KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 207. SEMİNER Tefsir İstanbul, 03 Mayıs 2003
بسم الله الرحمن الرحيم
يَاأَيُّهَا النَّاسُ “Ey Nâs/ Ey İnsanlar!” Kur’an yaşayan bütün insanlara “nâs” diye hitap etmektedir. Bütün insanları içerir. Geçmiş ve gelecek insanlar için “Ey Adem oğulları” denmektedir. “Nâs”ın içinde Kur’an’ı benimseyip ona göre amel edenlere de “Ey imân edenler” denmektedir. Burada anlatılanlar bütün insanları ilgilendirdiği için; yaşayan insanları ilgilendirdiği için “Ey Nâs” diye başlamıştır. Sûrenin başında Kur’an’a işaret ettikten sonra “Nâs için vahyetmemiz şaşırtıcı mi geliyor?” denmektedir. Sonra “Ey Nâs” diye dört defa geçmektedir. Bu ikincisidir. Doğrudan hitap etmektedir. Yani başında “kul” söylemektedir.
Bu hitabın tüm insanlara ulaşması için Kur’an’ı dünyanın bütün dillerine çevirmemiz gerekir. Bugün iki ilmî dil vardır: Arapça ve Latince. 20 kadar da çok gelişmiş dil vardır. 200 kadar da devlet dili olmuş dil vardır. 2000 kadar da dil vardır. Bir vakıf kurmalıyız. 2000 dile Kur’an’ı çevirmeliyiz. Bunu yapmak mü’minlere farzdır. “Biz Müslüman’ız!” diyenler; Müslümanlık sadece sözle olmaz. Görev yerine getirilmelidir.
قَدْ جَاءَتْكُمْ“Kad Caetküm/ Şimdi size gelmiştir.” “Kad” geçmiş zamanı şimdiki zamana getirir. Şimdi diye tercüme ediyoruz. Ciet etmiştir. Gelmiştir. “Ciet” değişik yönlerden gelme demektir. “Eta” ise bir kanaldan gelmedir. Kitaptan bahsederken “Eta” kullanılır. Ama hak geldi denir. “Size mevize gelmiştir” deniyor. Bu öğüt gelmiştir. Bu öğüdü insanlara ulaştırmak, kendi dilleri ile ulaştırmak mü’minlere görevdir. Dolayısıyla insanlara Kur’an bir dilden değil de, değişik yönlerden gelecektir. Bu da Adil Düzencilere yüklenen görevi anlatmaktadır. Biz internetimizi geliştirmeliyiz. Yalnız Türkçe değil, değişik dillerle neşriyata başlamalıyız. Yalnız kendi tercümelerimizle değil, yalnız Türkleri değil de, diğer insanları da çağırmalıyız. Bir çağrı formu oluşturup bunu Türkçe, Arapça, İngilizce, Rusça, Çince, Hintçe, İspanyolca yayınlamamız gerekmektedir. Bize yazılar göndermelidirler. Bunları internete koymalıyız.
مَوْعِظَةٌ “Va’z” kelimesi öğüt demektir. Kişiye etkili sözler söylemektir.
Va’zın şartları vardır.
Birincisi, söyleyenin başarılı kişi olması gerekir. Yani vazedenin vazettiği sahalarda başarılı olmuş olması gerekir. Karşı taraf ben de onun gibi olayım demelidir. Bunun için mü’minler önce birleşerek kendilerini çevreden farklı hâle getirmelidirler. Bu âyet Mekke’de nâzil olduğuna göre bu örneklik iktidar örnekliği değildir, bu iktidar servet iktidarı değildir. Bu iktidar ilim ve ahlâk iktidarıdır. Yani vazeden ahlâklı ve âlim olmalıdır. Bilgili olmalıdır.
İkincisi, güvenilir olması gerekir. Bilgilidir ama ahlâksızdır, kötü niyetlidir. Kendisini düşünür, çevresini düşünmez. Bu vaiz karşı tarafı ikna etmez. Ona etki etmez.
Üçüncü olarak, söylenen sözü kendisi düşündüğü zaman onu kendisi doğru bulmalıdır. Yalnız söyleyenin değil, söylenenin de etkili olması, mâkul olması ve herkesin onayladığı bir şey olması gerekir.
Dördüncüsü, söylenen sözler çekici olmalıdır, edebî olmalıdır.
İşte mü’minler, Adil Düzenciler bu görevi lâyıkıyla yapabilen kimselerdir. Bilgilidirler, ahlâklıdırlar, söyledikleri sözler mâkul sözlerdir, güzel sözlerdir. Bunu da ancak birlikte Kur’an üzerinde çalışmakla sağlayacaklardır. “Mev’ize” nekiredir. Demek ki burada kastedilen herhangi bilinen bir mev’ize değil, genel mev’izedir. Rab’den gelen genel mev’izedir.
مِنْ رَبِّكُمْ “Rabb’inizden/ Yetiştirici’nizden” gelmiştir. Bu nasıl olacaktır? Tebliği biz yapacağız, ama bu Rab’lerinden olacaktır. İşte burada ortaya çıkan bir durum vardır. Biz Çinlilere nasıl vazedeceğiz? Bize gidip oralarda tebliğ yapmamız emrolunmuyor. Bize emredilen; oradaki insanları ülkemize kendi yanımıza getirmeliyiz. Onları burada yetiştirmeliyiz. Bunu yapabilmemiz için işyerleri kurmalıyız. Yabancılara da burada iş vermeliyiz. Onları burada çalıştırırken onlara aynı zamanda Kur’an’ı da İslâmiyet’i de öğretmeliyiz. Kendi dillerinde öğretmeliyiz. Bunlar ülkelerine gidecekler ve orada tebliğ yapacaklardır. İşyerleri kurmalıyız. Bu işyerlerinde çalışanlara apartmanlar yapmalıyız. Apartmanın her katında on daire olmalıdır. Her katta bir dil konuşulmalıdır. Çalışanlara gündüz iş yaparken bu katlarda Arapça öğretilecektir. Kendi dillerine onlar kendileri çevirecektir. Çalıştırılan yerlerde de bir meslek öğrenecekler ve ülkelerine döndükleri zaman hem iş hem de mev’ize götüreceklerdir. Yani bizim görevimiz insanları Rab’leri ile karşı karşıya getirmektir. Ondan sonra Rab’leri ile doğrudan irtibata geçeceklerdir. “Min Rabbiküm” denmiş oması bunu ifade eder. Bizden değil, “Rabb’inizden” denmektedir.
وَشِفَاءٌ لِمَا فِي الصُّدُورِ “Sadırlarda olanlara şifadır.” Başlarında olanları sağlığa ulaştırır. Başlardaki hastalıkları tedavi eder. Mev’ize budur. İnsan beynindeki hastalıkları, karışıklıkları, çözümsüzlükleri giderir. Buradaki “sudur” yöneticiler anlamına da gelebilir. Nitekim Osmanlılar başbakana “sadrıazam” diyorlardı. Yani, en büyük yönetici demektir. Demek ki Kur’an’ın öğrettiği adil düzen insanları teker teker iyileştirip tedavi ettiği gibi; topluluğun yönetimini ve düzeni de iyileştirmektedir. Bu sebepledir ki “sadır” kelimesini çoğul olarak getirmiştir. “Şifa” ile “ilaç” arasında fark vardır. İlaç bir zehirdir. Mikropları öldürür. Şifa ise hücreleri güçlendirir. Mikropları etkisiz hâle getirir. Bu İslâm tababetidir. İlaca zaruri hallerde başvurulur. İztrar istisnaidir. Sosyal olaylarda da adil düzen “ilacı” değil “şifayı” esas alır. Hak gelince bâtıl zahık (zâil) olur. Kur’an’ın getirdikleri bütün insanlara mev’ize olduğu gibi aynı zamanda bütün insanlara şifadır. Yani, adil düzenden yararlanmak için Kur’an’a inanmış olmak gerekmez. Varsayalım ki Kur’an Allah’ın sözü değildir. Diğer kitaplardan biri gibidir. Marks’ın Kapital’i gibidir. Mustafa Kemal’in Büyük Nutku gibidir. Bir anayasa gibidir. Bir filozofun felsefesidir. Bu şekliyle de Kur’an insanlığa mev’izedir ve başlarda olan sorunlara şifadır. Biz Marks’ın Kapital’inin okunmasına karşı değiliz de; siz neden Kur’an’ın okunmasına karşısınız. Bunun açıklaması yoktur.
وَهُدًى “Ve hudadır/ Yol gösterendir.” Doğru yolu buldurandır. Mev’ize insana doğruyu öğretir. İnandırır. Şifa ise hastalıkları kaldırır. Kuşkuları giderir. İnsan Kur’an’la meşgul olunca sıkıntılarını gidermiş olur. Huzur içinde olur. Olanları takdir-i ilâhi olarak karşılar. Böylece insanın manevî varlığını sağlığa kavuşturur. “Huda” ise maddî varlığın gelişmesi demektir. Yani onları refaha da kavuşturur. İlk bakışta adil düzenciler maddî bakımdan başarısız görünmektedir. Aksine adil düzenden uzak olanlar veya terk edenler başarılı görünüyorlar. Oysa bizim sıkıntıda oluşumuz, bizim adil düzeni tam benimseyip uygulamayışımızdır. Ama adil düzeni bırakmadığımız için Allah bizi dünya safahatı içinde başarılı kılmıyor. Oysa onlar Âhiret’i kenara attıkları için dünyada başarılı görünüyorlar ve akıbetlerini bekliyorlar.
وَرَحْمَةٌ “Ve rahmettir/ Ve esenliktir.” “Hidayet” insanların yaralı işler yapmasıdır. “Rahmet” ise tamamen oradaki insanların hidayet içinde olmaları sonucu topluluğun refaha ve saadete ermesidir. Adil düzen insanların ayrı çalışmalarının ortaya çıkardığı bir saadeti getirmiş olmakla kalmaz, birlikte hidayet üzerinde olmanın sonucu olarak düzenin ürettiği maddî refaha da katkıda bulunur. Buna “rahmet” denir..
