ADİL DÜZEN 210
Haftalık Seminer Dergisi 31 MAYIS 2003 Fiyatı: SEMİNERE KATILMAK! veya www.akevler.org
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 210. SEMİNER (CUMARTESİ Saat: 09.00-21.00) İstanbul, 24 Mayıs 2003
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİ BOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
*HAFTALIK TEFSİR SEMİNERİ (CUMARTESİ GÜNLERİ; Saat:18.00-21.00)
NAHL SÛRESİ(16); 48-50. ÂYETLERİN TEFSİRİ
بسم الله الرحمن الرحيم
(أَوَلَمْ يَرَوْا) وهم الَّذِينَ مَكَرُوا السَّيِّئَاتِ او هم الناس ( إِلَى مَا خَلَقَ اللَّهُ مِنْ شَيْءٍ) من غير ذى العقل (يَتَفَيَّأُ ظِلَالُهُ) نوره فى ضياء الشمس(عَنْ الْيَمِينِ) عن الجنوب (وَالشَّمَائِلِ) و عن الشمال والمشرق و المغرب (سُجَّدًا لِلَّهِ) كائنا تحت الظلال على الارض كما فى سجدة الانسان ( وَ) الناس (هُمْ دَاخِرُونَ) مصلون او نائمون (48) (وَلِلَّهِ يَسْجُدُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ) من دابة (وَمَا فِي الْأَرْضِ مِنْ دَابَّةٍ) غير المريد وهي ذات الروح (وَالْمَلَائِكَةُ وَهُمْ) الملئكة او هم و الدواب ( لَا يَسْتَكْبِرُونَ)(49) (يَخَافُونَ رَبَّهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ) وهو ناظر عليهم (وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ) وهم الملئكة او هم والدواب معا(50)
Bu âyetlerle bize yüklenen yük bir “Güneş Saati”ni tesis etmektir. Mekke’nin bulunduğu boylamda mesela Erzurum’da bir saat direğini dikmeliyiz. Çevresini direk boyunca döner merdivenle çevirmeliyiz. Gerek sahada gerekse döner merdivenlerde gezen teleskoplar koymalıyız. Ziyaretçiler bu teleskop ile dolaşarak Güneş’i, Ay’ı ve gezegenleri seyredebilmelidirler. Kataloglara bakarak hesaplarla görülenlerin nasıl birbirine uyduğunu görmelidirler. Birkaç yıl önce basılmış katalogla şimdiki gökyüzünün nasıl uyuştuğunu müşahede etmelidirler. Bu durum insanların bir taraftan müsbet ilme olan itimatlarını artıracak, diğer taraftan insan beyni ile Kâinat arasındaki uyuşmayı görerek âlemlerin Rabbi’ne daha içten hamd etmeye vesile olacaktır.
*HAFTALIK YORUMLAR (40)
TÜRK ORDUSU
Son söyleyeceğim; yeniden yapılaşmaya giderken Mustafa Kemal’in muasır medeniyetin fevkine çıkma emri esas unsur olsun. Elinizde tuttuğunuz meşale müsbet ilim olsun. “Akevler Kooperatifi”nin 40 yıllık çalışma sonucu müsbet ilme dayalı muasır medeniyetin fevkine çıkaracak “İnsanlık Anayasası” çalışması İngilizce tercümesi ile “www.akevler.org”da vardır. Değerlendirmeye başlayın ve müdahale günü acemilik çekmeyin.
Son olarak basit bir öneriyi “AK Parti”ye sizin huzurunuzda öneriyoruz:
1- DPT teşkilatı Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bağlansın.Yönetim Kuruluna (7 AKP, 4 CHP, 2 DYP, 2 MHP, 1 GP, 1 ANAP tarafından atanmış) 17 ilim adamı atansın.
2- Üniversiteler bağımsız hâle getirilsin ve DPT’ye bağlansın. YÖK kaldırılsın. Üniversiteler DPT’nin verdiği konularda araştırmalar yapsın ve bunlara karşı bütçeden payını alsın.
3- DPT’nin Sekreterliği “Akevler Ekibi”ne verilsin. “İnsanlık Anayasası” getirilisin.
4- Bunlar yapıldığı taktirde;
a) Üç ay içinde 18 milyon işsiz vatandaşımıza iş bulunacaktır.
b) İki sene içinde 200 milyar dolarlık borç sıfırlanacaktır.
c) Bir yıl içinde millî basın oluşturulacaktır.
d) Bir yıl içinde tarafsız, bağımsız, yansız ve etkin yargı oluşturulacaktır.
Böylece “Ordu”nun müdahalesine gerek kalmayacaktır.
*HAFTALIK DERSLER (1) : ARAPÇA; 1. DERS MATEMATİK; 1. DERS
ARTIK SİYASET ZAMANI: YA “ADİL DÜZEN”İ BENİMSEYEN BİR PARTİ; YA “ADİL DÜZEN PARTİSİ”
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 210. SEMİNER Tefsir İstanbul, 24 Mayıs 2003
GÜNEŞ SAATİNİ TESİS ETMEK
NAHL SÛRESİ(16); 48-50. ÂYETLERİN TEFSİRİ
بسم الله الرحمن الرحيم
(أَوَلَمْ يَرَوْا) وهم الَّذِينَ مَكَرُوا السَّيِّئَاتِ او هم الناس ( إِلَى مَا خَلَقَ اللَّهُ مِنْ شَيْءٍ) من غير ذى العقل (يَتَفَيَّأُ ظِلَالُهُ) نوره فى ضياء الشمس(عَنْ الْيَمِينِ) عن الجنوب (وَالشَّمَائِلِ) و عن الشمال والمشرق و المغرب (سُجَّدًا لِلَّهِ) كائنا تحت الظلال على الارض كما فى سجدة الانسان ( وَ) الناس (هُمْ دَاخِرُونَ) مصلون او نائمون (48) (وَلِلَّهِ يَسْجُدُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ) من دابة (وَمَا فِي الْأَرْضِ مِنْ دَابَّةٍ) غير المريد وهي ذات الروح (وَالْمَلَائِكَةُ وَهُمْ) الملئكة او هم و الدواب ( لَا يَسْتَكْبِرُونَ)(49) (يَخَافُونَ رَبَّهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ) وهو ناظر عليهم (وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ) وهم الملئكة او هم والدواب معا(50)
أَو (EaVa) Buradaki “Va” bundan sonra gelen cümleyi bundan önce atfedilen yere bağlamaktadır. Nâsın ekserisi şükretmiyorlar. Onlar gölgelerin nasıl dolaştığını çok iyi biliyorlar. Yahut da küfredenler emniyette midirler? Oysa gölgeler secde ediyor ve kendi görevlerini yerine getiriyor da, insana ne oluyor ki görevini yerine getirmiyor ve sonunda secde etmiyor? Buradaki “Vav” vav-ı hâliyedir. Ya nâsın ekserisinin hâlidir, ya da kendilerini emniyette gören küfretmiş olan kimselerin hâlidir.
(أَوَلَمْ يَرَوْا) (EaVa Lam YaRaV) “Re’yetmediler mi?”
