KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 192. SEMİNER İstanbul, 11 Ocak 2003
CÂSİYE SÛRESİ(45) 23. ÂYET TEFSİRİ
| SESLİ | SERT | SERT | YUMUŞAK | YUMUŞAK | SERT |
| | TİTREK | SÜREKSİZ | SÜREKLİ | SÜREKSİZ | SÜREKSİZ |
| | | | | H = ه | E= ء |
| | | G= ع | X= ح | | |
ARKA | | | Ğ= غ | P= خ | (Boğaz) | |
KAMARİYE | | | | | K= ك | Q= ق |
| I= ى | | Y= ي | | | C= ج |
| | | W= ض | Ş= ش | | |
ŞEMSİYE | | R=ر | J= ظ | | | Ö= ط |
| | L=ل | Z=ز | S= س | T= ت | D= د |
| A= ا | N= ن | Ü= ذ | Ç= ث | | |
ARKA DUDAK | U= | | V= و | F= ف | | |
ÖN DUDAK | | M= م | | | | B= ب |
بسم الله الرحمن الرحيم
أَفَرَأَيْتَ مَنْ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ وَأَضَلَّهُ اللَّهُ عَلَى عِلْمٍ وَخَتَمَ عَلَى سَمْعِهِ وَقَلْبِهِ وَجَعَلَ عَلَى بَصَرِهِ غِشَاوَةً فَمَنْ يَهْدِيهِ مِنْ بَعْدِ اللَّهِ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ (23)
EaFa =أَفَ “Ea” Soru harfidir. Türkçedeki “Mı” soru edatı gibidir. Arapçada iki soru harfi vardır: E ve Hel. E, kendisinden sonra gelen cümleyi olumsuz hâle getirir; yahut yapmadın, niye yapmadın anlamlarını taşır. Hel ise, tasdik etme anlamındadır. İyi ki yaptın anlamını taşır. Burada “Görmedin mi?” derken; “Gördün ya, işte bu böyledir. Sen yaşadığın dünyada böyle yapanları görürsün. Bunlar hevalarını ilâh ittihaz etmişlerdir. Onlara taparlar. Onların tanrısı zevk ve eğlenceleri, ihtiras ve kibirleridir.”
“Fa”, atıf harfidir. Bundan sonraki cümleyi bundan önceki cümleye bağlamaktadır. Bundan önceki âyetlerde; kötülük yapanlar kendilerini iyilerle bir tutacağımızı mı sanıyorlar anlamında âyetlerdir. Topluluğu ele alalım. Onların içinde topluluk için çalışan ve fedakâr olan insanlar olacak, yahut kötülük yapacak. Bunların ikisi aynı şeylerle karşılaşacaklardır. Elbet bu Kâinatı var eden, bu düzeni kuran Allah’ın düzenin gereği olarak yapıcılarla bozucuları bir tutmayacağı açıktır. Âhirete inanmayan iyilerle kötüler bir olmayacaktır. Bunlar orada bir tutulmayacaktır. Zaten dünyada da tutulmayacaktır. İyiler başarırlar. Kötüler ise yıkarlar, sonra kendileri de yıkılırlar. İyiler ev yapar ve o evlerde yaşarlar. Kötüler evleri yıkarlar ve kendileri de evsiz kalırlar. İyilerle kötüler bir değildir.
Kural olarak “Fa” harfi “E”den önce gelmelidir. Ancak söylenmesi zor olacağı için “Va Ea” yerine “EVa FaEa” gelir. Kolaylık için yapılan kalbdir. Böylece dilde harf sırasını değiştirme ile manâda yakınlık kaybolmaz. “Medh” ve “Hamd” böyle iki kelimedir.
“Fa” harfi atıf harflerindendir. Türkçedeki “P” harfine yakın manâsı vardır. “Gelip gitti” derken, gitmenin gelmesinden sonra olduğu ve hemen yapıldığını ifade eder. “Fa” harfinin özellikleri vardır:
a) Şart cümlesinden sonra ceza cümlesinin başında gelir. Hükmü, şart tekerrür ederse hüküm de tekerrür eder. Gelmezse bir defaya mahsus söylenmiş olur. “İn ci’ta ukrimuk/ Gelirsen ikram ederim” demektir. Ama bu bir defaya mahsus söylenmiş olur. “İn ci’ta Fa ukrimuk” dersen; “Her ne zaman gelirsen sana ikram ederim.” demek olur.
b) Bir cümleden sonra “Fa” ile açıklayıcı cümle gelirse genel kural konmuş olur. “Va” ile gelirse kıyasla genişletilir. Harfsiz gelirse sadece o olayı açıklamış olur. “Ahmet arabayı çok güzel sürüyor. Tecrübeli şoför arabayı güzel sürer. Bu sadece Ahmet için söz konusudur.” İkinci cümle “Va” ile gelirse, “Tecrübeli şoför Ahmet gibi akıllı olursa arabayı güzel sürer” demek olur. “Ahmet gibi olanlar güzel sürer” olur. “Fa” ile gelirse “Bütün tecrübeli şoförler arabayı güzel sürer.” manâsına gelir.
c) Bir iş diğerinden zaman içinde sonra olmuşsa ve bitişikse “Fa” harfi ile eklenir. Açıklama cümlesi olmaz. Sadece zamanda birlik sağlanmış olur.
d) Emir veya nehiy cümlesinden sonra gelirse şart ile açıklama hükümlerini ifade eder. Sorudan sonra gelen “Fa” genel olarak sorulmuş olur. “Efa lam teci?” ile “Fa hal teci?” arasındaki fark; “Sen hiç gelmeyecek misin?” “Fa hal teci? / Sen devamlı olarak gelmeyecek misin?” denmiş olur.
ََرَأَيْتَ Re’Y, görme ve oy sahibi olma demektir. Raye, bayrak gibi bir şeyi anlatmak için konan bezdir, bayraktır. Görmek demek, birinin anlatmak istediği şeyi işaretle anlamaktır. Sesle değil de işaretle anlamak demektir. İşitme kulakla söyleneni anlamaktır. “Basar” ile “Re’y” arasındaki fark; Re’y, karşı tarafın anlatmak istediğini görerek anlamadır. Basar ise, görünenlere hakim olarak genel olarak görmektir. İnsanlar başkalarına kendilerini göstermek için davranışta bulunurlar. Putperestliğin amacı kendilerini üstün yapmaktır. Allah’a inandıklarında insanlar eşit hâle gelirler. Her şey Allah’ındır. Mülkün mâliki O’dur. Dilediğine verir ve dilediğinden alır. İşte bu eşitlikten rahatsız olanlar Allah’tan başka tanrılar icad eder ve kendilerini başka insanlardan üstün yapma çabasına girerler. Bu davranışlar ve göstermelik saygı âyinleri hep bizim onları üstün görmemiz içindir. Bize ateizm mesajını vermek içindir. Onları sevdikleri için değil, Allah’a inanmadıklarını göstermek için putlara taparlar.
Buradaki “Te/ Sen” zamiri, Kur’an’ı okuyan Müslim ve mü’minlerdir. Müslim, Kur’an’ın Allah sözü olması ihtimali olduğuna inanıp ona göre Kur’an’ı öğrenmeye başlayan kimsedir. Mü’minler ise Kur’an’ın Allah sözü olduğuna inanmış olan kimselerdir. Mü’minler Müslimlere hitap ederek onlara; “Gerçekleri görmüyorsunuz. Artık siz de mü’min olun” demektedir. Henüz kalblerine iman girmemiş olanlara imanı bu tür âyetler sokacaktır.
مَنْ اتَّخَذَ “MaN EıtTaPaÜa” İttihaz eden, edinen demektir. Buradaki “Men” Türkçedeki “En” takısıdır. Arapçada bu dört şekilde söylenir: “eLmüttahız, Müttahızun, Ellezi ittahaza, Man ittahaza” şeklinde söylenir. Türkçede bu dört söyleniş tektir. İttihaz eden. Bunlar arasındaki farkı bilmek “yorum ilmi” için şarttır. Bunlar arasındaki farkı bilmek için Türkçede açık olmayan marife ve nekire, belirli veya belirsiz olarak düşünülür. “Evime gittim” dediğim zaman, burada “ev” bilinen evdir. Oysa, “Ben bir ev kiralamak istiyorum” dersem, burada “ev” belirsizdir.
