KUR’AN SEMİNERLERİ; 191. SEMİNER İstanbul, 04 Ocak 2003
İSRÂ SÛRESİ’NDEN BEŞ ÂYET TEFSİRİ
بسم الله الرحمن الرحيم
وَإِنْ كَادُوا لَيَفْتِنُونَكَ عَنْ الَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ لِتَفْتَرِي عَلَيْنَا غَيْرَهُ وَإِذًا لَاتَّخَذُوكَ خَلِيلًا(73) وَلَوْلَا أَنْ ثَبَّتْنَاكَ لَقَدْ كِدْتَ تَرْكَنُ إِلَيْهِمْ شَيْئًا قَلِيلًا(74) إِذًا لَأَذَقْنَاكَ ضِعْفَ الْحَيَاةِ وَضِعْفَ الْمَمَاتِ ثُمَّ لَا تَجِدُ لَكَ عَلَيْنَا نَصِيرًا(75) وَإِنْ كَادُوا لَيَسْتَفِزُّونَكَ مِنْ الْأَرْضِ لِيُخْرِجُوكَ مِنْهَا وَإِذًا لَا يَلْبَثُونَ خِلَافَكَ إِلَّا قَلِيلًا(76) سُنَّةَ مَنْ قَدْ أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنْ رُسُلِنَا وَلَا تَجِدُ لِسُنَّتِنَا تَحْوِيلًا(77)
Va EıN KAyDUv LaYaFTıNUvNaKa GaNı elLaÜı EaVXaYNAv EıLaYKa Lı TeFTaRıYa GaLaYNAv YaYRaHUv Va EıÜan LaıtTaPaÜUv KaPaLIyLAn / VaLaVLAv EaN ÇabBaTNAvKaLaQaD KıdTaTaRKaNu EıLaYHıM ŞaYan QaLIyLan / EıZaN LaEaÜaQNAvKa WıGFa eLXYAvTı Va WıGFa eLMaMATı ÇumMa LAv TaCıDu LaKa GaLaYNAv NaÖIyRAn / Va EıN KAvDUv LaYaSTaFızZUvNaKa MıNa eLEaRWı LıYuPrıCUaKa MıNHAv Va EıÜAn LAv PıLAvFaKa EılLAv QaLIyLaAn / SunNatu MaN QaD EaRSaLNAv QaBLaKa MıN RuSUvLıNAv Va LAv TaCıDu Lı SunNaTıNAv TaXVıLAn
73- Keyd edebilseler sana vahy ettiğimizin gayrını bize iftira etmen için ondan sana fitne edecekler. İzan seni halil ittihaz ederlerdi.
74- Seni tesbit etmeseydik kalilen onlara ruknetmeye keyd olacaktın.
75- Izan sana hayatın dıfını ve mematın dıfını izaka eder, sonra bize karşı bir nasır vecd edemezdin.
76- Keyd edebilseler arzdan seni ihrac edebilmeleri için ondan seni fezzederlerdi. Izan sonra hilafında kalın dışında lebs edemezler.
77- Kalinde irsal etmiş olduğumuz resullerimizin sünnetidir. Sünnetimizde bir tahvil vecd edemezsin.
كيد اده بلسه لر سنا وحى اتدغمزن غيرنى بزه افترا اتمن اجن اوندن سنا فتنه ادجكلر اذا سنى خليل اتخاذ ادرلردى
سنى تثبيت اتمه سيدك قليل شيى اونلره ركن اتمكه كيد اولجقدن
اذا سنا حيوتن ضعفنى و مماتن ضعفنى اذاقه ادردك ده سونره بزه قارشى بر نصير وجد ادمزسن
كيد اده بلسلر ارضدن سنى اخراج اده بلمه لرى اجن اوندن فز ادرلردي اذا سونره خلافنده قللن دشنده لبث اده مزلر
قبلنده ارسال اتمش اولدغمز رسوللريمزن سنتى اولرق بويله در اللهن سنتدر بر تحويل اده مزسن
73- Yapabilseler sana bildirdiklerimizin değişiğini bize uydurman için ondan sana deneme yapacaklar. Öyle yapsan seni yakınları yapacaklar.
74- Seni pekleştirmeseydik, az da olsa onlara yönelmene seni götürecektik.
75- Öyle yapsaydın sana yaşamın gücünü, ölümün de gücünü tattırırdık. Sonra bize karşı yardımcı bulamazsın.
76- Yapabilseler yerden seni çıkarabilmek için oradan seni sallıyorlar. Öyle yaparlarsa senden sonra çok daha artık kalamazlar.
77- Daha önce gönderdiğimiz elçilerimizin yasasıdır bunlar. Allah’ın yasalarında sen bir değişiklik bulamazsın.
وَإِنْ كَادُوا لَيَفْتِنُونَكَ عَنْ الَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ لِتَفْتَرِي عَلَيْنَا
Açıklamalar: Bundan önceki âyetlerde insanların terkim edildiğini, insanların başkanları ile hesaba çekileceğini bildirmişti. İyilerle kötüler arasındaki çatışmaya işaret edilmişti. Bu âyetlerde inanmış bir kimsenin nasıl davranması gerektiğini açıklamaya çalışırlar. Mü’minin özelliği doğruyu söyler ve kendisi yaşar ama asla onlara bir zor kullanmazlar. Silahlı saldırılara girişmezler. Bundan dolayıdır ki mü’min tek başına olsa da söylemeye ve elinden geldiğince yaşamaya devam eder. Ne var ki, bu böyle kalmaz. Hiçbir gücü olmayan bir kişi de olsa doğru söylemeye başladı mı, Allah’ın vahyine dayanıp konuşmaya başladığı taktirde suçluluk psikolojisi içinde rahatsız olurlar ve bu hareketi söndürmeye çalışırlar. Bu âyetin başında “Va” harfi ile bağlantı yapılmış ve muhatap da kişi alınmıştır. Kişi tek başına da toplulukta büyük etkiler yapar. Ebu Hanife, Malik, Saidi Nursi böyle birer kişi değil midirler? Güçleri yetebilse, yapabilselerdi, seni bunu söylemekten vazgeçirmek isterlerdi.
Doğru söylemeye başlayan insan çevreye etki yapmaya başlar. İnsanlar ona kulak vermeye başlarlar. Siyasiler bundan yararlanmak isterler. Onu yanlarına alıp doğruları değiştirtmek isterler. Tarihte hep böyle tahriflere zorlama yaparlar. Tarihte böyle zorlamalar olmuş, ulema iktidarda olanların arzularına göre birtakım vahyedilmeleri değiştirmişlerdir. 1400 yıllık değişmeler üst üste eklenmiş ve bugün bambaşka bir şey olmuştur. Bu değişme bütün dinler için mukadderdir. Dinlerin başlangıcı hep Hak dindir. Sonra onu tahrif etmişlerdir. Bundan İslâmiyet de kendisini kurtaramamıştır. Ancak Kur’an’ın bir özelliği vardır. Sözleri, anlamları ve bütün özellikleri ile kitaplarda korunmuştur. Onu okuyup doğru anlamak imkanına sahibiz.
İşte biz şimdi Kur’an’ı yeniden okumaya ve anlamaya başlıyoruz. 1000 yıllık bozulmaları düzeltmeye çalışıyoruz. Bugün biz iki tehlike karşısındayız. Biri, 1000 yıllık bozulma bizi etki altına almıştır. Kurtulmamız çok zordur. Çünkü onlar beynimizde doğru olarak yerleşmiştir. Diğer bir tehlike de, bugünkü siyasilerin bizi aksi yönde günün modaları içinde Kur’an’ı yorumlatmaları ve Kur’an’ı başka yönüyle yanlış anlamalarına sebep olmalarıdır. İşte bu durumda bizim yapacağımız iş; asla eğilmememiz için geçmiş siyasilerin ve bugünkü siyasilerin etkisi dışında gerçekleri ortaya koymak ve Kur’an’ı doğrudan anlayabilmektir. Bundan dolayıdır ki biz Kur’an’ı anlamağa cahiliye dilini (Bedevilerin Arapçasını) öğrenmekle başlıyoruz.
