisse senetlerinin fiyatları düştü. Devlet halktan ucuz ucuz bu senetleri satın aldı. Hisselerin %51’ini ele geçirince de Erbakan fabrika yönetiminden uzaklaştırıldı. Fabrikanın geliştirilmesi durduruldu. Halk duruyordu ama Erbakan yılmadı. Süleyman Demirel’in desteği ile Türkiye Odalar Birliği Genel Sekreteri oldu. Ancak sekreter olarak bir şey yapamayınca, üyeleri örgütleyerek Odalar Birliği Başkanlığı’na seçildi. O tarihlerde Odalar Birliği’nde 55 milyon TL’lik mevduat vardı. Bunun 5 milyonu İstanbul’dan geliyor, 50 milyon Anadolu’dan toplanıyordu. Bunun 50 milyonu İstanbul azınlığına kredi olarak veriliyor, sadece 5 milyonu Anadolu’da dağıtılıyordu. Erbakan bankalar kredi dağıtım merkezine bir önerge vererek her vilâyetin kendi mevduatının kendi ilinde harcanmasını istedi. Bu İstanbul saltanatının sona ermesi demekti. İşte bunun üzerine Demirel emir verdi ve Erbakan polis marifetiyle hukuk dışı kurallarla Odalar Birliği’nden uzaklaştırıldı. Erbakan yine yılmadı. Bağımsız milletvekili adaylığını koydu ve kazandı. Millî Nizam Partisi’ni kurdu; kapatıldı, Millî Selâmet Partisi’ni kurdu ve 50 parlamenterle Meclis’e girdi. CHP ile iktidar oldu.
Basit bir usulle Anadolu’yu sanayileştirdi. “Her ile bir fabrika kuracağız.” dedi. Vaveyla koptu. Ecevit bunun üzerine hükümeti bozdu. Ama sonra Demirel ile hükümet kuruldu ve Erbakan hedefine ulaştı. O zamana kadar iller fabrikam kurulsun diye Ankara’ya baş vurur, dört-beş sene uğraştırıldıktan sonra fabrikanın hangi vilayette kurulacağı karara bağlanırdı. Bu sefer fabrikanın hangi ilçede kurulması tartışılır, dört-beş sene de o sürerdi. Sonra da üç-dört sene içinde kurulurdu. Erbakan Büyük İskender’in kılıcına benzer bir iksir buldu. Önce ülkenin sanayileşmesi için 200 fabrika tesbit etti. Bunları illere bölüştürdü. İlçelere de dedi ki; “Kim bana bedava olarak arsayı erken bulursa orada o fabrikayı kuracağım.” dedi. Bu sefer ilçeler harekete geçti ve fabrika yerleri de bedava olarak temin edildi. Bu fabrikaların yapımına başlandı. Bu sanayileşme hamlesi üzerine Erbakan yine iktidardan uzaklaştırıldı. Ama temelleri atılan fabrikaların bir kısmını sonra gelen hükümetler, bir kısmını da halk kendisi bitirdi. Bu ilk sanayileşme hamlesi halka fabrikanın nasıl kolay kurulacağını öğretti. O yıllarda “Hayalperest!” diye Erbakan ile olan hükümet ortaklığını bozmuş olanlar ve “Her ilde fabrika olur mu?” diyenler, bugün Türkiye’de fabrikasız ilçe olmadığını görüp şaşırıyorlar. Erbakan işte böyle hamle ve çalışmalarla sanayii Anadolu’ya taşımıştır.
Adnan Menderes Türkiye’yi “tarım dönemi”nden “sanayi dönemi”ne geçirmiş, Süleyman Demirel altyapısını yapmış, Turgut Özal özel sektörü üretmiş, Tansu Çiller sanayicimizi yurt dışına taşımıştır. Anadolu’nun sanayileşmesi ve halk sanayiinin oluşması ise Necmettin Erbakan’ın eseridir.
c) KURDUĞU SİYASİ PARTİLERİ OKUL YAPMIŞTIR.
Necmettin Erbakan Türkiye Odalar Birliği’nden polis zoruyla uzaklaştırılınca siyasete girme kararını almıştır. Kendisi Adalet Partisi’nde siyaset yapacaktı. Biz Akevler olarak buna şiddetle muhalefet etmiş ve kendisine; “Ancak onlar gibi olursanız orada tutunabilirsiniz. Değişirseniz bu neye yarayacak? Başka türlü sadece münafık olursunuz!” demiştik. Bizi dinlemedi ve Konya’da AP’den milletvekili olmak için başvurdu. Süleyman Demirel bu adaylığı veto etti. Gecikme sebebiyle parti kuruluşunu yetiştirmek mümkün olmadığı için 14 arkadaş bağımsız adaylığa karar verdik. Erbakan Konya’da üç misli oy alarak seçildi. Bu başarı Müslümanları cesaretlendirmiş ve Millî Nizam Partisi kurulmuştu. Kapatıldı. Millî Selâmet Partisi kuruldu. İki yıl içinde 50 milletvekili ile Meclis’e girilmişti. Süleyman Demirel aslında Erbakan parti kursun diye onun AP adaylığını veto etmişti. Demirel de Müslüman olduğu için Erbakan karşısında Batı dünyası tarafından ehven-i şer olarak kabul edilmiş ve en sonunda yine Erbakan korkusu ile Cumhurbaşkanlığına kadar yükselmiştir. 1982 Anayasası ile seçime gidilirken Turgut Özal’a sağ oyları toplamak için ehven-i şerdir diye müsaade ettiler. Yoksa aslında o da Müslümandı. Kardeşi Korkut Özal hapse atılmış, ona elli milletvekili takdir edilmişti. Erbakan’ın şerrinden kurtulmak için ona razı olmuşlardı. Ama hiç beklenmeyen bir şey oldu ve Turgut Özal tek başına iktidar oldu. Bülent Ecevit de başarıyı Erbakan sayesinde sağlamıştır. Tansu Çiller Erbakan sayesinde başarılı olmuştur. Milliyetçi Hareket Partisi Erbakan’a karşı desteklenmiştir. Son seçimlerde Erbakan’ın Türkiye’de başlattığı siyasi çalışmalardan cesaret alarak yirmiye yakın parti seçime girmiştir.
Batı dünyasında demokrasi yoktur. Sermaye iki partiyi destekler, bunlardan biri kazanır. Aslında ikisi de sömürü sermayesinin partisidir. Bunlara karşı kurulan partiler sadece göstermelik olarak kalır. Türkiye’de Hareket Partisi ile Millet Partisi’nin durumu bu idi. Türkiye’de sermayenin emrinde olmayan onun onaylamadığı partiyi ilk defa Erbakan halktan çıkan “gerçek bir parti” olarak ortaya çıkarmıştır. Bugün bu çalışmalar sayesinde Türkiye gerçek demokrasiye kavuşmuş dünyadaki tek ülkedir. Sermayenin desteğiyle değil, halkın gücüyle oluşmuş partiler artık Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndedir. Diğer ülkelerde sermaye oyuncağı partiler vardır. Ne Amerika’da, ne de İngiltere’de demokrasi yoktur. Erbakan’ın varlığı Türkiye’nin siyasetini demokrasiye götürmüştür.
d) TÜRKİYE’NİN İSLÂMLAŞMASINI SAĞLAMIŞTIR.
