1967...1968...1969....AKEVLER 42 YILDIR ÇALIŞIYOR....2007...2008...2009
BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...
SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...
ADİL DÜNYA DÜZENİ 504
“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)
“ADİL DÜNYA DÜZENİ YENİ BİR MEDENİYET PROJESİDİR.”
Haftalık Seminer Dergisi 04 Nisan 2009 Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!
BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR... ÇOĞALTABİLİR... DAĞITABİLİRSİNİZ...
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 504. SEMİNER
“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)
“İ L İ M TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
Bu dersin tamamı Yenibosna’da C.tesi günü 18.00-21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...
Gayemiz ve Hedefimiz; Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır. Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL
***
*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;
İSLÂMİYET VE KÜRDİSTAN
ATLANTI BELEDİYESİ ADAYI
AFET ve TEDBİR
***
*İŞLETME SEMİNERLERİ; 52. SEMİNER
Her Hafta PERŞEMBE akşamları; Adres: EMİNEVİM, Kısıklı Cad. No: 36 Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL Tel: (0216) 444 36 46
KAYIT DIŞI EKONOMİ
***
Seçim, geçim ve sistem
Seçim sonucu: Bu böyle gitmez!
Kriz, yoksulluk, yolsuzlukla yaşamaya devam!
Reşat Nuri EROL
***
RA’D SÛRESİ TEFSİRİ - 11
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
أَفَمَنْ يَعْلَمُ أَنَّمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ كَمَنْ هُوَ أَعْمَى إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ(19) الَّذِينَ يُوفُونَ بِعَهْدِ اللَّهِ وَلَا يَنقُضُونَ الْمِيثَاقَ(20) وَالَّذِينَ يَصِلُونَ مَا أَمَرَ اللَّهُ بِهِ أَنْ يُوصَلَ وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ وَيَخَافُونَ سُوءَ الْحِسَابِ(21)
وَالَّذِينَ صَبَرُوا ابْتِغَاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَأَنفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً وَيَدْرَءُونَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ أُوْلَئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِ(22)
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ آبَائِهِمْ وَأَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَالْمَلَائِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِمْ مِنْ كُلِّ بَابٍ(23) سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِ(24)
وَالَّذِينَ صَبَرُوا
(elLaÜIyNa ÖaBaRUv)
“Sabreden kimseler.”
Lub sahibi olan kimseleri tavsif ederken, iki “Ellezîne” getirilmiş ve Adil Düzen Çalışanlarını ikiye ayırmıştır. Bunlardan biri Adil Düzen çalışanlarıdır, ilim yapanlardır. Dört delile dayanarak zamanımızın sorunlarını çözen ve ilmî çalışmaları yapanlardan bahsetmiştir. İkinci grup ise bunlara maddeten katkıda bulunanlardır. Yani bedenleri ile ilim yapanlar ve diğer grup ise maddeten bu çalışmalara katılanlardır.
Şimdi üçüncü “Ellezîne” gelmiştir. Ne var ki yukarıdaki atıflar yapıldığı halde, burada atıf “men ya’lamu”ya yapılmıştır. Mübteda haber cümlesi getirilmiştir. Bunlar “Adil Düzen”i kabul eden topluluklardır. Yani halktır. Bunlar “Adil Düzen”e katılmazlar ama yaşarken, seçerken “Adil Düzen”i benimseyenler iktidar ediliyorlar.
Adil Düzen Çalışanları kimlerdir? Kısaca buna temas edelim.
a) Türkiye Tanzimat’la Batılılaşmaya başladı. Türkiye’yi yıkmak amacı ile Türkiye’de azınlıklara haklar tanımak şeklinde ortaya çıktı. Sonuç ne oldu? Osmanlı İmparatorluğu yıkıldı. Osmanlıların mücadelesinin sonucu imparatorluk ortadan kalkmı
b) ştır. Ama onların yetiştirdiği kadro ile Türkiye Cumhuriyeti devleti kuruldu. Birinci hamlede Cumhuriyeti kuranlar Adil Düzen adımını atmışlardır. Türkiye’nin siyasi bağımsızlığı, ekonomik bağımsızlığı ve Adil Düzene doğru atılan adımlar vardır.
c) Bundan sonra Adil Düzen Çalışmaları açısından Demokrat Parti de ele alınabilir. Türkiye demokrasiyi getirme konusunda Adalet Partisi ve DYP de adımlar atmışlardır. Turgut Özal onlarla senelerce çalışmış, Millî Selâmet Partisi’nin İzmir adayı olduktan sonra Adil Düzen için çok olumlu uygulamalar yapmışlardır.
d) Milliyetçi Hareket Partisi’nin de Adil Düzene doğru adımları vardır. Türklük ideali anlayışı içinde Adil Düzenin gelmesini istemiştir.
e) Hâsılı, gerek Osmanlıcılığın devamı olan CHP yani cumhuriyetçiler, gerek Batıcıları temsil eden DP grubu, gerekse Türkçülüğü temsil eden Milliyetçi Hareket Partisi Türkiye’ye Adil Düzenin gelmesi için çaba göstermişlerdir. Sömürü sermayenin baskısı sonucu İslâmcılar yıllarca dışlanmıştır. İslâmcılar da bunlara katılmış ve takiyye yapmışlardır. Sonunda Millî Görüşçüler ortaya çıkmış, Adil Düzeni tanımlamış ve sistem olarak koymuşlardır.
Türkiye’de Adil Düzene katkıda bulunan İslâmcılar da olmuştur. Bunlar Adil Düzene açıkça cephe almışlar ama sonuç itibariyle yaptıklarıyla kendileri Adil Düzen taraftarı olmuşlardır. Risale-i Nur şakirtleri, Süleyman Tunahan müntesipleri, tarikatçılar ve diyanetçiler hep Adil Düzene insan yetiştirmişlerdir.
Geçmişte Türk halkı “Adil Düzen”i kabul etmiş, bugün benimsendiğini bildirmiştir. Budan sonra da halk yine yeni Adil Düzen Çalışmalarını benimseyen güçleri destekleyecektir. Türk milleti ne yapmıştır? Sabretmiştir. Sabır ne demektir? Susup beklemek. Karşı çıkıp iç savaşı çıkarmamak ama sabırla teslim olmamak, fırsat kollamak, fırsat ele geçince hemen kendisini göstermektir.
Türk Milleti İstiklâl Savaşı’nı dinini korumak için yaptı. Komutanlar da halkın bu duygulara dayanarak İstiklâl Savaşı’nı kazanmışlardı. Sonra ne oldu? Türk halkı zaferi kazanmamış gibi en kötü dinsizleştirme programı ve baskı içinde kaldı. Türk milleti sabretti. 17 sene “Tanrı uludur, Tanrı uludur” derken, 1950’de bir gün sonra yürürlüğe giren kanunun sabahında “Allahu Ekber”i okudu. Bir müezzin bile “Tanrı uludur” demedi. İşte sabır budur.
