ADİL DÜZEN 209
Haftalık Seminer Dergisi 24 MAYIS 2003 Fiyatı: SEMİNERE KATILMAK! veya www.akevler.org
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 209. SEMİNER (CUMARTESİ Saat: 09.00-21.00) İstanbul, 17 Mayıs 2003
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİ BOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
*HAFTALIK TEFSİR SEMİNERİ (CUMARTESİ GÜNLERİ; Saat:18.00-21.00)
RA’D SÛRESİ(13); 31. ÂYET TEFSİRİ
بسم الله الرحمن الرحيم
وَيَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْلَا أُنزِلَ عَلَيْهِ آيَةٌ مِنْ رَبِّهِ قُلْ إِنَّ اللَّهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَنْ أَنَابَ(27) الَّذِينَ آمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللَّهِ أَلَا بِذِكْرِ اللَّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ(28) الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ طُوبَى لَهُمْ وَحُسْنُ مَآبٍ(29) كَذَلِكَ أَرْسَلْنَاكَ فِي أُمَّةٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهَا أُمَمٌ لِتَتْلُوَ عَلَيْهِمْ الَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ وَهُمْ يَكْفُرُونَ بِالرَّحْمَانِ
قُلْ هُوَ رَبِّي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ مَتَابِ(30)
وَلَوْ أَنَّ قُرْآنًا سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ أَوْ قُطِّعَتْ بِهِ الْأَرْضُ أَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتَى
بَلْ لِلَّهِ الْأَمْرُ جَمِيعًا أَفَلَمْ يَيْئَسْ الَّذِينَ آمَنُوا أَنْ لَوْ يَشَاءُ اللَّهُ لَهَدَى النَّاسَ جَمِيعًا
وَلَا يَزَالُ الَّذِينَ كَفَرُوا تُصِيبُهُمْ بِمَا صَنَعُوا قَارِعَةٌ أَوْ تَحُلُّ قَرِيبًا مِنْ دَارِهِمْ حَتَّى يَأْتِيَ وَعْدُ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ لَا يُخْلِفُ الْمِيعَادَ(31)
“Dağlar onunla yürütülseydi.”
“Ya da arz onunla kat’ edilseydi.”
“Ya da onunla ölü konuşturulsaydı.”
“Bütün emirler birlikte Allah’ındır.”
“Îmân edenler meyus olmazlar mıydı?”
“Allah dileseydi bütün nâsa hidâyet ederdi.”
*HAFTALIK YORUMLAR (39)
TÜRKİYE ÖZÜR DİLESİN!
İlk uygarlıklar sıcak ülkelerde doğdu. Yaz kış meyvesi bulunan büyük ırmakların kenarlarında Brezilya, Mısır, Mezopotamya, Hint ve Çin uygarlıkların merkezi olmuştur. Bunların merkezi de Mezopotamya olmuştur. Bu dönemde soğuk iklimde yaşayanlar savaşçı idi, güneydekiler ise uygardı. Germen, Slav, Moğol ve Türkler tarafından sık sık güneyler istilâ edilirdi. Kuzey Amerika, Güney Avrupa, Anadolu, İran, Orta Asya gibi orta kuşak ise verimli olmadığı için uygarlığa elverişli değildi. Yeteri kadar soğuk olmadığından halkı savaşçı değildi. Teknolojinin gelişmesi ile durum değişti. Orta kuşak sıcak olmadığı için halkı uyuşuk değildir. Teknoloji ile buralar verimli hâle geldiği için de uygarlığa elverişli hâle geldi. Bugün orta kuşak hâkimdir. Bunların merkezi de İstanbul’dur.
1500 yıldır İstanbul dünyanın merkezi olmaya devam etmektedir.
Türkiye hatasını(!) kabul etmelidir ki sonra suçlu olan bir devleti kolayca yıksın. Türkiye kendi isteği ile kurban edilmeyi seçerse rahat ölür; etmezse biraz debelenir. ABD’nin görüşü budur. Cengiz Çandar ve M. Ali Birant gibi gazeteciler; Türkiye debelenmeden kurban edilmeye razı olmalıdır diyorlar. Türkiye ABD’nin ne stratejik ortağıdır, ne de müttefikidir. Türkiye NATO üyesidir ve AB adayıdır. Amerika ile herhangi özel bir anlaşmamız yoktur…
ABD Türkiye’de neler yapmıştır? Türkiye şimdi nerededir?
18 milyon işsiz, 200 milyar dolar borç, çalışamaz durumda bir yargı, bürokrat enflasyonu, rüşvetin meşrulaştığı bir ülke, ülkesine düşman bir basın… İşte ABD dostluğunun faturası budur. Şimdi alenen; “Ben seni bitirdim, şimdi uslu uslu teslim ol!” demek istiyor…
ABD bunu başaracak mıdır? ABD Türkiye’yi kuzu kuzu yutamayacaktır. Nedenlerini sayalım…
ABD kendi iç politikasında da başarılı olamayacaktır…
Dünya da bizim yanımızda yer alacaktır…
ABD dünya devletlerini hakimiyeti altına alıp tek kutuplu düzen kurmak istiyor. Buna kimler karşı geleceklerdir?..
Dünyanın ABD’yi enterne etmesi için büyük çabaya gerek yoktur. Aşağıdaki tedbirler alınmalıdır: … … …
Bizim ABD sermayesine tavsiyelerimiz vardır: Faizli sömürücü tekel düzenin sonu geldi. Artık bu yoldan başarı elde etmeniz mümkün değildir. Gelin Tevrat’a dönün, “Adil Düzen”i kabul edin, Allah sizi aziz edecektir.
Bunlar bizim değil, Kur’an’ın size mesajıdır.
