ADİL DÜZEN201
Haftalık Seminer Dergisi 29 MART 2003 Fiyatı: SEMİNERE KATILMAK! veya www.akevler.org
“HİÇBİR HAKKI MAHFUZ DEĞİLDİR!” TEBLİĞ AMACIYLA FOTOKOPİ İLE ÇOĞALTIP DAĞITMAK VE e-mail GÖNDERMEK SERBESTTİR
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 201. SEMİNER (CUMARTESİ GÜNLERİ Saat: 09.00-21.00) İstanbul, 22 Mart 2003
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİ BOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
*HAFTALIK YORUM (32)
“ADİL DÜZEN” KANLI MI – KANSIZ MI GELECEK?!.
“ADİL DÜZEN” SAVAŞLI MI - SAVAŞSIZ MI GELECEK?!.
BU SORULARIN CEVABINI MERAK EDİYOR MUSUNUZ?..
ADİL DÜZEN İÇİN SAVAŞ
Sermayenin plânı gelecekte Allah’ın iradesine nasıl uyacaktır?
“III. Cihan Savaşı” sonunda “Adil Düzen” dünyaya hakim olacaktır.
“IRAK SAVAŞI”NIN DÖRT HEDEFİ VARDIR
“ADİL DÜZEN” YUKARIDAKİ SORUNLARI NASIL ÇÖZECEKTİR?
TÜRKİYE ŞİMDİ KARAR VERME ARİFESİNDEDİR:
a) Amerika ile bir olup savaşlarda kendisini tüketecektir...
b) Batı ile bir olup yine savaşlarda kendisini bitirecektir...
c) Türkiye tarafsız kalıp gücünü koruyacaktır. İnönü siyasetini yürütecektir. Böylece savaş olsun olmasın dünyaya hakim olacaktır. Bu takdirde “I. Türkiye Cumhuriyeti Devleti” yıkılmayacaktır.
Bunun için Türkiye’nin yapacakları vardır:
Türkiye hemen “Anayasa” değişikliği yaparak dört sorununu derhal çözmelidir:
1- BASIN: 2- YARGI: 3- BORÇLAR: 4- İŞSİZLİK:
Bütün bunlar “Devlet Plânlama Teşkilatı” aracılığı ile gerçekleştirilecektir.
Biz “Akevler” olarak “Devlet Plânlama Teşkilâtı Sekreterliği”ne talibiz.
*HAFTALIK TEFSİR SEMİNERİ (CUMARTESİ GÜNLERİ; Saat:18.00-21.00)
“İNTİZAR” ÂYETLERİNİN TEFSİRİ
TEVEKKÜL; ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ 156-160. ÂYETLER TEFSİRİ
Mü’minlerin kâfirler gibi savaştan kaçmaları nehyolunduktan sonra “Fa” harfi getirilerek açıklamaya geçilmiştir. Mü’minlerin böyle yüce bir görevi yüklenmiş olmaları sebebiyle sen onların başkanı olarak onlara yumuşamış bulunuyorsun. Bu “Fa” bize değişik bilgileri vermektedir.
a) a) Başkan olanlara Allah başkanlık edecek kabiliyetler verir. İktidar olduktan sonra özel hasletler kazanırlar. Sorumluluk yüklenince melekeleri ona göre gelişir. Çünkü burada “Allah’ın rahmeti ile” denmektedir. Bu sebepledir ki topluluk daima bir başkanın emrinde birleşir. İktidar tecezzi etmez. Başkanlar da zannederler ki, biz olmazsak bu iş olmaz. Oysa topluluk varsa o başkanını bulur. O da eski başkan gibi yetenekli olur.
b) b) İkinci önemli husus, mü’minlerin başkanı güçlü olur, ama düşmanlara karşı güçlü olur. Kendi cemaatinin disiplinini korku ile değil, saygı ile sağlar. Başkanı cemaati korur. Ayrıca koruyucusu yoktur, hassa ordusu yoktur. Bütün mü’minler silahlıdır ve güvenliği sağlarlar. İslâm devletinde bürokrasi yoktur, ordu da yoktur. Mü’minlerin tamamı askerdir. Kışlada herkes askerî düzen ve disiplin içindedir. Sivil hayatta ise herkes hukuk düzeni içindedir.
c) c) Başkan vardır, cemaat vardır. Bunlar iki kutuptur. Kutuplar dengededir. Başkan topluluğu duygulardan arındırarak makul davranışlara götürür, halk ise duygularıyla isteklerini dile getirir. Kur’an başkanlara farklı görev ve yetkiler vermiştir; cemaata farklı görevler vermiştir.
d) d) Başkan tektir. Bir heyete yönetim verilmez. Başkan birlikte namaz kılanların başkanıdır. Çünkü onlarla müşavere edilmiştir. İşaret görsel bir haberleşmedir.
(TEFSİR DOSYASI GELECEK HAFTA VERİLECEKTİR)
Milli Gazete, Vakit, Yeni Şafak, Zaman ve diğerleri; Kanal 7, STV, TGRT, Mesaj TV ve diğerleri; bugüne kadar olduğu gibi “Geçen Hafta” da “ADİL DÜZEN ÇALIŞMALARI”na yer ver(e)mediler!.. Hâlâ bu GAZETELERİ okuyor ve bu TV kanallarını izliyorsanız; artık onlara “ADİL DÜZEN ÇALIŞMALARI”nı hatırlatabilirsiniz!..
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 201. SEMİNER Yorum-32 İstanbul, 22 Mart 2003
ADİL DÜZEN İÇİN SAVAŞ
I. Cihan Savaşı çıkarıldı ve imparatorluklar yıkıldı. İmparatorlukların yıkılması gerekiyordu. Çünkü bunlar tarihî görevlerini tamamlamış idiler; oysa hanedanlık sistemi artık sona eriyordu. İmparatorluklar hanedana dayanıyordu. Uluslarüstü devlet sistemi sona eriyordu. İmparatorluklar uluslarüstü bir yönetimi benimsemişlerdi. Bunlar dine dayalı devletlerdi; oysa dine dayalı devlet modeli de sona eriyordu. Bunlar karalara hakim idiler; oysa sanayiin gelişmesi ile hakimiyet karadan denize kaymıştır. O halde sermayenin plânı ile bu imparatorluklar sona ermiş ise de; bu değişim ve gelişme Allah’ın iradesi ile olmuştu.