“Reahu” onu gördü demektir. “Rea İleyhi” ona baktı, üzerinde düşündü demektir. Göz gözü ile değil, beyin gözü ile gördü demektir. Gölge ile ilgili bilgilere insanların ulaşacaklarını, onu görüp öğreneceklerine işaret etmektedir. İnsanlar onun zâhirini rey ederler. Dünyayı düz olarak görürler. Ama üzerinde düşündükleri zaman onun yuvarlak olduğunu bilirler. İşte göz gözü ile görme söz konusu olunca onu görür, beyin gözü ile görme söz konusu olunca da ona görür. Bu ayırım önemli bir ayırımdır. Fıkıh usûlünde gözle görünene “zâhir”, beyinle görünene “nass” denmektedir. Zâhir ile amel etmekle mükelleftirler, ama üzerinde araştırma yapmakla da mükelleftirler.
Buradaki zamir nâsa gitmiş olabilir. O takdirde “İnsanlar görmüyorlar mı?” olur. Bütün insanlar için ifade edilmiş olur. İbret almak için bu yorum doğru yorumdur. “Nâsın ekserisi bilmiyor” ifadesindeki nâsa bu zamir gitmektedir. Bilgilerini böylece tamamlayabilirler. Âhiret hakkında bu onlar için delil olabilir. Gölge olmasaydı hayat olmazdı. Yeryüzünde varolan bütün varlık ve özellikler özel bir şekilde seçilmiştir. Birinin eksik olması demek zincirin kopması demektir. Kâinat hayat için varedilmiştir. İnsan için varedilmiştir. Ölümle bitecek ıstıraplı dünya hayatının manâsı ne olabilir? Yahut da seyyieleri mekreden kimselere gitmektedir bu zamir. Her şeyi düzenleyen Allah düzeninin bozulmasına elbette izin vermeyecektir. Onların ancak düzen için gerekli bozmalarına izin verilir. Bir evi temizleyebilmek için evin düzenini bozarsınız ve daha iyi düzen kurarsınız. Onların görevi de budur. Bu onların suçlu olmadıkları ve ceza göremeyecekleri anlamında değildir. Onlar kasıtlarından dolayı suçludurlar ve ceza göreceklerdir.
إِلَى مَا خَلَقَ اللَّهُ مِنْ شَيْءٍ) ( (EıLA MAv PaLaQa elLAHu MiN ŞaYEın)
“Allah’ın şeylerden halk ettiklerine bakmıyorlar mı, üzerinde düşünmüyorlar mı?”
Şey, meşiet edilen nesnedir, Yani Allah’ın iradesi ile varolandır. Bizim yaptıklarımız da şeydir. Allah meşiet edendir. Dolayısıyla şey değildir. “Allah her şeyi yaratmaya kadirdir.” cümlesinde Allah başka bir Allah’ı yaratamaz. Çünkü yaratılan irade edilendir. Oysa Allah muriddir, murad değildir. Gölge başka şeyden varedilmiştir. O da mahluktur, ama bağımsız olarak murad edilen şey değildir. Buna göre varlıklar “cevher” ve “arz” olarak ikiye ayrılmaktadır. Cevher, doğrudan murat edilmiş şeydir. Oysa renk doğrudan değil de bir şey üzerinde murat edilmiştir. Şey değildir, şeyin özelliğidir. Buradaki “Min” ibtidai gaye olarak alınabilir. Cinsi gibi düşünülebilir. “Bi” anlamına gelebilir. Gölgenin tek başına varlığı yoktur. Renk gibidir, yahut çekim gibidir. Buradaki gölgenin mecazi olmadığını, hakiki olduğunu anlatmak için “Min şey’in” denmiştir; “Min nefsin” denmemiştir. Halk, toprak hamurunun yoğrulup ona şekil verilmesidir. Halk etmek demek, cevhere şekil vererek yeni varlık varetmek demektir. Bir yapıyı birden oluşturmak demektir. Gölge, cisimlerin varlığı ile şekillenen varlıktır. Sadece ışığın yokluğu değildir. Gölge sadece yere düşen iz değildir. Yere düşen izi sadece kesitidir. Gölge, yer ile cisim arasında kalan alandır. Ayrı varlığı vardır. Ayrı varlığı olmasaydı orası karanlık olup görülmezdi. Gölgenin bu varlığını sağlayan atmosferdir. Atmosfer Güneş ışığını alarak aksettirir ve aydınlığı sağlar. Atmosfer olmasaydı gölge karanlık olurdu. Bizim görmemizi sağlayan ne imkanlar ortaya konmuş. Önce Güneş öyle ışık neşrediyor ki bizim gözümüz onu görsün. Sonra öyle atmosfer var ki Güneş’in bu ışığını gölge içinde de yansısın. Her taraf ışıkla dolsun. Bu gölge ışık cisimlere çarptığında düzgün hâle gelsin ve gözümüze kadar gelsin. Gölgede ışık yönsüz her tarafa gitmektedir. Dolayısıyla cismi göstermesi sözkonusu olmaktadır. Oysa bir cisim üzerine çarpınca oradan ışık öyle değişmektedir ki bize demet hâlinde gelmektedir. İşte gölge dediğimiz varlık böyle büyük bir varlıktır. Bu basit fizik kanunları ile açıklanamaz. Halk olunanlar nedir? Dağlardır. Gölge onun vasfıdır.
يَتَفَيَّأُ ظِلَالُهُ (YaTaFayYaEu JıLALuHu) “Zılali tefeyyü’ eder. Gölgesi dolanır.”
Şimdi gölgenin ne olduğunu ele almamız gerekir. İnsanlar vakitlerini gölgelerle tanımlamışlardır. Dürbünlere düşen de cisimlerin gölgeleridir. Gölge olmasaydı biz varlıkları göremezdik. Hâlâ vakitlerimizi gölgelerle belirliyoruz. Diktiğimiz bir ağacın gölgesi bize saat olur. Yerin neresinde olduğumuzu, hangi zamanda yaşadığımızı hep gölgelerin hareketinden öğrenmekteyiz. Âletlerimizin ölçtüğü coğrafi ve astronomik zaman ve mekânları hep gölge ile belirleriz. Gerçi bugün elektronik saat icat edilmiştir. Ancak hayatımızı o saatlerle düzenleyemeyiz. Sabah yerin gölgesidir. Akşam yerin gölgesidir. Ondan sonra dağların gölgeleri ortaya çıkar, yükseklerin gölgeleri ortaya çıkar. Sonra da dikili taşların gölgeleri ortaya çıkar. O halde gölgelerin hareketi insanlar için gerçekten üzerinde durup çalışacakları âlettir.
Dikilen bir saat direği düz arazide her saat gölge çizer. Bu gölgeler yaz-kış olarak aynı kalan, sadece güne göre değişen gölgelerdir. Her yıldız sabit gölge çizer. Ancak yıl içinde gölgenin başlangıç saati farklıdır. Yılda bir defa geri kala kala devrini tamamlar.
Güneş’in gölgesi ise yıldızın çizdiği çizgilere göre çizgiler çizer. Ancak her gün ilerler veya geriler. Günde bir adım atarak bu gölgeyi çizer. Böylece ileri-geri gider. 22 Haziranda öğle vaktinde en kısa olur. 22 Aralıkta ise bu en kısa en uzun olur.
Ay ise ayda bir Güneş’in hareketine benzer gölge hareketini yapar. Ay’ın ve Güneş’in gölgesi hassas olarak tesbit edildiği takdirde kişinin bulunduğu yerin eylem ve boylamı çizilebildiği gibi, yılın kaçıncı gününde olduğu da tesbit edilebilir. Herhangi bir sabit yıldızın çizdiği gölge bize enlemini verir. Güneş’in çizdiği çizgi bize yılın tarihini verir. Ay’ın bulunduğu yer ile Güneş’in bulunduğu yer arası bize boylamı verir. Güneş’in bulunduğu yer günün saatini bildirir. Bundan dolayı gölgenin dolanması insanlar için çok önemli bir olaydır. İşte Kur’an üzerinde bunu düşünmemiz gerekmektedir.
