Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 190
iSRA SURESİ 70-72.AYETLER TEFSİRİ
4.01.2003
1378 Okunma, 0 Yorum

KUR’AN SEMİNERLERİ; 190. SEMİNER                                                                             İstanbul, 28 Aralık 2002

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنْ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلًا(70)يَوْمَ نَدْعُو كُلَّ أُنَاسٍ بِإِمَامِهِمْ فَمَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ فَأُوْلَئِكَ يَقْرَءُونَ كِتَابَهُمْ وَلَا يُظْلَمُونَ فَتِيلًا(71)وَمَنْ كَانَ فِي هَذِهِ أَعْمَى فَهُوَ فِي الْآخِرَةِ أَعْمَى وَأَضَلُّ سَبِيلًا(72)

İSRÂ SÛRESİ’nden

 

Açıklama:

Adem oğullarını tekrim etmişizdir. Allah insana terkim ettiğini ve ahsen-i takvimde yarattığını ifade etmektedir. İhsan, onu en güzel bir yaratılışla yarattığını ifade etmesidir. Terkim ise, onları diğerlerinden üstün yaptığı manâsındadır.  Adem oğulları 23 çift özel kromozom taşıyan iki ayak üzerinde yürüyen memelidir. İnsandan önce iki ayak üzerinde yürüyen memeli olduğu kabul ediliyor, ama bugün böyle bir canlı yoktur. İnsan yeryüzüne hakimdir. Tüm canlılar onun emrine verilmiştir. Kur’an nâzil olduğu zaman böyle değildir. İnsan bu hakimiyeti sanayi devriminden sonra elde etmiştir. Daha da etmeye devam etmektedir.

Adem’in çocuklarını üstün kıldık. Ademin ibinlerini terkim ettik. Va LaQaD KarRaMNAv  BaNIy EAvDaMa 

Onları denizde ve karada bindirdik.

İnsanın en önemli özelliği kendi yaptığı taşıtlar üzerinde taşınabilmektedir. İnsanlar önce karalarda yaşıyordu. Çocuklar ve yaşlılar, hastalar insanın sırtında taşınıyordu. Arkasından avcılık dönemine geçince denizlerde sallara bindiler. Sonra çobanlık dönemine geçince hayvanlara bindiler. Sanayi döneminde arabalar yaptılar. Sonra uçaklar yaptılar. Şimdi Ay’a gittiler. Bunlar sadece insanlara bahşedilen ikramlardır. Burada sadece kara ve denizden bahsetmektedir. Başka âyetlerde gemilere benzer olanların da yaratıldığını söylemektedir. Göklerin içinde de rızkımızın olduğunu söylemektedir. Bu yolla oralara da işaret etmektedir. Sadece denizden bahsedip diğerlerini ona kıyasa bırakmaktadır. Çünkü uçmakla yüzmek aynı kaldırma kanunlarına tâbi olmaktadır.

 

Onları karada ve denizde taşıdık. Onları berr ve nahrda hamlettik. Va XaMaLNAvHuM Fıy eLBerRı va eLBaXRı .  

Onları yarayanlar ile besledik. İnsanları tayyible besledik. İnsanın diğer canlılardan farkı birçok besinle beslenebilmeleridir. Diğer canlıların gıdaları sınırlıdır. Her canlının özel besini vardır. İnsan ise pişirmek suretiyle birçok canlıları kendisine rızık yapabilmektedir. Bu sayede her yerde yaşama imkânını bulmuştur. Karada ve denizde yaşayabilecek hâle gelmiştir. İnsanın bütün tayyibleri yemesi gerekmez. Onlardan bir kısmı ile beslenmesi yeter. Bu sebeple “Min” ile kullanılmıştır.

Onları yaranlarla besledik. / Onlaratayyıbat ile rızık ettşlk. / Va RaZaQNAvHum MiNa elOayYıBAvTı

 

Ve onları yarattığımız kimselerin çoğuna birçok üstünlükle üstün kıldık. Burada “yarattığımız kimselerden” denmektedir. İnsandan başka da insan gibi bilinçli kimselerin olduğu söylenmektedir. Yaşadığımız görünür dünyada böyle kimseler yoktur. Ancak ilk insandan beri insanlar melek ve cine, ruha inanmışlardır. Her şey dörtlü olarak çift yaratıldığına göre, şuurlu varlıkların da en az iki çift olması gerekmektedir. Onların çoğuna insanlar üstündür. İnsan en üstün değildir. Yahut, bazı insanlar diğer bazılarından üstündür. İnsan ve cin iyi ve kötü olabilmektedir. Oysa ruh ve melek hep iyidir. İnsan ve cinin iyileri melek ve ruhtan iyidir. Kötüleri melek ve ruhtan kötüdür. Tefdıa mastarının kullanılması teksir içindir. Birçok yönleri ile üstün kıldık anlamındadır. Cinler Güneş’in içinde ateşte yaşamaktadırlar. Buralara gelebilmektedir. İnsanlar da göklere çıkmaya başlamışlardır.

 

Var ettiklerimizin çoğundan onları çokça üstün kıldır. / Halkettiklerimizin kesirinden onları kesiren tafdil ettik. / Va FawWalNAvHuM KaÇİyRan  MimMaN  PaLaQNAv TaFQIyLAn

Açıklama:

“O gün toplulukları başkanları ile çağırırız.” “İns”in çoğulu “unas”dır. “Bütün insanları başkanları ile çağırırız.” denmekle insanların grup grup sorguya çekilecekleri ifade edilmektedir. “İmam” dediğimiz zaman beş vakit namazların imamı, yani aşiret imamı, ondan sonra da kabilelerin imamı çağrılacaktır. Dünyada işlenmiş bütün fiiller diğer insanlarla ilişkilerden hesap verecektir. Birlikte çağırılma tabiidir. Yaşadığı çevrede hesap verecektir. Bir topluluk doğar, gelişir yaşar ve ölür. Kişiler doğar ve ölürler. Yıl yıl hesap sürdürülecek, ölenlerin hesapları kapanacak, doğanların hesapları açılacaktır. Burada başkanın rolü dışında toplu sorumluluğun da sözkonusu olduğu anlaşılmaktadır. İmam, önde giden kimsedir. İmam yapar, cemaat ona uyar. İmamın cemaatın ne yaptığından haberi olmaz. Halk imama karşı değil, Allah’a karşı yani topluluğa yani hakemlerden oluşan tarafsız ve bağımsız yargıya karşı sorumludur.

Buradan çıkacak hüküm, muhakemenin bucaklarda yapılması gerekmektedir. Cuma namazının kılındığı yerde olmalıdır. Merkezî yargılama yoktur. Cuma namazının imamsız ve merkez camii dışında bir yerde kılınmamasının sebebi budur. Nevzuhur ulema Cumanın şartları yoktur diyor. “Cuma gününde namaza çağırıldığında Allah’ın zikrine sa’yedin.” diyor. Burada “iza” şart sigasıdır. Çağırma zorunluluğu vardır. Merkeze gitme zorunluluğu vardır.

 

Onları karada ve denizde taşııdk. Onlaqrı ber ve nahr da hamlettik. Va XaMaLNAvHuM Fıy eLBerRı va eLBaXRı .  

Onları yaranlarla besledik. Onlaratayyıbat ile rızık ettşlk. Va RaZaQNAvHum MiNa elOayYıBAvTı

Onları karada ve denizde taşııdk. Onlaqrı ber ve nahr da hamlettik. Va XaMaLNAvHuM Fıy eLBerRı va eLBaXRı

Varettikleirmizin çğundan onları çokça  üstün kıldır. Halkettikleirmizin kesirinden oları kesiren tafdıl ettik

Va FawWalNAvHuM KaÇİyRan  MimMaN  PaLaQNAv TaFQIyLAn

ادمين ابنلرنى تكرم اتدك و اونلرى  بر و بحرده حمل اتدك اونلرى طيباتدن ارزاق اتدق و خلق اتدنلرمزن كثيرندن تفضيلا تفضيل ايتدك 

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنْ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلًا(70

 

 

 

Kimin yazıtı sağından verilirse onlar yazıtlarını okurlar. / Yemininden ita olunan kimse işte onlar kitaplarını kıraat ederler. / Fa MaN EuTıYa KıTABaHUv Bı YaMıNıHı Fa EuLAEıKa YaQRaEUuNa KıTABaHuM

İnsanın anne karnına düştüğü zaman hakları başlar, doğumuyla yükümlülükleri başlar. Ölümüyle hakları biter. Mirasının taksimi ile görevleri de biter. Bütün bunların hepsi defterine kaydedilmektedir. Âhiret geldiği zaman kendisine defteri verilecektir. Bugünkü muhasebede borçlar solda yazılır, alacaklar sağda yazılır. Sonunda eğer kişinin alacakları fazla ise sağ tarafında fazla gelecek ve terazi sağa doğru tartacaktır .Borçlu ise kitabı sol tarafta yani borçta fazlalık verecektir. O gün insanlar ikiye ayrılır. Alacaklılar bir tarafa, borçlular bir tarafa gönderilir. Alacaklılara kitap sağ taraftan verilir ve o kapıdan geçirilir. Borçlulara sol tarafından verilip oradan geçirilir. Kitabın sağ eline verilmesi yanında kitabın sağ geçitten verileceğini de ifade etmektedir.

Muhasebe defterleri sağından verilenlerin kitaplarını okuyacakları söylenmektedir. Çünkü kazanmışlardır. Oysa solda bulunanlar, kitaplarında sol sayfaları ağır gelenlerin bu okuma arzuları olmayacaktır. Açıp kitapları okumak istemeyeceklerdir. Onlar korku içinde çökmüş bir durumda olacaklardır. Âhirette sorumluk şahsidir. Herkes yalnız kendi hesabı ile karşı karşıyadır. Ancak muhasebe birlikte yapılacaktır. Başkanların yanında görülecektir. Sağdan gidenler arasında bu durumları devam edecektir. Yani aile devam edecektir. Akrabalık devam edecektir. Ocak ve bucaklar devam edecektir. Çünkü orada da birlikte yaşayacaklardır. Acaba il ve devlet de varlığını sürdürecek midir? Burada “her kavim” değil de “her unas” denmiş olması, imamları ile denmekle de imamı olan topluluklar olarak buna işaret edilmektedir. Esasen topluluklar kabile içinde oluşmaktadır.  İl, devlet ve insanlık içindeki başkanlar sadece kendi bucaklarının başkanlarıdır.

 

ve onlar ezilmez.

. Kitabı v eonlara asla zuledilmez.

Va LAv YuJLaMUvNa FaTIyLAn

Fetil, pamuk ipliğinin bir tüyüdür. Türkçedeki fitil anlamındadır. Yani, insanlar bir pamuk ipliği kadar iyilik yapmışlarsa karşılığı verilecektir. Burada çoğul sigası kullanılmıştır. İyi toplulukların da birlikte iyi olacağı ifade edilmiştir. Zulmedilmek haksızlığa uğratılmaktır. İyilikler kötülükleri giderir. İnsanın hayatında yapacağı kötülüklerden sakınmak hep iyiliklerin peşine koşuşmaktır. Defteri sağını ağır kılmaktır.

Yönetimde buradan çıkaracağımız ders: Herkesin bir hesabı olacaktır. Aldıklarını ve verdiklerini orada yazacaktır. Yıl sonunda herkese hesabı çıkarılıp verilmelidir. Burada herkes alacağını artırmaya çalışmalıdır. Yani, bu yıl kazandığından azını harcayacak ve yıl sonunda ömrünü zararla geçirmediğini belirtmesi gerekir. Çok kazanmak, az harcamak. Bu devlet için de böyledir. Borçlu devlet değil, alacaklı devlet olmalıdır. Her yıl artan imkânlarla ülkeler imar edilecek, nüfusları artırılacaktır. Çocuk yetiştirme de defterin sağında yer alacaktır. Evlenmeyenlerin zaman israf etmeleri nedeniyle kayıtları solda geçecektir.   

 

 

O gün kişilerin hepsini başkanları ile çağıracağız. Kimin yazıtı sağından verilirse onlar yazıtlarını okurlar ve onlar ezilmez.

Ol yevm insleri külli imamları ile dâvet edeceğiz. Kitabı yemininden ita olunan kimse işte onlar kitaplarını kıraat ederler ve onlara asla zulmedilmez.

