Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 227
ÂL -İ İMRAN SURESİ TEFSİRİ 27-29.AYETLER
27.09.2003
1572 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜZEN 227

Haftalık Seminer Dergisi          26-27 EYLÜL 2003        Fiyatı: SEMİNERE KATILMAK veya www.akevler.org

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 227. SEMİNER     (CUMA-CUMARTESİ)         İstanbul, 19-20 Eylül 2003

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİ BOSNA/ İSTANBUL         Tel: (0212) 452 76 51

ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Caddesi, No: 31 ÜSK./İSTANBUL   (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği)          Tel: (0532) 246 68 92

*HAFTALIK TEFSİR SEMİNERİ  (CUMARTESİ GÜNLERİ “YENİ BOSNA”; Saat:18.00-21.00)

ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ – VIII   (27-29. ÂYETLER)

 

 

*HAFTALIK YORUMLAR (57):               (CUMA GÜNLERİ “ÜSKÜDAR”; Saat: 19.00)

Bir Âyet

وَأَقِيمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ

“Vezni kıst ile ikame ediniz. Teraziyi dengede tutunuz.” [Rahmân(55);9]

 

Adil Düzen:

“ADİL DÜZEN”DE TRAFİK (Açıklayıcı Madde)

 

Bir Sorun:

YAŞAR KURU’NUN ÇALIŞMALARI

 

Bir Yorum:

ABD – TÜRKİYE ARASINDAKİ IRAK;

YIKMAK KOLAY – YAPMAK ZORDUR

IRAK’TA YAPILMASI GEREKENLER

ABD Türkiye’den çok güçlü orduya sahiptir. Türkiye’nin askerî ve siyasî bakımdan ABD’ye yardım edecek gücü yoktur. Türkiye kendi iç sorunları ile boğuşmaktadır. Türkiye’nin ihtiyacı yeni borç bulma değil, borcunu ödemedir. Esasen Irak’ta artık “askerî sorun” yoktur. Irak’ta şimdi “hukuk sorunu” vardır; “yönetim sorunu” vardır. ABD bu sorunu gerçekten samimi olarak çözmek istiyorsa, Türkiye’den “asker” değil “ilim ve din adamı” istemelidir. ABD Türk askerlerini ve siyasilerini Irak’tan uzak tutmalıdır. Çünkü onlar orada çözüm değil, sadece sorun üretirler. Türk din ve ilim adamları ise Irak’a ve Irak halkına barış ve huzur getirebilirler.

Hele hele bugüne kadar gösterdiği performans ve yaptığı icraatlarla mevcut AKP Hükümeti ve bu hükümetin Dışişleri Bakanı Gül, mevcut yaklaşım ve anlayışlarıyla kesinlikle bu sorunu çözemezler. Nitekim, bugüne kadar çözüm yolunda en ufak bir ümit kırıntısı bile ortaya koyamamışlardır. Kendilerini tanıyorum. Böyle bir birikimleri yoktur. Bu meseleler de maalesef ‘kervan yolda düzülür’ denecek kadar basit meseleler değildir. Ama kendileri büyüklerine ve bilenlere danışmadan yola çıktıkları gibi; bugün de danışmamakta ısrar ediyorlar. Parti kurdular, hükümet oldular; şimdi de ABD ve yandaşlarının kılavuzluğunda Irak’a doğru yola çıktılar...

Kılavuzu ‘Batı’ olanın başı ‘bataklık’tan çıkmaz!..

Elbette bütün bu yazdıklarım, ABD gerçekten samimi olarak “savaş” değil de “barış” istiyorsa geçerlidir. ABD şunu çok iyi bilsin ki; savaş politikalarını sürdürürse, yıkmak istediklerinden önce kendisi yıkılacaktır. Nasıl yıkılacağını merak ediyorsa, sadece “Sovyetler Birliği”ni hatırlatmamız yeterli olacaktır. Irak bataklığındaki baş ortağı İngiltere de eski “Büyük Britanya”nın nasıl ve neden yıkıldığını, Irak çöllerinde birlikte geçirdikleri boş günlerinde “eski bir askerlik hatırası” olarak anlatabilir. Nitekim, Irak’tan önce başlattığı Afganistan operasyonunda ne kadar başarılı oldu ki, Irak’ta başarılı olabilsin. Ne demiştik; yıkmak kolay, yapmak zordur…