Fail ve fiil belirli ise Ellazi ittahaza
Fail belirli fiil belirsiz ise Man ittahaza
Fail belirsiz fiil belirli ise Man ittahaza
Fail ve fiil belirsiz ise Müttahizun deriz.
Burada “Man ittahaza”nın anlamı şudur. İttihaz eden kimse belirsizdir. Değişik kimseler ittihaz ediyorlar, ama ittihaz etme belirlidir. Yani putperestlik hep aynıdır. Bilinendir. Yani, Mısır’da Firavun’a tapanlarla Nazilerde Hitler’e tapma, müşriklerin heykellere tapması ile Hinduların ineklere tapması aynıdır. Daha da ileri giderek insanların paraya tapması, servete tapması, köşklere tapması, makamlara tapması hep aynıdır. Allah bize burada bir şey anlatıyor. O halde putperestliğin temeli hevasını ittihaz etmedir. Diğeri putperestlik olsa bile bu âyette kastedilen putperestlik bir tür bilinen putperestliktir. O da nefsini ilâh ittihaz etmektir. Yani, nefsinin isteklerine koşmaktır.
إِلَهَهُ “İlâhını heva ittihaz etti.” İlâh, tanrı demektir. İnsan demek, sebep-sonuç ilişkilerini kuran varlık demektir. İnsana göre her olayın bir sebebi vardır. Yoktan hiçbir şey varolmaz. Varolan da yok olmaz. Eğer bir değişme varsa onu var eden biri de vardır. Bu çocuk için de böyledir. Arkadan vurursun, geri bakar; “Ne vuruyorsun?” der. “Ben vurmadım!” desen de o inanmaz. Madem ki biri kendisine vurmuşsa, o anda orada başka biri de yoksa sen vurmuşsundur. İnsan bakıyor, çevrede hep değişiklik oluyor. Gece oluyor - gündüz oluyor, yaz oluyor - kış oluyor, canlılar var oluyorlar - yok oluyorlar. O halde bunların bir yaratıcısı vardır. İşte buna “ilâh” diyorlar. İlâh kavramı, güneş gibi, dağ gibi, anne gibi, güçlü hayvan veya yararlı hayvan gibi kavramlarla izah ediliyor. Yani, ona benzetilerek ifade ediliyor. ELÂ, nimet anlamındadır. Nimet olarak bir meyveyi, bir bitkiyi düşünebiliriz.
“Kendi ilâhını” demekle, insan tanrıyı düşünürken kendisini var eden, kendisini besleyen, zorluk içinde iken ona yardım eden bir varlık olarak kavrar. Tanrıyı kendi yanında olan ve diğer varlıklara karşı ona yardım eden bir varlık olarak düşünür. Gerçekten Allah herkesin yanındadır ve onu çevresine karşı korumaktadır. Biz kendimizi Allah’a yakın hissederiz. Allah’ın da bizimle beraber olduğunu kabul ederiz. Elbette Allah herkesin Rabb’idir. Onun yanındadır. Ama bizim için bizim yanımızdadır. Allah nasıl her yerde varsa ama mekanı yoksa, Allah hepimizin yanındadır, çok değildir. “İlâhını” sözü ile Allah insandaki kendisini imtiyazlı görmesini anlatmak için söylemektedir.
هَوَاهُ Hava, düz yerdir. Aslı “Havn”dir. “N” düşmüştür. Yerine “Y” gelmiştir. Çevremizdeki boşluk gibi görünendir. Aldığımız nefes ve rüzgar onun boş şey olmadığını göstermektedir. “İnsanın havası” demek, insanın alıp verdiği nefesi demektir. Mecazi manâda da insanın istekleridir, arzularıdır. İnsanda birtakım rûhi melekeler vardır. Bu melekelerin bir kısmı onun ve cemiyetin iyiliğine olan isteklerdir. Buna “iştiha” denmektedir. Bir kısmı da kendisinin ve diğer insanların kötülüğünedir. Ona da “heva” denmektedir. Hevayı insan ruhiyatı ile adlandırmaya çalışalım.
Ruh geleceğini düşünür, iyiliğini ister. İnsanın hevası ise her şeyin şimdi hemen olmasını ister.
Beden yararlı yaşamayı ister; hevası ise bu dünyada ölmemeyi ister.
Hayat sağlığı ister; hevası eğlenceyi ister.
Nefis ihtiyaçları tesbit eder; hevası hislerin tatminini ister.
Fikir doğruyu tesbit eder; hevası yalanla kandırmak ister.
His iyilikleri tesbit eder; hevası kötülüklere sürükler. (Varlık, denge, çokluk, ilerilik iyiliktir. Yokluk, azlık, bozukluk ve gerilik kötülüktür.)
İrade yararlıyı yapar; hevası zararlıyı yapar.
Ünsiyet adaleti gerçekleştirmektir; hevası zulümdür.
Arzu ihtiyaçların giderilmesidir; hevası zevklerin tatminidir. (Çocuk yapma yerine şehveti tatmin.)
Muhakeme ihtiyaçların nasıl giderilmesini belirlemektir, hevası duygusallıktır.
Çalışma üretmek içindir; hevası nefsi için kazanmasıdır.
Görüşme uzlaşmak içindir; hevası kandırması içindir.
Zevk iyiliği desteklemedir; hevası kötülüğü desteklemedir. (İçkiden zevk almak.)
Şuur kişiliğin görüntüsüdür; hevası üstünlük iddiasıdır.
Zekâ beyni iyilik için kullanmadır; hevası kötülük için kullanılmasıdır.
Muhavere gerçekleri ortaya çıkarır; hevası karşıyı yenme çabasıdır.
Duyumlar dışarıyı algılamadır; hevası hisleri okşamadır.
Hafıza geçmişi saklamaktır; hevası vehimdir ve yalanı gerçek kılmaktır.
Hareket yararlıyı yapmaktır; hevası boş harekettir. (Çalışma yerine spor yapmak)
Konuşma meramın anlatılmasıdır; hevası meramda yanıltmaktır.
Karar alternatiflerin tercihidir; hevası tereddüttür.
Refleks acil sorunları çözmedir; hevası düşüncesizliktir.
İtaat birliğin sağlanmasıdır; hevası dalkavukluktur.
Emretme işleri yürütmek içindir; hevası söz geçirme isteğidir.
İnsanın takva içinde yaşaması için Allah’a inanması ve ondan yardım istemesi gerekmektedir. Oysa insanlar kendi hevalarına uyacak kimseleri tanrı yaparlar ve ilâhlarını heva kılarlar. Edebiyatta buna kalb sanatı olarak yer verilir. “Tarlayı bahçe yaptı” yerine “bahçeyi tarla yaptı” anlamı da verilir. Yani, ilâhını basitleştirip hevaya döndürdü anlamı çıkar.
وَأَضَلَّه اللَّهُ “Allah onu idlâl eder. / Allah onu şaşırtır.” Şaşırmak demek, ne yapacağını bilmemek demektir. Yahut doğru yoldayım sandığı halde yanlış yolda olmaktır. Dalâl, sık ormanlıktır. Çevreyi görememek dalâlettir. İzi kaybetmedir. “Va” harfi ile bağlanmıştır. İnsan ilâhını hevası olarak edinmiştir ve Allah da onu şaşırtmıştır. Burada şaşırtma ile hevasına uyma birbirinden farklıdır ama birbirine bağlıdır. Birlikte hem şaşırmıştır hem de hevasına uymaktadır. Yani o hevasını bile elde edememektedir. Zina yapan evlenenden daha çok zevk aldığını sanır, ama sonra acısını duyar. İçki içen zevk alıyorum sanır, ama sonra zararını görmeye başlar. Dolayısıyla Allah onu şaşırtmıştır. Yani, heva sahibi hedefine de ulaşamamıştır. Allah heva sahiplerini başarıya ulaştırmamıştır. Allah’ın kötü olanları bu dünya hayatında da hedeflerine ulaştırmadığı ifade edilmektedir. Allah’ın idlâli sünnetullahın hevada muvaffak olamayışıdır.