 YaVMa NaDGUv KulLu EuNASın Bi EıMAMıHıM Fa MaN EuTıYa KıTABaHUv Bı YaMıNıHı Fa EuLAEıKa YaQRaEUuNa KıTABaHuM Va LAv YuJLaMUvNa FaTIyLAn

اول يوم انسلرن كللنى اماملرى ايله دعوة ادرز  كمين كتابى يمنندن اتا ادلمشسه  كتابلرنى اونلر قرائت ادرلر و اونلره بر فتيل ظلم اولونمز

 

يَوْمَ نَدْعُو كُلَّ أُنَاسٍ بِإِمَامِهِمْ فَمَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ فَأُوْلَئِكَ يَقْرَءُونَ كِتَابَهُمْ وَلَا يُظْلَمُونَ

فَتِيلًا

 

Açıklama:

“Kim burada kör ise öte yaşayışta da kördür. Bu dünyada kör olan Âhirette de kör olacaktır.” denmektedir. Bu körlük gözlerin kör olması değil, beyinde gerçekleri kabul etmede kör olmaktır. Başka bir âyette; “Gözler kör olmaz, beyindeki görüşler kör olur.” denmektedir. O halde körlük burada açıkça mecazi anlamda getirilmiştir. Gerçekleri görmemek körlüktür. Olaylar çok açık olarak kendisini gösterdiği halde insanlar görmemektedir. Burada bize çok önemli bir görev düşmektedir. Kur’an’ı sadece anlatmak yetmez, yapıp göstermek gerekmektedir. Bizler bunun için mutlaka bir örnek işletme kurmalıyız. Çabalarımız sonuç vermiyor dememeliyiz. Eğer Kur’an hak ise, biz Kur’an’ı doğru anlıyorsak, anladığımıza göre hareket ediyorsak mutlaka başaracağız. Başarı nedir? Başarı istenen şeylerin olması ile olur. Biz gösterdikten sonra görmeyenler olabilir. Onlar kördür. Onların Âhirette de kör olacakları bildirilmektedir. Ve kör olan kimse yolunu şaşırmıştır. En ileri şaşkınlıkla şaşırmıştır. “Akevler” olarak sesimizi duyurduğumuz kadar insanlara duyurmaya çalıştık. Necmettin Erbakan da bunu dünyaya duyurdu. Başarılar kısmen görülmüştür. Bundan elli sene önce nerede idik, şimdi nerdeyiz? II. Cihan Savaşı’ndan önce yeryüzünde İslâmiyet siyasette, ekonomide, dinde ve ilimde en geri durumda iken; bugün Müslüman ülkelerin hemen hepsi siyasi bağımsızlık kazanmıştır. Müsbet ilimle dini uzlaştırmışlar ve cemaatler kurmuşlar, halk ekonomisinde en ileri durumdadırlar. Adil Düzen ilmiyle de dünyaya meydan okumaktadırlar. İnsanlar Müslümanların bu gelişmesini görmek istemiyorlar. Hâlâ Afganistan’a ve Irak’a saldırarak bir yere varacaklarını sanmaktadırlar. İşte bunlar Âhirette kör olacaklar ve yollarını şaşırmış olacaklardır.

Burada en önemli husus cennetliklerin birlikte kitap okuyacakları yani birbirine sevinerek karneleri gösterecekleri ve birlikte hakları verileceği zikredildiği halde, burada sadece tekil kullanılmıştır. Çünkü cezai sorumluluk kişiye özeldir. Toplulukta kimse cezalandırılmaz. Bu sebepledir ki Âhirette toplu cezalandırma yoktur.  

)

Kim burada körse o ötede kördür ve yolunu şaşırmıştır. / Kim bu dünyada amâ ise âhirette de amâdır ve sebil olarak edell olmuştur. /

Va Man KAvNa FIy HaÜıHi EaGMAy FaHuVa FIy eLEAvPıRaTı EaGMAv Va EaWalŞLu SaBIyLAn

 

.  كم بورده اعما اسه او اخرتده ده اعمادر و سبيلن ادللدر

 

وَمَنْ كَانَ فِي هَذِهِ أَعْمَى فَهُوَ فِي الْآخِرَةِ أَعْمَى وَأَضَلُّ سَبِيلًا(72

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 190. SEMİNER                                                                      İstanbul, 28 Aralık 2002

100 S O R U N – 100 Ç Ö Z Ü M;   4.  Ç  Ö  Z  Ü  M

 

P  A  R  A

Canlılar ayrı ayrı üretirler ve ayrı ayrı tüketirler. Yaşamaları da ayrı ayrıdır. Sürüler halinde hareket ettikleri olmaktadır ama bu birlikte korunmaları içindir. Karıncalar ve arılar gibi bazı hayvanlar da birlikte üretim yapar ve birlikte tüketirler. Bunların başkanları vardır. Görevleri tam olarak tesbit edilmiş değildir. Ancak tüketimleri bir bölüşme esasına dayanmamaktadır. Horoz yemi tavuklar arasında bölüşmektedir. Mübadele söz konusu değildir. Aile içinde bölüşme hâlâ aynı şekilde yapılmaktadır.

İnsanların hayvanlardan farkı, insanlar ortak olarak üretirler, sonra bölüşerek ayrı ayrı tüketirler. Ortak üretim yaptıkları zaman kendilerine “katılma payı belgesi” verilir. Sonra bu belge ile ortak üründen paylarını alırlar. Buna “bölüşme” veya “değişme” denmektedir. Burada önemli iki unsur ortaya çıkmaktadır. Üretimde emeğin katılma payı, tüketimde de malın pay değerinin tesbiti önemlidir. Birincisine “ücret”, ikincisine “fiyat” denmektedir. Daha toplayıcılık zamanında ağaca çıkamayanlar ağaca çıkanlara ceviz silktirmişler, sonunda onlara ceviz vererek ücretlerini ödemişlerdir. Bir yevmiye beş kilo ceviz olmuşsa; ücret beş kilo ceviz, fiyat ise beşte bir yevmiye olmuştur.

Bu açıklamamızla hemen şunu anlarız ki, ücret ile fiyat birbirinin tersidir. Gerek fiyatların gerekse ücretlerin ölçülmesinde bir mal esas alınmıştır. Diğer malların fiyatları ve ücretleri hep o mal ile ölçülmüştür. İşte bütün mal ve emeklerin onunla ölçüldüğü şeye “para” denmektedir. Bu ölçü birimi uzun zaman mallardan biri olmuştur. Bir şeyin para olabilmesi için bazı şartları taşıması gerekir. Herkesin bildiği standart mal olmalıdır. Parçalanıp ölçülebilmelidir. Saklanabilmelidir. Kolay taşınabilmelidir. Böylece anlaşılıyor ki, paranın dört ana vasfı olmalıdır. Az olan mallar kıymetli olur ve kolay taşınır.

Para, fiyat ve ücretlerin tesbitini gösteren bir ölçü aracıdır. Dolayısıyla değiştirme aracıdır. Artırıp depolama yapma aracıdır. Borçlanma aracıdır. Böylece kredileşme imkanını sağlamaktadır. Bu sebepledir ki insan ilk yaratıldığından beri parayı kullanmaktadır. Her çağda bir para kullanmaktadır.

Toplayıcılık dönemi parası ceviz ve fındık gibi “kuru yemiş”lerdir. Avcılık döneminin parası “deri” olmuştur. Çobanlık döneminin parası “yün” ve “koyun” olmuştur. Tarım döneminde tahıl” para olmuştur. Bu paraların özelliği aynı zamanda temel ihtiyaç maddeleri olmasıdır. Pazar mübadelesi dönemindebakır” ve “gümüş” para olmaya başlamıştır. Tüccar mübadelesi döneminde altın” para olmuştur. Tevrat’tan sonra bu para “sikke” haline gelmiştir. Böylece paranın dışında bir amaçla kullanılmaz olmuştur. İşçilik dönemindekâğıt para” ortaya çıkmıştır. Bu paranın gelişmesi ile yeni döneme girilmiştir.

Başlangıçta altın karşılığı verilen ve hamiline yazılmış belgeler “kâğıt para” olarak kullanılmıştır. Sonra kâğıt paranın karşılığı altın olmaksızın da sadece belge olarak para olmaya başlamıştır. Böylece “karşılıksız para” çıkmıştır. Bu uygulama da enflasyonu arkasından getirmiştir. Bu paranın karşılığı nedir? Bu para dolaşan paraya faiz ödenmesi için bankaların her yıl ilave olarak bastığı fazla paradan ibarettir. O halde bugünkü para “faiz parası”dır. Cebimizde taşıdığımız para bir “faiz belgesi”dir. Topluluktan alacağımız faizi belgeler. Bu parayı kullanacağız ama faizsiz iş yapacağız; bu yalandır. Domuz etinden yemek yapacağız ama domuz eti olmayacak!

Burada vereceğimiz yeni bilgilerimiz vardır.

Her ekonomik çağın yeni parası vardır. İşçilik döneminin parası “faiz parası”dır, banknottur. Kapitalizm ve sosyalizm ayrı ekonomik çağlar değildir. Çünkü hepsi aynı parayı kullanmıştır. Yeni parayı tanımlayamamışlardır. “Adil Düzen”e göre doğacak yeni dünya yeni parayı tanımlayacaktır. Ancak o sayede yeni ekonomik çağ başlatabiliriz.

Faizli düzenin temel kuralı şudur. Dünyada bir merkez bankası bulunur. O uluslararası parayı basar. Uluslararası ticaret onunla yapılır. Devletlerin merkez bankaları “dolar”ı altın kabul ederek ona göre para basarlar. Bütün merkez bankaları “Amerikan Merkez Bankası”nın denetiminde olacaktır. Amerikan Merkez Bankası’nın elinde sonsuz para gücü olacaktır. Dünyayı emeksiz ve savaşsız yönetecektir. Böylece insanlık devletler birliği oluşacak ve tek devlet olarak yönetilecektir. Bu dünya devletinin yöneticileri bugün Amerika’da bir sokakta toplanmış bulunan ve dünya sermayesini elinde tutan 200 ailelik zenginler olacaktır.

Kur’an’ın bildirdiğine göre bu amaç gerçekleşecek midir?

500 yıldır sermaye hep dediğini yaptırmıştır. Artık bu sistem kemale ermiştir. Bundan sonraki hedefine ulaşamayacaktır. Sermayenin bu karşılıksız para ile sağladığı hakimiyet sürmeyecektir. Yalancının mumu yatsıya kadar sürecektir. Bu sonuca yalnız Kur’an’ın bildirdiği bilgi ile varmıyoruz. Bugünkü müsbet ilim de bunu böyle söyler. Gelecekte nasıl bir para oluşacaktır? Biz onu açıklamaya çalışacağız.

 

BİRİNCİ KADEME KONSİNYE MAĞAZALARI

Konsinye Mağazaları” tesis olunacaktır. Her ilçede 10 kadar mağaza olacaktır. Bir ilçe 30 000 ile 100 000 arasında nüfusa sahip olacaktır. Biz hesabımızı ortalama 50 000 üzerinden yapalım. Demek ki 10 000 kişi için bir mağazayı ele alacağız. 2000 aile buradan alışveriş yapacaktır. Her aile için yarım metrekare ayırırsak 1000 metrekarelik bir alana ihtiyacımız vardır. 20 kişi ile burasını yönetsek, %1 personel giderimiz olacaktır. %1 tesis giderimiz olur. %0,5 de genel hizmet giderimiz olur. Sonunda % 2,5 ile halkımıza ulaşabilir. Bu zekât miktarıdır. Vergi de %2,5 olursa, toplam %5 dağıtım payı olur. Biz en çok %20 olarak bu tip mağazalar tesis edebiliriz. Bugün bu faizli sistemde %400’ü bulmaktadır. Bizim sistemimizin tam 50 katı.

Tüccarlar malları getirip bu mağazalara bırakacaklar ve satıldıkça paralarını alacaklardır. İstedikleri zaman da mallarını geri alabileceklerdir. Satılacak malların fiyatlarını onlar koyacak, her zaman düşürüp yükseltebileceklerdir. Bu mağazaların tesisi ile tüccar ortadan kalkmamakta, para da devrede bulunmaktadır. Bu mağazaların yararı, “Mala-Mal Mağazaları”na doğru gidebilmedir.

Konsinye Mağazaları”nda mağazalardaki mallar onları satmaya bırakan tüccarlara aittir. Mal satıldığı zaman o tüccar adına fatura edilmekte veya fiş kesilmektedir. Kâr ve zarar onu bırakan tüccara aittir. Mağazada çalışanlar kendi paylarının vergilerini kendileri öderler. Bir kooperatif içinde sigortalanırlar ve işveren paylarını da kooperatifteki paylarından karşılarlar.

“Konsinye Mağazaları”nın elektrik, su ve benzeri giderleri ayrılan bir fondan karşılanır. Mallarda meydana gelecek zayiat mağazaya aittir ve bu bunun için ayrılacak fondan karşılanacaktır. Bu paylar ihtiyaca göre artıp eksilecektir.

“Konsinye Mağazaları”nın 10’a yakın tüccarları olacaktır. Mağaza malları yalnız onlardan alacaktır. Tüccarlar arasında rekabet korunacaktır. Anlaşma yapacak tüccarların ortaklıklarına son verilecektir. “Mala-Mal Mağazaları”nda halkın iştiraki de sağlanacaktır. Şöyle ki, %5 sermaye payı eklenerek satış yapılacaktır. Günlük satıştan elde edilen %5’lik kâr o günkü hareketli sermayeye bölünecek ve sermayenin günlük kârı bulunacaktır. Bu sayede uzun zaman mağazada satılmayan mallar gittikçe ucuzlayacaktır. Dolayısıyla sonunda satılacaktır. Tüccar ise kendi koyduğu fiyattan bedelini alacaktır.