ARTIK SİYASET ZAMANI: YA “ADİL DÜZEN”İ BENİMSEYEN BİR PARTİ; YA “ADİL DÜZEN PARTİSİ”
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 209. SEMİNER Tefsir İstanbul, 17 Mayıs 2003
RA’D SÛRESİ(13); 31. ÂYET TEFSİRİ
بسم الله الرحمن الرحيم
وَيَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْلَا أُنزِلَ عَلَيْهِ آيَةٌ مِنْ رَبِّهِ قُلْ إِنَّ اللَّهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَنْ أَنَابَ(27) الَّذِينَ آمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللَّهِ أَلَا بِذِكْرِ اللَّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ(28) الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ طُوبَى لَهُمْ وَحُسْنُ مَآبٍ(29) كَذَلِكَ أَرْسَلْنَاكَ فِي أُمَّةٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهَا أُمَمٌ لِتَتْلُوَ عَلَيْهِمْ الَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ وَهُمْ يَكْفُرُونَ بِالرَّحْمَانِ
قُلْ هُوَ رَبِّي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ مَتَابِ(30)
وَلَوْ أَنَّ قُرْآنًا سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ أَوْ قُطِّعَتْ بِهِ الْأَرْضُ أَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتَى
بَلْ لِلَّهِ الْأَمْرُ جَمِيعًا أَفَلَمْ يَيْئَسْ الَّذِينَ آمَنُوا أَنْ لَوْ يَشَاءُ اللَّهُ لَهَدَى النَّاسَ جَمِيعًا
وَلَا يَزَالُ الَّذِينَ كَفَرُوا تُصِيبُهُمْ بِمَا صَنَعُوا قَارِعَةٌ أَوْ تَحُلُّ قَرِيبًا مِنْ دَارِهِمْ حَتَّى يَأْتِيَ وَعْدُ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ لَا يُخْلِفُ الْمِيعَادَ(31)
Rivayet olunduğuna göre, Rasulullah (s.a.) Mekke kâfirlerine Kur’an’ı anlattığı bir gün, müşriklerden Abdullah b. Ümeyye el-Mahzûmî adında birisi dedi ki:
“Mekke’nin şu iki dağı bizi çok sıkıyor. Bunları buradan kaldır da yerimiz genişlesin. O dağların arasından ırmaklar akıt, ziraata elverişli yerler aç, atalarımızdan ölmüş olan falan veya falan şahısları dirilt de söylesinler bakalım, senin söylediklerin doğru mu değil mi?”
İşte bunun üzerine yukarıdaki âyet indi ve onlara bildirildi ki;
Peygamber göndermek ve Kur’an indirmekten maksat bu sizin dedikleriniz değildir. Bununla beraber herhangi bir kitap vasıtasıyla öyle şeyler yapılacak olsaydı yine bu Kur’an ile yapılırdı. Ama Kur’an’ın indirilmesindeki hikmet ve gaye her şeyden önce insanları hidayete erdirmek, kalpleri Allah’ın zikri ile tatmin ve tenvir etmektir.
و (Va): Bu harf değişik yerlere atıf yapmış olabilir.
a) 27. âyette “Küfretmiş olanlar ona Rabbi’nden bir âyet inmeliydi derler.” cümlesine atfetmektedir. “Ve o âyet dağları yürüten, yeri parçalayan ve ölüleri dirilten Kur’an olmalıydı. O zaman inanırdık, derler.” O zaman bu söz kâfirlerin sözü olur.
b) 30. âyette “Söyle, O Rabb’imdir. O’ndan başka ilâh yoktur.” emrine bunu söylemeyi de eklemektedir. “Dağları yürüten, yeri parçalayan ve ölüleri dirilten bir Kur’an olsa” da siz inanacak değilsiniz. O zaman bu söz elçi tarafından söylenen Allah’ın sözü olurdu.
Her iki manâ da doğrudur. Buradaki “Söyle” emrine muhatap ilk olarak Resul Muhammed’dir. Ondan sonra da onun risalet görevini yüklenen bütün mü’minlerdir. Hepimizin böyle söylemesi gerekecektir.
لَوْ (LaV): “Lav” iki cümlenin başına gelen bir harftir. Birincisi şart, ikincisi sonuç olur.
لوجئتنى لاكرمك(LaV CıETaNIy La EuKRıMuKa) “Bana gelseydin sana ikram ederdim.” Gelmedin, o sebeple de ikram edemdim demek olur. Burada ikinci cümlenin başına “Lam” gelmektedir. Cümlelerden her biri olumlu veya olumsuz olur. Olumlu ise olumsuz kastedilir. Olumsuz ise olumlu kastedilir. Burada birinci cümle olumludur. Dolayısıyla olumsuzluğu anlatılmaktadır. Kur’an dağları yürütmüyor, yeri parçalamıyor ve ölüleri diriltmiyor. Bundan sonra “La”lı bir cevap gelmediğine göre ikinci cümle mahzuftur. Mahzuf olan cümle şudur.
a) لوان قرأنا سيرت به الجبال لامنا يقولون
Kafirler derler ki; “Eğer dağları yürüten Kur’an olsaydı o zaman biz de îman ederdik. Ancak böyle bir Kur’an yok, o halde biz inanmayız.”
b) لوان قرأنا سيرت به الجبال لماامنتم به قل
““Dağları yürüten Kur’an olsaydı da siz yine îman etmezdiniz.” diye söyle ey elçi.” denmektedir. İşte burada cevap cümlesinin neden hazf edildiğini görüyoruz. Doğru olan her iki manâ verilebilsin diye hazfedilmiştir. Konuşma dilimizde böyle çok hazifler yaparız.
Biri bize “Ahmet Ankara’dan ne zaman geldi?” diye sorsa. Biz buna “Ahmet Ankara’dan dün geldi.” diye cevap verebiliriz. Ama sadece “Dün!” de diyebiliriz. Bu cevabı duruma göre veririz.
“Ahmet Ankara’dan dün geldi.” cümlesi soru sorulmadan söylenen cümledir. Soru söylendikten sonra böyle cevap verirseniz belki olmaz.
“Ahmet dün geldi.” dersek, başka birisinin başka zamanda geldiğini söylemiş oluruz.
“Ankara’dan dün geldi.” cümlesinde başka yerden gelmesi de söz konusu olduğu için Ankara’dan gelmesinin dün gerçekleştiğini söylemiş olursunuz.
Sadece “Dün!” derseniz; başka ihtimaller yoka beliğ cümle olur.
Konuşmanın akışı manâyı belirtiyorsa hazfetmenin belagat eksikliği olmaz. Yazı dilinde ise hâlin delâleti olmadığı için hazf eksiklik olarak görülür. Ancak Kur’an kişileri kitaptan çıkarıp da konuşmaya götürmek için böyle ifadeler kullanmaktadır. Zaten bunun içindir ki o Kitap’tan evvel Kur’an’dır. Konuşma üslûbu ile inmiştir.