ٌ لِلْمُؤْمِنِينَ“Mü’minler için/ işenenler için” rahmettir. Mev’izeyi bütün nâsa tahsis etmiştir. Rahmeti ise mü’minlere tahsis etmiştir. Şifa ve hidayeti ise ortada getirmiştir. Yani herkese vaizdir. Mü’minlere rahmettir. Şifa olma ise kendilerine bağlıdır. İsterlerse yararlanırlar. Hidayettir. İsterlerse doğru yolu tutarlar. Kur’an’da bu usulde ifadeler çoktur. “Ve” ile bağlananlar arasında sıfatlar da zikredilmiş veya edilmemiş olabilir. “Bilen bir adam ve kadın geldi” dediğimizde, kadının âlim olmadığı açık değildir. “Adam ve âlim adım geldi” dendiğinde de böyledir. Kur’an’da bu belirsizlikten yararlanılarak iki manâya gelecek ifadeler yer almaktadır.
قُلْ “Söyle” emri her mü’mine verilmektedir. Başlangıçta “Ey Nâs” diye bütün insanlara hitap etmektedir. Sonra “Söyle” diyerek Kur’an’ın getirdiklerinin tüm insanlara ulaştırma görevi ile karşı karşıya vermektedir. Baştan nâsa hitap etmeseydi, biz de Yahudiler gibi anlar ve kendimizi üstün ırk kabul eder, onlara hükmetmeyi düşünürdük. Oysa bizim görevimiz Kur’an’ı ve onun getirdiklerini onlara ulaştırmaktır. Televizyonu kurup açmadır. Ondan sonra merkezle irtibatı onlar kuracaklardır. Biz devreden çekileceğiz. Ama Rab’leri ile irtibat kurmalarında onlara yardımcı olacağız. “Kul/ Söyle” sözü bundan sonra bunun için sık sık tekrar edilecektir. “Söyle, söyle!” diyecektir. Bizim görevimiz sadece söylemekten ibarettir; yaptırmak değildir.
بِفَضْل اللَّهِ “Allah’ın fadlı iledir/ Allah’ın artırması ile olmuştur.” “Bu” kelimesi burada hazf edilmiştir. Ahmed’in gelmesi beklenirken, herkesin zihninde o varken; o gelince sadece “Geldi” dersiniz. Bu ifade beklenen insan geldi anlamındadır. Burada da “Zalike”nin denmemiş olması, kimden sorusuna cevap verilmiş olmasından dolayıdır. Rahmet Allah’ın fadlındandır. Yani O’nun getirdiği berekettir. Topluluğun sağladığı başarıdır. Bir araya gelenler ortaya koydukları imkânlarla daha fazlasına ulaşırlar. O’nun rahmetine kavuşurlar.
وَبِرَحْمَتِهِ “Ve rahmeti iledir.” “Fadl” ve “rahmet” nedir? “Fadl” bir oluşun verimini artırmaktır. “Rahmet” ise doğrudan iyiliği oluşturmadır. Kur’an düzeni, adil düzün oluştuktan sonra çalışmaların ve faaliyetlerin verimi artar. Verim artar. Ücret artar. Rahmette ise karşılıksız lütuftur. O halde toplulukta herkese iş verdiğimizde fadlı artırmış oluruz. Ama herkese aş bulduğumuzda Allah’ın rahmetini gerçekleştirmiş oluruz. Bir gün gelecek yeryüzüne adil düzen kurulmuş olacaktır. Herkes iş bulmuş olacaktır. Bir başkasının ona iş vermesi ile değil, kendi işvereni kendisi olarak iş bulmuş olacaktır. Bir gün gelecek yeryüzünde herkes aş bulacaktır. Hem de kimsenin yardımını almadan. Sadece yeryüzündeki toprak hakkı nedeniyle.hakkını alarak yaşayacaktır. İşte o zaman adil düzen gelmiş olacaktır. İnsanlık sıkıntılardan kurtulacaktır.
فَبِذَلِكَ فَلْيَفْرَحُوا“Bununla ferahlansınlar./ Bununla şenlensinler.” Yani bunlar mev’ize, şifa, hidayet ve rahmet Allah’ın fadlı ve rahmeti iledir. Ferahlık burada vardır. Burada iki defa “rahmet” kelimesi geçmektedir. Birincisinde “Rahmettir” denmektedir. İkincisinde “Rahmet O’nun rahmeti iledir” denmektedir. Böylece rahmetin Allah’tan olduğu ifade edilmektedir. Mev’ize, şifa ve hidayeti “fadl”da toplamıştır. Ferahlanmak, sevinmek, rahatlanmak, şenlenmek demektir. Gelecek dünyada insanlar servetlerini yığarak ferahlanmayacaklardır. Sermayesi olanlar hükmetmeyecektir. Dolayısıyla insanlar Tanrı’ya koştukları gibi sermayenin peşinde koşmayacaklardır. Topluluk içinde herkesin işi ve aşı olacaktır. Bunun için çalışacaklar ve yaşayacaklardır. Ondan sonra artan vakitlerini ise ilim öğrenmek ve iyilik etmek faaliyetlerinde harcayacaklaradır. İnsanlar ideal olarak servet sahibi olmak, güç sahibi olmak değil; ilim ve kültür sahibi olmak için gayret göstereceklerdir. Asgari olarak mü’minler bunu böyle yapacaklardır. Şimdi ise insanlar servet peşinde koşmaktadır. Makam peşinde koşmaktadır. “Zâlike” işareti tekildir. Bunun anlamı; yukarıda sayılanlar, mevi’ze, şifa, hidayet ve rahmet ile fadl ve rahmet tek şeydir. Aynı şeydir. Bir tek şeyin değişik görüntüleridir. Sağdan soldan, üstten alttan bakıştır.
هُوَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ “O cem’ ettiklerinden daha hayırlıdır.” Burada da tekil zamir kullanılmıştır. Yığdıkları servetten daha hayırlıdır denmektedir. “Daha hayırlıdır” denmek suretiyle servet edinmenin de meşru olduğuna işaret edilmektedir. Kapitalizmde gaye insanların çok zengin olmalarıdır. Sosyalizmde gaye insanların servet dışı yapılmasıdır. Oysa adil düzende insanların servet edinmeleri meşrudur, ama gaye değildir. Gaye manevî üstünlüktür. Biz mü’minlerin görevi tekele dayanmayan bir ekonomi düzeni kurmaktır. Kuvvete dayanmayan bir sosyal düzeni kurmaktır. Ama toplulukta servet sahibi olmak ve güçlü olmak en tabii hak olarak kabul edilecektir. Bizim insanlığa ulaştıracağımız mesajın birincisi budur. Maddî zenginliğimiz olacaktır. Bu yaşayabilmemiz içindir. Ama asıl gaye manevî zenginliktir. Şimdiye kadar ölmediğimize göre; demek ki aç kalmıyoruz. İlimde ve imânda elde ettiğimiz derece bizim için ferahlanacağımız şey olarak görülüyor.
قُلْ أَرَأَيْتُمْ “Re’y ettiniz mi diye kavlet./ Gördünüz mü de.” Kur’an birçok yerde “Re’y ettiniz mi” diye dikkati çeker. Yani, görmüyorsunuz, bakmıyorsunuz, düşünmüyorsunuz. Re’y, görüş demektir. Türkçe’de olduğu gibi düşünüp hikmetlerini bulmak demektir. Nazar etmek vardır, basar etmek vardır, re’y etmek vardır. Nazar, bakıp hareketleri izlemektedir. Basar, bakılanları algılamaktır. Re’y ise bu algılanılanı beyinde bir yere yerleştirmek ve onun hakkında beyinde bir yer ayırmaktır. O görülenler hakkında değerlendirme yapmaktır. Mev’izeyi insanlara ulaştırırken kullanacağımız usûl; onları düşündürmeye ve kendi beyinleri ile gerçekleri görmeye çağırmadır. Bu bize emredilmiş oluyor.
مَا أَنْزَلَ اللَّهُ لَكُمْ “Allah’ın size inzâl ettiklerini gördünüz mü?” Allah’ın bize inzâl etmesi ne demektir? Allah bu Kâinat’ı öyle yaratmıştır ki biz onu kavrayalım, anlayalım. Sonra da onlardan yararlanalım. Güneş’i var etmiş ve ona bir sıcaklık vermiş, o sıcaklıkta ışık neşreder. İnsana bir göz vermiş ve o göz de ışığı görür. Ama göz öyle yaratılmıştır ki Güneş ışığını en iyi şekilde görsün, diğer ışıkları ise görmesin. Kâinat öyle ayarlanmıştır ki insan ondan en iyi şekilde yararlansın. Size bir misal verelim. Bütün cisimlerin katı olanları sıvı olanlardan daha ağırdır, dibe çökerler. Demiri eritirsiniz, soğumaya başladı mı en altı katılaşır. Sadece su bunun aksinedir. O dört dereceye kadar soğuyunca hacmi küçülür. Sonra büyümeye başlar ve buzlanma üstten başlar. Bunun hayat için çok önemli yararı vardır. Buz soğuğu geçirmez. -80, -90 derecelerde bile denizin altı donmaz. Çünkü buz kürk gibi denizi korur. Böyle olmasaydı o dereceye düşen denizler donardı. Sonra da artık bir daha erimezdi. İlk canlı suda yaratıldığı için de hayat olmazdı. Her şey bize yarayışlı yaratılmıştır. Bugünkü teknolojiyi ancak bu sayede elde etmiş bulunuyoruz. Neye ihtiyacımız varsa o özelliği taşıyan maddeler yeteri kadar yaratılmıştır.
مِنْ رِزْقٍ “Rızk” razaki üzümdür. Besin anlamındadır Bu ifadede de büyük bir mucize vardır. İnsan şeker ile enerjisini sağlar. Enerji etmek için nişasta ve şekerlerin hepsi üzüm şekerine dönüşür. Hücreler onu kullanırlar. Rızık kelimesi de üzüm şekerinden üretilmiştir. Rızkın bize indirilmesinden bahsetmektedir. Canlıların besinleri vardır. Her canlının bir besini vardır. O canlı onu yer. Onun midesi ona göre yaratılmıştır. İpek böceği dut yaprağını yer. Meşe yaprağı ile geçinemez. Meşe kurdu da dut yaprağını yiyemez. Allah bizi bazı hayvanları yiyecek şekilde yaratıştır. Onları sindirecek şekilde donatmıştır. Rızık yapmıştır. İnzâl etme demek, uygun yapma demektir. Kullanabilir yapma demektir. “Sizin için inzâl etmiştir”in manâsı budur. Yani onlara öyle özellikler verdi ki size yarasın.