Türk Milleti ikinci sabrı Demokrat Parti’yle denedi. Demokrat Parti döneminde, CHP’nin 27 senede yaptığı yanlış şeyleri düzeltmesini beklerken sabretti. Kendi cezasını kendisinin vermesi istendi. Böylece burada gösterdiği sabır sonunda demokratik anayasalar geldi.
Türk Milleti başka bir sabrı da bugün yaşıyor. Halkın Anayasa ekseriyeti verdiği AK Parti’den isteği, CHP ve DP taraflarının geçmiş dönemlerde yaptığı hataları düzeltme olduğu halde, o Avrupalı olma hevesi içinde zinayı meşrulaştırmaya çalışmıştır. Türk halkının bu engin sabrının sonunda meyve ortaya çıkacak, Adil Düzen gelecek ve Allah’ın dediği yapılacaktır. Türk halkı Adil Düzen aşkının mükafatını alacaktır.
“Ellezîne Saberû” mübtedadır. Haberi “Ülaike Lahum Ukbeddar”dır.
“Adil Düzen”in gayesi bu üçüncü gruba saadet kazandırmadır.
Adil Düzen başkalarının saadeti için değil, halkın saadeti içindir.
ابْتِغَاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ (iBTıĞAEa VacHı RabBıHıM)
“Rablerinin vechini ibtiğa etmeleri için.”
“BĞY” boğa kelimesinden gelmektedir. Boğanın dişiye saldırması misali saldırmaya bağy denmektedir. Şer’i hükümleri aşıp kamu düzenini bozmak için kullanılır. İbtiğa da kendi hukuk sınırları içinde kazancı aramaktır. Yani bağy gayrimeşru yıldan çıkarı için çalışmadır. İbtiğa ise meşru sınırlar içinde çıkarını aramaktır.
Allah’ın vechini ibtiğa etmek demek, O’nun teveccühünü kazanmak demektir. Yani Allah’ın yüzünü çevirip istenenleri değerlendirmedir.
Kur’an’da bu tür âyetler çoktur. Onlar Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttu. Onlar dönerlerse Biz de döneriz. Burada da Allah’ın kendileriyle ilgilenmesini istemek için sabrettiler.
Halktan istenen “Adil Düzen” için çalışmak değil ama Adil Düzen Çalışanlarını desteklemede sabretmek, yani oyları onlara vermektir.
Türkiye’de dindarlara baskı vardır, hâlâ da devam etmektedir. Mevcut bürokrasi dindarlara karşı baskısını sürdürmektedir. İktidara gelmişiz ama bürokrasi direnmeye devam ediyor. Yani o da kendi anlayışında direniyor. Halk da direniyor. Bürokrasi halkı dininden vazgeçirmekle uğraşıyor. Halk da direniyor, oyunu bürokrasinin istediği partilere vermiyor.
İşte bu Adil Düzen mücadelesinde Adil Düzen Çalışanları çalışmalarına devam edeceklerdir. Ama halkımızdan istenen de sabretmesidir. Bakalım bürokratların dindarlara baskısı mı başarılı olacaktır, yoksa halkın Adil Düzeni desteklemesi mi zafer kazanacaktır?
Bir gerçeği bilmeniz gerekecektir. Türk ordusu bürokratik bir yapıda değildir. Vatandaşlarımız askerlik hizmetini ifa etmektedir. Komutanlar için getireceğimiz tek şey, Silahlı Kuvvetlerin 12 ordudan oluşması, askerlik yapacakların kendi ordularını kendilerinin seçmeleridir. Böylece askeri bürokrasi devam edecektir. Her ordu bağımsız olarak kendi iç düzenlemelerini kendileri yapmalıdır. Askeri düzen gereği bu böyledir.
Sivil bürokrasi ise serbest meslek erbabına dönüştürülmelidir. Örnek olarak maliye teşkilatı kalkmalıdır. Serbest muhasiplik aynı zamanda maliye bakanlığının işlerini yüklenmelidir. Bu birden olmaz. İsteyen maliyede kalmalı, isteyen serbest muhasipliğe geçmelidir. Serbest muhasiplerin maaşlarını da devlet vermelidir. Aylık ücret olarak değil de, sorumlu olduğu işletmelerden gelen kamu payı nisbetinde bir de muhasebesini tuttuğu kişiler sayısına göre pay verilmelidir. İsteyenler maaşlı görevli olarak kalmalıdır. Yeni atamalar yapılmamalıdır.
Bu inkılap yapılmadıkça, beşyüz sene de geçse, bürokratlar halka karşı olmaktan vazgeçmezler. Çünkü onlar kendilerini halkın üstünde görmektedirler. Hükmetme zevki ve arzusu içindedirler.
Türk halkı sabreder de Adil Düzen Çalışanları çalışmalarını tamamlarsa, Adil Düzen gelir. Bu savaşı kazanmak için bugün kanunen oluşmuş sınıflar vardır. a) Partiler, b) Sendikalar ve odalar, c) Avukatlar, d) Muhasipler. Bunlar halk örgütleridir. İşte bürokrasinin baskısını ortadan kaldıracak olan bu kuruluşlardır.
Bunu nasıl başaracaklar?
Kendileri Adil Düzene göre hazırlanacaklar, iyi hizmet yapacaklar, bürokratlara karşı hizmette yarışacaklardır.
Adil Düzen Çalışanları halkı nasıl örgütleyecekler?
Halktan istenen başta sabretmek, oylarını Adil Düzen taraftarlarına vermektir. Bugün iki parti anlayışı vardır. Bunların başında geleni Cumhuriyet Halk Partisi’dir. İktidarını bürokrasiye dayamıştır. Halka değil de bürokrasiye arka çıkmaktadır. Dolayısıyla devleti CHP yönetmektedir. İktidarda AK Parti vardır, ama yöneten Halk Partisi’dir. Halk bu sebeple oyunu ona vermemektedir. Ama o da yönettiği için halkın oyuna fazla talip değildir.
Halk Partisi’nin bu yönetimine karşı, alternatif bürokratlar oluşturulmaktadır. Yöneticiler olarak MHP’liler atanmaktadır, Risaleciler atanmaktadır. Yani bunlar bürokrasi içinde bu sorunu çözmeye çalışmaktadır. Yarım asırlık mücadele göstermiştir ki, bir arpa boyu yol alınamamıştır. Bürokrasi sorun olarak çözülememiştir.
Adil Düzenciler ve Millî Görüşçüler ise bürokraside kadrolaşma imkanını bulamadılar. Bunlar da bürokrasiyi ıslah etme ve ikna etme cihetine gitmişlerdir. Bürokrasi içinde kadrolaşamadılar. Emir-komuta ile bu işi halledeceklerini sandılar. AK Parti de hâlâ böyle düşünüyor.
Bunların hepsi yanlıştır.
Sıkıntı Halk Partisi’nden gelmiyor ki, onu değiştirmekle sorunu çözelim.
Sıkıntı bürokrattan gelmiyor ki, yeni bürokrat getirelim de sorunu çözelim.