عَلَى عِلْمٍ “İlim üzerinde şaşırtmıştır.” Burada dört şeyden bahsetmektedir. Sem’, kalb, basar ve ilim. İnsanın istediği yere varabilmesi için dört melekeye sahip olduğu bildiriliyor: İşitmek, görmek, kalb ve ilim. İlimde şaşırtma, işitme ve duymada mühürleme, gözde perde tabirlerini kullanmıştır. Bu aynı zamanda İslâmiyet’te kabul edilen dört delili ifade ediyor: Kitap, Sünnet, icma ve kıyas. Basar “kitap” olur, çünkü onunla okunur. Sünnet “sem’” olur, çünkü onunla duyulur. Kalb ise “ilham” ve “icma” olmalıdır. İlim ise “kıyas”tır. Kıyasta şaşırtmıştır denmektedir. İlim bilinenlerden bilinmeyenlere gitmedir. Benzerleri bir illette toplayıp illet varsa sonuç da vardır demek kıyas olur. Biz bütün bilgileri kıyasla elde ederiz. İslâmiyet’ten önce sadece “tümden gelim metodu” vardı. Kur’an’dan sonra “tüme varım metodu” getirilmiştir. Bugün insanlığın ulaştığı ilmî seviye tüme varım metodu sayesinde olmuştur. Yunanlılar tümden gelim metodunu kullanmış ve hata olmayacağını iddia etmişlerdir. Bu âyet “ilimde onları şaşırtmıştır” demesiyle tümden gelimde hata olacağına işaret etmektedir. Kıyasta hata yapmamak için kontrol mekanizmasına ihtiyaç vardır. Çelişki olmamalıdır. İcma ile sabit olanlara muhalif olmamalıdır, İmkânsız olmamalıdır. Sonra da sonuçlar yararlı olmalıdır. İlim amelî olmalıdır.
وَخَتَمَ عَلَى سَمْعِهِ “Ve sam’i üzerine hatm etmiştir.” Hatem, mühür demektir, son demektir. Mühürlemek demek, artık daha başka bir şey onlara ilâve edilemez demektir. Yeni bir şey duymazlar demektir. Hevasına tâbi olan kimseler söylenenlere kulak vermezler. Ne söylersen söyle onlara fayda vermez. Burada dört melekeyi “Va” harfi ile atfetmiştir. Bunun anlamı; Kitap, Sünnet, icma ve kıyas birbirinden farklıdır, ancak hepsinin birden değerlendirilmesidir. İçtihat bütün delillerin değerlendirilmesi ile olur. İlim ise bir kuralın geçerli olduğu yerleri tesbit eder.
وَقَلْبِهِ “Ve kalbini mühürlemiştir.” Kalbi sözünü sam’ sözüne bağlamıştır. Mühürleme olarak kullanmıştır. Kalb, merkez demektir, pompa demektir. İnsanda iki kalb vardır. Biri göğsün içindedir ve kanı dolaştırır. Beyinde yani kulağa yakın olan kalb ise elektrikî devrelere ait santraldir. Telefon merkezidir. Burada “Alâ” harfi ile teyit etmeden kalbi kulağa atfetmesi mühürlemede sıkı bir bağıntıdır. Kulak nasıl insana diğer insanların bildirilerini naklediyorsa, kalb de başka bir yerden gelen bilgileri veriyor. Demek ki insana kulak dışında da bilgiler gelmektedir. Rüya böyledir. Sezi böyledir. Aklına gelme böyledir. Bir metni anlama da böyledir. Bunlar insana kaynağı görünmeyen, gaipten gelen haberlerdir. Hata ihtimali fazladır. Bu sebepledir ki, ilham başkalarına delil değildir denmektedir. İcma için önemli kural buradan istidlâl edilmektedir. Delile dayanmaksızın yapılan icmalar da delil midir? Bu âyet bize gösteriyor ki, seziler ayrı ayrı kesin değildir ama eğer herkes aynı şeyi delilsiz de olsa hissediyorsa o da delil teşkil eder. Kur’an sûrelerinin sırası delile dayanmaksızın oluşan icmadır. Yani, deliller bize intikal etmemiştir. İcma ile sabit olarak kesindir. O halde Kur’an’da bir değişiklik yapamayız. Hareke de böyledir. Kimse bunun şeriata aykırı olduğunu söyleyemez. Öğle namazı dört rekattır. Bu konuda icma vardır. Biz üç rekat yapamayız.
وَجَعَلَ عَلَى بَصَرِهِ غِشَاوَةً “Ve basarına ğişave konmuştur.” Basar, gözdür. Ayn da gözdür. Basar bütün göz yuvarlığıdır. Hatta iki gözün birden adıdır. Ayn ise pınar demektir. Sadece göz bebeği taşıyan yerdir. “Ayneyn” denir de “basareyn” denmez. Re’yetmek, bir yeri derinlemesine kavramadır. Basar ise manzarayı birlikte görmektedir. Re’y, bir sorunu çözme işidir. Basar, genel kurallarla sonuca varmaktır. Ayn âmâ olur, kör olur. Oysa basar üzerine perde geçer. Âmâ perdesini alabilir, mührü sökebilir. Onun için kör eder, kâfir eder demiyor. İnsan her zaman kendisi isterse kurtarabilir. Ğişave örtüdür.
İlimde dalâlet. Bilinmeyenler bir orman gibidir. Orada bir hedefe ulaşmak için belli yolun takip edilmesi gerekir. Bu yol da bilinenlerden bilinmeyene doğru gitme ile olmaktadır. Buna benzetme veya kıyas denmektedir. Allah benzeyen şeylere aynı özelliği vermiştir. Biz birinde bir şey bilirsek diğerinde de benzeri olduğunu biliriz. “Dün saat sekizde akşam oldu. Bugün de saat sekizde akşam olacak.” deriz. Burada hata dalâlettir. Benzeri bulamama, yanlış benzeri seçmedir. Allah, ilâhını heva ittihaz etmiş, tanrısını kendi heva ve hevesinden ibaret sanmış olan kimseleri şaşırtır. Onlar yanlış muhakeme yaparlar.
Sem’ üzerine ğişavet. Kulakları üzerine örtü örtmüştürler ve dıştan gelen sesleri duymazlar, söz dinlemezler. İnsan için en büyük kaynak başkalarının bilgilerinden yararlanmadır. Bu da insanların belleklerini dil ile aktarmalarıdır. Yeni şeyleri duymak istemeyenler hevasına uyan kimselerdir.
Kalbinde ğişavet vardır. Sezilerden, ilhamlardan, icmalardan yararlanmazlar. Birçok şeyler vardır ki deneyle bilinemez. Öldükten sonra yaşamanın denemesi yapılamamaktadır. Kıyas yapılabilmekte ve sezi ile icmaa varan kesinlikle bilinmektedir. Herkes yaşamak istiyor, herkes ölülerine saygı gösteriyor, herkes çocuklarına miras bırakma çabasında. Eğer yok olup gideceksek bu çabalar neden?
Basarında ğişave vardır. Görüşleri perdelenmiştir. Çevreyi göremiyorlar, yazıları okuyamıyorlar.
فَمَنْ يَهْدِيهِ مِنْ بَعْدِ اللَّه “Allah’tan sonra ona hidayet edecek kim vardır?” İlâhını heva ittihaz eden kimseyi Allah şaşırtmıştır. Allah onu kör, sağır ve düşünmez yapmıştır. İlâhi kanunlar böyle konmuştur. Böyle olan kimseyi bu durumu onu doğru yola götürmez. O gerçekleri duyamaz, olacakları göremez ve içten iyi şeyler algılayamaz. Bir başkasının onu doğru yola götürmesi mümkün değildir.
Siz seversiniz, kurtulmasını istersiniz, onun için çabalarsınız. Hz. İbrahim babası için öyle yaptı, Hz. Nuh oğlu için öyle yaptı, Hz. Muhammed amcası için öyle yaptı. Ama bu yaptıkları çare olmadı. Sizin için de durum budur. İslâmiyet’e karşı olanlar, Hakka karşı olanlar, şeriata karşı olanlar, “Adil Düzen”e karşı olanlar böyledir. Onlar cahil, kör, sağır ve düşüncesizdirler. Çünkü onlar ilâhlarını kendilerine heva yapmışlardır. Gerçeklere uyma yerine modalara uymayı esas almışlardır. Çağdaşlık hastalığına tutulmuşlardır. Avrupa Birliği hastalığına tutulmuşlardır.