فَجَعَلْتُمْ مِنْهُ حَرَامًا وَحَلَالًا “Ondan haram ve helâl ca’lettiniz.” Ondan yani rızıktan helâl yaptınız ve haram yaptınız. Kendinize rızkı helâl ve haram yaptınız. Meşru olan şeyleri yasakladınız. Topluluklarda bu tür hastalık vardır. Evlilik dışı ilişkileri meşru gördükleri halde, çok evliliği yasaklama modası gibi benzer modalar vardır. Helâli haram yaptılar, haramı helâl yaptılar. Burada bize içtihadın genel kuralı öğretilmektedir. İnsana yararlı olan helâldir, zararlı olan haramdır. Hayvanlar şaşmadan yararlı olanları yararlı olarak görürler, zararlı olanları da zararlı olarak görürler. Oysa insan zararlı olanı yararlı görerek onu kullanır. Tabii çevrede yaşayan hiçbir hayvan sigara gibi kendisine zararlı olan işi yapmaz. Sadece insan vardır ki yararlıyı zararlı, zararlıyı yararlı görsün. Burada buna işaret edilmektedir. Bu da insanın cüz’i iradesine sahip olması için verilen bir melekedir. Böylece insan en üstün varlık olmaktadır. Çünkü böylece kendi kendini var etmektedir.
قُلْ أَاللَّهُ أَذِنَ لَكُمْ“Buna Allah mı izin verdi de.” Allah’ın böyle bir izni vermediğine işaret etmektedir. Allah irade vererek istediğimizi yapma gücünü verdi ama yapmaya izin vermedi. Siz bunu izinsiz yapıyorsunuz. Burada işaret edilecek husus sığa çoğul olarak kullanılmıştır. Allah kişileri iradelerinde serbest bırakmaktadır. Ama düzende böyle bir izin yoktur. Düzende iyi ve kötü belli olmalıdır. Düzen kötüye iyi, iyiye de kötü dememelidir. Bunun ayıracı da müsbet ilimdir.
تَفْتَرُونَ. أَمْ عَلَى اللَّهِ“Yoksa Allah’A iftira ediyorsunuz.” Firye, fırıldak demektir. İftira, kendi kendine dönmek, uydurup konuşmak demektir. Yani gerçek olmayan şeyleri uydurmak demektir. Allah’a iftira da insanların işlediği günahların başında gelir. Kendi heveslerini başkalarına kabul ettirmek için Allah böyle istiyor derler. Birçok şeyler İslâmiyet’te olmadığı halde İslâmiyet’te varmış gibi anlatırlar. Samimi olduğunu sandığım bir arkadaş yazıyor. Ehl-i Sünnet olmayanlar tefsir yapamazlar! Kendi görüşünü söylemeyeceksin. İslâmiyet demek içtihat demektir. İçtihat demek, kendi reyi ile hükmetmektir. İşte Kur’an buna işaret ederek; biz kendi beynimizden şunu helâl şunu haram yapmamalıyız. Yani içtihatsız fetva verilmez.
وَمَا ظَنُّ “Ve zanları nedir?” Buradaki “zan” düşünceleri nedir, kanaatleri nedir, inançları nedir? Hangi mantığı kullanarak iftirada bulunuyorlar? Helâli haram, haramı helâl yaparken iftira ediyorlar. Bir de Allah’ın Kıyamet günü hususunda da iftirada bulunuyorlar. Bunları yaparken hangi mantığa dayanıyorlar? İnsanların bir kısmı Allah’a inanmakta, hattâ Kur’an’ın Allah sözü olduğuna inanmaktadır. Ama helâl ve haram ile Âhiret’te helâl ve haramların görecekleri karşılıklara inanmamaktadır. Onları kendine göre yorumlamaktadır. Oysa onların dayandıkları bir delil bulunmaktadır. Neye dayanarak açıklamalar yapmaktadırlar? Kur’an Allah’ın sözü ise; o bize ne bildiriyorsa, helâl ve haram hakkındaki bilgimiz odur. Kıyamet hakkında da bilgimiz odur..
الَّذِينَ يَفْتَرُونَ”İftira eden kimseler.” Burada uyduran kimseler demektir. Bunların belli zümre olduğu ve belli görüşleri bulunduğu ifade edilmektedir. Tarihte bu tür düşünen kimseler gelmiştir, hâlâ bunları izleyenler vardır. Bu görüş de şudur. Allah vardır. Kur’an Allah’ın sözüdür. Ama cennet ve cehennem yoktur, helâl ve haram yoktur. Azap yoktur. Sadece Allah insanları korkutmak için Kur’an’da bunları yazmıştır. Böylece insanları doğru yola getirmek istemiştir. Bunlar bu düşüncelerini hangi delile dayandırarak açıklıyorlar? Bu görüşte olanlar bilindiği için, görüşleri de bilindiği için burada “Ellezîne” gelmiştir. Yoksa “Men” ile veya “Müfterûn” olarak gelirdi.
عَلَى اللَّهِ “Allah’a yalan iftira ediyorlar.” İnsanlar hiçbir zaman Allah’ı inkâr etmediler. Çünkü insan her zaman sebep-sonuç ilişkilerine inandı. Yoksa yaşayamazdı. Ateşe elini soktuğu zaman yanacağına inanmazsa yaşayamaz. Susayınca su içmezse hayatta kalamaz. Yahut ona biri tokat vursa bu tokadı vuran yok diyemez. İnsanlar Allah’ı inkâr etmezler, sadece Allah’ı kendi istedikleri gibi yaparlar. Yani O’na iftira ederler. Gerçi komünistler yıllarca Allah’ı inkâr ettirmek istediler. Ama buna elbette ne kendileri inandılar, ne de başkalarını inandırabildiler. Bu anlayış şundan doğmuştur. Yahudiler kendilerini insan, diğerlerini hayvan kabul ederler. Cennet ve cehennem onlar için vardır. Diğer insanlar ise hayvanlar gibidir. Onların cenneti Yahudilerin lütfüdür, onların cezası da Yahudilerin silahıdır. Öyleyse diğer insanlar dinsiz olmalılar. Dinsiz olmalılar ki Yahudilere hizmet etsinler. Bu amaçladır ki 500 yıldır tanrısızlık felsefesi dozunu artırarak gelişmiştir. Bu gelişme Gorbaçov’un yaptığı reform ile son bulmuştur. Dünyada artık dine dönüş başlamıştır. İnkârcılar silinip gitmişlerdir. “Allah yok!” diye bağıranların sesleri kesilmiştir.
الْكَذِبَ“Allah’a yalan iftira ediyorlar.” Yani, Allah yalan söylüyor diyorlar. İlk insan Allah’a inanıyordu. Bugünkü insan da Allah’a inanıyor. Bugün daha çok inanıyor. Çünkü Kâinat’ı şimdi daha yakın tanıdık. Onun büyüklüğünü, mükemmelliğini, yaratılmış olduğunu ve ölmekte olduğunu biliyoruz. “Kendi kendine vardır” söyleme mecalini kaybetmişiz. Kur’an’ın ve Tevrat’ın da Allah sözleri olduğunu fazla reddetmiyorlar. Ama sonunda Allah yalan söylüyor diyorlar. Böylece Allah’a yalan söyleme gibi bir sıfatı yakıştırıyorlar. Bunların bu hususta kanıtları olmadığı gibi bunu düşündürecek bir emareleri ve işaretleri de yoktur. Allah’a neye yalan söylesinler? Madem ki bizi burada yarattı, o halde sonra da yaratabilir. Madem ki bu dünyada refaha ve sıkıntılara sokmaktadır, âhirette de bunu yapabilir. Hiç bu dünyada ceza olmasaydı, o zaman âhirette de olmaz diyebilirdik. Allah bu dünyada neler yapıyorsa, âhirette de elbette onları yapabilir.
يَوْمَ الْقِيَامَةِ
Kıyametin yevmini Allaha yalan şiftira edyorlar. Kıyamet falan yok, yahut kıyamet öyle değil, cennet cehenenm yok, bedenel dirilme yok. Alalhbunları yalan söylüyor. İnsanlarıo korkutmak için bunları söylüyor diyorlar. Tefsirelrde kıyamet güğnğde znaları ne olacak şeklind e açıklıyorlar.Yanı bunu znana zarf yapıyırlar. Biz Bunu şöyle açıklıyoruz. Ben kıyamet günün yalan zannediyorum. Şeklinde alıyorum. Yanı bir şeyi başka bir şey sanmak, veya ınanmakdır. Kıyamet yevmini Alalhın bir yalanı olatak görüyorum anlamıdadır. Kıyametin yevmini alalhın kizbi olarak iftira ediyorlar. Kıyameti lalha kezib olaark iftira ednelerin zannı nedir. Kıyamet kalkış günü dmekdir. Durş günü dmekdir. Duurşma günü dmekdir. Çünk,ü o gün herkes sorguya çekielcekdir.
إِنَّ اللَّهَ لَذُو فَضْلٍ
Alalh fadlı olandır. Allah insanları yaratmışdır. Onu dünyada eğitcek ve ahirette yüceltecekdir. Dünyadaki istırablar, sıkıntılar insanları yetişdirmek, yüceltmek içindir. Ahitrette ki ceza da böçyledir. Cehenenm böyledir. Cehenenm fıırn dmekdir. Cehim fıırn dmekdir. Biri madenelrin erittilif saflaşdırldırğı ocakdır. Diğeri ise ekmeğin pişirildiği fırımndır. Bunarlın ikisid e iyileşdirmek için oaln sıvaklıklardır.Dünyada pişmeyenelr,dünyafdaki sıkıntılar onu yetildrememişse Alalh ahiştte yetişdirecekdir. Bunların hepisi Alalhın fazlıdır.
