ADİL DÜZEN 218
Haftalık Seminer Dergisi 25-26 TEMMUZ 2003 Fiyatı: SEMİNERE KATILMAK veya www.akevler.org
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 218. SEMİNER (CUMARTESİ: 09.00-21.00) İstanbul, 18-19 Temmuz 2003
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİ BOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Caddesi, No: 31 ÜSK./İSTANBUL (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği) Tel: (0532) 246 68 92
*HAFTALIK TEFSİR SEMİNERİ (CUMARTESİ GÜNLERİ “YENİ BOSNA”; Saat:18.00-21.00)
ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ(3); 156-159. ÂYETLERİN TERCÜME VE TEFSİRİ
*HAFTALIK YORUMLAR (48): (CUMA GÜNLERİ “ÜSKÜDAR”; Saat: 19.00)
ÜSKÜDAR PROGRAMI
Her Cuma günü saat 19.00-21.00 arasında İslâm Medeniyeti Vakfı’nda seminer yapılmaktadır.
Seminerler herkese açıktır. Konular şöyle işlenecektir.
a) 19.00-19.30 arasında “Bir Âyet” açıklanmaktadır.
b) 19.30-20.00 arasında “Adil Düzen” anlatılmaktadır.
20.00-20.15 arasında “Ara” verilmektedir.
c) 20.15-20.45 arasında “Adil Düzene Göre Bir Sorun Çözülmektedir.”
d) 20.45-21.15 arasında “Haftalık Yorum” yapılmaktadır.
e) 21.15-21.45 arasında “İsteyenlerle Sohbet” yapılmaktadır.
I. BİR ÂYET TERCÜME VE TEFSİRİ ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ(3); 159. ÂYET
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ
وَشَاوِرْهُمْ فِي الْأَمْرِ
“Ve emirde onlarla istişare et. Ve işlerde onlarla danış.”
II. ADİL DÜZEN İSTİŞARE-II
III. BİR SORUN – BİR ÇÖZÜM DEMOKRASİ SORUNU
IV. HAFTALIK YORUM (48) IRAK’IN YÖNETİMİ
* “MİLLÎ GÖRÜŞÇÜLER”E VE “ESAM”A BİR ÖNERİ
“ADİL DÜZEN”E GEÇME
* SÜLEYMAN KARAGÜLLE’DEN BİR MEKTUP VE ÖNERİ
“ANKARA’DA MERKEZ KURULMASI” VE “ANKARA ADİL DÜZEN SEMİNERLERİ”
ARTIK SİYASET ZAMANI: YA “ADİL DÜZEN”İ BENİMSEYEN BİR PARTİ; YA “ADİL DÜZEN PARTİSİ”
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 218. SEMİNER Tefsir İstanbul, 19 Temmuz 2003
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ كَفَرُوا وَقَالُوا لِإِخْوَانِهِمْ إِذَا ضَرَبُوا فِي الْأَرْضِ أَوْ كَانُوا غُزًّى لَوْ كَانُوا عِنْدَنَا مَا مَاتُوا وَمَا قُتِلُوا لِيَجْعَلَ اللَّهُ ذَلِكَ حَسْرَةً فِي قُلُوبِهِمْ وَاللَّهُ يُحْيِ وَيُمِيتُ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ(156) وَلَئِنْ قُتِلْتُمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَوْ مُتُّمْ لَمَغْفِرَةٌ مِنْ اللَّهِ وَرَحْمَةٌ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ(157) وَلَئِنْ مُتُّمْ أَوْ قُتِلْتُمْ لَإِلَى اللَّهِ تُحْشَرُونَ(158) فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنْ اللَّهِ لِنْتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الْأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ(159)
ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ(3); 156-159. ÂYETLERİN TERCÜME VE TEFSİRİ
156- Ey îman etmiş olan kimseler! Küfretmiş ve arzı darbettikleri veya guzzada olduklarında, Allah kalblerinde hasret ca’letsin diye ehleri için “indimizde olsalardı mevt etmez ve katl olunmazlardı” diye kavleden kimseler gibi olmayın. Allah ihya ve imate eder. Allah amel etmekte olduklarınıza basirdir.
157- Allah’ın sebilinde katl olunursanız veya mevt etseniz, Allah’ın mağfireti ve rahmeti cem ettiğinizden daha hayırlıdır.
158- Mevt olsanız da katl olunsanız da Allah’a haşr olunacaksınız.
159- Allah’ın rahmeti nedeniyle onlara liyn ettin. Kalbi galiz bir faz olsaydın havlinden infidad ederlerdi. Onlardan afv et ve onlar için istiğfar et. Onlarla müşavere et. Azmettiğinde Allah’a tevekkül et. Allah mütevekkilleri ihbab eder.
156- Ey inanmış olan kimseler! Kapatmış ve yeri dövdüklerinde veya savaşta olduklarında, Allah yüreklerinde özlem yapsın diye kardeşleri için “yanımızda olsalardı ölmez ve vurulmazlardı” diyen kimseler gibi olmayın. Allah diriltir ve öldürür. Allah işlediklerinizi görmektedir.
157- Allah’ın yolunda ölürseniz veya vurulursanız, Allah’ın örtmesi ve esenliği yığdığınızdan daha iyidir.
158- Ölseniz de vurulsanız da Allah’a toplanacaksınız.
159- Allah’ın esenliğinden dolayı onlara yumuşadın. Yüreği katı kaba biri olsaydın çevrenden dağılırlardı. Onlardan sil, onlar için örtülmelerini iste. Onlarla danış. Saptadığında Allah’a dayan. Allah dayananları sever.
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا (YAv EayYuHa elLaÜYIyNa EaMaNUv)
İstişare ile ilgili bu âyetler “Ey îman edenler!” diye başlıyor. Bu hükümler bütün mü’minleri ilgilendirir. Cuma namazını kıldıran imama hitap etmektedir. Bucakta bu imam bütün cemaati ile istişare etmekle yükümlüdür. İlde ise güvenlik nöbetleri tutan erkek ve siyasi haklara sahip kadınlarla istişare etmek durumundadır. Ülkede ise askerlik hizmetini yapan erkek ve siyasi haklara sahip bütün kadınlarla istişare etmek durumundadır. Çünkü bunlar merkez bucaklarının cemaatidir. Bu âyetler savaş âyetleri olarak anlatılmaktadır. Yani esas hitap devlet başkanlarına yapılmaktadır. İl ve bucak başkanlarına hitap evleviyetledir.
Bu âyetin ortaya koyduğu ikinci önemli nokta istişarenin savaşta da emredilmiş olmasıdır. Yani istişareyi vareste kılan bir mazeret yoktur.
فَبِمَا رَحْمَةٍ (Fa BiMAv RaXMaTin)
Savaşma âyetlerinden sonra “Fa” harfi ile istişare kısmına geçilmiştir. Buradaki “Fa” sebep “Fa”sıdır. Ölüm ve savaşın servet ve samandan daha hayırlı olması, herkesin Allah’a haşr olunacağına göre savaşa bile zorlama ve korkutma şeklinde hareket meşru olmamıştı. İstişare bunun için gereklidir. İslâm düzeninde savaş gönüllüdür. Komutanları ile birbirine bağlanması ile oluşur. Allah mü’min başkanları halkıyla uzlaşmış şekilde varetmiştir. Cemaatinin kendisini sevmediği, sadece korktuğu veya çıkarı olduğu için bağlı olanların oluşturduğu cemaat İslâmî cemaat değildir.
فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ (FaGFu GaNHuM Va iSTaĞFiR LaHuM)
Yumuşama haberinden sonra yine “Fa” harfi ile aftan, istiğfardan ve istişareden bahsetmektedir. Buradaki “Fa” da Fa-ı tafsiliyedir. Yumuşama nasıl olacaktır? Afvetmek, mağfiret etmek ve istişare etmek. Bunlar yumuşamanın sebepleri ve sonuçlarıdır. Afv ve mağfiret ortak deyimdir. İstişare ise ayrıdır. Afv, bir suçu işlenmemiş hâle getirmektir. Muhakeme etmemektir. Suç konusu bile yapmamaktır. Mağfiret demek mahkûm olanlara ceza uygulamamaktır. Askerlikte başkan bütün bunları yapmaya yetkilidir. Gerek afvın gerekse mağfiretin gerçekleşmesi için doğurduğu zararları gidermek gerekir. Başkan zararları cezasız izale etme yollarını aramalıdır. Cezalarda başkanların afv yetkisi yoktur. Ancak topluluğu bazı yasaklarla cezalandırma sözkonusu olabilir. Askerler askeri disipline tabidir. Af veya mağfiret yetkisi savaşta komutana verilmiştir. Bu da anayasamızın ana maddesini oluşturur.
وَشَاوِرْهُمْ فِي الْأَمْرِ (Va ŞAvViRHuM Fı eLEaMRi)
“Ve emirde onlarla istişare et. Ve işlerde onlarla danış.”
