KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 203. SEMİNER Tefsir İstanbul, 05 Nisan 2003
بسم الله الرحمن الرحيم
رحمن و رحيم اولان اللهن اسمنه
Yaşatan ve çalıştıran Allah adına
Rahmân ve rahîm olan Allah’ın ismine
MÜCADELE SÛRESİ(58); 20-22. ÂYETLERİN TEFSİRİ
H I D A D / HUDUTLAŞMA
Mücadele Sûresi, eşi hususunda peygamberle tartışan kadının hikâyesi ile başlamaktadır.
“Cidal” ve “Cihad” birbirine yakın anlamı olan kelimelerdir.
Cihad, bir kimsenin karşısındaki insanı onu doğru yola getirmek için yaptığı çabadır. Cihad yapanın çıkarı ve iddiası yoktur. Sadece karşı tarafın kurtulması için onu hakka çağırmak için yapılır.
Cidal ise karşı tarafı yenmek için ona saldırmaktır. Bu daha çok fikren olur. Cihadı mü’minler başlatır, cidali ise karşı taraf başlatır. Bu sûrenin sonu “Hıdad” ile bitmektedir.
Hıdad, hudutlaşma demektir. Birisiyle hudutlaşma demek, onun çizdiği sınırları öbürünün başka tarafa çizmesidir. Bu sûre bunu belirtmektedir.
“Allah ve elçisi ile çekişen kimseler var ya, işte onlar alçaklar içindedirler./
Allah ve resulüne hidad eden kimseler var ya, işte onlar ezellin içindedirler.” (20)
(EinNa elLaÜIyNa YuXadDUvNa elLAHa va RaSUvLaHuv)
إِنَّ الَّذِينَ يُحَادُّونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ أُوْلَئِكَ فِي الأَذَلِّينَ(20)
الله و رسولنه حداد ادن كمسه لر وار يا اشته اونلر اذللين اجنده درلر(20)
إِنَّ (EinNa) “İnne”, Karşı iddiada olanlara söylendiği zaman gelir. Senin bilgin yanlıştır; öyle değil böyle demektir. Allah’ın doğal kanunlarını kabul etmeyip kendileri doğal kanunlara aykırı olarak düzen kurmak isteyenler kendilerini şerefli görüyorlar ama onlar en alçak kimseler arasındadır. Bu kendilerini üstün görüşleri yanlıştır.
الَّذِينَ يُحَادُّونَ (EalLaÜIyNa YuPAdDUvNa)
“Allah ile muhadde eden kimseler./ Allah ile çekişen kimseler.” ifadesi ile hem çekişen kimseler bellidir, hem de çekişme bellidir. Bu çekişme ile anlatılanlar, ilâhi kanunları kabul etmeyen kimselerdir. Allah insanları yaratmış ve onları kendi iradeleri ile yaşamaları için var etmiştir. Kişiler kendi yaşama kurallarını kendileri koysunlar ama koydukları kurallara uysunlar; sözleşmeleri kendi istekleri ile yapsınlar ama sözleşme sürdükçe ona uysunlar. Kendilerinin seçtikleri başkanların yönetiminde birlik kursunlar. Aralarında çıkacak ihtilafları hakemlerle halletsinler diye emretmiştir. İşte bu kurallara uymak istemeyenler Allah’ın koyduğu tabii hudutları zorlarlar.
اللَّهَ وَرَسُولَهُ (elLAHa va RaSUvLaHuv) “Allah ve Resulüne/ Allah ve elçisine”
ifadesi ile hakemlik usûlüne işaret etmektedir. Kur’an’da “Allah hakkı” dendiğinde “hakemlik usûlü” ifade edilmiştir. “Allah’a itaat edin” dendiği zaman; “Topluluğun icmalarına uyun” demektir. “Resule itaat edin” dendiği zaman; “Başkanı dinleyin” demektir. “Allah ve resulüne itaat edin” dendiği zaman; “Hakemlerin verdiği kararlara uyun” demektir. Demek ki burada hakemlerin verdiği kararlara uymayanlar kastedilmektedir.
HIDAD: Burada geçen “hıdad” kelimesinin kökü “hadid/demir” demektir. Başlangıçta keskin taşın adı idi. Sonra demir madenine “hadid” denmiştir. Hudud, sınırlarda dikilen taştır. Mülkiyetin sınırını gösterir. Tarım döneminde yaşayan kabileler meralarının sınırlarını taşlarla belirlerlerdi. “Hıdad” kelimesi, karşılıklı olarak sınır çekilmesi yapmak demektir. “Hıdad” “fial” babındandır. “Karşılıklı hudutlaşma” demektir. “Allah ve resulü ile hudutlaşma” demek, “yargı kararlarına karşı gelmek” demektir. Hakemlik sistemi ilkel topluluklarda da vardır. İki kişi arasında bir niza çıkarsa halk onların arasını bulmak için uygun iki kişi belirler. Onlar bunları uzlaştırırlar. Bu durum Araplarda da vardı. İslâmiyet buna bu kararları teyit eden “dayanışma ortaklığı”nı getirmiştir. Hakemlerin kararlarına uymayanlara karşı başkan gerekli zorlamayı yapar. İki veya üç hakemin verdiği kararlar Allah’ın kararıdır, bunu uygulayan başkanın kararı da resulün kararı olur. Cuma imamı hakemlerin verdiği kararları yerine getirir. Mü’min olan kimseler, bu kararlara uyan kimselerdir. Böyle yapmayan topluluklar alçalmışlardır.