عَلَى النَّاسِ
Nasa fazletmiştir. İnsan iarde sahibi varlıkdır. Kendi kendinsin yetişdirimektedir. Kendi emeği ile yücelmeketdir. Üstünlüğü buradadır. Üniversiteye girmek için imtihana girersiniz. Oysa okumak sıkıntılı bir iştir. Amaherkes imtihanı kazansın da okuusn istemeketdir.Neden çünkü okuudğu zaman daha yüksek yere çıkavcakdır. Makamı yüce olacakdır. Lise mezunu değilsen seni üniversite girişl imtihanına sokmuyorlar. İşte insan dünyaya gelmesi onun imtihana alınması dmekdir. Ahirette de cehenenme gitmek yine sınıfda kalmış olanlara ikmal derslerine alma dmekdir. Büütn bun lar fazldır. Yanı iyilikdir. Ceheenem gitmek bile Alalhın nimetdir. Orada oluşdukdan sonra oradan kurtulacakdır. Bununla beraber bu oluş öyle basit değildir. Bilmeden sınıf geçme yoktur. Bu dünyada orada da imtihanı kazanmak içimn şimdiden bu dünyada çalışmak gerekir. Yoksa orzada kalış ilelebed sürebilir.
وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ
V elakin ekserisi şükretmiyor. Şükretmek, karşılığını vermek demekdir. Amel ile ükredilir. Davudun aline şükrü amel edin denmeketdir. Yanı kenidleri okula alınöış çalışmaları istendiğ halde insanlarımn çoğu çalışıp öğrenmeke istemez. Bilmeden sınıf geçmek siter. Bunların hepisi kul söyle emri içinde geldiğne göre bizim insnalar Kuarnı ulaşdırıken onlara düşünmelrini mantıklarını işletmelrini istemeiz gerkir. Biz bu dünyaya neye geldirk. Çalışalım ve sınıfımızı geçelim. Neden haylazlık yapıp sınıfda kalalım da bu dünyadan daha kötü şartlarda eğitime tabi olalım. Yhajut hep dha kötü şartlar altında yaşamak zorunda kalalım. Lakın bir cümlesinin aksişni ifade etmek için gelir. Va kelimesi eklenirse ilaveten bu da olmaışdır dmekir. Alalh onlara fazletmişdir. Bu böyle olamya devam ederken insanlar şükretmiyorlar. Denmeketdir. Eğer önceki cümle devam etmiyorsa o zman yalnız lakin getirilir.
وَمَا تَكُونُ فِي شَأْنٍ
Buraya kadar müminlerin diğer insanlara nasıl hitap etmesi gerkdiğn neler söylemesi kendilerine farz olduğunu anlatmışdır. Şimdi müminler adil dzüeni insanlığa anlatacakalr dönüp onlara bilgi vermeketdir. Önce sen bir işde olmaz ve kuranı okumazki diye başlıyır ise çoğula dönülştüreke bir amelde bulınmazsınızki biz üzerinize şahıt olmayalım denmeketdir. Bunun anlamı müminler Kuaranı insanlara kuranı değil adil dzüen öğretmeye teke başına başlamlıdırlar. Herkese ayrı ayrı ve bu vazife bulunmuş bulunmaktadır. Ama zmanla bunlar birleşerek topluluk oacaklardır. Buna işaret olmak üzere bura çoğul değil tekil sen getirilmiştir. Birlmakla bir amede olamk arsında fark vardır.Amal daha çok maddi ürtim yapan iş yapan kime dmekdir. Şe’n ise soyal faaliyetelrde buluna kimse demekdir. Bulışmak, sohbet etmek, anlaşmak, okumak, anlatmak bunlar hepşe’dir. Müminlerin anaşeni Kuarnı öğrenmek v üzerinde çalışmakdır. Şen kelimesi nekiredir. Yanı ne yaparsa yap ben senin üzerinde şahidim. Burada tekil olarak getirilmiş olammaın ikinci anlamı ise topluluğun bir başkan nezaretinde işleirni yapmış olamsıdır.
وَمَا تَتْلُوا مِنْهُ
Ondan neyi tilavet edersen ben size şahıdım denmeketdir. Buradaki zmair nereye gitmektedir. Birnci dercede Mevizeye gitmeketdir. Size gelmişdir. İfadesindeki mevize kelimesine gitmeketdir. Gerçi bu müzekekrdir. Mevize ise müenesdir. Bakaranın 275 inci ayetinde mevze kime gelmişse ifadesinde caet değil cae denmeketdir. Mevizeyi müzekekr olarak zikretmektdir. Bunun anlamı mevize masdar oalark manalandırldığı zman müzekekr zaman gönderileblir. Müfret gelmiş olamsının başka nedeni de mevizenin yanında diğer şifa, huda ve rahmet kelimelerinin geçmiş olamsı ve büütn bunların birlikde bir oluşu göstermi olmalarından dolayıdır. Kıraat yerine tilavet kelimesi getirlmişdir ki bu da müminleirn diğer insanlara mevizeyi nasıl akdarması gerekdiğinmi ifade etmes içindir. Müminleirn görüvi Kuaranı halkların dilerline çevirecekler ve onu insanlığa kataracakracaklardır. Burada minhu denmemiş olsaydı, kuranın meallerinid eğil kendisini insanlara ulkaşdırnakla görevli olurlardı. Bu da büütn insanlara Arapça öğretme mükelelfiyetini getiridi. İşte o zman Kuaran ütopik olurdu. Olmayacak şeyelri isterdi.
مِنْ قُرْآنٍ
Kuarandan. Tilavet etemzsin ki biz şahit olamyalım. Sadece minhu deyip bırakacak olsaydı mevzinen, şifanın, hidayetin ve rahmetin ne olduğu belirsiz kalırdı. Şimdi burada bunu açıkalmakatdr. Kuardandır bu. Kuan değildir amam Kuandandır bu. Evet mealler ve yorumlar, içtihatlar ve icmalar Kuaran değildir ama Kauramndandır. Biz insanlar Kuaranı aktarmayacağız ama Kuarandan aktaracağız. Bunu nasıl yapacağımızı daha önce söylemişdir. İşyerleri kuaracağız, dünyadan buraya işçi alacağız. Onalar Kuaranı öğreytieceğiz. Arapçayı öğretceğiz. Onalar da memleketlerine giderek onlara Kuarndan anlatacalkalr. Kuranı bunagöre yorumlayıp ciltler haline getirmeliyiz. Kuranı aktarmak da bir şendir. Ancak diğer şenlerden farklı bir şendir. Çünkü herkesin meşgul olduğu sıradan bir şen değildir. Bus beplkedirki ve ile atfetmişdir. Hükmen farklı olduğunu ifade etmişdir. Ailem buna tarafdır. Babam da tarafdır diyebilirzi. Babanın aişlede farklı yeri olduğuna işaret edilmiş olur.
وَلَا تَعْمَلُونَ مِنْ عَمَلٍ
Amelden bir ameli yapmazsınız. Buarad tekişlden çoğula geçmişdir. Ameld e şendendir. Diğerleri tekildir. Bu çoğuldur. Dolayısyla böyle bir atif caizdir. Bundan öncekiler sosyal işdir. Önce Kuaranı öğreneceğiz. Buna teker etekr başlayacağız. Baişkaqlarına nalatacağız. Sonra kabuledenelrle birleşip uygulamaya başlayacağız. Uygulamaya cemaatça başlayacağız. Bziim uygualrımızda daha cemaat olamdan, anlaşmadan işe başladık. Hep bu sbeple bu başarıszlığımız devam etmeketdir. Yaşamamız için işler yapmak zorundayız. Kuaranı anlamamız için uygulamak zorundayız. Ama beklenen başarı ancak biz bir ceamat olduğumuz zman olacakdır. Şimdi yapdığüımız hazırlık safhasıdır. Bzi bir işi birlikde yapabilyorsak o zman cemaatb olduk dmekdir. Nasıl erginlik yaşına gelen kimsede arginlik belirtileri oratya çıkarsa, bizim olgunlaşdığımız daq beilikde iş yapmamızla öğrneceğiz. Marketi kurduğumuz gün veya ahşap ev imalatına başladığımız gün veya granuur çalışdıırp kazanç teminettiğimiz gün ayrık cemaat olmuşuzdur. Oz manana kadar ayrı ayrı gayret içideyiz dömekdir. İşte bu sbepeldir ki dha önceki şen ve tilaveti müfret getirdiği halde buarda ameli cem ile getirmişdir.
إِلَّا كُنَّا عَلَيْكُمْ شُهُودًا
Biz sizn üzerinizde gözetelyici oluruz veya olacağız. Yanı siz Kuaran ile meşgul iken biz de sizin üzerinizde duuryoruz gözetliyoruz. Yapdıklarınızd hata olursa düzeltriz. Sıkıntıya girerseniz yardımınıza geliriz. Haytınızda bunu çok görürsünüz. Tam ümdinizi kesdiğiniz zman size bir yerden destek gelir ve kurtulursunuz. Bu akdar canlı herkes karnın doyuuryor. Altı milyar insan yaşıyor. İsatnbul 12 milyon. Gazeterlde açlıkdan ölenlerin haberleri çımıyor. Trafikden ölenelkrin haberleri çıkıyır. Kimse aç kalmıyor. Bu ansıl oluyor. İşte Alalh herşeey şahittir. Eğer kişinin gücü yetmez hale gelirse onu destekelr. İşte Alalah tevekkül budur. Biz elimizden geelni yapacağız. Sonrasını ise ona bırakacağız. Siz ne yaparsanız yapınız biz üzerindeyiz. Bizim görevimiz çalışmakdır. Sonuçalr bizim değil onun işidir.
إِذْ تُفِيضُونَ فِيهِ
Onun içinde feyezan ettiğiniz de Feyz bereket dmekdir. Boluk dmekdir. Seld mekdir. Bir işi tefviz etmek demek işi ihale etmek demekdir. Bir şeyin içiçineişfade etmek dmek dalmak demekdir. Yanı o işe kendini vermek anlamına gelir. Alalhın bizden istediği bir ieş girşdiğimiz zman onasarılmakdır. O işi yolda, sokada, giderken, gelirken hep onu düşüneceksiniz, ona çareler arıyacaksınız. Kendinizi ona verceksiniz. İşte o zman Alalhın yardımı sişze gelmiş olur. İçden gelerek ben bunu yapayım deyip kendinizi ona veriseniz orada Alalh sizi muvafafk eder. Ama luks olsun diye bir şey yaparsanız orada başarı beklenmemeldir. Alalh müminlerden Kuranı insanlığa aktarmasıu için kendilerini vermlerini sitemektedir. Benim kendimde gördüğüm eksiklik budur. Bir çok durumda bu işde geri akldığımı ben iyi biliyorum. İstiğfar ediyorum. Burada zamir müfret gerlmişdir. Ma ya arcıdır. Malar ayrı ayrı geldiğinden hüküm de ayrı ayrıdır.