Bunun yanında peşin para ödeyenler %5’lereni kazanacakları için malları o nisbette tenzilatlı alacaklardır. Halkın peşin ödeyerek satın almaya başlamasıyla “veresiye”nin tersi olacaktır. Ucuzluk ortaya çıkacaktır. Bu peşin ödenen paralar tüccarlara gidecek, tüccarlar da işyerlerine peşin ödeyeceklerdir. İşyerleri de işçilere peşin ödeyecektir. Böyle ay başında peşin ödeme yapmış olanların paraları ay sonunda yine kendilerine gelmiş olacaktır. Peşin ödeme olduğu için de enflasyonun etkisi olmayacaktır.

Fabrikalarda çalışan işçilere vadeli konsinye mağazalarından almak üzere senet verilebilir. Çalışanlar zorunlu tasarruflara götürülür. İşçiler ürettikleri mallarını belli bir müddet sonra konsinye mağazalarından alabilirler. Böylece parasız sirkülasyon başlamış olur. Mağazaların mağazalara konan mallarına karşılık satılmadan da vadeli senet verebilir. Bu senet işçilere ücret olarak da gitmiş olabilir. Böylece nakit yerine “faizsiz senet parası”na geçilmiş olur. Bunun için her türlü ödemelerin Türk lirası üzerinden yapılması ve borçlanmaların ise altın değeri üzerinden yapılması yeterli olur.

Bunun en önemli yararı, enflasyonla halkı soyanlar artık soyamayacaklardır. Konsinye mağazaları iyi yönetildiği takdirde enflasyondan doğacak ekonomik krizler ortadan kalkabilir.

 

“MALA-MAL MAĞAZALARI”NA GEÇİŞ

Konsinye Mağazaları”ndan daha ileri bir adım atılabilir. Bu da “Mala-Mal Mağazaları”dır. Konsinye Mağazalarının tüccar ortaklarına “altın gram değeri” ile “kredi” verilir. Bu kadar malı satıcılardan alabilirsiniz denir. Onlara mağazalardan mal almak şartı ile “belge” verilir. Bu suretle alınan mallara %20 konarak satılır. Satıldığı zaman tüccarın kredisi ödenmiş olur. Yani kredi alınır. Tüccar satıştan pay alacağından çabuk satılacak malları en ucuza almak ister. Satıcı ise en pahalı satmak ister. Tüccar ortaklar arasında rekabet olduğu için denge kurulmuş olur. Burada standart mal şartı yoktur. Standart mallar da devreye girer. “Mala-Mal Marketleri” köylerle İstanbul arasında bir mübadele merkezi olacaktır. Köylere mamul mallar gönderilecek, köylerden de tarım ürünleri gelecektir.

Daha ileri durumlarda ülkelerarası takas müessesesi geliştirilmiş olacaktır. Yeni dünya böylece yeni para geliştirecektir. Bunu şöyle anlatıyoruz:

a)    Mağazalara giren mallara işletme senetleri verilecektir. O mağazalardan alışveriş yapabilmek için o mağazanın senedini edinmek gerekecektir. Adeta mağaza parasıdır. Mağazalar zincirinde aynı şeye sahip olunur. Şube mağazaların senetleri merkez mağaza zincirleri ile değiştirilebilir.

b)    Standart mal için senet çıkarılır. O malı ambara teslim eden onu istediği yerde satar ve son olarak o senedi alan da ambardan malı almış olur.

c)    Sipariş edilen mal karşılığı vadeli mal senedi alınır, günü gelince ambardan mal alınır. Taşınmazların hisse senetleri çıkarılır. Yapılar karşılığı senetler çıkarılmış olur.

d)    Böylece para yerine piyasaya mal veya işletme senetleri çıkar, hisse senetleri çıkar. Bunlar bir tür paradır. Ancak bu yeterli değildir. Bu senetlerin alınıp satıldığı paraya ihtiyaç vardır. Bunlar için dört çeşit para çıkarılır. Para ile senet arasındaki farkta senet bir defa kullanılır ve sonunda iptal edilmiş olur. Para ise devamlı olarak dönüp durur.

Dört çeşit parayı şöyle ortaya koyuyoruz:

a)    Toprak Parası” taşınmazların hisse senetlerini alıp satar. Ülke içinde geçen bir paradır. Çünkü taşınmazlara yabancılar sahip olamaz. Bu paranın değeri ülke içinde kriz varsa değeri düşer, refah olduğu zaman da yükselir. Resmi ücretler bu paralarla belirlenir. İnşaat malzemelerinin resmi fiyatları da bununla belirlenir.

b)    Demir Parası” ile inşaat malzemesi alınır. İnşaatçılar bunu resmi fiyatla “toprak senedi” ile alırlar. Tüccarlar ise bunu “demir senedi” ile alırlar. Bunların satın alınması serbest fiyatla olur. İçteki satışlar resmi fiyatla olur. Yurt dışında kriz, yurt içinde de refah varsa, fiyatları değişmez. Her iki tarafta refah varsa değerleri yükselir. İç ve dışta kriz varsa fiyatlar düşer.

c)    Buğday Parası” ile tüketim mallarının senetleri alınıp satılır. Bununla sipariş verilir. Yurt içinde kriz ve yurt dışında refah varsa değişmezler. Buna karşılık yurt içinde ve dışta kriz varsa pahalı olur.

d)    Altın Para” ile ise Buğday Parası, Toprak Parası, Demir Parası ve dövizler alınıp satılır. Bu altın karşılığı çıkarılır. Beş misli olarak çıkarılır. Uluslararası geçerli olur. Ülkede kriz varsa, dışarıda refah varsa, altının değeri yükselir. Aksi durumda ise düşer.

Bununla ilgili cetvel ortaya koyalım.

 

 

TOPRAK           

PARASI

BUĞDAY

PARASI

DEMİR

PARASI

ALTIN

PARASI

İÇTEREFAH

DIŞTA REFAH

 

 

 

 

İÇTE REFAH

DIŞTA KRİZ

 

 

 

 

 

İÇTE KRİZ DIŞTA REFAH

 

 

 

 

 

İÇTE KRİZ

DIŞTAKRİZ

 

 

 

 

 

 

Dışarıdaki Altın Para = Hazinedeki [Altın* Kuru+Toprak Parası*Kuru+Buğday Parası*Kuru+Demir Parası *Kuru+{(Kur*Döviz) Altın Kuru=1 olacak şekilde diğer paraların kurları artırılır. Beşte bir rezerv yeterlidir. Bugünkü Merkez Bankası reeskontlarla bu dengeyi sağlamaya çalışıyorlar. Başaramıyorlar.

Bu suretle oluşan ülke paraları altınla değiştirilebilir olması nedeniyle enflasyon diye bir şey kalmaz. Dolar sömürüsü de son bulur. Bugünkü dengesizlik böylece ortadan kalkacaktır. Halk önce “Konsinye Mağazaları”nı kuracak, sonra “Mala-Mal Mağazaları” kurulacak. Mala-Mal Mağazaları altını da ödeyebilecek hâle gelecek.

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                                          (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 190. SEMİNER                                                                 İstanbul, 28 Aralık 2002

YORUM - 21

Prof. Dr. MEHMET AYDIN’IN KONUŞMASI

Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan sorumlu Devlet Bakanı ve İzmir Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Aydın Haber Türk’te 22/12/2002 tarihinde bir sohbet yapmıştır. İzmir Akevler’de arkadaşlarla birlikte dinledik. Takdir ettik. Bugünkü yorumu bu konuşmaya ayıracağım.

Kur’an’da ilim adamları için mertebeler konmuştur. Altı mertebeden bahsedilmektedir.

Ümmi, ne yapacağını bilmeyen kimsedir. Soru da soramaz.

Sâil, ne yapacağını biliyor ama nasıl yapacağını bilmiyor. Sorup öğrenebilir.

Ârif, nasıl yapacağını da bilendir. Ancak yaptıklarının ne sonuçlar doğuracağını bilmez.

Zâkir, sonuçlarıyla ne yapacağını bilir. Yapılanları hükümleri ile bilir. Kırmızı yanarken geçersem 20 milyon TL ceza öderim. Bunu biliyor.

Fakih, yapılacakları delilleri ile bilendir. Fıkıh tabirleri ile hükümleri illetleri ile bilmektir.

Rusuh, delilleri tevilleri ile bilmektir. İlletleri hikmetleri ile tesbit etmektir.

Sahabeler içinde çok hadis rivayet edenler vardır. Ama fıkıh ve rusuh mertebesine ulaşmadıkları için onların hadisleri daha ihtiyatlı değerlendirilmektedir. Bu mertebelere ulaşmak için çalışmak yeterli midir; yoksa yaratılışta da bu melekeye gerek var mıdır? Bu soru tartışmalıdır. Bence sadece çalışma yeterli değildir. Çalışmada tutulan usûl da önemlidir.

Rusuh mertebesinde olanların takip edeceği dört ana kriter vardır.

a)     Rusuh mertebesinde olan kimse önce delilleri toplar, herkesi dinler. Bu dönemde kendisini dünyanın en az bilen insanı kabul eder. Herkesten öğrenmeye çalışır.

b)    Râsih bir konuda yeter delilleri topladıktan sonra, kendisini sınıftan geçirir. Sonra konuyu diğerleri kadar bildiğini kabul eder. Onlarla tartışmaya başlar. Delilleri değerlendirir.

c)     Yeter derecede tartışmadan sonra kendisini o konuda en iyi bilen insan olarak görür, kendi kendine düşünmeye başlar ve sonuca varır. Artık bu konuda kendisi için en üstün bilgiye sahip olur.

d)    Görüşlerin diğer râsihler tarafından da paylaşıldığını görünce onlarla birleşir, onun savunmasını yapar. Kendisine yapılan bütün baskılara rağmen görüşlerini savunmaya devam eder. Yapılan zulümler, hapishaneler, ateşler vs. onu bildiğinden vazgeçiremez. İşte insanların sınıfta kalmaları yani râsih olamamaları bu noktada başlar. Âlimi din adamından, siyaset adamından, iş adamından ayıran da burasıdır.

Din adamı tartışmalara girmez, salih amelleri ile çevreye örnek olur, onlara verdiği hizmetlerle sevgilerini kazanır. Çevresinde cemaati toplar.

İş adamı yaptığı işlerle para kazanır ve insanlarla iş ilişkileri kurarak sağlayacağı yararla kişileri kendilerine bağlar. Sevmeseler de çıkarları olduğu için iyi geçinirler. 

Siyaset adamı ise söyleyeceği söz ve yapacağı iş için bekler ve sonuç alacak şekilde davranır.

İlim adamı ise gerçekleri söyler ve sonuçları düşünmez.

Tarihte evrimleri ilim adamları yapmışlardır. İlim adamları gerçekleri ortaya koyar. Mücadeleyi onlar verir. Onlar ezilir, asılır. Sıkıntılar içinde hayatlarını bitirir. Toplulukta harcanırlar. Sonra onların görüşlerinden yararlanıp -daha çok ölümlerinden sonra- siyaset adamları ve din adamları benimserler. Sonunda iş adamları icra ederler. Râsih olmak bu sebepledir ki kolay değildir.

Mehmet Aydın bu konuşmasında ilmi, dini ve siyaseti dengede tutarak konuştu. Ülkemizin bugün muhtaç olduğu kimseler ilim adamlarıdır. Mehmet Aydın râsih olacak bilgiye ve metoda sahip olduğunu bu konuşması ile ortaya koydu. Ben onun siyaset ve din adamı değil, ilim adamı olmasını isterdim. Ama şimdi siyaset adamı olmuştur. İlme hizmet edebilir.

İlim Mezopotamya’da doğmuştur. Yunanistan’da gelişmiştir. Son şeklini İslâmiyet’te almıştır. Mezopotamya ve Yunanistan’da ilmin doğuşunda siyasilerin ne derece etkileri olduğu bilinmemektedir. Ancak İslâmiyet’te ilmi Abbasiler devlet adamı olarak desteklediler. “Fıkıh”tan sonra hamle yaptılar. Avrupa’da ilmi sermaye destekledi.

Bugün Türkiye’de ve İslâm âleminde ilmi destekleyen ne siyaset ne de iş adamları vardır. Bu durum Türkiye’nin önünü kapatmaktadır. Mehmet Aydın artık ilim yapamaz; ama ilmi destekleyebilir, Türkiye’de âlimlerin yetişmesine imkân verebilir.

Herkes tarafından beğenilen konuşmasını siyaset ve din bakımından ben de beğendim. İlmî mantık da hakimdi. Ancak söylediklerinde büyük ilmî hata vardı. Bu yorumumda o eksiklikleri tamamlamaya çalışacağım. Onun söylemediği veya söyleyemediği şeyleri ben söyleyeceğim. 

Önce Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran Mustafa Kemal’i tanımamız gerekmektedir. Mustafa Kemal İslâmiyet’i ve Batı’yı iyi bir şekilde kavramış, siyasi olarak bunları sentez etmiştir. İnkılâpları yapmıştır. Kendisi askerdir. Devlet askerî metotlarla kurulup korunacağından, siyasî inkılâplar demokratik yollardan yapılamayacağı için antidemokratik yoldan gerçekleşti. Bu böyle olmuştur. Bunun iyi veya kötü yapıldığını tartışmak manâsızdır. Çünkü geri getirilemez. Şimdi Mustafa Kemal’in bize bıraktığı mirası nasıl değerlendireceğimizi tartışmalıyız.