1969’da siyasette Türkiye İslâm’dan en uzak olan ülkelerden biriydi. CHP İslâm düşmanlığı yapıyor, Adalet Partisi de dinsizlikte CHP’den geri kalmıyordu. Halkı kandırmakla meşgul idi. Erbakan İslâmlaşma hareketini sistemleştirdi. Kur’an kurslarının açılması, İmam-Hatip Okullarının lise hâline getirilmesi, Din Kültürü ve Ahlâk Derslerinin zorunlu hâle getirilmesi, Yüksek İslâm Enstitülerinin akademi veya fakülteye dönüştürülmesi, din adamlarının kadroya alınması ve İslâm ülkeleri ile işbirliği yapılması hedeflendi. Bunların çoğunu kendisi gerçekleştiremedi. Ama bir kısmımı Süleyman Demirel, büyük çoğunluğunu ise Kenan Evren gerçekleştirdi. Sonunda Erbakan sayesinde Türkiye İslâm’a yaklaştı. Türkiye’de Millî Görüş’ün oyu üçte bir idi. Bugün ise bu %50’ye çıkmıştır. Merkez sağ ve merkezin oyları ise %25’e inmiştir. İş sadece bununla bitmemiştir. Merve Kavakçı’nın başörtüsüne elini uzatan Bülent Ecevit’in elini kırdı. 1999 seçimlerinde de cezalandırarak Deniz Baykal’ın değişmesine, dolayısıyla solun İslâm düşmanlığına son vermiştir. Ordu da İslâmiyet’e karşı dururken, 2002 seçimlerinde daha ılımlı yaklaşmayı yeğlemiş, böylece 3 Kasım Seçimleri olabilmiş, Müslümanlar Anayasa ekseriyetini elde etmiştir. Böylece Türkiye Erbakan sayesinde İslâmiyet’e büyük bir şekilde yaklaşmıştır. Bütün bu başarılar Erbakan’ın cesaretli ve azimli gayretleri sonunda elde edilmiştir.
ERBAKAN DÜNYADA NELER YAPMIŞTIR?
a) AVRUPA’NIN TEKEL SANAYİİNİ DÜNYANIN HALK SANAYİİNE TAŞIMIŞTIR.
Avrupa 500 sene öncesinde Haçlı Seferleri sayesinde İslâmiyet’ten İslâm Uygarlığı’nı öğrenmiş ve Avrupa’da kasabalar oluşmuştu. Faizi meşru kılan Batı dünyası gittikçe tekelleşmeye başlamış, bu sayede sermaye tekeli kapitalizmi ve sosyalizmi oluşturmuştu. Yahudi sermayesi çok basit bir tezgah kurmuştu. Dünyada kurduğu Mason teşkilatı ile ham madde satın alıyor, Avrupa’ya götürüyor ve orada fabrikalarda Hıristiyanları çalıştırıyor, mamul maddeleri yine Masonlar aracılığıyla dünyaya satıyordu. Sanayii Batı kontrolü dışına çıkarmıyordu. Ticareti de Masonlarla tekelleştirmişti. İşte bu tezgahı tam da dünya çapında kurmuş iken, Türkiye’de bir sanayi profesörü çıkmış ve motor fabrikasını kurmaya kalkışmıştır. Buradaki boğuşma ile Batı dünyasının sanayi balonu delinmiş ve sanayi bütün dünyada yayılmaya başlamıştır. Artık bugün dünyanın her tarafı sanayileşme dönemine geçmiş ve ticaret de Masonların tekelinden çıkmıştır. Biz öyle günler yaşadık ki, Mason kulüplerine girmeyen bir kimse dairede şef bile olamıyordu. Bu mekanizma bugün tarih olmaktadır. Bunu başlatan Erbakan’dır. İlk hareketi o başlattı. Gerçi daha önce Japonlar ve Sovyetler vardı. Ama bunlarda ya sermaye tekeli veya devlet tekeli vardı. Bu sebeple çevreye etkili olamıyordu. Erbakan halkın sermayesi ile faize dayanmayan bir fabrikayı kurdu ve başardı. Savaş sonunda Anadolu’nun sanayileşmesi gerçekleşti. Ondan sonra sanayi dünyaya yayıldı.
b) SOL-SAĞ ÇATIŞMASINA SON VERMİŞ, SOLU DİN İLE BARIŞTIRMIŞTIR.
Sömürücü Yahudi sermayesi dünyayı Hıristiyan ve Müslüman olarak bölüyor, bunları çatıştırıyor ve kendisi yönetiyordu. Ülkeler içinde sağcı ve solcu partiler kuruyor, kimi isterse onu iktidar ediyordu. Böylece dinlemeyeni muhalefete itiyordu. 1897’den sonra İsviçre Bazel’de yapılan kongre sonrasında siyasetteki İslâm-Hıristiyan çatışmasını sağ-sol çatışmasına dönüştürmüştü. Bu denge 1973 yılında Erbakan’ın Ecevit ile koalisyon yapması sayesinde sona ermiş, suni düşmanlık son bulmuş ve çok başarılı bir koalisyon yapılmıştı. Bu koalisyon sayesinde Müslümanlarla solcular barışmışlardı. O tarihlerde Humeyni Bursa’da sürgünde idi ve Türkiye’deki bu uzlaşmayı ilgiyle izliyordu. İran’da aynı siyaseti uygulayarak solcularla işbirliği yaptı ve iktidar oldu, devrim yaptı. Türkiye ve İran’daki bu barışıklığı gören Gorbaçev Afganistan’daki başarısızlığını da değerlendirerek devrim yaptı. Sosyalizmdeki din düşmanlığına son verdi. Demir perdeyi kaldırdı. Dünyadaki solcular bu gelişmeler sonunda din düşmanlığını bıraktılar ve peş peşe ülkelerinde iktidar oldular. Böylece Erbakan dünyaya ikinci bir hediyesini sundu ve sağ-sol çatışmasına son verdi. İlk uzlaşma kurşununu o attı.
c) DİN İLE MÜSBET İLİM ÇATIŞMASINA SON VERMİŞTİR.
Yine sömürücü sermaye varlığını müsbet ilme dayandırmıştı. Avrupa’da başlangıçta Kilise ilme cephe almış, bundan yararlanan sermaye ilim silahı ile Kilise’yi çökertmişti. Gerilemekte olan Osmanlı İmparatorluğu’nda da aynı havayı yaratmak istemiş ve medreselerin kapatılmasına kadar gitmişti. Din ile ilim birbirleriyle çatışmış gösterilerek ilmin göz kamaştırıcı başarıları karşısında din artık siliniyor, insanlık ateizme götürülüyordu. Böylece sermaye rahat rahat dünyayı yönetebilecekti. İşte o zaman Türkiye’de Batı’da da tanınmış olan bir sanayi profesörü çıkıyor, açık bir şekilde dindar oluyor ve ilim ile İslâmiyet’in nasıl uyuşmuş olduğunu anlatıyordu. İzmir Atatürk Kapalı Spor Salonu’nda “İlim ve İslâm” konferansı ile dünyayı değiştiriyordu. Önce İslâm ile ilim arasında çatışma olmadığı ortaya konuyor, sonra bu görüş bütün dünyaya yayılıyor. Önce Hıristiyanlar da ilimle barışmışlar; daha sonra da Budistler, hatta Dalay Lama bile dinlerini müsbet ilmin ışığında açıklamaya başlamışlardır. Bugün bütün dinler ateizme ve Marksizme karşı birleşmişlerdir. Bunu sağlayan Erbakan’ın kişiliğidir. Sanayi profesörlüğü ve samimi Müslümanlığı bu hususta verdiği savaşta onu başarılı kılmıştır.
d) HAKKI ÜSTÜN TUTAN PEYGAMBERLERİN “ADİL DÜZENİ”Nİ DÜNYAYA DUYURMUŞTUR.
Necmettin Erbakan’ın dünyaya sunduğu hizmetlerin en başında geleni, “Adil Düzen”i dünyaya anlatmasıdır. En büyük ve en önemli başarısı budur.
Adil Düzen nedir? Adil Düzen, asrına idrakine söyletilen Kur’an’dır. Müsbet ilme dayanılarak muasır medeniyetin üstüne çıkarılmasıdır.
Bunu daha önce İslâm alimleri keşfetmişti. Avrupa’nın müsbet ilmi ile Kur’an’ın yeniden anlaşılması gerektiğini açıklamışlardır. Muhammed İkbal, Mehmet Akif, Hüseyni Cesri ve Bediüzzaman hep bundan bahsetmişlerdi. Mustafa Kemal de; “İslâmiyet en mütekâmil dindir. Asrın icaplarına cevap veren bir dindir. Çünkü İslâmiyet’te içtihat vardır.” demiştir. 1933 yılında da; “Muasır medeniyetin fevkine çıkacağız. Elimizde tuttuğumuz meşale müsbet ilimdir.” demiştir. Bu iş için Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’a muasır ilimlere dayalı bir tefsirin yapılması görevini vermiştir.