Buradaki “Va” afv ve istişareye bağlanmıştır. Askerliğin temel kuralı birliği korumadır. Düşmana karşı yekvücut olmadır. Askeri personelin bugün sivil mahkemelerde muhakeme edilmemesi bu kurala dayanır. Ordu bunun için suçu üstüne alır. Ordu tazminatını öder ama askerini kaybetmez. Afla kısastan kurtulanlar orduya iltihak ederlerse ordu onların diyetini ödeyebilir ve sonra hep orduda istihdam edebilir. Bu tür kimseler cesur kimselerdir. Tevbe ettiklerinde ordu için gereklidirler. Hapishanelerde çürütülmemeleri gerekir.
“Şâvere”, karşılıklı işaretleşmedir. Yani kişiler kendi görüşlerini ortaya koyarlar. Israrlı olmazlar. Görüşlerini belgelemeleri de gerekmez. Oysa içtihatta görüşlerin delillendirilmesi gerekir. Asıl bizim bugün burada durmak istediğimiz husus buradaki “Hum/Onlar” zamirinin kimlere gittiğidir. Hiç şüpheye mahal kalmadan bu zamir îman etmiş olan kimselere gitmektedir. Bundan sonra gelen “Fi’l-Emri” ifadesi istişare kimleri ilgilendiriyorsa onları ilgilendirmektedir. Madem ki işler hususunda istişare edeceğiz, o halde o iş onları ilgilendiriyorsa istişare edeceğiz. İlgilendirmiyorsa onlarla istişarenin manâsı olmaz. “El-Emr” marifedir. “FIy EaMRıHiM” demektir. İşlerinde onlarla istişare anlamındadır.
“Yiyecekleri burada dağıt.” deseniz, buraya kim gelirse ona yiyecek veriniz demektir. O halde burada “Fi’l-Emri” tahsis yapmaktadır. Îman etmiş olanlardan o işle ilgisi olanlarla danış demektir. Diğer taraftan “Hum” denip “Minhum” denmemiş olmasından şunu anlıyoruz ki, îman edip o işle ilgisi olan herkesle istişare et emri vardır. Kimileriyle istişare edip kimileriyle istişare etmemek caiz değildir.
Peki, bir devlet başkanı milyonlarca halkıyla nasıl istişare edecektir? Yerinden yönetim olduğuna göre devlet başkanı yalnız kendi merkez bucağındaki temsilcilerle istişare edecektir. Ülkenin işlerini ülke temsilcileriyle, ilinin işlerini il temsilcileriyle, bucaklarının işlerini bucak temsilcileriyle istişare edecektir. Temsilcilerle istişare halkla istişare midir? Buna delil olarak “Resule itaat eden Allah’a itaat etmiş olur.” âyetini göstermektedir. Elçiyi dinlemek, elçiyi göndereni dinlemek olmaktadır.
Kur’an’da “kişiliği olan topluluklar” aşiret, kabile, şa’b, kavm ve nâs olarak zikredilmektedir. Bütün insanlığa ortak bir başkan tanımamaktadır. Kur’an “Her kavme bir hâd” demekle kavmi en büyük siyasi topluluk olarak kabul etmektedir. Beş vakit namaz aşiret içinde kılınmaktadır. Cuma namazı kabile içinde kılınmaktadır. İstişare aşiret içinde yapılmaktadır. Burada nöbetli olan herkesin, kadın ve erkeğin söz hakkı vardır. Yani herkes kamu işlerinde hizmetli ve görevlidir.
Cuma cemaatine gelinirse, kabile içinde herkesin bir ilmî danışmanı vardır. Bunların sayısı en az 5 ve en çok 20 olabilir. Bu aşerenin yarısı ve iki katı olması ile belirlenmiştir. Kur’an ikili sistemi tedvin etmiştir. Halk istediğini tevkil edebilmektedir. Ancak tevkil edilenin ehliyetli olması gerekir. Çünkü Allah “emaneti ehline vermemizi” emretmektedir. Hedef istişare edilenlerin sayısını azaltmak olduğuna göre yeter sayıda kimsenin tevkil etmesi gerekir. Diğer taraftan kişilerin tercih imkânını da sınırlamamak gerekir. Bu bakımdan da yeter sayıda olması gerekir.
Bucak başkanı ilmî dayanışma ortakları ile istişare ettikten sonra semtlerde atadığı yöneticilerle kararlarını icra eder. Halkın seçtiği halkın vekilleridir. Başkanın atadıkları ise başkanın vekilleridir.
İstişarenin açık olması gerektiğini “necvanın yasaklığı”ndan biliyoruz. İstişarenin hemen mecliste karara bağlanması gerektiği “Fa İza Azamta” ile bilinmektedir.
Acaba ilde nasıl temsil edileceklerdir? Bucaktaki her ilmî şûranın ilde bir temsilcisi vardır. Vekilin tevkile yetkili olduğu “Ulu’l-Emri Minküm” ifadesi ille bellidir. Ayrıca Hazreti Peygamber’in “Resulün resulü” tâbiri vardır. Böylece halk bucaktaki temsilcisi aracılığı ile ilde de temsil olunur. İl başkanı ilçe kaymakamlarına emreder, bucak başkanlarına emredemez. Yerinden yönetim ilkesi vardır.
Benzer şekilde her il temsilcisinin ülkede temsilcisi vardır. Böylece halk temsilcinin temsilcisi ile devlet başkanının şurasına ulaşır. İnsanlığın ise başkanının halkla hiçbir ilgisi olmadığı için ona ulaşma sözkonusu değildir.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 218. SEMİNER Yorum-48 İstanbul, 18 Temmuz 2003
ÜSKÜDAR PROGRAMI
Bir Âyet:
وَشَاوِرْهُمْ فِي الْأَمْرِ (Va ŞAvVıRHuM FIy eLEMRi)
“Emrde onlarla istişare et. İşlerde onlara danış.”
Burada irdelenmesi gereken, danışılacak kimselerin kim olduğunu ortaya koymaktır.
Sûrenin bu bölümündeki âyetlerde savaş zamanı izah edilmektedir. Savaşta kâfirler ile mü’minler arasındaki farklar anlatılmaktadır. Bu âyetler “Ey îman edenler” hitabı ile başlamaktadır. O halde buradaki zamirin iman etmiş olan kimselere gittiğinde kesinlik vardır. İman etmiş olan kimselerle istişare edilecektir.
Kim istişare edecektir? İstişare kime emrolunmaktadır?
Toplulukla kişiler karşı karşıya getirildiğine göre ve istişare emrde yani işlerde olduğuna göre bu istişareyi yapacak olan kimse kimdir? Bunun cevabını bulabilmemiz için daha önce Kur’an’daki hitapların kimlere olacağı hususunu gözden geçirelim.
a) Bu hitap bütün mü’minlere olamaz, çünkü mü’minler muhataptır. Bir kimseyi hem hatip hem de muhatap kabul edemeyiz.
b) Nebinin halefi olarak müçtehit olabilir. Ancak bu savaş konularını içerdiği için müçtehidin hitap alanına girmez.
c) Yalnız Muhammed aleyhisselama hitap ettiğini kabul edersek, o zaman bize bir görev verilmemiş olur.
d) Sonuç olarak bu emir resulün halefi olan başkanlara verilen emirdir. Bu durumda şimdi başkanları tasnif etmek durumundayız.
1- Ocak başkanı ocak halkı ile istişare edecektir.
2- Bucak başkanı bucak halkının temsilcileri ile istişare edecektir.
3- İl başkanı il halkının temsilcileri olan il meclisindeki şuralarla istişare etmelidir.
4- Ülke başkanları ülke halkının temsilcileri olan ülke meclisindeki şuralarla istişare etmelidir.
5- İnsanlık başkanı insanlık ilim adamlarının temsilcisi olan insanlık meclisinin şura üyeleri ile istişare etmelidir.
İşte buradaki “Hum/Onlar” zamiri buradaki emrolunan kimsenin tüm cemaatidir.
“Minhum/Onlardan” denmemiş de “Hum/Onlar” denmiştir. Onlardan bir kısmı ile istişare etmek yetmez, hepsi ile istişare etmelidir.
Bununla beraber “Fi’l-emri” dendiği için sadece işte istişare edilecektir. O zaman sadece işle ilgili olan kimselerle istişare etmelidir. “El-Emr” marifedir. “Emrihim” demektir. Yani işlerinde onlarla istişare ediniz denmiş olur. Harf-i tarif istiğrak içindir. İzafette istiğrak yoktur. O halde buradaki “Emr” kelimesi müşavere edecekleri sınırlamış olmaktadır. “Dershanedeki çocuklara bu kitapları dağıt.” dersem, dershaneye gelmeyen çocuklar kitap alamaz.
Adil Düzen: “ADİL DÜZEN”DE İSTİŞARE
İstişare heyeti 5 ile 20 arasında seçilmiş temsilcilerden oluşur. İstişare alenidir. Halk dinler. Halkın söyleyecekleri varsa temsilcisine söyler. Temsilci de başkana iletir. Başkan halkla doğrudan istişare yapmaz. Başkan kararını istişare meclisinde yani oradan ayrılmadan ve oradakiler dışında başkalarına danışmadan verir.
İstişare eğer yalnız şura üyelerin ilgilendiriyorsa bir celsede istişare edip bitirir.
Meclisi de ilgilendiriyorsa, o zaman birinci haftada istişareye koyar, ikinci haftada karara bağlar. Bu arada şura üyeleri meclis üyeleri ile istişare ederler.