Mustafa Kemal inkılâpları tekli sistem içinde yapmıştır. Ama bunun geçici olduğunu, asıl olanın “çoklu sistem” olacağını gösteren deliller vardır. Onun hedefinde o olmasa bile biz onu öyle anlamak zorundayız.

Onun da çoklu sistemi hedeflediğini gösteren çok açık delilleri vardır.

a)     Mustafa Kemal tarikatları kapatmıştır, ama tarikatı yasaklamamıştır. Hamdullah Suphi Tanrıöver’e verdiği cevabında; “Tarikatların yararlarını biliyorum. Şimdi kapatılacaklardır. On sene sonra açabiliriz.” demiştir.

b)    Mustafa Kemal tek parti sistemini hiçbir zaman yasallaştırmamıştır. Hattâ çok partili sistemi iki defa denemiş ve başaramamıştır. Kendisinden sonra gelen asker arkadaşları (İnönü, Mareşal, Karabekir) çok partili sistemi Anayasayı değiştirmeden getirmişlerdir. Meclis’i hiçbir zaman kapatmamıştır.

c)     Medreseleri kapatmıştır. Ama camileri kapatmamış ve dini eğitimi de devletin bir görevi olarak kanunlaştırmıştır. Kenan Evren buna dayanarak dinî öğrenim ve eğitimi Anayasaya sokmuştur.

d)    Anayasa Mahkemesi ve YÖK başkanı, Yargıtay Başkanlığı görevlerini ihdas ederek Şeyhülislâmlığı kaldırmıştır. Meclis’i hakim kılmıştır. Bu görevleri hep Meclis’e vermiştir. Onun yerine Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurmuştur. Dikkat edilecek olursa; Diyanet Genel Müdürlüğü değil, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurmuştur.

Mustafa Kemal “Vahdet-i Kuvva” ilkesini benimsemiştir. Tek meclis, tek tedris, dinî mezhep ve tek devlet işletmelerini kurmuştur. Muasır medeniyetin icaplarını yerine getirmek, bir an önce Osmanlılar tarafından başlanan inkılâpları tamamlamak için savaşın ilkesi olan Vahdet-i Kuvva ilkesini 1930’lara kadar sürdürmüştür. 1933’te yaptığı konuşmada; “Size çok şeyler vaadettim. (Muasır medeniyetin icaplarını yerine getireceğiz dedik.) Hepsini yaptım. (Sizi muasır medeniyet seviyesine çıkardım.) İşimiz bitmemiştir. (Gayemiz bu değildir.) Daha yapacaklarımız var. (Eksiklerimiz var.) Muasır medeniyetin fevkine çıkacağız. (Asıl hedef budur.) Elimizde tuttuğumuz meş’ale müsbet ilimdir. (Artık müsbet ilim ne söylüyorsa onu yapacağız. Bu da “çoklu sistem”dir).”

1940’larda başlamış olan demokratikleşme hareketlerinin neresindeyiz? Burada yaptığımız hata nedir? Bu sorunu da ortaya koymamız gerekir.

Mustafa Kemal demokratikleşme ve lâikleşme hareketinin hedefini gösterirken Batı’yı örnek göstermemiş; muasır medeniyeti; müsbet ilmi göstermiştir. Biz ise Batı’nın peşinde koşmaya devam ettik. Tabii ki ilerleyemedik ve Batı’ya yetişemedik. Oysa biz İslâmiyet ile Batı’yı müsbet ilmin hakemliğinde sentez edip ilerlemeliydik. İşte sıkıntı buradadır. İlâhiyat fakülteleri de bu sentezi yapamamıştır. Yapmazdı, çünkü usulde hata vardır.

Bir devlet Vahdet-i Kuvva ilkesi içinde kurulur ve korunur, ama hiçbir zaman Vahdet-i Kuvva ilkesi içinde gelişemez. Devleti tehlikeye sokmadan çoklu sistem getirilemezse, müsbet ilmi elde etmek ne lâik ne de dinî okullarda mümkün olmaz. Asıl değiştireceğimiz husus budur. İşte Mehmet Aydın’ın yaptığı fahiş hata budur. 

“Çoklu sistem” yalnız siyasi partilerde olmaz. İkili sistem de çoklu sistem değildir. Çoklu sistemde en az 5, en çok 20 grup olmalıdır. “Çoklu sistem” de “merkezi sistem” olmamalıdır; “yerinden yönetim” olmalıdır. Bugün Türkiye’de merkezde siyasi partilere çoklu sistem tanınmış ama henüz siyasi teşkilâtlanmada yerinden yönetim getirilememiştir. Parti başkanlarının diktatörlüğü buradan ileri gelmektedir.

Ekonomide de resmen çoklu sisteme geçememiştir. Hâlâ tek odalar, tek barolar sistemi sürüp gitmektedir. Hâlâ Batı’nın tekel sermayesi ekonomiye hâkimdir. Hâlâ gereksiz sahalarda devletçi tekel hükümrandır. Bununla beraber halk çoklu sisteme zorlamaktadır. TÜSİAD, MÜSİAD gibi dernekler ve Anadolu Holdingleri bu çoklu sisteme fiilen gidişi ifade eder.

İlimde de resmen çoklu sistem getirilememiştir. Hâlâ Tevhid-i Tedrisat Kanunu geçerlidir. Oysa imtihan ve diplomalarda devlet tekeli olacaktır. Tedrisat ve terbiye ise tamamen serbest olacaktır. Çoklu üniversiteler ve liseler kurulacaktır. Halk bunu dershaneler, kurslar ve yurtlar yoluyla delmeye çalışmaktadır.

Dinde de çoklu sistem getirilememiştir. Hâlâ “Diyanet İşleri Başkanlığı” diyanet başkanlığı olarak görev görmektedir. Hâlâ tarikatlar resmen yasaktır. Halk ise bunu kurduğu dernek, vakıf ve şirketlerle delmiş ve tarikatları siyasi partiler kadar etkin hâle getirmiştir. Hatta partilere hükmeder olmuştur.

Bizans İmparatorluğu dini devlete bağlamıştı ama dine dayalı devletti. Osmanlılar da dini devlete bağlamış ama dine dayalı bir devletti. Mustafa Kemal geçici olarak dini devlete bağlayarak dinî olmayan devlet kurmaya çalışmıştır. “Diyanet İşleri Başkanlığı” değil de “Diyanet İşleri Genel Müdürlüğü”nü kurarak gelecekte dinî olmayan bir devlette çoklu tarikatların faaliyette bulunduğu bir devleti hedeflemelidir.

Devletin bir mezhebi benimsemesi, onu himayesine alması, bütçede ona yer vermesi ve ayrıca lâik olma sıfatı ile ona hükmetmesi yanlıştır. Devlet bütün mezhepleri himayesi altına almalıdır. Onlara hükmetme yerine onları parçalayıp çoğaltma. Zaten öyledirler. Onlar arasında denge kurması gerekir. Çok partiler nasıl ülkeyi bölmüyorsa çok mezhep de ülkeyi bölmez. Çok medrese de ülkeyi bölmez. Bunun için ne yapılmalıdır?

Başka bir hata da İslâmiyet’i sadece “din” kabul etmedir. İslâmiyet bir “düzen”dir; dinî, ilmî, siyasî ve iktisadî bir düzendir; demokratik, lâik, sosyal ve liberal bir hukuk düzenidir. Diyanet İşleri Başkanlığı eğer İslâmiyet ile ilgileniyorsa bütün bunlarla ilgilenecek ve muasır medeniyetin fevkine çıkaracak sentezi ortaya koyacaktır. Yok; Diyanet İşleri Başkanlığı eğer sadece din ile ilgilenecekse, o zaman da diğer bütün din ve mezheplere eşit uzaklıkta olmalıdır. Hayır; Diyanet İşleri Başkanlığı sadece Hanefi Mezhebi ile ilgilenecek ve sadece din yönüyle ilgilenecekse bunun bir yararı yoktur. Camileri işgal eder, halk dinî vecibelerini yeraltı faaliyetleriyle yerine getirmeye çalışır. Bu ülke için çok tehlikelidir. Çünkü yeraltı faaliyeti kiminle işbirliği yapacağını kendileri de bilmezler. Eğer Türkiye’de dinî irtica varsa kimsenin şüphesi olmasın ki yasakçı ve baskıcı siyasetin sonucudur. Tekli sistemdir.

 

Prof. Dr. MEHMET AYDIN NE YAPMALIDIR?

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın iki görevi olacaktır.

Biri; bütün din ve mezheplere eşit uzaklıkta cemaatlerin çoklu sistem içinde organize olmalarını sağlamaktır. Bunun için bir kanun hazırlamalı ve fiilen etkin bir şekilde varolan tarikatlar bu organizede legal olarak yer almalıdırlar. Dinsizlerin, lâiklerin, masonların, diğer dinlerin de bu teşkilâtlanmada eşitlik içinde yer almaları gerekir. Alevi sorunları da bunun içinde çözülmelidir. Mabetleri yöneten vakıflar kurulmalıdır. Her mabedin özel vakfı olmalıdır. O vakfı o mabede devam eden cemaat yönetmelidir. Mabetlere asla müdahale edilmemelidir. Her mabet kendi ibadet şeklini kendisi tesbit etmelidir. Tam lâiklik getirilmelidir. Devlet bütçesinden diyanete ayrılan miktarlar cemaat sayılarına göre mabetlere bölüşülmelidir. Müftüler müftü değil, diyanet işlerini tedvirden sorumlu görevliler olmalıdır. Vaizleri ise mabetler istihdam etmelidirler. Devletin sadece mabette görev alanların lâik okullardan diplomalı olma şartını getirmesi gerekir. Mesela, vaiz olmak için herhangi bir dalda yüksek tahsil yapmış olma şartı getirilmelidir.

Diyanet İşlerinin ikinci görevi de; İslâmiyet’i ilmî, dinî, meslekî ve siyasî yönleri ile ele alıp bugünkü Batı Uygarlığı’nda ulaşılan müsbet ilimlerle çağın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde yorumlanmasını sağlamasıdır. Yani, III. bin yılın uygarlığını ortaya koymalıdır. Bu sadece ilmî çalışmadır. Bunlardan yararlanan din adamları, ilim adamları, siyaset adamları ve iş adamları yeni uygarlığı ortaya koyar, insanlığı muasır medeniyetin fevkine çıkarır.

İşte bu amaçla Mehmet Aydın’a bir öneride bulunuyorum.

 

İSLÂM DİNİNİ ARAŞTIRMA VAKFI

MABETLERDE YARDIM TOPLAMA

Madde 1- Her mabedin önünde kapalı kasalar konur. Kasaların üzerine kapalı kasa kime aitse kişi veya kurum olarak onun adı yazılır. Başta mabet kasası konur. Mabede gelenler bu kasalardan istediklerine nakit yardımda bulunurlar. Kasaların başında kasa sahiplerini temsil edenler de durabilir veya oturabilirler. İmam, hatip ve vaizler kimlere yardım edilmesini istiyorlarsa konuşmalarında anlatabilirler.

Kasalar ikindi namazından sonra cemaatin önünde açılır ve mabet defterine elde edilen meblağlar kasaları belirtilerek kayda geçirilir. Mabet kasasında toplananların yarısı kasa sahiplerine, dörtte biri mabede, dörtte biri de bu kanunla kurulacak “İslâm Dinini Araştırma Vakfı”na (İDAV) ait olacaktır. Mabet kasasının yarısı mabede, yarısı da vakfa ait olacaktır. Vakfın payı mabet sorumlusu tarafından vakıf hesabına bankada yatırılır.

Kurban, fitre, zekât gibi nakitler de aynı yolla bölüşülür. Maddî bağışlar için mabetlerde yerler bulundurulur. Mabet satarak değerlendirir; yarısı belirtilen kuruma, dörtte biri mabede, dörtte biri vakfa ait olacaktır. Bunların dışında mabette dinlenme veya toplanma yapılmaz. Mabet içinde duyurma yapılamaz.

İDAV KURULUŞU

Madde 2- Bu kanunun neşri ile İslâm Dinini Araştırma Vakfı (İDAV) kurulmuştur. Yönetim kurulunun oluşması ile vakıflarca tescil edilerek Resmi Gazetede yayınlanır. Hiçbir harca ve ücrete tâbi değildir. Bütün devlet bankalarında bir hesap numarası verilir. Adına yatırılan tüm meblağlar Ankara’da merkez hesabında toplanır.

Bu meblağların tasarrufu bu kanun hükümlerine göre oluşan İDAV tarafından kullanılır. Her türlü ödemeler vergiden muaftır. Araştırmalar sonunda pay alanlar da vergiden muaftır.