وَإِذًا لَاتَّخَذُوكَ خَلِيلًا “Seni o zaman kendilerine dost yaparlar.” Güçlü olanlar doğru söyleyeni kendilerine uydururlarsa onları taltif ederler. Toplulukta önce iki gruba ayrılırlar. Bunların biri tutuculardır. Geçmişte ataların yaptığını yapmaya devam ederler. Demokrasilerde bunlar iktidar olurlar. Ne var ki, zamanla sorunlar büyür ve halk sıkıntıya girer. Halk mevcut düzenin kötülüğünü iktidarda olanların kötülüğü olarak görmeye başlar. İşte bunlar tutucu gruptur. Topluluk içinde Allah’ın vahyine dayanan kimseler ortaya çıkar ve halka kurtuluş yolunu gösterirler. İktidarlarda olanlar kendileri kötü olduğu için kötülük yapmazlar, düzenin gereği kötülük yaparlar. Onların suçları yaptıklarının kötü olmasından değil, onların suçları tutucu olmalarıdır. Değişmeyi ve gelişmeyi ortaya koyanlar gerçeği gösterenlere uymamalıdır. Gerçekleri taltif edip onları susturmalıdır. Onları kendilerine çekmelidir. Hayatta hep böyle yanıltmalarla karşılaşırsınız.
İkinci grup insanlar ise inkılâp yapmak isteyenlerdir. Sıkıntıyı hisseden ve halkı da arkalarına alarak yeninin peşinde koşanlar vardır. Bunlar da ikiye ayrılırlar. Bunların bir kısmı Hakk’a değil de kuvvete inanan kimselerdir. Güçlü olanları taklit etmekle inkılâbın olacağını, işlerin düzeleceğini sanırlar. Batılılaşma çabası budur. Avrupa Birliği’ne girme gayreti budur. Irak’a saldırma hazırlıkları budur. Mü’minler ise gerçeği kuvvette değil de ilimde ararlar. Geçmişte söylenenleri ve olanları inceler ve ona göre olacaklara karar verirler. Şimdi biz Kur’an’ı bunun için inceliyoruz. Kur’an geçmişi hikâye etmekte ve olacakları haber vermektedir. Geçmişte hep peygamberlerin söyledikleri olmuştur, şimdi de Kur’an’ın söyledikleri olacaktır.
وَلَوْلَا أَنْ ثَبَّتْنَاكَ لَقَدْ كِدْتَ تَرْكَنُ إِلَيْهِمْ شَيْئًا قَلِيلًا
“Biz seni tesbit etmeseydik biraz da olsa onlara uyacaktın.” Siyasiler halkın ne düşündüğünü hesaba katarak onları darıltmamak ve küstürmemek için ayarlamalar yapıp konuşurlar. Oylarını ona göre toplarlar. Sonra iktidar olurlar. Halk onları dinlemeye başlar. Büyürler, gelişirler, ama sorunlar çözülmez. Ya dediklerini yapmazlar, ya da yaparlar ama başaramazlar. Gerçekleri söyleyenlere kulak vermezler. Onları susturmak isterler. Ne var ki, Allah mü’minleri böyle yanılmalardan korur, onlar gerçeğe sadık kalırlar. Allah her zaman iyi insanları var edecek, gerçekleri her zaman söyleyenler çıkacaktır. Zaman zaman insanlar bunlara uyacaklar ve ilerleme olacaktır. Zaman zaman doğruyu söyleyenler sindirilecek, bastırılacak, susturulacak ve o zaman da ilâhî âfet gelecek ve o nesli yok edecektir. Duamız, Allah’ın bizi bu korunanlardan eylemesidir. Gerçekleri söylemekten çekinmemeliyiz, kaçınmamalıyız. Kötü dönemlerde mü’minler başarısız görülürler ama bu yaptıkları sonra filizlenir ve dünyaya rahmet getirir. Hazreti İsa’yı ancak 12 kişi dinlemişti. Ama şimdi tüm dünya etki altındadır. Bugün iki milyar insan onu takdis etmektedir. Çok yakın çağda Saidi Nursi hayatını hapishanelerde geçiren biri idi. Bugün tüm dünyada eserleri okunmaktadır. Vahiyden ayrılmayanlar başarırlar. Burada az bir şey de olsa seni saptırmak isterler denmektedir. Başlangıçta onlar az bir taviz isterler. Oysa şeriat balon gibidir. Bir iğne deliği onu söndürür. Şeriat ne zaman delinmeye başlanmıştır? Hazreti Ömer’in Kur’an ve Sünnet’te olmadığı halde kadılığı icat etmesi şeriatta iğne deliği kadar gedik açmıştır. Çünkü Kur’an’da “kadı” değil “hakem” vardır. Emeviler’in saltanata dönmesiyle tahrif devam etmiştir. Sultan Fatih’in kanunnameleri bu tahrifi en yüksek seviyeye çıkarmıştır. Tanzimat ile başlayan kanun tercümeleri balonu patlatmıştır. Cumhuriyet ile yeniden şeriatlaşma gayretleri başlamıştır. İçtihat dönemi açılmıştır. Eksik olan tarafı herkesin milletvekili olması, böylece kanunları aktarma dışında bir şey yapılmamasıdır.
İki meclis olacaktır. Meclisin biri ile halkın arzuları devlete ulaşacaktır. Bu halk meclisi olmalıdır. Neler yapılması gerekiyorsa onlar karar vermelidir. Bütçeleri bunlar yapmalıdır. Ama kurallar ise ilme dayanarak yapılmalıdır. Bunu ikinci meclis yapmalıdır. Bu meclisi de halk seçmelidir ama bunlar ilim adamlarından oluşmalıdır. Yani buraya ancak alimler seçilmelidir. Tabii ve sosyal kanunlara göre sorunlar çözülmelidir. Bunlar tutucuların veya taklitçilerin tuzağına düşmemelidir.
إِذًا لَأَذَقْنَاكَ ضِعْفَ الْحَيَاةِ وَضِعْفَ الْمَمَاتِ
“Öyle yaparsan hayatın dı’fını ve mematın dı’fını tattırırız.” “Dı’f”ın iki manâsı vardır. Kâğıdın veya kumaşın katlanmasıdır. Kalınlık bakımından iki kat olur. Boy olarak yarıya iner. Hayatın dı’fı dediğimiz zaman iki anlamı vardır. Hayatın iki katını artırırız. Bunun anlamı, balon gibi şişirir seni iki kat büyütürüz anlamındadır. Bunun anlamı şudur. Böyle Allah’ın vahyini bırakıp günün modasına uyanlar olduğundan fazla büyütülmüş olurlar. Sonra birden sönüp giderler. Bu da hayatın dı’fı olmuş olur. Yani, birden çökme anlamındadır. Birden büyüyenler birden sönüp giderler. Biyolojide bir kaide vardır. Çabuk büyüyenlerin ömürleri kısa olur. Geç büyüyen canlıların ömürleri de uzun olur. Bu atomların parçalanmasında da bilinen bir olaydır. Ömrü uzun olanlar dayanıklıdırlar.