(عَنْ الْيَمِينِ) (GaNı elYaMıNı) “Yeminden.”
Şimâl, sol koldur. Yemîn, sağ koldur. Güneş’in doğduğu taraf şark, battığı taraf da garp olarak gösterilmiştir. Güney taraf doğuya doğrulunca sağ tarafında kaldığı için “yemîn” denmektedir. “Eymân” kelimesi de buradan gelir. Bundan dolayı “sağ” dendiği gibi; Güneş’in daha çok bulunduğu taraf olması nedeniyle de “yemîn” denmiş olur. Nitekim Tükçede kuzey tarafına kuzey, güney tarafına da halk dilinde güney denmektedir. Güneş’i görmeyen yakaya kuzey, Güneş’i gören tarafa da güney denmektedir. Bu kelimeler güney yarım kürede olduğumuzda batıya döndüğümüz zaman güneyimiz sağımıza düşecektir. Böylece bu kelime ile kuzey ve güney kutuplara göre değil de Güneş’e bakış bakımından adlandırılmış bulunmaktadır.
Gölge az yerlerde ve az zamanlarda güney tarafına düşebilir: Çok zaman ise kuzey tarafındadır. Buradaki kuzey - güney ekvator tarafı olup olmamasına bağlı olarak adlanır. Bizim için önemli olan bize görünmesi hâlidir. Ona göre adlanmıştır.
وَالشَّمَائِلِ (Va elŞaMaEiLi) “Ve şimallerden/ Ve kuzeylerden.”
Güneş’in doğduğu, battığı ve kutup taraflarına şimaller denmektedir. Şimal, burada sol kol anlamında alınmamıştır. Ekvator tarafı olmayan anlamına alınmıştır. O sebeple çoğul getirilmiştir. Güneş sabahleyin doğudan doğar, kısalıp kuzeyden dönmeye devam eder. Günün ortasında en yüksek seviyeye ulaşır. Gölgesi en kısa olur. Sonra buna simetrik bir iz takip eder. Güneş’in doğduğu yere kadar uzanır. Sadece ekvatora yakın yerlerde senenin bazı günlerinde güneyden dolanır. Kuzeye düşen yaz gölgesi kısa olur. Bu durum kuzey ve güney yarım küresinde olur. Mekke tarafı olan yarımkürede Güneş kışın soldan sağa döner, güney yarım kürede ise sağdan sola döner. Ekvator bölgesinde yaz aylarının küçük kısmında aksi olur.
Astronomi bu gölgelerin hareketini bilmek için gelişmiştir. Hesap yapıyorsunuz, hangi gün hangi saatte hangi gezegenin gölgesi nereye düşecektir? 10 sene evvel hesaplıyorsunuz. Hesaba göre aynı gün aynı yere gölge düşmektedir. İşte “müsbet ilim” budur. İlim gelecekte ne olacağını bu sayede şimdiden bilmektedir.
سُجَّدًا لِلَّهِ (SuCCeDen LiLLaHi) “Allah için secde ederek.”
Allah’ın verdiği işleri yaparak anlamındadır. Secde, insanın ayaklarını, dizlerini, ellerini ve anlını yere koyması hâlidir. Yani yere değmekte ama kendisi yukarıda kalmaktadır. Gölge de böyledir. Gölgenin kendisi havadadır. Ama son bulduğu göründüğü yerdedir veya rastladığı cisimdedir.
Gölgeler Allah için secde etmektedirler. Belirlenen vakitlerde belirlenen işleri yapmaktadırlar. Allah’ın insanlardan istediği de budur. Namaz kılmak bunu ifade etmektedir. Gölge nasıl vakitleri belirliyorsa, insan da amelleri ile vakitleri belirlemelidir. Belli vakitlerde belli işleri yapmalıdır. Kılınan beş vakit namaz, Cuma ve bayram namazları, hac ve oruç insana bunu öğretmektedir. Gölgeler de buna örnek olarak verilmektedir.
“Sücceden” kelimesini kullanırken bir taraftan gölgenin mahiyetini en iyi bir şekilde açıklamasını yapmakta, diğer taraftan insanın ibadetlerinin vakitli olduğunu ve bunun hikmetlerini izah etmektedir. Açık havada ağaçlık yere gider de orada gecelerseniz; sabah doğan Güneş’in oluşturduğu gölgenin, öğle sıcağındaki gölgelik yerlerin, akşam vakti uzanan gölgelerin, sonra da Güneş’in batmasından sonra akşam vaktinin sizin ruhunuzda bıraktığı etki ve içinizi dinlendirme durumunu görürsünüz. İnsanın bu vakitlerde hele oralarda secde etmesi de onu bambaşka dünyalara götürmektedir.
وَ هُمْ دَاخِرُونَ (Va HuM DAvPıRUvNa) “Onlar duhur etmekte iken.”
Dahire, zahire demektir. Ambara doldurulan tahıla zahire denmektedir. Boşaltma anlamında olduğu gibi, hasat etme anlamına da gelir Yerlere kapanma ve yığılma anlamına da gelir. Burada onlar yani insanlar duhur ederken gölgeler de dolanıp dururlar.
Şimdi “dahir” kelimesine değişik manâlar verebiliriz:
a) Onlar yataklarında yığılmış uyurken gölge de kendi dolanmasını yapar. Sabah, öğle ve yatsı uykularına işaret etmektedir. Onların uyuma vakitleri ile gölgenin vakitleri arasında ilişki vardır. Bitkiler dahil canlıların hepsi uyumaktadırlar. Uyumakta, dış faaliyetlerini durdurmakta ve kendi iç temizliklerini yapmaktadırlar. Bu uyuma Güneş’in saatlerine göre ayarlanmıştır. Yaz günleri ile kış günlerinde uyku saatleri farklıdır. İnsanlarda ve hayvanlarda bunun araştırılması gerekir. Bazı hayvanlar kışın büsbütün uykuya dalarlar. Gölge yalnız gece ile gündüzü belirtmez, aynı zamanda yaz ve kışı da belirtir.
b) Onlar işlerine dalmış kendilerine zahire dolarken gölgede kendi çizgisini izler. Onlara hem geçen zamanı bildirir, hem de gölgesinde çalışmasını kolaylaştırır. Her canlı sabahtan akşama kadar kendisine yiyecek arar. İnsan da çalışırken aslında kendisine yiyecek aramaktadır. Şu farkla ki, günlük yiyeceği değil, depo edeceği yiyeceği yani zahireyi artırmaktadır. Güneş’in veya Ay’ın gölgesi onların işlerini böylece takip eder.
c) “Duhur etmek” secdeye kapanmak demektir. Gölgenin dönüş vakitlerinde namazın kılınacağına işaret eder. Güneş doğmadan önce Güneş batmadan önce, Güneş battıktan sonra ve öğle vakitleri gölgelerin döndüğü saattir. Hattâ vitir vakti de gölgenin başladığı saattir. Dört ciheti sayması ile sabah ve akşama işaret etmiştir. Çünkü vakitlerde dünyanın gölgesindeyiz. Dönüşler yapmaktadır. Sona ermektedir.
d) Onlar yaşlanırlar anlamı da gelir. Bu da yıllar ile Güneş’in döndüğünü ifade etmiş olur. Nitekim gündönümü deyimi vardır. Haziran’ın 22’inci günü için kullanırlar. İnsan gölgeye arkadaşlık ederken ömrünü tüketmekte, duhur etmektedir. Ömürler o gölgelerle biter.