Son bir hatırlatma daha: Dünya kurulduğundan beri yeryüzünde “dünya devleti/tek devlet” olmadı. Bundan sonra da olmayacaktır. ABD’nin bu “dünya devleti” veya “dünyanın tek süper gücü” olma ham hayalinin gerçekleşmesi sünnetullaha, sosyal kanunlara ve insanlık tarihinin akışına aykırıdır. Yol yakınken, henüz yolun sonuna gelinmemişken, ABD yöneticileri (veya şahinleri) akıllarına başlarına toplamalı ve bu olmayacak sevdadan vazgeçmelidirler. Vazgeçmezlerse, sonuçlarına katlanacaklardır…

Sonuç olarak, meseleye genel olarak ilmî bir perspektiften baktığımızda görürüz ki; a) Batı dünyası “ekonomi ve teknoloji sorunlarını” çözmüştür ve çözmektedir. b) Ama Batı “hukuk ve yönetim sorunlarını” çözememiştir. Şimdilik göründüğü kadarıyla çözecek gibi de görünmemektedir. Zaten bu derin meseleler birkaç yılda çözülecek veya derinlik kapasitesi elde edilebilecek basit şeyler değildir. Asırların birikimi gerekmektedir. Batı dünyasının bundan sonra kısa zamanda böyle bir birikimi elde etmesi mümkün değildir. İşte günümüz dünyasında yeryüzündeki huzursuzluğun kaynağı budur. “Hukuk ve yönetim”i yeryüzüne mukaddes kitaplar getirmiştir. Bundan sonra da onlar getirecektir. Türkiye’de müsbet ilimin verileri ile bu mukaddes kitaplar ele alınmalı, yorumlanmalı ve “yeni hukuk ve yönetim düzeni” kurulmalıdır. Türkiye’de 1967 yılında kurulan “Akevler Kooperatifleri”nin bu hususta çalışmaları vardır. “Adil Düzen” bu çalışmaların mahsulüdür. 20 000 sahifelik birikimi mevcuttur. ABD bunlardan yararlanıp Irak’ta “Adil Düzen”i kurabilir.

 

ARTIK SİYASET ZAMANI: YA “ADİL DÜZEN”İ BENİMSEYEN BİR PARTİ; YA “ADİL DÜZEN PARTİSİ

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 227. SEMİNER         Tefsir         İstanbul, 20 Eylül 2003

 

ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ - VIII

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

تُولِجُ اللَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنْ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنْ الْحَيِّ وَتَرْزُقُ مَنْ تَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ(27) لَا يَتَّخِذْ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ وَمَنْ يَفْعَلْ ذَلِكَ فَلَيْسَ مِنْ اللَّهِ فِي شَيْءٍ إِلَّا أَنْ تَتَّقُوا مِنْهُمْ تُقَاةً وَيُحَذِّرُكُمْ اللَّهُ نَفْسَهُ وَإِلَى اللَّهِ الْمَصِيرُ(28) قُلْ إِنْ تُخْفُوا مَا فِي صُدُورِكُمْ أَوْ تُبْدُوهُ يَعْلَمْهُ اللَّهُ وَيَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ(29)

              

تُولِجُ  (TUvLlyCu) “Ilac edersin. Sokarsın.”

Gayın harfi ile gılac, ilaçlı suya karıştırılıp içilen şeydir. Suya konulan maddedir. Hemze ile ilac ise içeri sokmak demektir. Burada gecenin gündüzün içine sokulduğunu ifade etmektedir.

Bundan önceki âyetlerde mülkün verilip alınmasından bahsedilmişti. İnsanın aziz veya zelil edilmesinden bahsedilmişti. Bu âyette ise gecenin gündüze, gündüzün geceye ilac edilmesinden ve ölüden dirinin, diriden ölünün çıkarılmasından bahsedilmektedir. Orada sosyal olaylardan, burada tabiî olaylardan bahsedilmektedir. Sosyal olay denince insana has olaylardır. Temeli özel mülkiyete ve kamu gücüne dayanmaktadır. Ekonomik ve siyasi olaylardır. Burada da tabiî olaylardan bahsedilmektedir. Kevnî ve biyolojik olaylar ele alınmaktadır. Kâinat’ın nasıl dört temel üzerinde oturtulduğu belirtilmektedir.