II. Cihan Savaşı çıkarıldı. Yeryüzündeki sömürgecilik sona erdi. Devletler bağımsızlığa kavuştu. Yeryüzünde serbest pazarlar oluştu. Toprak savaşları sona erdi. Sosyalizm ve kapitalizm arasındaki soğuk savaşlarla irrasyonel düşünceler bitti, müsbet düşünce devreye girdi. Müsbet ilme karşı olan din müsbet ilimle uzlaştı ve dindarlık yeniden canlanmaya başladı. Siyasi bağımsızlığı elde eden devletler ekonomik ve kültürel bağımsızlığa doğru da adımlar atmaya başladı. II. Cihan Savaşı’nı “İsrail Devleti”ni kurmak için sermaye çıkartmış ise de; Allah bu savaşı insanlığın bu gelişmesini yapabilmesi için izin verdi.
Şimdi yine sermaye –yani Cenab-ı Allah- “III. Cihan Savaşı”na izin vermektedir.
ABD yaptığı plânla insanlığı tek devlet haline götürme hedefini yüklenmektedir.
“IRAK SAVAŞI”NIN DÖRT HEDEFİ VARDIR:
a) ABD “Irak”ı işgal ettikten sonra beş devletçiğe ayıracak ve böylece Ortadoğu’da “İsrail”i tehdit eden birinci kuvveti ortadan kaldıracaktır. Sonra “Türkiye” ile “İran”ı savaştıracak ve bu iki devler birbirini yendikten sonra “İran” ve “Türkiye”yi de parçalayacaktır. Karadeniz’de Gürcü ve Ermenilerin yönetiminde Pontus, batıda Bulgar ve Yunanlıların yönetiminde Bizans devletlerini kuracaktır. Diğer sahaları parçalayarak on milyondan daha düşük nüfuslu devletçikler oluşturacaktır. “İsrail”in dışındaki devletler silahtan tecrit edilecektir. Bu devletleri Amerika’da olduğu gibi “birleşik devletler”e dönüştürecektir. Para ve silah “İsrail”in olacak; böylece “İsrail Devleti”nin siyasi güvenliğini teminat altına alacaktır. Ona karşı olan potansiyel tehlikeleri yok edecektir.
b) “Fırat ve Dicle Havzası”nda bir “Kürt devleti” oluşturacaktır. Buranın sularını toplayıp “İsrail”e akıtacaktır. Bu suretle İsrail toprakları cennete dönüşecektir. Türkiye’nin yaptığı “barajlar”ın borçlarını “Türkiye” ödeyecek, sularını ise “İsrail” afiyetle içmeye devam edecektir. Böylece “İsrail Devleti” aynı zamanda uygarlığın merkezi olmaya başlayacaktır. Elde ettiği artık ürünle araştırmalarını ilerletecek ve “ABD”nin yerine geçip oturacaktır. ABD de ondan sonra sömürülen ülke olacaktır.
c) Yeryüzündeki enerji kaynaklarının merkezi buradadır. Sibirya, Hazar Denizi, Fırat ve Dicle havzası dünyanın yarısından fazlasının “fosil enerjileri”ne sahiptir. Bu enerji rezervleri ancak “Ortadoğu”dan kontrol edilebilir. Fosil enerji bitmek üzeredir. Bundan sonra Güneş enerjisi ile üretilen “hidrojen enerjisi” devreye girecektir. Bu enerjinin üretim yöntemi basittir. Herkes üretebilir. Ancak depolanması, taşınması ve kullanılması sorunludur. Öyle anlaşılıyor ki, bu işlemler “Bor Madeni” ile sağlanmaktadır. Bugün bunun teknolojisi yaygın olarak bilinmemektedir. Bor madenleri de “Ortadoğu”da vardır. Çok büyük çoğunluğu buradadır. Ortadoğu’ya hakim olduktan sonra enerjiye hakim oluyorsunuz. Enerji sanayiin suyudur. Sıvı veya gaz enerjisi olmaksızın modern çağda yaşanamaz. İşte ABD bu kaynaklara sahip olmak için savaş çıkarmaktadır.
d) “ABD”nin savaş çıkarmasının dördüncü sebebi ise “dünya dengesi”ni elinde tutmaktır. İnsanlık mıknatıs gibidir. Kutuplaşmadan duramaz. Bir bahane ile kutuplaşma yapılmalıdır. Sonra kutuplardan birine etki ederek tüm kütleyi istediğin istikamete götürebilirsin. Daha önce “Hıristiyanlık - şirk çatışması” ile denge oluşmuştu. “İslâmiyet”in gelmesiyle “Müslümanlık - Hıristiyanlık çatışması” dengeyi oluşturdu. 20. yüzyılda ise “kapitalizm - sosyalizm çatışması” ile bu dengenin kurulması istenmişti. Sovyetlerin çökmesi ile bu denge ortadan kalktı. Şimdi yeni çatışma yolu aranmaktadır. Bu dönemde “coğrafî çatışma” olacaktır. “Orta Asya” ve “Ortadoğu”ya hakim olan sermaye dünyayı ikiye ayıracaktır. Çin, Hindistan, Güneydoğu Asya ve Avustralya ülkeleri ile “doğu bloku”nu; Avrupa, Afrika ve Amerikalar ile “batı bloku”nu oluşturacaktır. Böylece kaynaklar bakımından üstün olan “İslâm dünyası”nı da ikiye ayırarak birbirleri ile çatıştırmak suretiyle “Kur’an Uygarlığı”nın yerine “Tevrat Uygarlığı”nı getirmek istemektedir.
Sermayenin bu plânı gelecekte Allah’ın iradesine nasıl uyacaktır?
“III. Cihan Savaşı” sonunda “Adil Düzen” dünyaya hakim olacaktır.
“ADİL DÜZEN” YUKARIDAKİ SORUNLARI NASIL ÇÖZECEKTİR?