Bu âyet bize gölgelerin dönüp dolaştığı yerlerde yaşamamız gerektiğini göstermektedir. İnsan oksijen almakta ve karbondioksiti vermektedir. Kentlerde yeşillik olmadığı için insanlar çökmektedir. Bu sebepledir ki bizim önerdiğimiz yeni yapılaşmada ya 100 dönümlük arazi içinde 100 dairelik apartman yapalım. Her katta bir aşiret olsun. Her katın özel asansörü olsun. Her apartman bir köy veya semt olsun. On apartman bir bucağı oluştursun. Gölgelere göre yaşayalım. Yahut her dönüme sadece birer iki katlı ahşap ev koyalım, yine oksijenli temiz hava içinde yaşayalım. Kur’an’ın âyetlerini okuyup da onun öğütlerini işittiğimizde bile heyecanlanıyoruz. Yarın böyle evlerimiz olacakmış gibi geliyor bize.
وَلِلَّهِ يَسْجُدُ (Va LıelLAHı YaSCuDu) “Ve Allah’a secde ederler.”
Buradaki “Va” ile kastedilen; semavatta ve arzda olanlar Allah’a secde etmekte iken nâsın ekserisi veya küfretmiş olanlar re’y etmiyorlar mı? Burada “secde” kurallara uyma manâsında alınmıştır. İnsanlar, hayvanlar ve melekeler kendilerine verilen görevleri yerine getirirler. İnsan ise isyan etmektedir. Allah insan dışındaki varlıklara isyan gücünü vermemiştir. İrade sadece insana verilmiş olan bir özelliktir. Cine de verilmiştir. Bundan önceki âyette secde ilk lugat anlamında kullanılmıştır. Bu âyette secde, görevi eksiksiz yerine getirme olarak getirilmiştir.
Kıyam, ayakta durma, emirlere kulak verip anlamaktır. Rükû, bu emirlere tâbi olmadır, emri yerine getirmedir. Burada içtihat vardır. Kendi oyunu kullanırsın. Secdede ise emreden ne derse onu yaparsın. Orada varlık bir makine gibidir. İnsan konuya göre kademe kademe emrolunmuştur. İcmalarda secde edercesine uyacaksın, içtihatlarda kendi reyinle hareket edeceksin. Hayvanlar ve melekler ise sadece secde ile emrolunmuştur, onlarda içtihat yoktur.
مَا فِي السَّمَاوَاتِ (MAv FIy elSaMAVAvTı) “Semâvâtta olanlar/ Göklerde olanlar.”
Semâvât ve arz beraber kullanıldığında yaşadığımız üç boyutlu uzay kastedilir. Ama semâvâtta olanlar ve yerde olanlar dendiğinde Kâinat’ı ikiye ayırmıştır. Yerde onlar kadardır âyetiyle gökler kadardır denmiş olur. O takdirde “semâvât” sıcak cisimleri ve yıldızları içerir, “yer” de soğuk gezegenleri içerir. Cinler sıcak cisim olarak yaşarlar. Güneş’te de dağlar vardır, dereler vardır, bitkiler vardır, hayvanlar vardır. Onlar moleküler hayat, atom hayatı yaşarlar. Atom çekirdekleri uzakta iken birbirini çekerler, yaklaşınca iterler. Böylece bir mesafede dengede kalırlar. Bu bağ organik molekülleri oluşturur. Buradaki “Mâ” bunu ifade eder. Ayrıca yerde ne canlılar varsa diğer gezegenlerde de benzer canlılar vardır.
وَمَا فِي الْأَرْضِ (Va MAv FIy eLEaRWı) “Yerde olanlar.”
“Yer” dediğimizde bizim yaşadığımız yeri anlayabildiğimiz gibi, bütün gezegenleri de anlarız. Bugün uzaktaki yıldızların küçük oranda yer değiştirdikleri belirlenmiştir. Bu da onların çevresinde gezegenlerin olduğunu ortaya koyar. Arzda olanlar yani gezegenlerde olanlar bunlar molekül hayatını sürerler. Bunlardaki ışık yansıma ışığıdır. Güneş’in ürettiği ışık ise ziyadır. Atomlar arası ilişkilerde de benzer ışık oluşmaktadır. Yani bizim ışıkla atom âleminin ışığı benzerdir ki biz onları görebiliyoruz. Bugün atomlarda bizim atomların alamadığı dolayısıyla ölçemediğimiz ışınlar vardır. Sadece varlıklarını toplam enerji dengesi ile biliyoruz. Hep o ışıklar gibi olurdu. İki yerde de “Mâ” getirilmiştir, “Men” getirilmemiştir. “Men” kelimesinin delâlet ettiği akıllı varlıkları melekler olarak atfetmiştir.
مِنْ دَابَّةٍ (MiN DabBaTin) “Dâbbeden”
“Dâbbe”den kasıt, sinir sistemi olan canlılardır. Canlı dörtlü dil kullanarak kendi kendisini çoğaltır. Amin, Guanin, Timin ve Citin. Bunları A G T C olarak adlandırırız. “A” “T” ile “C” “G” ile eşleşir. Böylece iki çift DNA zincirlerini oluşturur. Bu bitkide de hayvanda da aynıdır. Bunlar 20 kadar aminoasitleri taşırlar. Canlının yapısı bunlarla oluşur. Hayvanlar bunlardan farklı olarak elektrik kablo ve devrelerine sahiptir. Elektrik devresi açıksa “0”, kapalı ise “1” ile gösteririz. “01”lerden oluşan devreler kumanda hareketini ifa ederler. Enerjiyi yine DNA’lar üretir ama komuta zamanını belirleme “01”lere ait olur. İşte bu “01” mekanizmasını taşıyan canlılara “hayvan” denmektedir. Kur’an bunlara hayvan değil de “dâbbe” demektedir. “Dâbbe”den yerde ne varsa yani bütün hayvanlar, göktekiler de sıfatta atfedilmese de zarfta atfedilebilir. Yani gökte olanlarda dâbbeden olanlar kastedilmektedir. Yani gökle yerde olan dâbbeden denmektedir. Bunlar da secde ederler. Gölgelerin secdeleri gibi secde ederler. Fakat bunların secdeleri farklıdır. Bunlar gölgelerin secdesi gibi şuursuzca secde etmezler, meleklerin secde ettiği gibi bilerek secde ederler.
Bu âyet böylece bizim bilmediğimiz bir olayı haber vermektedir. Hayvanlarda da bilinç vardır. Bitkilerde sinir sistemi olmadığına göre onlarda bilinç yoktur. Onlar gölgeler gibidirler. Hayvan ve meleklerde irade yoktur, yeni şeyler keşfedemezler, yaptıklarında evrim olmaz. Arılar milyonlarca yıl önce nasıl iyi mühendis iseler bugün de aynı şekilde iyi mühendistirler. Melekler de yaratıldıkları günde ne kadar eksiksiz iseler bugün de öyledirler. Oysa insan eksik yaratılmıştır. Hep tekâmül etmektedir. Bu tekâmül Âhirette de devam edecektir.
وَالْمَلَائِكَةُ (Va el MaLAEıKatü) “Melekler de.”