أَنَّ (EnNa) علمت ان الله عليم “Allah’ın alim olduğunu bildim.” “Enne” bir cümleyi bir kelime hâline getirir. Buna “Masdariye” denmektedir. Eğer cümle fiil cümlesi ise “En” olarak gelir; isim cümlesi ise “Enne” olarak gelir. Bir başka kullanışı da cümle olması gereken yerde isim geliyorsa yine “Enne” getirilir.
. فَلَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَكُونَ مِنْ الْمُؤْمِنِينَ “Bir daha gelmiş olsaydık mü’minlerden olurduk.”[Şuarâ(26); 102] diyecekler. Burada cümle yerine “Lena” gelmiştir. Onu cümleye çevirmek için “Enne” getirilmiştir. Burada “Lav”in cevabı “La” ile değil de “Fa” ile getirilmiştir. Çünkü temenni manâsındadır. Yani; “Bizi yeniden dünyaya getir, biz îman edenlerden oluruz.” Burada Kur’an kelimesini cümleye çevirmiştir.
قُرْآنًا “Kur’anen.” “Dağların onunla yürütüldüğü bir Kur’an olsa da biz îman etsek diyorlar.”
Yahut; “De ki, onunla dağların yürütüldüğü bir Kur’an olsa da siz yine îman etmezdiniz.”
Burada Kur’an nekre gelmiştir. Başka bir Kur’an aramaktadırlar. Bu Kur’an’ı yeterli görmemektedirler. Onlar böyle söylüyor. Ya da elçi onlara diyor ki; “Bu Kur’an sizin için yeterlidir. Onunla dağların yürütüldüğü Kur’an olsa da siz yine inanmazdınız.” Kur’an ile burada okunan herhangi bir metin kastedilmektedir.
Burada “Lena” veya “Lekum” hazfedilmiştir. Çünkü her iki manâ böyle verilebilir. Bu “Enne”nin ismidir. “Enne” “Kâne” manâsındadır. Sadece “Kâne”de ismi ötrelidir, “Enne”de üstünlüdür.
Bu sûre Mekke’de inen bir sûredir. Elçi sadece okuyordu. Ve bunun Allah sözü olduğunu söylüyordu. Başlangıçta onlardan bir şey istemiyordu. Hattâ “Îmân edin” bile demiyordu. Kur’an’ın öyle bir etkisi olmaya başladı ki herkes onun etrafında toplanmaya başladı. Bundan rahatsız olan topluluk cephe almıştır.
Benzer olay günümüzde “Adil Düzen”e karşı cereyan etmiştir.
Geçen hafta Arif Ersoy Ankara’da Beykent Üniversitesi’nde özelleştirme ile ilgili bir konuşma yapmamı istedi. Ben de muvafakat ettim ve üç-dört sayfalık metni kendilerine gönderdim. 20’ye yakın kişi metni okuyacak, inceleyecek ve benimle tartışacaklardı. Metni gönderdiğimiz gün sadece 5 kişinin beni dinleyeceği haberi geldi. Sonra Ankara’ya gidince; yönetimde konuşmama muhalefet edilmiş, sonunda önce kendilerinin dar çevrede dinlemesine karar almışlar. Dinledikten sonra uygun görürlerse tebliğin üzerinde duracaklarmış. Yönetici geldi ve bana; “Toplantı iki saat sürecektir. Konuşmacılar 50 dakika konuşacaklardır. İkinci konuşmacıyı da koyduk.” dedi. Önce benim yarım saat, sonra diğer konuşmacının 20 dakika konuşacaklarını bildirdiler. Sonra sorulara geçilecek ve beşer dakika ile cevaplar verilecekti.
Amacım günümüzün bürokrat ve siyaset çevresini ölçmek olduğu için sesimi çıkarmadım. Vakit geldi. Önce bana söz verecekleri yerde ikinci tebliğciye söz verdiler. Yarım saat konuştu. Bana 20 dakika kalmıştı. 15 dakika kadar geçmişti ki, yemek geldi! Benim sözümü bitirmemi beklemeden hemen yemek yemeye başladılar! 20 dakikalık konuşmamı böldüler. Ben anlatmaya devam ettim. 5 dakika kadar daha konuştuktan sonra oturup yemek yedim. Bana sorular gelmeye başladı. Serbestlik olduğu için müdahale edilmedi. Yemek bitince yönetici diğer konuşmalara sorular almaya başladı. Böylece konuşmama imkân verilmeme oyunu oynanıyordu.
Toplantıdaki beş kişiden ikisi ilâhiyatçı idi. Görevleri konuyu dinî tartışmaya çekip asıl konunun görüşülmesini önlemekti. Söylediklerime karşılık olarak sürekli basmakalıp cümleler söylüyor, verilen cevapları duymuyorlardı! Biri tartışmaya katılmadı. İkisi ise meraklarından dolayı yöneticiye baskı yaparak soru sorma imkânını buldular. Cevaplar alınca tatmin oldular.
Böylece Arif Ersoy’un gayreti ile imtihana girebildim! Daha geçip geçemeyeceğimi tebliğ etmediler!..
Bu ifadelerim Arif Ersoy ile Melik Özmen’i üzebilir. Ancak Allah’ın bana farz ettiği görevimi yerine getirmek zorundayım. Şahsıma yapılanlara aldırmam, ama ilâhî tebliğden asla taviz vermem. Burada bunu yazmamın sebebi, Kur’an’ı tebliğ edenlerin karşılaştıkları sıkıntılarla ilgili bir örneği size anlatmaktı.
İşte Kur’an ilk nâzil olduğu zaman önce baskı altına aldılar. Baktılar ki bu mümkün değil. Halk Kur’an’a önem veriyor. Sonra başka taktik uyguladılar. Kur’an’dan daha fazla şeyler istemeye başladılar. Dağlar yürümeliydi! Yer yarılmalıydı! Ölüler dirilmeliydi! Kur’an işte bunlara cevap vermekte ve öyle olsaydı siz yine inanmazsınız demektedir.
“Adil Düzen”i söyletmeyen ve dinlemeyen kimseler “Anlamadık!” diyorlar. “Bir yerde uygulama var mı?” diyorlar. Biraz sonra da; “Bakınız, Adil Düzen şunu yapmadı, bunu yapmadı!” diyecekler.
Bizim görevimiz onlara anlatmaktan ziyade bizim öğrenip uygulamamızdır. Biz onlar inansın diye anlatmıyoruz. Belki onların içinde bize katılan olur diye anlatıyoruz. Ayrıca, eksiğimiz varsa düzeltelim diyoruz.
سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ (CuyYıRaT BıHı eLCıBALu) “Dağlar onunla yürütülseydi.”
“Enne”nin haberidir. Cümle olarak haberdir. “Ahmedu Darabe” dediğimiz zaman bu isim cümlesi olmaz, fiil cümlesi olur. İsim cümlesi olsaydı “El-Raculu Darabe” olurdu. Oysa “Darabu” söylenmektedir. “Enne”nin haberi olduğu için cümle olabilir. Dağların yürütülmesinden bahsedilmektedir.
Kur’an dağları nasıl yürütecekti? Bugün şifreli kapı yapılmaktadır. Kişi ‘açıl’ dediği zaman kapı açılmaktadır. İnsanın yaptığı bu aracı Allah elbette yapardı. Kur’an okunduğu zaman dağ da yürümeye başlardı.
Bir dağın bir yanında derin çukur açsak. Oraya büyük atom bombası yerleştirsek. Ağır metaller parçalanmaya başlayıp eriseler. Dağ yürür. Çıkan büyük enerji onu iter. Ancak bunun anlamı ne olurdu? Bunu niçin yapacaktı? Sadece birkaç inatçı kâfir buna inansın diye yapacaktı. Bu yeryüzünün düzenini bozardı. Oysa Allah yeryüzünde düzen kurulsun diye Kur’an’ı indirdi. Kur’an bize öyle sırlar öğretebilirdi ki, bugün teorisini bildiğimiz ama pratiğini yapamadığımız metalleri parçalama işini öğretirdi. Nitekim Kur’an’ın öğrettiği basit metotlarla hareket ederek bugünkü uygarlığa ulaştık.
“Bihi” takdim edilmiştir. Çünkü istenen Kur’an’la yürütülmesidir. Yoksa dağların yürümesi değildir. Jeolojide aslında dağlar yürümektedir. Dağlar birer gemi gibidir. Magma tabakasına gömülmüş olarak yüzmektedirler. Afrika kıtası bir zamanlar Amerika kıtası ile bir idi. Yürüye yürüye bugünkü hâle geldi. Şimdi de kaymaktadır. İstanbul depreminde bir-iki metre kayma oldu.
أَوْ قُطِّعَتْ بِهِ الْأَرْضُ(EaV QuoOıaT BiHi elEaRWu) “Ya da arz onunla kat’ edilseydi.”
Arzın kırılması da tarihte çok olmuştur. Yerin kabuğu soğuyunca büzülür ve küçülür. İçtekiler sığmaz olur. Kabuk çatlar, kırılır ve içinde sıvı tabaka dışarı çıkar, soğur, katılaşır ve dağlar oluşur.
Himalaya, Alp silsilesi ve Ant Dağları böyle olmuştur. Böyle bir şeyi gerçekleştirmek için yarık yerini inceltmemiz gerekir. Onu dağa taşırsak batar, tazyik yapar ve yer kırılır. Bunu da Kur’an’ın lafızları olacak şekilde Allah düzenleyebilirdi. Şimdi de bize öğrettikleri ile kabuğu eritebiliriz. Böylece yine yerin yarılması mümkün olurdu. Burada Allah yeryüzünde yapılmış olan olayları misal olarak getirmektedir.
أَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتَى (Eav KulLiMa BiHi eLMaVTAy) “Ya da onunla ölü konuşturulsaydı.”
Burada “ölü diriltilseydi” değil de, “ölü konuşturulsaydı” denmektedir. Bugün moda olan ruhları çağırma işinden bahsedilmektedir. Ölmüş olan insanlarla irtibat kurulmak istenmektedir. Kur’an’ı okuyacak, ölmüş olan kimseleri çağırıp konuşacaktık. İstenen budur. İnsanların gaybı bilme merakı dile getirilmektedir.
Oysa bu dünya imtihan dünyasıdır. Nasıl imtihana giren öğrenciye kopya verirseniz imtihanın manâsı kalmazsa, bu dünyada da gayb korunmuş olmazsa bu dünyanın anlamı kalmaz. Bu dünyaya niye geldik? İmtihan olup sınıfımızı geçelim diye geldik. O halde imtihan için gerekli olan soruların gizliliği asıldır.
Burada ölümün ne olduğunu tekrar görelim.
Devamlı sefer hâlinde olan bir trende insanlar var. Trenden inmiyorlar. Ama dışarıdan alışveriş yapıyorlar. Tren ilerledikçe birtakım manzaralar doğup batıyor. Tren hızlı gittiği için kimse inemiyor. Tren devam ediyor. Günü gelince insanlar terenden atlıyorlar. Ama nereye gittikleri belli değil. Ne oldukları belli değil. Trende bunların sadece elbiseleri kalıyor. Ölüm demek dünya treninden inme demektir. Bunların bir daha bu trene bineceği iddia ediliyor. Yahut hepimiz ileride bir trende toplanacağız. İşte buna inanıp iyi işler işleyenlerin orada iyi yerlerde olacağı, diğerlerinin de kötü yerde olacağı söyleniyor. Ruhları çağırmanın dağları yürütme kadar zor iş olduğu anlaşılmaktadır. Bununla beraber rüya, sezi, dua gibi olaylarla insanın gayb ile ilişkili olduğu da bilinmektedir.
بَلْ (BaL) Daha önce söylenenleri iptal etmeden doğrusunu söylemektir. Bütün işler Allah’a ait olunca, Kur’an’la değil de Allah’ın gücü ile bu işlerin olacağı bildirilmektedir. Her iki kabulde de işler Allah’a aittir.
“Dağları yürüten Kur’an olsaydı inanırdık.” cümlelerine karşılık olarak; “Dağlar yürütülseydi yine Allah yürütecektir. İnansaydınız yine sizi Allah inandıracaktı. Çünkü bütün işleri O yapmaktadır. Kur’an aracılığı ile bunları yapabilirdi de. Dağları yürüten Kur’an olsaydı siz yine inanmazdınız Çünkü Allah size îmânı nasip etmemektedir. Siz kötü kimse olduğunuz için hiçbir delil sizi ikna edemez.”
Gerçekten sen ne kadar anlatırsan anlat, sonunda insanlar helâke gideceklerdir.