İDAV’IN YÖNETİMİ

Madde 3- İDAV vakfı son genel seçime girmiş olan partilerin ayrı veya birleştirerek her %5 için atanmış birer ilim adamlarınca yönetilir. Görevleri sonraki genel seçime kadar devam eder. İDAV Başkanı bakanlıkça atanır ve görevden alınabilir. Yöneticiler vakfın gelirlerini eşitlik içinde harcarlar.

DERGİ

Madde 4- İDAV tarafından bir dergi çıkarılır. Dergide her İDAV yöneticisine bir yer ayrılır. Yerler eşitlik içinde bölüşülür. Bu dergi yerinin sorumlusu bu yöneticidir. Yazıları kendisi yazabildiği gibi; istediği kimselere de yazdırabilir. Yazı işleri sorumluluğu yöneticiye aittir. Yazar sorumluluğu yazana aittir.

Dergi mabetlerce satılır. Her mabet dergiyi satmak zorundadır. Mabette başka dergiler satılamaz. Satış bedelinin yarısı mabede aittir. Dörtte biri İDAV’ındır ve basım masrafları. Diğer dörtte biri yöneticiler arsında bölüşülür. Derginin içinde reklâmlar konamaz. Ancak vakfa katkıda bulunan iş adamlarının ayrı ayrı veya birlikte düzenledikleri yapraklar derginin içine konabilir. Bunun için vakıf yöneticilerinden birinin izin vermesi gerekir.

KİTAPLAR

Madde 5- Herhangi bir ilmî araştırma yapıp Kur’an’ın dili veya muhtevası ile ilişki kuran kimse yazdığı kitabı vakıf yöneticilerinden birine tevdi eder. Vakıf yöneticileri uygun görürlerse bunu eleştirmek üzere en az 5 ve en çok 20 kişiyi seçerler. Bunlardan her biri eleştiri yazılarını yazarlar. Bu yazıların toplamı kitabın beşte birinden fazla olamaz. Yönetici bu eleştirileri alır;

a)     Vakıfça bastırılmasına,

b)    Başkası tarafından bastırılmak şartı ile vakıfça satılmasına,

c)     Dergide adının yazılmasına ve internette yayılmasına karar verirler.

d)    Yazara iade edilmesine karar verebilir. Yazar başka yöneticiye yeniden başvurabilir.

Bu yolla satılan kitapların dörtte biri satıcılara, dörtte biri dağıtıcılara, dörtte biri basımı yapanlara, dörtte biri de yazarlara ait olacaktır. Yazarlara ait olanların beşte biri eleştiri yapanlara bölüştürülür.

TELEVİZYON

Madde 6- İDAV’a bir televizyon kanalı tahsis edilir. Yöneticiler saatlerini eşitlik içinde bölüşürler ve istedikleri yayını yaparlar. Dergide kendi yazıları ile yayınlattıkları kitapları tanıtırlar. Yazarları tartıştırırlar. Dergiye reklamları konan firmaları tanıtırlar veya alt yazıları ile reklam yaparlar. Televizyona bunun dışında reklam kabul edemezler.

ÖN PROJE YARIŞMASI

Madde 7- Vakıfça kabul edilip yayınlanmış projenin uygulanmasının yapılması için vakıf ön proje yarışmasını açar. Bunu yönetici tek başına açabileceği gibi; yöneticiler birleşerek birlikte açabilirler. Yazarın bir sahifelik konuyu belirleyen özetini ilân yaparlar. Bu yarışmaya katılanlara toplam olarak verilecek ödül de baştan ilân edilir. Yarışmaya herkes katılabilir.

Yarışmacılar bir ön proje hazırlarlar. Burada projede neler yapılacağı, projede nelerin tesbit edileceği belirtilir. Bunun için ödenmesi gereken proje bedelinin keşfi yapılır. Her yarışmacı projeyi vakfa verir. Vakıf bunları çoğaltarak araştırmacılara dağıtır. Araştırmacılar tetkik ederek kendi projeleri dışında kalan projeleri sıralarlar. Bir projenin aldığı sıranın tersleri toplanarak derecesi bulunur. Projeler derecelenerek sıraları bulunur. Ayrıca sıralayanın sıraları ile ortak sıralar arasındaki farklar bulunup kareleri toplamının kökleri alınarak takdir derecesi bulunur. Telif derecesinde birinci olanla takdir derecesinde birinci olanlar kendilerine bir başkan seçerek ortak bir ön proje hazırlarlar. Diğer projelerden yararlanırlar.

Projeye konan ödül son birleştirici ile üçüne eşit olarak bölünür. Diğer yarısı ise yarışmaya iştirak edenlere aldıkları dereceleri nisbetinde paylaştırılır. İştirak eden herkes az çok ödül almış olur.

PROJENİN İHALESİ 

Madde 8- Vakfın herhangi bir yöneticisi yapılmış bulunan herhangi bir projeyi ihale edebilir. İhale ön projede gösterilirken miktarla verilir. Projeye herkes iştirak ederek yöneticileri sıralama usûlü ile sıralarlar.Birinci gelen ihaleyi almış olur.

Böylece uygulama projeleri hazırlanmış olur. Uygulama halkın iştiraki ile kurulacak pay senetleri ile yapılacaktır. İşletmeler halk ortaklıkları şeklinde olacaktır. Bir vakfa buradan pay verilebilir. Gelirsiz vakıf kurulamaz. Bu şekilde kurulacak üretim şirketlerinde İDAV’a da pay verilebilir. Hisse senedi alabilir.

VAKFIN DENETİMİ 

Madde 9- Vakfın bütün faaliyetleri resmî kayıtlara geçirilir ve her türlü harcamalar belgesiz de olsa kayda geçirilir. Vakfın resmî defterlerinde kayda geçmeyen hiçbir faaliyet vakfın faaliyeti sayılmaz, vakfı değil yapanları ilzam eder. Mabetlerde toplananlar da bu kayıtlar içinde yer alır.

Vakfın yazılı kayıtları diskete geçirilerek yöneticilere ve yöneticileri atayan parti başkanlarına verilir. Parti başkanları bu kayıtlara bakarak yapılanlarda bir yanlışlık bulurlarsa, kendilerine verilen disketle kayıtta yazılı kayıtlar arasında fark olduğunda veya yazılanlarla yapılanlar arasında fark olduğunda şüphelenirse hakemlere giderek denetimde bulunurlar.

Hakemlerden birini parti başkanı veya yönetici seçer, diğerini davalı seçer. İki hakem bir baş hakemi seçerler. Baş hakem hakemlerin hakemidir. Hukuki sorumluluklar hakem kararları ile belirlenir. Yargıtaydan sonra kararlar kesindir. Cezai sorumluluklar için hakemlerin kararından sonra savcıya bildirilir. Hakemler kararı olmadan vakıfta yaptıklarından dolayı kimse cezai sorumluğa tâbi tutulamaz.

KANUNUN UYGULAMA ALANI

Madde 10- Bu kanunun uygulaması Diyanet İşleri ile ilgili bakanlıkça yapılır. Kur’an’ı ilâhi kitap kabul eden bütün mezhep mabetleri bu kanunun kapsamındadır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın izni ile bu kanun kapsamından çıkarılır. Kur’an’ı ilâhi kitap kabul etmeyen bütün mabetler bu kanun kapsamı dışındadırlar. Ancak onlardan isteyenler vakfa başvurarak katılma hakları vardır.

Çıkarılacak bu kanunla çoklu sistem içinde ilmî faaliyetlere başlanmış olacaktır. İslâm Uygarlığı’nda ilimler Yahudi ve Hıristiyan alimlerin de katılması ile gelişmiştir. Bunu başlatmamız gerekmektedir. Türkiye’de dine dayanmayan vakıflar gelişememektedir. Yapılan baskılar halkı yeraltı faaliyetine itmekte, ayrıca bölünmelere sebep olmaktadır. Böylece bu sorun da çözülmüş olacaktır.

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                                          (0532) 246 68 92

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 190. SEMİNER                                                                      İstanbul, 28 Aralık 2002

100 S O R U N – 100 Ç Ö Z Ü M;   4.  Ç  Ö  Z  Ü  M

 

P  A  R  A

Canlılar ayrı ayrı üretirler ve ayrı ayrı tüketirler. Yaşamaları da ayrı ayrıdır. Sürüler halinde hareket ettikleri olmaktadır ama bu birlikte korunmaları içindir. Karıncalar ve arılar gibi bazı hayvanlar da birlikte üretim yapar ve birlikte tüketirler. Bunların başkanları vardır. Görevleri tam olarak tesbit edilmiş değildir. Ancak tüketimleri bir bölüşme esasına dayanmamaktadır. Horoz yemi tavuklar arasında bölüşmektedir. Mübadele söz konusu değildir. Aile içinde bölüşme hâlâ aynı şekilde yapılmaktadır.

İnsanların hayvanlardan farkı, insanlar ortak olarak üretirler, sonra bölüşerek ayrı ayrı tüketirler. Ortak üretim yaptıkları zaman kendilerine “katılma payı belgesi” verilir. Sonra bu belge ile ortak üründen paylarını alırlar. Buna “bölüşme” veya “değişme” denmektedir. Burada önemli iki unsur ortaya çıkmaktadır. Üretimde emeğin katılma payı, tüketimde de malın pay değerinin tesbiti önemlidir. Birincisine “ücret”, ikincisine “fiyat” denmektedir. Daha toplayıcılık zamanında ağaca çıkamayanlar ağaca çıkanlara ceviz silktirmişler, sonunda onlara ceviz vererek ücretlerini ödemişlerdir. Bir yevmiye beş kilo ceviz olmuşsa; ücret beş kilo ceviz, fiyat ise beşte bir yevmiye olmuştur.

Bu açıklamamızla hemen şunu anlarız ki, ücret ile fiyat birbirinin tersidir. Gerek fiyatların gerekse ücretlerin ölçülmesinde bir mal esas alınmıştır. Diğer malların fiyatları ve ücretleri hep o mal ile ölçülmüştür. İşte bütün mal ve emeklerin onunla ölçüldüğü şeye “para” denmektedir. Bu ölçü birimi uzun zaman mallardan biri olmuştur. Bir şeyin para olabilmesi için bazı şartları taşıması gerekir. Herkesin bildiği standart mal olmalıdır. Parçalanıp ölçülebilmelidir. Saklanabilmelidir. Kolay taşınabilmelidir. Böylece anlaşılıyor ki, paranın dört ana vasfı olmalıdır. Az olan mallar kıymetli olur ve kolay taşınır.

Para, fiyat ve ücretlerin tesbitini gösteren bir ölçü aracıdır. Dolayısıyla değiştirme aracıdır. Artırıp depolama yapma aracıdır. Borçlanma aracıdır. Böylece kredileşme imkanını sağlamaktadır. Bu sebepledir ki insan ilk yaratıldığından beri parayı kullanmaktadır. Her çağda bir para kullanmaktadır.

Toplayıcılık dönemi parası ceviz ve fındık gibi “kuru yemiş”lerdir. Avcılık döneminin parası “deri” olmuştur. Çobanlık döneminin parası “yün” ve “koyun” olmuştur. Tarım döneminde tahıl” para olmuştur. Bu paraların özelliği aynı zamanda temel ihtiyaç maddeleri olmasıdır. Pazar mübadelesi dönemindebakır” ve “gümüş” para olmaya başlamıştır. Tüccar mübadelesi döneminde altın” para olmuştur. Tevrat’tan sonra bu para “sikke” haline gelmiştir. Böylece paranın dışında bir amaçla kullanılmaz olmuştur. İşçilik dönemindekâğıt para” ortaya çıkmıştır. Bu paranın gelişmesi ile yeni döneme girilmiştir.

Başlangıçta altın karşılığı verilen ve hamiline yazılmış belgeler “kâğıt para” olarak kullanılmıştır. Sonra kâğıt paranın karşılığı altın olmaksızın da sadece belge olarak para olmaya başlamıştır. Böylece “karşılıksız para” çıkmıştır. Bu uygulama da enflasyonu arkasından getirmiştir. Bu paranın karşılığı nedir? Bu para dolaşan paraya faiz ödenmesi için bankaların her yıl ilave olarak bastığı fazla paradan ibarettir. O halde bugünkü para “faiz parası”dır. Cebimizde taşıdığımız para bir “faiz belgesi”dir. Topluluktan alacağımız faizi belgeler. Bu parayı kullanacağız ama faizsiz iş yapacağız; bu yalandır. Domuz etinden yemek yapacağız ama domuz eti olmayacak!

Burada vereceğimiz yeni bilgilerimiz vardır.

Her ekonomik çağın yeni parası vardır. İşçilik döneminin parası “faiz parası”dır, banknottur. Kapitalizm ve sosyalizm ayrı ekonomik çağlar değildir. Çünkü hepsi aynı parayı kullanmıştır. Yeni parayı tanımlayamamışlardır. “Adil Düzen”e göre doğacak yeni dünya yeni parayı tanımlayacaktır. Ancak o sayede yeni ekonomik çağ başlatabiliriz.