Melekler Allah’ın verdiği görevleri eksiksiz yerine getiren varlıklardır. Dört çeşit bilinçli varlıklar vardırİnsan, cin, melek ve ruh. Cinler ve insanlar zâhir âlemde varlar. Cinler ateşte, insanlar toprakta yaşarlar. Ateş atom dünyasıdır. Toprak moleküller dünyasıdır. Bunların hızları ışık hızından aşağıdır. Melek ve ruh ise ışık hızından daha yüksek âlemde, bâtın âlemde yaşarlar. Güneş ışığına yakın olanlar meleklerdir. Bizim gibi uzak olanlar ruhlardır. Bu ruhların moleküllerin bedenine girmesi ile insan ve hayvan oluşur. İnsan cüz’î iradesi olan hayvandır. Aynı şeyi cinler için de söyleyebiliriz. Cinlerin ruhu da meleklerdir. Burada melekleri göklerde ve yerde olan hayvanlara atfetti. Onların secdelerini bir yaptı. Çünkü onlar evrim yapamazlar. Onlar kötülük tapamazlar. İnsan ise evrim yapabiliyor, kötü de olabiliyor.
وَهُم Zâhirî ifade ile “Hum” zamiri hayvanlara gitmez, meleklere gider. Ancak Hz. Adem’in hikâyesinde “Onlara esmain küllisini öğretti, sonra onları meleklere arzetti.” denmektedir. “Küllüsü” derken “Ha” zamirini getirmekte, “Hum” demekle erkek çoğul zamirini getirmektedir. Allah esmayı öğretirken cansızların esmasını da öğretmişti. Ama onlara insanların zamirini göndermiştir. O halde devrelerle insanlar beraber çoğul yapılacaksa “Hum” zamirini kullanırız. Burada da meleklerle dâbbe birlikte işaret edilince her ikisi birden kastedilmiş olur. Sonuç olarak buradaki “Hum” yalnız meleklere gitmiş olabileceği gibi, melek ve dâbbeye birlikte gidebilir. Her ikisi de doğrudur. Melekler hayvanların hattâ insanların üstünde bir şuura sahiptirler. Bu bakımdan yalnız meleklere gitmesi doğrudur. Ama evrime ve hata yapmaya müsait olmamaları dolayısıyla birbirine benzemektedirler, dolayısıyla o zaman birlikte râci olmuş olur.
لَا يَسْتَكْبِرُون (LAv YaSTaKBıRUvNa) “İstikbâr etmezler./ Büyüklenmezler.”
Kendilerini bir şey sanıp Allah’a karşı gelmezler. Gerek dâbbede gerekse meleklerde büyüklenme hastalığı yoktur. Bu hastalık insan ve cinde vardır. Şeytanlarda vardır. İnsan ve cinden olan şeytanlarda vardır. Bu sıfat yalnız meleklerin olabilir.
يَخَافُونَ رَبَّهُمْ (YaPAvFUvNa RabBaHuM) “Rab’lerinden havf ederler.”
Hayvanların da havfettikleri bilinmektedir. Bunun ruhi mi yoksa fiziki mi olduğu hususunu deneylerle bilmemiz mümkün değildir. Ameliyat edilirken kişi acı çekmediği halde inlemektedir. Bu âyet bize hayvanların da meleklerin de hisleri olduğunu ve korktuklarını ifade etmektedir. Korku tamamen ruhsal olaydır. Demek ki hayvanların da ruhu vardır, bilinçleri vardır. Aslında görünen de böyledir. Ancak hayvanı geliştirilmiş bir robot olarak düşünebiliriz. O takdirde ruhu olmamış olabilir. Ama bu âyetler onların da bilinçli ruhu olduğunu anlatmaktadır. Bu hususta Kur’an’dan başka bize bilgi verecek bir deneye sahip değiliz. Bununla beraber hayvanların dillerini öğrendiğimizde bize verecekleri cevaplarla bu hususu daha iyi tahkik ederiz. Bugün kuşların 50-60 kelimelik alfabeleri ile konuştuklarını biliyoruz. Henüz dillerini çözmüş değiliz. Oysa Süleyman Peygamber onların konuşmalarını biliyordu.
مِنْ فَوْقِهِمْ (MiN FaVKıHıM)
“Fevklerinde olan Rab’lerinden, üstlerinde onlara bakan Rab’lerinden havf ederler.”
Fevk, üst demektir. Üstten bakmanın bir özelliği vardır. Kişinin sağını, solunu ve arkasını birlikte görürsün. Oysa karşı karşıya bakacak olursak arka tarafını görmeyiz. Yani her tarafını gözetleyen veya her tarafında bulunan Rab’lerindin korkar denmektedir. Buradaki “fevk”ten kasıt dört boyut uzay içinde üstünlük düşünülürse, oradan bakan kimse insanı yalnız altı cihetten görmez, aynı zamanda içinin ve dışının her zerresini ayrı görür. Allah onlara mekân ve zaman dışı bakmaktadır. Onların yalnız hallerini değil, geçmiş ve geleceklerini de bilmektedir. Bunu bildikleri için onun emri dışına çıkmazlar.
وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ (Va YaFGaLUvNa MAv YuEMaRUvNa) “Ve emrolunduklarını fi’lederler.”
Allah hayvanlara da emreder. Arılara “Külî veslükî” denmektedir. Arıya vahyolunduğu da bildirilmektedir. Böylece hayvanların da ruh ve bilinç sahibi oldukları açıkça anlaşılmaktadır. Bu vasıfları yalnız melekler için kabul ettirecek bir karine yoktur. Bununla beraber sonra zikr etmesi, meleklerin hayvanlardan sonra getirilmiş olması bu hallere yaklaştırmak içindir. Meleklerin durumu hayvanlarınkinden çok farklıdır ve üstündür. Görevi yerine getirme, muktedir olma, eksiksiz yapma bakımından insanlardan çok üstündür. Sadece eksiksiz olduğu için evrim yapamamaktadır. Eksiksizlik hayvanlarda da vardır. Ne var ki varlık olarak insanların da altındadırlar.
Bu âyetlerle bize yüklenen yük bir “Güneş Saati”ni tesis etmektir. Mekke’nin bulunduğu boylamda mesela Erzurum’da bir saat direğini dikmeliyiz. Çevresini direk boyunca döner merdivenle çevirmeliyiz. Gerek sahada gerekse döner merdivenlerde gezen teleskoplar koymalıyız. Ziyaretçiler bu teleskop ile dolaşarak Güneş’i, Ay’ı ve gezegenleri seyredebilmelidirler. Kataloglara bakarak hesaplarla görülenlerin nasıl birbirine uyduğunu görmelidirler. Birkaç yıl önce basılmış katalogla şimdiki gökyüzünün nasıl uyuştuğunu müşahede etmelidirler. Bu durum insanların bir taraftan müsbet ilme olan itimatlarını artıracak, diğer taraftan insan beyni ile Kâinat arasındaki uyuşmayı görerek âlemlerin Rabbi’ne daha içten hamd etmeye vesile olacaktır.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 210. SEMİNER Yorum - 40 İstanbul, 24 Mayıs 2003
TÜRK ORDUSU
500 yıl önce oluşmaya başlayan Avrupa’da Yahudi sermayesi bugün en güçlü durumdadır. Amerika’da tekelleşmiş bu sömürücü sermaye dünyayı hakimiyeti altına almak istemektedir. Dünya sermaye devletini oluşturma çabası içindedir. Bu hedefe adım adım ilerleyerek gelmiştir. Önce Avrupa’da feodalizmi yıkarak krallıkları getirmiştir. Sonra krallıkları yıkarak cumhuriyetleri getirmiştir. Sonra cumhuriyetleri yıkarak birleşik devletleri oluşturmuş ve dünyayı sosyalizm ve kapitalizm olarak bölmüştür. Şimdi de tek kutuplu bir dünya hakimiyeti peşindedir.