“Avrupa değerleri” veya “Batı değerleri” diyorlar! Bir tek cümleleri var mıdır ki; Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da olmasın da onlar söylemiş olsun? Var! İdamı kaldırmak! İdamı kaldıracaksınız ve eşkıyalar insanları rahatça öldürecekler ama devlet onlara dokunmayacak! Savaşta bile öldürmeyecek! Oysa, devlet öldürmelerin önüne geçmek için ve öldüreni öldürmek için vardır. Ancak Türklerin söyleyeceği bir şey vardır. Gelin, müsbet ilmin dediklerine uyalım. İlmin verilerini dinleyelim. Tarihi okuyalım. İstatistikler yapalım. Bunlar ne söylerse onu yapalım.
Yok, falanın söylediklerini yapalım! Yok, şu toplulukların yaptıklarını yapalım! İşte şirk budur. Biz kimseye Kur’an’ın dediklerini yapalım demiyoruz. Bütün söylenenlere kulak berelim, son olarak aklın ve ilmin verilerine uyarak en iyisini yapalım diyoruz. Onlar ise; “Bizim dediklerimizi yapın!” yahut “Avrupa’nın dediklerini yapın!” diyorlar. Çağdaşlık havalelerini veya nöbetlerini geçiriyorlar. Çağ yerinde durmuyor. Her gün geride kalıyor ve ilerilik devam ediyor. İlerilik sadece ve sadece ilmin verileri ile sağlanıyor.
أَفَلَا تَذَكَّرُونَ“Anlamıyor musunuz? / Tezekkür etmiyor musunuz?”
Bu kadar basit şeye neden aklınız ermiyor?
Avrupa değerleri nedir? Faizle dünyayı sömürme değil mi? Zengini daha çok zengin etme değil mi? Bugün Türkiye’de olanlar hep o değerlerin sonucu değil mi?
Avrupa değerleri nedir? Fuhuş değil mi? Nüfusu azalmaya başlamış ve çökmekte olan ülkeler değil mi? AİDS ile dünyayı o değerlerle tehdit etmiyor mu? Savaşlar onun mahsulü değil mi? Sınıflaşma ve sefalet onun eseri değil mi? “Avrupa” demek, ilâhını heva ittihaz etmiş bir topluluk demektir.
Bu anlattıklarımızla Avrupa’da iyi şeyler yoktur, bütün Avrupalılar hep böyledir anlaşılmamalıdır. Elbette Avrupa büyük uygarlıktır. İnsanlığa hizmet etmiştir. Elbette onlardan yararlanacağız. İyilikte onlarla bir olacağız. Ama biz onların kötülüklerini ve hastalıklarını kabul etmeyecek ve onlarla birlikte boğulmayacağız.
Bu âyet bize doğru yolu bulmanın dört anahtarını vermektedir: Benzetme, dinleme, düşünme ve görme. Yani deney, yani tecrübe. Batı “deney çağı” diye kendisine pay çıkarıyor. Kur’an ve İslâm Uygarlığı onların hocası değil mi? Kur’an ve İslâm Uygarlığı olmasaydı, Batı Uygarlığı olur muydu?
23- Tanrısını eğlence edinen ve Allah’ın onu bilim üzerinde şaşırttığı, işitmesini ve düşünmesini dalgaladığı ve görüşlerine örtü koyduğu kimseyi görmedin mi? Allah’ın arkasında ona yol gösterecek kimdir? Anlamıyor musunuz?
23- İlâhını hevası olarak ittihaz eden ve Allah’ın onu ilm üzerinde idlâl ettiği, sem’i ve basarı üzerine hatm ettiği ve basarına ğişave ca’lettiği kimseyi re’y etmedin mi? Allah’ın ba’dinde ona kim hidayet edecektir? Tezekkür etmiyor musunuz?”
الهنى هواسى اولرق اتخاذ ادن واللهن انو علم اوزرنده اضلال اتدغى سمعى و بصرى اوزرنى ختم اتدغى و بصرنه غشاوة جعل اتدغى كمسه يى رئي اتمه دنمى اللهن بعدنده اونه كم هداية ادجقدر تذكر اتميورمسنز
أَفَرَأَيْتَ مَنْ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ وَأَضَلَّهُ اللَّهُ عَلَى عِلْمٍ وَخَتَمَ عَلَى سَمْعِهِ وَقَلْبِهِ وَجَعَلَ عَلَى بَصَرِهِ غِشَاوَةً فَمَنْ يَهْدِيهِ مِنْ بَعْدِ اللَّهِ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ (23)
Ea FaRaEaYTa MaN EıtTaPaÜa EıLAyHAvHu HaVAyHu Va EaWalLAHu elLAHu GaLAv GıLMın Va PaTaMa GaLAv SaMGıHı Va RaLBıHı Va CaGaLa GaLAy BaÖaRıHı ĞıŞAVatun FaMaN YaHDıHIy MıN BaGDı elLAHı EaFaLAv TaÜakKaRUvNa
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 192. SEMİNER İstanbul, 11 Ocak 2003
YORUM – 23
Resmi Emlakçilik Kanunu Önerisi Üzerine Bir Çalışma
Kurullar:
Madde 1- Türkiye’de mevcut tüm taşınmazların alınıp satılmasını düzenlemek üzere Resmi Emlakçılık Teşkilatı kurulmuştur. Teşkilatın merkezde Emlak Yüksek Kurulu, bölgelerde Bölge Emlak Kurulu, ilçelerde İlçe Resmi Emlakçileri bulunur. Yüksek Emlak Kurulu üyesi olabilmek için akademik kariyer, Bölge Emlak Kurulu üyesi olabilmek için yüksek öğrenim ve ilçede Resmî Emlakçi olabilmek için de orta öğrenimi tamamlamış olmak gerekir. Bu kanuna göre emlakçiliği ancak bunlar yapabilir. Emlakçılık serbesttir.
Emlakçiler:
Madde 2- Türkiye’de Samsun, Bursa, Tekirdağ, İzmir, Adana, Diyarbakır, Van, Erzurum, Kayseri, Konya, Ankara ve Afyon illerinde birer Emlak Bölge Kurulu oluşturulur. Nüfusu 30.000 ile 100.000 arasında olan ilçe merkezleri veya beldelerinde “Resmî Emlakçiler” atanır. Merkez ve Bölge Kurul üyelerini ve ilçelerdeki emlakçileri, son genel seçime katılan partiler atarlar. Her %5 oy için Emlak Yüksek Kurulu ve Bölge Emlak Kurulu’na birer üye; ilçelerde de o seçim çevresinde %5 oy alan partilerin ilçe örgütleri her %5 oy için bir komisyoncuyu atarlar. Merkez ve Bölge Kurullarının başkanları ile ilçelerdeki Hazineyi temsil eden emlak sorumlularını, Maliye Bakanlığı atar ve görevden alabilir.
İlçe İmar Senedi Kredisi:
Madde 3- Emlak Yüksek Kurulu, ülke için vasat bir resmi ücreti belirler. Bu ücret sadece resmi emlak alış ve satışlarında ve inşaatlarda geçerlidir. Bölge İmar Kurulları tarafından her ilçe için resmî ücretle adlandırılmış bir imar senedi çıkarılır. Bu senetler ilçelerde inşaat yapan müteahhitlere kredi olarak verilir ve müteahhitler bu senetler ile inşaat malzemesini alırlar ve işçileri resmî ücret ile çalıştırarak inşaat yaparlar. Bu yapıları ilçe imar senedi ile satarlar. Resmî emlakçilere de ilçe imar senedi kredi olarak verilir ve emlakçiler bu kredi ile taşınmazları peşin para ile alıp satarlar. Taşınmazların değerleri komisyoncu ile satıcı arasında serbest pazarlıkla belirlenir. Komisyoncu aldığı bedelle satar. %2,5 komisyon alır. Faizsiz olarak verilen ilçe imar senedi kredisi ile alış ve satışlara devam ederler.
Kamu Topraklarının Satılması:
Madde 4- İlçe veya belde sınırları içinde bulunan kamuya ait bütün taşınmazın her parseline veya parselin bir kısmına her komisyoncu kendisine verilen kredi ile talip olabilir. Parselin adını ve koordinatlarını yazarak ilçe emlak sorumlusuna verir. İlçe emlak sorumlusu, bu parselleri bütün komisyonculara dağıtarak talip olanlardan değerini bildirmelerini ister. En fazla değer verene ilçe emlak sorumlusu o yeri satmış olur. Komisyoncular kredi karşılığı aldıkları yerleri her zaman iade edip başka taşınmazı alabilirler.