Ancak, bunların hiçbiri bir senteze varamamıştır. Bütün faaliyetler temennilerden ibaret kalmıştır. Bu işi ilk başaran İzmir’de kurduğumuz “Akevler” olmuştur. Akevler, ilmî çalışmaların yanında uygulayarak muasır medeniyetin üstündeki bir uygarlığın ilkelerini ortaya koymuştur. Prof. Dr. Necmettin Erbakan bunu benimsemiş, onun da katkıları ile “Adil Düzen”i oluşturmuş ve dünyaya anlatmıştır. Dünya bu sayede öğrenmiştir ki; Tevrat ve Kuran ile çağın üstünde bir uygarlık kurulabilecektir.
Bu gelişme sömüren sermayesini korkutmuş, baskı altına almış, Erbakan’ı da susturmuştur. Ama “Akevler” çalışmaya devam etmiştir. 20 000 sahifelik “Adil Düzen literatürü” oluşmuştur. Dünya dillerine çevrilmeye başlanmıştır. Dünyada bunun üzerinde araştırmalar yapılmaktadır. Bu gelişmeler Erbakan’ın düzenlediği ilmî konferanslarla olmuştur. Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN Avrupa’da, Afrika’da, Asya’da ve Sovyetlerde ilmî konferanslar vererek “Adil Düzen”i anlatmıştır. Bugün Anayasa ekseriyetini kazanan Millî Görüş sayesinde Türkiye’de sonuca biraz daha yaklaşılmıştır.
Necmettin Erbakan’ın bu husustaki son etkisine de işaret edelim.
Amerika Birleşik Devletleri Türkiye’deki geçmiş Mason iktidarları ile işbirliği yaparak doğuda Çevik Güç’ü yerleştirmişti. PKK teşkilâtını MİT ile işbirliği yaparak CIA kurmuştu. PKK’yı desteklemek için de Çekiş Güç’ü yerleştirmişti. Ecevit başbakandır. Doğu Anadolu elden gitti gidecek haldedir. Gaflet ve dalâlet ihanet derecesine varıyor. Ordu ve Meclis uyanıyor. Altı aylık Çekiç Güç müsadeleri dört aylığa indiriliyor, üç aylığa indiriliyor, iki aylığa indiriliyor, bir aylığa indiriliyor; sonunda yirmi gün bırakılıyor. Amerika zor durumda. Kovulmuş olacak. Ecevit çare bulamıyor. Artık Meclis’i ikna edemiyor. O arada Erbakan başbakan oluyor. ABD elçisini çağırıyor ve açık konuşuyor. PKK’yı desteklememeye söz verin, ben altı ay olmak üzere uzattırayım dedi. Elçi sevinerek kabul etti. Meclis’e gitti ve altı ay uzattı. ABD deşifre olduğu ve işi kalmadığı için sonra kendisi “Çekiç Güç”ünü çekti. Clinton ABD’nin siyasetini değiştirdi. İslâm düşmanlığını bırakarak İslâm dostluğu siyasetine geçti. Sömürü sermayesi buna kızdı ve Monica Lewinsky çorabını ördü. Başkan mahkemeyi kazandı. ABD ikiye ayrıldı.
İşte Erbakan’ın bu çalışmaları sayesinde dünya siyasetinde İslâm düşmanlığı sona erdi.
Bu düşmanlığı yeniden alevlendirmek için ABD’de 11 Eylül 2001’de kuleler yıkıldı. Afganistan ve Irak savaşları ile İslâm düşmanlığı diriltilmek isteniyor. Henüz başarıya ulaşılamamıştır. Belki III. Cihan Savaşı çıkacak, buna Erbakan’ın siyaseti sebep olacak ama bu savaşın sonunda ABD yenilecek ve sermaye hakimiyeti sona erecektir. Zafer Erbakan’ın olacaktır. Duamız; bu işin savaşsız halledilmesidir.
Böylece size yalnız Erbakan’ı değil, aynı zamanda bugünkü dünyayı da tanıtmış oluyoruz.
AK PARTİ İKTİDARI NEDEN MUVAFFAK OLAMAYACAKTIR?
Bunun sekiz sebebi vardır; bunların dördü dinî, dördü ilmîdir. Sadece maddeleri hatırlayalım.
Dinî Sebepler
a) Zulüm düzeninde adaletle yönetim olmaz. Türkiye’de bugün kuvveti üstün tutan zulüm düzeni vardır, bundan dolayı adil bir düzenle yönetilemez. AK Partililer zalim olamayacaklarından yönetemezler. Nitekim son Bülent Ecevit de bunun için yönetemedi.
b) Halk düzelmedikçe “Adil Düzen” gelmez. Önce halkın değiştirilmesi gerekir. AK Partililer böyle bir gayret içinde değildirler, böyle bir gayeleri yoktur. Bunun için şartlar hazırlamıyorlar.
c) Halkın düzelmesi için önce ilmî çalışmalarla “Adil Düzen” ortaya konmalıdır. AK Partililer bugün “Adil Düzen” sayesinde iktidar oldukları halde “Adil Düzen”e karşıdırlar, Adil Düzencilerden vebadan kaçar gibi kaçıyorlar! Adil Düzencilerin onlara ihtiyacı yoktur, beklentileri de yoktur. AK Partililerin “Adil Düzen”e ihtiyaçları vardır. Zulüm düzeni ile bir yere varamazlar.
d) “Adil Düzen” önce işletmeler seviyesinde halk tarafından getirilmelidir. Sonra iktidar olunup devlet seviyesinde iş yapılmalıdır. AK Parti böyle yapmadığı için başarılı olamayacaktır.
AK Parti ilmen de muvaffak olamaz.
a) Türkiye’nin tek sorunu vardır. O da hukuk düzeninin olmamasıdır. Kanunlar yapılıyor ama kimse uygulamıyor. Bakanlar Kurulu karar alıyor ama orada kalıyor. Türkiye’de önce tarafsız, bağımsız, adil ve etkin yargı sistemi kurulmalı, bunun geçekleşmesi için “hakemlik sistemi”ne geçilmelidir. Bunu yapmayan iktidar her zaman 28 Şubat’ların beterlerini beklemektedir.
b) Gelişmiş dünyada artık merkezden sorunlar çözülemiyor. Salman kararlar uygulamaya geçinceye kadar iktidar değişiyor. Yoğun bakımlık olan Türkiye’nin sorunları merkezden çözecek vakti yoktur. İlk yapılacak iş “yerinden yönetim”e geçmedir. 3000 ile 10 000 nüfuslu bucaklar kurulmalı, belediye ve yönetim birleşmeli, bunlar bağımsız hâle getirilip kendi kanunları kendileri yapmalıdır. 300 bin ile bir milyon arası nüfuslu iller kurulmalı ve bunlar kendi başkanlarını kendileri seçmelidir. İl belediyeleri ile yönetim aynı olmalıdır. Kendi jandarma teşkilâtını kendileri kurmalıdır.
c) Borçlu ülkeler hiçbir zaman “faizli sistem”de muvaffak olamazlar. Çünkü faiz kuvvetliyi daha kuvvetli kılar. AK Parti “faizli sistem”de başarmaya çalışacak ve batacaktır.
d) Ülkemizde “kayıt dışı” ve “halk ekonomisi” vardır. Batının tekel ekonomisi kuralları geçmez. “Adil Düzenin halk ekonomisi kanunları” uygulanmalıdır. Yoksa 28 Şubat’ta olanların beteri olur.
Görülüyor ki, AK Parti’nin ne ilmen ne de dinen başarı şansı yoktur. Zaten böyle olacağı hemen ortaya çıktı. “Adil Düzen”in iyi bir öğrencisi olabilecek olan Mehmet Ali Şahin bakan olunca şaşırmış, ilk iş olarak “Vakıf Bank”ı satmak için müşteri arıyor; hem de IMF’ten müşteri bulmak istiyor! Yani, iflas eden bir aile babasının yatak-yorganı satışa çıkararak yaşamayı birkaç gün sürdürmeye çalışması gibi acayip bir şey! Bu zavallı hükümet şimdiden ölümü göze almış, kendisine kefen hazırlıkları içinde.
Allah’tan dua ve niyazımız; bunların “Adil Düzen”e kulak vermeleridir.