Önce karşılıksız ulusal paraları geliştirmiştir. Avrupa Merkez Bankası’nı kendi elinde tutmuştur. Amerika Merkez Bankası’nı devletleştirmek isteyen J. F. Kennedy’i öldürtmüştür. Dolar veya Euro hakimiyeti ile ulusal merkez bankalarını emrine almak istemektedir. Böylece tahsildarsız ve ordusuz bir vergi politikası ile dünyayı yönetme peşindedir. Ulusal orduları etkisiz hâle getirmek istemektedir. Millî ordular olacak ama o ordular kendi uluslarının hukukunu koruma yerine tekel sermayenin isteklerini yerine getireceklerdir.
Irak ordusuna diyecek ki; “İran’a saldır!” Sekiz sene savaştıracak, yenemeyince de; “Şimdi parçalan! Irak ortadan kalksın! Parça parça devletçikler kurulsun!” Türkiye topraklarına girip işgal edecek, kendi askerlerini yerleştirecek, ondan sonra da Türk ordusu küçülecek. Türkiye parçalanacak.
Hâsılı, büyük sermaye kendisinin canı yanmaksızın dünyayı yönetmek istemektedir.
Tarihte güçlü ordular olmuştur. Alman ordusu, Japon ordusu, Rus ordusu ve Osmanlı ordusu. İngiliz ordusu, Fransız ordusu. 20. yüzyılda bu orduların hepsini yemiştir. Bugün sadece Amerikan ordusu vardır. Dünyada başka herhangi güçlü ordu kalmamıştır. Ancak henüz alt edemediği ve dağıtamadığı iki ordu daha vardır: Türk Ordusu ve İran Ordusu. İran ordusu ile Irak ordusu savaşında İran batı modeli olmayan “halk ordusu” ile Irak’ı yenmiştir. Ondan sonra da hiçbir ordu ile savaşa girmemiştir. Henüz Amerika ona saldırmamıştır. Saldırmaya hazırlanmaktadır. Ne olacağı bilinmemektedir.
İkinci güçlü ordu “Türk Ordusu”dur. “Türk Ordusu” Osmanlı ordusudur. Osmanlı ordusu I. Cihan Savaşı’nda yenilmemiştir. Müttefiklerinin yenilmesi sonunda o da teslim olmuştur. Bu teslim de bugün Irak’ta olduğu gibi komutanların ihaneti sonucu olmuştur. Yoksa düşman orduları Çanakkale’yi geçememişlerdi. Dağılmış Türk ordusu Kuvva-yı Milliye olarak yeniden oluştu ve “İstiklâl Savaşı”nı kazandı. II: Cihan Savaşı’na girmedi. Kore’ye gitti ve büyük başarılar kaydetti. Bir haftada Kıbrıs’ı aldı. Somali’de, Yugoslavya’da, Afganistan’da barış gücü olarak bulundu. Hâsılı, “Türk Ordusu” her yerde sadece zafer kazanmıştır.
Türkiye Nato’ya girmiştir. Nato’nun içinde ABD’den sonra ikinci güç olmuştur. Türkiye’nin bu güçlü durumu tekel sermayeyi rahatsız etmektedir. Kendi planı, Türkiye’yi 1997’de yıkıp parçalamak ve İsrail imparatorluğunun hududunu Anadolu’nun içlerine sokmak idi. Sermayenin şimdi en büyük derdi “Türk Ordusu”nu nasıl yok edebilirimdir. Bunun peşindedir. Bunun için kendine göre planları vardır.
a) Türkiye ile Avrupa Birliği’nin arasını açmak istemektedir. Eğer Türkiye Avrupa Birliği’ne girerse Türkiye Avrupa’ya sorun olur. Çünkü Avrupa’nın en güçlü ordusuna sahip olacak, Avrupa’nın en kalabalık nüfusuna sahip olacak. (Çünkü nüfus artacak.) Avrupa’nın en aktif nüfusuna sahip olup Avrupa ekonomisini eline geçirecek. En önemlisi, Asya ile köprü teşkil etmesi nedeniyle Türkiye Avrupa ticaretini eline geçirecek. Türkiye’nin Avrupa dışında kalması ise daha tehlikelidir. Gelişmekte ve büyümekte olan Türkiye güçlü bir İslâm ülkesi olarak Avrupa’ya yeniden tehdit oluşturacak. Köprü durumundadır, Avrupa’nın ekonomisine yine hakim olacak. Bu itibarla Avrupa ne yapıp yapıp “Türk Ordusu”nu küçültmeli ve Türkiye parçalanmalı. Ondan sonra Avrupa Birliği’ne alınmalıdır. İşte tekel sermaye bu mantıkla AB’yi kışkırtmaktadır. “Avrupa Birliği’ne alacağız!” deyip “Türk Ordusu”nu parçalatmak istemektedirler. Sonra da alacakları şüphelidir. Aslında bugünkü AK Parti iktidarı Avrupa’nın ordumuzu parçalama planından doğmuştur. Mesut Yılmaz’ı Avrupa’ya çağırdılar; “Orduyu dağıtın! Biz sizi AB’ye alacağız!” dediler. O da Türkiye’ye geldi, Tansu Çiller ile görüştü. Ona başbakanlık verilecek ve ordu dağıtılacaktı. Çiller kabul etmedi. Şimdi onun için kenarda oturuyor. Ordu Devlet Bahçeli’yi 3 Kasım Seçimi için görevlendirdi. Bülent Ecevit de onların oyuncağı olmadı. Sonunda 3 Kasım zaferi ortaya çıktı. Bu seçim ordunun isteklerine uyan Bahçeli, Ecevit ve Çiller’in büyük fedakârlıkları ile olmuştur. Ecevit başörtü günahının kefaretini vermiştir. Bahçeli ve Çiller’in gelecekte hizmetlerinin olacağını sanırım. İşte 2002 yılında başaramadıklarını şimdi yapmak istiyorlar.
b) Sovyetler dağılmıştır. Şimdi de Rusya’yı dağıtmak istiyorlar. Hedef Müslümanlarla Ortodoksları savaştırarak Rusya devletini yıkmak. Bunu başarmak için Türkiye Avrupa Birliği’ne alınacak, Rusya alınmayacak, Rusya’daki Müslüman halk kışkırtılarak parçalanacak. Sibirya Rusya’dan koptuktan sonra parçalanmış olarak iki-üç devlet olarak Avrupa Birliği’ne alınacak. Bu halleri ile Rusya onlar için uygun değildir. Sermaye Rusya’yı ve Çeçenleri kışkırtarak, bunun arkasında Türkiye’yi göstererek kandırmakta ve “Türk Ordusu”nun dağıtılmasını istemektedir.
c) Çin’de 300 milyon Müslüman vardır. Çin’deki her beş kişiden biri Müslümandır. ticaret bunların elindedir. Doğu Türkistan’ı sermaye kışkırtmakta, bunu Türkiye’ye yüklemekte ve Türk Ordusunu tehlike olarak göstermektedir.
d) Amerika Birleşik Devletleri’nin ordusu sermayenin elindedir. Ne var ki, CIA ile ordunun arası açılmak üzeredir. Ordunun sesi duyulur olmaya başlamıştır. Türkiye Amerika’nın sömürgesi olarak görülmektedir. Genel valilerle yönetmeye kalkıştı. Ordunun direnmesi ile başaramadı. Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne sokacak, İngiltere ile işbirliği yapacak, Avrupa Birliği’ni parçalayacaktı. Ordu bu oyunlara gelmedi. Şimdi Türkiye ABD ordusunun karşısındadır.