Konu il meclisine intikal edecekse iki hafta sonra karara bağlar. Konu bucak meclisini ilgilendiriyorsa üçüncü haftaya bırakır. Konu halkı ilgilendiriyorsa dördüncü haftaya bırakır.
İstişarenin ikinci kuralı istişareye konan konu halka başkanlar tarafından intikal ettirilir, haftalık konuşmalarında açıklanır. Bu birinci haftada yapılmış olur. Hutbede önce ülke başkanı konuşur. Bu birinci hutbedir. Bucak başkanı bunu dinletir. Sonra il başkanı konuşur. Bucak başkanı onu da dinletir. Üçüncü olarak kendisi hutbeyi irat eder. Böylece istişare meclise ulaşmış olur.
Sonra istişareleri bucak temsilcileri toplar ve il temsilcilerine ulaştırır, il temsilcileri toplar ve ülkeye ulaştırır. Son istişare başkan tarafından aleni olarak yapılır ve televizyonlarda yayınlanır.
Bir Yorum: IRAK’IN YÖNETİLMESİ
Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra Osmanlı toprakları bölüşüldü. Suriye Fransızlara kaldı. Irak ise İngiltere’ye kaldı. II. Cihan Savaşı’ndan sonra bunlara bağımsızlık lütfedildi. Bu ülkelerde Komünist Baas Partisi iktidara getirilerek halk dinsizleştirilmeye çalışıldı. Ancak büyük zulümlere rağmen başarıya ulaşamadılar. Halk bir türlü ateist olmadı. Sovyet halkı da komünistlikle dinsizleştirilmeye başlandı.
Dinsizleştirme hareketine karşı irticai faaliyet olarak hemen her yerde direnildi. Ancak irtica başarıya ulaşamadı. İlk defa Türkiye’de dinsizliğe karşı “Adil Düzen”le ileri metotlarla direnme başladı. Bu direnme önce İran’a sıçradı ve İran İslâm Cumhuriyeti oluştu. Sonra Sovyetler yıkıldı. Dine dönüş başladı. Sonra da dünya solu çöktü. Irak ve Suriye ise dine karşı gevşedi.
CIA yeni deneme yaptı. Irak’la İran’ı sekiz sene çatıştırdı. Irak İran’ı yenemedi. Batı Irak’a verilen silahları geri almak istedi ve Kuveyt’e saldırttı. Birinci Körfez Savaşı’nı çıkardı. Amerika kuleleri kendisi yıktırdı. Afganistan’ı ve Irak’ı işgal etti. Ne Irak, ne de Afganistan direnmedi. Kendi adamlarını geri çekerek teslim oldu. ABD ne Taliban’ı ne de Saddam’ı öldürmedi. Çünkü o zaman ajanları olan diktatörler birleşirler.
Sorun çözülemedi. Ne Afganistan’da, ne de Irak’ta ABD yönetim düzeni kuramadı. Halkı emrine alamadı. Dolayısıyla bu ülkelerde sorunlar çözülmüş değildir. Adil Düzen bunu nasıl çözer?
a) ABD kendi ürettiği çarpık yönetimleri bertaraf etmiştir. Bunun için harcamalar yapmıştır. Dünya bunu meşru kabul etsin; ABD güçlü olduğu için meşru kabul etsin. ABD’ye harcadığı dolarları ödesin. Irak üzerinde söz sahibi olmak isteyen devletler bu ödemeyi yapsınlar.
b) Irak ve Afganistan açık ülke olsun. Yani herkes girebilsin ve çıkabilsin. Gümrükler ve vizeler istenmesin. Oralarda yerleşmek, iş yapmak da serbest olsun. Sadece uluslararası normlara uygun bir vergi sistemi uygulansın ve devletler onları alsın. Özel mülkiyet korunsun.
c) İnsanlık içinde yerinden yönetime saygılı, demokratik, lâik, sosyal ve liberal bir hukuk devleti kurulsun. Devlet tamamen bağımsız olsun. İşte burada “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”na iş düşecektir.
d) Irak ve Afganistan silah üretebilecektir. Ancak üretilen bu silahlar hakemlerden oluşan yargı denetiminde olacaktır. İnsanlık bunlarda ne silah olduğunu hakemlerden oluşan yargıyla tesbit ettirebilecektir. Bu devletler silahı aleni olarak satıp alacaklardır. Böylece Irak sorun olmaktan çıkar.
Bir Çözüm: DEMOKRASİ
Demokratik yönetimin en zayıf tarafı devlete sahip olan birinin bulunmamasıdır. İktidara geçici olarak gelen kimseler devletlerine sahip çıkacaklarına, kendi keselerini doldurmayı tercih etmektedirler. Namuslu olan kimseler ise ya iktidara getirilmemekte veya getirilseler bile etkisiz halde tutulmaktadır. Saltanat devrinde ise tüm devlet bir hanedanın olması nedeniyle herkes kendi mülküne sahip çıkmakta ve korumaktaydı.
Osmanlı İmparatorluğu’nda saltanat otoritesi ıslahat fermanıyla başlamış ve bu tarihten sonra yolsuzluk devam etmiştir. En büyük yolsuzluk ise demokrasinin en çok geliştiği zamanlarda olmuştur. Bu sebepledir ki diktatörler demokrasiye karşılar ve ileride tekrar hanedanların hakim olacaklarını sanıyorlar.
28 Şubat Olayları daha fazla ve kolay yolsuzluk yapılabilmesi için yapılmıştır. Sonra 22 Şubat Anayasa krizleri hep daha çok yolsuzluk için yapılmıştır. Krizden birkaç gün önce başta CİTİBANK olmak üzere beş milyar dolar Merkez Bankası’ndan çekilmiştir. Yani bu kriz dışarıdan ayarlanmış ve yönlendirilmiştir. Yurt içinde yönetimde olanlar da bunlara âlet olmuş, bu senaryoyu oynamışlar ve hükümetliğe de devam etmişlerdir.
Bugün de Türkiye’yi çok tehlikeli günler beklemektedir. Dış sermaye Türkiye’ye doları pompalamakta, böylece doların değeri düşmektedir. Bu durum ihracatı zorlaştırmaktadır. Ülke içinde işsizlik ortaya çıkarmaktadır. Bunun tek karşı ilacı TL ile doları satın almaktır. Para değerini sabit tutmaktır. Faizi düşürmek, sıfıra indirmektir. Merkez Bankası’nda dolar stoku bulununca doları çekmek isteyen dış sermayeye dolar satılarak TL’nin değeri sabit tutulabilir. Bu TL’yi altın gibi kıymetli yapar. Halkın TL üzerindeki güvenini korur.
Bunun sebebi bu memleketin sahibinin olmamasıdır. Ak Parti ülke ile değil, kendi iktidarını dünyaya ve Türkiye’ye kabul ettirmekle meşguldür. Onlar da Türkiye’yi batırmak şartıyla buna imkan vermektedir.
“Adil Düzen” bir taraftan devleti korumakta ama diğer taraftan da demokrasiyi sürdürmektedir.
Bunun teminatı olarak şunları görüyoruz:
a) Başkanların ve ordu komutanlarının mufavada şirketiyle mâlî varlıklarını dengeye almalarıdır. Kişilerin mülkü ile devletin mülkü birleştirilmiştir. Hanedan yoktur. Devletin üst yöneticileri ölünceye kadar yerlerini korumaktadır. Bunun için fahri görevler ihdas edilmiştir. Bunların varisleri devletçe korunur.
b) Yerinden yönetim getirilmiştir. Böylece merkezden hortumlamalar önlenmiştir.
c) Hakem sistemi ile etkin, saygın, tarafsız ve bağımsız yargı üstünlüğünü kabul etmiştir.
d) Sermayenin tekelleşerek devlete hakim olmasını önlemiştir. Sermayeye kredi sistemini kaldırmış, faizsiz sistem getirilmiştir.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 218. SEMİNER Yorum-48 İstanbul, 18 Temmuz 2003
“MİLLÎ GÖRÜŞÇÜLER”E VE “ESAM”A BİR ÖNERİ
“ADİL DÜZEN”E GEÇME
Eskiden bir bina yapılacağı zaman bir usta bulunur ve inşaat ona ihale edilirdi. O da kendi mahareti ile bulduğu işçilerle inşaatını yapardı. Bugün ise inşaat başlamadan önce inşaatı yapacak mimarı bulmak gerekir. Mimar inşaatın projesini çatıdan yapmaya başlar. Bu arada zemin etütlerini yaptırır. Piyasa araştırması yapıp kullanabileceği en uygun malzemeleri tesbit eder. Bu bilgilere dayanarak projeyi yapar, hesapları yaptırır. Bütün bu çalışmalar bittikten sonra bina yapılır.