a)       Mülkiyet insan iradesinin çalıştığı alandır. Herkes kendi mülkünde meşru sınırlar içinde dilediği gibi tasarruf eder. Burada bölünme ve özgürleşme vardır.

b)      İzzette ise herkes birbirine bağlanır, topluluk içindeki serbestliği kaybeder. Böylece topluluk oluşur. Mülkiyette fert, izzette topluluk korunmuş olur.

c)       Gece ile gündüzün oluşmasında tabiî kanunlar ve düzenlemeler vardır. Burada yerleştirilmiş varlıklar değişmez fizik kimya kanunları ile hareket ederler. Burada entropi büyümektedir.

d)      Halbuki canlılarda DNA’larla kodlanmış sistem içinde özel oluşumlar sözkonusudur. Burada entropi küçülmektedir. Dağınıklıktan düzgünlüğe gidilmektedir.

اللَّيْلَ(LaYL) “Gece” demektir.

Güneş atmosfere girer, sabah olur. Yere inince doğmuş olur. Güneş batınca gece olur. Güneş atmosferden çekilince yatsı olur. Sabah gündüze, akşamdan sonrası ise geceye dahildir. Gecenin gündüze ilaç edilmesi gecenin büyümesi anlamındadır. Yani kışları gece büyür. Yazları gündüz büyür. Mevsimler oluşur.

Allah yerin eksenini dik yapsaydı yaz-kış olmayacaktı, gece-gündüz eşit olacaktı. Ekvatorda sıcak yerler, diğer yerlerde ise soğuk dünya. Rüzgârlar sadece doğudan batıya esecekti. Oysa bugün birçok bitkiler gün uzunluğuna dayanarak çiçeklenmektedirler. Kur’an bunu bize misal vererek sosyal olaylarda da böyle mevsimlerin olduğunu ifade etmektedir. Bazen küfür hakim olur, bazen da iman hakim olur.

“Leyl” başka bir manasıyla madde demektir. Nehrin içindeki karışık maddenin bir kısmı erimiş olarak denize gider. Bir kısmı ise deltalarda çöker. Denize giden kısma “nehar”, çöken kısma da “leyl” denmektedir.

“Nehir” kelimesi buradan geldiği gibi, “nehar” kelimesi de buradan gelir. Madde düşük hızla hareket eder. Bu madde parçacıklarının iki özelliği vardır. Biri, birbirini çekerler, diğeri ise hızlandırmak için onları kuvvetle çekmek ve itmek gerekir. Işık hızına ulaştıklarında birbirini çekme kabiliyetini kaybederler. Ve artık bunların hızlandırılması da mümkün değildir. Çünkü ışık hızı madde için en büyük hızdır. Madenin enerjiye ilacı maddenin enerjiye dönüşmesidir. Meşhur Einstein  E=m*c^2=h*f  formülleri burada açıkça ifade edilmiştir. Atom bombası ve santralleri bu formüllere dayanmaktadır.

فِي النَّهَارِ (FIy elNaHARı) “Nehar için leyli ilaç edersin.”

Işık parçacıkları madde üzerine düşünce maddeyi hızlandırır. Maddenin hızı artınca ışık hızına dönüşmektedir. Gözlerimiz bunları görmektedir. Başlangıçta Kâinat, gök ve yer birbirine bitişmiş hareketsiz madde idi. Patlama olunca enerjiye dönüştü. Sonra soğuyarak madde oldu. Şimdi ise Güneş’teki hidrojen helyuma dönüşerek ışık olmaktadır. Bize gelen ışık da soğuyarak madde olmaktadır. Demek ki, ister yaz ve kış olarak anlayalım, ister maddenin enerjiye dönüşümü şeklinde anlayalım, tabiî olaylarda bir gidip gelme vardır. Bir devrî hareketler vardır. Toplulukta da böyle devrî hareketler olmaktadır.

وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ  (Va TUvLıCu elNaHavRa Fıy elLAyLı) “Neharı da leyl içine idhal edersin.”

Yani, yazın geceleri uzun edersin, kışın da gündüzleri uzun edersin. Maddeyi de enerjiye çevirirsin.

Atom enerjisi maddenin enerjiye dönüşmesi ile elde edilmektedir. Ama ışığı yavaşlattığımızda elektron ve pozitronlar oluşmaktadır. Bu elektron ve pozitronlardan 1837’si hidrojen çekirdeğini oluşturmaktadır.