Türkiye’de ne yapılacaktır?
Türkiye’ye söz geçirmenin tek yolu vardır; “Türk Ordusu”nu parçalamak. Türk Ordusu 28 Şubat’ta parçalanma baskısına tâbi tutuldu. Hüseyin Kıvrıkoğlu - Çevik Bir ekipleri karşı karşıya getirildi. Ancak Türk Ordusu bölünmedi. Ordu birliğini korudu. 23 Nisan 2003’te ise bir deneme yapıldı. Kim ne tarafta olacaktı? Cephe oluştu. CHP, MHP, GP, Cumhurbaşkanı, Yargı, Ordu bir cephe oluşturdu. Meclis, AKP, DYP, ANAP, SP bir cephe oluşturdu. Oh ne güzel! Devletle millet karşı karşıya. Millet bölünüyor. Meclis parçalanıyor. “Ordu”da da bölünme olursa hedefe ulaşılacaktır.
Asıl parçalama 29 Ekim 2003’te gerçekleşecektir. Planlar Amerika’da hazırlanmaktadır. Birkaç plan hazırlanıyor, bunlardan biri uygulanacak. Hangisi olacağı o gün belli olacak. Bunlardan birini artık deşifre etmiş bulunuyoruz.
Avrupa Birliği’ne girebilmesi, IMF’nin desteğinin devam edebilmesi için Türkiye’ye bir maddeyi dayatacaklar;
“Ordu”yu “Millî Savunma”nın emrine al. Bugünkü komutanları değiştir. İhtilâlci olmayan bu ekibi uzaklaştır, darbeci komutanları getir!”
AKP bugünkü aklıyla hareket etmeye devam ederse; ekonomik imkânsızlık, iç isyanlar ve yıkıcı muhalefet karşısında bu operasyonu yapma gafletinde bulunabilir. 30 Ağustos’ta mutat olmayan bir emeklilik sistemini uygulayabilir. İşte bundan sonrası kolay. Yeni gelen komutanlar ABD’nin atadığı ve kendi isteğine uyan komutanlar olduğu için orduda temizleme hareketine girişirler. Tabii ki bu operasyon CIA’nın talimatları ile olacaktır. Diğer taraftan CIA’nın ikinci kolu diğer askerleri organize eder, böylece “Ordu”da bölünme sağlanır. Bu da başarıldı mı artık iş çok kolaydır. 29 Ekim’de bölünmüş Meclis, bölünmüş Siyaset, bölünmüş Ordu. Bundan sonrası kolaydır. Kanlı bir çatışmanın başlaması ile “Türk Ordusu” birbirine girer, bunun sonucunda “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” yıkılır.
Bu senaryoyu sahneye koyamamaları için karşı senaryolar üretmemiz gerekmektedir.
Bu senaryoya karşı AKP’nin ne yapması gerektiği hususunda çok kolay ve basit senaryomuz vardır. Ne yazık ki AK Parti CIA ajanları tarafından işgal edilmiştir. Bizimle görüştürmüyorlar. Ben bugün onlara bir öneride bulunmayacağım.
Sadece “Türk Ordusu”na bazı tavsiyelerde bulunmak istiyorum:
a) Türk Milletinin dini, dili, adetleri ve tarihiyle oynamayın. Çünkü milletine dayanmayan hiçbir ordu varlığını sürdüremez. Bırakın, sizi ilgilendirmeyen işlere karışmayan. İçinizden bazı generaller resmi elbiseleri ile Cuma namazına gitsin ve halkın arasında namaz kılsın. Ordu din düşmanı olarak inandırılıyor. Bu imajı yıkın. Bazı generallerin hanımları başlarını örtmüş olarak gezsinler. Başörtüsü Müslümanların bayrağıdır. Bayraksız devlet olmayacağı gibi; başörtüsüz İslâmiyet, hattâ Hıristiyanlık ve Yahudilik de olmaz. Başörtüsü tek tanrılı dinlerde kadının izzet sembolüdür.
b) “Meclis”e ve siyasi partilere saygılı olun. “Meclis”in ve siyasi partilerin gücünü kırdığınız zaman millî gücü kırmış olursunuz. Ondan sonra sömürgecilerin ordusu hâline gelirsiniz. Onlar da sizi dağıtırlar ve parçalarlar. “Meclis Resepsiyonu”na gitmeme yerine, CHP’yi ikna etmeniz gerekirdi. Türk halkı ve siyasileri ordularına son derece saygılıdırlar. Siz bunu sizden korktukları için zannederseniz yanılırsınız. Türk Milleti ve siyasileri bilmektedir ki, “Ordu”nun yıpranması Türkiye’nin yok olması demektir. Asla sizi küçültecek davranışlarda bulunmuyor. Siz de milletinize saygılı olunuz.
c) Geçmişte olduğu gibi devletin varlığı için bir gün siyasi müdahale yapma mecburiyetinde kalabilirsiniz. Demokrasi elbette devletin varlığından daha üstün değildir. Ama geçmişte yapılan hatayı yapmayın. “Meclis”i ve siyasi partileri hedef almayın. “Türk Ordusu”nun müdahalesine siyasiler karşı mı geldi? “Meclis” isyan mı etti? Bir düdükle herkes “Ordu”ya itaat etti. “Meclis”i niye dağıttınız? Siyasileri hapishanelere niye doldurdunuz? Başbakanı niye astınız? Böyle bir müdahaleye karşı gelen olursa elbette ona karşı gereği yapılacaktır. Ama geçmişe dönük suçlamalar yanlıştır. O zaman en büyük suçlu “Ordu” olur. “Meclis”i dinlemeyen, Devlet Başkanına karşı gelen, Başbakanı tutuklayandan daha suçlu kim olabilir? Türk Milleti bu müdahaleleri hep tasvip etti. “Ordu”da seçmelere gitmekle samimiyetini her zaman ispat etti.
d) Bir gün müdahale etmek mecburiyetinde kalırsanız yine geçmişte yaptığınız hatayı yapmayın. Bunun için bazı esasları sizlere aktarmak istiyorum:
1- İç müdahalede dışarıdan ne yardım ne de talimat alın. Kendi kurmaylarınızın hazırlayacağı projeyi millî güçlerle uygulayın. Dışarıdan gelecek tenkitlere ve baskılara boyun eğmeyin. İstiklâl Savaşımızı örnek alın.
2- Askerî sorunları kendiniz çözün. Diğer konularda siyasi partilerden, üniversitelerden, sivil kuruluşlardan, doğrudan halktan çözümler isteyin. Ayırımcılık yapmayın. Bunlar komünist olabilirler, bunlar yobaz şeriatçı olabilirler, Atatürk düşmanı olabilirler, Atatürk perest olabilirler. Bunlar sizi ilgilendirmemelidir. Vatanseverse, hattâ vatan haini değilse ve çözümleri varsa mutlaka onlardan yararlanmak gerekir. Kimin vatan haini olduğunu da CIA’dan öğrenmeyin.