Aramızda çıkan ihtilafları hakemlere götürmeliyiz. Hakemlerin kararlarına uymalıyız. İslâmî topluluğun ayırıcı vasfı budur. Hakem kararlarını kabul etmeyenler mü’min değildirler. Her türlü sözleşmelerde hakem maddesini koymalıyız. Hakem maddesi olmayan bir mukavele yapmamalıyız. Hakem maddesi yoksa bile hakemlere gitmeliyiz. Cumhuriyet kanunlarında hakemlik sistemi tamamen meşrudur. İsteyenler bundan yararlanırlar. “Hakem kararları”nı kabul etmeyip “hakim karaları” ile yaşamak isteyenler yıllarca süren davalarda avukatları zengin ederler. Hakem kararlarını kabul etmeyenler Allah’la çekişen kimselerdir.
الأَذَلِّينَ (eLEaÜalLIyNa) “Zeliller, alçaklar arasındadırlar.”
Kendi seçtikleri hakemlerin kararlarına uymayanlar, kendilerini onlardan üstün gören kimselerdir. “Onlar bilmez, ben bilirim!” diyenlerdir. Kendilerini güçlü görerek yargı kararlarına uymayanlardır. Kendilerini süper güç görerek Birleşmiş Milletleri takmayanlar, işte onlar en alçak kimseler arasındadırlar. Buradaki çoğul erkek kurallı çoğuldur. Alçaklar topluluğu anlamındadır. Böyle hukuku tanımayan kimseler kendileri bir sınıf oluşturup üstünlük sanısı içinde yaşarlar.
“Allah, ben ve elçilerim kesinkes yeneceğiz diye yazdı. Allah güçlüdür, yetkindir./
Allah, ben ve resullerim kesinkes galip geleceğiz diye ketb etti. Allah kavidir, azizdir.”(21)
(KaTaBa elLAHu LaEaĞLıBanNa EaNa Va RuSUvLIy EınNA elLAHa QaVıyYun GaZIyZun)(21)
الله بن و رسلرم كسنكس غالب كلجغدز ديه كتب اتدى الله قويدر عزيزدر
كَتَبَ اللَّهُ لَأَغْلِبَنَّ أَنَا وَرُسُلِي إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيز
كَتَبَ اللَّهُ (KaTaBa elLAHu) “Allah yazdı.” “Allah, ben ve elçilerim yeneceğiz diye yazdı.” deniyor. Yazmak demek, kural koymak demektir. İnsanlar birçok şeyler düşünür ve söyler. Bunların bağlayıcılığı yoktur. Çünkü bunlar sadece görüşme ve tartışmadır. Ancak bir mecliste oturur ve son sözleri söyleyip kalkarlarsa veya ellerini tutup söyledikten sonra ellerini bırakırlarsa, o zaman sözleşme kesinleşmiş olur. Ama sözleşmenin kesinleşmesi onun yazılı hâle getirilip imzalanması ile olur. Allah her zaman her şeyi yapabilir. Ancak Allah kendisine kural koyar ve kuralı değiştirmez. Bu “sünnetullah” olur. İşte Allah’ın değiştirmemek üzere yazdığı kurallara “Allah’ın Kitabı” denmektedir. Allah’a îmandan sonra bu kitaplara da îman etmek gerekir. Yani, “Allah’ın değişmez kuralları” demektir.
لَأَغْلِبَنَّ (LaEaĞLaBanNa) “Galebe edeceğim./ Üstün geleceğim. Yeneceğim.”
Canlıyı var eden Allah’tır; hastalığı var eden de Allah’tır.
Meleği yaratan da Allah’tır; şeytanı var eden de Allah’tır.
Mü’minleri var eden de Allah’tır; kâfirleri var eden de Allah’tır.