Aslında hız kazandırma bir ilaçtır. Dünyada böyle devrî hareketler olduğu gibi insan topluluklarında da böyle devrî hareketler vardır. Bize bu örneği vermekle hem bize Kâinat’ı öğretmekte, hem de “sosyal hayat” ile “tabiî hayat” arasındaki benzerliğe işaret edilmektedir. İçtihatlarımızı yaparken hep bu oluşları değerlendirerek yapmalıyız.

Tarihte hak uygarlıkları gelmiştir. Bunlar adaletleri ile insanlığı aydınlatmıştır. Kuvvet uygarlıkları gelmiştir. Onlar da zulümle dünyayı karartmışlardır. Bunlar gece ile gündüz gibi arka arkaya gelmiştir. Doğuda hak uygarlıkları hakim iken, batıda sinmiş bir şekilde kuvvet uygarlıkları vardır. Sonra batıda kuvvet uygarlıkları gelişince hak uygarlıkları sinmiştir. Böylece adaletle zulüm birbirine ilac edilmiştir. Mezopotamya, İbrani, Hıristiyanlık ve İslâmiyet hak uygarlıklarıdır. Mısır, Yunan, Roma ve Avrupa kuvvet uygarlılarıdır. Bunların ömürleri 1000’er yıldır. Batı uygarlıkları en güçlü iken doğu uygarlıkları yeniden doğmaya başlarlar. Aynı şekilde doğu uygarlığı tepede iken batı uygarlığı yeniden doğar. Şimdi Batı uygarlığı tepededir, çökmeye başlamıştır. 500 yıl çökmeye devam edecektir. Doğu uygarlığı yeniden doğuyor. 500 yıl gelişecek, tepe noktasına varacak ve çökmeye başlayacaktır. Bu böyle devam edip gidecektir. İşte bu âyet bize bunu ifade etmektedir. Şimdi içtihatlarımızı yaparken gelecek III. bin yıl uygarlığının içtihatlarını yapmamız gerekmektedir.

وَتُخْرِجُ  (Va TuPRıCu) “Ve ihraç edersin.”

Evin iç tarafına “dahil” dış tarafına “hariç” denmektedir. Bir şeyi ambardan çıkarıp kullanmaya “harcama” denmiştir. Duvarlara dışarıdan sürülen şeylere de “harç” denmektedir. Çalı veya kamışlardan ördükleri kulübelere çamur sürerek duvara çevirirlerdi. Bu çamura “harç” denmektedir.

Ölüden diriyi çıkarmak, ölüden diriyi oluşturmak, ölüyü diriye çevirmek demektir. Kumaştan elbise çıkarmak, deriden ayakkabı çıkarmak tabirleri Türkçede de vardır. Ölüyü diriye dönüştürürsün, diriyi ölüye dönüştürürsün denmemiştir. Çünkü diride ölüden farklı bir şey vardır. Canlılar maddeden oluşur. 19. yüzyıla kadar canlılarda canlılık denen başka bir maddenin olduğu sanılıyordu. Oysa 19. yüzyılda anlaşılmıştır ki, canlı yüze yakın elementin özel dizilişinden oluşturulup başka bir şey katılmamaktadır. Nasıl bizim evimiz çimento ve tahtadan oluşuyorsa, canlı da öyledir. Çıkarmak, burada özel şekil vermek, tuğladan ev çıkarmak gibi bir şeydir. Çıkarmak, özel bir şekilde dizmek anlamındadır.

الْحَيَّ  (XayYa) “Hayyı ihraç edersin.”

“Hay” kış uykusuna yatmamış yılan demektir. “Meyyit” de kış uykusunda olan yılan demektir. Hareketli olan anlamındadır. Kur’an bitkilerin de hay yani hareketli olduğunu belirtmektedir. Canlılar hücrelerden oluşurlar. Hayvan hücresi ile bitki hücresinin yapıları arasında esasta hiçbir fark yoktur. Her ikisi de DNA’ların oluşturduğu protoplazmalardan oluşur.

Hayvan hücrelerinin derileri ile bitki hücrelerinin derileri farklıdır. Çeperleri farklıdır. O halde bitkiler de haydırlar. Bu da 20. yüzyılın buluşudur. Buradaki önemli husus, diriliğin maddenin tertibinden ibaret olduğunu ifade etmiş olmasıdır.