Faizli düzenin temel kuralı şudur. Dünyada bir merkez bankası bulunur. O uluslararası parayı basar. Uluslararası ticaret onunla yapılır. Devletlerin merkez bankaları “dolar”ı altın kabul ederek ona göre para basarlar. Bütün merkez bankaları “Amerikan Merkez Bankası”nın denetiminde olacaktır. Amerikan Merkez Bankası’nın elinde sonsuz para gücü olacaktır. Dünyayı emeksiz ve savaşsız yönetecektir. Böylece insanlık devletler birliği oluşacak ve tek devlet olarak yönetilecektir. Bu dünya devletinin yöneticileri bugün Amerika’da bir sokakta toplanmış bulunan ve dünya sermayesini elinde tutan 200 ailelik zenginler olacaktır.

Kur’an’ın bildirdiğine göre bu amaç gerçekleşecek midir?

500 yıldır sermaye hep dediğini yaptırmıştır. Artık bu sistem kemale ermiştir. Bundan sonraki hedefine ulaşamayacaktır. Sermayenin bu karşılıksız para ile sağladığı hakimiyet sürmeyecektir. Yalancının mumu yatsıya kadar sürecektir. Bu sonuca yalnız Kur’an’ın bildirdiği bilgi ile varmıyoruz. Bugünkü müsbet ilim de bunu böyle söyler. Gelecekte nasıl bir para oluşacaktır? Biz onu açıklamaya çalışacağız.

 

BİRİNCİ KADEME KONSİNYE MAĞAZALARI

Konsinye Mağazaları” tesis olunacaktır. Her ilçede 10 kadar mağaza olacaktır. Bir ilçe 30 000 ile 100 000 arasında nüfusa sahip olacaktır. Biz hesabımızı ortalama 50 000 üzerinden yapalım. Demek ki 10 000 kişi için bir mağazayı ele alacağız. 2000 aile buradan alışveriş yapacaktır. Her aile için yarım metrekare ayırırsak 1000 metrekarelik bir alana ihtiyacımız vardır. 20 kişi ile burasını yönetsek, %1 personel giderimiz olacaktır. %1 tesis giderimiz olur. %0,5 de genel hizmet giderimiz olur. Sonunda % 2,5 ile halkımıza ulaşabilir. Bu zekât miktarıdır. Vergi de %2,5 olursa, toplam %5 dağıtım payı olur. Biz en çok %20 olarak bu tip mağazalar tesis edebiliriz. Bugün bu faizli sistemde %400’ü bulmaktadır. Bizim sistemimizin tam 50 katı.

Tüccarlar malları getirip bu mağazalara bırakacaklar ve satıldıkça paralarını alacaklardır. İstedikleri zaman da mallarını geri alabileceklerdir. Satılacak malların fiyatlarını onlar koyacak, her zaman düşürüp yükseltebileceklerdir. Bu mağazaların tesisi ile tüccar ortadan kalkmamakta, para da devrede bulunmaktadır. Bu mağazaların yararı, “Mala-Mal Mağazaları”na doğru gidebilmedir.

Konsinye Mağazaları”nda mağazalardaki mallar onları satmaya bırakan tüccarlara aittir. Mal satıldığı zaman o tüccar adına fatura edilmekte veya fiş kesilmektedir. Kâr ve zarar onu bırakan tüccara aittir. Mağazada çalışanlar kendi paylarının vergilerini kendileri öderler. Bir kooperatif içinde sigortalanırlar ve işveren paylarını da kooperatifteki paylarından karşılarlar.

“Konsinye Mağazaları”nın elektrik, su ve benzeri giderleri ayrılan bir fondan karşılanır. Mallarda meydana gelecek zayiat mağazaya aittir ve bu bunun için ayrılacak fondan karşılanacaktır. Bu paylar ihtiyaca göre artıp eksilecektir.

“Konsinye Mağazaları”nın 10’a yakın tüccarları olacaktır. Mağaza malları yalnız onlardan alacaktır. Tüccarlar arasında rekabet korunacaktır. Anlaşma yapacak tüccarların ortaklıklarına son verilecektir. “Mala-Mal Mağazaları”nda halkın iştiraki de sağlanacaktır. Şöyle ki, %5 sermaye payı eklenerek satış yapılacaktır. Günlük satıştan elde edilen %5’lik kâr o günkü hareketli sermayeye bölünecek ve sermayenin günlük kârı bulunacaktır. Bu sayede uzun zaman mağazada satılmayan mallar gittikçe ucuzlayacaktır. Dolayısıyla sonunda satılacaktır. Tüccar ise kendi koyduğu fiyattan bedelini alacaktır.

Bunun yanında peşin para ödeyenler %5’lereni kazanacakları için malları o nisbette tenzilatlı alacaklardır. Halkın peşin ödeyerek satın almaya başlamasıyla “veresiye”nin tersi olacaktır. Ucuzluk ortaya çıkacaktır. Bu peşin ödenen paralar tüccarlara gidecek, tüccarlar da işyerlerine peşin ödeyeceklerdir. İşyerleri de işçilere peşin ödeyecektir. Böyle ay başında peşin ödeme yapmış olanların paraları ay sonunda yine kendilerine gelmiş olacaktır. Peşin ödeme olduğu için de enflasyonun etkisi olmayacaktır.

Fabrikalarda çalışan işçilere vadeli konsinye mağazalarından almak üzere senet verilebilir. Çalışanlar zorunlu tasarruflara götürülür. İşçiler ürettikleri mallarını belli bir müddet sonra konsinye mağazalarından alabilirler. Böylece parasız sirkülasyon başlamış olur. Mağazaların mağazalara konan mallarına karşılık satılmadan da vadeli senet verebilir. Bu senet işçilere ücret olarak da gitmiş olabilir. Böylece nakit yerine “faizsiz senet parası”na geçilmiş olur. Bunun için her türlü ödemelerin Türk lirası üzerinden yapılması ve borçlanmaların ise altın değeri üzerinden yapılması yeterli olur.

Bunun en önemli yararı, enflasyonla halkı soyanlar artık soyamayacaklardır. Konsinye mağazaları iyi yönetildiği takdirde enflasyondan doğacak ekonomik krizler ortadan kalkabilir.

 

“MALA-MAL MAĞAZALARI”NA GEÇİŞ

Konsinye Mağazaları”ndan daha ileri bir adım atılabilir. Bu da “Mala-Mal Mağazaları”dır. Konsinye Mağazalarının tüccar ortaklarına “altın gram değeri” ile “kredi” verilir. Bu kadar malı satıcılardan alabilirsiniz denir. Onlara mağazalardan mal almak şartı ile “belge” verilir. Bu suretle alınan mallara %20 konarak satılır. Satıldığı zaman tüccarın kredisi ödenmiş olur. Yani kredi alınır. Tüccar satıştan pay alacağından çabuk satılacak malları en ucuza almak ister. Satıcı ise en pahalı satmak ister. Tüccar ortaklar arasında rekabet olduğu için denge kurulmuş olur. Burada standart mal şartı yoktur. Standart mallar da devreye girer. “Mala-Mal Marketleri” köylerle İstanbul arasında bir mübadele merkezi olacaktır. Köylere mamul mallar gönderilecek, köylerden de tarım ürünleri gelecektir.

Daha ileri durumlarda ülkelerarası takas müessesesi geliştirilmiş olacaktır. Yeni dünya böylece yeni para geliştirecektir. Bunu şöyle anlatıyoruz:

e)    Mağazalara giren mallara işletme senetleri verilecektir. O mağazalardan alışveriş yapabilmek için o mağazanın senedini edinmek gerekecektir. Adeta mağaza parasıdır. Mağazalar zincirinde aynı şeye sahip olunur. Şube mağazaların senetleri merkez mağaza zincirleri ile değiştirilebilir.

f)     Standart mal için senet çıkarılır. O malı ambara teslim eden onu istediği yerde satar ve son olarak o senedi alan da ambardan malı almış olur.

g)    Sipariş edilen mal karşılığı vadeli mal senedi alınır, günü gelince ambardan mal alınır. Taşınmazların hisse senetleri çıkarılır. Yapılar karşılığı senetler çıkarılmış olur.

h)    Böylece para yerine piyasaya mal veya işletme senetleri çıkar, hisse senetleri çıkar. Bunlar bir tür paradır. Ancak bu yeterli değildir. Bu senetlerin alınıp satıldığı paraya ihtiyaç vardır. Bunlar için dört çeşit para çıkarılır. Para ile senet arasındaki farkta senet bir defa kullanılır ve sonunda iptal edilmiş olur. Para ise devamlı olarak dönüp durur.

Dört çeşit parayı şöyle ortaya koyuyoruz:

e)    Toprak Parası” taşınmazların hisse senetlerini alıp satar. Ülke içinde geçen bir paradır. Çünkü taşınmazlara yabancılar sahip olamaz. Bu paranın değeri ülke içinde kriz varsa değeri düşer, refah olduğu zaman da yükselir. Resmi ücretler bu paralarla belirlenir. İnşaat malzemelerinin resmi fiyatları da bununla belirlenir.

f)     Demir Parası” ile inşaat malzemesi alınır. İnşaatçılar bunu resmi fiyatla “toprak senedi” ile alırlar. Tüccarlar ise bunu “demir senedi” ile alırlar. Bunların satın alınması serbest fiyatla olur. İçteki satışlar resmi fiyatla olur. Yurt dışında kriz, yurt içinde de refah varsa, fiyatları değişmez. Her iki tarafta refah varsa değerleri yükselir. İç ve dışta kriz varsa fiyatlar düşer.

g)    Buğday Parası” ile tüketim mallarının senetleri alınıp satılır. Bununla sipariş verilir. Yurt içinde kriz ve yurt dışında refah varsa değişmezler. Buna karşılık yurt içinde ve dışta kriz varsa pahalı olur.

h)    Altın Para” ile ise Buğday Parası, Toprak Parası, Demir Parası ve dövizler alınıp satılır. Bu altın karşılığı çıkarılır. Beş misli olarak çıkarılır. Uluslararası geçerli olur. Ülkede kriz varsa, dışarıda refah varsa, altının değeri yükselir. Aksi durumda ise düşer.

Bununla ilgili cetvel ortaya koyalım.

 

 

TOPRAK           

PARASI

BUĞDAY

PARASI

DEMİR

PARASI

ALTIN

PARASI

İÇTEREFAH

DIŞTA REFAH

 

 

 

 

İÇTE REFAH

DIŞTA KRİZ

 

 

 

 

 

İÇTE KRİZ DIŞTA REFAH

 

 

 

 

 

İÇTE KRİZ

DIŞTAKRİZ

 

 

 

 

 

 

Dışarıdaki Altın Para = Hazinedeki [Altın* Kuru+Toprak Parası*Kuru+Buğday Parası*Kuru+Demir Parası *Kuru+{(Kur*Döviz) Altın Kuru=1 olacak şekilde diğer paraların kurları artırılır. Beşte bir rezerv yeterlidir. Bugünkü Merkez Bankası reeskontlarla bu dengeyi sağlamaya çalışıyorlar. Başaramıyorlar.

Bu suretle oluşan ülke paraları altınla değiştirilebilir olması nedeniyle enflasyon diye bir şey kalmaz. Dolar sömürüsü de son bulur. Bugünkü dengesizlik böylece ortadan kalkacaktır. Halk önce “Konsinye Mağazaları”nı kuracak, sonra “Mala-Mal Mağazaları” kurulacak. Mala-Mal Mağazaları altını da ödeyebilecek hâle gelecek.

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                                          (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 190. SEMİNER                                                                 İstanbul, 28 Aralık 2002

YORUM - 21

Prof. Dr. MEHMET AYDIN’IN KONUŞMASI

Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan sorumlu Devlet Bakanı ve İzmir Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Aydın Haber Türk’te 22/12/2002 tarihinde bir sohbet yapmıştır. İzmir Akevler’de arkadaşlarla birlikte dinledik. Takdir ettik. Bugünkü yorumu bu konuşmaya ayıracağım.

Kur’an’da ilim adamları için mertebeler konmuştur. Altı mertebeden bahsedilmektedir.

Ümmi, ne yapacağını bilmeyen kimsedir. Soru da soramaz.

Sâil, ne yapacağını biliyor ama nasıl yapacağını bilmiyor. Sorup öğrenebilir.

Ârif, nasıl yapacağını da bilendir. Ancak yaptıklarının ne sonuçlar doğuracağını bilmez.

Zâkir, sonuçlarıyla ne yapacağını bilir. Yapılanları hükümleri ile bilir. Kırmızı yanarken geçersem 20 milyon TL ceza öderim. Bunu biliyor.

Fakih, yapılacakları delilleri ile bilendir. Fıkıh tabirleri ile hükümleri illetleri ile bilmektir.

Rusuh, delilleri tevilleri ile bilmektir. İlletleri hikmetleri ile tesbit etmektir.

Sahabeler içinde çok hadis rivayet edenler vardır. Ama fıkıh ve rusuh mertebesine ulaşmadıkları için onların hadisleri daha ihtiyatlı değerlendirilmektedir. Bu mertebelere ulaşmak için çalışmak yeterli midir; yoksa yaratılışta da bu melekeye gerek var mıdır? Bu soru tartışmalıdır. Bence sadece çalışma yeterli değildir. Çalışmada tutulan usûl da önemlidir.