Ama bunlardan ikincilerini birincilerin sağlığı için var etmiştir. Asıl olan “sağlık”tır. Asıl olan “doğruları yapan melek”tir. Asıl olan “inanmış kimselerin tuttuğu yol”dur. Karşısına konanlar dengenin sağlanmasıdır. İnsanlıkta evrim olması için peygamberler gelir ve ileri düzeni getirirler, böylece ilerleme olur. Zamanla uygarlık yaşlanır, düzen bozulur. Elçiler yani peygamberler gelir ve onları uyarır, onlara tebliğde bulunur. Karşı gelenler mutlaka mağlup olurlar. Allah’ın evrim kanunları devam eder. Bu dünyanın sonu geldiğinde de bu dünya ölecektir. Ancak yeni düzen ötede kurulacaktır. Öte dünya bu dünyanın genel evrimidir. Allah bu kuralı yazmıştır. Hiçbir zaman hastalık canlılığı yok edemeyecektir. Bir tür inkıraz etse bile daha üstün tür ortaya çıkacaktır. Burada iki te’kit vardır. Biri kelimenin başındaki “Lam” harfi, diğeri sonundaki “Enne”dir. Biz bunu kesinkes olarak çevirdik. Bu kuralın kesinkes geçerli kural olduğunu belirtmektedir. Bu söz Medine’de söylenmiştir. Nitekim daha bir asır bile geçmeden dünyanın tek süper gücü olunmuş ve bu süperlik bin yıl sürmüştür.
أَنَا وَرُسُلِي (EaNa Ve RuSUvLIy) “Ben ve resullerim/ Ben ve elçilerim galip gelecektir.”
“Ben galip geleceğim” dense, sanki karşı tarafı var eden başka tanrı varmış gibi olur. Her şey Allah’ın iradesi ile olmaktadır. Rıza ise resullerin galibiyeti tarafındadır. Bunun için “Ben ve elçilerim galip gelecektir.” denmektedir. Yalnız “resullerim” dense, galip gelen resullermiş gibi olur. Oysa galip gelen yalnız Allah’tır. Kur’an “Biz” dediği zaman; “kendisinin görevli kıldığı kimselerin yaptığı” demektir. Halifelerine “Biz” denmektedir.
إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيز (EınNA elLAHa QaVıyYun AzıYZun) “Allah kavidir, azîzdir.”
Kaviy, fizikî güç demektir. Azîz ise sosyal güç demektir.
Allah maddeten elçileri galip getirmeye kadir olduğu gibi; Allah sosyal olarak da galip getirir. Türkler Arapları yendiler ama Müslüman oldular. Germenler Romalıları yendiler ama Hıristiyan oldular. O halde her zaman maddî kuvvet galip değildir. Manevî güç maddî gücü oluşturur ve adaleti tesis eder.
“Allah ve son güne inanan bir ulusu bulamazsın./
Allah ve âhir yevme îman eden bir kavmi vecd edemezsin.”
(LAv TaCıDu QaVMan YuEMıNUvNa Bı elLAHı Va elYaVMı eLEavPıRı)
الله و اخر يومه ايمان ادن بر قومى وجد اده مزسن
لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ
لَا تَجِدُ (LAv TaCıDu) “Vacd edemezsin.” Aksine bir olay cereyan etmez. Resullerim mağlup olmaz. Katlolunmuş resul olabilir, ama sonunda o galip gelir. Çünkü zafer yine peygamber ehlinin olmaktadır.
قَوْمًا (QaVMan) “Kavmi/ Ulusu bulamazsın.”
Siyasi güç ulus seviyesinde teşekkül eder. İnsanlık yaklaşık 100 devlete ayrılır. Devleti aynı dili konuşan ulus kurar. Devletlerin nüfusları 30 milyon ile 100 milyon arasındadır. Yeni uygarlık bir ulus içinde doğar, ondan sonra gelişir. Ulus içinde uygarlığı kuracak olanlar önce “aşiret” olacaklardır. Sonra “kabile”ye yükselecekler, daha sonra da “devlet” olacaklardır. “Kavmen/ Kavmi/ Ulusu bulamazsın.” Olumsuzun nekresi genelliği anlatır. Yani, hiçbir kavmi bulamazsın. Ne geçmişte, ne gelecekte bulunamaz. Resuller kesin olarak galip geleceklerdir. Allah’a ve Âhiret’e inansın, sonra da dönsün Allah ve resulü ile savaşan kimselerle dostluk yapsın! Böyle kavim bulamazsın. Burada Allah ve resulünün verdiği karallara uymayanların mü’min olamayacağı yeminle beyan edilmiştir. Bu âyette onu teyit etmiştir.
يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ (YuEMıNUvNa BilLAHı ve elYaVMı elEavPıRı)
“Allah ve Âhiret yevmine îman eden bir kavmi bulmazsın.”
Burada resule îmandan, meleğe îman edenden bahsetmemektedir. Îman için yeter şart Allah’a ve Âhir yevme îman etme şartı getirilmiştir. Kuvvetin üstünlüğüne inanan kimseler; “Biz bu dünyada ne yaparsak o bize kalır. Gücümüz varsa yeneriz ve yaşarız. Yoksa yeniliriz ve ölürüz.” diye düşünürler. Oysa Allah ve Âhir yevme îman etmiş olanlar, olayların Allah’ın izni ile cereyan ettiğini bilirler. Bu dünyada sorulmazsak bile Âhiret’te zerresinin hesabı verilecek, karşılığı alınacaktır.