لِلَّهِ الْأَمْرُ جَمِيعًا (LilLAHı el EMRu CaMIGan) “Bütün emirler birlikte Allah’ındır.”
Emr, iş demektir. Harf-i tarif ile bütün işler anlamını kazanmış olur. Mübteda ile haber yer değiştirmiştir. Bir başkasının ortak olmadığı anlatılmaktadır. Bu âyet ayrıca şirki de tarif etmektedir. Kâinat’ın bir Allah’ı olduğunu herkes kabul etmektedir. Kimse Mustafa Kemal’in Güneş’i var ettiğini iddia etmemektedir. Ancak, Türkiye’yi Mustafa Kemal’in var ettiği iddia edilmektedir. Yani, bazı işler Allah’ın elinden alınıp insanların eline verilmektedir. “Bütün emirler birlikte Allah’ındır.” ifadesiyle bu hatırlatılmaktadır. Dağların yürütülmesi, yerin parçalanması, ölülerin konuşturulması Allah’a aittir.
“Cemian” demekle Kâinat’ın nizam içinde olduğunu ve bu nizamı onun bunun keyfi için bozamayacağını bildirmektedir. İşte eğer istediklerimizin bir kısmı olmamakta ise; Allah onu yapmamakta ise bu genel düzen gereğidir. Bütünlük içinde kötüdür. Sigara içmek o anda kötü değildir, ama ilerisi için kötüdür.
أَفَ (EaFa) Buraya kadar açıklanan, “Lav”in ikinci cümlenin mahsup olmasıdır. Bu da “inanırdık” veya “inanmazdınız” cümleleridir. Bu sözün yanlış olduğu açıklanmıştır. Çünkü genel düzeni bozacak ve bu Kâinat’ın yaratılış felsefesine aykırı olacaktır. Kur’an’ın dağları yürütmesi, yeryüzünü parçalaması ve ölüleri konuşturması ile mü’min olmayanları da inandırmış olsaydı, o zaman îmânın manâsı kalmazdı.
Îmân nedir? İnsanın onun için canını verdiği şeydir. Bir şey için ölebiliyorsanız ona inanıyorsunuz demektir. Mü’minler inanmışlar, amel-i sâlih işlemişler, çalışmışlar, hazırlanmışlar… Bir de bakmışlar ki imtihan göstermelik, herkese kopya dağıtılıyor. Bu durum onları üzmüştür. Çünkü îmân etmenin ve çalışmanın kıymeti kalmamıştır. Onlar da elbette çalışmayanlar gibi diploma alacaklar, ama o kendi eserleri olmayacaktır. Cennet ancak mü’minlerin yaşayabileceği yüce bir yer kabul ediliyor. Demek ki böyle bir yerin olmadığına hükmedecek ve çalışarak kendi emekleri ile derecelerini yükseltme imkânını bulamayacaklardır.
“Fa”nın ikinci manâsı ise yeni varsayıma dayanır. O da “Lav Enne Kur’anen”deki “Lav”in ikinci cümlesi olur. “Lav Ci’tenî Fa Ukrimük” ifadesidir. Burada temenni vardır. “Tekçi gelseydin de ben de sana ikram etseydim” demek olur. “Le” ile ifade edildiğinde temenni yoktur. “Fa” ile ifade edildiğinde temenni vardır. Bu takdirde cevap mahzuf değildir. Kur’an’la dağlar yürütülseydi o zaman mü’minler îmânın karşılığı olan cennetten ümitlerini kesmiş olmaz mı idiler? O sebepledir ki böyle bir şey yapılmamıştır.
يَيْئَسْ الَّذِينَ آمَنُوا أَفَلَمْ (LaM YeYEeSNa elLaÜIyNa EAvMaNUv) “Îmân edenler meyus olmazlar mıydı?”
Ümitlerini kesmezler miydi? Neden ümitlerini keseceklerdi?
İyiliğin mükâfatlandırılacağından ümitlerini keserlerdi. Bu haset değildir. Yarışmak meşrudur. Çünkü yarışanlar ileri gittiklerinde geri kalanlara da yardım etmiş olurlar. Yarışmada ilerilik olur ve yarışı kaybedenler de bundan yararlanırlar. Geri kalınca herkes zarar görür.
Bir tıp fakültesinde kanser tedavisini biri öğrenirse sonra o herkesin işine yarar. Kimse öğrenmese herkes zarar eder. Öğrenmeyi mükâfatlandırmazsanız kimse öğrenmez. Doktor olmak isteyen talebe böyle kopya verilen bir fakültede doktor olmasından ümidini kesmiş olur. İşte Kur’an’la dağlar yürüseydi, yer yarılsaydı, ölüler konuşsaydı; mü’minlerin amel-i sâlihten ve cennetten ümitleri kesilmiş olurdu. Alın teriyle kazanılmış cennetten ümitleri kesilmiş olurdu.
“Ye’s” kelimesi ergin kadınlar için kullanılır. “Asa” ilaç demektir. “Usve” doktor demektir. “Ye’s” demek doktorluk demektir. Bu kelime aybaşından kesilen kadınlar için kullanılmıştır. Böyle aybaşından kesilmiş kadınlar nasıl çocuk doğurmaktan ümitlerini keserlerse, ümitsiz kimse de beklediğinden ümidini kesmiş olur..
جَمِيعًا أَنْ لَوْ يَشَاءُ اللَّهُ لَهَدَى النَّاسَ (EaN Lav YaŞAEu elLAHu La HaDay elnNASa CaMIyGan)
“Allah dileseydi bütün nâsa hidâyet ederdi.” ilkesinin gerçekliğinden îmân etmiş olanlar ümitlerini keserdi. Bütün delilleri görecekler, Allah onlara gösterecek, ama yine îmân etmeyecekler, Allah’ın onları inandırmaya gücü yetmez anlayışına katılırlardı. Mü’minlerin Allah’ın eksiksiz kudretine inanmaları, Âhiret’teki mükâfattan ümitlerini kesmemesi için Kur’an dağları yürütmüyor. Ayrı ayrı değil de birlikte hidayete erdirebilirdi.
“En” tefsir harfi de olabilir. O takdirde yukarıda anlatanların özet manâsı; Allah isteseydi nâsın hepsini hidâyete erdirebilirdi. Bu taktirde mü’minlerin meyus olması ile bu âyetin bağlantısı olmamış olur.