وَمَا يَعْزُبُ
Gazb ufkun altında görülen yer yanı. Ufuk gökle yerin birleşdiği yerdir. Guuzb ise gökle yerşin birleşdiği çizgini altında kalan yerdir. Uzak yerdir. Görünmiyen yerdir. Gözden kaşmaz, kaybolmaz anlamındaıdr. Rabının gözünden hiçbir şey kaçmaz. Hiçbir şey ihmal edilmez. Yanı her yapdığımzı ve herşlyi Alalh gözetlemekedir. Alah külli bilir, cüzi bilmez diyenlker de böyleve Alalha yalam iftira ediyorlar.
عَنْ رَبِّكَ
Rabbinden hiçbir şey kaçmaz, kaybolmaz. Burada rabbinden demekle seni yetidirenden demketdir. Büütn bu emirler alalhınrab sıfatının tecellsidir. Bizi eğitiyor. Yetişdiryor. Bunun için gözetliyor. Bize bu görevelri veriyor. Bizi yüceltmek sitiyor. Alalh bu imkanları herkese vermedi. Bzie verdi. Her birmiz ilahi takdirle buaradyız. Geçmişlde olaylar öyle cereyan etmesydi biz şiödi burada olurmu idik. Bunun için rabından denişyor. Nasıl çocuk annesinin nezaretinde annesine uyyorsa bizim de Alalhın emirleirne uymaız gerkmeketdir.Kuarandan anladıklarımnızı uygulamamzı gerekmeketdir.
مِنْ مِثْقَالِ ذَرَّةٍ
Zere miskaınca zere ağırlığınca denmeketdir. Bu şfadede çok önemli fziki bilgi vardır. Bu da kainatın zman ve mekan içöinde serpilmiş mbulunan parçacıklardan oluşpdurğu anlaşılmaktadır. Her zerenin bir ağırlığı vardır. Bu da çekim kuvvetidir. Zerre atom denemkdir. Zariayt süresinde buna işaret etmeketdir. Zere elektrondur, pozitrondur. Onların birbrini çekmesidri. Zariyat süresinde ayetin ebced hesabı ile toplamnı 1836 etmeketdir Bu (17* 2*3) (2*3)*3=102*18 =1638 buna 2 bağlayıcı parçacık eklenince hicrpojen atomu ortaya çıkar. Kainat bu parçacıklardan oluşmakatdır.
فِي الْأَرْضِ
Arz yer demkdir. Katı cizmlerin olduğu shadır. Harfı tarifle cins isimdir. Küremizi içerdiği gibi diğer gezegenelr ve uzayda bulunan yıldızların çeverelrindeki gezegenelrin hepisi arzdır. Bugün diğer yıldızların küçük yer değişldirmelrinden bunların da çevreelrinde gezegenelr olduğu tesbit edilmişdir. Arz katı cizmin topluluğuudr. Zererelr onun içindedir. Aralarında boşluklar vardır Onun için min değil de Fi denmişdir. Arzın cüzü değil de arzın içinde bir cüz olaark belirlenmiş bulunmaktadır. Gerçekde çekirdeğin büyüklüğü ile molekulun büyüklüğü arsında 10 000 kadar oaran farkı vardır.
وَلَا فِي السَّمَاءِ
Nede seamda denmeketdir Sema katının olmadığı shadır. Yıldızlar ve yıldızlarvarsı boşluklardır. Onlarda da atomlar vardır. En önemli husus kainatı yüze yakın element doldurmuşdur. Onlardan elektron ve pozitronun birleşmeisnden oluşan ışık çiftinden olauşmakatadır. Sonunda hepisi bölünebişlen en küçük parçacıklardan oluşmakatdır. Öiskal ise belrilidir, tekdir. Yanı tesbih taneleri gibi hepisi birnbirne benzemkeetdir. Çakıl taşları gibi farklı büyüklükde değildir. Bunların böyle olduğu yirminci yüzyılın fizkçileri keşfede3bilmiştir. Gazalı ile İbnrtüşt arsındaki ayrılık ada bu. Gazali müsbet ilimce onaqylanmışdır.
وَلَا أَصْغَرَ مِنْ ذَلِكَ
Zerenin miskalınden küçük. Atomaltı parçacıklardır. Önce bunlar parçalanmaz kabuşledilmiş ised e sonra bunun parçalandığı habuledilerek atom bombası bulunmuştur. Böylece atom altı parçacıkların olduğumna da işaret etmişdir.
وَلَا أَكْبَرَ
Daha ekberi daha büyüğu denyor. BU da büütm varlıkdır. Molekuşle ve cismlerdir. Alalh temel yapımnıun hidrojeb atomuna dayabdığını şfade etmekdri. Dah küçükler işe yaraamz. Kendi başlarına bir varlık oluşduramz. Hidrojenden büüyk olanalr da Hidrojenin birleşmeisnde oluşmuşlardır. Bus bepeldir ki zerreden işe başladı. Daha büyük ve daha küçük diye her şeti bidiğini iafade tti. Eğer Miskal esas alınır da kitle yerine imyuls huz kitle çarpımı alınırsa o zmanagar yarım kvantumdıur. Diğer leri ise bir likde olmalarıdr. Kelamcıların cüsün layetecezza teorileri bu ayetler dayanmakatdır.
إِلَّا فِي كِتَابٍ مُبِينٍ
Açık kitabda vardır Açlık kştap dört boyutlu uzaydır. Levhı mahfuzdur. Bizim hareketelrimiz filme alınmakadır. Renklendirilmektdir. Dört boyutlu uzayda nerlkerlden geçtiği belirelnmişdir. Bir zere başka zere ile yazılamıyacağına göre çünkü sonra onu yazan zerred e bulunmalı bu ancak zerenin birer kıvrık çizgi varedilmişdir. Bizim uzay oradan geçince renklenşr.. Böylece kaydedilmiş oluyr. Biz gerçmişi dönemiyoruz, geleceği debilmiyoruz ama bzim geçdiğimz yerde bir iz bırakmaktadız. O kiatbı mübin olmakatdır. Önceki ayet minleri gözeteldiğini belirtmiş, bu ayetd e her şeyi gözettiğini belritmişdir.
(61)أَلَا إِنَّ أَوْلِيَاءَ اللَّهِ
Allahın velileri. . Vely kelimesi arka dmekdir. Türkçedeki bel kelimesi de bunun akrabasıdır. Velileri sırt sırta dayanan dmekdir. İnsanlar ilk yaratıldığı günlerde herkes kendi topladıklarını yıyordu. Ekonomik işbirliği yoktu. Oysa kendileirni canavarladn korumak için ise dyanışma durumunda idilre. Sırt sırta gelenelr karşı taraflarını gözetriler, gelşecek canavarları veya düşmanlarını korurlar. İlk topluluklar ortak savunma nedeniye doğmuşdur. Alalhın velielri dmek Alalhın emirlerine,şeriatına uyan kimslerdir. Kendielrine bir veli seçerelr onun etrefında toplanırlar. O veli resul duurmundadı8r. Alalhın elçisi dudurmudadır. Topluluk da bu dyanışma ile oluşur. Gelişmiş uygarlıklar, halk ilmi, dini, mresleki ve siaysi dyanışmaortaklıları kuraralar ve bunlar başkanların etrafında toplanarak, bucak, il, ülke ve insanlığı oluşdurula. Bunu benimseyenler Alalhın evliyası olurlar.İlk velayet aşiretle başlar. Ona yakın mümin bir raya gelir de beş vakıt namaz kılarak Kuan okumaya başlarsa bunlare Alalhın velisi olurlar. Ondan sonra bin hane bir aray gelerek ekndielrine bişr bucak kuralar. Alalhı ile olan velayetelrini tamalamış olurlar. Biz şimdi böyle topluluğu kurmak için yola çıkmışız. Alalhın velayetine girmeye tabyiz. Henuz o mertebeye yükslememişiz. Bu bu yükslememe bu dünya için söz konusudur. Ahiret için ise buna niyet etmemiz yeterldir. Yetr kji Samimi olalım biz gerekeni yapalım. Bu dünya sünnetüllaha atbidir. Alalh günü gelince lütfünu esrgeemz. Bununla beraber. Bu yolda cihat edenelri ayrıca koruru. Çoğul kelimesini kullanmış olamsı velayetin dayanışma içinde olduğuna işarete der.
لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ
Onlara havf yoktur. Korku demekdir. Huff mest demekdir. Korkudan örtünüp skalanamk demekdir. Onlara korku yoktur. Onlar saklnıp gizlenmeyecekler, takıyye yapmayacaklar. İnsanlar onlardan korkarlar. Onlardan saklanmak isterler. Bu ayet mkkede nazıl olmuştur. Müslümanlara en büüyk baskı yapdıkalrı zman gelmişdir. O gün verilen bu müjdye kiğms e ınanmamıştır. Ama müminler sabırla bu ayetin müjdesini beklemişlerdir. Sonra Medineey göç etmişler ve orda dayanışma oretaklıklarını kurmuşlar. Başkanın emrinde develt olmuşlardır. İşte ondan sonra dyanışma olmuş, savaşlar olmuş on sen içinde Arabistan Fethedilmiştiğr. Bir asırda dünyaya hakim olmuşlardı. O tarihden sonra bin yıldan fazla o şekilde güçlü olarak yaşadılar. Son iki asırdır, gerilemeye başaldılar. Şimdi yeniden Kuaran etrafında dayanışma ortaklıkları kurma durmundayız. İşte adil dzüen budur. Bu dyanışmaya girenellre orku yoktur. Ancak dayanışma içinde olmazlarsa korkudan emin olamzlar. Allahın kitabı çevresinde toplanmalıdırlar.
وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Onlara üzüntü de gelmez. Korkmamak dış gaillerden emin olmala olur. Hüzün ise iç sorunlardan dolayı duyulacak ,üzüntüdür. Adil düzen şeriat düzeni öyle bir düzendir ki onda artık iç vedış sorunlar çözülmüş olur. Bu, ayet bize adil dzüenin üç kadme oluşacağını belirtmiş oluyor. Önce adil dzüeni kabuledip bu husda çalışmaya başlamak olacakdır. Belli bir meretbeye yükseldiğimiz zman toplulukm oluşur, ortak amel abşlar. Önce okuma birliği, kültür birliği sonra ekonomik birlik ve ondan sonra da siaysi birlik oluşacakdoır. İç güveneşlrini de böyle luşacakdır. Gelen sıkıntılar dayanışma içinde çözülecekdir
İrlik.