Rusuh mertebesinde olanların takip edeceği dört ana kriter vardır.

e)     Rusuh mertebesinde olan kimse önce delilleri toplar, herkesi dinler. Bu dönemde kendisini dünyanın en az bilen insanı kabul eder. Herkesten öğrenmeye çalışır.

f)      Râsih bir konuda yeter delilleri topladıktan sonra, kendisini sınıftan geçirir. Sonra konuyu diğerleri kadar bildiğini kabul eder. Onlarla tartışmaya başlar. Delilleri değerlendirir.

g)    Yeter derecede tartışmadan sonra kendisini o konuda en iyi bilen insan olarak görür, kendi kendine düşünmeye başlar ve sonuca varır. Artık bu konuda kendisi için en üstün bilgiye sahip olur.

h)    Görüşlerin diğer râsihler tarafından da paylaşıldığını görünce onlarla birleşir, onun savunmasını yapar. Kendisine yapılan bütün baskılara rağmen görüşlerini savunmaya devam eder. Yapılan zulümler, hapishaneler, ateşler vs. onu bildiğinden vazgeçiremez. İşte insanların sınıfta kalmaları yani râsih olamamaları bu noktada başlar. Âlimi din adamından, siyaset adamından, iş adamından ayıran da burasıdır.

Din adamı tartışmalara girmez, salih amelleri ile çevreye örnek olur, onlara verdiği hizmetlerle sevgilerini kazanır. Çevresinde cemaati toplar.

İş adamı yaptığı işlerle para kazanır ve insanlarla iş ilişkileri kurarak sağlayacağı yararla kişileri kendilerine bağlar. Sevmeseler de çıkarları olduğu için iyi geçinirler. 

Siyaset adamı ise söyleyeceği söz ve yapacağı iş için bekler ve sonuç alacak şekilde davranır.

İlim adamı ise gerçekleri söyler ve sonuçları düşünmez.

Tarihte evrimleri ilim adamları yapmışlardır. İlim adamları gerçekleri ortaya koyar. Mücadeleyi onlar verir. Onlar ezilir, asılır. Sıkıntılar içinde hayatlarını bitirir. Toplulukta harcanırlar. Sonra onların görüşlerinden yararlanıp -daha çok ölümlerinden sonra- siyaset adamları ve din adamları benimserler. Sonunda iş adamları icra ederler. Râsih olmak bu sebepledir ki kolay değildir.

Mehmet Aydın bu konuşmasında ilmi, dini ve siyaseti dengede tutarak konuştu. Ülkemizin bugün muhtaç olduğu kimseler ilim adamlarıdır. Mehmet Aydın râsih olacak bilgiye ve metoda sahip olduğunu bu konuşması ile ortaya koydu. Ben onun siyaset ve din adamı değil, ilim adamı olmasını isterdim. Ama şimdi siyaset adamı olmuştur. İlme hizmet edebilir.

İlim Mezopotamya’da doğmuştur. Yunanistan’da gelişmiştir. Son şeklini İslâmiyet’te almıştır. Mezopotamya ve Yunanistan’da ilmin doğuşunda siyasilerin ne derece etkileri olduğu bilinmemektedir. Ancak İslâmiyet’te ilmi Abbasiler devlet adamı olarak desteklediler. “Fıkıh”tan sonra hamle yaptılar. Avrupa’da ilmi sermaye destekledi.

Bugün Türkiye’de ve İslâm âleminde ilmi destekleyen ne siyaset ne de iş adamları vardır. Bu durum Türkiye’nin önünü kapatmaktadır. Mehmet Aydın artık ilim yapamaz; ama ilmi destekleyebilir, Türkiye’de âlimlerin yetişmesine imkân verebilir.

Herkes tarafından beğenilen konuşmasını siyaset ve din bakımından ben de beğendim. İlmî mantık da hakimdi. Ancak söylediklerinde büyük ilmî hata vardı. Bu yorumumda o eksiklikleri tamamlamaya çalışacağım. Onun söylemediği veya söyleyemediği şeyleri ben söyleyeceğim. 

Önce Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran Mustafa Kemal’i tanımamız gerekmektedir. Mustafa Kemal İslâmiyet’i ve Batı’yı iyi bir şekilde kavramış, siyasi olarak bunları sentez etmiştir. İnkılâpları yapmıştır. Kendisi askerdir. Devlet askerî metotlarla kurulup korunacağından, siyasî inkılâplar demokratik yollardan yapılamayacağı için antidemokratik yoldan gerçekleşti. Bu böyle olmuştur. Bunun iyi veya kötü yapıldığını tartışmak manâsızdır. Çünkü geri getirilemez. Şimdi Mustafa Kemal’in bize bıraktığı mirası nasıl değerlendireceğimizi tartışmalıyız.

Mustafa Kemal inkılâpları tekli sistem içinde yapmıştır. Ama bunun geçici olduğunu, asıl olanın “çoklu sistem” olacağını gösteren deliller vardır. Onun hedefinde o olmasa bile biz onu öyle anlamak zorundayız.

Onun da çoklu sistemi hedeflediğini gösteren çok açık delilleri vardır.

e)     Mustafa Kemal tarikatları kapatmıştır, ama tarikatı yasaklamamıştır. Hamdullah Suphi Tanrıöver’e verdiği cevabında; “Tarikatların yararlarını biliyorum. Şimdi kapatılacaklardır. On sene sonra açabiliriz.” demiştir.

f)      Mustafa Kemal tek parti sistemini hiçbir zaman yasallaştırmamıştır. Hattâ çok partili sistemi iki defa denemiş ve başaramamıştır. Kendisinden sonra gelen asker arkadaşları (İnönü, Mareşal, Karabekir) çok partili sistemi Anayasayı değiştirmeden getirmişlerdir. Meclis’i hiçbir zaman kapatmamıştır.

g)    Medreseleri kapatmıştır. Ama camileri kapatmamış ve dini eğitimi de devletin bir görevi olarak kanunlaştırmıştır. Kenan Evren buna dayanarak dinî öğrenim ve eğitimi Anayasaya sokmuştur.

h)    Anayasa Mahkemesi ve YÖK başkanı, Yargıtay Başkanlığı görevlerini ihdas ederek Şeyhülislâmlığı kaldırmıştır. Meclis’i hakim kılmıştır. Bu görevleri hep Meclis’e vermiştir. Onun yerine Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurmuştur. Dikkat edilecek olursa; Diyanet Genel Müdürlüğü değil, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurmuştur.

Mustafa Kemal “Vahdet-i Kuvva” ilkesini benimsemiştir. Tek meclis, tek tedris, dinî mezhep ve tek devlet işletmelerini kurmuştur. Muasır medeniyetin icaplarını yerine getirmek, bir an önce Osmanlılar tarafından başlanan inkılâpları tamamlamak için savaşın ilkesi olan Vahdet-i Kuvva ilkesini 1930’lara kadar sürdürmüştür. 1933’te yaptığı konuşmada; “Size çok şeyler vaadettim. (Muasır medeniyetin icaplarını yerine getireceğiz dedik.) Hepsini yaptım. (Sizi muasır medeniyet seviyesine çıkardım.) İşimiz bitmemiştir. (Gayemiz bu değildir.) Daha yapacaklarımız var. (Eksiklerimiz var.) Muasır medeniyetin fevkine çıkacağız. (Asıl hedef budur.) Elimizde tuttuğumuz meş’ale müsbet ilimdir. (Artık müsbet ilim ne söylüyorsa onu yapacağız. Bu da “çoklu sistem”dir).”

1940’larda başlamış olan demokratikleşme hareketlerinin neresindeyiz? Burada yaptığımız hata nedir? Bu sorunu da ortaya koymamız gerekir.

Mustafa Kemal demokratikleşme ve lâikleşme hareketinin hedefini gösterirken Batı’yı örnek göstermemiş; muasır medeniyeti; müsbet ilmi göstermiştir. Biz ise Batı’nın peşinde koşmaya devam ettik. Tabii ki ilerleyemedik ve Batı’ya yetişemedik. Oysa biz İslâmiyet ile Batı’yı müsbet ilmin hakemliğinde sentez edip ilerlemeliydik. İşte sıkıntı buradadır. İlâhiyat fakülteleri de bu sentezi yapamamıştır. Yapmazdı, çünkü usulde hata vardır.

Bir devlet Vahdet-i Kuvva ilkesi içinde kurulur ve korunur, ama hiçbir zaman Vahdet-i Kuvva ilkesi içinde gelişemez. Devleti tehlikeye sokmadan çoklu sistem getirilemezse, müsbet ilmi elde etmek ne lâik ne de dinî okullarda mümkün olmaz. Asıl değiştireceğimiz husus budur. İşte Mehmet Aydın’ın yaptığı fahiş hata budur. 

“Çoklu sistem” yalnız siyasi partilerde olmaz. İkili sistem de çoklu sistem değildir. Çoklu sistemde en az 5, en çok 20 grup olmalıdır. “Çoklu sistem” de “merkezi sistem” olmamalıdır; “yerinden yönetim” olmalıdır. Bugün Türkiye’de merkezde siyasi partilere çoklu sistem tanınmış ama henüz siyasi teşkilâtlanmada yerinden yönetim getirilememiştir. Parti başkanlarının diktatörlüğü buradan ileri gelmektedir.

Ekonomide de resmen çoklu sisteme geçememiştir. Hâlâ tek odalar, tek barolar sistemi sürüp gitmektedir. Hâlâ Batı’nın tekel sermayesi ekonomiye hâkimdir. Hâlâ gereksiz sahalarda devletçi tekel hükümrandır. Bununla beraber halk çoklu sisteme zorlamaktadır. TÜSİAD, MÜSİAD gibi dernekler ve Anadolu Holdingleri bu çoklu sisteme fiilen gidişi ifade eder.

İlimde de resmen çoklu sistem getirilememiştir. Hâlâ Tevhid-i Tedrisat Kanunu geçerlidir. Oysa imtihan ve diplomalarda devlet tekeli olacaktır. Tedrisat ve terbiye ise tamamen serbest olacaktır. Çoklu üniversiteler ve liseler kurulacaktır. Halk bunu dershaneler, kurslar ve yurtlar yoluyla delmeye çalışmaktadır.

Dinde de çoklu sistem getirilememiştir. Hâlâ “Diyanet İşleri Başkanlığı” diyanet başkanlığı olarak görev görmektedir. Hâlâ tarikatlar resmen yasaktır. Halk ise bunu kurduğu dernek, vakıf ve şirketlerle delmiş ve tarikatları siyasi partiler kadar etkin hâle getirmiştir. Hatta partilere hükmeder olmuştur.

Bizans İmparatorluğu dini devlete bağlamıştı ama dine dayalı devletti. Osmanlılar da dini devlete bağlamış ama dine dayalı bir devletti. Mustafa Kemal geçici olarak dini devlete bağlayarak dinî olmayan devlet kurmaya çalışmıştır. “Diyanet İşleri Başkanlığı” değil de “Diyanet İşleri Genel Müdürlüğü”nü kurarak gelecekte dinî olmayan bir devlette çoklu tarikatların faaliyette bulunduğu bir devleti hedeflemelidir.

Devletin bir mezhebi benimsemesi, onu himayesine alması, bütçede ona yer vermesi ve ayrıca lâik olma sıfatı ile ona hükmetmesi yanlıştır. Devlet bütün mezhepleri himayesi altına almalıdır. Onlara hükmetme yerine onları parçalayıp çoğaltma. Zaten öyledirler. Onlar arasında denge kurması gerekir. Çok partiler nasıl ülkeyi bölmüyorsa çok mezhep de ülkeyi bölmez. Çok medrese de ülkeyi bölmez. Bunun için ne yapılmalıdır?

Başka bir hata da İslâmiyet’i sadece “din” kabul etmedir. İslâmiyet bir “düzen”dir; dinî, ilmî, siyasî ve iktisadî bir düzendir; demokratik, lâik, sosyal ve liberal bir hukuk düzenidir. Diyanet İşleri Başkanlığı eğer İslâmiyet ile ilgileniyorsa bütün bunlarla ilgilenecek ve muasır medeniyetin fevkine çıkaracak sentezi ortaya koyacaktır. Yok; Diyanet İşleri Başkanlığı eğer sadece din ile ilgilenecekse, o zaman da diğer bütün din ve mezheplere eşit uzaklıkta olmalıdır. Hayır; Diyanet İşleri Başkanlığı sadece Hanefi Mezhebi ile ilgilenecek ve sadece din yönüyle ilgilenecekse bunun bir yararı yoktur. Camileri işgal eder, halk dinî vecibelerini yeraltı faaliyetleriyle yerine getirmeye çalışır. Bu ülke için çok tehlikelidir. Çünkü yeraltı faaliyeti kiminle işbirliği yapacağını kendileri de bilmezler. Eğer Türkiye’de dinî irtica varsa kimsenin şüphesi olmasın ki yasakçı ve baskıcı siyasetin sonucudur. Tekli sistemdir.

 

Prof. Dr. MEHMET AYDIN NE YAPMALIDIR?

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın iki görevi olacaktır.