Kur’an’da bazen “Ahiretin yevmi” bazen da “Âhir yevm” deniyor. İzafet veya sıfat olarak gelmektedir. İzafet olunca “Âhiret” öte hayatın ismi oluyor. Ayrı bir düzen olduğunu ifade ediyor. “Ahir yevm” yani son dönem denmekle de, artık ondan sonra yeni dönem olmayacaktır demektir. Ondan sonraki evrim kendi içinde devam edecektir. Nasıl kurbağa başkalaşım geçirirse biz de bu dünyadan sonra evrenimizle başkalaşım göstereceğiz ve ondan sonraki hayatımız artık değişmeyecektir.
“Allah ve elçisi ile çekişenlerle bağlanır olarak bulamazsın./
Allah ve resulüne hıdad eden kimselere vıdad eder olarak vecd edemezsin.”
(YuVadDIUvNa Man XadDa elLAHa Va RaSUvLaHuv)
الله و رسولنه حداد ادن كمسه لره وداد ادر اولرق وجد اده مزسن
يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَه
يُوَادُّونَ (YuVadDIUvNa) “Bağlanır olarak./ Vidad eder olarak.”
Mahabbet, insanın başka bir kimseyi kalbiyle sevmesidir. “Habbe” kelimesinden türemiştir. Meveddet ise insanın başka kimse ile içtenlikle yaşam boyunca bağlanmasıdır. Yani, onunla işbirliği yapıp her hususta onunla birlikte olmasıdır. Mahabbet kalbî fiildir. İnsan her zaman ona hakim olamaz. Meveddet ise fiilî bağlılıktır, iradesi ile bunu sağlar. Mü’minleri hakemlerden oluşan yargıya saygısız olarak bulmazsın. Onlarla işbirliği içinde olmazlar demektir. Bir ülkeyi ya terk edip giderler yahut oradaki yargı kararlarına karşı teşekküllerin yanında olmazlar.
Benim doğup büyüdüğüm memleketim 50 yıl Batum’un bir nahiyesi olarak Rusların elinde kalmıştır. Babam oranın köy hocalarından idi. Babam bana bir hikâye anlatmıştır. Köyümüzden güçlü bir adam katil olmuş ve Rus mahkemeleri de onu idama mahkum etmiştir. Asılacak kişi asılmaya götürülmeden önce Batum’un mollalarından fetva istemektedir. “Beni bu saldatlar (Rus askerleri) köprüden geçireceklerdir. Ben kelepçeli olacağım. Benim gücüm yeter, ikisi ile beraber suya atlarım. İki saldatı da boğarım. Günah işlemiş olur muyum?” Ulema şöyle bir fetva vermiş: “Bunlar kâfir de olsa adalettir, hükmetmiştir. Sen itaat edersen katil olarak günahını burada çekmiş olursun. İtaat etmezsen yalnız bu katil günahını değil, onları da katlettiğin günahı da orada çekersin.” İşte bir kasaba hattâ köyde İslâm ulemasının fetvası budur. Yargıya saygı budur. Yargı adil değilse oradan hicret gerekir, isyan değil. Burada “meveddet etmezler” diyor. Yani, yargıya karşı oluşan örgütlerle bir olmazlar diyor.
Allah ve resulüne hıdad eden kimselere, Allah ve resulü ile çekişen kimselere, hakemlerin verdikleri kararlara karşı gelenlere, onlara karşı cephe kuranlara eşkıyalık yapanlara meveddet etmezler.
“Hakimlik sistemi” yargı sistemini çıkmaza sokar. Diyelim ki illere ve ilçelere hakimleri devlet atamıştır. Uluslararası nizayı kim çözecektir? Oranın hakimini kim atayacaktır? O zaman dünya tek devlete gider ki, böyle bir uygulama “çoklu sistemi” ortadan kaldırır, canlılardaki sayı dengesini bozar, yarışmayı durdurur ve baskıyı içerir. Birleşmiş Milletlerin ekseriyet kararları da saygın olmaz. Baskı yapanlar kendilerine uygun kararları çıkarabilir. Çıkarsa veya çıkaramasa da kimse tanımaz.
Oysa “hakemlik sistemi” bir ocakta bile uygulanabildiği gibi tüm insanlık içinde de uygulanır. Hakem kararlarına uymayanlara karşı ittifaklar oluşturularak meşruiyet içinde savaş yapılmış olur.