Burada önemli bir kanun ortaya konuyor. Ne olursa olsun çabuk büyüyenler çabuk sönerler. Yavaş yavaş büyüyenler deneyimli ve sağlam büyürler. Ömürleri uzun ve büyüme şansları da fazla olur. Asıl olan mesele bu uzun gelişmede ölüp gitmemedir. Tehlikelere karşı dayanıklı olma ve sebat edebilmedir. Çabuk olup ölme yerine, yavaş olup uzun olarak yaşamayı tercih etmedir.
Dı’fın ikinci manâsını alırsak; zayıf bir hayat ve zayıf bir ölüm demektir. Bozuk bir düzen demektir. Yani, taviz verenler sıkıntılı bozuk bir gelişme kaydederler, sonra çökmeleri de böyle zayıflık içinde olur. Osmanlılar ikiyüz yıl Avrupalılaşma peşinde iken başaramamışlardır. Yaşamaları da ölümleri de o nisbette zayıf olmuştur. Köklü değişme yapamayanlar, karma işler yapanlar başarısız olurlar. Sosyalistler başarırlar, kapitalistler başarırlar, Adil Düzenciler başarırlar. Ama karma ekonomistler ise sıkıntılı zayıf kalmaya mahkûmdurlar. Bunlar hep görülmektedir. Ülkemizdeki partiler için de hep bunlar söylenebilir. Halk Partisi 80 yıllık varlığını sürdürürken diğer partiler batıp çıkarlar. Sisteme sahip olmak gerekir. Sistem zor oturur ama sonra zor gider. “Adil Düzen” içinde çaba göstermemiz bunun için gerekmektedir.
ثُمَّ لَا تَجِدُ لَكَ عَلَيْنَا نَصِيرًا Sonra bize karşı bir yardımcı bulamazsa.
Böyle yapan kimsenin cezalanacağı ifade edilmektedir. “Sümme” kelimesinin kullanılması, yarım hayat ile yarım mematın âhirette değil dünyada olduğunu göstermektedir. Kişilerin âhirette de hesaba çekileceği ve orada bu tür hata yapanları kimsenin kurtaramayacağını ifade etmektedir. Buradaki ifadenin dünya ile de ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Yani, taviz verenler, vahyin bir kısmını değiştirenler bu dünyada başlangıçta başarıya ulaşacaklardır ama sonları hayır olmayacaktır. Demokrat Parti bu tavizi vermişti; akıbetleri belli. Erbakan bu tavizi vermişti; akıbeti belli. Kur’an’ın mü’minlerden istediği sözlerde taviz vermemektir. Erbakan DYP ile uzlaşarak hükümet kursaydı, uygulamada tavizler verseydi, ama “Adil Düzen”den vazgeçmeseydi, hükümet uygulamada tavizde bulunurken parti “Adil Düzen”i savunsaydı sonları böyle olmazdı. Tansu Çiller “Adil Düzen”i vazgeçirdiğinden öğünmekte idi. Onların durumunu bu âyetler ne kadar da güzel tasvir etmektedir. Sonra ne oldu? Çiller’e ne oldu? Kendilerine yaranmak için Allah’a karşı cephe alması onu korudu mu? Sovyetler dünyayı yetmiş yıl kana buladılar; sonları ne oldu? Kilise hata yapmıştı. Dolayısıyla sıkıntı çekti. Bugün sapasağlam duruyor.
وَإِنْ كَادُوا لَيَسْتَفِزُّونَكَ مِنْ الْأَرْضِ لِيُخْرِجُوكَ مِنْهَا
Yapabilseler seni o yerden çıkarabilmeleri için orada seni sarsarlar. Burada “arz” marife getirilmiştir. Yeryüzünde seni yok etmek isterler. Dünyada sana yaşama şansı sağlamak istemezler. Oyun oynarlar. Sarsarlar. Tuzaklara düşürürler. Mü’minden öyle bir şey isterler ki, yapılan basit hata ile halkın nefretini galeyana getirirler ve o topluluktan kaçmasını sağlamaya çalışırlar. Newton’un bulduğu başka bir kanun vardır. Her olayda bir etki vardır, bir de tepki vardır. Tepki olmadan etki olmaz. Tepki bir iş yapmaz ama etkiyi dengede tutar. Bir kızağa ip bağlar çekerseniz kızak ilerler. Ama kızakta sürtünmeler bu ilerlemeyi zorlaştırır. Böylece dengeli ilerleme sağlanır. Yoksa basit çekme ile hızlanır, sonra da gider çarpar. Yalnız çekmezseniz sürtünme olmaz, kendi kendine iş yapmaz. İşte küfrün ve gericiliğin görevi budur. Siz ilerlemeye götürürsünüz, onlar durdururlar. Böylece denge sağlanır. Oluş yavaş yavaş olur. Yarı hayat ve yarı memattan bu sayede kurtulursunuz. Etkileyen sabredip de sürdüremezse, etkileyenle birlikte onu frenleyenler de ortadan kalkar. İnsanlar yaşamaktadır. Hastalık onları sağlam tutar. Mikroplar da vücutta yaşamaya devam ederler. Ama kişi öldüğü zaman mikroplar da yok olur.
وَإِذًا لَا يَلْبَثُونَ خِلَافَكَ إِلَّا قَلِيلًا Öyle olursa, yani sen onlardan ayrılırsan onlar senden az bir zaman yaşarlar. Bir hasta öldüğü zaman mikroplar biraz yaşarlar ama sonra onlar da ortadan kalkarlar. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar Allah’a inanan Müslümanlardır. İstiklâl Savaşı böyle yapıldı, Anadolu böyle fethedildi. Şimdi Türkiye’de İslâmiyet’i ortadan kaldırmak için uğraşanlar vardır. 28 Şubat’ı yaşatma gayretleri içinde olanlar vardır. Bunlar Müslümanları Türkiye’den çıkaracaklara yardım etmektedirler. Onları desteklemektedirler. Türkiye’nin yıkıldığını farz edelim. Yalnız Müslümanlar değil, AB’li olup Türkiye’yi yok etmeyi destekleyenler de yaşayamayacaklardır. Onlar da biraz sonra yok olacaklardır.
Burada ifade edilen başka bir husus vardır. Bir topluluk içinde uyarıcılar varsa, onları konuşturuyorlarsa, tebliğ imkânı devam ediyorsa, o topluluk helâk olmaz. Ama bir toplulukta söyleyenler susturulduğu ve konuşma hakkı verilmediği zaman o topluluk kısa zamanda helâk olur. O halde tebliğciler o memleketin manevi muhafızlarıdır. Onlar sayesinde tüm memleket sakinleri helâk olmalarından kurtulmuş olurlar. Türkiye savaşa girmezse, yahut yok olmaktan kurtulursa; bu ancak bugün uyarılarda bulunanların hürmetine olacaktır.