İlçe İmar Senedinin TL Değeri:
Madde 5- Bankalara da satmak amacıyla imar senedi kredi olarak verilir. Komisyoncuların elinde satılmak üzere bulunan tüm taşınmazlar kamu taşınmazları kabul edilir. Komisyoncularca satışa sunulmayan taşınmazlar kamu taşınmazı sayılmazlar. Kamu taşınmazlarının toplam değeri kadar imar senedinin 1/5’i bankalara verilir. Bankalar senetleri nakitle satarlar ve bu nakdi faizsiz olarak kullanırlar. Banka imar senetlerini aynı günde aynı fiyatla alır ve satar. Senetlerin günlük fiyatları kasa mevcutları ile bilgisayarca tespit edilir. Bütün emlakçiler o fiyatla alıp satarlar.
İlçe İmar Senedinin Fiyatı:
Madde 6- İmar senedinin fiyatı bankalara verilen kredi ile banka kasalarında satılmamış senetlerin %’desi ile belirlenir. Fiyat, banka şubelerinde senetlerin yarısının satılmamış olarak kalması ile tesbit edilir. Bankalardaki dengedeki senetlerin miktarı yer yıl yeniden belirlenir. Bu miktar, halkta bulunan senetlerin 1/4’ü kadar olmalıdır.
Kamu Taşınmazlarının Satışları:
Madde 7- İlçe İmar Senedinin TL cinsinden değeri düşürülürse kamu toprakları satılır ve ilçeden nakit çekilmiş olur. İlçe imar senedinin fiyatı yükseltilirse taşınmazlar devletçe alınmış olur ve nakit ilçeye zerk edilmiş olur.
Türkiye İmar Senedi:
Madde 8- İlçelerin imar senetlerini alıp satmak üzere Türkiye İmar Senedi çıkarılır. Merkez Bankası’nca ilçe imar senetleri, ülke imar senedi ile alınıp satılır. Ülke imar senedi bütün bankalarca Merkez Bankası’nın TL cinsinden belirlediği fiyatla alınıp satılır. Bu senetlerin TL cinsinden fiyatı, tüm Türkiye bankalarının kasalarındaki satılmış ve satılmamış ülke imar senedi miktarları ile hesaplanır.
Ülke Kamu Topraklarının Satılması:
Madde 9- Ülke imar senedinin TL değeri düşürüldüğünde kamu toprakları halka intikal etmiş ve ülkeden nakit çekilmiş olur. Ülke imar senedinin fiyatı yükseltildiğinde halkın elindeki topraklar komisyoncular tarafından satın alınmış ve topraklar kamuya intikal etmekle de piyasaya TL sürülmüş olur. Bu işlemlerde daima halkın eline geçen nakit kadar komisyoncularda satılacak taşınmazlar olacağından enflasyon olmaz.
Resmi Emlakçılık Teşkilatının Yönetimi:
Madde 10- Teşkilat, Emlak Yüksek Kurulu’nun çıkaracağı yönetmeliklerle yönetilir. Bununla ilgili mevzuat Kurul Üyeleri tarafından hazırlanarak ilgili yerlere sunulur. Teşkilat içinde her türlü anlaşmazlık ve denetim, hakemler kurulunca yapılır. Taraflardan biri bir, diğeri bir hakem seçer, iki hakem de baş hakemi seçerler. Hakem kararları Yargıtay’da temyiz edilir. Onaylanmayan kararlar yeniden başka hakemlerce çözülür.
Kamu taşınmazlarının değerlendirilmesi için imar plan ve projelerini yaptırmakla teşkilat yetkilidir. Projeleri onaylama mercileri arasında çıkacak ihtilaflar da hakemler yoluyla çözülür.
EMLAK KANUNU GEREKÇESİ
Türkiye’de her ailenin 10.000 dolar borcu vardır. Bu borçların faiz maliyeti %15 civarındadır. Her aile yılda 1.500 dolar faiz ödemektedir. Türkiye’de bir ailenin yıllık geliri 4.500 dolar kabul edilirse, demek ki, gelirin üçte birini faiz olarak ödemek ve ayda 300 dolarla geçinmek durumundadır. Eğer işsizlik %50’yi aşarsa bu faizi ödeyemez. Yeniden borçlanmazsa bile sadece faizler o ülkeyi çökertir.
%15 faiz ile 15 sene sonra 10.000 dolar borç 100.000 dolar olacaktır. O zaman herkes ayda 1.000 dolardan fazla faiz ödemek zorunda kalacaktır. Bu durumda “Duyun-u Umumiye” döneminde olduğu gibi Türkiye’nin II. Sevr ile karşı karşıya kalması kaçınılmaz olacaktır. Türkiye’de ortalama her ailenin bir evi var, bunu 25.000 dolar kabul edelim. 25.000 dolarlık da iş yeri olsun. Demek aile başına mülkümüz 50.000 dolardır, ama 15 yıl sonra borcumuz 100.000 dolar olacaktır. Yani ceketimizi alıp “Türkiye sizin olsun!” desek “Olmaz!” derler; “Türkiye borcunuzun sadece yarısını karşılıyor. Bir Türkiye daha bulup verin!” derler.
Türkiye varlığını sürdürmek istiyorsa, en kısa zamanda dış borçlarını tasfiye etmek zorundadır. Borçlarını tasfiye etmek için de işsizliği ortadan kaldırıp herkesi günde en az 10 saat çalıştırmak gerekir. Bunun için Türkiye’de önce taşınmazların hareketi başlayabilmelidir. Taşınmazlar muattal durmamalıdır. Taşınmazlar likidite kazanmalıdır. Bu mülkiyet zedelenmeden liberal bir ekonomi sisteminde sağlanmalıdır. Kimsenin elinden mülkü zorla alınmamalıdır. Bunu gerçekleştirmek amacıyla bu Emlak Kanunu çıkarılmıştır.
Emlak Kanunu’nun temeli devletin kendisinde bulunan taşınmazları isteyenlere belirlediği değerle satmasıdır. İsteyenin de gerçek değeri ile satın almasıdır. Böylece herkes istediği zaman mülkünü nakde çevirebilecektir. Kendisine gereken mülk varsa istediği zaman devlet de satın alabilecektir. Taşınmazlar böylece sermaye olabilecektir. Bütün bunlar serbest rekabet sistemi içinde gerçekleşmelidir.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 192. SEMİNER İstanbul, 11 Ocak 2003
YORUM - 23
Ö N E R İ Ö Z E T İ
Türkiye komadadır.
Ayrıca dış sorunları vardır.
İç sorunları çözmeden dış sorunlar çözülemez.
Türkiye dört sorununu çözebilirse komadan çıkabilir:
1) Medya mensupları ve sanatçılar serbest hâle gelmelidir.
2) Yargı tarafsız, bağımsız, etkin ve saygın hâle getirilmelidir.
3) İşsiz bir kişi bile kalmamalıdır.
4) Bir dolar borcu olmamalıdır.
Adil Düzene göre;
1) Siyasi partilere “ödenek” ayrılmalı, yazar ve sanatçılar partilerce finanse edilmelidir.
2) Yargıda dıştan soruşturma ve hakemlik sistemi getirilmelidir.
3) İşçilerin ücretleri devletçe ödenmeli, işverenler borçlandırılmalıdır.
4) Dış borç iç borca, mal borcuna, ortaklığa, faizsiz mevduata çevrilmelidir.
“Adil Düzen Ekibi”ne görev verilirse;
1) Üç ayda “işsizlik sorunu” ve bu sayede Türkiye’de işsiz bir kişi bile kalmaz.
2) Altı ayda “yargı” tarafsız, bağımsız, etkin ve saygın hâle getirilebilir.
3) Bir yılda “yazar ve sanatçılar” serbest hâle getirilebilir.
4) İki yılda “dış borçlar” biter ve Türkiye rahatlar.
Bunların başarılabilmesi için;
1- “Devlet Başkanı” asker olmalıdır.
2- “Millî Mutabakat Hükümeti” kurulmalıdır.
3- “Ordu” doğrudan Devlet Başkanına bağlanmalıdır.