Demek ki meyus olmaya iki şekilde manâ vereceğiz:
a) Eğer Kur’an ile dağlar yürüseydi mü’minler gayba îmânın insanı yüceltme ümitlerinden meyus olurlardı. Ümitlerini keser, onlar da îmân ve amel-i sâlih işlemekten vazgeçerlerdi. Çünkü o zaman kâfirler de îmân ederdi. Herkes zorunlu olarak cennete giderdi. Bu da kendi amelleri ile cennete gitme arzusuna zıt olurdu.
b) İkinci anlamı ise; eğer Kur’an’la dağlar yürüseydi kâfirler yine îmân etmezdi. Böylece Allah’ın istese herkesi îmâna getirebileceği inancından ümitlerini keserlerdi. Demek ki bu kadar açık delil getirdiği halde bunların îmân etmemiş olmaları sonucu Allah’ın sanki îmân etmelerine gücü yemiyormuş gibi bir manâ çıkardı. Böylece son cümle önceki cümleye bağlanmış olurdu.
Bu âyet bize ne anlatmaktadır?
Allah diyor ki: Biz bu dünyayı imtihan dünyası olarak var ettik. O sebeple gaybı insanlara kapattık. Allah’ın dilediği insanların kendi çabaları ile derecelerini yükseltmeleridir.
İsteyenler imtihana girsin, istemeyenler de girmesin sorusuna cevap bulmak çok zordur. Çünkü insanoğlu görmeden isteyip istememeye karar veremez, gördükten sonra da artık imtihana girmiş olur.
Kur’an hep aynı şeyleri destekleyerek insanları hidâyete çağırmaktadır.
Mü’minin görevi “tebliğ”dir; “hidâyet” değildir.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 209. SEMİNER Yorum 39 İstanbul, 17 Mayıs 2003
TÜRKİYE ÖZÜR DİLESİN!
İlk uygarlıklar sıcak ülkelerde doğdu. Yaz kış meyvesi bulunan büyük ırmakların kenarlarında Brezilya, Mısır, Mezopotamya, Hint ve Çin uygarlıkların merkezi olmuştur. Bunların merkezi de Mezopotamya olmuştur. Bu dönemde soğuk iklimde yaşayanlar savaşçı idi, güneydekiler ise uygardı. Germen, Slav, Moğol ve Türkler tarafından sık sık güneyler istilâ edilirdi. Kuzey Amerika, Güney Avrupa, Anadolu, İran, Orta Asya gibi orta kuşak ise verimli olmadığı için uygarlığa elverişli değildi. Yeteri kadar soğuk olmadığından halkı savaşçı değildi. Teknolojinin gelişmesi ile durum değişti. Orta kuşak sıcak olmadığı için halkı uyuşuk değildir. Teknoloji ile buralar verimli hâle geldiği için de uygarlığa elverişli hâle geldi. Bugün orta kuşak hâkimdir. Bunların merkezi de “İstanbul”dur.
1500 yıldır İstanbul dünyanın merkezi olmaya devam etmektedir. Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış, ancak galip devletler İstanbul’u bölüşemedikleri için bize kalmıştır. Süper güçlerin gözü buradadır. “Körfez Savaşları” Anadolu’ya dikilen gözlerin ilk adımlarıdır. Türkiye İstiklâl Savaşı’nı kazanmıştır. Yahudiler o zaman Türkiye’yi desteklediler. Çünkü İsrail imparatorluğunu 2000’de kuracaklardı. Türkiye’yi 100 senedir ne öldürüyor ne de güldürüyorlardı. Şimdi öldürme zamanıdır. Çünkü Ortadoğu’da bir devletler birliğini kuracaklar. Ortadoğu’yu nüfusu 10 milyondan az olmak üzere devletlere parçalayacaklar, silahtan tecrit edecekler ve Atom silahları ile teçhiz edilmiş olan İsrail bunları yönetecek.
Türkiye hatasını(!) kabul etmelidir ki sonra suçlu olan bir devleti kolayca yıksın. Türkiye kendi isteği ile kurban edilmeyi seçerse rahat ölür; etmezse biraz debelenir. ABD’nin görüşü budur.
Cengiz Çandar ve M. Ali Birant gibi gazeteciler; Türkiye debelenmeden kurban edilmeye razı olmalıdır! diyorlar. Türkiye ABD’nin ne stratejik ortağıdır, ne de müttefikidir. Türkiye NATO üyesidir ve AB adayıdır. Amerika ile herhangi özel bir anlaşmamız yoktur.
ABD Türkiye’de neler yapmıştır?
a) 1946 yılında Türkiye sağlıklı demokrasiye geçme çabasına girmiş, ancak ABD’nin oyunları ile göstermelik demokrat Demokrat Parti iktidar edilmiştir.
b) CHP Türkiye’nin tüm dış borçlarını temizlediği halde, DP Türkiye’yi dış borç batağına sokmuş ve bugün tam borç batağı içinde boğmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nu yıktığı gibi şimdi de Türkiye’yi yıkmaktadır.
c) CHP KİT’lerle millî ekonomiyi kurmuş ve dış sermayeden arındırmış iken; ABD sayesinde Türkiye bütün devlet varlığını kaybetmiş, büyük tesisler Batı sermayesine peşkeş çekilmiş, onlar da tesisleri kapatmışlardır. Türkiye’de bugün 18 milyon işsiz vardır. Bunun amili ABD’dir.
d) ABD Türkiye’de her on yılda bir askeri müdahaleyi tezgahlamış ve bir yandan Türkiye’nin demokratikleşmesini önlemiş, diğer taraftan ekonomik durgunluklar yaşatmıştır. Bu ülkede hizmet verenleri astırmış, hapishanelere sürdürmüş, iktidarlardan indirmiş, siyasi haklardan mahrum ettirmiştir. Türkiye ABD sayesinde ekonomik ve demokratik hamle yapamamıştır.
e) ABD Türkiye’de bir taraftan MİT’i organize ederek kendi halkını devlete düşman etmiş, diğer taraftan PKK benzeri bölücü mafyayı oluşturarak Türkiye’yi yarım asır meşgul etmiş ve yüz binlerce insanın kanını akıtmak ile karşı karşıya bırakmıştır.
f) ABD Türkiye’yi kendi siyasi emellerine dayanak yapmış, bunun sonucu olarak Türkiye’nin komşuları ile iyi ilişkileri bozulmuştur. Sovyetler, İran, Bulgaristan, Yunanistan, Suriye ve Irak’la kapışmaya ramak kalmıştır.
g) Türk ordusunu silahtan tecrit etmek için önce “silahı benden al” ilkesini benimsetmiş, sonra da silahı vermekten kaçınarak Türkiye’yi ordusuz bırakmak istemiştir.