“Ataları, oğulları, kardeşleri veya ocaklıları olsa da /
Âbâları, ebnâları, ihvanları, veya aşiretleri olsa da”
(Va LaV KAvNUv EaBAEaHuM EaV EaBNAeAHuM EaV EıPVANaHuM EaV GaŞIyRaTaHuM)
اباءلرى ابنالرى اخوانلرى ويا عشيرتلرى اولسه ده
وَلَوْ كَانُوا آبَاءَهُمْ أَوْ أَبْنَاءَهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ
Allah ve resulü ile hudutlaşanlar; ataları, çocukları, kardeşleri veya aşiretleri de olsa onlar böyle kimselerle meveddet kurmazlar. Burada sayılan dört grup vardır:
a) Âbâları: Mü’minler hakemlerin kararlarına uymayanlara veya uymaya karşı çıkanlara; ataları da olsa onlarla yakınlık ve yandaşlık kurmayacaklardır. Kurmazlar. “Vâlid” öz baba demektir. “Eb” ise dedeleri de içeri alan bir sözdür. “Âbâ” deyince erkek usulü demektir. Bunlara tâbi olarak usulün kızkardeşleri de bulunmaktadır. Soy erkek üzerinden kurulmaktadır. Y kromozomu sadece erkeklerden erkeklere geçer. Bu sebeple aşiret ve kabileler erkek soy üzerinde oturur. Ayrıca adaleti tesis etme de erkeklerin görevidir. Dolayısıyla burada muhatap olan erkeklerdir.
b) Ebnâlar, oğullar demektir. Soy erkekten takip ettiği için “evlâtlar” değil de “oğullar” denmiştir. Oğulların yanında kızlar da vardır. Ama erkeklerin kardeşi olarak vardır. Bunun böyle olduğu miras âyetleri ile sabit olmuştur. Kızlara erkek kardeşlerinin yanında pay verilmektedir. Anneye de babanın yanında pay verilmiştir. Yakınlık payları eşit, mirasta yarıya miras verilmektedir.
c) Erkek kardeşler de anne ve babalar gibi irsi takip etmektedir. Usul veya füru’ yoksa miras kardeşlere gitmektedir. Babalar ve oğullardan sonra kardeşlerden bahsetmektedir. İnsanın çıkarı olsa bile, hakem kararlarına uymayanlara karşı cephe almalıdır.
d) Aşiretler, ocaktakiler demektir. Birlikte yaşayanlar kendilerini korurlar. Aşiret temel topluluk oluşturur. Ailede topluluktan çok biyolojik bağlarla bağlılık vardır. Bunlar arasında özel bağlar vardır. Miras buralara da gitmelidir. Bakım da bunlar arasında bölüşülecektir. Beş vakit namaz kılan aşiretler yaşamada dayanışma içindedirler. Nöbetleşe çocuklar ve hastalara bakarlar. Bu âyetle bunu öğrenmiş oluyoruz.
أُوْلَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمْ الْإِيمَانَ (EuLAEıKa KaTaBa FIy RLuVBıHıMu el EIyMANa)
“İşte onların kalblerine îmanı ketbetmiştir.”
Allah onların kalblerine inancı yazmıştır. Böyle yapan kimseler îman ederler. Böyle yapanların kalblerine îman yazılmıştır. Yani çıkmaz, silinmez ve unutmaz. Îmanın esası adalet duygusudur. Haklıya haklı ve haksıza haksız demektir. Doğru olanı, doğru söyleyeni tasdik etmek; iyi olanlarla değil, iyi işler yapanlarla işbirliği yapmaktır. Sonra hakemlerin kararlarına uymak işte budur. Böyle olan kimselerdir ki onların kalblerinde îman kazılmıştır.
وَأَيَّدَهُمْ بِرُوحٍ مِنْهُ (Va EayYaDaHuM BıRUvXıN MıNHu) “Ve onları kendisinden bir ruh ile teyit etti.”
Kendisinden ruh teyidi Hazreti İsa ve peygamberler için kullanılmaktadır. Vahiy alanlardan bahsetmektedir. Burada ise Allah ve resulü ile hudutlaşan kimseler, yakınları da olsa O’nun tarafını tutan kimseler de peygamberler gibi Allah’tan bir ruh ile teyit edilmiştir. Böyle olan kimselerin kalblerine gelen ilham hatadan çok uzak bir durumdadır. İçtihattaki hata çok azalmaktadır. Bu âyet gerçek mü’minleri çok üstün bir yere çıkarmaktadır.
Adil olmak çok zor bir olaydır. En yakın olanları küstürebilir, darıltabilir.
Bugün Türkiye’nin ABD ile görüşmeleri adalete değil, kuvvete ve çıkara dayanmaktadır. Oysa asıl olan adalettir. Adaletin temel kuralı, herkesin eşit haklara sahip olmasıdır.
a) Kitle imha silahları Irak’ta bulunmayacaksa; ABD’de de bulunmayacak, İsrail’de de bulunmayacaktır.
b) Diğer taraftan Birleşmiş Milletler kararlarına uymak zorunluluğu varsa, buna Irak gibi ABD de uymak zorundadır. Oysa ABD kendisini Birleşmiş Milletlerden üstün görerek böyle kararlara ihtiyaç duymamıştır.
c) Üçüncü olarak, Irak eskiden suç işlemişse onun cezası o zaman verilir. 12 sene sonra kendisi şu suçu işledi diye kimse cezalandırılamaz. Eğer soykırımı suç ise; tarihin en büyük soykırımını ABD yapmıştır. Bugün Kızılderililer yok olma durumundadır.