3- Müdahaleden sonra, sorunlar çözülünce geri çekilin. Alelacele seçim yapın. On sen sonra müdahaleye gerek kalmamalıdır. Müdahale döneminde de yönetim son derece adil ve demokratik olmalıdır. Sadece devletin tepesinde müdahale olmalıdır. Kalan yerlerde daha çok demokrasi ve adalet ile yeni düzene geçilmelidir.
4- Son söyleyeceğim; yeniden yapılaşmaya giderken Mustafa Kemal’in muasır medeniyetin fevkine çıkma emri esas unsur olsun. Elinizde tuttuğunuz meşale müsbet ilim olsun. “Akevler Kooperatifi”nin 40 yıllık çalışma sonucu müsbet ilme dayalı muasır medeniyetin fevkine çıkaracak “İnsanlık Anayasası” çalışması İngilizce tercümesi ile “www.akevler.org”da vardır. Değerlendirmeye başlayın ve müdahale günü acemilik çekmeyin.
Son olarak basit bir öneriyi “AK Parti”ye sizin huzurunuzda öneriyoruz:
5- DPT teşkilatı Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bağlansın.Yönetim Kuruluna (7 AKP, 4 CHP, 2 DYP, 2 MHP, 1 GP, 1 ANAP tarafından atanmış) 17 ilim adamı atansın.
6- Üniversiteler bağımsız hâle getirilsin ve DPT’ye bağlansın. YÖK kaldırılsın. Üniversiteler DPT’nin verdiği konularda araştırmalar yapsın ve bunlara karşı bütçeden payını alsın.
7- DPT’nin Sekreterliği “Akevler Ekibi”ne verilsin. “İnsanlık Anayasası” getirilisin.
8- Bunlar yapıldığı taktirde;
a) Üç ay içinde 18 milyon işsiz vatandaşımıza iş bulunacaktır.
b) İki sene içinde 200 milyar dolarlık borç sıfırlanacaktır.
c) Bir yıl içinde millî basın oluşturulacaktır.
d) Bir yıl içinde tarafsız, bağımsız, yansız ve etkin yargı oluşturulacaktır.
Böylece “Ordu”nun müdahalesine gerek kalmayacaktır.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 210. SEMİNER Arapça İstanbul, 24 Mayıs 2003
ARAPÇA; DERS - 1
SESSİZ HARFLER
| SESLİ | SERT | SERT | YUMUŞAK | YUMUŞAK | SERT |
| | TİTREK | SÜREKSİZ | SÜREKLİ | SÜREKSİZ | SÜREKSİZ |
ALT BOĞAZ | | | | | H=ه | E=ء |
ORTA BOĞAZ | | | G=ع | X=ح | | |
ÜST BOĞAZ | | | Ğ=غ | P=خ | (Boğaz) | |
YUTAK | | | | | K= ك | Q= ق |
ARKA DAMAK | I=ى | | Y= ي | | | C=ج |
ORTA DAMAK | | | W= ض | Ş= ش | | |
ÖN DAMAK | | R=ر | J= ظ | Ö= ص | | Ö= ط |
DİŞ DİBİ | | L=ل | Z=ز | S= س | T= ت | D= د |
DİŞLER ARASI | A= ا | N= ن | Ü=ذ | Ç= ث | | |
ARKA DUDAK | U= و | | V= و | F= ف | | |
ÖN DUDAK | | M=م | | | | B= ب |
LATİN, Arapça (Yalnız başta, ortada, sonda, özel) yazılışları
Mahreç (Satır), Huruç (Sütün), Vasıf (İzhar, ihfa, illet, sahih, kalın, ince)
E (ا ا ء ئ ؤ) (Alt boğazdan Sert-Sürekli, izhar, illet, ince)
Diğer harfleri siz doldurunuz. İmamlardan birisine gidip sesleri doğru çıkarmaya çalışınız.
Arapçada sesli harfler yoktur. Onun yerine üstte altta işaretler konur. Ona hareke denir.Sesli harflerin hepsini temsil eden bir harf vardır. Biz onu “E” ile gösteriyoruz. Harekeler küçük harflerle yazılır. Arapçada sesli harfler ince kalın değildir. Sessiz harfler ince ve kalındır. Arapça sağdan sola doğru yazılır.
HAREKELER
-ْ | َ- a | -ِı | -ُu | KISA SESLİLER |
| -ا A | -ى I | U -و | UZUN SESLİLER |
-ّ | -ًan | -ٍın | -ٌun | NUNLULAR |
Arapçada bazı harfler yazıldığı halde okunmaz. Okunduğunu göstermek için “Ya” üstüne bir hareke konur, yoksa o küçük yuvarlak konur.
“a” harfi kalın sessizlerden sonra “a” olarak, ince sessizlerden sonra “e” olarak okunur.
“u” da “u” veya “ü” olarak okunur.
“ı” “ı” veya “ı” olarak okunur.
Büyük harfler uzun okunur.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 210. SEMİNER Matematik İstanbul, 24 Mayıs 2003
MATEMATİK; DERS - 1
Eşitlik
Sıfır eşittir sıfır 0 = 0 | Sıfır eşit değil bir 0 ? 1 |
Bir eşit değil sıfır 1 ? 0 | Bir eşittir bir 1 = 1 |
Bu tanım olarak böyledir.
İşlem
Sıfır çarpı sıfır eşit sıfır 0*0=0 | Sıfır çarpı bir eşit sıfır 0*1=0 | | Sıfır artı sıfır eşit sıfır 0+0=0 | Sıfır artı bir eşit bir 0+1=1 |
Bir çarpı sıfır eşit sıfır 1*0=0 | Bir çarpı bir eşit bir 1*1=1 | | Bir artı sıfır eşit bir 1+0=1 | Bir artı bir eşit bir 1+1=1 |
Bu tanım olarak böyledir.
İşlemi Sürdürme
1+0=1 = 1 Bir bir tane
1+1=10 = 2 İki ikili bir paket
10+1=11 = 3 Üç ikili bir paket bir de bir tane
11+1=100 = 4 Dört dörtlü bir paket
100+1=101 = 5 Beş dörtlü bir paket bir de bir tane
101+1=110 = 6 Altı dörtlü bir paket bir de ikil paket
110+1=111 = 7 Yedi dörtlü bir paket ikili bir paket bir de birli
111+1=1000 = 8 Sekiz sekizli bir paket
1000+1=1001 = 9 Dokuz sekizli bir paket bir de birli
1001+1=1010 =10 On sekizli bir paket ikili bir paket daha
Bunlar ikili paketlemedir.
Şimdi onlu paketlemeye geçebiliriz.
10’ları eklesek; 10=On 20=Yirmi 30=Otuz 40=kırk 50=elli 60 =altmış 70=Yetmiş 80=seksen 90=doksan ve 100=yüz. Bu onluk on paketi gösterir.
Bundan sonra yüz, iki yüz; sonra bin, iki bin; sonra devam eder.
Örnek: 30 651 3 on binlik, 6 yüzlük, 5 onluk ve 1 birlik
Buna sayma işlemi denir.
İleri sayabileceğiniz gibi geri de sayabilirsiniz. Bu bir paketi bozup dağıtma anlamına gelir. Evde fasulye taneleri alıp kâğıtlara sararak değişik tür paketler yapınız; ikili, üçlü, beşli, onlu sistemde yapabilirsiniz. Yaptığınız paketleri dağıtınız.
Üçlü Paketler
(2100)3
2* 27+9