Türkiye şimdi nerededir? İşte 50 senelik Türkiye-ABD ilişkilerinin faturası budur. 18 milyon işsiz, 200 milyar dolar borç, çalışamaz durumda bir yargı, bürokrat enflasyonu, rüşvetin meşrulaştığı bir ülke, ülkesine düşman bir basın. İşte ABD dostluğunun faturası budur. Şimdi alenen; “Ben seni bitirdim, şimdi uslu uslu teslim ol!” demek istiyor.
ABD bunu başaracak mıdır? ABD Türkiye’yi kuzu kuzu yutamayacaktır. Nedenlerini sayalım.
a) Türk milleti çok korkaktır. Savaşa girmek istemez. Bütün dayatmalara evet der. Ama eğer bir gün savaşmak zorunda kalırsa, artık onun için yenilme yoktur. Ölümü göze alır, savaşa öyle girer. Korkaklığı da bundan ileri gelir. “Ya istiklâl ya ölüm” der ve yener; ölür ama teslim olmaz. Türklere güvenmeyin, can boğaza dayandığında onları Washington kapılarında bulabilirsin.
b) Türkiye halk ekonomisini oluşturmaktadır. Artık karşılıksız kâğıt paralar yerine halkın kendi ürettiği karşılıklı para ile bir ekonomi kurmak üzeredir. Bundan dolayıdır ki krizler onu daha da güçlü kılmaktadır. Halk ekonomisinin manâsı, onun ekonomisinin dıştan çökertilemeyeceği demektir. 50 yıllık kriz uygulamaları bunu açık şekilde ifade etmiştir. Adnan Menderes bunun içi asıldı, Süleyman Demirel bunun için sopalandı, Turgut Özal bunun için kurşunlandı. Çiller ve Erbakan şimdi bunun için silinmiştir. Ama Türkiye varlığını sürdürüyor.
c) Türkiye hem Batı uygarlığını hem Doğu uygarlığını bilen tek ülkedir. Kültür bakımından en ileri ülkedir. Bugün yeteneksiz kişiler ortalıkta dolaşmaktadır. Ama sıkışınca gerçek cevherler ortaya çıkacak ve ülke dünyaya kültürünü yayacaktır. Dünya Türkiye ile beraber olacaktır. Dünya Türkiye’ye galibiyeti için destek verecektir. Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkabilirsiniz, ama Türkiye İkinci istiklâl savaşını yapar ve ikinci cumhuriyetini “Adil Düzen”e göre kurar.
d) Karadan “Türk Ordusu”nu yenecek ordu yoktur. Irak’ı almakla Türkiye’ye komşu olan Amerikalılar artık Türkiye’yi bombalamayacaklardır. Çünkü o zaman bir hafta içinde Irak’ı işgal ederiz. İsrail de ancak bizimle beraber olursa varlığını sürdürebilir. Arapları destekledik mi bir ay içinde İsrail Devleti ortadan kalkar.
Görülüyor ki Türkiye güçlü devlettir. Amerika’ya gidip ABD ile savaşamayız, ama Ortadoğu’da Amerika bizimle savaşamaz. Amerika planlarını değiştirmelidir. Ortadoğu’daki İsrail imparatorluğu planından vazgeçmelidir. İsrail Devleti’ne Gazze’yi verelim, Batı Şeria’yı verelim. Hatat Sina Yarımadası’nı verelim. Ama artık genişleme politikasını durdursun. Ortadoğu Su Vakfı’nı kuralım, İsrail Devleti de katılsın. Barış içinde yaşayalım. Gümrük ve vizeleri kaldıralım. ABD sermayesi Ortadoğu’da serbestçe dolaşsın. Başka ülkelerin sermayeleri de dolaşsın. Böylece Ortadoğu gelişsin, ABD de bölge ülkeleri ile birlikte bu durumdan yararlansın.
ABD kendi iç politikasında da başarılı olamayacaktır.
a) Amerika’da Yahudi sermayesi hakimdir. ABD’yi sermaye yönetiyor. Sanayileşme döneminde bu mümkündü. Şimdi ise sanayileşme gerçekleşti. Artık göstermelik demokrasi yerine gerçek demokrasi dönemi geliyor. Amerikan halkını daha fazla kandırmak mümkün olmayacaktır. Zaten Clinton döneminde bu uyanma başlamıştır. Bu yönetim baskı ile işbaşına gelmiştir. Uygulamaları ile halkın güvenini kaybetmektedir. Belki 2004 seçimlerinde baskı ile iktidarda kalabilir. Ama 2008’de artık sermaye kuklası bir yönetim ABD başında olmayacaktır. O zamana kadar da ABD Ortadoğu’yu istediği gibi düzenleyemeyecektir.
b) ABD ekonomisi savaş ekonomisidir. Silah satarak yaşıyor. Onun için CIA ve MAFYA el ele vermiş, dünyada savaşlar çıkarmaktadır. Saddam’ı ABD destekledi. Sekiz sene İran’la savaştırdı. Afganistan’da Taliban’ı ABD destekledi, şimdi de koruyor. Bin Laden de öyle. İnsanlık bu oyunları anladı. Artık birbirleriyle savaşmıyorlar. Dün savaşmadan Taliban’a teslim oldu. Irak teslim oldu. Halk savaşmıyor. Silah sanayii iflas etme durumundadır. İnsanlık artık saldırı değil savunma silahları ile yetinmektedir. Bunları da kendileri yapacak durumdadır. Sivil savunma gelişmektedir. Amerikan ekonomisi çökecektir. Başkalarının kanı üzerinde ekonomi yaşayamaz.
c) ABD eski dünyadan çok uzaktır. Dolayısıyla oradan eski dünyayı yönetmek mümkün değildir. Çin uyanıyor, Avrupa birleşiyor, Sovyetler ekonomisi halk ekonomisi olarak gelişiyor. Hindistan ve Pakistan arasındaki çatışmalar şiddetini kaybetmiş. Afrika’da neler oluyor, bilemiyoruz. Bu durumda ABD’nin süper güçlüğü uzun zaman süremez. Beklenmedik yerde beklenmedik zamanda bir defa yenildi mi ABD’nin bütün gücü biter. Dolayısıyla ABD’nin Ortadoğu projesi hayaldir.
d) ABD’yi bekleyen en büyük tehlike parasıdır. Faizli paradır. Dünya’ya onunla hâkimdir. Ama birden söner ABD devleti yıkılır. Dünyadaki bütün dolarlar ülkesine dönmeye başlarsa tüm düzen sarsılır. Bu da çok yakındır. ABD yıkılacaktır. Ama federe devletler varlıklarını güçlenerek sürdüreceklerdir. “III. Bin Yıl Uygarlığı’na büyük katkıları olacaktır.