Bu hatırlatmayı da kısaca yaptıktan sonra, şimdi Erbakan’ın hesabına geliyoruz.
Erbakan; “İktidar 100 milyar dolara acilen muhtaçtır. Bunu hemen bulmalıdır.” diyor. Bu söz doğrudur. Ancak, bundan sonra söylediği yanlıştır; “Saadet Partisi Programı’na baksınlar, orada vardır!” diyor. Orada hiçbir şey yoktur. “Anlamıyorsanız bana sorun!” diyor. O da faizcidir. O da Batı formülleri ile devleti yönetiyor. 1996’larda ülkeyi yoğun bakımdan çıkarmış ama tedavi edememiştir. Refahyol Hükümeti başbakanı olarak idare edebilseydi, bugün kendisi iktidarda olurdu. 28 Şubat krizleri olmazdı.
Şimdi Erbakan’ın önerdiği 100 milyar dolarlık Türk lirasının nasıl bulacağımızı anlatalım.
TÜRK LİRASININ MİKTARI
Ülkemizde 70 milyon insan vardır. Bunun beşte ikisi çalışır. 28 milyon çalışanımız var. Her işçi ayda 500 dolarlık iş yapar. 500 dolarlık da ham maddeyi kullanır. 500 dolarlık da kira, kâr, vergi gibi işler için gerekli olacaktır. Demek her işçi için ayda 1500 dolarlık TL’ye ihtiyacımız vardır. 35 milyar dolar eder. Üç ayda geri döndüğü takdirde, 105 milyar dolarlık TL eder. Bu da 150 katrilyondan fazla Türk lirasına muhtacız.
Devlet bu kadar parayı basacak ve piyasaya sürecektir. Bu sayede 28 milyon insan çalışacak ve üretim yapacak, ayda 35 milyar dolarlık üretim olacaktır. Senede 420 milyar dolarlık üretim olacaktır. Bunun beşte biri devlet bütçesine gelir olacaktır. Bu da 84 milyar dolar etmektedir. İşte “Adil Düzen”in ülkeyi yönetme formülü budur. Bir şey satmadık. Bir yerden borç edinmedik.
Bu düzeni kurabilmemiz için önümüzde engeller vardır. Asıl mesele bunları çözmektir. Bu engeller nelerdir? Şimdi onları ele alalım.
1- Bu parayı piyasaya nasıl sürelim ki çalışacaklara iş bulsun? Bunun için dört yol vardır. Bu yollarla para devreye girerse enflasyon olmaz, herkes iş bulmuş olur.
a) İşçiye “çalışma kredisi”ni vereceğiz. İstediği yerde çalışacak, akşam üstü ücretini bankadan alacak, işveren borçlandırılacaktır. Bu ücret üretim karşılığı verildiği için enflasyon yapmaz.
b) Halka “sipariş kredisi” verilecek. Sipariş ettiği malların parasını mağazaya, onların sipariş ettiklerini tüccara, onların sipariş ettiklerini işyerlerine, onların sipariş ettikleri de ham madde üreticilerine verilecektir. İşçiye ücret olarak ödenecek. Böylece para piyasaya çıkmadan bütün üretim yapılmış olacaktır.
c) Malzeme üreten işyerlerine malzeme rehin edilerek kredi verilecektir. Mal karşılığı olduğu için enflasyon yapmayacaktır.
d) İnşaatta çalışan işçilere resmî ücretle ödenecek yapı borçlandırılacaktır. Yapıların hisse senetleri piyasaya sürülerek enflasyon önlenecektir.
2- Enflasyonun etkisi nasıl giderilecektir?
a) Devlet altını kârsız alıp satacak. Bütün arz ve talebi karşılayacaktır. Her gün fiyatları ona göre değiştirebilecektir. Enflasyon bu altın değeri ile ölçülecektir.
b) Bütün borçlanma altın değeri üzerinden yapılacak, ödemeler ise Türk Lirası ile yapılacaktır. Devlet başka paralarla ödemeleri kabul etmeyecek, kimseye buna zorlamalar yapılmayacaktır.
c) Devlet bütün borçlanmaları faizsiz yapacaktır. Herkese yeter kredi vermek suretiyle faizi kendiliğinden sıfırlayacaktır. Böylece nakit dışı para piyasadan çekilecektir. Bu uygulama Avrupa’da yapılamaz. Çünkü Batı tekel ekonomisi içinde yaşamaktadır. Faiz sıfırlanırsa bütün işyerleri iflas eder. Bu sistem Doğuda da uygulanamaz. Çünkü oralar henüz gelişmemiş olduğu için halk parayı alıp değerlendiremez.
d) Ekonomi düzelinceye kadar bütün borç ve alacakların icrası durdurulacaktır. Konkordato ilân edecektir. Böylece borç ödeme ihtiyacı olan para devreden çekilmiş olur.
3- İç borçlar nasıl ödenecektir?
a) Borçlar altına kote edilip iki yıl ertelenecektir. Bu erteleme yalnız devlet borç ve alacakları için değil, halkın borç ve alacakları için de uygulanacaktır.
b) Devlet aynı ödemeleri yapacaktır. KİT’leri, arazileri, dinlenme yerlerini borçlulara verecektir.
c) Kredileşme sistemini getirecektir. Altın olarak devlete borç verenler o kadar altını borç olarak alma hakkına sahip olacaklardır. Borçlanma faizsiz olacaktır.
d) Devlet parayı basacak ve bütün borçlarını ödeyecektir. Hatta halkın birbirine olan borcunu da devlet ödeyecek, devlet borçlulardan alacaklı olacaktır. Bu enflasyon yapmaz. Çünkü halk bu parayı alınca ne yapar borçlarını öder ve para yine kendisine döner. Veya üretime geçer, böylece işçiye ve ham maddeye kredi vermiş olur. Ya da mağazalara gider ve alışveriş yapar. Böylece mallar satılacağı için yine para devlete döner. Çünkü satılacak mal kredilenmiştir. Faiz binmediği için enflasyon olmaz. Kredi alacağını zorlamadığımız için de haraç mezat satılmaz.
4- Dış borçlar nasıl ödenecektir?
Dış borç Türkiye’nin en büyük sorunudur. Bağımsızlığını tehdit etmektedir. Dış borçlar iki sene içinde ödenmelidir. Bunun için;
a) Dış borç iç borca çevrilmelidir.
b) Döviz borcu mal borcuna çevrilmelidir.
c) Borç ortaklığa çevrilmelidir.
d) TL altından daha değerli hâle getirilip dışarıda dolarla değiştirilmelidir.
5- Bütçe açığı nasıl kapanacaktır?
Bütçe açığının kapanması için giderler gelirlere göre ayarlanmalıdır.
a) Yatırım arsa satışlarından elde edilen meblağ kadar yapılmalıdır. İmar edildikçe arsa değerleri artacağından her zaman yeterli olacaktır.
b) Yerinden yönetimle devletin yükü azaltılmalıdır.
c) Kamu görevlileri kamu ortakları hâline getirilmelidir. Gelir paylaşılmalıdır.
d) Kamu görevlileri üretici hâle getirilmelidir. KİT’lere kaydırılmalı veya serbest iş yapmalarına izin verilmelidir.
6- Dış ticaret nasıl dengelenecektir?
Dış ticaretin kapanması selem sistemi ile sağlanır. Yılbaşında tüketiciler kredilendirilir. Mağazalara sipariş verirler. Mağazalar tüccara sipariş verir. Tüccar işyerlerine sipariş verir. Üretilen malların bir kısmını dışarıya götürüp satarlar. Onunla ithal ettikleri mallar ile siparişleri kapatırlar. Böylece dış ticaret dengesini tüccarlar kendileri sağlamış olurlar.
7- Sosyal güvenlik nasıl sağlanacaktır?
Herkes tahsil ve yaşına göre emekli olabilecektir. Herkes istediği zaman emeklilikten geri dönebilecektir. Emekli olduğunda çalışma kredisini almayacak, emekli olmadığı zaman çalışma kredisini alabilecektir. Emekli haftalığını aldığı günler yaşından tenzil edilecektir. Emeklilere emekli fonundan biriktirilen miktar bölüştürülecektir. Emeklilik aidatı olmayacaktır.