a) İsrail toprakları Allah tarafından Yahudilere vaadedilmiştir. “Onların kıbleleri vardır, onlarındır. Sizin de kıbleniz vardır, sizindir. Siz onların, onlar da sizin kıblenize tâbi olmayacaklar.” denmektedir. O halde “İsrail Devleti”nin oluşmasına izin vermeliyiz. Batı Şeria’yı onlara teslim etmeliyiz. Gazze’yi vermeliyiz. Hattâ Sina Yarımadası da onlara verilebilir. Böylece İsrail’i bir devlete yetecek toprağa sahip kılmalıyız. Dünya ve Müslümanlar onların bu topraklarını güven altına almalıdır. Kur’an’a göre bu güveni Müslümanlar sağlayacaklardır. İsrail Devleti dünyaya silahı ile değil; ilmiyle ve ticaretiyle hizmet verecek ve bunun karşılığı olarak refah içinde yaşayacaktır. Tarihteki bütün ilmî gelişmeler İsrailoğulları sayesinde olmuştur. Kur’an da bunu teyit etmektedir. İlmin merkezi Müslümanlar değil Yahudiler olacaktır. Müslümanlar adaletin merkezi olacaklardır. Onlar da İncil ve Kur’an’ı benimseyebilirler. Bunun için dinlerini değiştirmelerine gerek yoktur. Biz Tevrat’a inanıyoruz ki Müslümanız. “III. Cihan Savaşı” sonunda dünyada bu değişiklik olacaktır. İsrail varolacak ama askerî gücü ile değil; ilmî ve ticarî gücüyle varolacaktır. Amerikan Yahudileri ya devreden çıkacaklar, yahut mü’min olup şeriatın emirlerine göre bu oluşu benimseyecekler. Sermayelerini fitne çıkarmak ve savaşlar yapmak için değil; insanlığa hizmet etmek için kullanacaklar ve “faizli sistem”den vazgeçeceklerdir; yani “Adil Düzen”i kabul edeceklerdir. Etmezlerse, devre dışı kalacaklardır. Bugünkü gidişleri onlar için iyi alâmet değildir. Yeryüzü hilelerle yönetilemez. “Kuleler”i kendin yık; “Afganlılar yıktı!” deyip saldır. Yetmedi; aynı bahane ile “Irak”a saldır. Bu saldırılar geçici olarak başarıya götürür; ama sonuç hüsrandır.
b) Fırat ve Dicle sularına gelince; bunun çözümü de yeryüzünde şöyle olacaktır: Hemen her ülkede bu sorun mevcuttur. Bunun için “Sular Vakfı” kurulur. Boşa akan sular barajlarla havzalara alınır. Karadeniz dağlarındaki sular, Toros dağlarındaki sular toplanır, kendi düşüleri ile oluşturulacak enerjilerle veya rüzgar enerjisinden yararlanılarak Fırat ve Dicle havzasına aktarılabilir. Bu sular sayesinde tüm Arap Yarımadası, Suriye ve Irak çölleri dahil bütün çöller sulanabilir ve burası bir milyar insanı rahatlıkla barındırabilir. Bölüştürme de son derece kolay ve adilane olur. Bu “Adil Düzen” ile sağlanır. Su alan yerlere para ile satılmaz, mahsulün yarısı ile verilir. Gelen gelirin yarısı vakfın olur. “Vakıf” bunun beşte birini (payının onda birini) oranın güvenliğini sağlayan devlete öşür olarak verir. Kalanın yarısı vakfın giderleri olur, yarısı da bu vakfa sermaye koyanların sermaye payları olur. İsrail Devleti veya sermaye bu vakıftan birkaç çıkar sağlar. Önce topraklarına su sağlayacaktır. Halkı kendi gıdasını kendisi temin edecektir. Sonra ülkesindeki hâsılanın onda birini alacak ve bütçesi gelir sağlayacaktır. Daha sonra vakfın tüm gelirlerinin kira payından kendisi en çok pay alacaktır. Çünkü sermayenin çoğu onların olacaktır. En önemlisi barış içine girmiş olup gerek ticarî gerekse ilmî hizmetlerine daha iyi bir şekilde devam edecektir. Tabii ki bu Amerikan Yahudilerini rahatsız edebilir ve bu sebeple istemeyebilir.
c) Tabii kaynaklardan yararlanmayı yine “Adil Düzen” çok kolay çözmüştür. Tabii kaynaklar, tüm madenler ve enerji kaynakları bütün insanlarındır. Gümrük yok, vize yok, pasaport yoktur. Devletler vardır, güvenliği sağlar. Sermaye, emek, mal ve bilgi alışverişi tamamen serbesttir. Üretim ham maddenin olduğu yerde üretilecek, devlet beşte veya onda bir payını alacak, ondan sonra dünyanın her yerine serbestçe alınacak ve satılacaktır. Gelir vergisi yoktur. Faiz yoktur. Böylece Amerika’daki Yahudi sermayesi de bundan çok iyi şekilde yararlanır. Sermayesi ve bilgisi ile dünyanın her yerindeki kaynaklarından serbestçe yararlanabilir. Uluslararası ticareti tekel oluşturmamak şartı ile elinde tutabilir. 500 yıl daha insanlığa hizmet edebilir. Bombalarla, silahlarla, gümrüklerle, vizelerle, mafyalarla, gizli istihbarat örgütleri ile bu sağlanamaz. İşte “III. Cihan Savaşı” insanlığa bunu öğretmiş olacaktır.
d) Dünyayı kutuplara ayırıp savaştırma ve sonra da o sayede hakim olma usûlü “III. Bin Yıl”da geçerli olmayacaktır. Kutuplaşma kendiliğinden olur ve bu kutuplaşma yararlı da olur. Bu “savaş”la olmamalıdır; “uygarlıkta yarış” şekline dönüşmelidir. “III. Bin Yıl Uygarlığı” böyle olacaktır. Tarihte de hiçbir kutuplaşma suni olmamıştı. “Suni kutuplaşma” “sosyalizm” ile “kapitalizm” arasında yapılmış ve ömrü yetmiş yıl sürmüştür. Gelecekteki kutuplaşma “Hak düzeni” ve “kuvvet düzeni” arasında olacaktır. Dünyada ulusal devletler oluşacak ve bu devletlerin bir kısmı “Hak düzeni”ne, bir kısmı da “kuvvet düzeni”ne tâbi olacaktır. Zamanla “Hak düzeni” üstün gelecek ama bu sefer “Hak düzeni” kendi içinde kuvvetleşecektir. Bin sene sonra da çökmüş olacaktır. O halde kutuplaşma “Adil Düzenciler” ile “zalim düzenciler” arasında cereyan edecektir. Yahudiler nerede yer alacaklar? Onu kendileri bilirler ama; Kur’an’da Hıristiyanlarla Müslümanların bir olacağı, Yahudilerle ateistlerin de birlikte olacakları bildirilmektedir. “III. Cihan Savaşı” sonunda bu bloklaşma açık olarak ortaya çıkacaktır. Hıristiyan ve Müslümanlar bir olacaktır. Amerika Birleşik Devletleri içinde de Yahudiler hükümranlıklarını kaybedeceklerdir. Belki Çin ve Hintliler ile beraber olacaktır. Ne var ki, Müslüman ve Hıristiyanlar tarihte hep galip gelmişlerdir. İbrahimî din her zaman zafer kazanmıştır. Bundan sonra da zafer onların olacaktır.