Böylece ABD’nin Türkiye’yi yenmesi çok uzak ihtimaldir. İktidarları korkutabilir, iktidarları kandırabilir, iktidarları satın alabilir, iktidarları yanıltıp TC’yi yıktırabilir; ama Türkler varlığını sürdüreceklerdir ve bu devleti yaşatamazlarsa yeni devletlerini kuracaklardır. Amerika başarıya ulaşamayacaktır. Türkiye’nin gücü ve ABD’nin zafiyeti böyle bir başarıya manidir.
Dünya da bizim yanımızda yer alacaktır. ABD dünya devletlerini hakimiyeti altına alıp tek kutuplu düzen kurmak istiyor. Buna kimler karşı geleceklerdir?
a) Avrupa Birliği buna karşı gelecektir. Çünkü Avrupa Türkiye’nin Kanuni Sultan Süleyman dönemini yaşıyor. Daha 500 senelik ömrü vardır. ABD bunu şimdilik çökertemez. Avrupa gerçekten birleşmeye başlamıştır. Fransa ve Almanya güçlü bir birliktir. Rusya’yı da yanlarına alırlarsa ABD’den daha güçlü bir devlet olurlar. ABD’nin Ortadoğu projesi bu birleşmeyi gerçekleştirir.
b) Sovyetler yıkılmıştır. Ancak halk sosyalizm eğitimini almıştır. Eski Sovyet ülkeleri gerek ekonomi gerekse demokrasi bakımından süratle gelişmektedir. Çok kısa zamanda kendi yönetimini ve ekonomisini ABD seviyesine çıkarabilir. ABD’nin çıkarttığı savaşlar da son bulmaktadır. Oradaki Müslümanlar kullanıldıklarını anlamak üzeredirler. Çeçenlere ve Doğu Türkistanlılara herkes akıl vermelidir: “Ruslarla iyi geçinin, Çinlilerle iyi geçinin.” demelidir. Gelecekte herkes oyunu anlayacak, yalancının mumu yatsıya kadar sürecektir.
c) Çin içine kapanmış ve uygarlaşma yolunda süratli adımlar atmaktadır. Nüfusu dünyaya hakim olma durumuna ulaşmıştır. Biraz sonra uyanacak ve içe kapanmanın kendisine zarar vereceğini anlayıp dünya siyasetine girecektir. Böylece ABD’nin etkisi azalmış olacaktır.
d) Hindistan henüz uyanamadı. Ancak eskisi kadar oyuncak olmuyor. Oralarda da bazı gerçekler görülüyor. İngiltere Amerika çatışması buralarda ortaya çıkacaktır. Çünkü ABD Pakistan’a hakim olmak üzeredir. Avrupa devletleri eski müstemlekelerini ABD’ye kaptırmak istemiyor.
e) Amerika için başka bir tehlike de Güney Amerika’dan gelecektir. İspanya intikamını almakta olan Yahudiler Güney Amerika’yı geri bırakmışlardır. Ancak onlarda da bir durulma yavaş yavaş belirmektedir. ABD Amerika kıtasında da etkisini kaybetmeye doğru gitmektedir. Sanayileşmenin tamamlanması ile ABD süper değil, alt seviyelerde bir devlet hâline gelecektir.
f) ABD’nin Afrika kıtasında da şansı yoktur. Zenci köle ticaretinin intikamını elbette bir gün Afrikalılar almak isteyeceklerdir. Bu Avrupalıların da işine gelecektir. ABD ile işbirliği yapmayacaklardır.
Dünyanın ABD’yi enterne etmesi için büyük çabaya gerek yoktur. Aşağıdaki tedbirler alınmalıdır:
a) Avrasya’da Afrika kıtasını da içine alan bir ipek yolu projesi başlamalıdır. Bir “İpek Yolu Vakfı” kurulmalıdır. Bu vakıf “Hac Yolları”nı tesis etmelidir. Vakıf yol şeritlerini devletlerden alacak, parselleyecek, alt yapısını getirip satacaktır. Burası uluslararası bir yönetimle yönetilmelidir. Elde edilen meblağlarla kara, demir ve hava yolları tesis edilmelidir. Buralardan geçenler yakıtlarını vakıftan parasız temin etmelidir. Böylece Avrasya kendi içinde güçlenir, deniz ticareti ile rekabet eder. ABD’nin hakimiyeti sona erer.
b) “Avrasya Vakfı” araştırmalar yapmalı ve silah üretmelidir. Ancak bu silahlar saldırma değil savunma silahı olmalıdır. Her ulusa savunma silahlarını ucuz bedelle vermelidir. ABD’nin saldırılarına karşı Irak durumuna düşmemelidir. Halk kendisini savunabilmelidir. ABD kendisi gelip buralarda savaşamaz.
c) Avrupa’nın Euro çıkarması gibi; Eski Sovyetler, Çinliler, Hintliler ve Afrikalılar ortak para çıkararak doların sömürüsüne son vermelidirler. Ayrıca altınla değiştirilebilir bir “Avrasya Ortak Kaydî Para”sı çıkarılmalıdır.
d) Avrasya ülkeleri “Adil Düzen Anayasası”nı ele alarak ortak bir “İnsanlık Anayasası” hazırlamalıdır. Böylece dünya “III. Bin Yıl Uygarlığı”na adım attıkça saldırgan ABD’nin hızı kesilmiş olur.
Bizim ABD sermayesine tavsiyelerimiz vardır: Faizli sömürücü tekel düzenin sonu geldi. Artık bu yoldan başarı elde etmeniz mümkün değildir. Gelin Tevrat’a dönün, “Adil Düzen”i kabul edin, Allah sizi aziz edecektir.
Bunlar bizim değil, Kur’an’ın size mesajıdır.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92