سُنَّةَ مَنْ قَدْ أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنْ رُسُلِنَا “Senden öce irsal ettiğimiz resullerimizin sünnetidir. / Senden önce gönderdiğimiz elçilerimizin kurallarıdır.” Bu âyetlerde anlatılanların sadece bir defaya mahsus olmadığı, eski peygamberlerin hayatlarında aynı kuralların geçerli olduğu ifade edilmektedir. Daha önceki peygamberlerin yaptıkları hep aynı şey olmuştur. Peygamber gelir ve insanlığı bir yola koyar. İlerleme olur. Zamanla yaşlılık nedeniyle topluluk bozulmaya başlar. Sıkıntılar meydana gelir. Bu durum orada yaşayanların kötülüklerinden değil, yaşlılık dolayısıyla düzenin çökmüş olmasından ileri gelen bozukluktur. Bozuk düzende halk zarureten kötü hareket yapmak zorunda kalmaktadır. Bugün kimse durumdan memnun değildir. Herkes şikayetçidir. Oturanlar başkalarına gıybet ederler. Sonra onlar katılınca beridekilere gıybet ederler. Herkes sadece kendisini doğru ve haklı görüyor, başka herkes kötü ve suçlu. İşte o durumda yeni peygamber gelir ve halkı uyarmaya başlar, düzenin değişmesini onlara önerir. Halk düzen değişikliğine karşı durumdadır. Duyuru ve uyarı başlar. Karşı cephe oluşur. Halk önce peygamberlere karşı olanların yanındadır. Uyarıcıyı susturmak istemektedirler. Uyarıcıyı ülkesinden çıkarmak istemektedirler. Bu çatışma devam ederken halk içten peygamberi desteklemiştir. Ama sosyal baskıdan dolayı peygamberin yanında yer almamıştır. Sonunda hicret gerçekleşir. Biraz sonra çöküş olur. Yeni düzen kurulur. İnkılâp olur, ilerleme olur. Yeniden gelişme ve yaşlanma ortaya çıkar. Bu hususun birer kural olduğunu ve eski peygamberlerde gerçekleştiğini bildirmektedir. Bu sûre Mekke sûresidir. Bu haber Mekke’de bildirilmiştir.
وَلَا تَجِدُ لِسُنَّتِنَا تَحْوِيلًا “Sen kurallarımızda bir değişiklik bulamayacaksın.” Burada peygambere verilen bir haber vardır. Senin topluğun da böyle yapmaktadır. Seni bazı vahiylerden vazgeçirmeyi istemektedir. Böyle önerilerde bulunmuşlardır. Basit bir teklif olarak; büyük putlardan bir kaçında şefaatin olunacağını söyle demişlerdir. Gene Allah büyük olsun, her şeye kadir olsun ama Lat ve Uzza gibi putlardan da şefaat umulur deyin yeter demişlerdir. Ondan sonra yalnız peygamberliğini kabul etmekle kalmayacak, onu başkan da yapacaklar ve servetlerinden pay vererek zengin edecekler. Birçok Mekke kızlarıyla evlendirecekler. Hz. Peygamber bu önerileri reddetmiştir. Bu âyet ülkeden çıkarılacağını ama hicretten sonra az zamanda kalacaklarını haber vermişti. Gerçekten sonra Hz. Peygamber hicret etmiş ve Medine’de yerleşmişti. Sekiz yıl sonra da Mekke fethedilmişti. Kur’an’ın; “Senden az otururlar.” ifadesi gerçekleşmiştir.
Q=100 L=30 Y=10 L=30 Tenvin sayılmazsa ve onluk ve yüzlükler birliklere çevrilirse 8 etmektedir.
Bu “kalil” zaman değişik zamanlarda değişir. Bu sebeple nekire olarak söylenmiştir. Kur’an’ın bütün söyledikleri böyle mucize olmuştur. Hz. Peygamber bunları nerelerden öğrenecektir? Yukarıda “peygamberlerin yolu” denmiş, burada “yolumuz” denmiştir. Demek ki o yol Allah’ın yoludur.
Kur’an’da vahyin sona erdiği bildirilmektedir. Yeni peygamber gelmeyecektir. O halde şu sorulacaktır. Bu sünnet peygamberden sonra nasıl işleyecektir? Kur’an ve peygamber bunu çok açık olarak ortaya koymuştur. Vahyin yerini ilim alacaktır. Avrupalı din düşmanı August Komt; insanlar inanç dönemini yaşadı, sonra felsefe dönemi yaşandı, şimdi ise ilmî dönem yaşanıyor demiş ve ilme dayanan bir din icat etmeye kalkışmıştı. Oysa İslâmiyet zaten böyle bir dindi. Ne var ki; peygamberli, kitaplı, ilme dayalı bir dindi.
Kur’an ilmi vahyin yerine koyarken ilmin kurallarını da öğretmişti. İçtihat ve icma müesseselerini getirmişti. Eğer Kur’an bir taraftan Allah’ın sünneti değişmez demeseydi ve son peygamber bunu bildirmeseydi, sonra içtihat ve icma müesseselerini getirmeseydi, Kur’an çelişki içinde olurdu. Müsbet ilim denemelere ve gözlemlere dayanan bir oluştur. Bu ancak Kur’an ve usûlü fıkıhla insanlara öğretilmişti. August Komt müsbet ilmi Müslümanlardan öğrenmişti. Bunun farkında değildi.
Bugün neredeyiz? Bunu tesbit etmemiz gerekmektedir. Bugün IV. İslâm/ I. Kur’an Uygarlığı son bulmuştur; şimdi V. İslâm/ II. Kur’an Uygarlığı doğmaktadır. Müsbet ilme dayalı olarak İslâmiyet’i yeniden anlama faaliyeti dünyada başlamıştır.
a) Cersi’nin Hamidiye Risalesi, Mehmet Akif, Muhammed İkbal, Saidi Nursi ve diğer birçok ulema Kur’an’ın yeniden anlaşılması için açıklamalarda bulunmuştur.
b) Bunun asıl hazırlığını Mustafa Kemal yapmıştır. 1920’lerde Balıkesir konuşmasında; İslamiyet’te içtihat müessesesi vardır demiş ve İslâmiyet’in asrın ihtiyaçlarına cevap verecek en mütekamil din olduğunu açıklamıştır. 1923’te; muasır medeniyetin bütün icapları yerine getirilecektir demiştir. Batı’nın anlaşılması için gerekli inkılâpları yapmıştır. 1933’te ise muasır medeniyete ulaşılmış olduğunu, bundan sonra muasır medeniyetin fevkine çıkılacağını bildirmiştir. Elimizde tuttuğumuz meş’ale müsbet ilimdir demiştir.
c) 20. yüzyılın ilk yıllarında görüş sahipleri bu konuda ikiye ayrılmışlardır. Bir kısmı; İslâmiyet ile müsbet ilim birbiriyle çelişen iki oluştur. Onları uyuşturmak mümkün değildir. Bunlar da ikiye ayrıldı. Bir kısmı İslâmiyet’i tutmamız gerektiğini, diğerleri ise müsbet ilme taraf olmamız gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Mustafa Kemal müsbet ilmi tercih etmiştir. Ancak İslâmiyet ile müsbet ilmin birbirine uymayacağı görüşüne katılmamıştır. Bu tartışmayı ertelemiştir.
d) Diğer görüş sahipleri ise İslâmiyet ile müsbet ilmin birbirine dayanıştığı görüşünü benimsemişlerdir. Kur’an ile müsbet ilim birbirine muhtaçtır. Kur’an müsbet ilme muhtaçtır. Onun Allah’ın sözleri olduğu müsbet ilimle ispat edilecektir. Müsbet ilim olmazsa Kur’an’ın Allah sözü olduğu ispatlanamaz. Müsbet ilim de Kur’an’a muhtaçtır. Çünkü müsbet ilim nasıl yapılacağını bilir ama ne yapılacağını bilmez. İlim atom bombasının nasıl yapılacağını bilir ve yapar ama atom bombasının nerede kullanılacağını bilmez. Bakarsın Bağdat’a düşer, bakarsın Ankara’ya düşer. Nerede kullanılacağı ancak Kur’an, Tevrat ve İncil ile bilinir. Bunların ilâhi sözler olduğu da müsbet ilimle bilinir.