“III. Cihan Savaşı”nı olmamasını mı istiyoruz? O zaman yeryüzüne “Adil Düzen”i anlatmamız gerekir. Bunun için elimizde ne imkânlar vardır. Bunun için;
a) İzmir’de ve İstanbul’da oluşmuş “Akevler Kooperatifleri” “Adil Düzen”i ortaya koymaya, aralarında uygulamaya ve çevreye anlatmaya çalışmalıdır. Bu onlara farzdır. Çünkü Allah bu bilgileri onlara vermiştir.
b) “Adil Düzen”in ikinci hamilleri “Millî Görüşçüler”dir. “Akevler” “Adil Düzen”in “beyni” ise; “Millî Görüşçüler” de “Adil Düzen”in “bedeni”dir. “Akevler” kadar onlar da sorumludur. Yapacakları iş “Akevler”le işbirliği yapmak ve birlikte “Adil Düzen”i üretmek, uygulamak, yaymak ve sonra da iktidardakileri uyarmaktır. Bunun için ilk yapacakları iş bir “dergi” çıkarmaktır.
c) Üçüncü olarak “AK Partililer” akıllarını başlarına getirmelidirler. Câri sistemle devleti yönetirken bir taraftan da “Adil Düzencileri” desteklemelidirler ve stratejilerini de ona göre götürmelidirler. Bunlarla istişare etmeli ve bunları devlet gücü ile desteklemelidirler.
d) Dördüncü görev “Türk Ordusu”na düşmektedir. Türk Ordusu şimdiye kadar halkını ikiye ayırdı ve dindarları kendisine düşman yaptı. “Lâiklik” adı altında inançsız kimselerle işbirliği yaparak devleti yönettiler. Etkiler yaptılar, darbeler yaptılar, başbakan ve arkadaşlarının asılmalarına bile sebep oldular. Artık bunun sonu gelmiştir. “Türk Ordusu” bölücülükten vazgeçecek ve bütün vatandaşları eşit görecek, “Adil Düzen”e de kulak verecek ve “Türkiye Cumhuriyeti Devleti”nin genel siyasetini ona göre götürecektir. Yahut; “Osmanlı Ordusu” gibi mağlup olup “I. Türkiye Cumhuriyeti Devleti”ni kendisi gibi tarihe gömecektir. Türk Milleti asker bir millettir. Bütün inkılâpları ordu yapmıştır. Türk Milletinin “Ordu” dışında bir merkezi yoktur. Bu “Ordu” için çok büyük şereftir. Bunun hakkını vermelidir.
Sermaye Allah’ın iznine dayanarak dünyayı ikiye bölüyor. Önce “ABD” ve “Avrupa Birliği” arasında savaş çıkacaktır. “Ruslar” da onlarla beraber olacaktır. Boğazı sıkılan “Avrupa” nefes almak için “ABD”nin “Ortadoğu”ya hakim olmasını istemeyecektir. Savaş “EURO” ile “DOLAR” arasında çıkacaktır. “Çin” başlangıçta savaşın dışında kalacaktır. Mağlup olan taraf “Çin”den yardım isteyecek. Sermaye onu destekleyerek batıda denge oluşacak. “ABD” “süper güç” olmaktan vazgeçecek, “Avrupa” da kendi kabuğuna çekilecek. “Çin” ise doğuda “süper güç” olarak görülecek. İşte bu durumda Türkiye serbest kalacak. TC Devleti yıkılacak, ama halkı varlığını sürdürecek. “Adil Düzenciler” ortaya çıkıp “II. Türkiye Cumhuriyeti Devleti”ni kuracak ve “Ortadoğu”ya onlar hakim olacak. Böylece Doğu-Batı bloku arasında dengeyi koruyacaktır.
TÜRKİYE ŞİMDİ KARAR VERME ARİFESİNDEDİR:
d) Amerika ile bir olup savaşlarda kendisini tüketecektir. Amerika da sonra ihanet edip Türkleri İranlılarla boğuşturacaktır. Ekonomik kıtlık ile ülkeyi çökertecektir Çünkü zafer onların olmayacaktır.
e) Batı ile bir olup yine savaşlarda kendisini bitirecektir. Sonunda onlar da Türkiye’ye ihanet edeceklerdir. Çünkü zafer onların olmayacaktır. Sermaye tarihte olduğu gibi yine Hıristiyanları birbirine kırdıracaktır.
f) Türkiye tarafsız kalıp gücünü koruyacaktır. İnönü siyasetini yürütecektir. Böylece savaş olsun olmasın dünyaya hakim olacaktır. Bu takdirde “I. Türkiye Cumhuriyeti Devleti” yıkılmayacaktır.
Bunun için Türkiye’nin yapacakları vardır:
b) Türkiye “III. Cihan Savaşı”nda “II. Cihan Savaşı”nda olduğu gibi ince bir siyaseti ile tarafsız kalabilmelidir. Bunun için “Hüseyin Kıvrıkoğlu” Cumhurbaşkanlığına getirilmeli ve ona “başkomutanlık yetkisi” verilmelidir. Dış siyasette onun komutasındaki orduya güvenmelidir. “Başkomutan”ın kararları uygun alabilmesi için “Eski Cumhurbaşkanları” ona “danışman” olmalıdır. “Necmettin Erbakan” ve “Tansu Çiller” de “eski profesör başbakanlar” olmaları nedeniyle danışma kuruluna alınmalıdırlar. Cumhurbaşkanı bunlara danıştıktan sonra kararlar almalıdır.
c) “Devlet Plânlama Teşkilatı” “Türkiye Büyük Millet Meclisi”ne bağlanmalı ve “YÖK” kaldırılarak “Üniversiteler” ilim bakımından bağımsız hâle getirilmeli, ekonomik bakımından ise “Devlet Planlama Teşkilatı”na bağlanmalıdır. “Devlet Plânlama Teşkilatı” “Üniversiteler”e yaptıracağı araştırmalarla “Adil Düzen”i oluşturup “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” “Adil Düzen”e kavuşturulmalıdır. “Devlet Plânlama Teşkilatı Yöneticileri” seçime giren siyasi partiler tarafından atanmalıdır. Her %5 oy için bir ilim adamı atanmalıdır. Oylar başka partilere aktarılabilmelidir.
d) “Ordu”da “Kurmay Subaylar”dan oluşturulmuş bir “Araştırma Merkezi” kurulmalıdır. “Devlet Plânlama Teşkilatı” tarafından üniversitelere hazırlatılan kanunlar, “Ordu Araştırma Merkezi”nde savunma bakımından incelenip öylece “Meclis”e gönderilmelidir. “Meclis” bu kanunları millî isteklere göre kabul veya reddetmelidir.
e) Hemen “Anayasa” değişikliği yaparak dört sorununu derhal çözmelidir:
1- BASIN: Yazarlara kredi verilerek; dergi, gazete, radyo ve televizyon kurmalarına imkân verilmelidir. Yazarları siyasi partiler atamalıdır. Böylece “Millî Basın” oluşturulmalıdır. “Basın özgürlüğü”nün yerini “yazar özgürlüğü” almalıdır.