4- DPT “Meclis”e bağlanmalı ve “mevzuat”ı o çıkarmalıdır.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 192. SEMİNER İstanbul, 11 Ocak 2003
YORUM - 23
MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞINA TEKLİF
(Milli Eğitim Bakanı Erkan Mumcu; “YÖK hakkında kim ne biliyorsa bildirsin. Değerlendirme kurulunu oluşturdum, inceletiyorum.” demiş. Önce, herkeste fikir vardır. Ancak bunları “sentez etmek” sorundur. Onun için “sentez mekanizması”nı oluşturmak önemlidir. Biz bu yazımızda bununla ilgili önemli hususlara temas edeceğiz.)
İnsan yaşamak için önce ne yapması gerektiğini tesbit eder. Bunu “hisler” ile yapar. Susayan insan; “su içmeliyim” der. Sonra nasıl yapacağını tesbit eder. Bunu “fikirler” ile yapar. Çeşmede su vardır; “Oraya gider çeşmeyi açarsam suyu içerim” der. Ne zaman yapacağına karar verir. İnsanın yapacakları çoktur. Sıraya koymak ve sırası ile yapmak zorundadır. Sırası gelince harekete geçiren “irade”dir. “Ayakkabılarımı giyindikten sonra suya gideyim” der. Sonunda çeşmeye varır. Ama başkaları da orada bekliyorsa suyu sırası gelince içer. Buna da “ünsiyet” denir.
Hâsılı; insan duyar, düşünür, yapar ve yaşar.
İnsan bunları tek başına yapamaz, ancak diğer insanların yardımı ile başarır. Bu sebepledir ki onlarla ilişki kurması gerekir. Duygularını “sanat” ile, düşüncelerini “dil” ile, yapmayı “teknik” ile, yaşamayı da “hukuk” ile diğer insanlarla paylaşır. Böylece “ortak müesseseler” doğar. Bunların ortak adı “kültür”dür. Sanat, dil, teknik ve hukuk kişilerin ikili ilişkileri sonunda oluşan ve kişilerin ürettiği sonuçlardır. Yereldir. Millîdir. Her topluluğun kendisine has kültürü vardır.
Dil yardımıyla anlaşan insanlar arasında ortak duygular doğar; buna “din” diyoruz. Ortak düşünceler doğar; buna “ilim” diyoruz. Ortak irade doğar; buna “ekonomi” diyoruz. Ortak ünsiyet doğar; buna “yönetim” diyoruz. Bu dört müesseseye de “medeniyet” diyoruz, “uygarlık” diyoruz. Uygarlık insanlığın ortak ürünüdür ve tektir. Dünya herkes için yuvarlaktır. Herkes için su 100 derecede kaynar.
İlim, din, ekonomi ve yönetimde “birlik” vardır ama “teklik” yoktur, “çokluk” vardır. Çok “ilmî ekoller” vardır, çok “inanışlar” vardır, çok “şirketler” vardır ve çok “siyasi partiler” vardır. Kültürde coğrafî farklılıklar vardır, uygarlıkta ise sosyal farklılıklar vardır. Yere göre değil de gruplara göre farklıdır. Bunlar arasındaki “farklılık” ve “çatışma”ya değil, “işbölümü” ve “dayanışma” esasına dayanır. Farklı kültür insanlığı coğrafyada organize eder. Farklı uygarlık insanları “gruplar”a ayırıp “organize” eder; “yığın”dan “yapı”ya dönüştürür.
Demek ki “kültür” ve “uygarlığı” birbirinden ayırmamız gerekir. Kültür insanlar arasında farklılığı ve yerelliği geliştirir. Uygarlık ise insanlığı birliğe ve globalliğe götürür. İnsanlar birlik ile yerellik arasındaki denge içinde yaşarlar. Dolayısıyla kültür ve medeniyet birbirinden farklıdır, aynı kefeye konamaz ve aynı kurallarla geliştirilemez. Kütürde “eğitim”, uygarlıkta “öğrenim” vardır. Eğitim bedenle ilgili olup yaparak öğrenilir. Öğrenim ise zihinle ilgilidir, düşünerek öğrenilir. Eğitimi eğiticiler yapar, öğrenimi ise kişiler kendileri yaparlar. Öğretmenler sadece yardımcıdırlar. Eğitimde “birlik” vardır; öğrenimde “çokluk” ve “serbestlik” vardır. Gerek eğitim gerekse öğrenim dil yardımı ile sağlandığı için eğitim ve öğrenimde dil birinci derecede rol oynar.
İnsanlık beş kademede örgütlenirler:
Ocak (aşiret), Bucak (kabile), İl (şa’b), Ülke (kavim) ve İnsanlık (beşeriyet) olarak örgütlenmişlerdir.
Diller de beş türdür: Konuşma dili, yazı dili, sanat dili, anlaşma dili, ilim dili.
Ocaklarda konuşma, bucaklarda yazı, illerde sanat, ülkede anlaşma ve insanlıkta ilmî dil kullanılır. İki ilmî dil vardır; Latince ve Arapça. İleride başka bir ilim dili doğmayacaktır.
1. Konuşma Dili somut dildir. Ocakta “Ahmet bey” deyince kim olduğu bellidir. “Çatı” dediğimiz zaman neresi olduğu biliniyor, “sokak” dediğimizde kastedilen sokak bilinmektedir. Bu dil yazıya sığmaz. Çünkü yazı dili dondurur, oysa dil canlıdır. Zaman geçtikçe kelimelerin taşıdığı anlamlar da değişir. Apartmanın kapıcısı değişmişse “kapıcı” kelimesinin manâsı da değişmiştir.
2. Yazı Dili bucak dilidir. Burada kelimeler birçok varlıkların ortak adlarıdır. “Dağ” deyince o bucaktaki bütün dağları içermektedir. “Yol” deyince o bucaktaki bütün yolları içerir. Tamlama ile yani iki kelime kullanılarak bunlar birbirinden ayrılır. “Kayalar Köyü” ve “Efeler Suyu” derken artık o köy ve su bilinir haldedir. Bu dil de “somut”luktan “soyut”luğa gitmiştir. Artık yazı diline geçirilir. Geçmiştekiler tarihlenerek belirlenmiş olur. Köyün 1950’deki muhtarı dediğiniz zaman yine müşahhas hâle gelir. Artık topluluk olayları hafızasına almaktadır.
3. Sanat Dili: Kelimeler yalnız düşünceleri de taşımaz. “Dere" deyince benim hayatımda hatırası vardır. O söz söylenince bende hatıraları çağrıştırır ve özel hisler uyandırır. Dolayısıyla cümleler aynı zamanda duyguları da aktarırlar. İnsanın bucağının dışında da hatıraları vardır. Ben (S.K.) okulda iken köyümden ilçeye yürüyerek giderdim. Yalnız gitmezdim. Kafile halinde giderdik. Bir geceyi yolda geçirirdik. Bir sonbaharda ilçeye gidiyorduk. Ilık bir hava vardı. Çoruh Nehri kenarında ağaçlık yerde konakladık. Önümüzde mısır tarlası vardı. Yanında Çoruh Nehri akıyordu. Tertemiz ılık oksijenli havası vardı. Vadide hafif rüzgar esiyordu. Ağaçlardan sonbahar yaprakları dökülüyordu. Mısır tarlasının yaprakları rüzgarla hışırdıyordu. Vadide esen rüzgar hafif uğultu çıkarıyordu. Çoruh sessiz ama derin bir şırıltı içinde akıyordu. O atmosfer beni öylesine etkiledi ki; hâlâ o duyguları yaşıyorum. Oysa ben o geceyi bir defa yaşadım. İşte benim hafıza ve hatırımda gece, dere, ağaç ve mısır kelimeleri o geceyi yaşatır. Şüphesiz o geceyi benimle birlikte geçirmeyenlere o kelimeler böyle bir şey ifade etmez. İşte bir ilde yaşayanlar için kelimeler belli duyguları yüklenirler. Onları da taşırlar. Bir Artvinlinin bir kelimeden duyduğu duyguları bir Aydınlı duymaz; Aydınlı bir kimsenin de zeytinden duyduğu duyguları kesinlikle bir Artvinli duyamaz. O halde duyguların şarjlı bulunduğu dil sanat dilidir.
4. Anlaşma Dili: Anlaşma dili ulus dilidir. O dilde duygular yoktur. Sadece fikir ve düşünceler yüklenmiştir. Bir şeyi anlatmak isteyen duraklamadan onu cümlelere döker, karşı taraf da onu hemen düşünmeden anlar. Fikirleri tam olarak aktarır. Duyguları aktaramaz. İnsanlar “sözleşmeler”i bu dil ile yaparlar. Her ulusun bir anlaşma dili vardır.