Sıkıntı bürokrasi sisteminden gelmektedir. Bunu değiştirmemiz gerekir. Bunu da hemen değiştirme imkanına sahip değiliz.
a) Halk bize oy vermekle bürokratların fazla ezmelerine izin vermemiş olur. Bu düzen içinde bir şey yapmamızın mümkün olmadığını herkes bilmelidir.
b) Halkın bizi desteklemesinden yararlanarak halkı örgütlememiz gerekir. Bu nasıl olacak? Namaz müessesesini yeniden kurmamız gerekir. Namaz demek, kendi kendine abdest alıp dua etmek demek değildir. Namaz demek, günde beş defa bir araya gelerek sorunları birlikte çözme çabasıdır. Evlerimizi bir araya getirerek günlük toplantıları birlikte yapmalıyız. Önce bu toplantılarda Adil Düzeni elifbasından öğrenmeğe başlamalıyız. Halkımızdan istediğimiz, birlikte Kur’an okumaya ve yorumları karşılaştırmaya başlamalarıdır. Allah’ın halkımızdan istediği budur. Çok değil, on kadar aile bir araya gelip gece sohbetlerini birlikte yapmalarını, akşam ile yatsı arasındaki vakti birlikte değerlendirmelerini istiyor, Allah.
وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ (Va EaQAvMUv elÖaLAvTa)
“Ve salâtı ikama edenler.”
Bir “Ellezîne” ile sabrettiler ve salâtı ikame ettiler deniyor.
Burada dikkat edeceğimiz şey, ikame edenler çok ama ikame edilen bir salâttır. Yani emredilen ayrı ayrı namaz kılmak değil, bir namazı çok kişinin birlikte kılmasıdır. Sonra “sallû” demiyor da “ekamû” diyor. Onu ikame ettiler, ona durdular, ona kıyam oldular. Yani kayyum oldular. Salât görevini birlikte ifa ettiler diyor. Yani namaz kılmak şimdi bizim yaptığımızı yapmak değildir.
Biz ne yapıyoruz?
Ayrı ayrı namaz kılıyoruz. Yahut mescide gidip birlikte kılıyoruz. Halbuki Allah’ın bize emrettiği salâtı ikame etmektir.
“Salât”ı Arapçada “vav”la aldığınızda, atların veya öküzlerin bineğe veya koşuma eğitilmesidir. Bu anlamıyla namaz bir eğitim merkezidir, bir okuldur. Bu okulda sömürü sermayesinin talimatları okunmaz. Bu okulda insanın kendisine yararlı olan şeyler okutulur ve uygulatılır. İşte burası bir “halk okulu”dur. Adil Düzeni öğrenecek ve uygulayacağız.
Acaba neler öğreneceğiz?
Bir araya gelip Kur’an’ı mealleri ve tefsirleri ile öğrenmeye başladığımızda, o bize ne yapacağımızı öğretir. Ben şimdi burada ne yapacağımızı söylersem yanlış olur. Ancak Yenibosna’da çalışanlara öneri getirmiş olurum. Siz kendiniz bu okumaları yaptığınızda Allah orada size Kur’an vasıtasıyla ne yapacağınızı söyleyecektir. Bakınız, burada emir mutlaktır. Zaman ve sayı belirtilmemiştir. Kendi imkanlarınızla başlatacaksınız.
a) Haftada en az bir defa toplanacaksınız.
b) Her gün en az bir defa toplanacaksınız.
c) Her gün en az iki defa toplanacaksınız.
d) Her gün en az üç defa toplanacaksınız.
e) Her gün en az beş defa toplanacaksınız.
Sizden istenen tedrici olarak bu toplantıları yapmaktır.
Kimler toplanacak?
a) Erkekler toplanacak.
b) Ergin erkek ve kadınlar toplanacak.
c) Tüm aile fertleri bu ortak toplantılara katılacak.
Ne yapılacak?
a) Bir başkan seçilecek ve bu oturumları yönetecektir. Söz verdiği kimse en az yarım, en çok bir saat konuşacak.
b) Sıra ile herkese söz verilerek istişare yapılacak.
c) Kur’an ilimleri tecvitten başlanarak okunacaktır. Bilenler bilmeyenlere ders verecektir. Demek ki herkes en az yarım saatini öğretmenlikte, en az yarım saatini öğrencilikte geçirecektir. En az bilenler iki öğretmenden ders alacaklar, kendileri ders vermeyeceklerdir. En çok bilenler ise daha üst seviyedeki toplantılara katılmış olacaktır.
d) Çalışmalar ders notları şeklinde gelecektekilere bırakılacaktır.
وَأَنفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ (Va MimMAv RaZAQNAvHuM YuNFıQUvNA)
“Rızıklandırdıklarımızdan infak ederler.”
Önce zekâtı anlatalım.
Zekât demek, canlının kendi kendisini temizlemesi demektir. Ağaç yaprakları üstlerine konan tozları sulandırırlar. Yağmur yağınca da tozlardan temizlenmiş olurlar. Hayvanlar da kendi kendilerini temizlerler. İnsanlar ise topluluğun mallarını kullanarak üretim yaparlar. Siz bir tarlaya sahip iseniz, onu ihya edenlere parasını verdiniz. Ama toprak insanlığındır. Onun kirası verilecek. Başkanın emrinde toplanacak ve dağıtılacaktır. Bugün bilhassa kredileşmede kullanılmamaktadır. Halk Adil Düzencilerin uygulamak istedikleri kuruluşlara katılacaktır.
Tarihimiz bu çalışmalara katılan insanların örnekleri ile doludur.
a) İstiklâl Savaşımızı biz din adamlarının çağrısı üzerine kurulan Kuvvayı Milliye Teşkilatı sayesinde kazandık. Halk, bilhassa esnaf bu çağrıya kulak vermeseydi şimdi Türkiye olmazdı.
b) Yapılan inkılaplarda halk Kur’an kurslarını ve tarikatları destekledi. İslâmiyet varlığını korudu. Yoksa unutulur giderdi.
c) Biz Akevler’i kurduk, halk bize katıldı, böylece Adil Düzen ortaya çıktı.
d) Risalecilerden vakıfçılar ortaya çıktı, bugün tüm dünyada teşkilatımız vardır.
e) Millî Görüşçüler desteklendi de bugün anayasa ekseriyeti ile Adil Düzen tarafında olanlar iktidardadır.
f) Anadolu holdingleri halkın desteği ile halk ekonomisini kurdular.
İşte Kur’an’ın emrettiği zekât budur. Topluca yerine getirilecektir. Emir çoğul, zekât tekil. Namaz gibi o da marifeli.
O halde şimdi ne yapacağız?
Önce İstanbul’u organize edeceğiz. Ortaklıklar kuracağız. Sonra Türkiye’yi, sonra da dünyayı Adil Düzen işletmeleriyle dolduracağız. Karşımızdaki azılı müesseseler faizsiz müesseselere dönüşmek zorunda kalacaklardır. Dikkat edin, ben faizli müesseseler ortadan kalkacaktır demiyorum, faizsiz müesseselere dönüşeceklerdir diyorum.