Aynen bunun gibi eskiden kanunları “sosyal ustalar” yapardı. Birinin aklına gelir, maddeleri yazar, sonunda bir “sosyal yapı” oluşurdu. Bu usul 5000 yıllık “Nuh Nebi’den kalma usul”dür. Dünya hâlen “sosyal olaylarda proje” aşamasına gelememiştir. Ne Batı’da ne de Doğu’da bir “sosyal yapı projesi” yoktur. Yeryüzünde ilk defa “sosyal yapı projesi”ni yapıp insanlığa bin yıldan fazla uygulatan “sosyal mimarlar” “müçtehitler” olmuşlardır. Bunlar Ebu Hanife, Malik, Şafii, Hanbeli gibi alimlerdir. Gerçi Roma’da da Ulpiyanus, Modestinus gibi Romalı hukukçular tarafından hukuku ilmîleştirme işlemi daha önce yapılmıştı. Ancak bunlar sadece daha önceki kanunları tasnif ettiler. Halbuki “müçtehitler” içtihatları ile “yeni hukuk” ürettiler. Yani mühendisler gibi proje yaptılar.
Biz de 1967’de kurduğumuz “Akevler”de çağımız için bir “Anayasa Projesi” üzerinde çalıştık. Projeye çatıdan başladık. “Akevler” uygulamasında zemin etütleri yaptık, piyasa araştırması yaptık ve “İnsanlık Anayasası Projesi”ni ortaya koyduk.
Proje bittikten sonra genel olarak proje yapanlar inşaat yapmazlar, inşaatı bir müteahhide ihale ederler. Müteahhitler projeyi uygulayarak yapıyı oluştururlar. “Akevler”de “sosyal yapı projesi” yapılırken; “Millî Görüş” de bu projenin zemin etütlerini, piyasa araştırmalarını ve deneme uygulamalarını yapmıştır. Şimdi proje bitmiştir. Projenin temelden başlanarak uygulanması gerekmektedir. Elimizde böyle bir sosyal yapı projesini yapacak şimdilik “Akevler”den başka bir mimarlık bürosu yoktur. Böyle bir projeyi uygulayacak bir inşaat firması da yoktur.
Biz, ya birileriyle işbirliği yapacak ve projeyi yapıya dönüştüreceğiz;
Ya da şimdilik bu çalışmalar sadece başkalarına malzeme olacaktır.
Önerimiz:
a) Her hafta “Akevler” ile “Millî Görüş” “ESAM”da bir araya gelerek bir proje üzerinde durulsun ve projeye son şekli verilsin.
b) “Erbakan” “Haftalık Konuşma”sında bu projeyi anlatsın. Böylece proje ulusça benimsenir duruma gelsin.
c) “Haftalık Dergi” çıkaralım. “Erbakan’ın Konuşması” her hafta bu dergide yayınlansın ve bu dergide karşı fikirler de yer alsın.
d) İlk defa parti kurulurken gösterdiğimiz faaliyetle her semtte 10 “abone” bulmalıyız. Bu ülkede 1 000 000 abone demektir. Bu aboneler finansmanımızı da sağlayacaktır.
e) Her 14 aileye bir abone düşmektedir. Günde iki aileyle irtibat kurulursa “Adil Düzen” her aileye ulaşmış olur. Böylece tebliğ görevimizi yapmış oluruz.
f) Dergiye dayanarak ülkenin her ilçesinde bir “Mala-Mal Marketi”ni kurmuş olacağız. Buraya isteyen mal getirip satacak, ancak karşılığında para değil buradaki mallardan alacaktır. Böylece “parasız” yani “faizsiz ekonomimizi” kurmuş oluruz. Bu sistem herkese iş bulur.
g) “Mala-Mal Mağazaları”na “sosyal yardımlaşma” yapmak üzere % 2.5’luk bir pay konacaktır. Bu fonla sosyal yardımlaşma ve dayanışma kurumumuzu kurmuş olacağız. Böylece tüm ülkede halkımız “Adil Düzen”e sempati duyacaktır.
h) “Mala-Mal Mağazaları”ndan elde edilen sosyal paydan “ilmî çalışma yapanlar”a destek olacağız. Başvuranları imtihan edeceğiz, başaranlara ödül vereceğiz. Böylece tüm halkımızı “Adil Düzen”i öğrenmeye yönelteceğiz.
i) “Mala-Mal Mağazaları”nda elde edilen meblağdan bir pay alarak tüm partileri destekleyeceğiz. Son seçimde aldıkları oy nisbetinde bu geliri partilerimize bölüştüreceğiz. Böylece partileri sermayenin esaretinden kurtarmış olacağız.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
“Onlar bütün sözlere kulak verirler,
en iyisine uyarlar.”
(Kur’an; 39/18)
“Bölgemiz dış güçlerin müdahalesi ile siyasi ve iktisadi bakımından istikrasızlığa itilmiş ve bölgemizin haritası yabancı güçler tarafından değiştirilmek istenmektedir.
Bu durum karşısında bilgilerimizi bir araya getirerek ortak çözümler üretmeliyiz”
(ESAM Başkanı RECAİ KUTAN, 02/07/2003)
İnsanlığın Sorunları ve Çözüm Önerileri
I. İNSANLIKTA EVRİM
A. YÖNETİMDE EVRİM
a) Kişi Yönetimi
İnsanlar on binlerce yıl göçebe olarak yaşadılar. Yemiş yediler, avcılık yaptılar ve sürüleri beslediler. Kabileler hâlinde yaşıyor ve başkanlar tarafından yönetiliyorlardı. Bir ailede anne baba nasıl evi kuralla değil şahsen yönetiyor idiyse, onlar da öyle yönettiler.
b) Kurallı Yönetim
İnsanlar bundan onbin yıl önce tarım dönemine geçtiler. Yerleşip kentler kurdular. Yeni uygarlığa uyamadılar. Uyarıları kabul etmediler. Bunun üzerine Nuh Tufanı oldu ve kurtulanlar kurallı yönetim ile yönetildiler. Kuralları yöneticiler koyuyordu ama halk kurallara uyuyordu. Geniş ülkeler ancak böyle yönetilebildi.
c) Şeriat Yönetimi
Uygarlık gelişti ve uluslararası ticaret başladı, gidip gelmeler başladı. Uluslararası kural olmadığı için kralların kuralları yetmedi. Hazreti Musa geldi, Tevrat’ı getirdi ve şeriat yönetimi doğdu. Krallar artık kurallar koymuyor, Tevrat’ın kurallarını bütün insanlar uyguluyordu.
d) İçtihat Yönetimi
Uygarlıklar gelişti. Ekonomik ve sosyal reformlar oldu. Tevrat’ın hükümleri insanlık için yeterli olmadı. Tevrat günün sorunlarını çözemiyordu. Kur’an geldi. Kur’an kuralları getirmedi, kuralların nasıl konacağını öğretti. İçtihat ve icma müessesesi oluştu. Herkes kendi yaşayışının kuralını koyacak ama ona uyacak. Herkes istediği sözleşmeyi yapacak ama sözleşmelere uyacak. Herkes kendi başkanını seçecek ama başkana yetki verdiği hususta aldığı karara uyacak. Çıkan nizalar kendi seçtiği hakemin de katıldığı hakemlerce çözülecek ama buna uyacak.
e) İçtihat Yönetimine Geçiş
Kur’an bu ideal hukuk sistemini getirdi. Hz. Peygamber bunu arkadaşlarına uygulattı ama insanlık daha hazır olmadığı için tam uygulama 20. yüzyılı bekledi. Başlangıçta hanedanlar yönetiyordu. Çünkü yöneticileri yetiştirecek okul yoktu. Sonra medreseler kuruldu, yöneticiler yetişti. Hanedanlık son buldu, dikta rejimleri ortaya çıktı. Çünkü halk daha kendi kendini yönetmeye hazır değildi. Sonra çok partili sisteme geçildi. Parti başkanları yönetmeye başladı. Bundan sonra ne olacak? Bundan sonra ‘Adil Düzen’ gelecek, halk kendi kendilerini yönetecektir. Bu nasıl olacak? İşte bugün burada bunu tesbit etmek için toplandık.
B. EKONOMİDE EVRİM
Daha önce “Adil Düzen” yayınlarında anlatıldığı gibi insanlık toplayıcılık, avcılık, çobanlık ve tarımcılık aşamalarından sonra pazar mübadelesi, tüccar mübadelesi ve emek mübadelesi dönemlerini geçirdi. Para olarak yemiş, deri, yün, tahıl, gümüş, altın ve kâğıt para kullanıldı. Karşılıksız ve sadece faizle tanımlanan bu paranın ömrü dolmuştur. Bundan sonra nasıl bir para gelecektir? Faizsiz mal senetleri karşılığı çıkarılan “kaydî para” kullanılacaktır. Bu nasıl işleyecektir? İşte bunu tesbit için buraya toplanmış bulunuyoruz.