2- YARGI: Yargılama özel soruşturma kurumları ve hakemlik kurumu ile tarafsız, bağımsız, etkin ve saygın hâle getirilmelidir. “Yargı bağımsızlığı”nın yerine “yargıç bağımsızlığı” getirilmelidir.
3- BORÇLAR: Borçlar devlet toprakları Türk halkına satılarak, ödenecektir. Ormanlar “dinlenme yerleri” olarak kredileşme ilkesi ile halka geçici olarak devredilmelidir. “KİT”ler “hisse senetleri” ile halka satılacaktır. “Türk Lirası” “Altın”la kote edilmelidir. Borçlanma “Cumhuriyet Altını” ile; ödemeler “Türk Lirası” ile yapılmalıdır. Böylece “faizli borçlar” “faizsiz borçlar”a dönüştürülecektir.
4- İŞSİZLİK: Türkiye’nin en önemli sorunu olan “İşsizlik Sorunu” üç ayda çözülebilir. Bu çözümleri birkaç defa yazdık. Oralarda inceleyebilirsiniz.
Bütün bunlar “Devlet Plânlama Teşkilatı” aracılığı ile gerçekleştirilecektir.
Biz “Akevler” olarak “Devlet Plânlama Teşkilâtı Sekreterliği”ne talibiz.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 201. SEMİNER Tefsir İstanbul, 22 Mart 2003
“İNTİZAR” ÂYETLERİNİN TEFSİRİ
(Va) “Ve” Bundan önceki âyette insanların tek ümmet oldukları, ancak ihtilaf ettikleri; bunun üzerine değişik ümmetler hâline geldiklerini açıklamaktadır. Bu “Va” harfi ile ona atıfta bulunmaktan başka, bir de hazırcılığı istediklerini anlatmaktadır. Nedir bu hazırcılık? Allah bize gelecekte olacakları bildirsin. Ne olacağını bilelim ve biz ona göre davranalım. İşte şu gün şu savaş olacak, şu yenilecek, şu yenecek! İnsanlar gaybı bilmek isterler. Kolaycılığa kaçarlar.
(YaQUvLUvNa LaV LAv EuNZıLa GaLaYHı EavYatun)
“Ona bir âyet nüzul etmeliydi diye kavlederler.” Burada âyetten maksat, geleceği haber veren ifadelerdir. Geleceği bildiren sözler gerçekleşirse o âyet olmuş olur. Kur’an’da Rumların galip geleceklerini bildirmiş, o da o zaman gerçekleşmiştir. Bu hikâye yalnız o zaman gerçekleşmiş değildir. Sonra Osmanlılar burasını alınca yine düşmanlar İstanbul’u istilâ etmişlerdi. Ama sonra kazanılan savaşlarla İstanbul yine fethedilmiştir. “Rum diyarı İslâm’ın ülkesi olacaktır” denmiştir. Şimdiye kadar böyle kaldı, bundan sonra da böyle kalacaktır. Rum diyarının kaderi bu şekilde çizilmiş. Oradakiler yenilecek, ama yenildikten sonra galip geleceklerdir. İnsanlar hep böyle sürekli olarak geleceği önce bilmek isterler. Bugün de birçok kimse böyle gayb haberlerini hadislere, kerametlere ve kehanetlere dayandırıp gelecekten haber vermeye çalışmaktadır. Oysa biz ancak Kur’an’ın ve müsbet ilmin bildirdiklerini bilebiliriz. Burada diyenlerin zamiri “nâs”a gitmektedir. Yani, bunu Müslümanlar da kâfirler de yapmaktadırlar. İnsan tabiatı böyledir; ille de geleceğini şimdiden bilmek istemektedir. Oysa Allah geleceği kendi iradesine bırakmaktadır. Öğrenciye sual sorarsın, bilip bilmediğini anlamak için. Sorunun cevabını baştan bildirirsen o imtihan olur mu? Allah da insanı yarattı. Onu imtihan ediyor. Bunu da baştan ona kopya vermemekle yapıyor. Onun için bildirmiyor.
(MiN RabBıHı) “Rabb’inden.” ‘Ona geleceği bildiren âyet gelmeli idi’ denmektedir. Kur’an insanlara kendisini özel mucizelerle kabul ettirmiş değildir. Geçici haberlerle değil, tarihin akışını ortaya koymuştur. Geçmiş peygamberlerin kıssalarını anlatmış, gelecekte de benzer olayların olacağını bildirmiştir. Tarihin akışından neler olacağını biliyoruz. Makroya ait bilgimiz vardır. Ama mikroyu bilmiyoruz. Bir insan yaşlanacağını biliyor, öleceğini biliyor. Ama bunun nasıl ve ne zaman olacağını bilemiyor. İnsanlık tarihi de böyledir. Tarihin akışını biliyor, sonun nereye varacağını biliyor. Ama “Irak Savaşı”nın ne olacağını bilmiyor. Oysa insanlar uzak zamanlarda olacakları değil; şimdi ne olacağını öğrenmek istiyorlar. Madem ki Rab onunladır, niye yardım etmiyor da bu kadar sıkıntılara sokuyor? Resul olduğunu iddia eden zat da bizim gibi kılıç kullanmak zorunda kalıyor. Oysa Allah insanları imtihan için var etmiştir. Peygamberler de insandır. İnsanlara örnektir. Onlar bizden farklı olsaydı biz onları nasıl örnek alacaktık? Mehdi bekleniyor, Mesih bekleniyor. Eline kılıcı alacak, beyaz ata binecek ve atom bombaları ile, tank ve füzelerle mücadele edip yenecek! Tarihte hiçbir peygamber böyle olağanüstü güçlere sahip olup dinini yaymamıştır. Mü’minler hep eşit şartlarla; hatta daha zayıf güçleri ile savaştılar, ama yendiler.
(Fa QuL) “Hemen söyle, vakit geçirmeden söyle.” Bu bâtıl bir düşüncedir. Sünnetullaha aykırıdır. Öyle olmasa, Âhiretten önce insanları yetiştirmek için yaratılan bu dünyanın amacı kalmaz. İmtihanın maksadına aykırıdır. Baştan kopya verilemez. Buradaki “Qul” emirdir.