İşte bu kadar açık ve kesin olan müsbet ilim ile Kur’an’ı bağlamak amacıyla İzmir’de ilk çalışmalara Remzi Güres ve Dursun Aksoy ile başlanmıştı. Sonra bu çalışmalara “Akevler”de Ahmet Satoğlu ve Faruk Yeğin ile birlikte devam ettik. Sonra diğer arkadaşlarımız katıldı. Fethullah Gülen Akyazılı Vakfı’nda başlamış ve bugünlere gelmiş, Necmettin Erbakan “Adil Düzen” ile siyasette devam etmiştir. Bugün 2000’li yılların başına gelinmiştir. İnsanlık Kur’an’a dayalı bir uygarlığı kurma durumundadır. Akevler’deki “Adil Düzen Çalışmaları” susturulmak istenmektedir. Bu çalışmalara katılanları tavizler içinde yükselterek çalışmalarını aksatmaktadırlar. Bizim bu çalışmalara devam etmemiz gerekmektedir. Aksi takdirde bu âyetlere muhatap oluruz. Allah’ın sünneti değişmeyecektir. II. Kur’an Medeniyeti kurulacaktır. Sizlere düşen sabırla çalışmaktır.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 191. SEMİNER İstanbul, 04 Ocak 2003
YORUM - 22
ADİL DÜZENDE BAKANLIKLAR
İNSANLIK;
ÜLKE, İL VE BUCAK düzeninde “yerinden yönetim ilkeleri”ne göre oluşur.
BAŞKAN
NOTER VE SÖZLEŞMELELER BAKANLIĞI (NOTER)
KONTROL VE DAMGALAMA BAKANLIĞI (TİCARET, TARIM, SANAYİ)
SORUŞDURMA VE TANIKLIK BAKANLIĞI (POLİS)
HAKEMLİK VE YARGILAMA BAKANLIĞI (ADALET)
BAŞBAKAN
NÜFUS VE EVRAK BAKANLIĞI (NÜFUS)
TAPU VE DEMİRBAŞLAR BAKANLILĞI (TAPU)
ORTAKLIK VE MUHASEBE BAKANLIĞI (TİCARET SİCİLİ)
İŞLETME VE HESAPLAR BAKANLIĞI (MALİYE)
AHLÂKİ EĞİTİMVE DAYANIŞMA BAŞBAKAN YARDIMCILIĞI (DİYANET İŞLERİ)
TOPLANTI VE YAYIN BAKANLIĞI (KÜLTÜR)
SAĞLIK VE YAŞAMA BAKANLIĞI (SAĞLIK VE SOSYAL GÜVENLİK)
DUYURU VE UYARI BAKANLIĞI
İLMÎ ÖĞRENİĞM VE DAYANIŞMA BAŞBAKAN YARDIMCILIĞI (MİLLÎ EĞİTİM)
OKUMA VE BASIN BAKANLIĞI (KÜTÜPHANELER)
HARİTA VE PROJE BAKANLIĞI (DEVLET PLANLAMASI)
İSTATİSTİK VE ARAŞTIRMA BAKANLIĞI (İSTATİSTİK, TÜBİTAK)
MESLEKİ EĞİTİM VE DAYANIŞMA BAŞBAKAN YARDIMCILIĞI (TEKNİK OKULLAR)
ARAÇLAR VE ULAŞTIRMA BAKANLIĞI (ULAŞTIRMA)
TAMİR VE BAKIM BAKANLIĞI (İMAR)
BÜTÇE VE AMBARLAR BAKANLIĞI (MALİYE)
SİYASİ EĞİTİM VE DAYANIŞMA BAŞBAKAN YARDIMCILIĞI (MİLLİ SAVUNMA)
SPOR VE HABERLEŞME BAKANLIĞI (PTT)
SAVUNMA VE GÜVENLİK BAKANLIĞI (EMNİYET)
KASA VE KREDİLEŞME BAKANLIĞI (MALİYE)
İnsanlığın Kıtalarda, Ülkenin Bölgelerde, İllerin İlçelerde, Bucakların Semtlerde (Köylerde) Temsilcileri vardır. Bunlara sorumlu
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 191. SEMİNER İstanbul, 04 Ocak 2003
YORUM - 22
YA “BAŞARI” YA DA “BAŞARISIZLIK”
I. DİNÎ
a) Zalim düzende adil yönetim olmaz.
b) Halk değişmedikçe düzen değişmez.
c) Tebliğ yapılmadıkça halk değişmez.
d) Tebliğ edenler değişmedikçe halk değişmez.
Sonuç: iktidarların görevi tebliğcilerin oluşmasına ve tebliğ etmelerine imkan sağlamak ve destek olmaktan ibarettir.
II. İLMÎ
a) Faizli düzen borçluları borçtan kurtaramaz.
b) Halk ekonomisinde tekel ekonominin kuralları uygulanamaz.
c) Merkezî yönetim sorunları çözemez. Geciktirir.
d) Hukuk ve yönetim sorunları çözülmeden ekonomi ve teknik sorunlar çözülemez.
Sonuç: İktidar uzlaşma ile önce “Adil Düzen Anayasası”nı getirmeli, “hukuk” ve “yönetim” sorunlarını çözmelidir; “teknik” ve “ekonomik” sorunları halk kendisi çözer.
ACİL SORUNLAR
a) Basın Sorunu (Altı ay içinde çözülebilir)
b) Yargı Sorunu (Bir sene içinde çözülebilir)
c) İşsizlik Sorunu (Üç ay içinde çözülebilir)
d) Dış Borç Sorunu (İki yıl içinde çözülebilir)
Sonuç: Türkiye Devleti bu sorunları çözmedikçe komadan çıkamaz.
Adil Düzene göre bunlar çözülebilir.
ABD Ne Yapmak İstiyor?
a) Ortadoğu’da İsrail Devleti’nden daha güçlü devlet bırakmamak.
b) Dünyanın her tarafına ABD askeri birlikleri yerleştirip tek dünya devletini kurmak.
c) Türkiye Devleti’ni komşuları ile savaştırıp onu yıkmak ve yerine Bizans, Pontus ve İsrail imparatorluklarını kurmak.
d) Dünyaya gözdağı vererek savaşsız teslim almak.
Sonuç: ABD İlâhî kanunlara aykırı bir hedefi istihdaf etmiştir. Başaramayacaktır.
ABD’nin yanında yer almak helâk olmaktır.
TÜRKİYE NE TARAFTA YER ALMALIDIR?
a) Türkiye kimseye saldırmaz; ama kim kendisine saldırırsa onunla savaşır.
b) Türkiye haklı olanın tarafında olur.
c) Türkiye güçlünün yanında olup ezdirmeye değil, zayıfın yanında olup onun ezilmesini önler.
d) Türkiye; “Ya istiklâl, ya ölüm.” demiştir. Korkarak hareket etmez.
Çözüm: Türkiye şimdilik taraf tutmamalıdır. Kime saldırılırsa onun yanında yer alır, saldırılmaza savaşa girmez.
IRAK SORUNU
a) Saddam ABD’nin adamıdır. Iraklıları ve çevre halklarını ezmek için ABD’nin kullandığı kişidir. Kendi hesaplarını kendileri görsünler.
b) Saddam’ın tasfiyesi sözkonusu ise Birleşmiş Milletler karar alsın. Türkiye onu tek başına bir haftada çok ucuz olarak çözer.
c) Saddam bertaraf edilir demokratik yönetim kurulursa, Irak İran gibi bağımsız hâle gelmelidir. Bütün baskı ve kayıtlar kalkmalıdır. ABD buna razı mı?
d) Önce Irak Anayasası hazırlanmalı, sonra savaş yapılmalıdır. Amacı olmayan savaş yağmacılıktır.
Sonuç: Türkiye, ABD ile Birleşmiş Milletler’in gözetiminde Ortadoğu sorunlarını çözülmelidir.