الَّذِينَ آمَنُوا
Onlar iman eden kimslerdir. Ayet mevize iel başlamış. Ondan sonra amele gelmiş, sonra da dayanışmayı ortaya koymuşdur. O alalhın evliyalarını şöyle tanımlamıştır. Onlar iman etmiş kimslerdir. Yanı sadce dyanışma ile kalmamışlar birnbrielrinin güvenini de sağlamışdır. Güven için dayanışmışlardır. Yanı askeri dyanışmayı kurmuşlardır. Develt olmuşlardır. Bu ayet Mekede gelmişdir. Ancak Medinede olacaklar da işaret etmeketdir. Kısa zman sonra mekekye gidecek orada bu ayetin emrini yerine getirmişlerdir. Szilere de böyle bir lüütf nasınb olur.
وَكَانُوا يَتَّقُونَ
İttka eder oldular. İttika etmek demek şerihat düzenine girme, hukuk dzüenine giğrme dmekdir.Velayet dyanışma ortaklıkları kuurcularıdr. İman etme demek bir başkana tabi olur. İttika etmek ise hakemelrin karalarına uymakdır. Devletin yapısı anlatılmakatdır. Ancak bu develt 70 milyonun dveleti değildir. Bir bucak yönetimidir. 30000 ile 10000 arsında nufusu oloan yer dmekdişr. Hukuk düzenişeriat burada kuurlur. İller de vardır ama onun görevi iç güvenlik sağlamaktır. Ülke ise dış güvenliğı sağlar. İnsanlık ise gerilikle svaşarak insanlığı ileriye götürmek uygarlaşdırmak işi ile meşgul olur. Demekki bu ayetler bir adil dzüen sitesinin oluşması için ne gerkiyorsa onu anlatıyor. Buarda bitriyor. İlin ve ülkenin teşkilatlanmasından burada bahsetmemeketdir. Bunun anlamı bir bağımsız bucak mümin olamaynülkelrde de yaşıyabilir. Laqik Türkiye Cümhuriyetinde yaşıyablir. İç güvenliği o il yapat ve dış savunmayı da o ülke yapar. Bzie emr dedieln İslam bucağını kurmakdan iabret olup. Ondan sonraki işler ise zmana kalmış olur. Bunu Türkieyde yapabildiğimiz gibi buna izin veren başka ülkelrde de yapabilirzi. Yetrki bzie toprak versin ve anlaşsın. Bu önerileri yapabilmemiz için önce ülkemizde oluşmamzı gerkir. Ülkemizde koopertifler yoluyla buna ulaşabiliriz. Türkiey Cumhuriyet kanunları buna müsaittir. 1967 de Kurduğumuz kooperatif bunu hedefelmişdir. Ancak başarıya ulaşamadık. Bu bziim bilgisizliğimizn sonu olmuşdu. Biz şimdi bu yazışlarımızla bunu yapmak siteyenelre yardımcı olmak istiyoruz. Szi aypamazsanız bile sizin ulaşacağınıuz iğnsanlar yapacaktır. Alalh ameliniz zayı etmez.
لَهُمْ الْبُشْرَى
Onlara buşra vardır. onlara müjde vardır. Buşra ilerdie olacak iyilik haberidir. Bişr tüysüz yüz derisdri. İnsanların müjde karşılığı yüzleri gülecekdir. Mekekde nazıl olan bu süre müjdeyi vermeketdir. Aynı müjde bugün adil dzüen üzerinde çalışanlar için de vardır. Bizim adil düzen çaloışmalarımız 1967 lerde başladı. Asrın üçde birinde gerçekelşir yirmibirinci yüz yılın ilk üçde birnde bu buşranın gerçekelişeceğimni zannediyorum. Adil dzüeni kuracaklara müjde vardır. Onlar buşra vardır. Müminler Mehdiyi bekliyorlar. Mehdiyi beklemesinler adil dzüen cemaatıunı bekelsinler, adil dzüen cemaatını oluşdurlacakdır. Bunun için herkes adil dzüen çalışmalarına başlayacak. Bu da kuran okuma ile başlar. Kuarnın yorumu ile vaşlar. Zamanla adil dzüenciler birbrielrini tanır ve birlik oluşdurular. Adil düzen işletmelrini oluşdurular. Zamanla ekonomi deki gelişmeden sonra siteelrini kuravcaklar ve bucaklarını oluşduracakaşlardı. Böyel bucak kuranlara müjde avrdır. Sonra ne olacakdır. Ondan sonra başka bucaklar bu bucakları örnek alacaklar ve onlar da bu düzene girecekdirdir. Zamanla dümnyaya yaılacaldır. Medine devleti svaşmakz orunda kalmışdı çünkü o zaman demokrasi yoktu. Oysa bugün demokrasi vardır. Böyle bri sitenin kuurlmasını engel teşkiledecek bir durum yoktur. Bu sebeple adil dzüenin gerçekleşmesi için bir svaşa gerek olmayablir. Bzsizi ilhgilendiren bu husslar değildir. Biz kıendi aşiretimizi ve bucağımızı oluşdurma işiyle meşgul olacağız. İnsanlık demokrasiyi, laikliği kabuledecek. Yerinden yönetimi kabuledecekdir. Etmezse bombalar ahzırdır. Yağmaya başlayablir.
فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا
Dünya hayatı yaşadığımız hayattır. Kuarn insanların yalnız ahiretini düzenlemez. Aynı zmanda dünyalarını düzenlemişdir. Biirndi düzenleme bundan ondört asır önce yapmışdı.Önce Medinede bir site kurdular. Sonra bu site arabistana hakim oldu. Daha sonra da dünyaya ayıldı. Büyük uygarlık oldu. Batıya etki etti. Bugünki uygarlığı doğurdu. Allah insanlara bir takım emirler vermeketdir. Verdiği emirler dünya hayatı için müjdedir. Netekim Mekekde verilen bu müjde sonrta gerçekelşmişdir. On dört asır buna şahittir. Aynı müjde bugünki adildzüencielre vermeketdir.
وَفِي الْآخِرَةِ
Dünyamüjdleri aynında ahirette de cenenti vaat etmektedir. Abdest alan bu dünyada sağlığa ahirette cenente ulaşır. İşte İslamiyet budur. İslamiyet dünyada Zaraları haram etmiştir. Ahirette bunlara cehenenmi vaat etmiştir. Saadet deböyle Kuan okuyan, tebliğ eden, ortaklık kuran, dayanışmayı kuran başkanlarını seçen hakemelre itaat eden dünyada saadete rer. Ahirete dere. Allahın bu biirnci müjdesi o zaman tahakkuk etmişir. O halde ahirette de tahakkulkedecekdir.
لَا تَبْدِيلَ لِكَلِمَاتِ اللَّهِ
Alalhın kelimatında tebil olamyacakdır. Peygamberlerin hikyeelrini anlattıkdan sonra Mekeklilere d aynı haberi vermişdi. Onlara bu kuralın genel olduğunu ifade etmişdir. Gerçeden genel olmuş ve sonra gerçelkleşmidir. Aynı şimdi de biz esöylemeketdir. Kural değişmemişdir. Değişmeyecekdir. Aynı müjde4 biizm için de söz konusudur. Mekekde olduğu gibi Kuaran okumaya devam edersek bizim önümüz de aynı9 şekilde açıkdır. Burada Tebdile kelime üstünle bitiyor. Kesinolarak tebdil yok dmekdir.
ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
Azim favz buudr. Fevz kurtulkuş dmekditr. İnsanlar için esaret zülüm içindeyaşamakdır. İnsanlığın muhtaç olduğu bunun veya şunun yönetmesi değildir. Yöneten kim olur5sa olsun, ister şah olsun, isrter kıral olsun, ister diktatör olsun, ister başkan olsun bir şey değişmez. İster cumhuriyet osun ister monarşi olsun. İster Çinli olsun ister Amerikalı olsun. Bunalr önemli değildir. Önemli olan düzenin adil olamsıdır. Bu akinatın varettiği düzenin benimsenmesidri. Evrim aknunlarına uyulmasıdır.
وَلَا يَحْزُنْكَ قَوْلُهُمْ
Kavilleri seni mahzun etmesin: Her bin yılda bir hak uygarlığı bir adım atar. Daha önceki uygarlıktan daha ileri uygarlık doğacakdır. Bizim yaşadığımız yıllar, Peygambersiz ilk uygarlıktır. Peygambere değil de müsbet ilme dayanan ilk uygarlıktır. Bu ayetlerde bu tür uyharlıkarımn nasıl doğacağı anlatoıldı. Önce Kuarana ınanan kimselr önce teekr teekr adil dzüeni için faaliyete geçerler. Bunlar mevize ile işe başlarlar. Kenid içleirndeki şlübhelri gideriler, doğru yolu bulmak için içtihatlar yaparlar, sonunda Alalhın rahmeti gelir. Alalhın fadılı ve rahmeti ile cemaatlaşmaya başlkarlar. Bunun sonucu olarak ekonomik işbirlikleirne başlarlar. Dayanışmaortaklıkları kuaralar. Bucaklarını kuraralar. Hakemlikleir oluşdurular. Hasılı bucaklarda adil düzeni kuraralr. Bütün bunalar yaparken, insanlar adil düzencilerle istihza ederelr, tahkır ederler. Küçük görürler. Onalrla eğlenirler. Kuran bu haberi verimeketdir. Böylece müminlerin bunlara sabır göstermelri istenmeketdir. Bizi başarısız, muvafak olamadığımızkı ileri süreblirler. Zengin olamdığımız, iktidar olanadığımız söylerelr. Bu nedenle bizi aşağı görürler. Bu sözler sizi üzmesin denmeketdir.