(EınNaMAa elĞaYBu LılLAvHı) “Gayb sadece Allah’ındır.” Gaybı bilmek O’nun tasarrufundadır. Onu ne melekler, ne de peygamberler bilir. Çünkü onlar da kuldurlar. Onlar da imtihandadırlar. Allah herkese kendisine gerektiği kadar ilim vermiştir. Gaybı yalnız Allah bilir. Bilgisayarı kullananlar bilirler. Belli sayıda ve miktarda yazı yazılınca dolar ve artık daha fazlasını yükleyemezsiniz. Bugün biliyoruz ki insan beyni de bilgisayardır. Sınırlı sayıda bilgi yüklenir. Hadis kitaplarında da sınırlı sayıda yazılar yazılır. Gelecekte olacak şeyleri peygamber de bilmez. İnsan ise bilemez. Melek de cin de insan gibi yaratıktır. O da sınırlı şeyleri bilebilir. Bunun dışındaki iddialar yanılmadır, yanıltmadır.
(FaNTaJıRUv) “İntizar ediniz.” “Nazar etmek”, bakmak, gözetlemek demektir. “İnzar”, mühlet vermek, zaman vermek demektir. “İntizar etmek” demek, kendi kendine gözetleyerek beklemek, kendi kendine mühlet vermek demektir. “Onlara acele etmeyin” deniyor. Olacaklara bakın ve bekleyin. “Adil Düzen” gelecek; kanlı da olsa, kansız da olsa gelecek. Bekleyin, acele etmeyin. Buradaki emir, talepten ibarettir. Yapacaklarından değil, yapmak zorunda oldukları için emredilmiştir.
(EınNIy MaGaKuM MıNa elMUnTaJıRIyNa) “Ben de sizinle beraber muntazırım.” Biz, “Adil Düzenciler”in galip geleceğini bekliyoruz. Siz de “Adil Düzenciler”in yok olup gideceklerini bekliyorsunuz. Biz Kur’an’a bakarak, tarihe bakarak ileride ne olacağını haber veriyoruz. Onun olacağını bekliyoruz. Siz, bu andaki silaha ve güce bakarak olacakları bekliyorsunuz. Yakın tarihe baksak ne deriz? Sovyetler ortaya çıkmış. Dünyayı sosyalist yapacaklarını söylüyorlardı. O günkü güçlerine bakarsanız, yenilmeleri imkânsızdı. Oysa bugün sosyalizm yoktur. Ne Stalin var ne de Lenin. İslâmiyet yok edilecekti. Oysa bugün dünya din düşmanlığını bırakmış, her tarafta dine dönülmektedir. Hitler geldi; astı, kesti, dünya ile savaştı. Sonunda ise adının anılması bile yasak. Tarihte böyle güçler ortaya çıkmıştır. Ama sonunda hep İslâmiyet galip gelmiştir. Moğollar dünyayı fethettiler, fethetmedikleri İslâm ülkesi kalmadı. Sonunda dört büyük İslâm devleti olarak ortaya çıktılar. Sadece Çin’e gidenler Budizm’i kabul ettiler. Diğer Moğollar Müslüman oldular. Germenler Romalıları yendiler ama kendileri Hıristiyan oldular. ABD Başkanı Bush Irak’ı yenebilir, tüm İslâm ülkelerini alabilir, devletleri yıkabilir. Ama varlığını ancak “Adil Düzen”i kabul etmekle sürdürebilir.
Şimdi buradan “süper güç” olmak isteyenlere ilân ediyorum. Bugün duymayacaklar, gelecekte tarih onlara bu sözlerimi duyuracaktır. Süper güç olmak istiyor musunuz? O zaman “Adil Düzen”i kabul ediniz. TC Devleti yöneticilerine söylüyorum; askerine, işadamlarına, din adamlarına, bürokratlara, siyasilere söylüyorum: Devletimizin yıkılmasını istemiyorsanız “Adil Düzen”i kabul ediniz. Allah’ın yarattığı Kâinat içinde yaşıyorsunuz, Allah’ın şeriatına dönünüz. Bu demokrasidir, bu lâikliktir, bu liberalliktir, bu sosyalliktir. Hâsılı, bu hukuk düzenidir. Tarafsız, bağımsız, etkin ve saygın yargı üstünlüğüdür. Sözde değil, gerçek hukuk düzenidir.
“Ben de sizinle beraber muntazırım” diyerek kendisinin elinde de hiçbir şey olmadığını ifade etmektedir. Bu her mü’mine bildirilendir. Biz yapacağımızı yaparız. Şükrederiz, sabrederiz, tevekkül ederiz ve ondan sonra kadere boyun eğerek bekleriz. Ne olacağını biz de bilemeyiz. Makroyu biliriz, mikroyu bilemeyiz.
(Va YaQUvLUvNa LaV LAv EuNZıLa GaLaYHı EAvYatun MiN RabBıHı Fa QuL EınNaMAa elĞaYBu LılLAvHı FanTaJıRUv EınNIy MaGaKuM MıNa elMUnTaJıRIyNa)
بسم الله الرحمن ارحيم
وَيَقُولُونَ لَوْلَا أُنْزِلَ عَلَيْهِ آيَةٌ مِنْ رَبِّهِ فَقُلْ إِنَّمَا الْغَيْبُ لِلَّهِ فَانْتَظِرُوا إِنِّي مَعَكُمْ مِنْ الْمُنْتَظِرِينَ(20)
وَقُلْ لِلَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ اعْمَلُوا عَلَى مَكَانَتِكُمْ إِنَّا عَامِلُونَ وَانتَظِرُوا إِنَّا مُنتَظِرُونَ (122)
(Va) “Ve” Bundan önceki âyetlerde insanların tek millet olduklarını, ihtilâf içinde bırakıldıklarını, onların geçmiş hikâyelerinin sana anlatıldığı bildirilmekte ve onda söyle emriyle amellere devamla intizar edilmesini söylemektedir.