C. DİNDE EVRİM
Hz. İbrahim’den önce din insanlığın bütün yanlarını yönetiyordu. Hz. Nuh uygarlığında müspet ilim ortaya çıkmıştı. Hz. İbrahim Peygamber dini müspet ilim mantığı ile savundu. Böylece ilim dinden ayrıldı. Sonra Hz. Musa Peygamber geldi. Topluluklar her gün alınan kararlarla değil, gönderilen kitaplarla yönetildi. Hukuk ve yönetim dinden ayrıldı. Sonra Hz. Davut Peygamber geldi. Ekonomi kurallarını dinden ayırdı. Devletçi bir ekonomiyi kurdu. Böylece ekonomi de dinden ayrıldı. Hz. İsa geldi. Dini yönetimden tamamen ayırarak lâikliği getirdi. Yönetim dine karışmayacak, dinde de zorlama olmayacaktı. Son Peygamber Kur’an ile bu dört bağımsız kuruluşları dayanışma ortaklıkları şeklinde çoklu sistemde organize etti ve bunların birleşmesinden şeriat devleti, hak devleti, İslâm devleti ve adil devlet modelini getirdi. Batılılar bunlardan İslamiyet’e “sosyal devlet”, şeriata “demokrasi”, Hak düzenine “lâiklik”, Adil Düzene de “liberal” dediler. Bugün dinler kenara itilmiştir. Geleceğin dinleri müsbet ilimle arındırılacak ve dinlere çoklu sistemde uyarma yani denetleme görevi verilecektir. Bunu nasıl yapacağız? İşte bu çalışmalar bunu nasıl yapacağımızı bize öğretecektir.
D. İLİMDE EVRİM
İnsanlar meyve toplarken görenek yoluyla, avcılık döneminde mağaralarda resimlerle yaptıkları derslerle, sonra Mezopotamya’da şekil yazısıyla, sonra İbranilerde harf yazısıyla öğrenim yapmaya başladılar. Kur’an’la insanlar üniversitelere kavuştular. Üniversiteler serbest öğrenim sistemidir. İçtihat dönemi bu öğrenimi zorunlu kılar. Bundan sonra ne olacaktır? Serbest tedris sistemine ortak sınav sistemi eklenecektir. Okullar diploma vermeyecekler, imtihanlara hazırlayacaklar. İmtihanlar ortak sorularla yapılacaktır. Bununla ilgili kuralları da burada tesbit etmiş olacağız.
F. TARİHTE EVRİM
Medeniyetler iki medeniyetin sentezinden doğar. Canlılarda olduğu gibi iki medeniyet eşleşerek yeni medeniyet oluşur. Bu medeniyetlerin ömrü biner yıldır. İlk uygarlık Mezopotamya’da doğmuştur. Kuzeyden gelen Sümerlerle yerli halk birleşerek ilk kent uygarlığını oluşturdular. Bu uygarlığı Hazreti Nuh başlatmış oldu. Sonra İbraniler ikinci uygarlığı kurdular. Bunu Hazreti Musa başlatmış oldu. Üçüncü uygarlık Hıristiyanlıktır. Bunu Hazreti İsa başlatmıştır. Dördüncü uygarlık Kur’an uygarlığıdır. Hak uygarlığı 500. yılında en yüksek seviyeye ulaşır. Bu esnada batıda kuvvet uygarlığına dönüşmeye başlar. Mısır, Yunan, Bizans ve Avrupa medeniyetleri bunlardandır. Bunların ömürleri de biner yıldır. Şimdi “I. Kur’an Medeniyeti” son bulmuş, “II. Kur’an Medeniyeti” başlamak üzeredir. IV. kuvvet uygarlığı en yüksek seviyededir ve çökmeye başlamıştır.
III. BİN YIL UYGARLIĞI
“III. Bin Yıl Uygarlığı” Avrupa Uygarlığı ile I. Kur’an Uygarlığı’nın sentezinden doğacaktır. İşte “Adil Düzen” bu iki uygarlığı sentez çalışmalarından başka bir şey değildir. Eski uygarlıkları peygamberler kurdular. “III. Bin Yıl Uygarlığı” ise peygambersiz kurulacak ilk uygarlıktır. Tarihte biz de ilklerden olacağız. Bundan sonrakiler bizim yolumuzu izleyeceklerdir. Görevimizin ne kadar zor ve kutsal olduğunu takdir etmelisiniz.
II. TÜRKİYE’DE EVRİM
A. TARİHTE TÜRKLER
a) Uygarlığa Türklerin Katkısı
Tarihte bütün uygarlıklar Ortadoğu’da kurulmuştur. Mezopotamya ile Roma arasında kalmıştır. Türkler kuzeyde Orta Asya ve Kafkaslar’da yaşamışlardır. İlk göçü Sümerler yapmışlardır. İkinci göçü Azeriler yapmışlardır. Kur’an’da geçen İbrahim’in babası Azer adı öz adı değil, ırk adıdır. Öz adı Tarih’tir. Böylece İbrani Uygarlığı doğmuştur. İslâm dini Arabistan’da Kureyşliler arasında ortaya çıkmıştır. İslâm Uygarlığı ise Türklerin İslamiyet’i kabul etmeleri ile başlamıştır.
b) Gelecek Uygarlığa Türkiye’nin Katkısı
1000 tarihlerinde Selçuklular kurulmuş ve 1071’de Bizans fethedilmiştir. Bizans’ın çökmesi bir ırkın diğer ırkı yenmesi şeklinde olmamıştır. Sadece yönetim değişmiştir. İki uygarlık 1923’e kadar birlikte yaşamıştır. İşte bu durumda İslâm Uygarlığı ile Batı Uygarlığı’nın sentezine Türkiye beşik olmuştur. Hazreti İbrahim ile Hazreti Davut arasında da bin yıl geçmişti. Demek ki “III. Bin Yıl Uygarlığı”nın sentezi 1071’de başlamıştır.
c) Anadolu’da Devlete Bağlı Din
İSTANBUL’u fetheden Fatih Sultan Mehmet İslâm Uygarlığı’nı zirveye çıkarmıştır. Kanunnameleri ile yönetimde sentez başlatmıştır. Bu sentezin ortak noktası devlete bağlı din anlayışıdır. Roma’da ise tersine dine bağlı devlet vardı. Gerek Bizans gerek Osmanlı dine son derece saygılıdır, ama din adamları devlet başkanına bağlıdırlar. Bu anlayış hâlâ devam etmektedir. Türkiye’ye özgü lâiklik anlayışı Bizanslılardan gelir.
B. BUGÜN TÜRKLER
a) Hak Uygarlığına Hazırlık
Hak uygarlıkları “Milat”la tarihlenebilirler. Ancak uygarlığı hazırlayan peygamberler ise birkaç asır önce gelirler ve hazırlık yaparlar. Hazreti Nuh M.Ö. 3300 yıllarında geldi. Hazreti Musa M.Ö. 1200 yıllarında geldi. Kur’an Milattan sonra 600 yıllarında indi. Yani birkaç yüzyıl önceden gelen peygamberler uygarlıkların doğmasına hazırlık yaptılar. Hazreti İsa’dan önce Hazreti Yahya ve Hazreti Zekeriya gelmişlerdi.
b) “III. Bin Yıl Uygarlığı”na Türkiye’nin Hazır Olması
Şimdi soru şudur: Acaba “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı kim yapacak, hangi kavim yapacaktır?
İslâm Uygarlığı ile Batı Uygarlığı’nı kim sentez edecektir? Hangi kavim buna hazırlanmıştır?
Türk tarihine baktığımızda bu görev Türk Milletine verilmiştir. Şöyle ki:
Anadolu’nun fethi, İstanbul’un alınması, Viyana’lara kadar gidilmesinin yanında, Türkiye 1800’lerden beri Batı’yı öğrenmeğe başlamıştır. 1800’lerde Batı tipi ordu kuruldu. Sonra Tanzimat Fermanı ile Batı benzeri kurumlar getirilmeye başlandı. II. Abdülhamit Batı tipi üniversiteler kurdu. Bir asır böyle geçti. 1900’lerde II. Meşrutiyet geldi, İslam düşmanlığı ortaya çıktı. İçtihat sistemini Müslümanlar diriltmek zorunda kaldılar. 1910’larda Osmanlı yıkıldı, Kuvva-yı Milliye ortaya çıktı. Bu Hakimiyet-i Milliyenin başlangıcıdır. 1920’lerde Türkiye Cumhuriyeti kuruldu ve Anadolu İslâmiyet bakımından saflaştı. 1930’larda Mustafa Kemal resmen “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı hedefledi. “Muasır medeniyetin fevkine çıkacağız, elimizde tuttuğumuz meş’ale müspet ilimdir.” dedi. 1940’larda Türkiye çok partili sisteme geçti ve halka kendi tercih imkanı verildi. 1950’lerde halk İslâmiyet’i tercih etti. Menderes “Türkiye Müslümandır, Müslüman kalacaktır.” dedi. Arapça ezana bütün ulusça dönülmesiyle bunu tescil etti. 1960’larda Müslümanlar örgütlenmeye başladılar.
1933’lere kadar İslâm düşmanlığı vardır. 1933 ile 1967 arasında Müslümanlar beklemede oldular. 1967’de ise Müslümanlar atağa geçtiler. 1970’lerde Müslümanlar iktidara ortak oldular. 1980’lerde Kenan Evren Türk devletinin siyasetini İslâmlaştırdı. 1990’larda Müslümanlar iktidar olup koalisyon kurdular. 2000’li yıllarda Müslümanlar Anayasa ekseriyetini aldılar.