“Irak Savaşı”ndaki adaletsizlik, birinin saldırgan diğerinin savunan taraf olmasıdır. Müdafaa herkesin hakkıdır. Bunun için mahkeme kararına gerek yoktur. Ama saldırma ancak mahkeme kararı ile mahkum olanlara yapılır. İşte bu durumda Türkiye gücü yeterse Irak tarafı olmalıdır. Ama gücü yetmiyorsa tarafsız olmalıdır. Ona da gücü yetmiyorsa, o zaman geçici olarak onun yaptıklarına izin verir. Bugün Türkiye “Irak Savaşı”nı önleyemez, ama Türkiye tarafsız kalabilir ve o takdirde adil olmuş olur.
وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ (Va YuDPıLuHuM CanNAvTın TaCRIy Mın TaXTıHAv elEaNHARu)
“Ve altında nehirlerin cereyan ettiği cennete idhal edecektir./
Ve altında ırmakların aktığı yemişliklere sokacaktır.”
Hayat 100’e yakın elementlerden oluşmaktadır. Kömürün ana yapısı olan karbonun dört kolu vardır. Bu sayede zincir oluşturmaktadır. Bu zincirin dizilişi ile canlının yapısı oluşmaktadır. Canlılığın sürebilmesi için moleküllerin su içinde olması gerekmektedir. Suyun çözme kabiliyeti sayesinde hayat gerçekleşmektedir. Susuz hayat olmaz. Bu kural yalnız bu dünyada değil âhirette de geçerlidir. Canlı bu dünyadaki maddeleri içermektedir. Dünya hayatı aynen sürmektedir. Yapılan iş yaşlanmanın olmamasıdır, hastalığın olmamasıdır.
خَالِدِينَ فِيهَا (PALıDIyNA FıyHAv) “Orada sürekli kalacaklardır.”
Bu kayıt olmasaydı, dünya cennetine konacakları şeklinde anlayabilirdik. Ama bu kaydıyla bu cennetin Âhiret cenneti olduğu anlaşılmaktadır. Mü’minlerin yalnız Dünya’da değil, Âhiret’te de Allah’ın yanında oldukları ifade edilmektedir. Âhiret hayatı bu dünyanın gayesidir. Bu dünyada çekilen sıkıntılar orada sevinç kaynağı olacaktır.
رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ (RaWıYa elLAHu GaNHUM Va RaWUv GaNHu)
“Allah bunlardan razı olmuştur, onlar da O’ndan razı olmuşlardır.”
Böylece yakınları da olsa onların tarafını tutmayan kimseler Allah’ın ruhundan teyit almışlardır ve onlar Allah’tan, Allah da onlardan razı olmuştur. Çoğul olarak kullanılan bu ifade ile böyle yapanlar Allah’ın cemaati olmuşlardır. Razı olmak demek, memnun olmak ve halden hoşlanmak demektir. Bunun anlamı zafere ulaşma demektir, refaha ulaşma demektir.
Zalimlerle bir olarak refaha ulaşacaklarını sananlar gaflet ve dalâlet içindedirler. Türkiye 1950’den beri bu zalimlerle dostluk içindedir. Eline ne geçmiştir? 200 milyar dolar borç! Çalışanların elde ettikleri hasılanın yarısı faize yani onlara gitmektedir. Nüfusun üçte ikisi işsizdir ve açlıkla mücadele etmektedir. Köpeğe verilecek kırıntılar seviyesinde bir dolarla bizi peşinde koşturmak istemektedir. “Senin için adaleti terk edeceksek bari karnımızı doyur!” dediğimizde bizi ayıplamakta ve; “Siz para için mi savaşmaktasınız?” demektedir. “Siz dostumuzsunuz, hiçbir karşılık almadan bizim için savaşacaksınız! Allah’ı bırakacak ve karşılıksız olarak bizim için öleceksiniz!” diyorlar.
Bu hayasızların esiri olanlar mü’min olmazlar. Mü’minler kendilerini var eden ve onlara cenneti hazırlayan Allah için ölürler ve ölümü göze alarak adaletten ayrılmazlar.
أُوْلَئِكَ حِزْبُ اللَّه (EuLAEıKa XıZBa elLAvHı)
“İşte onlar Allah’ın hizbidir./ İşte onlar Allah’ın yandaşıdır.”