ORTADOĞU SORUNLARI
a) İsrail Devleti tanınmalı, Batı Şeria ve Gazze ona verilmeli, çölde yeni bir Filistin Devleti kurulmalıdır. İsrail de yayılmacılıktan vazgeçmeli, Ortadoğulu olmalıdır.
b) Kıbrıs Yunanlılara verilmelidir. Türkler orasını boşaltmalıdır. Buna karşı Türkiye Batı Trakya veya adalardan yer almalıdır.
c) Ortadoğu’nun tabii kaynakları dünyaya açılmalıdır. Devletler sadece beşte bir devletler payını almalı, sonra üretim ve dağıtım uluslararası firmalara bırakılmalıdır.
d) Ortadoğu devletleri savunma birliğini kurmalıdır. Adil sınırlar çizildikten sonra dayanışma içinde bu sınırları garanti altına almalıdır.
TÜRKİYE’NİN SAVUNMASI
a) Saddam Türkiye’ye iltica ederse, 1000 aile ile kabul edilmeli ve ona Türkiye’de bir yer verilmelidir. Türkiye’de yerleştirilmelidir.
b) Amerika Saddam’ı isterse vermemelidir. Çünkü onlarda idam cezası vardır.
c) Irak’ta olacaklara karışmamalıdır. ABD bakalım orada ne yapacaktır?
d) Irak Türkiye’ye saldırırsa bir hafta içinde işgal edebilir ve Saddam’sız demokratik devlet kurabilir.
ABD’YE KARŞI SAVUNMA
a) ABD dış borçlarımızla bizi sıkıştırabilir.
Çözüm: “Adil Düzen”dedir. Türkiye üç ay içinde “işsizlik sorunu”nu çözer. İki yıl içinde de “dış borç sorunu”nu çözer.
b) ABD Türkiye’ye boykot ilan edebilir.
Çözüm: Buna AB devletlerinden başkası uymaz. Böyle bir boykot Türkiye’den çok ABD’yi boğar. Asya ile olan ilişkisi kesilir. Türkiye böyle bir ambargoyu kolaylıkla deler. Kaçakçılıkla deler. İç yeterlilikle deler.
c) ABD Türkiye’yi bombalayabilir. Atom bombasını bile kullanabilir.
Çözüm: Türkiye İstanbul, Anakara ve İzmir’i boşaltırsa (ki bunu çok kolaylıkla yapabilir) bu bombardımanın etkisi çok az olur.
d) Türkiye’ye asker çıkarabilir. Türkiye 10 milyon askere sahiptir. Savunmada kadınlar da yer alır. ABD buna karşı 20 milyon asker getirmek zorundadır. Savunma daha kolaydır. ABD Türkiye’yi ancak 40 milyon askerle işgal edebilir. Bunu yapacak gücü yoktur.
Çözüm: Böyle bir savaşta Türkiye’nin başka bir kozu vardır. Böyle bir saldırı karşısında Türkiye “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesini bozup komşuları Türkiye’ye ilhaka geçebilir. İşbirliği yapanlarla birleşir, yapmayanları işgal eder. İsrail ilk hedefi olur. Savaşın sonunda yeniden bir Osmanlı İmparatorluğu kurulabilir.
Türkler “Ya istiklâl, ya ölüm.” demişlerdir. Yaşayacaklarsa böyle yaşayacaklardır. Tarihten silinmeleri mukadderse o onların sorunu değildir.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 191. SEMİNER İstanbul, 04 Ocak 2003
YORUM - 22
İslâm Dinini Araştırma Vakfı’nın Yapacağı Araştırma
Veri Tabanlarının Tesbiti
Kur’an’ın Rakamlandırılması
a) Süreye Göre: Kur’an sûre, âyet, kelime ve harflerden oluşmuştur. Sûre 4, âyet 3, kelime 2, harf 1 sayısı ile rakamlanacaktır. Aralarına nokta konacaktır.
12.5.2.6 Onikinci sûrenin, beşinci âyetinin, ikinci kelimesinin, altıncı harfini göstermektedir.
b) Sayfaya Göre: Kur’an 600 sahife, her sahife 15 satır, her satırda yaklaşık 10 kelime ve her kelime 10’a kadar harflerden oluşmaktadır. Bu şekilde rakamlama yapılacaktır. İlk sayılar sahife, ikinci sayılar satır, üçüncü ve dördüncü sayılar kelime ve harfleri göstermektedir.
215.9.3.7.1 215 sahife, 9 satır, 3 kelime, 7 inci harfi gösterir.
Künyelerin Tesbiti
a) Her harfin künyelendirilmesi gerekir. Ağızda nereden çıktığı, nasıl çıktığı, özellikleri, harekeleri, dönüşmesi, kök, yapı, çekim, ekten hangisi olduğu belirtilecektir.
b) Her kelimenin fiil, isim, zarf, sıfat, mazi, muzari, müfret cem’, marife, nekire gibi kelime özellikleri belirtilecek.
c) Her kelimenin cümlede başka kelimelerle olan ilişkileri; fail mef’ul, sıfat mevsuf, zarf mazruf, hal temyiz gibi vasıfları ve karşıtlarına yer verilecektir. “Allah’ın indinde” dendiğinde, “Allah” kelimesinin yanında “İnde”ye muzaftır denir. “İnde” kelimesinin yanında “Allah”ın muzafun ileyhidir denecektir.
d) Cümle ve cümlecikler türlere göre ayrılacak, isim cümlesi, fiil cümlesi, şart cümlesi, cevap cümlesi gibi özellikler belirlenecektir. Cümleciklerin cümle içindeki yerleri gösterilecektir.
Kelimelerin Manâları
a) Kelimelerin doğuşlarından başlanarak Kur’an’dan önceki gelişmeleri ele alınacak.
b) Kelimelerin Kur’an ve Sünnette kazandığı manâları ele alınacak.
c) Kelimelerin müçtehitler döneminde aldığı manâlar ele alınacak.
d) Kelimelerin uygarlıklarla temastan sonra aldığı manâlar ele alınacak.
e) Kelimelerin bugünkü müsbet ve sosyal ilimlere göre açıklanmaları yapılacak.
Kelimelerin;
a) Mecazi, hakiki, sarih, kinaye, takdim, tehir, tezkir, izmar özellikleri belirtilecek.
b) Harf ve kelimelerin sayıları ile bu sayılar arasında ihtimali bağlantılar hesaplanacak.
c) Evced hesapları ile kelime ve kelime gruplarının miktarları belirtilecek.
d) Kelimelerin Kur’an’da geçen veya geçmeyen Arapça kelimeler ile olan telaffuz ve manâ akrabalıkları ortaya konacak.
e) Kelimelerin diğer dünya dillerindeki kelimelerle olan yakınlıkları incelenecektir.
Tercümeler
Kur’an’ın Arapça kelimelerle Türk cümle yapısı içinde tercümesi yapılacak.
Kur’an’ın öz Türkçe ile tercümesine çalışılacak.
Kur’an’ın günümüz Türkçesi ile yapılan tercümeleri karşılaştırılacak.
Kur’an’ın dünyanın diğer dillere tercümesi yapılacak.
Kur’an’ın Yorumlanması
Kur’an her ilme göre ayrı ayrı baştan sonuna kadar yorumlanacak. Fıkha göre yorumlanması, Kelama göre yorumlanması, Ekonomiye göre yorumlanması, Astronomiye göre yorumlanması, Fiziğe göre yorumlanması, İlme ve Matematiğe göre yorumlanması.
Vakfın Gelirleri
a) Halkın bağışları
b) Satılan neşriyat
c) Yapılan reklam karşılıkları
d) İştiraklerin kira gelirleri
Bu gelirlerin beşte biri vakıf yöneticilerinin vakıf giderleri olarak harcanır. Kalan beşte dört bir hesapta toplanır. Buna “telif fonu” diyoruz. Telif fonu şöyle bölüşülür. Telif fonundan alacaklı olanlar fonlardaki meblağı bölüşürler. Paylarını aldıkları günde ne düşüyorsa onu alırlar. İsterlerse bekler, fonda daha fazla para toplandığında alırlar.