مِنْ الْمَيِّتِ (MiNa elMayYıTı) “Ölüden diriyi çıkarırsın.”

Cansız varlıklara ölü denmektedir. Yani canlının ölümünden önceki durumu ile sonraki durumu arasında fark yoktur. Ölü bedenin bir özelliği yoktur. Cansızlık âlemine tâbidir. Bu da yine asrımızın ilimleri sonunda öğrendiğimiz şeylerden ibarettir. Buradaki “Min” cinsin beyanı içindir. Demirden anahtar anlamındadır. Yani demirden yapılmış anahtar demektir. Canlı da ölüden yapılmış bir mekanizmadır.    

وَتُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنْ الْحَيِّ (Va TaPRuCu el MayYıTa MiNa elXayYı)

“Meyyiti haydan ihraç edersin.”

Burada ölünün, cansız varlığın da diriden meydana getirildiğine işaret etmektedir. Tabiatta organik maddeler vardır. Bunlar ölü maddelerdir. Kendilerinde canlılık özellikleri yoktur. Ama bunlar kendiliğinden yokturlar, canlıların ölümünden sonra ortaya çıkarlar. Yani ölüm demek sadece tekrar geriye dönme demek değildir. Daha üst moleküller içinde toprağa karışmadır. Bunlar yeniden daha kolay canlı varlığa dönüşebilmektedir. Böylece yeryüzü daha kolay ve daha çok canlıların yaşayabileceği toprağa kavuşmaktadır. Bu da yeryüzünün imarı demektir. Bizden önceki canlılar uzun yıllarda bugünkü toprakları hazırladılar da biz o sayede bugün yaşıyoruz. Yani canlanıp ölmeler boş döngü değil, bir gelişmeye hizmettir.

Topluluklar da böyledir. Kişiler doğup ölürler ama artıklar bırakırlar. Bunlar uygarlık mirasıdır. Bu sayede ilerleme olur. Nasıl canlılar toprağı ıslah ediyorlarsa, biz de diğerlerini ıslah ediyoruz. Bu da içtihat ve icmalar sayesinde olmaktadır. Böylece bu âyetlerde içtihat ve icma müesseselerinin gayesi de ortaya konmuştur. Evrim. Sosyal ıslah.

İçtihat yapmak demek, bir proje yapmak demektir. Nasıl bir mühendis bir makine yapmayı veya bir tesis kurmayı düşündüğü zaman en ince yönlerini değerlendirip proje oluşturuyorsa, bir müçtehit de insanı ve insanlar arası ilişkileri ele alıp proje yapacak ve böylece sosyal makineler oluşacaktır. Bundan 200 yıl öncesinde bu makinelerden eser yoktu. Bugün ise her şey makine ve araçlardan ibaretse; gelecekte fıkıhçılar sosyal makineler üreteceklerdir. O makineler sayesinde bu gelişmiş uygarlıkta huzur içinde yaşayabileceğiz. Artık “Nuh Nebi’den kalan hukuk düzeni”yle değil, asrımızın sorunlarına cevap veren hukuk düzeni ile yaşayacağız. İşte “Adil Düzen” budur. Bunları bize Kur’an öğretmektedir.

وَتَرْزُقُ  (Va TaRZuQu) “Sen rızıklandırırsın. İstediklerini beslersin.”

Enerjinin maddeye dönüşmesi, maddenin enerjiye dönüşmesi; yaz olması, kış olması; sonradan diriden ölünün ve ölüden dirinin çıkarılması hep bir gayeye matuftur. O da insanların ve diğer canlıların rızıklanması içindir.

“Sen rızıklandırırsın” denmektedir. Böylece tabiî düzenin gayesinin soysal düzen olduğu ifade edilmektedir. Her şey insan içindir. Kâinat insan için yaratıldı. Uzayda sayısız yıldız var, onların çevresinde gezegenler dönmektedir. Buralarda hep insan vardır. Onlar Ademoğlu değildirler. Bu büyük Evren’de bizim kendi dünyamız vardır. Biz orada içtihat yapar ve kendi görevimizi yerine getiririz. Bu içtihadımızı yaparken o büyük düzeni bozmayacak şekilde hareket edeceğiz.

مَنْ تَشَاءُ   (MaN TaŞAEu) “Kimi istersen hesapsız rızıklandırırsın.”

Burada “neyi istersen” denmemiş, “kimi istersen” denmiştir. Yani insanlardan kimi istersen rızıklandırırsın deniyor.