8- Yatırım nasıl yapılacaktır?
Üretimde ücretler serbest olacaktır. Yatırımda ise ücret ve malzeme fiyatları resmî olacaktır. İnşaat yapacaklara resmî ücretle işçi buldukları takdirde kredi verilecektir. Çalışma kredileri buralara aktarılacaktır. İnşaatın hisse senetleri satılacaktır. Devlet resmî değerleri ile her zaman taşınmazları alıp satacaktır. İşyerlerinin karalarına katılmayacaktır.
Bugün gelişmiş ülkeleri yönetmek son derece kolaydır. Gelişmiş ülke para ile yönetilen ülke demektir. Geri kalmış ülkelerde para ekonomisi olmadığı için devleti yönetmek zor olabilir. Kapitalist ülkeler faizsiz yönetilemez. Türkiye gibi gelişmiş ama kapitalist olmayan ülke çok kolay yönetilebilir. Gelişmiş ülke ise şu özellikleri taşır.
a) Ülkenin altyapısının tamamlanmış olması gerekir. Köylere kadar yol, su, elektrik, telefon götürülmüş olmalıdır.
b) İş yapabilmek için iş makinelerinin temin edilmiş olması gerekir.
c) Ülke halkının eğitilmiş olması ve gelişmiş ülkeyi yönetecek seviyeye ulaşmış olması gerekir.
d) İş yapabilmek için yeterli enerji kaynaklarına ve ham maddelerine sahip olmak gerekir.
Türkiye kapitalist olmadan gelişmiş ülkelerin başındadır. Eksik olan hususlar şunlardır.
a) Yöneticilerin öğrenmek istememesidir. Bilenlere kıymet verilmemesidir.
b) Yabancılara kulak verip onların dediklerini yapmalarıdır. Onlar iyi niyetli olsalar bile bizim sorunlarımızı çözmezler, bilemezler.
c) Düzen değiştirme yerine, bize uymayan bozuk eski düzenle çaba içinde olmalarıdır.
d) Bu değişiklikleri yapabilecek ortamı görememiş olmalarıdır.
BORÇLARIN DEVLETLEŞTİRİLMESİ
Enflasyon tam işlerlik kazanmış, Merkez Bankası’nın kârsız ve bütün arz ve talepleri karşılayan alış ve satışları ile belirlenen altın fiyatı ölçülmeye başlandıktan sonra devlet tüm borç ve alacaklarını devletleştirebilir.
Önce tüm borç ve alacaklılar ortak belge tanzim ederek karşılıklı olarak noter huzurunda imzaladıktan sonra herkes kendi bankasına bildirecektir. Banka bunlara hesap açacaktır. Ülkenin bütün borç ve alacakları kayda geçmiş olacaktır. Devlet borç ve alacakları da bankalarda kayda geçmiş olacaktır. Artık ülke içinde borç ve alacaklar altın değerine bağlanmıştır. Faizler sıfırlanmıştır. Bu düzenlemeden sonra çok önemli bir devlet kararı alınacaktır. Birinci madde, tüm borç ve alacaklar altın değerine bağlanmıştır. Ödemeler ise Türk Lirası ile yapılacaktır. Kimse kimseye başka para ile ödeme yapma konusunda zorlanamaz. Emanetler bundan istisnadır.
İkinci önemli madde ise tüm borç ve alacaklar devlete intikal etmiştir. Borçlular devlet borçlusu hâline gelmiştir. Alacaklılar da devletten alacaklı hâle gelmiştir. Borçlular ödeme plânı verecekler, günü gelince ödeyeceklerdir. Ödeyemezlerse onlara iflas hükümleri uygulanacaktır. Alacaklılar da altın değeri ile alacaklı olacaklar, istediği gün gelip TL olarak alabileceklerdir. Devlet peşin ödeme yapacaktır.
Şimdi bu kararın ekonomik tahlillerini yapalım.
a) Borçlar alacağa takas edileceğinden devlet bunun için yeni para çıkarmayacaktır. Sadece alacaklılar paralarını çeker, borçlular ödemezlerse ancak o kadar miktarda bir parayı çıkarmak zorunda kalacaklardır.
b) Alacaklılar bu parayı ne amaçla çekerler? Birinci amaç, alıp dolara çevirirse ve o parayı da yurt dışına çıkarırlar. Önce para değeri altın olarak korunduğu için içte dolara rağbet olmayacaktır. Sadece parayı dışarıya çıkarmak isteyenlerin işine yarayacaktır. Bu olay doların değerini yükseltir. Bunun ülkeye zararı değil yararı vardır. İthalat durur ve ihracat patlaması olur. Böylece ülke içine dolar gelmeye başlar. Bundan asla korkmamalıyız.
c) Alacaklılar bu parayı borç ödemek amacıyla çekemezler. Çünkü borçları yoktur. Olsa olsa, yapacakları bir işin ücretlerini ödeyeceklerdir veya ham maddeleri alacaklardır. Biz zaten alacaklı olmasalar da bu parayı faizsiz kredi olarak kendilerine veriyorduk. Öyleyse bu çekme bizi hiç etkilemez. Borç vereceğimize alacaklarını ödemiş oluruz. Karşılığında üretim yapılacağı için enflasyona sebep olmayacaklardır.
d) Harcamak için çekecek mağazalardan mal alacaklardır. Bu da fabrikaların yeni üretim yapmalarına sebep olacaktır. Sadece lüks mallar artacaktır. Çünkü günlük malları kimse fazla harcayamaz. O halde halkın tükettiği mallarda enflasyon olmayacaktır. Sadece lüks mallarda fiyat yükselmesi olacaktır. Bu da üreticilerin yani halkın lehine olacaktır.
e) Bu paraları ile belki de taşınmaz satın alacaklardır. Taşınmazları devlet alıp sattığı için de para yine devlete dönecektir. Devlet borcu arazi ile ödemiş olacaktır. Hâsılı, borçların devletleştirilmesi ile ülkede hiçbir sıkıntı yaşanmayacak, enflasyon olmayacaktır.
f) Yahut para altın cinsinden değerini koruyacak olduğu için paralarını çekmeyeceklerdir. Bu durumda ödeme sadece kâğıt üzerinden olacak, fiilen piyasaya para çıkmamış olacaktır.
g) Esasen halk enflasyon değerini korumak için parayı her zaman bankaya yatıracaktır. Dolayısıyla para her ne suretle olursa olsun akşam üstü yine geri gelecektir. Para hiçbir zaman eksilmeyecektir. Van Gölü’nün suyu nasıl eksilmiyorsa, bankada da para eksilmeyecektir.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN SEMİNERLERİ; 188. SEMİNER İstanbul, 14 Aralık 2002
YORUM - 19
EBCED
Ömer Çelakıl’dan sonra Serkan Tekin’in de kitabı ortaya çıkmıştır.
Bir alimin tâbi olacağı hususlar vardır.
a) Bir şey söylendiği zaman onu peşin ne reddedeceksin ne de kabul edeceksin. Üzerinde araştırmalar yaptıktan ve mümkünse kendisiyle görüştükten sonra görüşlerini söyleyeceksin. Her sözü kabul etmemek ne kadar yanlışsa, her sözü kabul etmek de o kadar yanlıştır.
b) Hiçbir söz veya kitap her yanıyla yanlış olmaz. İçinde mutlaka doğru tarafları vardır. Kur’an’ın dışında hiçbir sözün hepsi doğru değildir. Kur’an’da da müteşabih âyetler vardır. Yanlış değildir ama biz onu yanlış anlarız. Bu kuralı Kur’an kendisi koyuyor.
c) Bir kimsenin tek başına vardığı hiçbir sonuç kesin değildir. Olasılık içinde doğrudur. Yanlışlığı da olasılık içindedir. O halde kimse benim dediğim doğrudur diyemez; bana göre doğrudur diyecektir. Kimse başkasının söylediğinin mutlaka yanlış olduğunu söyleyemez; bana göre yanlıştır der. Herkes kendi içtihadına göre amel eder. Ancak kimse içtihadını başkasına dayatamaz. Davet bile edemez. Karşısındakini ikna etmesi için değil, kendisinin doğruyu bulması için tartışır.
d) Nihayet, eğer bir hususta icma hâsıl olmuşsa, yani herkes dünya dönüyor demişse; kendi kanaati aksi olsa da amelde ona uyar. Bunu mutlak doğru kabul eder. Görüşlerini beyan eder. Yanlış olduğunu söyler ama ona uyar. “Yer yuvarlaktır” görüşü üzerinde ilim adamları ittifak etmişlerdir. Ben onun aksini iddia ederim, ama uçağa binip devridaim yaparım.