5. İlim Dili uluslararası dildir. Düşünerek ve üzerinde durularak anlaşılır. Anlaşma dilinde anlaşanlar kullandıkları kelimelerin kapsamını bilmezler. Hepsini düşünerek sınırlı şekilde ifade etmezler. Kendi kasıtlarını ifade ederler. Ama dil başka şeyler de söyler. Onları sonra hakemler yorumlar ve manâlandırır. Taraflar buna razı olurlar. Yani, anlaşmadan önce kişiler dile hakimdir. Anlaştıktan sonra dil onlara hükmetmeye başlar. Kastetmediği hususlar da olsa onu kabullenmek zorundadırlar. Bunun için buna “hukuk dili” denmektedir. İlim dilinde ise önce kelime ve kuralların manâları belirlenir, sonra o kelimeler ona göre söylenir. Başka anlamlar verilemez.
DİL İLE YAPILAN EĞİTİM VE ÖĞRETİM KURALLARI
Konuşma dilinde yani ocakta yalnız eğitim yapılır, öğretim yapılamaz. İlim dili olan insanlıkta ise yalnız öğrenim yapılır, eğitim yapılmaz. Ocaktan insanlığa giderken eğitim öğrenime dönüşmeye başlar. Ülkede öğrenim, bucakta eğitim hakimdir. İlde ise öğrenim ile eğitim eşittir. Eğitimde birlik, öğrenimde çeşitlilik ilkesi unutulmazsa sorunlar kolayca çözülür.
Eğitim ve öğrenim serbest olmalıdır. Ama imtihanlar ve diplomalar merkezî olmalıdır. Herkes ne isterse onu öğrenir, ama diploma almak için kamunun istediğini bilmek zorundadır. Kamu belli görevleri yüklenmek için nelerin bilinmesini tesbit eder ama kimseye şunu bilmeyeceksin diyemez. Ancak şunu yapmayacaksın der. İslâmiyet’te kural vardır. Sihir öğrenmek haram değildir, sihir yapmak günahtır. Bilen veya düşünen değil, yapan cezalandırılır.
Başka bir kural da birlik kuralıdır. İmtihanlarda nüfusla orantılı olarak bir oran dahilinde diploma verilecektir. İmtihanlarda derece en iyi bilenlere verilecektir; şunu veya bunu bilene değil. Dolayısıyla programdan daha çok bilenler tesbit edilecektir. Emekli olan veya ölenlere göre açılan kadrolar yapılacak ortak imtihanlarla doldurulacaktır. Böylece diplomalar verilecektir. Bu sebepledir ki, okula alınırken sınırlama getirilmeyecektir. İllerin bir nisbet içinde diploma verdikleri bütün lise mezunları öğrencidir. Okullarını kendileri seçerler. Giriş imtihanları yoktur. Ortak mezuniyet imtihanları vardır. Yüksek not alanlar kadro açıldığında diploma alırlar.
Şimdi bizim yukarıda anlattıklarımız müsbet ilimlerin verileridir. Bu hususlar ilim adamlarınca tartışılmalıdır. Alternatif sistemler oluşturulmalıdır. Siyasiler bunları tercih etmelidir.
Şimdi bununla ilgili kanun önerisini getiriyoruz.
EĞİTİM VE ÖĞRETİM KANUN TEKLİFİ
(Aile 3 ile 10 kişiden oluşur. Ocak, semt, bucak, ilçe, il, bölge ve ülke “onlu sistem” içinde teşkilâtlanır.)
Madde 1- Üç yıllık temel eğitim konuşma dili ile ocaklarda, beş yıllık ilk eğitim ve öğrenim bucaklarda, beş yıllık orta eğitim ve öğrenim illerde, beş yıllık yüksek öğrenim ile eğitim illerde ve akademik kariyerler insanlık içinde yapılır.
Madde 2- Semt nüfusunun üçte birine temel, bucak nüfusunun onda birine ilk, il nüfusunun yüzde birine orta, bölge nüfusunun binde birine yüksek ve ülke nüfusunun on binde birine üstün ehliyet verilir. Temel ve ilk ehliyetler bucak ilmî şûrası, orta ehliyetler il ilmî şûrası, üstün ehliyetler ülke ilmî şûrası tarafından yapılacak imtihanlarla verilir. İmtihanlar test veya sıralama usûlü ile yapılır. Soruları ilmî şûra üyeleri tarafından ayrı ayrı soruluyor. Sıralama da ayrı ayrı görüşmelerden sonra sıralama usûlü ile yapılır. Öğrenimde test, eğitimde sıralama esastır.
Madde 3- Başlangıç ehliyet 7, temel ehliyet 10, ilk ehliyet 15, orta ehliyet 20, yüksek ehliyet 25, üstün ehliyet 30 yaşından sonra iktisab edilebilir. 63 yaşından yukarıda olanlar nisbet sayısına girmezler.
Madde 4- Bucak içinde temel ehliyetliler ilk okul, ilde ilk ehliyetliler orta okul, ülkede orta ehliyetliler yüksek okul öğrencileridir. Giriş imtihanları yoktur, mezuniyet imtihanı vardır. Ocaklarda birer temel okul, bucaklarda 5 ile 20 arasında ilk okul, illerde 5 ile 20 arasında orta okul, ülkede 5 ile 20 arasında yüksek okul oluşturulur. Yeter sayıda öğretim üyesi birleşerek yeter sayıda öğrenci bulanlar okul kurabilirler.
Madde 5- Öğrenci okulunu kendisi seçer. Her zaman değiştirebilirler. Devam mecburiyeti yoktur. Her okula bütçeden öğrencisi nisbetinde tahsisat ayrılır. Okullar başarılarına göre ikramiye alırlar. Başarı ortak imtihanlarda öğrencilerinin başarısı ile ve mezunlarının hayattaki vergi ödeme başarıları ile ve az suç işlemeleri ile ölçülür.
Madde 6- Başlangıç ehliyetliler yılda 5, temel ehliyetliler yılda 6, ilk ehliyetliler yılda 7, orta ehliyetliler yılda 8, yüksek ehliyetliler yılda 9, meslekî ehliyetliler yılda 10 ilmî derece iktisab ederler. Ayrıca her yıl yapılan imtihanlarla başlangıç ehliyetliler 1’er, temel ehliyetliler 1 veya 2; ilk ehliyetliler 1, 2 veya 3; orta ehliyetliler 1, 2, 3 veya 4; yüksek ehliyetliler 1, 2, 3, 4 veya 5 meslekî derece alırlar.
Madde 7- Okullar “uygulama işyerleri” kurarlar, burada öğrenciler “işçi” ve öğretmenler “işveren” olurlar. Üretim yapar ve gelir temin ederler. Ayrıca okullar tesislerin hisse senetlerini alarak kira paylarından gelir temin edebilirler. Çalışarak okumak esastır. Tesisler kurabilmek ve işletmeler yapabilmek için okullara altın ile değeri korunmuş “faizsiz krediler” verilir.
Madde 8- Öğrenciler, öğretmenler, yöneticiler ve okullar arasında çıkacak her türlü ihtilaflar hakemler yoluyla çözülür. Hakemlerden birini bir taraf, diğerini ikinci taraf seçer. Baş hakemleri hakemler seçer. Hakem kararları yine hakemlerce denetlenir.
Madde 9- Öğretmen ve öğrenci sayısı yeter sayının altına düştüğü veya ülkenin zararına faaliyet göstermesi halinde okullar hakemler yoluyla kapatılır.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 192. SEMİNER İstanbul, 11 Ocak 2003
YORUM - 23
IRAK – SADDAM - TÜRKİYE
“Sömürücü Yahudi Sermayesi”nin iş ve sanatı; yeryüzü halklarını birbirleriyle çatıştırması, savaştırması ve bundan yararlanarak onları sömürerek yaşamasıdır. Bunun için bu sermaye her türlü sözleşme ve anlaşmalara katılır, ileride çatışma konusuna yarayacak hükümler koyar. Bilahare halkı o ayrılıklarla besler, sonra da onları ortaya sürerek aralarında savaş çıkarır. Bu hususu ilk anlayan ve bilen Mustafa Kemal’dir. Bu tür savaş maddelerinde Türkiye vazgeçmiştir. “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesiyle barışın öncüsü olmuştur. İkinci Cihan Savaşı’na da bu sebeple katılmamıştır.