1) Marketler kuracağız. Mala-mal marketleri, konsinye marketleri, elektronik marketler, esnaf marketleri oluşturacağız. Bunları kurduğumuz zaman bu emri yerine getirmiş olacağız.
2) Ahşap evler ortaklığı kurup dinlenme siteleri yapacağız.
3) İnşaat kooperatifleri kuracağız ve İstanbul’u zelzeleye mukavim hâle getireceğiz.
4) Genel Hizmet ortaklıkları kurup halkı Adil Düzene göre örgütleyeceğiz.
İşte biz Adil Düzen Çalışanları olarak ortaklıklar kuracağız. Halkı davet edeceğiz. Halk da bizi destekleyecektir, yani insanlar bize ortak olacaklardır. Bu iş bu kadar basittir.
Burada “zekât verin” denmemiş de “rızıklandırdıklarımızdan infak ederler” denmiştir. Çünkü henüz kendi yönetimimizi kurmuş bulunmuyoruz. Devletimiz var, o vergisini topluyor ve harcıyor. Halktan Allah’ın istediği nedir? Rızıklandırdıklarımızdan infak ederler. Bunun birinci mânâsı halk olanlarla geçinirler. Bugün bunu yapabiliyor muyuz? Yapamıyoruz.
a) Cebimize TL’yi koyduğumuzda faize bulaşmış oluyoruz. Çünkü bu paranın karşılığı faizdir. İlk haramlık burada başlıyor.
b) Biz vergi kaçırmadan yaşayabiliyor muyuz? Hayır! Hepimiz nasıl vergi kaçırırız diye uğraşıyoruz. Başka türlü yaşama şansımız yoktur.
c) Hile yapmak zorundayız. Herkes hileli mal satınca, biz hilesiz malı o fiyatla satamıyorsak devre dışı kalmış oluruz.
d) Maliyet değerini söylemeden satmak karşı tarafı aldatmaktır, haramdır. Peki, maliyet değerini söyleyerek satış yapabiliyor muyuz?
O halde hepimiz haram yiyoruz.
Bu durumda ne yapmalıyız?
Haram yemeden yaşama yolunu aramalıyız.
İşte “Adil Düzen” demek, bunu gerçekleştirmek demektir.
“Adil Düzen” demek, mevcut düzeni değiştirmek değildir; mevcut düzeni adil bir şekilde yaşanacak şekle getirmek demektir.
“İnfak etmek” harcamak demektir. Helalinden yemek anlamına geldiği gibi, yukarıda anlattığımız zekât vermek anlamına da gelir.
سِرًّا وَعَلَانِيَةً (SırRan Va GaLAyNıYaTan) “Sırran ve alenen.”
Yani kazanç açıkça helal olur, yahut sırran helal olur. Yani haramlığını kimse bilmeyebilir. Başkaları görsün veya görmesin, her şey her şartta helal yenecektir, helal giyilecektir. İnsan yalan söylemiyorsa, insanın gizli işi yoksa, o insan iyi insandır.
Burada insanların suç işleyip işlemediğine böyle karar verilir. Ben bu işi yaparken başkaları olsaydı gizlenir miydim diye sormayacak, hayır gizlenmeme gerek yok diyecek. İşte o insan iyi iş yapıyor demektir.
“Sırran” kelimesinin önce kullanılması; kimsenin görmediği yerde iyi iş yapma, herkesin yanında iyi iş yapmadan daha önce olduğu içindir. Takdimin sebebi budur.
Eğer infaktan maksat zekât ise gizli infak olmaz, şöyle olur. Sizde altın var, kimse bilmiyor. Siz kırkta birini çıkarıp zekât vermişseniz bu sırran infaktır. Yine başkana vermiş olursunuz. Bütçe geliri olarak kaydedilir. Ama neyin karşılığı olduğu belirtilmemiş olur. Yani vergi kaçırabildiğiniz halde kaçırmıyorsanız sırran infaktır.
Akevler Yenibosna çalışmasında yalan söylemeden nasıl ekonomi kurabiliriz, bunun üzerinde çalışıyoruz. Bunun için şu çözüm yollarını bulmuş bulunuyoruz.
a) Nakit ortaklığı yerine aynî ortaklık kurulmalıdır. Dolayısıyla enflasyondan dolayı vergi ödemek durumunda olmazsınız.
b) Ortaklık kurarsınız, sabit faiz vermezsiniz, sabit işçilik vermezsiniz, sabit kira vermezsiniz, böylece sabit bir vergi vermezsiniz. Yani zarar etseniz de vergi ödemezsiniz. Böylece kayıtlı ekonomiye rahatlıkla geçebilirsiniz.
c) Kooperatifte üretimi aynî olarak bölüştürürsünüz. Dolayısıyla asgari vergilendirmeden kurtulabilirsiniz.
d) Selem senedi ile ucuzluk ve aracı kârını aynî olarak sağlarsınız. Nakdi kazanç azalır, vergisi de azalır. Oysa reel geliriniz artmış olur.
Bütün bunlar meşru tedbirlerdir. Bu yoldan yalan söylemeden, vergi kaçırmadan da Türkiye’de yaşama imkanını bulursunuz. Bunun için halkın organize olması gerekir.
İşte, biz Adil Düzene göre kooperatifler kuracağız, bunlar da bu şekilde organize olmalarını kabul edeceklerdir. İşte Allah bu üçüncü sınıf halka bunu emretmiş oluyor.
Helal rızık kazanmak isteyenlere Allah bu dâveti yapmaktadır. “Lehu Da’vetu’l-Hakki” demek bu demektir. Hakka davet etmektedir.
Burada bir hususa işaret etmemiz gerekir. Adil Düzende çalışanlar bu çalışmaların ister ilmî tarafında ister mâli tarafında olsunlar, bunlar gizli faaliyette bulunmazlar. Biz varız diyecekler ve cihatlarına devam edecekler. Ama halktan olanlar ise ortaklığa katılırken gizlilik isteyebilirler. Yani onlar bize katılır ve katılmalarını gizli tutarlar.
Adil Düzen cihatla elde edilecektir, savaşla değil.
Eskiden demokrasi yoktu, seçim yoktu, hicret imkanı yoktu. Bugün ise hicret var, demokrasi var, hukuk düzeni var. Adil Düzen için savaşmaya gerek yoktur, sabır yeterlidir.
Biz şimdi ömrümüz olduğu müddetçe sizlere Kur’an’ı açıklıyor ve “Adil Düzen”in Kur’an’a nasıl dayandığını anlatmak istiyoruz. Bizden sonra da bu açıklamalara devam edilecektir. Artık III. Bin Yıl Fıkıh Ekolü kurulmaktadır. Siz de katılacaksınız. Adil Düzen ilmî çalışması ve uygulama çalışması devam edeceği gibi, halkın katılması da devam edecektir. Rablerine istiane ettiler müjdesi geçmiş bulunmaktadır.
“Lillezîne İstecabû LiRabbihim”de “men” değil “ellezî” geldiği için isticabe edenler olacaktır demektir.
وَيَدْرَءُونَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ
(Va YaDRaEUvNa Bi elXaSaNaTı elSayiEaTa)
“Seyyieyi hasene ile der’ ederler.”
Sabrederler, toplantılar yaparlar, maddi dayanışma içinde olurlar.
Halktan istenen başka bir şey de seyyieyi hasene ile der’ etmedir.
“Der’ etmek” savmak demektir. Etkisiz hâle getirirler. Zırh ile akraba bir kelimedir. Kötülüğü yok etme yerine, kötülükten sakınma, savunma esastır.
Biz şeytanı öldüremeyiz, biz şeytandan kendimizi koruruz. Mikropları yok edemeyiz, mikroplardan sakınırız. Topluluktaki kötülükleri yok edemeyiz, kötüler de ortadan kalkmaz. Ama iyilikle kötülükten korunmuş oluruz.
Allah’ın bizden istediği kötüleri yok etme değildir, kötülere kötülük yapma değildir, kötüleri ortadan kaldırma değildir; kötülükleri iyilikle etkisiz hâle getirmedir.
Bir örnek verelim. Son Peygamber Muhammed aleyhisselâm Medine’de mescit yaptırmıştı. Mescidin tabanı topraktı. Mescide gelenler ayakkabı ile namaz kılıyorlardı. Bir bedevi mescide girdi ve bir köşede işedi. Resulün arkadaşları öfkelendiler. Hazreti Peygamber, ‘Durun!’ dedi. ‘Bana bir kova su getirin’ dedi. Suyu aldı, üstüne döktü ve sohbetine devam etti.
Görülüyor ki, biri kötülük yapsa bile siz iyilik yapın ve o kötülüğü giderin.
Bugün Türkiye’de insanlar birbirini kötülemektedirler. Bu küfürdür.
Bizim işimiz nedir? Biz ne iyilik yapacağımızı anlatmalıyız. Başkalarının verdiği zararları nasıl dengeleyeceğimizi anlatacağız.
İşte “Adil Düzen” bugün parti kursa bu bataklığa düşebilir. Bizim geçmişte yaptığımız hata bu olmuştur. Kur’an’ın siyasetini öğrenmeden siyasete başladık. Başlamasaydık bugün bu bilgileri elde edemezdik. Hata yaptık ama bu hatayı Allah yaptırdı. Hesabımızı niyetimize göre vereceğiz. Ama ne yazık ki Adil Düzen partileri de bu hataya düştüler. Hasene ile giderilmesi gereken seyyieyi saldırarak gidermeye çalışmaktadırlar. Bunlar bu kötü tutumlarından vazgeçmelidirler.
Dikkat edilecek olursa, burada Halk Partisi’nden çok AK Parti’den ve Saadet Partisi’nden bahsediyorum. Çünkü onları Adil Düzenci kabul ediyorum. Acaba ne yapabiliriz de bu kötülükleri iyilikle etkisiz hâle getiririz? Bunlara oy verdiğim için bunları eleştirme hakkım vardır. Onlar da buna darılmıyor ve benimle ilişkiyi kesmiyorlar. Allah razı olsun.
Burada çok dikkat edeceğimiz husus hasenenin takdim edilmesidir. Bu tahsis içindir. Yani başka şeyle değil, hasene ile giderilecektir. Halkın kötülükleri iyiliklerle giderme görevi vardır. Ama kötülükle mücadele etme görevi ve yetkileri yoktur. Kötülükle mücadele ancak iktidarın işidir. Halk ceza verme yetkisine sahip değildir.
Dört çeşit müslim vardır.
a) Cihat yapan mü’minler. Bunlar iktidarda değildirler. Cihat yaparlar. Adil Düzeni getirmek için faaliyet gösterirler. Halkı organize ederler.
b) Cihat yapan yönetimdekiler. Yani iktidar olan yönetim. Biz iktidarda değiliz. Kimseyi cezalandırma yetkimiz yoktur. Biz sadece uyarırız ve halkı kurtuluş için organize ederiz.
c) Cihada katılan halk. Ortak olan, maddeten destekleyen halk. Başaracağız, Adil Düzen işletmeleri kurarak kötülükleri gidereceğiz diyen halk. Biz faizli bankaları yıkmayacağız, faizsiz bankaları kurarak onların yaptıkları kötülükleri gidereceğiz.
d) Karşı olmayanlar. Dördüncü Müslimler ise bize ortak olmayanlar ama Adil Düzen geldiği zaman bunlar karşımızda olmayacaklardır. Şimdi de bize karşı değildirler.
Burada zikredilen kimseler cihat yapmayanlar ama cihadı destekleyen kimselerdir. Bunlar ne yapacaklar? Baskı ile karşılaşacakları için sabredecekler. Adil Düzeni birlikte öğrenecekler, Adil Düzen ortaklıklarına katılacaklar, kötülüğü iyilikle gidereceklerdir.
أُوْلَئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِ(22)
(EuLAEiKa GuQBa eldDARı)
“İşte dârın ukbası onlarındır.”
“EuLAEiKa” işte bunlar.
Mübteda ile haber cümleleri arasında bir şey konmaz. Yahut zamir konur. “Ahmet âlimdir” dendiğinde, Ahmet mübteda, alimün haberdir. Aralarında herhangi bir kelime getirilmez. İkisinin merfu olması ve birinin marife diğerinin nekre olması yeterli olduğu için bu kâfi gelmektedir. Bazen bu yeterli olmayabilir, aralarına fasıl zamiri konur. Bu zamir tektir. “Ahmedü huve alimun” dersiniz. Eğer mübteda ellezî ile bir cümle yapılmışsa bu zamir değil işaret zamiri olur.
Kur’an’da böyle çok cümle vardır.
Burada “Ülâike” getirilerek “ellezîne saberu”nun “ellezîne yufun”a değil de “men”e atıf olduğunu ifade etmiştir. Burada işaret edilen sabreden, toplantılar yapan, ortaklıkları oluşturan ve kötülüğü iyilikle gideren halktır. Cihada katılan halktır.
Mübteda ile haber arasına bir zamir getirilerek sıfat değil de haber olduğunu belirlemiş olur. Eğer burada “ülâike” getirilmeseydi, “ellezîne saberû” “ellezîne yufuna”ya atfedilmiş olurdu. “Lehum ukbe’d-dar” da sıfat veya hâl olurdu. “Ülâike” getirilmekle “ellezîne saberu”nun mübteda olduğu, “lehum ukba’d-dar”ın da onun haberi olduğu ifade edilmiş olmaktadır. “Ellezîne saberu”, “yufuna”ya değil “faman ya’lamu”ya atfedilmiş olmaktadır.