1960’larda atağa geçen Müslümanlar Akevler’de ilmî faaliyete başlamıştır. Nur şakirtleri dinî ekoller kurmaya başladılar. Millî Görüşçüler siyaset yaptılar. Daha sonra Anadolu holdingleri oluştu. 1960’larda Türkiye uygarlıkta en geride iken, bugün kendisini göstermiş durumdadır. 1960’larda Türkiye’de Müslümanlar en geri durumda iken, bugün en ileri seviyededir. Dinde, siyasette, ilimde ve halk ekonomisinde başa güreşiyorlar. İşte bütün bu gelişmeler Türk Milletinin “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı kurmakla görevli olduğunu gösterir. Mehmet Akif’in, “Asrın idrakine Kur’an’ı söyletmek.” Mustafa Kemal’in, “Müspet ilmin meşalesinde muasır medeniyetin fevkine çıkmak.” sözleri Türkiye’de söylenmiştir. Bunun okulunu Bediüzzaman kurmuştur.
c) Türkiye Şimdi “Adil Düzen” Arifesinde
2000’li yıllara gelmeden önce Müslümanlar Batı Uygarlığı içinde İslâmiyet’i yaşamak istediler. Kendileri “Adil Düzen”i uygulamadılar, çünkü kendileri bilmiyordu. Şartlar da müsait değildi. 2000 yılından sonra artık “Adil Düzen”e göre müesseseler kurulacaktır. 21. yüzyılın ilk yıllarında Türkiye “Adil Düzen”e geçecektir. Bu tarihin gelişi nedeniyle böyledir. İlâhî takdir böyle olduğu için böyledir. 21. yüzyıla girerken Türkiye’nin bütün halkı İslâm ile barışık haldedir. Artık İslâm düşmanı ne parti vardır, ne de bir grup. Tek tük çıkan çatlak sesler dışında tüm Türk halkı şunda ittifak etmiştir: Türkiye Batı Uygarlığı’nı alacaktır. Türkiye Müslüman kalacaktır. Yani Türkiye Batı-İslâm sentezine hazır demektir. Asrın idrakine Kur’an’ı söyletip müspet ilmin meş’alesinde muasır medeniyetin fevkine çıkmaya hazır demektir. Ben burada “Müslüman” deyince yalnız namaz kılanları kastetmediğim gibi, yalnız Kur’an’a inananları da kastetmiyorum. Hakkın üstünlüğünü kabul eden herkes “Müslüman”dır. Bu kimse Budist de olsa böyledir.
d) Batı Modeli Türkiye’nin Ömrü
Türkiye’de müsbet ilme dayalı ilk ekolü Bediüzzaman kurmuştur. Sonra Fethullah Gülen tarafından geliştirilerek bugün dünyada örgütlenmiştir. Eksiklikleri vardır. Bu ekol Kur’an öğretilerine göre çalışmıyor. Sonra İzmir’de “Akevler” kuruldu. Müsbet ilmin idraki ile söyletilen Kur’an muasır medeniyetin fevkine çıkma yolunda ilmî faaliyetlere başlamıştır. Hâlen bu faaliyetler sürdürülmektedir. Kur’an metodu ile çalıştığı için henüz yaygınlaşamamıştır. Sonra Necmettin Erbakan 1969’da siyasi organizasyona geçti. Dünyaya etki ederek bugünkü duruma gelindi. Eksiği, bunlar da partilerini “Adil Düzen”e göre yönetmediler. O zaman öyle gerekiyordu. Ama artık o sistemin ömrü sona erdi. Sonra Yimpaş ve Kombassan ekonomide büyük başarılar elde ettiler. Bunların da eksiği Batı modeli içinde ortaklık kurmak olmuştur. O zaman öyle gerekiyordu. Artık o sistemler Türkiye’de ömrünü doldurmuştur.
e) “Adil Düzen”in Başlama Yeri
Şimdi ne olacak? Tarihi gelişme bize göstermektedir ki İnsanlığa “Adil Düzen” gelecektir. İnsanlığı “Adil Düzen”e götürecek ilk hareket Türkiye’den başlayacaktır. Çünkü bu iki uygarlığı sentez edecek başka bir ulus yoktur. Harf inkılâbını yapmış başka bir İslâm ülkesi yoktur. Bu “III. Bin Yıl Uygarlığı” 21. yüzyılın ilk yıllarında ortaya çıkacaktır. Türkiye “Adil Düzen”e istese de istemese de geçecektir. Bu ilâhî takdirdir, tarihî zorunluluktur.
C. TÜRKİYE’Yİ BEKLEYEN TEHLİKE
a) “Adil Düzen”i Halk Kurar
Şimdi şu soru sorulacaktır: Acaba “Adil Düzen”e nasıl geçilebilir? Bunun için iki yol vardır.
Biri, halkın “Adil Düzen”e geçmesidir. Sağlıklı yol budur. Yani halk önce ekonomik işletmeleri ile “Adil Düzen”e geçmelidir. Sonra buradan gelecek imkanlarla “Adil Düzen”de ilmî çalışmalarını tamamlamalıdır. Programı projelendirmelidir. Sonra dinî cemaatler vasıtasıyla bunu halka anlatmalı ve inandırmalıdır. Ondan sonra halk kendi siyasi partilerini zorlayarak “millî mutabakat hükümeti” ile devlet çapında “Adil Düzen”e geçilmelidir. Sağlıklı yol budur. Bizim partiye ihtiyacımız vardır. Ancak bu parti iktidarı hedeflememelidir. Bu parti halkı organize edip “Adil Düzen işletmeleri”ni kurmalarına yardımcı olmalıdır. “Adil Düzen”de ekseriyet iktidarı yoktur. “Adil Düzen”i benimseyen parti bu düzende iktidar olamaz. Olursa orada duramaz, iner. “Adil Düzen”i benimseyenler zalim düzende zalimane işlere devam edemezler.
b) Tarihte Yahudilerin Etkisi
Bununla beraber Türkiye Cumhuriyeti’nin ömrü biçilmiştir ve şimdi kurban edilmek istenmektedir. Bunu iyi anlamak için yine tarihe dönelim. Allah İbranilere tarihte görev vermiştir. İnsanlığı fesatları ile de olsa dürtmek ve uyarmak, böylece ileriye götürmek onların işidir. Mısır Uygarlığı Yusuf Peygamber’in uyarıları ile ileri uygarlığa ulaşmıştır. Roma Uygarlığı Kıbrıslı Zenon adı verilen bir Yahudi’nin kurduğu Stoa ekolünün eseridir. Hıristiyanlık sonradan Hıristiyan olan bir Yahudi olan Pavlus’un etkisiyle oluşmuştur. Bugünkü Avrupa Uygarlığı da Yahudi uygarlığıdır.
c) Yahudilerin Tek Devleti
Yahudiler ticaretle geçinen yoksul, düşük, oradan buraya sürülen bir kavim idiler. Amerika’nın keşfi ile Avrupa’da ticaret gelişti. Meslekleri olduğu, İslâmiyet’i bildikleri ve dünyada her yerde yayılmış oldukları için ticareti ellerine geçirdiler. 1500 yıllarından sonra Avrupa’yı onlar yönetiyor. Önce krallıkları icat ederek derebeyliği ortadan kaldırdılar. Sonra cumhuriyeti getirip krallıkları bertaraf ettiler. Sonra kapitalizm ve sosyalizmle cumhuriyetleri de bertaraf ederek bir dünya devleti kurma çabasındadırlar. Onlara göre diğer insanlar ne yapsalar, Yahudi değilseler cennete gidemeyeceklerdir. Onlara göre diğer insanlar birer hayvan durumunda olduğu için onların aileye, dine, milliyete ve mülkiyete ihtiyaçları yoktur. Kreşlerde büyüyen birer canlı olarak onların fabrikalarında çalışacak, yevmiyelerini alacak ve geçinecekler. Yahudiler ise dünyayı yönetecekler. Paraları ile yönetecekler. İşte bunların hedefleri budur.
d) Türkiye’ye Biçilen Ömür
Bu hedefe ulaşmak için 1897’de Basel’de akdettikleri kongrede şu kararları aldılar: Birinci Cihan Savaşı çıkarılacak ve İmparatorluklar yıkılacak. Böylece İsrail devletinin kurulması için yurt ayarlanacak. Bu arada Türkiye’de bir ateist devlet kurulacak ve bu bir asır yaşayacak. 1997’de yıkılacak ve topraklarının bir kısmı İsrail imparatorluğuna verilecek. Rüşvet olmak üzere Kuzeyde Pontus devleti kurularak Ruslar susturulacak, Batıda Bizans imparatorluğu kurularak Batı susturulacak. Türkiye o zamana kadar yaşatılacak, çünkü böyle yapılmazsa sonra bu topraklar Hıristiyanlardan zor alınır. İkinci Cihan Savaşı çıkarılacak ve Yahudiler İsrail’e göçe zorlanacak. Yoksa oraya göç toplamak mümkün olamazdı. Bu savaşta Türkiye tarafsız kalacaktır.