Gerek Çelakıl, gerekse Tekin’in kitapları böyle değerlendirilmelidir.
Önce ebced hesaplarını ele alalım.
a) Normal ebced hesabında rakamlar Kur’an nâzil olmadan önce bilinmektedir. Bu hususta ihtilafımız yoktur.
b) Tekin’in büyük ebced hesabının doğruluğunu da Kur’an’ın sûrelerinin başlarında bulunan harflerden istinbat edebiliriz. Bu hususta da Tekin ile ihtilafımız yoktur.
c) Tekin’in en küçük dediği küçük ebced hesabını Kur’an’dan istinbat edeceğimiz bir istidlâl sistemi yoktur. Kur’an onlu sistemi kabul ettiğinden 12’ye değil de 10’a bölünerek hesap yapılabilir. Bu hususta ihtilafımız vardır. Biz onu başka türlü hesaplarız.
d) Nihayet, revillerle karma hesapların yapılması ise ihtimaliyat içinde değerini yitirir.
Ebced hesabına inanmazdım. Bediüzzaman’a da büyük saygım vardı. Onun bunu kullanması beni bunun üzerinde araştırmaya sevk etti. Aklımla kendi kendime demirin atom numarasının ebced ile bulunması gerekir demiştim. Ne ebced hesabını ezbere biliyordum, ne de demirin atom numarasını biliyordum. Bir dostum bir kitabın arkasında EBCED değerlerini yazmıştı. Oradan okuyarak X=8 D=4 iY=10 D=4 Topladım 26 çıkmıştı. Sonra elimde bulunan fizik kitabının sahifelerini heyecanla çevirdim. 26. element olduğunu gördüm. Sonra üzerinde çalıştım. Demirin D = 4’üncü satır ve X = 8’inci sütunda olduğunu gördüm. Bu olay 1970’li yıllarda olmuştu.
Erzurum’da lise talebesi olarak bulunduğum yıllarda Erzurum Müftüsü vaaz ederken, Nur âyetinin elektrik lambasına işaret etmişti. Sonra Bediüzzaman’ın daha önce risalelerine aldığını gördüm. Çok açık olduğu için kabul etmiştim. Aklıma şu gelmişti. Acaba elektrik teorisi de var mıdır?. Zâriyât Sûresi’nin ilk dört âyeti Maksvel’in dört ana formülünün ifadesi idi. Bu arada Şrödinger’in atom teorisini okuyordum. Burada hidrojen atomunun 1837 elektron ve pozitrondan oluştuğu, elektronu ile beraber 1838 olduğu veriliyordu. Kur’an’da bu sayının olması düşünülebilirdi. “Vezzariyati zerven” 1838 olabilirdi.
Va eüÜ(zZ) AvRı YATı Ü(Z)aRVAn i ele alalım.
V=6 zZ=500 Av=6 R=200 Y= 10 A= 10 Z=500 R=200 V=6 Toplam 1838
17*6*6 *3=1836+2 .
Açıklama: Şeddeli harf tek veya çift harf sayılabilir. Burada tek sayılmıştır. İsm-i faildeki “A” “v”den dönüştüğü için 6 sayılmıştır. “AT”daki “ Y”den dönüştüğü kabul edilebilir. “Y”den sonra gelmiştir. 10 olur. Son tenvin sayılmamıştır. Okurken olan durumda elif de fethadan dönüşmüş olduğu için sayılmamıştır.
Böylece Kur’an’da EBCED hesabının geçerli olduğu tarafımdan tahkik edilmiş olmaktadır.
Şimdi bunların tesadüf olduğunu kabul edersek, böyle bir sayıyı vermesi ihtimali nedir?
Önce XDİD (hadid) kelimesini ele alalım. Birinci harfin X gelmesi ihtimali 1/28’dir. Son harfin de D gelmesi ihtimali 1/28’dir. Diğer iki yazarın Kur’an’dan yapacağı istidlâlleri normal ebced ile veya büyük ebced ile yapıyorsa bir şey diyemem. Şairlerin ebced ile düşürdükleri tarihler de normaldir. Ama hadis ve şairlerin şiirleri ile gaybı bilmek Kur’an’a tamamen aykırıdır.
İsrail devletinin yıkılış tarihini ise şöyle tesbit ediyoruz.
Şimdi biz şu soruyu sorabiliriz:
Acaba Kudüs’ün Fethi ile ilgili âyette EBCED HESABI ile bir tarihleme var mıdır?
Bu tarihlemede öyle kelimeler seçmeliyiz ki, bu kelimelerin taşıdığı sayı bu sûrenin geldiği tarihten yani Miladi 622’den büyük olmalıdır. İslâm Medeniyeti’nin 500 yıl yüceleceğini varsayarsak, bu miktar iki yüz, üç yüz yıldan da fazla olmalıdır. Önce genel olarak harflerin değerlerini verelim:
E=1 B=2 C=3 D=4 H=5 V=6 Z=7 X=8 O=9 Y=10
K=20 L=30 M=40 N=50 S=60 G=70 F=80 U=90
Q=100 R=200 Ş=300 T=400 Ç=500 X=600 Z=700 W=800 J=900 Ğ=100
“Kema dehalûhu evvele merratin/ Daha önce girdikleri gibi.”[İsrâ Sûresi(17);7] deki “DeXaLe” kelimesini alırsak; D=4, X=600, L= 30 nin toplamı 634 eder. “Ecnadeyn Savaşı” (634) Kudüs’ün İslâm egemenliğine girmesinin başlangıcı oldu. Yermük Savaşı’ndan (636) sonra Cabiyye’ye gelen Halife Ömer Halit İbni Sabit’i Kudüs’ü almakla görevlendirdi. Kent bazı koşullarla savaşmadan alındı. “Kema dehalu”daki “Vav”ı ilâve edecek olursak “U”yu değişik değerle ekleyebiliriz. 640 eder.
“Fe iza Cae Va’dül âhireti/ Son vade günü geldiğinde.”[İsrâ Sûresi(17);7] âyetinin EBCED HESABINI yapacak olursak.
F=80, I=1, Z=700, A=1, C=3, A=1, E=1. Toplam 787 eder.
V=6, G=70, D=4, L=30, Aa=2, X=600, R=200, T=400. Toplam 1312 eder.
Hepsinin birden toplamı; 787 + 1312 = 2099 eder. Baştaki “Fa” atıf harfidir ve değeri 80’dir. “Fa” harfini dışarıda bırakabiliriz. Bu durumda 2099 – 80 = 2019 edecektir.
Bu istidlâle göre; Müslümanlar Kudüs’e 2019 ile 2099 yılları arasında gireceklerdir.
Çağımızdaki tarihî olaylar ve gelişmeler de bunu teyit etmektedir.
Müslümanlar 20. yüzyılın ikinci yarısında bağımsızlıklarını kazanmaya başladılar.
Hıristiyanlık ve Budizm de ateizmden ancak 20. yüzyılın sonunda zafere erişti.
İsraillilerin ateist devletinin baskı aracı olan “ateizm” 20. yüzyılın sonunda sona erdi.
20. yüzyılın sonuna kadar “ilim” dinlere karşı kullanıldı.
20. yüzyılın sonunda ise “ilim” tam aksine dinlerin birer sabit kaynağı olmaya başlamıştır.
O halde, 21. yüzyılın ilk yarısı dinlerin ilmîleşerek dinsizliği tarihe gömeceği devir olacaktır.
Bundan dolayı Kur’an’dan istidlâl ettiğimiz tarihler müsbet ilmin verilerine de uygundur.
Kur’an burada önemli bir hususa daha işaret etmektedir.