Türkiye’nin “Misak-ı Millî”sini o sermaye çizmiş ve olduğundan geniş yapmıştır. Lozan’da nizalı yerler bırakmak istemiştir.
a) Batı Trakya, Ege adaları, Kıbrıs, Musul, Nahçivan, Batum bu çatışmaların kaynakları olmuştur. Bunlara eklenen Boğazlar ile Hatay vardır.
b) Mustafa Kemal bu sorunları hayatında çözmüştür. Boğazları Montro Anlaşması ile sonuçlandırmıştır. Hatay’ı Türkiye’ye ilhak etmiştir. Bunun dışında bütün anlaşmazlıkları taviz vererek çözmüştür. Oradaki haklardan vazgeçmiştir.
c) Mustafa Kemal “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesi yanında; “Ya istiklâl ya ölüm” yani “istiklâl-i tâmme” ilkesine titizlikle uyabilmek için ekonomi bağımsızlığını sağlamak amacıyla Türkiye’yi Osmanlıların borçlarından kurtarmıştır. Yabancı tesisleri millîleştirmiştir. Dış sermayeden Türkiye’yi kurtarmak için “Devletçilik” ilkesini getirmiştir.
d) Türkiye’yi dış güçlerin saldırı odağından kurtarmak için İslâm âleminin merkezi olmaktan vazgeçmiş, “lâiklik” ile Türkiye dünyada her devletle eşit mesafede olmuştur. Lâikliği dinsizleşmek için değil, Türkiye’yi dışa karşı korumak için benimsemiştir. Çünkü dünya Müslümanları Türkiye’ye düşman ediyordu. Lâikleşmekle onları rahatlatmıştır. Batlılar da; Türkiye Müslümanların başına geçer ve tekrar bizi istilâ eder korkusu içinde idi. Türkiye lâiklik ilkesi ile onlara da teminat vermiştir.
Türkiye seksen yıldır bu siyaseti gütmektedir. Bu siyasetten sapmak isteyenler başaramamıştır. Adnan Menderes’i yine onlar asmıştı. Bugün Türkiye çok tehlikeli bir siyaset içindedir. Allah’tan ordumuz gerçekleri görmüştür. Başaracaklarına güven içindeyim. Her halde İstiklâl Savaşı’nı yapan komutanların davranışlarını iyi değerlendirirler. Adalet merhamet dilenmekle elde dilemez. Hayat mücadeleden ibarettir, kim kazanırsa o yaşar. Ölebiliriz, ama yenilmeyiz.
Abdullah Gül Arap ülkelerini gezmektedir. Önce şunu bilmemiz gerekir ki; Arap ülkeleri diye bir ülke(ler) yoktur. Bugün gerçek Müslüman sadece iki devlet vardır: Türkiye ve İran. Bunlar devletlerini kanla kurmuş ve korumuşlardır. Sözkonusu diğer ülkelere ise siyasi lütuf olarak devletlik payesi verilmiştir. Bunları bağımsız devlet olarak görüp görüşmek çok hatalıdır. Sadece nezaket gereği onları devlet olarak görüp ilişkiler kurarız ve sürdürürüz. Necmettin Erbakan da D8’leri kurarken bu hatayı yapmıştır. Onlar henüz devlet olmamıştır. Devlet olmak için ellerinde fırsatlar vardır. Ama daha bu fırsatı kullanan devlet yoktur.
Bunlar ne zaman devlet olurlar?
Bir gün bu ülkeden biri ülkesinde adil düzeni kurarsa şeriat düzenine girer ve ülkesini geliştirir. Gerek ekonomi bakımından gerekse sosyal bakımından güçlü yapıya ulaşır. Bunu çekemeyen Amerika Birleşik Devletleri gibi devletlerden biri veya birkaçı buna saldırır. O da savaşarak kendisini korur. Saldırganlar yenilir. O zaman o topluluk devlet olur. Bugün bu işi başarmış iki devlet vardır: Türkiye ve İran. Batı Türkiye’ye Yunan’ı saldırtmış ve sonunda Yunan mağlup olmuştur. Ülkesini kanıyla kurtarmıştır. Kanla alınan kanla verilir. Türkiye’yi masa başında fethetmek mümkün değildir. İkinci devlet ise İran olmuştur. Batı İran’a Irak’ı saldırtmış ve İran galip gelmiştir. Bağımsız devlet olmuştur. Ona göz dikenler kanlarını akıtmayı göze almak zorundadırlar.
Avrupa Birliği henüz devlet değildir. Avrupa’da bağımsız devlet yalnız İngiltere’dir. Çünkü o işgal edilememişti. Diğerleri ise işgal edildi ve Amerikan orduları onları kurtardı. Bundan dolayı onun vilâyetleri gibidirler. Ama Avrupa Birliği süratle bağımsız devlet olma yolundadır. Güçlü parası oluşmuştur. Dolar ile EURO yarışacak; EURO galip gelirse devlet oluyor demektir. Bu yetmez. Bu gelişme Amerika’yı rahatsız edecek; bir gün Amerika doğrudan veya bir devleti besleyerek saldıracaktır. Avrupa savaşı kazanırsa devlet olur.
Dünyada başka bir aday da Rusya’dır. Çarlık yıkılmış, yerine sosyalizm kurulmuştur. Ancak başarılı bir yönetim kuramamıştır. İç savaşları kazanmış ve devlet olmuştur. Ancak dış saldırıya karşı kendisi ancak Amerika’nın yardımı ile savaşı kazanmıştır. Şimdi Sovyetler dağılmıştır. Ne var ki, Rusya ekonomisini çözememiştir. Çözmüş olsa bile, Rusya dışa karşı bir savaş kazanmamıştır.
Çin ve Hindistan da benzer durumdadırlar.
Hâsılı, dünyada bağımsız devlet olma yolunda devletler vardır. Bunlar iç durumlarını çözmelidirler. Adil düzenlerini ülkelerinde kurmalıdırlar. Saldırı olunca da kendilerini savunabilmelidirler. 21. yüzyılda yeryüzü devletlerin gerçekten bağımsız olduğu ülkelerle dolacaktır. Sermaye sömürüsü son bulacaktır.
Irak yeryüzünde ilk uygarlığı kuran ve insanlığa uygarlığı uygulayan bir ülkedir. MÖ 3500 yıllarında Türklerle akraba olan Sümerler Mezopotamya yani Irak’a gelmiş ve uygarlıklarını kurmuşlardır. Mısır 3000 yıllarında onlardan uygarlığı almıştır. Hint 2500 yıllarında uygarlığı öğrendi. İran ve Anadolu 2000 yıl sonra; Çin 1500 yıl sonra uygarlığı Irak’tan almıştır. 1000 yıllarında İbrani Uygarlığı doğmuştur. Mezopotamya/ Irak o zamana kadar dünyanın en üstün uygarlığının merkezi olmuştur. MÖ 1000 tarihlerinde Irak İranlıların hakimiyetine geçmiştir. MÖ 500 tarihlerinde Yunanlılar buralara hakim olmuşlardır. Sonra burası tekrar İran hakimiyetine geçmiştir. Müslümanlar buraları aldıktan sonra burası Abbasilerin merkezi olmuştur. MS 1000 tarihlerine kadar burası uygarlığın kaynağı olmuştur. 1000 tarihinden sonra da varlığını sürdürmekle beraber uygarlığa Türkler hakim olmuşlardı. 1500’lerde Osmanlı hakimiyetinde olmuştur.
Bir ara Moğollar tarafından yağmalanan Bağdat eski parlaklığını bir daha kazanamamıştır. Osmanlının bir vilayeti olduktan sonra I. Cihan Savaşı’nın sonunda İngilizlerin olmuştur. II. Cihan Savaşı sonunda sözde devlet yapılmıştır. Amerika Irak’ı silahlandırmış ve İran’a saldırtmıştır. Saddam İran’a mağlup olmuş ama Amerika Saddam’ı korumuştur. ABD Irak’ı Kuveyt’e saldırtmış, sonra da orasını kendisi işgal etmiştir. Saddam ABD tarafından Irak halkını ve komşu ülkeleri vurmak için kullanılmaktadır. Nitekim bugün de asıl hedef Türkiyedir. Irak-İran savaşından sonra, şimdi de Irak-Türkiye savaşı çıkarılmak istenmektedir. Türkiye bu oyuna gelmemelidir.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92