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 191. SEMİMER İstanbul, 04 Ocak 2003
YORUM - 22
YILBAŞI VE İSLÂMİYET
Hazreti Meryem havrada Zekeriya peygamberin himayesinde büyümüştür. Yusuf ile nişanlı iken Cebrail görünmüş ve ona bir oğul vermiştir. Yusuf karısına inanmış ve onu uzak diyara götürmüştür. Hazreti İsa doğmuş ve daha beşikte iken büyük insan gibi konuşmaya başlamıştır. Meryem ülkesine dönmüş ve halkının sataşmasına karşı cevap olarak ‘çocuğa sorun’ demiştir. Şaşıran Yahudi cemaati ondan sonra Meryem hakkında söz söylemekten vazgeçmişlerdir. Hazreti İsa büyümüş ve ölüleri diriltmek, hastaları iyileştirmek gibi mucizeler göstermiştir. 12 kişi ona inanmış ve İncil’i öğrenmişlerdir. Bu olay o kadar kesin olarak dünyaya yayılmıştır ki, bugün insanların yarısından çoğu bu olaya inanmakta ve Hazreti İsa’yı takdis etmektedir.
Kur’an bu olayı te’kit etmiş ve Müslümanlar da bu oluşa şüphelenmeden inanmaktadır. Kur’an’da başka bir haber daha verilmiştir: Sadece Hazreti İsa’nın doğuşu mucizedir. Başka peygamberler diğer bütün insanlar gibi anne-babanın eşleşmesinden doğmuştur. Sadece Hz. Adem ve Hz. İsa babasız doğmuştur.
Bugünkü ilimler erkekle birleşmeden de yavrunun doğabileceğini tesbit etmiştir. Bunlar tek kromozomludurlar. Oysa normal canlılar çift kromozomludur. Arıların bütün erkekleri tek kromozomludur. İnsanda X ve Y kromozomları vardır. Eğer X kromozomu çift olursa kadın olur. Eğer X ve Y kromozomu varsa erkek olur. Tek kromozomlu ise X kromozomlu olur. Yaşayabilir. Ancak görünüşü erkektir. Ama erkek çocuk yapamaz. Hazreti İsa da evlenmemiş ve çocuğu olmamıştır.
Kur’an başka bir haber daha vermektedir: “İsa’yı ve annesini bütün insanlara âyet yaptık.” denmektedir. Âyet, işaret demektir, başlangıç demektir. Bugün artık Milâdî Takvimi herkes kullanmaktadır. Tarihleri Hazreti İsa’nın doğuşu ile yapmaktadır. İslâm Âleminde, Çin’de ve Hint’te Milâdî Takvim kullanılmaktadır. Bu haber bir mucizedir. Hazreti İsa’nın doğuşunun neden mucize olduğu da buradan anlaşılmaktadır. Hicrî Takvim terk edilmiştir. Çünkü Allah takvimi “Milâdî Takvim” yapmıştır. Kur’an’da da bu bildirilmiştir.
İnsanın ömrü 100 yıldır. Uygarlıkların ömrü de 1000 yıldır. Tarih uygarlıkların doğup çökmesi ile yazılmıştır. Bu bin yıllık tarihlemede başlangıç yılları Hazreti İsa’nın doğumu ile sayılmaktadır. Milattan önce ve sonra hep 1000 yıllık periyotlarla gelişme oluşmuştur. Uygarlıklar böyle doğmuş, böyle batmıştır.
Hazreti Nuh MÖ 3000 yıllarında, Hazreti İbrahim MÖ 2000 yıllarında, Hazreti Davut MÖ 1000 yıllarında, Hazreti İsa Milatta, I. Kur’an Uygarlığı MS 1000 yıllarında ve II. Kur’an Uygarlığı MS 2000 yıllarında doğmuştur ve doğmaktadır. Bu arada Hazreti Musa ve Hazreti Muhammed uygarlığı hazırlamak için 300 - 400 yıl önce dünyaya gelmişlerdir. Gerek İbrani gerek İslâm uygarlıkları sonra doğmuştur. Uygarlıklar bin yılların başlarında doğmuştur. Peygamber olarak bunlar en önde peygamber oldukları halde, onların doğumları tarih başlangıcı yapılmamıştır.
Hazreti İbrahim “ilim”de, Hazreti Musa “şeriat”ta, Hazreti Davut “ekonomi”de ve Hazreti İsa “dinde laiklik”i getirmiştir. İnsanlığı “müsbet ilme” dayalı bir çağa hazırlamışlardır. Hazreti Muhammed ile uygarlıklar tamamlanmıştır. Artık “mucize dönemi” bitmiş, onun yerine “ilim dönemi” gelmiştir. Ne var ki, bunlar ayrı ayrı yerlerde ve çağlarda gerçekleşmiştir. Bunları bir arada sentez edip uygulama ise Hazreti Muhammed döneminde gerçekleşmiştir. Bu sebepledir ki Hazreti Muhammed’e eski peygamberler verilen “mucizeler” verilmemiş, onun mucizesi kalıcı mucize olan “Kur’an” olmuştur. Son mucizenin Hazreti İsa’nın doğumu olması nedeniyle tarih başlangıcı o zaman yapılmıştır.
Burada bir hususa daha işaret etmemiz gerekir. O da, doğum gününün fizikî bir başlangıcı olması gerekir.
Hazreti İsa’nın doğumu olan Ocak başlangıcı (2 Ocak günü) Dünya’nın Güneş’e en çok yaklaştığı gündür. Bu sebepledir ki kuzey yarım küresinin iklimi güney yarım küresinden daha mutedildir. Böylece Hazreti İsa’nın doğum günü başka bir mucizeye daha işaret etmektedir. Gerçi bu doğum gününde ihtilâf vardır. Ancak insanlığın ittifak ettiği gün 1 Ocak günüdür. Bu günü İslâm Âlemi de kutlar ama içki ile değil, ibadetle.
Şimdi İslâm Âlemi için bu tarihin ne anlam taşıdığını anlatalım.
Kur’an 610 yıllarında inmeye başlamıştır. 400 yıl başka uygarlıklardan uzak olarak kendi içinde gelişmiştir. Daha önce bilinmeyen bir ilimler ortaya çıkmıştır. “Kur’an’ın tesbit ve kıraat ilmi” ki, bu bir eseri bozulmadan gelecek nesle ulaştırma ilmidir. Sonra “Sünnet ilmi” doğmuştur ki, bu da rivayetlerin sağlıklı aktarılması ilmidir. Sonra “Fıkıh ilmi” doğmuştur ki, bu da delillere dayanarak sonuçları tesbittir; “ilmî metot” budur. Daha önceleri ilim yoktu, malumat ve felsefe vardı. Ondan sonra fıkhın dallanmasıyla “dil ilimleri” gelişmiş, “Arapça” tamamen “ilmî dil” olmuştur. 1000 yıllarında İslâmiyet’te hükümranlık Türklerin eline geçmiş ve İslâmiyet’te önemli gelişmeler oluşmuştur. Bunların başında geleni “Mezopotamya ilimleri”nin İran ve Hint yoluyla İslâm Uygarlığı içine girmesidir. İkincisi ise Yunan ve Süryaniler yoluyla “Yunan felsefesi”nin İslâm Uygarlığı’na girmesidir. Üçüncü olarak da Çin Budizmi yoluyla “mistisizm”in İslâmiyet’e girmesidir. Müslümanlar bunları ele almış ve Kur’an’ın süzgecinden geçirerek Kur’an’a uygun şekle sokmuşlardır. “Müsbet ilimler” doğmuş, “Kelam” ve “Tasavvuf” ilimleri gelişmiştir. Bu gelişmeler Avrupa’yı etkilemiş ve onlar da Kur’an’ın dışında bu ilimleri lâik düşünce içinde geliştirmişlerdir. Avrupa Uygarlığı demek, Kur’an’sız İslâmiyet demektir.