İşte onlar gayba işaret eder. Sabredenlerin kişilerine işaret ediliyorsa yakın ismi işaret kullanılır. Onların şahsına değil de cinsine veya istiğrakına işaret ediyorsa, o zaman uzak işareti kullanılır. Katil geldi, bu adam zaten suçludur dersiniz. Katil hapistedir. Öyle katil olanlar yirmi sene mahkum olurlar dersiniz. Burada da öyle olanlar anlamında ismi işaret getirilmiştir. Araya zamir faslı getirilebilirdi. “Ülaike Hüm” denebilirdi. Ancak buna gerek görülmemiştir. Ülaika hümü’l-müflihun.
“Lehüm” takdim edilmiş haberdir. Mübtedası “Ukbe’d-dar”dır. Burada tahsis için gelmiştir. Yalnız tahsisi iki şekilde anlamamız gerekir. Bir iki şeyi mukayese ederken onu değil bunu olduğunu ifade etmesi için yapılır. “Bu kalem Ahmet’indir.” Bir tahsis vardır. Yani başkasının değil Ahmet’indir demiş olursun. “Doğuran kadınlardır” dersek, başka doğuran yoktur mânâsı ortaya çıkar.
Burada sabredenler için dârın ukbası vardır deniyor. Mukayesede tahsis anlamında ise sabretmeyenler anlamı için darın suu vardır denmiş olur. Eğer genel olarak söyleniyorsa, yukarıda zikredilen cihad edenler, yani Adil Düzen Çalışanları için ukbe’d-dâr denmiş olmaktadır. Çünkü bundan Adil Düzeni getirecekler yararlanmış olmayacaktır. Bu çalışmaların meyvesini onlara tâbi olanlar alacaklardır. Onlar güzel yurtlarda yaşayacaklardır. Oysa asıl cihadı yapanlar ömürlerini cihatla geçirmiş olacaklardır. Ukbe’d-dârı bazıları yaşamayacaklardır. Ama getirenler için ise ukbe’d-dâr onların olmuş olacaktır.
“Ukbe’d-dâr” demek kalıcı son yurt demek olur. Buna karşı aşağıda “sue’d-dâr” gelmektedir. Ukbe’d-dâr, sue’d-dâr. Karşılaştırdığımızda ukba, hüsna eddar olarak kullanılmaktadır. Burada iki önemli hususa işaret edilmektedir. Akıbeti olan yani takipçisi olan sabredenlerdir, gelip giden bir daha gelmeyen su’dur.
Tarihte uygarlıklar gelmişlerdir. Hak uygarlıklar hep birbirlerini takip etmişlerdir.
Hazreti Nuh aleyhisselâm ilk şeriat düzenini getirdi.
Hazreti İbrahim aleyhisselâm ilmî müesseseyi dinî müesseseden ayırdı.
Hazreti Musa aleyhisselâm yönetimi dinden ayırdı.
Hazreti Davut aleyhisselâm ekonomiyi dinden ayırdı.
Hazreti İsa aleyhisselâm lâik düzende dinin yerini belirledi.
Hazreti Muhammed aleyhisselâm lâik devlet düzenini kurdu.
Şimdi biz de lâik devlet düzenini çağımızın uygarlığına uyarlıyoruz. Onlar Cebrail’e, biz de müsbet ilme dayanıyoruz. Her uygarlık kendisinden sonra gelen uygarlığın bir aşaması oluyor. Oysa kuvvet uygarlıkları hep birbirini ortadan kaldırmışlardır. Yani onların sonları yoktur.
Burada başka bir müjde daha vardır; cennetin sonsuz olduğu, cehennemin ise sonu olduğu yani insanlar cezalarını çektikten sonra cehenneme yer kalmayacağı için kapanacağına işarettir. Bazı samimi kardeşlerimiz bu ifadelerden rahatsız oluyorlar. Bizi küfürle itham ediyorlar. Biz mutlaka bunun böyle olduğunu iddia etmiyoruz ama âyetlerden onların anladığı mânâların çıkmadığını söylüyoruz. Tevil edebilirler. Biz önce tevilsiz mânâsını koyuyoruz. Tevile sonra gidiyoruz. Öyle bir kelam ilmini tedvin etmeliyiz ki Kur’an’a aykırı olmayacak. Bugünkü müsbet ilme ve evrensel adalet anlayışına aykırı olmayacak. Bu Matüridi’nin görüşlerine aykırı olabilir.
“Dâr” devreden kelimesinden de gelmektedir. Periyodik olandır. Tenasühe inananlar insanın hayvan suretinde evrimleştiğini ileri sürüyorlar. Biz bunların anlayışlarının daha ötesine gidiyoruz. Âhirette cennete girdikten sonra değişmeler olacaktır. Daha üst âleme geçilecektir. Ama bu insanın ölümü ile değil, insanın dört boyutlu uzaya geçmesi ile gerçekleşecektir.
Buradaki dâr kelimesinin ve ukbanın mânâsının, bu dünyaya gelecek Adil Düzeni ifade etmesi sözkonusudur. Ancak öldükten sonra da asıl ukbe’d-dâr orada vardır.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-504/ADİL DÜZEN DERSLERİ-334 İstanbul, 04 Nisan 2008
İSLÂMİYET VE KÜRDİSTAN
İslâmiyet öyle bir din/düzendir ki, insanlar erken veya geç, tav’an ve kerhen onun gösterdiği yere varırlar. Biz yıllarca önce Kur’an’a göre çözümler üretir ve tekliflerde bulunurduk: Irak’taki oluşumlara siz katılmayın. Tekel sermaye kendi hedefine ulaşması için Kuzey Irak’ı önce Irak’tan koparmak istemektedir. Sonra Kürtlerin İsrailliler ile akraba olduğu iddiasına geçerek Fırat ve Dicle sularına sahip olmak istemektedir.
Biz ne yapmalıyız?
Kur’an’ın bize öğrettiği siyaseti sergilemeliyiz. Kürdistan’da ister devlet kurulsun, ister Irak’a bağlı kalsın, o sorunları çözmek bize düşmez. O mesele Irak halkına aittir. ABD orasını işgal ettiği zaman bizim bu işgali tanımamamız gerekir. Ne zamana kadar? Irak’ta güvenlik sağlanıncaya kadar. Irak’ta güvenlik sağlandıktan sonra biz yeni iktidarı tanırız.
Biz Irak’ta Kürt oluşumuna direndik. Gitti geldi, sonunda iddiamızdan vazgeçtik. Peki, biz size baştan söylediğimizde neden direnip sonra çuvallanıyorsunuz. Biz oluşumlarınız hakkında belli siyaset gütmeliyiz. O da “Adil Düzen”dir. “Adil Düzen” çoklu sistemin hakim olduğu bir düzendir. Değişik din ve ırkların bir arada barış içinde yaşayabildiği bir düzendir.
Neler yapılmalıdır?