Onlar Allah’ın cephesindedir. Topluluk içinde hayırda yarışmak meşrudur. İnsanlar sosyal grupları oluşturacaklar ve iyilikte yarışacaklardır. Haset etmeyeceklerdir. Yarış, ben daha iyisini yapayım diye gayret göstermektir. Bunun kendisine olduğu gibi insanlığa da yararı vardır. Yarışta geri kalanlar için de yarar vardır. Kişinin mertebesi düşmemektedir. Bilakis mertebesi yükselmektedir. Oysa hasette kişi başkasını gerileterek kendisini ileri duruma getirmektir. Bu haramdır, günahtır. Bunu şeytanlar ister. Kur’an böyle olanlara “hizbu’ş-şeytan” demektedir. Buna karşı oluşmuş gruba “hizbullah” denmektedir. Siyasi partiler, odalar, tekkeler, medreseler birer hayırda yarış gruplarıdır. Eşkıyalara karşı ordular, şeytanlara karşı polisler Allah’ın hizipleri olarak ortaya çıkar. İnsanlık içinde de şeytanın hizbi vardır. Allah’ın hizbi ise yakınları da olsa adaletten ayrılmayan gruptur. Adil düzenin grubudur. Bunlar Allah’ın hizbindendir.
Mü’minlerin ne kadar şerefli makamlarda oturduklarını Kur’an burada çok açık bir şekilde ifade etmektedir. Toplulukların temeli adalettir. Adalet olmayan topluluklar cehennem içindedirler, helâk olup gidecekler ve âhirette de cezalarını çekeceklerdir.
Artık “Adil Düzen” için neler yapmanız gerektiğini çok iyi kavrayabilirsiniz.
“Allah’ın yandaşı olanlar var ya; işe onlar bolluk içindedirler./
Allah’ın hizbi olanlar var ya; işte onlar muflihundurlar.”(22)
EaLAv EanNA PıZBa elLAHı HuMu elMuFLıPUvNa(22)
اللهن حزبى اولنلر وار يا اشته اونلر مفلحوندر
أَلَا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمْ الْمُفْلِحُونَ(22)
Allah’a îman edip yakınları da olsa adaletten ayrılmayan kimseler olan Allah’ın hizbi var ya; yalnız onlar müfih olacaktır. Felâh demek, refah demektir, maddî bolluk demektir.
ABD ile birlikte olmakla, ondan alacağı borçlarla Türkiye’nin refaha ereceğini sananlara yapılan uyarıdır. Felâha ermenin yolu zalimlerle beraber olmak değil, “Adil Düzen” kurmaktır.
Türkiye nasıl felâha erecektir? Adil Düzen nasıl gelecektir? Adil Düzen nedir?
Bunlara da işaret etmemiz gerekmektedir.
Topluluğun felâh içinde olması için dört şeye ihtiyacı vardır:
a) İnsanların karnını doyurması gerekir.
b) İnsanların çalışıp kazanması gerekir.
c) İnsanların istediğini sevip ona bağlanabilmesi gerekir.
d) İnsanların istediği şeyleri öğrenmesi ve istediği gibi düşünmesi gerekir.
Bütün bunları istedikleri ile yapması gerekir.
İşte bunlara “insanların temel hak ve hürriyetleri” denmektedir. Bu hak ve hürriyetlerin güven altına alınmasına “Adil Düzen” denmektedir. Bu hak ve hürriyetler güvence altına alınırken, bunları güvence altına alanlar insanların hak ve hürriyetlerini çiğnememelidirler. Bu nasıl sağlanacaktır?
a) İnsanların yerinden yönetimle içtihat ve icmalarına karışılmayacaktır. İnsanlar ocak ve bucaklarda yaşarlar, kendi düzenlerini kendileri kurarlar. İl, Ülke ve İnsanlık merkezleri olacaktır. Bunlar taşralara “hâkim” değil “hâdim” olacaklardır.
b) İnsanlar ilmî, dinî, siyasî ve meslekî dayanışma ortaklıları kurarak kendi hak ve hürriyetlerini onların içinde kuracaklardır.
c) Aralarında çıkan nizaları tarafların seçtiği birer hakemle, hakemlerin seçtiği başhakemin oluşturduğu tarafsız, bağımsız, etkin ve saygın yargının verdiği kararlara kayıtsız şartsız uyarlar.
d) Siyasi dayanışma ortaklığı içinde gönüllülerin oluşturduğu silahlı güçleri ile hakemlerden oluşan tarafsız, bağımsız, etkin ve yaygın yargı kararlarına karşı birlikte savunmaya geçerler.
İşte “Adil Düzen” budur.
Bu “hukuk düzeni” içinde;
a) “Zina”dan uzak durup “evliliği” tesis ederler.
b) “Faiz”den uzak durup “halk ekonomisi”ni oluştururlar.
c) “Dinde zorlama” yapmayıp “lâik düzen”i tesis ederler.
d) “Müsbet ilim”in hakemliğinde “evrim” yaparlar.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
NOT:
BU HAFTA Prof. Dr. NECMETTİN ERBAKAN ve BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN’A
“ÖZEL MEKTUPLAR” YAZILDIĞI İÇİN “HAFTALIK YORUM” YAZILMAMIŞTIR.