Eğer gece-gündüz ve yaz-kış olmasaydı canlı olmayacaktı. Canlının doğması olmasaydı bizim rızkımız olmayacaktı. O zaman bizim yaşamamız mümkün olmazdı. Bu âyet Kâinat’ın insan, cin, melek ve ruh için var edildiğini çok açık bir şekilde ifade etmektedir. Başkaca Kâinat’a ne gerek vardı? Abesle iştigal olurdu.

بِغَيْرِ حِسَابٍ  (Bı ĞaYRı XıSAvBı) “Hesapsız bir şekilde rızık verirsin.”

Burada iki şey ifade edilmektedir. Biri, insan rızkı öyle iktisatçıların sandığı gibi sınırlı değildir. Nüfus planlamasına gerek yoktur. İnsan rızkının kaynakları sonsuzdur. Sadece emek gerekmektedir. Çalışarak rızıklandırılmaktadır. Zaten canlı demek, çalışarak yaşayan varlık demektir. İktisatçıların sandığı gibi kaynaklar sınırlı değildir. Buradaki hesapsızlıkla bu bildirilmektedir. Gerçekten;

a)       Teknolojinin ilerlemesi ile bir taraftan ekilmemiş topraklar ekilmiş hâle gelmekte, diğer taraftan ekilmiş olanların da verimi artırılmaktadır. Sulama, gübreleme, ekim ve tohum ıslahları ile verim birkaç kata çıkarılabilmektedir. Bütün bunlar içtihat sayesinde mümkün olmaktadır. Kur’an’ın öğrettiği içtihat sisteminin yani mühendisliğin teknolojiye uygulanması ile mümkün olmaktadır. Müslümanlar içtihat sistemini “hukukta ve dilde” uyguladılar, Avrupalılar “ekonomide ve teknolojide” uyguladılar.

b)       Karalardan sonra denizler bizi bekliyor. Henüz deniz tarımı ve deniz hayvancılığı başlamamıştır. İnsanlar ileride karalardan çok denizlerden yararlanacaklardır.

c)       Sonra Güneş enerjisinden yararlanacağız. Uzaya atacağımız uydular bize tonlarca buğday üretecektir. Yeryüzüne gelen enerjinin Güneş enerjisine oranı 400 000 000 de birdir. Güneş’in çevresi de Adem oğulları içindir. Yeryüzünde denizlerle birlikte on misli çoğalıp yüz misli olabiliriz. Güneş çevresinde de çoğalmakla 40 milyar defa çoğalabiliriz demektir. Bugünkü çoğalma hızımız %2,5’tur. Demek ki iki kat olabilmemiz için ancak 25 yılda iki kat olabiliriz. Bu çoğalma ile daha milyarlarca yıl gerekmektedir. İnsanlığın ömrü birkaç onbin yıldır. Buna göre demek ki hesapsız rızkımız vardır.

d)       Bunun dışında da hidrojeni helyuma dönüştürerek, Güneş çevresindeki hidrojeni kullanarak da yaşayabiliriz. Bu hesaplar bize gösteriyor ki, Allah bizim için hesapsız rızık yaratmıştır. Kâinat’ın kalan ömrü 10 milyar yıl civarında olduğuna göre, demek ki rızık sorunu yoktur.

“Men teşau” denmesiyle de bu rızıklanmanın eşitlik içinde olmadığını gösterir. “Hesapsız” demek, kimine çok kimine az vermektir. İnsanlar emekleri ile çalışıp kazanırlar. Ancak emeklerini birbirlerine devretmektedirler. Bu arada kimilerinin mülkünde fazla rızık birikmektedir. Buna da ihtiyaç vardır. Bu sayede sermaye oluşmakta, sermaye sayesinde işbirliği ve ortaklıklar oluşmaktadır. Canlılar arasındaki besin düzeni gibi, insanlar arasında da ekonomi düzeni vardır. Ekonomi düzeni kâr ve zarara dayanmaktadır. Buna işaret etmek için bu âyet bu ifade ile sonlanmıştır.