Biri; bütün din ve mezheplere eşit uzaklıkta cemaatlerin çoklu sistem içinde organize olmalarını sağlamaktır. Bunun için bir kanun hazırlamalı ve fiilen etkin bir şekilde varolan tarikatlar bu organizede legal olarak yer almalıdırlar. Dinsizlerin, lâiklerin, masonların, diğer dinlerin de bu teşkilâtlanmada eşitlik içinde yer almaları gerekir. Alevi sorunları da bunun içinde çözülmelidir. Mabetleri yöneten vakıflar kurulmalıdır. Her mabedin özel vakfı olmalıdır. O vakfı o mabede devam eden cemaat yönetmelidir. Mabetlere asla müdahale edilmemelidir. Her mabet kendi ibadet şeklini kendisi tesbit etmelidir. Tam lâiklik getirilmelidir. Devlet bütçesinden diyanete ayrılan miktarlar cemaat sayılarına göre mabetlere bölüşülmelidir. Müftüler müftü değil, diyanet işlerini tedvirden sorumlu görevliler olmalıdır. Vaizleri ise mabetler istihdam etmelidirler. Devletin sadece mabette görev alanların lâik okullardan diplomalı olma şartını getirmesi gerekir. Mesela, vaiz olmak için herhangi bir dalda yüksek tahsil yapmış olma şartı getirilmelidir.

Diyanet İşlerinin ikinci görevi de; İslâmiyet’i ilmî, dinî, meslekî ve siyasî yönleri ile ele alıp bugünkü Batı Uygarlığı’nda ulaşılan müsbet ilimlerle çağın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde yorumlanmasını sağlamasıdır. Yani, III. bin yılın uygarlığını ortaya koymalıdır. Bu sadece ilmî çalışmadır. Bunlardan yararlanan din adamları, ilim adamları, siyaset adamları ve iş adamları yeni uygarlığı ortaya koyar, insanlığı muasır medeniyetin fevkine çıkarır.

İşte bu amaçla Mehmet Aydın’a bir öneride bulunuyorum.

 

İSLÂM DİNİNİ ARAŞTIRMA VAKFI

MABETLERDE YARDIM TOPLAMA

Madde 1- Her mabedin önünde kapalı kasalar konur. Kasaların üzerine kapalı kasa kime aitse kişi veya kurum olarak onun adı yazılır. Başta mabet kasası konur. Mabede gelenler bu kasalardan istediklerine nakit yardımda bulunurlar. Kasaların başında kasa sahiplerini temsil edenler de durabilir veya oturabilirler. İmam, hatip ve vaizler kimlere yardım edilmesini istiyorlarsa konuşmalarında anlatabilirler.

Kasalar ikindi namazından sonra cemaatin önünde açılır ve mabet defterine elde edilen meblağlar kasaları belirtilerek kayda geçirilir. Mabet kasasında toplananların yarısı kasa sahiplerine, dörtte biri mabede, dörtte biri de bu kanunla kurulacak “İslâm Dinini Araştırma Vakfı”na (İDAV) ait olacaktır. Mabet kasasının yarısı mabede, yarısı da vakfa ait olacaktır. Vakfın payı mabet sorumlusu tarafından vakıf hesabına bankada yatırılır.

Kurban, fitre, zekât gibi nakitler de aynı yolla bölüşülür. Maddî bağışlar için mabetlerde yerler bulundurulur. Mabet satarak değerlendirir; yarısı belirtilen kuruma, dörtte biri mabede, dörtte biri vakfa ait olacaktır. Bunların dışında mabette dinlenme veya toplanma yapılmaz. Mabet içinde duyurma yapılamaz.

İDAV KURULUŞU

Madde 2- Bu kanunun neşri ile İslâm Dinini Araştırma Vakfı (İDAV) kurulmuştur. Yönetim kurulunun oluşması ile vakıflarca tescil edilerek Resmi Gazetede yayınlanır. Hiçbir harca ve ücrete tâbi değildir. Bütün devlet bankalarında bir hesap numarası verilir. Adına yatırılan tüm meblağlar Ankara’da merkez hesabında toplanır.

Bu meblağların tasarrufu bu kanun hükümlerine göre oluşan İDAV tarafından kullanılır. Her türlü ödemeler vergiden muaftır. Araştırmalar sonunda pay alanlar da vergiden muaftır.

İDAV’IN YÖNETİMİ

Madde 3- İDAV vakfı son genel seçime girmiş olan partilerin ayrı veya birleştirerek her %5 için atanmış birer ilim adamlarınca yönetilir. Görevleri sonraki genel seçime kadar devam eder. İDAV Başkanı bakanlıkça atanır ve görevden alınabilir. Yöneticiler vakfın gelirlerini eşitlik içinde harcarlar.

DERGİ

Madde 4- İDAV tarafından bir dergi çıkarılır. Dergide her İDAV yöneticisine bir yer ayrılır. Yerler eşitlik içinde bölüşülür. Bu dergi yerinin sorumlusu bu yöneticidir. Yazıları kendisi yazabildiği gibi; istediği kimselere de yazdırabilir. Yazı işleri sorumluluğu yöneticiye aittir. Yazar sorumluluğu yazana aittir.

Dergi mabetlerce satılır. Her mabet dergiyi satmak zorundadır. Mabette başka dergiler satılamaz. Satış bedelinin yarısı mabede aittir. Dörtte biri İDAV’ındır ve basım masrafları. Diğer dörtte biri yöneticiler arsında bölüşülür. Derginin içinde reklâmlar konamaz. Ancak vakfa katkıda bulunan iş adamlarının ayrı ayrı veya birlikte düzenledikleri yapraklar derginin içine konabilir. Bunun için vakıf yöneticilerinden birinin izin vermesi gerekir.

KİTAPLAR

Madde 5- Herhangi bir ilmî araştırma yapıp Kur’an’ın dili veya muhtevası ile ilişki kuran kimse yazdığı kitabı vakıf yöneticilerinden birine tevdi eder. Vakıf yöneticileri uygun görürlerse bunu eleştirmek üzere en az 5 ve en çok 20 kişiyi seçerler. Bunlardan her biri eleştiri yazılarını yazarlar. Bu yazıların toplamı kitabın beşte birinden fazla olamaz. Yönetici bu eleştirileri alır;

e)     Vakıfça bastırılmasına,

f)      Başkası tarafından bastırılmak şartı ile vakıfça satılmasına,

g)    Dergide adının yazılmasına ve internette yayılmasına karar verirler.

h)    Yazara iade edilmesine karar verebilir. Yazar başka yöneticiye yeniden başvurabilir.

Bu yolla satılan kitapların dörtte biri satıcılara, dörtte biri dağıtıcılara, dörtte biri basımı yapanlara, dörtte biri de yazarlara ait olacaktır. Yazarlara ait olanların beşte biri eleştiri yapanlara bölüştürülür.

TELEVİZYON

Madde 6- İDAV’a bir televizyon kanalı tahsis edilir. Yöneticiler saatlerini eşitlik içinde bölüşürler ve istedikleri yayını yaparlar. Dergide kendi yazıları ile yayınlattıkları kitapları tanıtırlar. Yazarları tartıştırırlar. Dergiye reklamları konan firmaları tanıtırlar veya alt yazıları ile reklam yaparlar. Televizyona bunun dışında reklam kabul edemezler.

ÖN PROJE YARIŞMASI

Madde 7- Vakıfça kabul edilip yayınlanmış projenin uygulanmasının yapılması için vakıf ön proje yarışmasını açar. Bunu yönetici tek başına açabileceği gibi; yöneticiler birleşerek birlikte açabilirler. Yazarın bir sahifelik konuyu belirleyen özetini ilân yaparlar. Bu yarışmaya katılanlara toplam olarak verilecek ödül de baştan ilân edilir. Yarışmaya herkes katılabilir.

Yarışmacılar bir ön proje hazırlarlar. Burada projede neler yapılacağı, projede nelerin tesbit edileceği belirtilir. Bunun için ödenmesi gereken proje bedelinin keşfi yapılır. Her yarışmacı projeyi vakfa verir. Vakıf bunları çoğaltarak araştırmacılara dağıtır. Araştırmacılar tetkik ederek kendi projeleri dışında kalan projeleri sıralarlar. Bir projenin aldığı sıranın tersleri toplanarak derecesi bulunur. Projeler derecelenerek sıraları bulunur. Ayrıca sıralayanın sıraları ile ortak sıralar arasındaki farklar bulunup kareleri toplamının kökleri alınarak takdir derecesi bulunur. Telif derecesinde birinci olanla takdir derecesinde birinci olanlar kendilerine bir başkan seçerek ortak bir ön proje hazırlarlar. Diğer projelerden yararlanırlar.

Projeye konan ödül son birleştirici ile üçüne eşit olarak bölünür. Diğer yarısı ise yarışmaya iştirak edenlere aldıkları dereceleri nisbetinde paylaştırılır. İştirak eden herkes az çok ödül almış olur.

PROJENİN İHALESİ 

Madde 8- Vakfın herhangi bir yöneticisi yapılmış bulunan herhangi bir projeyi ihale edebilir. İhale ön projede gösterilirken miktarla verilir. Projeye herkes iştirak ederek yöneticileri sıralama usûlü ile sıralarlar.Birinci gelen ihaleyi almış olur.

Böylece uygulama projeleri hazırlanmış olur. Uygulama halkın iştiraki ile kurulacak pay senetleri ile yapılacaktır. İşletmeler halk ortaklıkları şeklinde olacaktır. Bir vakfa buradan pay verilebilir. Gelirsiz vakıf kurulamaz. Bu şekilde kurulacak üretim şirketlerinde İDAV’a da pay verilebilir. Hisse senedi alabilir.

VAKFIN DENETİMİ 

Madde 9- Vakfın bütün faaliyetleri resmî kayıtlara geçirilir ve her türlü harcamalar belgesiz de olsa kayda geçirilir. Vakfın resmî defterlerinde kayda geçmeyen hiçbir faaliyet vakfın faaliyeti sayılmaz, vakfı değil yapanları ilzam eder. Mabetlerde toplananlar da bu kayıtlar içinde yer alır.

Vakfın yazılı kayıtları diskete geçirilerek yöneticilere ve yöneticileri atayan parti başkanlarına verilir. Parti başkanları bu kayıtlara bakarak yapılanlarda bir yanlışlık bulurlarsa, kendilerine verilen disketle kayıtta yazılı kayıtlar arasında fark olduğunda veya yazılanlarla yapılanlar arasında fark olduğunda şüphelenirse hakemlere giderek denetimde bulunurlar.

Hakemlerden birini parti başkanı veya yönetici seçer, diğerini davalı seçer. İki hakem bir baş hakemi seçerler. Baş hakem hakemlerin hakemidir. Hukuki sorumluluklar hakem kararları ile belirlenir. Yargıtaydan sonra kararlar kesindir. Cezai sorumluluklar için hakemlerin kararından sonra savcıya bildirilir. Hakemler kararı olmadan vakıfta yaptıklarından dolayı kimse cezai sorumluğa tâbi tutulamaz.

KANUNUN UYGULAMA ALANI

Madde 10- Bu kanunun uygulaması Diyanet İşleri ile ilgili bakanlıkça yapılır. Kur’an’ı ilâhi kitap kabul eden bütün mezhep mabetleri bu kanunun kapsamındadır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın izni ile bu kanun kapsamından çıkarılır. Kur’an’ı ilâhi kitap kabul etmeyen bütün mabetler bu kanun kapsamı dışındadırlar. Ancak onlardan isteyenler vakfa başvurarak katılma hakları vardır.

Çıkarılacak bu kanunla çoklu sistem içinde ilmî faaliyetlere başlanmış olacaktır. İslâm Uygarlığı’nda ilimler Yahudi ve Hıristiyan alimlerin de katılması ile gelişmiştir. Bunu başlatmamız gerekmektedir. Türkiye’de dine dayanmayan vakıflar gelişememektedir. Yapılan baskılar halkı yeraltı faaliyetine itmekte, ayrıca bölünmelere sebep olmaktadır. Böylece bu sorun da çözülmüş olacaktır.

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                                          (0532) 246 68 92

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3137 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2406 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2370 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 1920 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2193 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2237 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2021 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 1873 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 1908 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2294 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2173 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1780 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2121 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2015 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2147 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2119 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 1988 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2181 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2134 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2390 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2202 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 2787 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2399 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2696 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2419 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2485 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2646 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 2757 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 2700 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3036 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5049 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3149 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 2793 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3422 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3280 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3025 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3523 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3472 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 3764 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4209 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 2744 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 2786 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3579 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3488 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2611 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2676 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3613 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 6959 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5093 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 3840 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3286 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3424 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4379 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 3986 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4331 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4326 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4397 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4203 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3123 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4038 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3323 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 4795 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3565 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 4818 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 4637 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4582 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3242 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3253 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3405 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 4771 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 3932 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 4991 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 3774 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 4901 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4055 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4104 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4224 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4402 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 4914 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 3830 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 4847 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4093 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3604 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4053 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4270 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 3802 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 3847 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 3866 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4278 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5273 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9050 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4428 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3453 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3612 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3233 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3233 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3590 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5364 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4006 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3257 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2024 - Akevler