إِنَّ الْعِزَّةَ لِلَّهِ جَمِيعًا
Çünkü bütün izzert alahındır.izzert iktidardır. Sişaysi güçtür. Bizim göreviz, adil dzüeni öğrenmek, Kuaranı öğrenmek, uygulamak. Anlatmak ve brleşmek. Yanı müminlerin göreviğ kuranı uygualayarak ortaya koymaktır. Kuaran Alalhın sözüdür. Her asrın çözümleri vardır. Bu çözümler içtihat ve icma ile anlaşılacakdır. Sonunda her şeyi odur. Bizim görevimiz bize söyleneneşlri yapmaktır. Bizi ütoıpik bulanlar, bizi reel politikaysa aykırtı bulanlar bizi üzmemelidir. Hesabı kendileir veriler.
هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ(65)
Semi ve alim odur. İşten odur. Bilen odur. Kimin ne söylediğini işitmeketri. N eyaptıklarımnı bilmektedir. Müminler herkesin sözlerine kulak verirelr. Onların yaralı sözlerinden faydalşanırlar. Gül dikenisz olmaz. Söylediklerindeki saçmalıklara kulak vermeliyiz. Elimizde söylenen sözlerden yaralı olanlarla yanlış olanları ayırmamız gerekir. Bunun miyarı Kuarnadır. Biz Kuaranı okuyup üzerinde düşündüğümüzde bize söyleneelrden doğtu olanalrı oarada buluurz. Yanlış olanlar için de böyle sabır yaparız. İşte bu açıklamalardan sonra artık bu ayetleri bir dha okuyun.
Ey kişiler, şimdi size bir öğüt gelmiştir. Eğiticinizdendir. Başkların içinde olanları sağlığa götürendir. Yol gösterendir. Inanalar için esenliktir. Bu alalhın artırdırğı ilrdir. Esenliği işledir. Öyleyse bununla şenlensinler.Bu topladıklarından daha iyidir. De. Alalhın size besinden indirdikleirni gördünüzmü. Siz onalrdan sineni ve yadsınanı yapdınız. De. Buna Alalh mı olur verdi yoksa siz mi Alalha uyduryorsunuz. De. Alalaha yalan uyduranların kalkış gününe sanıları nedir. Allah kişlere artırandır. Ancak çoğu karşılamıyor. Sen bir oluşda olamazsın, ve ondan Kyrandan aktaarmnazsın, bir işde işleyeemzsiniz ancak siz onlara girişdiğinizde biz sizi gözeteliyorsak yapabilirsiniz. Ne yerde ne gökde Yetişdirncen bir toz ağırlığında olan yiterr. Açık bir yazıtta olmayan bunsdan küşüğü var ne de büyüğü. Alalhın arkadaşlarıa korku yoktur. Onalr üzüelmezler de. Onlar ıannır ve korunurlar.Onalar yakınyaşayışat ve ötede sevindirme vardır. Alalhın sözlerini değiştirecek yoktur. En büyük başarı buudr. Sözleri eni üzmesin. Bütün güç Alalhımdır. Bilen işiten odur.
Ey nâs, şimdi size bir mevıze ciet etmiştir. Rabb’inizdendir. Ve sudurun içinde olanlara şifadır. Ve hüdadır. Ve mü’minler için rahmettir. Bu Allah’ın fadlı iledir. Ve rahmeti iledir. Öyleyse bununla ferahlansınlar. Bu cem’ edeceklerinden daha hayırlıdır. Diye kavlet. Bu Allhın ile dir. Ve rahneti iledir. Öyleyse bununla ferahlansınlar. Bu cem edeceklerinden daha hayırdır diye kavl et. . Allahın size rızıkdan inzal ettiklerini re’y ettiniz mi? Siz onlardan halal ve haram olanı celettiniz. Diye kavlet. Buna Allah mı izin verdi yoksa siz mi Alalha iftira ediyorsunuz.. Diye kavlet. Alalha kizb iftira eden kşmslereinkıyamet yevmine zannı nedir. Alalh nas üerinde faziletlidir. Velakin ekserisi şükretmiyor. Sen bir şenin içinde olamzsın. Ve ondan, Kuarandan tilavet edemezsşn. Ve bir ameli amel edemzsin Ancak siz onlara feyedan ettiğimnizde Biz sizin üzerinizde şuhud etmiş isek edersiniz. Ne arzda ne semada zerre misqalincesi rabbinden uzub eder Mübin kitabda olamyan bundan ne asgari ne de ekberi vardır Hlalhın evlıyasına ne havf verdır, ne de onlar hüzn ederlerç Onlar iman etmiş veittika eder olmuşlardır. Onlar dünya ve ahirette buşra vardıur. Alalhon kelimatını tebdil edecek yoktur. İşte azim fevz buudr. Kavilleri seni mahzun etmesin. İzzetin cemi Alalhındır. Alim oaln semi o dur.
اي ناس شمدى سزه بر موعظه جيئت اتمشدراو ربنزدندر و صدورن اجنده اولانلر اجن شفادرو هدى در وموئمنلر اجن رحمتدر(57) بو اللهن فضلى ايله درو رحمتى ايله در اويله ايسه بونونله فرحلنسنلربو جمع ايدجقلرندن دها خيردر ديه قول ات(58) أللهن سزه رزقدن انزال اتدكلرنى رئي اتمه دنز مى سز اونلردن حلال وحرام اولانى جعل اتدنز ديه قول ات بونه الله مى اذن وردى يوقسه سز مىاللهه افترا اديورسنز.ديه قول ات (59) اللهه كذب افترا ادنل كمسه لرن قيمة يومنه ظنى نه درألله ناس اوزرنده فضيلتليدر ولكن اكثرسى شكر اتميور (60) سن بر شئنن اجنده اوله مزسن و اوندن قراندن تلوت اده مزسن وعملدن بر عملى ده عمل اده مزسنز انجاق سز اونلره فيضان اتدغنز ده بز سزن اوزرنزده شهود اتمش اسه ك ادرسنز نه ارضده نه ده سما ده ذره مثقالنجه سى ربندن عزوب ادر مبين كتابن اجنده اولميان بوندن نه اصغر نه ده اكبر واردر اللهن اوليا لرنه نه خوف واردر نه ده اونلر محزون اولرلر (61) اونلر ايمان اتمش و اتقا ادر اولمشلردر(62) اونلره دنيا و اخرتده بشرى واردر اللهن كلماتنى تبديل اده جك يوقدر اشته عظيم بودر(63) قوللرى سنى محزون اتمزسن عزتن جميعى اونندر سميع او در عليم اودر
يَاأَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءَتْكُمْ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَشِفَاءٌ لِمَا فِي الصُّدُورِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ(57) قُلْ بِفَضْلِ اللَّهِ وَبِرَحْمَتِهِ فَبِذَلِكَ فَلْيَفْرَحُوا هُوَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ(58) قُلْ أَرَأَيْتُمْ مَا أَنْزَلَ اللَّهُ لَكُمْ مِنْ رِزْقٍ فَجَعَلْتُمْ مِنْهُ حَرَامًا وَحَلَالًا قُلْ أَاللَّهُ أَذِنَ لَكُمْ أَمْ عَلَى اللَّهِ تَفْتَرُونَ(59) وَمَا ظَنُّ الَّذِينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّ اللَّهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ(60) وَمَا تَكُونُ فِي شَأْنٍ وَمَا تَتْلُوا مِنْهُ مِنْ قُرْآنٍ وَلَا تَعْمَلُونَ مِنْ عَمَلٍ إِلَّا كُنَّا عَلَيْكُمْ شُهُودًا إِذْ تُفِيضُونَ فِيهِ وَمَا يَعْزُبُ عَنْ رَبِّكَ مِنْ مِثْقَالِ ذَرَّةٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي السَّمَاءِ وَلَا أَصْغَرَ مِنْ ذَلِكَ وَلَا أَكْبَرَ إِلَّا فِي كِتَابٍ مُبِينٍ(61) أَلَا إِنَّ أَوْلِيَاءَ اللَّهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ(62) الَّذِينَ آمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ (63) لَهُمْ الْبُشْرَى فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ لَا تَبْدِيلَ لِكَلِمَاتِ اللَّهِ ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ(64) وَلَا يَحْزُنْكَ قَوْلُهُمْ إِنَّ الْعِزَّةَ لِلَّهِ جَمِيعًا هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ(65)
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 207. SEMİNER Yorum 37 İstanbul, 03 Mayıs 2003
RESEPSİYON KRİZİ
Seçimden sonra yaptığımız bir yorumda AK Parti’nin iki yıllık ömrü olduğunu; altı ay gözetleme, altı ay hazırlanma ve altı ay sonra da saldırma dönemleri olacağını yazmıştık. Bir yıl içinde CIA AK Parti’nin işini bitirir demiştik.
CIA AKP’nin işini AKP olduğu için bitirmeyecektir; Türkiye’nin Hükümeti olduğu için bitirecektir. Hangi partiyi bitirmedi ki?!. Hangi iktidarı alaşağı etmedi ki?!. 1997’ye kadar; 1897 Bazel Konferansı ayarlaması ile ite kaka Türkiye’nin yaşamasına izin verildi. 1997’den sonra da “Ordu”nun manevraları ile Türkiye ayakta kaldı. Bundan sonra AK Parti büyük darbenin hedefi olacaktır.
Altı ay doldu. AK Parti’nin ne olduğunu CIA öğrendi. Şimdi hazırlık safhasıdır. Yalnız eksik bir bilgi vardı. AK Parti ile CHP birbirine girerse “Ordu”nun ne tarafta olacağını bilmiyordu; “Yargı”nın ne tarafta olacağını bilmiyordu; “Cumhurbaşkanı”nın ne tarafta olacağını bilmiyordu. İşte bu son testi de böyle yaptı. Böylece Türkiye’yi nasıl böleceğini öğrendi. Artık proje zamanı gelmiştir. CIA şimdi proje ihalesini vermiştir; “Türkiye’yi nasıl böleriz?” Onun projesi yapılmaktadır. Altı aya varmaz, projenin uygulaması CIA’ya ihale edilecektir. Türkiye büyük kriz ile karşı karşıya kalacaktır.
Bu hususta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a bir mektup yazmış ve ona; “Muvaffak olursan; CIA seni Menderes ve Erbakan hükümetlerinde olduğu gibi iktidardan indirecektir. Muvaffak olamazsan; Ecevit hükümetinde olduğu gibi halk seni iktidardan indirecektir. Öyle bir hazırlık yap ki; altı ay sonra CIA saldırıya geçince kendini koruyabil.” demiştik. Mektubu ulaştıracak olanlar, -bildiğimiz kadarıyla- mektubu ulaştıramadılar. CIA iktidara gelenleri ajanları ile sarar ve çökertinceye kadar tutar. İlâhi takdir olan bu durumu biz önleyemeyiz.