(QuL LilLaÜIyNa LAv YuEMıNUvNa) “Îman etmeyen kimselere söyle.” denmektedir. Burada “îman etmemiş kimselere söyle” denmeyip; “îman etmeyen kimselere söyle” denmektedir. Çünkü bunlar her zaman îman edebilirler. Îman etmemek demek, kendisini güven içinde hissetmemek demektir. Allah’a teslim olarak güvenlik içine girmemiş olan kimseler demektir. Mü’minler kendileri ellerinden gelenleri yaptıktan sonra Allah’a teslim olup tevekkül ederler. “Îman etmeyene söyle” değil, de “etmeyenlere söyle” denmektedir. Marifeli olarak getirilmektedir. Yani, bunlar bilinen kimselerdir, bize muhatap olan inanmayanlardır; “onlara söyle” denmektedir. “Adil Düzen”in geleceğine inanmayanlara söyle denmektedir. İlâhî kanundur. “I. Kur’an Uygarlığı” son bulmuş, “II. Kur’an Uygarlığı” doğmaktadır ki; bu aynı zamanda “III. Bin Yıl Uygarlığı”dır. Bu uygarlık “Hak Uygarlığı”dır, şeriat uygarlığıdır, adalet uygarlığıdır.
Bu uygarlığı getirecek olanlar da Türklerdir; Türkiye’deki “Adil Düzenciler”dir.
Bunu ne zaman nasıl yapacaklardır? Kimler yapacaklardır?
İşte bunu bilmiyoruz. Bu gayb haberidir, Allah’tan başka kimse bilemez.
Beklemediğimiz zamanda beklemediğimiz şekilde olabilir. Mesela, bunlardan biri şöyle olabilir. Amerikalılar gelir Irak’ı, İran’ı, Türkiye’yi işgal edebilir. TC Devleti yıkılabilir. III. Cihan Savaşı biter. Ama ABD de dağılır. Dünyada bir fetret devri başlar. O zaman Türkiye’deki “Adil Düzenciler” 1919’da olduğu gibi hareket ederler. Yeniden “II. Türkiye Cumhuriyeti Devleti”ni kurarlar.
Bu dünyaya “barış” gelecektir. “İnsanlık Anayasası” dünyaca kabul edilmeye başlamakayacakdır. Bu bir olma ihtimalidir. Belki de buna gerek kalmaz. Türk yöneticilerinin akılları başlarına gelir. “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” yıkılmadan “Adil Düzen” gelir. Bunu AK Parti yapar, yahut Saadet Partisi yapar. Bakarsınız Ordu yapar. Müdahale etmesine gerek kalmayabilir; sadece tavsiyesi yeterli olur. İşte bunlar bilinemez. Ancak “Adil Düzen”in geleceği kesin olarak bilinmektedir. Elbette insanlığın sonu gelmemişse ve kıyamet olmayacaksa “Adil Düzen” mutlaka gelecektir. 50 yaşındaki insan için söylenenleri söylüyoruz. Ama kimse bu anda bu insanın bir kaza ile veya kurşunla onun ölmeyeceğine garanti veremez. İşte bu gayb haberidir.
(ıGMaLUV GaLAv MaKANaTıKuM) “Mekânetinizde amel ediniz.” Mekânet, mekânenin cem’i yani çoğuludur. İmsiz amn imi mekan ve kasdarı mimidir. “Kavn” yani oluşmadan gelmektedir. Sonra sülasi olmuştur. Yeriniz anlamına gelmektedir. İmkân, sonra olabilirlik anlamına gelmektedir. Yani, siz kendi yaptıklarınızı yapmaya devem ediniz. Yahut, siz kendi güçlerinizle ne yapabilirseniz yapınız denmektedir. Onlar gaflet ve dalâlet içinde, Allah’tan değil de insanlardan korkarak yererlinde çırpınıp dururlar. Çırpının. Halbuki Allah Kur’an’da nasıl hareket etmemiz gerektiğini emretmiştir. Onu yerine getireceğiz. Sonunda hep Allah galip gelmiştir. Allah onun emrine göre hareket edenleri korur.
(EınNAv GaMıLUvNa) “Biz de amel etmekteyiz.” “Adil Düzen”e inananlar “Adil Düzen”e göre amel ederler. “Adil Düzen”e inanmayanlar da kendilerine göre amel ederler. “Alâ mekânetinâ âmilûn” denmemiştir. Çünkü mü’minler kendi mekânlarında değil, Allah’ın mekânlarında amel ederler. Mü’minler kendi güçleri ile değil, Allah’ın gücü ile hareket ederler. Onun gücü sonsuz olduğu için onun için mekânetten bahsedilemez. Biz Allah’ın dediklerini yaparız, sonrası bizi ilgilendirmez.
Burada önemli bir husus vardır. Arada “Va” harfi kullanılmamıştır. Bu amellerin farklı olmasından ileri gelmektedir. Bizim amellerimiz ile onların amellerinin farklı olmasından dolayı “Va” harfi kullanılmamıştır. Bunu yap, ben de yapacağım. Sen kendi işini yap, ben ise kendi yapacağımı yapacağım demek olur. “Ve” gelirse aynı işi yapmış olurlar. “Ve” gelmezse başka başka işler yapmış olurlar.
(Va) “Ve” Burada “Va” gelmiştir. Çünkü herkes yapmaya devam edecek ve sonu beklenecek. İnsanlar gayret gösterirler. Ama sonuçta Allah’ın dediği olur. Demek ki “intizar” işi gücü bırakma demek değildir. “Şükür”, “sabır”, “tevekkül” ve “intizar” devam edecektir. “Amel” ve “intizar” birlikte olacaktır. Biz bizim görevlerimizi yapacağız. Sonucu ise Allah’tan bekleyeceğiz.
(EıNTaJıRUv) “İntizar ediniz./ Bekleyiniz.” Kendi kendinize mühlet veriniz. Bakalım sizin dediğiniz mi olacak, yoksa bizim dediğimiz mi olacaktır? “Adil Düzen” mi galip gelecek, yoksa “zalim düzen” mi galip gelecektir? “Kuvvet” mi galip gelecek, yoksa “Hak” mı galip gelecektir? “Çoklu şeriat” mı galip gelecek, yoksa “tekli kanun” mu galip gelecektir? “Barış” mı galip gelecek, yoksa “savaş” mı galip gelecek? Savaşçılar mı kazanacak, yoksa barışçılar mı?
(EınNAv MuNTaJıRUvNa) Yine harf-i tarif getirmeden “biz de intizar edeceğiz” denmektedir. “Va” harfi ile atıf yapılmamıştır. Çünkü beklenen aynı şey değildir. Mü’minlerin beklediği başka, îman etmeyenlerin bekledikleri başkadır. Onun için “Ve” harfi getirilmemiştir. Amele devam edeceğiz, intizarda da bulunacağız. “Tevekkül” ile “intizar” arasında fark vardır. “Tevekkül”de ümit sözkonusu değildir. “İntizar”da ise zafer beklenmektedir. Tevekkül edeceğiz ama ümitsiz de olmayacağız.