e) Türkiye’nin Yok Edilmesi
Türkiye’nin güçlenip de sonra zorluk çıkarmaması için önce ateist tek parti, sonra da on yılda bir sistematik darbelerle geri bırakılan bir Türkiye yaşatılmalıdır. 1997 yılında Türkiye’yi yıkmak için neler yapılmalı idi? Türkiye’nin ekonomisini IMF formülleri ile çökertmek, halkı Müslüman-lâik, Şii-Sünni, Kürt-Türk, Kemalist-antikemalist, ilerici-gerici gruplara bölüp çatıştırmak ve orduyu bölüp iç savaşı çıkarmak. 28 Şubat bu planın bir adımı idi. Ekonomisi ve iç savaşları ile zayıflatılan Türkiye’yi Müslüman komşuları ile savaştırmak. Bunun için önce İran Irak’a katılacak ve güçlü Irak Türkiye’ye saldıracaktı. Bunu başaramayınca da Türkiye ile İran’ı kapıştırmayı hedeflediler. Teskere hikâyeleri işte bu savaşı çıkarmak idi. Hâlâ da ABD bu planların peşindedir. Çünkü biliyor ki ABD ne Türkiye’yi ne de İran’ı kendi ordusuyla yenemez. Türk Ordusunun iz’anı ile bu badireleri atlatarak buraya kadar geldik.
f) Dünyanın İkiye Bölünmesi
Şimdi ABD ne istiyor? Ortadoğu’daki büyük devletler yıkılacak, her biri on milyonun altında silahtan arındırılmış federe devletler olacaktır. İsrail en modern silahlarla teçhiz edilecek ve Ortadoğu’da bir İsrail Devletler Birliğini kuracaktır. İşte Körfez Savaşları’nın hedefleri budur. Sonra Orta Asya, Afganistan ve Belucistan yoluyla dünyayı doğu ve batı olarak ayıracaktır. Bu arada Müslüman ülkeleri de ikiye bölüp oralarda eritecektir. Böylece Anadolu’dan haraç kesecektir. Hakimiyetini böylece tesis edecektir. Amerikan kuleleri bunun için yıkıldı. Hedefi Amerikan Yahudilerini Ortadoğu’ya taşımaktır.
Bu plan başarıya ulaşacak mıdır? Bunun cevabı önemlidir. Bu planın merkezinde Türkiye ile İran vardır. Türkiye ve İran sıkı sıkıya birbirine bağlanır ve ortak savunmaya geçerlerse ABD’nin bu hedeflere varması mümkün değildir. Bunun için “Adil Düzen”in hemen uygulamaya konması gerekir. Yoksa 18 milyon işsizi olan, 200 milyar dolar dış borcu olan, yargısı işlemez olmuş, medyası Türkiye aleyhinde olan bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti varlığını sürdürmez. Türkiye “Adil Düzen”i kabul ederse İran onun yanında yer alacaktır. Avrupa Birliği onları destekleyecektir. Rusya ve Çin de bu tarafta yer alacaktır. Türkiye Devleti yıkılmaktan kurtulacaktır.
g) Türkiye’nin Akıbeti
Türkiye Devleti “Adil Düzen”i kabul etmezse Türkiye Cumhuriyeti Devleti yıkılacaktır. Bu müsbet ilmin ve Kur’an’ın açıkça bildirdiği sonuçtur. Allah görevlendirdiği ulusun keyfine göre hareket etmesine izin vermez. Allah Türkiye’yi “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı kurmakla görevlendirdi. Türkiye bunu yapmak zorundadır. Ama bugünkü Türkiye Cumhuriyeti bunu yapar mı? Yapmazsa yıkılıp gider. Yeni Türkiye Cumhuriyeti o işi yapar. Evet, “Adil Düzen” kanla da olsa, kansız da olsa gelecektir. Bu kanı Adil Düzenciler akıtmayacak, Adil Düzen düşmanları akıtacaklardır. Adil Düzenciler de kusurları nisbetinde zarar göreceklerdir.
D. TÜRKİYE’NİN KURTARILMASI
Türkiye “Adil Düzen”le Kurtulur
Şimdi Türkiye Cumhuriyeti yıkılmadan “Adil Düzen” nasıl gelebilir?
Bunun gerçekleşmesi için Allah bu millete her şeyi vermiştir.
a) AKP
“Adil Düzen”i AKP getirebilir. Bunun için Adil Düzencilerle işbirliği yapmaları yeterlidir. Neler yapılması gerektiğini bu çalışmalar belirleyecektir. ESAM daimi araştırma merkezini kurmalı ve AKP’ye tebliğ yapmalıdır.
b) CHP
“Adil Düzen”i CHP getirebilir. Bunun için CHP’nin Adil Düzencilerle işbirliği yaparak kendine göre de olsa bir “Adil Düzen”i oluşturup ana muhalefet partisi olarak Meclise getirirse AKP bunu reddedemez. Yine Türkiye Cumhuriyeti Devleti yıkılmadan “Adil Düzen” gelir.
c) SP
Saadet Partisi “Adil Düzen”i getirebilir. Şöyle ki; ESAM’ın hazırlayacağı “Adil Düzen”i kendisine program yapar. Türk milletine anlatır. Yeni uygarlık heyecanını duyan halk yerel seçimlerde Saadet Partisi’ni birinci yapar. Bu durumda 100 kadar milletvekili Saadet Partisi’nde görev alır, zorunlu olarak “Millî Mutabakat Hükümeti” kurulur ve “Adil Düzen”i Türkiye’ye getirebilir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti yıkılmaktan kurtulur.
d) Ordu
Türk Ordusu “Adil Düzen”i Türkiye’ye getirebilir. Bunun için Harp Akademisi’nde bir kürsü kurmalıdır. “Adil Düzen Kürsüsü” olmalıdır. Burada “Adil Düzen” ordunun katkıları ile son şeklini almalıdır. Millî Güvenlik Kurulu’nda hükümete tavsiye etmelidir. Partilerin ve Milletin Türk Ordusuna güveni vardır. Böylece Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yıkılmaktan kurtarabiliriz. Bunun için Adil Düzencilerle Ordunun işbirliği yapması gerekir. Ordu bizi dinlesin. Sorunlar çok kolay çözülecektir. Ama kendi milletinden kaçan ordu, ona hasmane tavırlar takınan ordu, başörtüsü ile, Kur’an kursu ile millete karşı takdim edilen ordu devletini koruyamaz.
E. ACİLEN YAPILACAKLAR
Acilen neler yapılmalıdır?
Halka kredi ile işsizlik;
a) Halka kredi ilkesiyle üç ay içinde işsizlik bitirilebilir.
Faizsiz borçlanma ile dış borç;
b) Dış borcu iç borca çevirmek, nakit borcu mal borcuna çevirmek, borcu iştirake çevirmek ve TL’yi uluslararası para hâline getirmek suretiyle dış borç iki yıl içinde sıfırlanabilir.
Hakemlikle yargı;
c) Yargıda hakemlik sistemini getirerek adil yargı düzeni altı ay içinde tesis edilebilir.
Medya kooperatifleri ile medya sorunları çözümlenmelidir.
d) Basın işletmeleri yazarlara verilecek kredilerle kurulacak medya kooperatiflerine dönüştürülür. Nasıl bankalar için anonim şirketi olma zorunluluğu varsa, basın kuruluşları için de basın kooperatifleri olma zorunluluğunu getirir ve millî basın kurulmuş olur. Bu iş de bir yıl içinde tamamlanır. Serbest millî basını olmayan bir ülke yaşayamaz.
III. ESAM NE YAPMALI?
A. BEKLEYECEĞİZ
Öğrenecek, yapacak, anlatacak ve bekleyeceğiz.
Kur’an bize ne diyor? Kur’an diyor ki; “Adil Düzen”i öğrenmeye, uygulamaya, tebliğ etmeye devam edin. Ondan sonra bekleyin, siz hiçbir şey yapmayın, biz onların hesabını görürüz. Hazır iseniz biz sizi iktidar ederiz. Sizin iktidara talip olmaya hakkınız yoktur. Çünkü o zaman düzen değil de kişiler savunulmuş olur.
B. HAZIRLANACAĞIZ
Şimdi ESAM ne yapacaktır? Asıl konuya geldik.
Biz bizden sorumluyuz. Başkalarının yaptıkları bizi ilgilendirmez.
Dergi Çıkaracağız
1) ESAM haftalık bir dergi çıkarmalıdır. Dergi bütün vatandaşların alabileceği ucuzlukta olmalıdır. Gazete olmaz, çünkü gazete hem saklanamıyor hem de pahalı oluyor. Dergi satışından gelen meblağların ¼’ü matbaaya, ¼’ü yazarlara, ¼’ü dağıtanlara ve ¼’ü de ESAM’a kalmalıdır. ESAM bunu abone bulma karşılığı almalıdır. Dergi 32 sahife olmalıdır. Her sahife sorumlu bir yazara verilmelidir. Sayfa sorumluları değişik görüşleri paylaşmalı, yazarlar yazıları onlara göndermeli, onlar yetkili olmalıdır. Okuyucular bir sorumluyu seçmelidirler. Aboneleri arttıkça sayfa ve pay o nispette artmalıdır. ESAM üyeleri dergiye abone olmalıdır. Aldığı dergiyi komşularına okutup abone olanları abone etmelidir. Abone olmayanlardan dergiyi geri alıp başkasına okutmalıdır. Bu bizim birinci vazifemizdir. Bilgilerimiz bir araya böyle gelir. “Adil Düzen’in İlmî Çalışması” ülke çapında başlamış olur.