İslâm orduları gelecekte İsrail’e savaşla değil, barışla gireceklerdir.
Çünkü, Müslümanlar Kudüs’e daha önce nasıl dahil olmuşlarsa yine öyle dahil olacaklardır.
Kur’an, Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin, İslâmiyet gibi kıyamete kadar yaşayacağını bildirmektedir. Müslümanlar Kudüs’ü savaşla değil; daha önce olduğu gibi Yahudileri himayelerine almak suretiyle barış ve adaletle fethedeceklerdir. Bu bakış da yine ilmî gerçeklere uygundur.
Batı Medeniyeti 500 yıl önce oluşmaya başladı. Yaklaşık olarak 500 yıllık daha ömrü vardır. Medeniyetlerin nominal ömürleri dikkate alındığında, Batı dünyasının saltanatı kısa zamanda ve birden bire yok olamaz. Ama Avrupa ve Amerikalıların, daha doğrusu sömürü sermayesinin sömürü düzeni de artık eskisi gibi devam edemez. Çünkü insanlar uyanmaya başladılar. Batı Medeniyeti’nin tam da zirvede bulunduğu bu dönemde, Yeni İslâm Medeniyeti de doğmaya başlamıştır. Bu doğuşun ilk müjdesi olarak da Batı dünyasının sömürü düzeni yavaş yavaş sona erecektir.
Müslümanların Kudüs’e girecek olmaları, meseleye yukarıda kısaca işaret ettiğimiz bu açıdan bakıldığında da çok önemli bir gerçeği ifade etmektedir. Demek ki, o zamana kadar yeryüzünde adil düzene göre bir devlet veya devletler kurulacaktır ki, bu devletin kurucu ve yöneticileri olan Müslümanlar -daha önce dahil oldukları gibi- Kudüs’e dahil olacaklardır.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN SEMİNERLERİ; 188. SEMİNER
Duurm
Ülke iç ve dış krizleri içindedir. Ülke yoğun bakıma alınmak zorundadır. Bunun için ülke birliği ve bütünlüğüne ihtiyaç vardır.
Acıl Dış Sorunlar
Türkiyenin Irak, Kıbrıs, Aavrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletelri ilişkileri son derece hassa dengeelre gelmiştir. Küçük bir hata Türkiyeyi ulus ile birlikde tarihe gömer.
Çözüm
a) Savaşla ilgili tüm kararlar, svaşacak olan ordunun tam mutabakatı ile alınmaldır.
b) Hükümet bir emeklkiş devlet büyüklerinden oluşmuş siaysi dayanışma kurlunu oluşdurmaldır. Dıış sişaysettte alacağı kararları bunlara danışarak almalıdr. Bu Kurul Kenan Evren, Süleyman Demirel , Necmeddin Erbakan ve Hüseyin Kıvrıkoğludan oluşmalıdr.
Acıl İç Sorunlar
Türkiyenin Türkiyeyi komaya sokan Yargı, Basın, İşsizlik ve Dış borç sorunları vardır. Bunlar cari dzüenlemelerle çözülemez.
Çözüm
a) Bir ilmiş heeyt kurulmalıdr.Bunlar reform niteliğimnde yasa ve anayasa hazırlamaldır. Bu ilmi heyetin divanını Siyasi Danışma Kurulu olıuşturömaldır. Sekreteryası ise adil düzen ekipine verilmeldir. İlmi Heyete siaysi partiler üye vermeldirler. AKP 7, CHP 4, DYP 2, MHP 2, GP 1, AQNAP 1 üye vermeldir.
b) Reform yaslarını günlül işleri yapan bakanlar yürüteemz. Ayrıca 24 reform bakanları atanmalıdr. Mevcut bakanlar bir tarafdan eski mevzuatla günlül işlerini yaparken, reforma bakanları da ilmi heyetin hazırladığı projeye göre tedrici bir şekilde beş sneleik bir uygulama içinde reforma geçme işlleirni yapacaklardır. Zorlamdan isteğe bağlı tatlı bir geçiş olacakdır. Bu bakanlıklara alına oylar göre büütn partiler bakan vermelidirelr. AKP 6, CHP 5, DYP 4, MHP 3, GP 2, ANAP2, SP 1
Çözüm Uusulu
a) Mesleki kuurluşlar, Sendikalar, Koopetratifler, dernekeler , vakıflar ve şirketler ile halk partilere baş vurarak sorunları DPT ye blidrirelr. DPT bu sorunların tasnıfını yapar ve ilgili reform bakanlığına bildirir. Reforma bakanları kendi partilerine dedanışarak araştırma sırasına koyarlar. Reforma raştırma heytişen konular gelir.
b) Reform Bakanlarının emrine araştırma fonu verilecekdir. Bakan her konu için bir meblağı belirelyip araştırma yapmak üzere İlmi Heyetin emrine evrrir. İlmi heyet DPT ve Üniversitelrden yaralanarak reformn bakanlarının istediği sorunları çözen projelre hazırlanır.
c) Reform projeelri reform için gerekli kaynakları da bulmuş olacakşlardır. Bakanlar bu projeyi Türkiey Büyük Mecline sunar kabul edilmesi halinde uygulamaya geçilir.
d) Projede uygulama tarihleriş vardır. Millet Vekilelri dentim yaparak uyguşlanıp uyguşanmadığını gösteren raporları Meclise sunarlar. B raporlara göre reform bakanları yerinde kalır veya değiştirlir.
e)
KUR’AN SEMİNERLERİ; 188. SEMİNER İstanbul, 14 Aralık 2002
KUR’AN DÜZENİNİN ESASLARI
İNSANDA DÖRT “MELEKE” VARDIR
1. Birincisi “hisler”dir. İhtiyaçları tesbit eder. Ne yapılması gerektiğini belirler. İyiyi kötüden ayırır.
2. İkincisi “fikirler”dir. Nasıl yapılacağını ortaya koyar. Doğruyu yanlıştan ayırır.
3. Üçüncüsü “irade”dir. Yapılacak zamanı belirleyip harekete geçer. Yaralıyı zararlıdan ayırır.
4. Dördüncüsü “ünsiyet”tir. Ürünün ne zaman kullanılacağını belirler. Adaleti zulümden ayırır.
Bu dört melekenin toplulukta ifadesi için dört “meleke” vardır; “sanat” hisleri, “dil” fikirleri, “teknik” iradeyi, “hukuk” ünsiyeti ifade eder. Bu melekelerin “sosyal müesseseleri” vardır; “Din” toplulukların ihtiyaçlarını belirler. “İlim” ihtiyaçların nasıl gidereceğini ortaya koyar. “Ekonomi” işleri kimin yapacağına karar verir. “Yönetim” ise ürünün kime ait olacağına karar verir.
İslâmiyet bu dört kuruluş için temel kuralları koymuştur. Her mü’min bu kuralları çok iyi bilmeli ve hayatında yaşamalıdır.
a) Sağ kol: İçtihat ve icma müesseseleridir. İnsan kendi yaşama kurallarını kendisi koyacak ama kendi koyduğu kurallara uyacaktır. Uymadığı için bir zarar doğarsa bu zararı buna sebebiyet veren ödemelidir. Bir firma bilet satmış ama saatinde arabasını kaldırmamıştır. Bileti alan bir zarara uğramış ise tazmin ettirir. İçtihatsız bir düzen sağ eli olmayan düzendir. Batı buna “demokrasi” demektedir.
b) Sol kol: Dinde zorlamanın olmayışıdır. Savaş hâli vardır, barış hâli vardır, Yani harb hâli ve İslâm hali. Savaşta zorlama vardır, ama barışta zorlama yoktur. Yargı kararlarına herkes kendi rızası ile uyar. İdam sehpasına da kendi iradesi ile gider. Yargı kararlarına direnen kimse savaş durumuna geçer. Hukuk düzeninde kişiler yargıya karşı sorumlu olup başka sorumlulukları yoktur. Batılılar buna “lâiklik” diyorlar.