وَقُلْ لِلَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ اعْمَلُوا عَلَى مَكَانَتِكُمْ إِنَّا عَامِلُونَ وَانتَظِرُوا إِنَّا مُنتَظِرُونَ (122)
قُلْ كُلٌّ مُتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُوا فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ أَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنْ اهْتَدَى(135)
(QuL KulLun MuTaRabBıÖun FaSaTaGLaMUvNa MaN EaWPABu ÖıRAOu elSaVıyYı Va MaN EıHTaDAv) (TAHA)
قُلْ (QuL) “Söyle.” ‘Biz onları önceden helâk etseydik, bu sefer de neden bize uyarıcı göndermedin?’ diyeceklerdi. Haberden sonra “Va” harfi verilmeden söyle denmektedir. İntizar âyetinde de burada da hep “söyle” emri vardır. Her mü’mine düşen görev budur.
(KulLun MuTaRabBıÖun) “Herkes tarabbus etmektedir.” Bütün olaylar zamanlanmıştır, kendi akışı içinde oluşmaktadır. Günü gelmeden bir şey olmaz. Öyleyse her şey beklemektedir. Her şeyin ömrü vardır. Doğar, gelişir, yaşar, yaşlanır ve ölür. Kâinat da böyledir. Kendi ömrü içinde varlığını sürdürmektedir. Beş boyutlu uzay içinde yaktığımız hayat lambasını üç boyutlu uzayımız içinde dört boyutlu bir yolu çiziyoruz.
(Fa TarabBaÖUv) “Siz de tarabbus ediniz.” Sizin de gününüz gelecektir. Tarabbus, bekleme demektir. Rabasa, durup beklemektir. İntizar, hareket ederek beklemektir. Tarabbus, günü doldurmak için beklemektir. Vaktin gelmesi için beklemektir. Boşanmış olanlar için de bu terabbus istenmektedir. İddetin beklenmesidir. Yine buradaki emir, olacağı ifade etmektedir.
(FaSaTaGLaMUvNa) “Yakında ilm edeceksiniz./ Yakında öğreneceksiniz.” Arapçada “Sa” yakında, “Savfa” uzakta anlamı taşır. Âhiret için “sevfe”, dünya için “se” kullanılır. Ama mecazi olarak aksi kullanılması da olur. Hadiseler cereyan edecek, sonunda hepsi teslim olacaklardır. Nitekim Mekke müşrikleri de sonunda teslim olmuş ve haklılığı ikrar etmişlerdir. Türkiye’de 1945’lerden beri demokrasiye geçilmek istenmiştir. O tarihten beri istenen şudur. Demokrasi olsun ama lâiklere demokrasi olsun; Müslümanlara demokrasi olmayacaktır. Onlara hayat hakkı tanınmayacaktır. Ona bir kulp da bulmuşlardır; İslâmiyet’te demokrasi yoktur! Müslümanlar iktidar olurlarsa onlar bize yaşama hakkı tanımazlar, öyleyse bizim de onlara hayat hakkı tanımama hakkımız vardır! İslâmiyet’i hoş karşılayan Millet Partisi kapatılmış, Müslümanları oyalayan DP iktidar edilmiştir. Sonunda onlar sehpaya gitmiştir. İslâmiyet’i hoş karşılayan Ali Fuat Başgil bertaraf edilmiş, Süleyman Demirel desteklenmiştir. Tarihî olaylarda hep böyle Müslümanları yönetimden uzak tutma çabası içine girilmiş. Sonunda ne olmuş? Adım adım İslâmiyet gelişmiş ve sonunda anayasa ekseriyeti elde edilmiştir. Şimdi bu iktidar her türlü güce sahip olduğu halde “Adil Düzen”i kabul etmiyor. Ondan uzak duruyor. Allah’ın onları iktidara getirdiğini görmezlikten gelerek Amerikalılara medyunu şükran olma peşinde. Elbette bu aklı ile hareket etmeye devam ederse bu da gidecektir. “Adil Düzen”i getirecek olanlar gelecektir.
(MaN EaÖXABu ÖıRAOu elSaVıyYı) “Sevıy, sırat ashabının kim olduğunu yakında öğreneceksiniz.” Seviy, düzeltilmiş yol anlamına gelir. Bu takdirde iyi yol halkının kim olduğunu anlatmış olur. Bundan sonraki onu teyit etmiş olur. Kim haklıdır, kim kazanacaktır, göreceksiniz denmektedir. Kazanan tek kazanmayanlar çok ise o zaman böyle söylenebilir. Diğerleri yarışa girmemiş de olabilir. Seviy, orta yol anlamına da gelmiş olur. Bununla beraber “Seviy” seviye anlamında da olabilir. Kötü yol anlamında gelir ki kaygan yol denir. O zaman da hidayette olanlarla kaygan yolda olanlar anlamına gelmiş olur. Kötü yol demektir. Bir de ovalarda yani her tarafın dümdüz olduğu yerde yol bulmak son derece zordur. Hele sis çökerse tamamen kaybolma anlamına gelir. Çöllerde de durum böyledir. Karşılığında “ihtida” kelimesi kullanılmıştır.
(Va MaN EıHTaDAv) “Kim ihtida etmiştir?” Seviy, yolun halkı demek; dümdüz ovada, veya yaylada, çölde kaybolanlar kimlerdir, böyle bir sahada dahi yolunu bulan kimlerdir bilirsiniz diyor. Yıldızlarla yol bulunabileceği gibi; harita ve pusula ile de yol bulunabilir. Allah insanı yeryüzünde böyle bir çölün ortasına koymuştur. Ona Kur’an gibi bir rehber göndermiştir. Ona yol göstermektedir. Ne var ki, kulak vermeyip kendileri kendi hevaları ile yola çıkacaklarını sanıyorlar. Bekleyin bakalım, kimin yola çıkacağını göreceksiniz. Tekrar hatırlatalım. Yeryüzünde III. bin yılın başında “Adil Düzen” tesis edilecektir. “İnsanlık Anayasası” tesis edilecektir. Dünyaya İslâm düzeni, şeriat düzeni, Hak düzeni ve “Adil Düzen”e gelinecektir. Sermaye sömürüsü sona erecektir. İsrail oğullarının alevlendirdiği ateş sönecektir. Bunlar Kur’an’da bildirilmiştir.
(QuL KulLun MuTaRabBıÖun Fa TaRabBuÖUv FaSa TaGLaMUvNa MaN EaÖXABu ÖıRAOu elSaVıyYı Va MaN EıHTaDAv) (TAHA)
قُلْ كُلٌّ مُتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُوا فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ أَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنْ اهْتَدَى(135)