Siyasi kuruluşlar bucak, il, ülke ve insanlık olarak organize olmalıdır. İç işlerine merkezin karışmaması, herkesin kendi ırkına ve dinine dayanan ocaklarını kurmaları, bucakları kurmalarıdır. Güvenlik konusu ise il ve ülke seviyesinde ele alınmalıdır. Çevre siyasette zorlanmadan görüşümüzü bildirmeliyiz. Ama karışmamalıyız.
a) Bir devletin nüfusu 100 milyondan fazla olmamalı, 30 milyondan az olmamalıdır. Büyük devletler bölünüp devletlerini çoğaltmalıdır. Küçük devletler de birleşip tek devlet olmalıdır. Devletlerin bölünmesi demek, birliklerini kaybetmesi demek değildir. Ortak siyaset takip edebilirler. Küçük devletlerin birleşmesi demek, yerel kültürün ve bağımsızlığın kaybedilmesi demek değildir. İller seviyesinde kendi kültürlerini yaşatacaklardır.
b) Rusya’nın, İran’ın, Türkiye’nin katıldığı bir Ortadoğu birliği kurulmalıdır. Bu birlik dış baskılardan ve işgallerden Ortadoğu’yu kurtarmalıdır. ABD Ortadoğu’dan elini çekmelidir. Bir müttefik olarak ilişki içine geçmelidir. Ortadoğu yalnız ABD ile değil; ABD, Güney Amerika, Afrika, Avrupa, Hindistan, Çin ve Okyanusya ile ilişkileri eşit düzeyde tutmalıdır. Türkiye Avrupa devletinin bir vilayeti olamaz.
c) Din ve ırk dayanışmasını bucak seviyesine indirip, il ve ülkeler ve Ortadoğu Birliği çalışmaları, ilim ve ekonomiye inhisar edilmelidir. Biz ilimde ve ekonomide işbirliği yapmalıyız. Dinde halkımızı serbest bırakmalıyız. Siyasette de bölgeler arası savaşa dönüştürmemek için askeri birliklere gitmemeliyiz. NATO da dağılmalıdır.
d) Türkiye dış siyasetteki tarafsız olma, herkes ile iyi olma, barışçı olma siyasetine devam etmelidir. Avrupa ile işbirliği ilişkilerine girmelidir. Ama Avrupa Birliği’ne girme gibi olmaz şeylerin peşine koşmamalıdır.
Türkiye kendi güvenliğini dış ittifaklarda ve bloklarda aramamalıdır. Mustafa Kemal’in ilkeleri iyi okunmalıdır.
a) Millî Hakimiyet esastır. Hiçbir gücü iç işlerimize karıştırmamalıyız.
b) Millî Kuvvet esastır. Yabancı güçlere dayanan bir güç hiçbir zaman ülkeyi koruyamaz.
c) Vahdet-i Kuvva. Türkiye eyaletlere ayrılamaz. Bölgelere bağımsızlık verilemez. Türkiye yek vücut bir ülke olmak zorundadır. Bununla beraber yüzde bir büyüklükte illerin bağımsızlığı ise asla bölücülük doğurmaz.
d) Türkiye’nin en önemli ilkesi müsbet ilimdir. Biz artık geleneklere, Batı’nın dayatmalarına değil, müsbet ilme dayanmalıdır. İlim ne söylüyorsa onu yapmalıdır. İlmin söylediklerini hakemler söyleyebilir.
***
ATLANTI BELEDİYESİ ADAYI
Ulusal Televizyon’da Konya Atlantı İşçi Partisi Belediye Başkan adayını dinledim. Orada oy kullanacak olsaydım tereddütsüz oyumu ona verirdim. 5 000 nüfuslu, kanalizasyonu ve suyu olmayan belediyenin başkan adayı orada neler yapacağını bir Adil Düzen mantığı ile anlatıyordu. Diğer belediye başkan adaylarına çatmak yerine, kedisinin neler yapacağını anlatıyordu. Çözümler üretiyordu.
Türkiye siyasi tarihinde ilk defa çözümleri üreten siyasetçi Erbakan olmuştur. Bugünkü Türkiye eğer 1950’lerin durumundan bu duruma gelmişse, buna Erbakan’ın konuşmaları neden olmuştur. Biz nerede idik, nereye geldik? Varsayalım ki, Erbakan çıkıp Millî Görüşü ortaya koymasaydı, Adil Düzeni bir profesör olarak anlatmasaydı, varsayalım ki Demirel’in renksiz siyaseti galip gelseydi, biz şimdi nerede olurduk? AK Parti olur muydu? Bir Evren operasyonu olur muydu?
Konya Atlantı İşçi Partisi Belediye Başkan adayı; Başbakan Erdoğan, Baykal, Bahçeli ve Kurtulmuş ile mukayese edilemeyecek üstün bir seviyede konuşuyordu. Tutumu ve karıştığı yeraltı faaliyetleri ile asla tasvip etmediğimiz bu zihniyetin, doğruları ihtiva eden bu adayını takdir etmemek mümkün müdür? Biz söyleyene değil, söylenene bakarız.
***
Türkiye 3000 ile 5000 nüfuslu bucak yönetimlerine ayrılmalıdır. Ceza kanunlarını vazedecek kadar yerel yönetim yetkisi verilmelidir. Her yerel yönetim adayları bucaklarının sorunlarını çözmek için çalışacaklardır. Düşüneceklerdir. Kedi siyasi anlayışlarına göre programları ile bucak halkının karşısına çıkacaklardır. Değişik bucaklarda değişik uygulamalar ortaya çıkacaktır. Kimi bucaklarına çarşaf giymelerini zorunlu kılacak, kimi de mayo ile dolaşmalarını zorlayacaklardır. O bucak halkı ne isterse onu yapacaklardır.
O bucakta kalmak istemeyenler oradan hicret edeceklerdir. Hicret ederken maddi bakımdan zarara girilmemesi için devlet onların taşınmazlarını cari değerle satın alacaktır. Böylece “ekseriyet demokrasisi” yerine “hizmet demokrasisi” doğacaktır. Türkiye’de 10 000 civarında bucak oluşacak. Her bucak bağımsız olarak kamu hukukunu oluşturacak, ceza hukukunu oluşturacak ve uygarlık yolunda yarışacaktır. Bakalım mayo giyenler mi, yoksa çarşaf giyenler mi ilerlenmede yarışı kazacaklardır. Bakalım Kur’an okuyan mı, Tatlıses’in şarkısını dinleyen bucaklar mı ileri olacaklardır.
Yarışanlar üzerinde ilmî çalışmalar olacak, onların rakamlarla ölçümleri yapılacaktır. A) Nüfusun yıl içinde ölenlere oranı o bucağın ortalama ömrünü her yıl tam olarak ölçecektir. B) Uygarlaşmanın ikinci ölçü birimi kişinin bir gün çalışmakla yaşayabilecek kişi sayısıdır. Ekmek fiyatı ile ücret karşılaştırılır. C) Üçüncü önemli ölçü o bucakta işlenen suç oranıdır. Nüfusa göre ne kadar az suç işleniyorsa o bucak o kadar gelişmiştir. D) bir bucağın gelişmişliğinin dördüncü ölçüsü servet ve gelir dağılımıdır. Böylece ilim adamları bunları ölçerek hangi yönetim sisteminin başarılı olduğunu tesbit ederler. Bu sayede sosyal ilimlerde ilerleme olur. Sonra bu bucaklar ona göre kendilerini ilmî şekilde düzenlemeye başlarlar.