c) Sağ ayak “aile müessesesi”dir. Evlilik dışı ilişkiler yasaklanmıştır. Böylece herkes evlenmeye zorlanmıştır. Karı-koca ortaklığı kurulmuştur. Birlikte çocuk yetiştirirler. Cinsî ilişkilerin serbest olması, İslâm’ın sağ ayağının kesilmesi demektir. Kadınlardaki başörtüsü bu iffet müessesesinin yaşatılması demektir. Kadın; ben evlilik dışı ilişkilere bekâr da olsam girmem demektir; evli iken kocam izin verse de girmem demektir. Başı örtülü olsun veya olmasın Türk kadını hep böyle düşünür. Bunun dışında hareket eden kadın Türk ve İslâm töresinde yolsuz sayılır. Hıristiyanlıkta da bu böyledir. Batı ateist mantığında ise evlilik ve bekâret müesseseleri gericiliktir. Onlara göre insanlar serbestçe cinsi ilişkilerde bulunmalıdır. Çocuk anne babasını bile tanımamalı, kreşlerde büyütülmelidir. O zaman kötülük ortadan kalkar. Bu teori sermayenin dünyayı sömürmesi için ortaya attığı gayri insanî bir teoridir.
d) Nihayet, İslâmiyet’e göre sol ayak “zekât düzeni”ndir. Faizin yasak olduğu düzendir. Faiz zengini daha çok zengin eden, sonunda topluluğu yok eden bir müessesedir. Zekât ve “karz-ı hasen” müesseseleri zengini ve yoksulu ortaya çeken bir düzendir. Faiz sınıflı topluluğu oluşturur. Zekât ise sınıfsız ama farklı servetlere sahip topluluğu var eder.
İslâmiyet işte bu iki kol ve iki ayaktan olmak üzere bir bütün olarak dengeli bir şekilde oluşmuş bir düzendir. “Demokrasiyi” yani “içtihadı” kaldırırsanız sağ kolunu kesersiniz; barış halinde düzende zorlama yaparsanız yani lâikliği kaldırırsanız sol kolunu kesersiniz; serbest cinsî ilişkiyi getirirseniz sağ ayağını kesersiniz, faizi serbest bırakırsanız sol ayağını kesmiş olursunuz. Türkiye bugün demokrasiyi, lâikliği ve aile müessesesini yaşatmaktadır; ama sakatlanmış şekilde yaşatmaktadır. Çünkü Türk halkı faizsiz yaşamaya çalışmaktadır. Devlet ise faize zorlamaktadır.
Adil Düzen; demokratik, lâik, aileye dayanan faizsiz bir düzendir. Bir ülke bu müesseseleri benimsemedikçe varlığını sürdüremez. Kur’an bunu söylüyor, ilim bunu söylüyor.
Bu açıklamalardan sonra bununla ilgili âyetlere temas edelim.
İÇTİHATLA İLGİLİ ÂYETLER
Kur’an’da içtihat sözü bu manâda geçmez. İhtida sözü geçer. Anlamı, kendi kendine doğru yolu bulma ve o yola gitmedir. İçtihatla ilgili pek çok âyet ve açıklama vardır. Fatiha Sûresi’ndeki; “Bize müstakim sıratı hidayet et.” duası da içtihadı içermektedir. Bakar Sûresi’nin başındaki “Hüden li’l-muttakîn./ Muttekiler için hidayettir.” sözü de içtihatla ilgilidir. Bakara’nın son âyetinde; “Nefsin kazandığı kendi lehinedir, kazandırılan aleyhinedir.” denmektedir. Yani, başkasının arzularına göre hareket eden kendi aleyhine hareket etmiştir. Ama kendisi içtihat yapar da hareket ederse o da kendi lehinedir demektedir.
I.
“Allah bir kimseye genişliğinin dışında bir yük yüklemez. Yaptıkları kendi iyiliğine yaptırılan kendi kötülüğünedir.” [Bakara(2); 286] / “Allah bir nefse vusunun dışında bir teklif yapmaz. Kesbettiği lehinde, iktisab ettiği aleyhinedir.” [Bakara(2); 286]
LAv YuKalLIFu elLAHa NaFSan EılLAv VuSGaHAv LaHAv Mav KaSaBaT Va GaLaYHAv MAv ıKTaSaBaT
ِالله بر نفسه وعسعنن دشنده تكلفده بولنمز كسب اتديغى لهنث اكتساب اتدغى عليهنه ير
لَا يُكَلِّفُ اللَّهُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ (286)
II.
“Düzende güç kullanma yoktur.”/ “Dinde ikrah yoktur.”[Bakara(2); 256] Lav EıKRAHa FIy elDIyNı
لَا إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ (256) دينده اكراه يوقدر
III.
“Ey iman etmiş olan kimseler, Allah’ta korununuz. İnanıyorsanız, artanın kalanını bırakınız. Böyle yapmazsanız Allah ve elçisine savaş açınız. Bırakırsanız, varlıklarınızın başı sizindir. Ezilmez ve ezmemiş olursunuz. Darda ise kolaylığa dek erteleyin.” [Bakara(2); 278-280]
“Ey iman etmiş olan kimseler, Allah’a ittika ediniz. İman edenler iseniz ribadan bakıyeyi vezr ediniz. Bunu fi’letmezseniz Allah ve resulü ile harbe izin veriniz. Tevbe ederseniz mallarınızın ruusu sizindir. Zulm olunmaz ve zulüm etmemiş olursunuz. Usra içinde meysereye dek meysere vardır.” [Bakara(2); 278-280]
YAv EayYuHAv elLaÜIyNa EavMaNUv ıtTaQUv elLAHa Va ÜaRUv Mav BaQıYa MıNa elRıBAv EıN KunTuM MuEMıNIyNa Fa EıN LaM TaFGaLUv FaEÜaNUv Bı XaRBın MıNa elLAHı Va RaSUvLuHU V aEıN TuBTuM Fa LaKum RuEUvSu EaMVAvLuKuM. Lav TaJ LıMUvNa Va LAv TuJLaMUvNa Va EıN KavNa üUv GuSRatün Fa NaJıRatün EıLAy MaYSaRatın
اي ايمان اتمش اولان كمسه لر اللهه اتقا ادنز موئمن اسه نز ربادن بقي اتمش اولانى وذر ايدنز بونو فعل ايتمز ايسه نز الله و رسول ايله حربه اذن ورنز توبه ادرسه نز ماللرنزن رئوسى سزندر ظلم اولنمز و ظلم اتمه مش يولرسنز
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَذَرُوا مَا بَقِيَ مِنْ الرِّبَا إِنْ كُنتُمْ مُؤْمِنِينَ(278) فَإِنْ لَمْ تَفْعَلُوا فَأْذَنُوا بِحَرْبٍ مِنْ اللَّهِ وَرَسُولِهِ وَإِنْ تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُءُوسُ أَمْوَالِكُمْ لَا تَظْلِمُونَ وَلَا تُظْلَمُونَ(279) وَإِنْ كَانَ ذُو عُسْرَةٍ فَنَظِرَةٌ إِلَى مَيْسَرَةٍ (280)
IV.
“Evlilik dışı ilişkilere yaklaşmayın. Bu yolsuzluğa götürendir. Yol olarak kötü olmuştur.” / “Zinaya kurbet etemeyiniz. O fahişedir. Sebile sevet etmiştir.” [İsrâ(17); 32]
Va LAv TaQRaBuv elZıNAy EınNaHU KAvNa FAvXıŞatan Va SAvEa SaBIyLAn
زنايه قربة اتمه ينز او فاحشةدر و سبيلا سوئت اتمشدر
وَلَا تَقْرَبُوا الزِّنَى إِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَسَاءَ سَبِيلًا (32)
Bu dört esas İslâmiyet’in dayandığı esaslardır. Batı dünyasının şaşaalı görüntüsüne bakanlar, insanlık İslâm düzenini kaybetmiştir diye düşünebilirler. Batı’nın kanun, ekseriyet, faiz ve fuhuş düzeni mi hakim olacak; yoksa İslâm’ın içtihat, lâiklik, kredileşme ve aile düzeni mi hakim olacaktır? Kur’an’a inanlar ikincisini kabul ediyor ve inanıyorlar. İlim de böyle söylüyor. Avrupa Birliği’nde kurtulacaklarını sananlar kendilerini gayya (dipsiz) kuyusuna atıyorlar.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92