Yaşatan ve çalıştıran Allah adına
“Allah ve elçisi ile çekişen kimseler var ya; işte onlar alçaklar içindedirler.(20)
Allah, ben ve elçilerim kesinkes yeneceğiz diye yazdı. Allah güçlüdür, yetkindir.(21)
Allah’a ve son güne inanan bir ulusu ataları, oğulları, kardeşleri veya ocaklıları olsa da, Allah ve elçisi ile çekişenlerle bağlanır olarak bulamazsın. O, onların yüreklerine inancı yazmıştır ve kendisinden bir tin olmak üzere onları pekiştirmiştir. Ve altında ırmakların aktığı yemişliklere orada sürekli kalmak üzere sokmuştur. Allah onların gönüldeşi olmuştur, onlar da O’nun gönüldeşi olmuşlardır. İşte onlar Allah’ın yandaşlarıdır. Allah’ın yandaşları var ya; onlar genişlik içindedirler.”(22) [Mücadele(58);20-22]
Rahmân ve rahîm olan Allah’ın ismine
“Allah ve resulüne hidad eden kimseler var ya; işte onlar ezellin içindedirler.(20)
Allah, ben ve resullerim kesinkes galip geleceğiz diye ketb etti. Allah kavîdir, azîzdir.(21)
Allah’a ve âhir yevme îman eden bir kavmi âbâları, ebnâları, ihvanları veya aşiretleri olsa da, Allah ve resulüne hidad eden kimselere vıdad eder olarak vecd edemezsin. O, onların kalblerine îmanı ketb etmiştir ve kendinden bir ruh ile onları teyid etmiştir. Ve onları tahtında enharın cereyan ettiği cennata orada halidîn olmak üzere idhal etmiştir. Allah onlardan redy etmiştir, onlar da O’ndan redy etmişlerdir. Onlar Allah’ın hizbidir. Allah’ın hizbi olanlar var ya; işte onlar muflihûndurlar.” (22) [Mücadele(58);20-22]
BıSMı elLAHı elRaXMaNı eLRaXIyMı
EinNa elLaÜIyNa YuXadDUvNa elLAHa va RaSUvLaHuv EuLAEıKa FIy eLEaÜalLIyNa (20)
KaTaBa elLAHu LaEaĞLıBanNa EaNa Va RuSUvLIy EınNA elLAHa QaVıyYun GaZIyZun(21)
LAv TaCıDu RaVMan YuEMıNUvNa Bı elLAHı Va elYaVMı eLEavPıRı YuVadDIUvNa Man XadDa elLAHa Va RaSUvLaHuv Va LaV KAvUv EaBAEaHuM EaV EaBNAeAHuM EaV EıPVANaHuM EaV GaŞIyRaTaHuM EuLAEıKa KaTaBa FIy RLuVBıHıMu el EıMANa Va EayYaDaHuM Bı RUvXıN MInHu Va YuDPıLuHuM CanNAvTın TaCRIy Mın TaXTıHHAv elEaNHARu PALıDIyNA FIyHAv RaWıYa elLAHu GaNHUM Va RaWUv GaNHu EuLAEıKa PıZBa elLAvHı EaLAv EanNA PıZBa elLAHı HuMu elMuFLıPUvNa(22)
رحمن و رحيم اولان اللهن اسمنه
الله و رسولنه حداد ادن كمسه لر وار يا اشته اونلر اذللين اجنده درلر(20)
الله بن و رسلم كسنكس غالب كلجغز ديه كتب اتدى الله قويدر عزيزدر (21)
الله و اخر يومه ايمان ادن بر قومى اباءلرى ابنالرى اخوانلرى ويا عشيرتلرى اولسه ده الله و رسولنه حداد ادن كمسه لره وداد ادر اولرق وجد اده مزسن او اونلرن قلبلرنه ايمانى كتب اتمشدر و كندسندن بر روح ايله اونلرى تأيد اتمشدر و اونلرى تختنده انهارن جريان اتدغى جناته اورلرده خالدين اولمق اوزره ادخال ادجقدر الله اونلردن رضي اتمشدر اونلر ده اوندن رضي اتمشلردر اشته اونلر اللهن حزبيدر اللهن حزبى اولنلر وار يا اشته اونلر مفلحوندر (22)
بسم الله الرحمن الرحيم
إِنَّ الَّذِينَ يُحَادُّونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ أُوْلَئِكَ فِي الأَذَلِّينَ(20)
كَتَبَ اللَّهُ لَأَغْلِبَنَّ أَنَا وَرُسُلِي إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ(21)
لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءَهُمْ أَوْ أَبْنَاءَهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُوْلَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمْ الْإِيمَانَ وَأَيَّدَهُمْ بِرُوحٍ مِنْهُ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ أُوْلَئِكَ حِزْبُ اللَّهِ
أَلَا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمْ الْمُفْلِحُونَ(22)