Kur’an’ın bildirdiklerine göre İslâm Uygarlığı yaşlanmış ve 20. yüzyılda ortadan kalkmıştır. 20. yüzyıl I. Kur’an/ IV. İslâm Uygarlığı’nın son asrıdır. 21. yüzyıl ise II. Kur’an/ V. İslâm Uygarlığı’nın doğduğu asırdır. İşte bu sebepledir ki “Milâdî Takvim”in bizim nezdimizde çok önemli bir yeri mevcuttur. 20. yüzyılın ilk yarısı İslâm Âlemi için bir yıkım asrı olmuştur. Dünyayı istilâ eden dinsiz Hıristiyanlar bütün dünyayı -bu arada İslâm ülkelerini de- hakimiyetleri altına almışlardır. Siyasette, ilimde, ekonomide ve dinsizlikte hâkim olmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış, onun yerinde kurulmuş bulunan Türkiye Cumhuriyeti de lâiklik adı altında dinsizliğe başlamıştır. Her halleriyle mağlup durumda olan Müslümanlar arasında çeşitli düşünceler ortaya çıkmıştır.
a) İslâmiyet’ten ümidini kesenler inançlarını kaybetmediler. Kıyametin yakın olduğunu, bu sebeple İslamiyet yenilmiştir diye düşündüler. Yakında kıyamet olacak ve mü’minler cennette toplanacaklardır.
b) Mehdi gelecek, Hz. İsa inecek, insanlığı küfür ve şirkten kurtaracaktır. Mağlubiyetin zahir olduğuna inanılar.
Bu iki grup ne Kur’an’ın anlattıklarından, ne de Avrupa Uygarlığı’ndan haberleri olmayan cahil kimselerdir.
c) İslâmiyet çökmüştür. Dinin dönemi geçmiştir. Bizim kuvvetli olmamız gerekmektedir. Avrupa’yı öğrenelim ve onları yenelim. Osmanlı siyaseti bu idi. Avrupa’yı yenmek için Avrupalı olma projesi. Mustafa Kemal de bu ekole mensuptur. Mustafa Kemal’in farkı; o İslâmiyet üzerindeki tartışmayı bir tarafa bırakarak, müsbet ilmi Avrupa’dan alıp sonra onunla Avrupalıların üstüne çıkmayı hedeflemiştir.
d) İslâmiyet ilerlemeye engeldir. Din olarak bâtıl da olsa, hak da olsa kalsın, ama dünya işlerine karıştırılmasın. Biz Avrupalı olalım, dinsiz uygarlık içinde gelişelim. Yaşlılar ölünce din kendiliğinden ortadan kalkar.
Bu iki grup İslâmiyet’ten ümitlerini kesmiş ve Batılı olarak varlığımızı sürdürmeyi hedeflemişlerdir.
Bugün galip olan zihniyet budur.
İslâmiyet’i bilen ve Batı’yı da anlayan insanlar vardır. Bunlar ise İslâmiyet içinde sorunları çözmeyi hedeflemişlerdir. Burada tartışılan nokta şu idi. Bunlara göre Avrupa Uygarlığı müsbet ilme dayanıyordu. Biz müsbet ilme dayalı olarak gelişeceğiz. Mustafa Kemal da bu görüştedir. Bunları da dört grupta toplayabiliriz.
a) Kur’an’ı bugünkü uygarlığa göre yorumlayıp çağın gereklerini yerine getirmemiz gerekir. Mesela Kur’an’daki çok evlilik kalkmalıdır. Kısas kalkmalıdır. Kol kesme kalkmalıdır.
b) İslâmiyet’i sadece din olarak almalı ve düzene ait olan hükümleri terk etmeliyiz. İslâmiyet sadece inanç ve ibadet olarak kalmalıdır.
c) Batı’nın buluşları Kur’an’ın açıklamalarına uyuyorsa almalıyız, yoksa uzak durmalıyız. İslâmiyet’e aykırı ilim olamaz.
d) Bizim benimsediğimiz son görüş ise; Kur’an’ı bugün ilimlerin verileri içinde yeniden ele anlamalıyız. Kur’an bugün bize ne söylüyor ise onu bulmalıyız. Kur’an Allah’ın sözüdür. Bugün nâzil olmuş gibi günceldir. İçtihatlarla sabit olan “fıkıh” ise o çağların ve onların sorunlarını çözmüştür. Kur’an’ı bugünkü müsbet ilmin verileri içinde anlamalıyız.
-Bunun için Kur’an’ı cahiliye (bedevi) dili ile anlamalıyız.
-Kur’an’ı Hz. Peygamber’in Sünnet metodu ile ona yüklenen yeni manâları ile anlamalıyız.
-Kur’an’ı anlamada ve bize intikal ettirmede müçtehitlerin geliştirdikleri usulleri öğrenmeliyiz.
-Nihayet, bugünkü insanlığın ulaştığı müsbet ilimlere göre Kur’an’ı tamamen yeniden yorumlamalıyız. Böylece “geleceğin uygarlığı”nı kurmalıyız.
İşte yılbaşının bizim için anlamı, çağın değişmekte olduğunu bildirmiş olmasıdır.
ADİL DÜZENCİLERE YILBAŞI MESAJIMIZ:
a) Uygarlıklar biner yıl içinde yaşarlar; Doğarlar, gelişirler, yaşlanırlar ve ölürler. Kur’an doğacak olan bütün uygarlıkların tek kaynağıdır.
b) Uygarlıkların sona ermeleri Hazreti İsa’nın doğuşu ile ayarlanmıştır. Bugün IV. İslâm/ I. Kur’an/ II. Bin Yıl Medeniyeti son bulmuştur. Şimdi V. İslâm/ II. Kur’an/ III. Bin Yıl Uygarlığı doğmaktadır. Bu yılbaşlarını bu kutsiyet içinde kutlamalıyız.
c) Her uygarlık iki medeniyetin sentezinden doğar. Yeni medeniyet Batı Uygarlığı ile İslâm Medeniyeti’nin sentezinden oluşacaktır. Bu sentez Kur’an’ın önderliğinde olacaktır.
d) Uygarlığı sentez edecek kavmi Allah seçer, yetiştirir; onlar da uygarlığı gerçekleştirir. II. Kur’an Uygarlığı’nı oluşturmak için Allah Türkiye’deki Türkleri seçmiştir. Her iki medeniyeti en iyi bilen ve sentez edecek olan ülke Türkiye’dir. Türkiye’deki inkılâplar Türkiye’yi bu senteze hazırlamıştır.
e) Sentez yapıp yeni uygarlık kuracak bir cemaata gerek vardır. Bu cemaat “Adil Düzen Cemaati”dir. Çünkü Kur’an’ı Batı’nın müsbet ilimleri ile anlamaya başlamışlar ve hâlen uygulamaktadırlar.
Bu anlayışı bir asırdır dünyada birçok âlim ve cemaatler benimsemişlerdir. Adım adım 21. yüzyıla gelinmiştir. Bu asır da bu adımları ileri götürecek gençleri beklemektedir.
Yeni nesillerin ve bütün insanlığın yeni yıllarını bu hedef içinde tebrik ediyoruz.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92