Adil Düzencilerin ders almaları için bunları yazıyoruz.
Hiçbir sebep yokken ve “Avrupa Millî Görüş Teşkilâtı”nın terörizmle hiçbir ilgisi bulunmadığı hâlde bu teşkilât bir ajan tarafından teröristler listesine sokulmuştur. Tabii ki CIA ajanları bu sefer Abdullah Gül’e gelmiş ve “Ne yaptınız? Erbakan’ın ekmeğine yağ sürdünüz!” demiş; Hariciye’ye de bunun üzerine; “Yurt dışındaki örgütlerle ilgilenin” talimatını göndermiştir. Bu yetmemiş, yine CIA ajanlarının tavsiyesiyle Dışişleri Bakanlığı’na isimler sorulmuş ve “Bunlar da mı?” denmiştir. Cevap olarak terörist değilse bile “Evet!” denmiştir. CIA operasyonu burada bırakmamıştır. CIA’nın Türkiye’de ilâhiyatçı terörist ajanları vardır. Bunlar maalesef MİT tarafından himaye görürler. AK Parti Hükümeti CIA’nın talimatına uyarak bunları lâik olmadıkları halde önemli görevlere atamıştır. Sonra CHP’ye gitmiş ve “AKP gericileri atıyor, devleti işgal ediyor!” diye kışkırtmıştır. Artık bundan sonrası kolaydır. AK Parti’nin zavallılığı ve CHP’nin dolduruşa gelmesi ile CIA altı ay sonra uygulayacağı taktiğe bugün bir ön uygulama yaparak test yapmıştır.
Biz bir hukukçunun Cumhurbaşkanlığı yapamayacağını çok önce yazmış ve “Meclis”e uyarılar yapmıştık. Kriz üstüne krizlere sebep olan Sayın Cumhurbaşkanımız Sezer; bu sefer de krizin kaynağı olmuştur. CHP resepsiyona gitmeyeceğini beyan edince o da karasızlık içinde kalmıştır. CIA ajanları “Ordu”ya gitmişler ve “Cumhurbaşkanı resepsiyona gitmeyecek!” demişlerdir. Cumhurbaşkanına gidip “Ordu resepsiyona gitmeyecek!” demişler ve böylece iki tarafı da test etmişlerdir. Altı ay sonra ne yapacaklarını şimdiden belirlemişlerdir. Bu krizin baş müsebbibi elbette CHP’dir; ilk seçimlerde dersini alacaktır. Destekçisi MHP’dir; o da çökecektir.
Çoklu sistemi savunan Adil Düzenciler olarak CHP’nin de MHP’nin de böylece silinmesinden dolayı üzüntü duyuyoruz. Oysa 3 Kasım Seçimlerinden sonra CHP’nin yeniden canlanmasından ve MHP’nin de aslî oyunu korumasından sevinmiştik.
Cumhurbaşkanı kurumlar arası dengeyi korumakla yükümlüdür. Cumhurbaşkanı’nın üstünde tek kurum vardır, o da “Türkiye Büyük Millet Meclisi”dir. Cumhurbaşkanı’nın “Meclis”e karşı tavır alan bir grubun yanında olmasını yorumlamak mümkün değildir. Tek yorum; “Hukukçu devlet başkanı olamaz. Devlet başkanlığı askerlik işidir. Mustafa Kemal milletvekillerini başlarının uçacağı ile tehdit etmiştir. Orada bulunanlara tavır almıştır. Meclis’e karşı tavır almamıştır.” Cumhurbaşkanı “Resepsiyon”a gider ve Bülent Arınç’ın elini sıkmayabilirdi. O tavır kişiye karşı tavrı olurdu. Ama “Meclis’in Resepsiyonu”na gitmemek “Meclis”e tavırdır; “Millet”e tavırdır. Mustafa Kemal veya İsmet Paşa asla böyle bir tavır almamışlardır. Diğer askerler meclisleri dağıtmışlardır ama hemen yeni anayasa hazırlatarak seçime gitmişlerdir. Millete karşı tavır almamışlardır. Şimdi bu tavır “Meclis”e tavırdır ve yorumu mümkün değildir.
“Cumhurbaşkanı”nın gitmediği resepsiyona “Asker”in gitmesi, askerin devlet başkanına tavır koyması olurdu. Bu doğru olmazdı. Çünkü “Ordu” “Meclis”e değil, “Cumhurbaşkanı”na bağlıdır. Başkomutan odur. Buradaki tavırlarından dolayı askerlere hiçbir şey söylenemez. Ama yapılan bir hata vardır. Kendilerine “Resepsiyona gidecek misiniz?” diye sorulduğu zaman; “Biz Devlet Başkanına tâbiyiz. O giderse biz de gideriz.” demeliydiler. Topu Devlet Başkanına atmalıydılar. Sonra telefonla ne istiyorlarsa onu söylerlerdi veya söylemezlerdi. Olabilirdi. Ama şimdi “Ordu” “Meclis”e tavır koymuştur. “Meclis”in itibarı beş paralık olmuştur. “Ordu” da yurt içinde ve yurt dışında itibarını zedelemiştir. Bu durum savaşta mâhir olan ordumuzun siyasette fazla başarılı olamadığını gösterir. “Ordu”nun konusu dışında olan işlerde hata yapmasını mazur görmeliyiz. Buradaki sorumluluk yine siyasilerdedir; CHP ve AKP’dedir.
“Başbakan” ne yapmalıdır?
“Başbakan” iyi belediyeci olabilir. Hattâ iyi ekonomist de olabilir. Ama “Başbakan”ın siyasette beceriksiz olduğu kesindir. “Başbakan”ın kim olduğundan haberi yoktur. “Meclis”te 365 milletvekiline sahip olmanın gücüne ve sorumluluğuna müdrik değildir. Kendilerine yaptığımız “danışmanların olsun” tavsiyemizi hâlâ kâle almıyor. CIA ajanlarını çevresine toplamış, bizden uzak kalma yolunu bulmuş! Bizim üzülmemiz onu kurtaramayacaktır…
“Başbakan” ne yapacaktı? Hemen bir genelge yayınlayacak ve “Protokolde birinci derecede yeri olan kamu görevlilerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin resepsiyonuna katılmalarını rica ederim.” diyecekti.. “Ordu”ya ve “Yargı Organları”na da bu genelgeyi göndermeliydi.
Böyle yapmamakla o da tavır koyanların yanında yer almış gibi olmuştur.
Burada en büyük beceriksizliği “Meclis Başkanı Bülent Arınç” yapmıştır.
Aslında Recep Tayip Erdoğan da Bülent Arınç da başarılı kimselerdir. Ama bunlar hiçbir zaman birinci şahıs olma gücünde değildirler. Necmettin Erbakan’ın desteği ile başarıya ulaşmışlardır. İyi ve çalışkan olan bu kardeşimizi desteklemek istedik ve bir mektup yazarak kendisinden “Danışma Kurulu”nu oluşturmasını istedik. İlgilenme ihtiyacı görmedi. Yumuşak demirler iyi mıknatıstırlar, ama hangi alanda olurlarsa oranın etkisinde kalırlar. AK Parti denemesi göstermiştir ki; Gül, Arınç, Erdoğan üçlüsü kendi başlarına siyaset yapamayacak kadar çocukturlar. Biz yaşa göre “çocuk” deniyoruz; kabiliyet olarak “çocuk” diyoruz. Canınız sıkılmasın. Sizi sevdiğimiz ve saydığımız için bu acı gerçeği söylüyoruz. Sizin bize karşı tavrınız aynı olmasa da; biz yine sizin başarınız için dua ediyoruz. Kulaklarınızı tıkar, gözlerinizi kapatırsanız; siz kapaklanırsınız. Ajanların saygılarıyla uçurma yuvarlanırsınız. Sonra Kur’an’ın dediği gibi; ne yer ne de gök sizin için ağlar.
“AKP milletvekilleri”ne de acımaya başladık.
Gemi batıyor; ya delikleri tıkayın ya da gemiyi terk edin!
Bülent Arınç ne yapmalıydı?
“CHP resepsiyona katılmayacağını beyan etmiştir. Meclis iktidarı ve muhalefetiyle “Meclis”tir. Muhalefetin katılmadığı resepsiyonu yapamam, Meclis’i bölemem. Bu sebeple resepsiyonu iptal ettim. Sorumluluk sadece ve sadece CHP’ye aittir. Hesabını “Millet”e verir. Millet ya bizi ya da onu haklı görür ve istediğini mahkum eder.”
Böyle diyecek ve resepsiyonu iptal edecekti.
Tabii ki bunu yapamazdı. Çünkü CIA’dan böyle talimat gelmemişti.
Bu arada bu vesileyle ABD’ye yani CIA’ya bir tavsiyemiz olacaktır:
Türk Milleti samimidir, dolayısıyla saftır. Kolay kandırılır, kolay oynatılır. Aynı zamanda çok korkaktır. Savaştan hep kaçar. Çoğu zaman bile bile lades der. Ama bir gün oyunları anlar da öleceğini anlarsa o zaman birden canlanır ve savaşa karar verir. İşte ondan sonra artık Türk Millet için yenilme diye bir şey yoktur. Ya ölür ya da kazanır. Tarihte Türk Milleti hep “Ya istiklâl, ya ölüm!” demiştir. Hep kazanmıştır.
Türkiye ne Afganistan ne de Irak’tır. Ülkeyi harap ve bitap hâle getirtebilirsiniz: Tersanelerine girer, ordularını dağıtabilirsiniz. Ama Türk Milletini esir edemezsiniz. Uyanıp da saflığını bırakınca karşısında dayanamazsınız. “İstiklâl Savaşı”mızı bir daha okuyun. Böyle gülünç oyunlarla AKP’yi yok edersiniz; ama Türk Milletini ve bu milletin içindeki imânı yok edemezsiniz. Başörtüsü ile uğraşan orduyu dağıtabilirsiniz; ama bu milletin başını açtıramazsınız. Bu millet başörtüsüne saygısı olan orduyu kurmaya muktedir olur.
Boş işlerle uğraşmayın. Yaptıklarınız elbette bize zarar verir; ama size daha büyük zarar olur.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92