Bucak sisteminin başka bir yararı şudur. Başarılı bucakların nüfusları artacak ve süratle büyüyecekler. Başarısız bucaklar ise göç vererek küçülecekler ve nüfusları belli sayıdan aşağı indiğinde tasfiye edileceklerdir.
Atlantı İşçi Partisi Belediye Başkan Adayı’nın konuşmaları vesilesiyle, bizim bucaklaşma projemizin ne kadar ileri bir düşünce olduğunu görmüş bulunuyoruz. Zaten biz Adil Düzencilerin yaptığımız hata, namaz kılanları muhatap alıp solcuları ve dinsizleri dışlamamızdır. Oysa biz dindarları bırakıp dinsizleri dindarlaştırmak için çalışmalıyız.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-504/ADİL DÜZEN DERSLERİ-334 İstanbul, 04 Nisan 2008
AFET ve TEDBİR
Bugünkü denge “zulüm” üzerine kurulmuştur. Birileri oturur, ben bu topluluğu nasıl soyabilirim diye düşünür. Bir tehlikeyi icad eder. Suni olarak da üretebilir. Bilmem ne virüsü, Asya gribi, kuş gribi, kene; tabii en başta zelzele ve diğerleri…
Bunun yaygarası yapılır. Bu yaygaraya bilim şerbeti katmak için bir profesör bulunur. O profesör tekel sermayenin yazdırdığı masalları okur, ilim diye ilan eder. Ne maksatla konuşturulduğunun bile farkında değildir. Haydi tedbir, haydi tahsisat. Ardından dış borçlar ve göstermelik tedbirler.
Evet, tekel sermaye dünyayı böyle idare ediyor. Daha doğrusu böyle sömürüyor.
21 Mart Cumartesi günü sabahtan itibaren elektrik ve su kesildi. Kortum, ya akşama kadar elektrik gelmezse ben soğukta ne yaparım? Geçen aylarda günlerden bir gün kesinti bir gün sürmüş, hastalanmıştım. Savaşı düşünün, zelzeleyi düşünün, terörü düşünün ve İstanbul’un bir ay elektrik, su ve gazının kesildiğini düşünün. Yakıtın bittiğini ve ulaşımın durduğunu düşünün. Telefonların kesildiğini düşünün.
Bu durumda ne yapabilirsiniz?
15 milyon İstanbullu ölecektir.
Aniden yayılacak bulaşıcı hastalıklardan kurtulmak kimseye nasip olmayacaktır.
Biz bu gibi durumlara karşı alınabilecek tedbirleri 1997’de düşündük. Bir ‘Ahşap Evler girişiminde bulunduk. Bilgi bakımından çok şeyler öğrendik. Ama henüz bunu benimseyen bir belediye bulamadığımız için bu projemiz şimdilik uyumuş bulunmaktadır.
İstanbul’da neler yapılacaktır?
a) Her evin mutlaka bir kömürlüğü bulunacaktır. Bu evin balkonu olabildiği gibi, bodrumunda bir kömürlük, hattâ bir metrekarelik bir alan da olabilir. Buraya bir ton kömür ve bir miktar odun koyacak, bunlar yedek olarak bulunacaktır. Evin bir köşesinde formalı (yemek de pişebilecek) bir soba bulunacaktır. Bacasız ev olmayacak. Bir ton kömür zaruret hâlinde bir aileye bir sene yetebilir. Ama en az altı ay yeter.
b) Her evde bir metreküplük su deposu bulunmalıdır. Şebekeye burası bağlanmalı, su kesildiğinde su buradan kullanılacaktır. Bir ton su bir aileye bir ay yetebilir. Sonra tanklarla ikmal yapılabilir. Ayrıca her sokak başında bir su kuyusu açılmalıdır. Kullanma suyunu halk buralardan elle çekerek hayatını sürdürmelidir.
c) Şehrin dışında herkesin bir dönümlük bahçesi ve ahşaptan evi olmalıdır. Burası dağınık yerleşme olduğu için âfet kolay kolay ulaşmaz. Burası dinlenme yeri olmalıdır. Yaşlılar ve hastalar buralarda oturmalıdır. Çalışmayanlar burada oturmalıdır. Çalışanlar da hiç olmazsa tatil günlerinde orada temiz hava almalıdır. İşte böyle bir âfette İstanbul boşaltılabilir ve oralarda yerleşebilir. Orada bir dönüm içinde sebze ve meyve olur. Beş on tavuk beslenir. İnek veya bir iki keçi beslenir. Kendi imkanlarınla hayata devam edilebilir.
d) İstanbul’da helikopter toplu taşımacılığı yapılır. Bu dinlenme yerlerine normal zamanlarda da helikopterlerle ulaşılır. Âfet zamanı belki de tek taşıma aracı helikopter olur. Helikopterler için yeni yakıt geliştirilmelidir. Bu yakıt odun ve kömürden basit olarak evlerde elde edilebilmelidir.
Bu projelere hiç kimse kulak vermiyor. Çünkü bu projelerde Türkiye’yi borçlandırarak halkı sömürme formülü yoktur. Burada halkın kendi imkanları ile ve yurt içi hazırlıkları ile nasıl tedbirler alınacağını ortaya koyuyoruz. Hani sömürme payı?
İşte, Adil Düzen demek, sömürme payı bırakmayan bir düzen demektir.
Adil düzende sermaye vardır. Serbest rekabetle ticaretle geçinen sermaye vardır. Rızkın onda dokuzu bu sermaye sayesindedir. Biz sosyalistler gibi sermaye karşıtı değiliz. Zaten âfetlerde sermaye iş yapmadığı için kötü duruma düşüyoruz. Bizim karşı olduğumuz sermayenin tekelleşmesidir.
Bizim yukarıda saydığımız tedbirleri devlet destekleyebilir, belediyeler destekleyebilir; hattâ büyük sermaye de destekleyebilir. Ama bunlara bir şey anlatamıyoruz. MÜSİAD Müslümanı müstakil yaparak takiyye yapmaya çalışmıştır. Bunlar da sömürü sermayesinin bir uzantısıdır. Kurulurken sırtlarını dayandırdıkları “Adil Düzen”den canavarlardan kaçar gibi kaçmaktadırlar Çünkü sömürü sermayesi onlara öyle talimat vermiştir.
O halde ne yapacağız?
Adil Düzenciler, halk olarak örgütlenmemiz gerekmektedir.
Biz Akevler olarak sizlere neler yapmanız gerektiğini söylüyoruz.
Bunu kendi kafamızdan atmıyoruz. Kur’an ve müsbet ilme dayanarak anlatıyoruz.
Yukarıdaki maddeleri bir defa daha okuyun, bir defa daha okuyun; okuyun…
Anlatmadığımız bir şey var mı, eksik bıraktığımız bir şey var mı?
Biz bu Kur’an’ı kolaylaştırdık ama hiç anlayan var mı, diyor Kur’an.
Bu hitap bizi de kapsayabilir.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92