Mala-Mal Marketini kuracağız
2) ESAM Dergi aracılığı ile Adil Düzen girişimcilerini bir araya getirerek “Konsinye Satış Mağazaları” ile “Mala-Mal Market Mağaza Ortaklıkları” kurmalarına yardımcı olmalıdır. Ülke çapında “Mala-Mal Marketleri”ni kurduğumuz zaman, birikecek halk sermayesi ile kasalar dolar ve altınla dolacaktır. Kısa zaman sonra dış borçları biz öder, devletin yağmaladığı KİT’leri ve hazine topraklarını halk ortaklıklarına aldırarak kurtarabiliriz. Türkiye canlı iken parçaları kesiliyor.
Sosyal yardımlaşmayı sağlayacağız
3) ESAM kurduğu “Mala-Mal Marketleri”nin gelirleri içine sosyal fon koyacaktır. Bu sayede aç olan insanların ülke çapında doymalarına yardımcı olacaktır. Her mağaza kendi müşterilerinden yoksul olanları tesbit edip destekleyecektir. Böylece bu uygulama sayesinde âfet ve savaş zamanlarında da dayanışmayı sağlayacaktır.
Siyasi partileri sermayenin esaretinden kurtaracağız
4) Nihayet ESAM siyasi partilerin hepsine dergide sahifelerini açtığı için onların görüşlerini ortaya koyma, kritiklerden yararlanma, taraftarlarına ulaşma ve dergiye ortak üyeleri sayesinde ESAM’dan yararlanma imkanı verilerek “Millî Mutabakat Hükümeti”ne doğru giden siyasete yardımcı alacaktır. Bir partiye değil, bütün partilere istihkakları nisbetinde yardımcı olacaktır. Uzak olmayacaktır. Siyasi partiler “Mala-Mal Marketleri”nden üyelerine göre pay alacaklardır.
ESAM bir ilmî kuruluş olacaktır
ESAM bir partinin yan kuruluşu görünümünden gerçekten kurtulmalıdır. Bunu Saadet Partisi’nden uzaklaşmak şeklinde değil, tam tersine diğer partilere de aynı derecede yaklaşmak suretiyle yapacaktır.
Tek şartımız vardır: Biz onları seviyoruz, onlar da bizi sevsin. Biz hayırda herkesle işbirliğinde varız, şerde herkesten uzağız; onlar da hayırda bizimle olsun, şerre bizi ortak etmesinler. Biz her söze kulak verir, en iyisine uyarız. Onlar da bizi dinlesinler, onlara göre iyi değilse bize uymasınlar. Ama dinlesinler, bize de söyletsinler.
Çalışmak bizden, başarı Allah’tandır.
“ADİL DÜZEN ÇALIŞANLARI” adına
Elek. Yük. Müh. SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
“ANKARA’DA MERKEZ KURULMASI” VE “ANKARA ADİL DÜZEN SEMİNERLERİ”
Muhterem Hasan Hacıbektaşoğlu’nun şahsında ilgili arkadaşlara sesleniş!
İnsanlık buhran içindedir. “Sosyal Tufan”ın içine girmiştir. İnsanlığı bu sosyal âfetten kurtarmanın tek yolu vardır. Bu yol “Asrın idrakine Kur’an’ı söyletmek” ve “Müsbet ilmin meş’alesinde muasır medeniyetin fevkine çıkmak”tır. Bu da ancak “Adil Düzen” ile mümkündür.
Demokrasi, halkın kendi kendini yönetmesidir. Bu da ancak “içtihat ve icma müesseseleri” ile olabilmektedir. Bunun adı “şeriat”tır. O halde gerçek demokrasi “şeriat düzeni”nde vardır.
Lâiklik, çoğunluğun azınlığı ezmemesidir. Başkalarına zararlı olmayan işlerde halkın istediği gibi yaşamasıdır. Bu da ancak “tarafsız, bağımsız, etkin ve saygın yargının üstünlüğü” ile gerçekleşir. Bunun adı “Adil Düzen”dir. Ekseriyet sisteminde atanmış yargıçlarla lâiklik olamaz.
Sosyal devlet, halkı barış içinde yaşatmaktır. Herkese iş ve herkese aş bulan devlet demektir. Bu da halka faizsiz kredi verildiği ve altyapı hizmetlerinin karşılıksız olduğu, devletin kamu hizmetini vergi karşılığı halka karşılıksız yaptığı bir düzende mümkündür. Barış herkesin karnı doyduğu yerde olabilir. Bunun da adı “İslâm nizamı”dır.
Liberal düzen demek, herkesin mevzuata uygun olmak üzere her şeyi yapabildiği, kimsenin kimseyi yapmasından alıkoyamadığı, haksızlık yapmışsa yaptıktan sonra yargı tarafından tecziye edilmesi demektir. Buna “hak düzen” ya da “hukuk düzeni” denir.
Kurtuluşun “demokratik, lâik, sosyal ve liberal hukuk düzeni”nde olduğunu bugün Batı da kabul etmiştir. Anayasalarına bu kavramları yerleştirmiştir. Ne var ki, “ekseriyet sistemi” ile “lâiklik” bağdaşmaz. Sömürü sisteminde sosyallik olmaz. Bu sebepledir ki insanlık çökmekte ve tufan seviyesindeki âfetler bütün dünyanın kapısını çalmış bulunmaktadır.
Biz “Akevler kurucuları” 1967’den beri insanlığı kurtaracak “Asrın idrakine Kur’an’ı söyletip” “Müspet ilmin meşalesinde muasır medeniyetin fevkine çıkmak” yolunda çalışmaya başladık. Bu çalışmalarımıza “Risale-i Nur Şakirtleri” ile “Millî Görüşçüler” ortak olmuşlardır.
“Adil Düzen”e destek vereceğinize inandığımız siz kardeşimize aşağıdaki önerimizi getirmek zorunda kaldık. Sizi rahatsız etmiş olabiliriz. Allah’tan afv dileriz.
İzmir’de her Pazar öğleden sonra ikindiye kadar toplanıp “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nın son görüşmelerini yapıyoruz. Ayrıca haftada beş gün akşamları “Kur’an’ın müsbet ilme göre meal ve yorumu” üzerinde çalışıyoruz. Bu çalışmanın dörtte üçü tamamlanmıştır.
İstanbul’da her Cuma günü saat 19’da Üsküdar’da toplanarak haftalık güncel olayları görüşmekteyiz. Cumartesi günü de saat 18’de Yeni Bosna’da Kur’an’ın asrın idraki ile yorumunu yapmaktayız. Nitekim “218. Seminerimizi” 18-19 Temmuz 2003 günlerinde yaptık.
Eksiğimiz; Ankara’da henüz böyle bir çalışma yapamamış ve oradaki siyasilere “Adil Düzen”i ulaştıramamış olmamızdır. Eğer Kooperatifimiz Anakara’da 100.000 dolarlık “Bir Merkez” kurabilirse o zaman Pazar günleri de “Ankara’da Haftalık Seminer” yapma imkanı bulacak ve biz Ankara’da da tebliğ görevimizi yapmış olacağız. Biz kiralık yerlerde Cuma namazının kılınamayacağı görüşünde olduğumuz için kiralık yerlerde sosyal faaliyet göstermiyoruz.
100 ortağı 1000’er dolarla ortak ederek “Ankara’da Ortak Bir Merkez” alacağız. Buradaki ortaklık payı devam edecektir. Ortağımız çalışmalarımızı beğenmezse belli müddet içinde payını alıp gidebilecek ve onun yerine yeni ortak alınacaktır. Yeni ortak bulunamazsa bina satılacak ve herkese ne kadar pay düşerse o verilecektir. Tapu kooperatifte olacak, bina ortakların olacaktır. İzmir’de 25 yıldır böyle bir yapımız vardır. 200 ortaklıdır. Bu binamız “Selâmet Konağı” olarak adlandırılmaktadır.
5 ortak bulan “Kurucu Ortak” olacaktır. Bir kurucu ancak 20 ortağı ortak edebilecektir.
Ben Süleyman Karagülle; yaşlı ağabeyiniz olarak aşağıdaki 20 kişiden yirmişer ortak bulmaları için çalışmalarını istiyorum. Yeter sayıda ortak bulunmadan para alınmayacaktır. Baştan bono senetleri vermek şartı ile paylar ayda 100 dolar olarak da ödenebilecektir.
Sözleşme daha sonra ortaklar arasında istişare edilerek hazırlanacak, paralar ondan sonra alınacak, yerle anlaşma yapıldıktan sonra paylar toplanmaya başlanacaktır.
“ADİL DÜZEN ÇALIŞANLARI” adına
Elekt. Yük. Müh. Süleyman Karagülle
YİRMİŞER ORTAK BULACAK KARDEŞLERİMİZ:
01. Hasan Hacıbektaşoğlu 02. Reşat Erol 03. Hakan Kandal 04. Hasan Özket 05. Yaşar Gönül 06. Gürsoy Erol 07. Melik Özmen 08. Selahattin Öztürk 09. Harun Özdemir 10. Süleyman Akdemir 11. Ahmet Baykurt 12. Mustafa Büyükbebeci 13. Gürsel Kartal 14. Yasin Kılar 15. Nurettin Sarı 16. ……...……. 17. ….…...….. 18. ……..…… 19. ……………. 20. ……….