İçtihadımızı yaparken bu genel düzene bakarak, bu sistemleri göz önüne alarak yapmak gerekmektedir. Bu sebepledir ki, müteşabihlerin tevili için de ilimde rusuh mertebesi istenmektedir. Kur’an bütün bunları söylemekle; bu hususta beni bilgi sahibi et, ben ona göre içtihadımı yapayım demektir. Mümin içtihadını yapar ve ona göre amel eder. Sonuçlar ise sünnetullaha tabidir. O ne isterse onu yapar. Bizim istediğimiz değil de, O’nun istediği olur.

لا يَتَّخِذْ   (LAv YatTaPıÜı) “İttihaz edinmesinler.”

“Ahıze” tutucu, alıcı anlamındadır. Yumulmuş eldir. İttihaz etmek, kendi kendine edinmek, tutunmak demektir. Ahzda karşı taraf tutulmuş olur. İttihazda ise karşı taraf etkilenmeden kendi kendine hayalinde tutunma demektir. Veli ittihaz etme demek, dayanışma ortaklığına girme demektir.

Kâfirler burada barışı kabul etmeyen kimselerdir. Ne cizye veren, ne de savaşa katılan kimselerdir. Bunlarla dayanışma ortaklığı içine girilmesini İslâmiyet yasaklamış bulunmaktadır. Emr-i gayb getirilmiştir. Eğer başkanın denetleme yetkisi varsa o zaman emri onun aracılığı ile verir. Bir dayanışma ortaklığında olan kimse başka bir dayanışma ortaklığına giremez.

الْمُؤْمِنُون (EaLMuEMıNIyNa) “Müminler ittihaz etmesinler.”

“Mümin ittihaz etmesin” denmiyor, “müminler ittihaz etmesinler” deniyor. Yasaklanan, kâfirlerin dayanışma ortaklıkları ile işbirliği yaparak ülkeyi parçalamaktır. Türkiye’deki sol partinin ülke dışındaki sol partilerle işbirliği yapıp ülke aleyhinde faaliyet göstermesi demektir.

Dayanışma ortaklığını kurup kendilerini güven altına aldıkları gibi, cizye veren müslimleri de güven altına almış kimselerdir. İslâmî dayanışma ortaklığını kuran kimselerin başkaları ile dayanışma ortaklığı içine girmeleri haram kılınmıştır.

الْكَافِرِينَ (EalKaFıRIyNa) “Kâfirleri ittihaz etmesinler.”

“Kâfir” örten, kapatan, gerçekleri bile bile kabul etmeyen demektir. Kur’an dilinde dayanışma ortaklığını kabul etmeyen, ne askerlik yapan ne de bedel veren kimsedir. Bunların ülkemizde yaşama hakları yoktur. Bunlar ülke dışına çıkar ve oralarda yaşarlar. Biz oralarda kendilerine dokunmayız. Kendi aralarında kuracakları dayanışma ortaklıklarına da izin veririz. Ülke dışına çıkmalarına gerek yoktur. Müslim ise cizye vermelidir. Müşrik ise düzeni kabul etmeyen anarşistlerdir.

Burada bir müminin kâfiri veli  ittihaz etmesinden ziyade, siyasi dayanışma ortaklığını kuran kimselerin bunu kurmakla beraber, devlet savunmasına asker katmayanlarla dayanışma içine girmemeleri emrediliyor. Yani, bunların siyasi hakları yoktur. Başkanlık seçimine katılamadıkları gibi, bunlar başkanlık şurasında da yer alamazlar.

أَوْلِيَاءَ   (EaVLıYAEa) “Veliler ittihaz edinmeyin.”

“Evliya” dayanışma ortaklarıdır. Birinin bir kazaya uğraması halinde hep birlikte karşı koyarlar. Birine yapılmış saldırı hepsine yapılmış saldırı kabul edilerek birlikte karşı koyarlar. Diyetleri aralarında bölüşerek öderler. Kur’an’da bu terimdir. İslâmiyet’te devletin varoluş felsefesi dayanışma ortaklıklarıdır. Müminlerin mümin olmayanlarla dayanışma ortaklıkları kurmaları men edilmiş olmaktadır.

مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ   (MiN DUvNı elMuEMıNIYNa) “Müminlerden başkasını.”

Burada zamir getirilmemiştir. Çünkü kendileri dışındaki müminlerden başkasını evliya ittihaz etmesinler, onlarla dayanışma içine girmesinler anlamındadır. Bu bize belli yasağı getiriyor. Bucakta mümin olanlar, ilde de mümin olacaklar demektir. İlde mümin olanlar, ülkede de mümin olacaklardır.

Anayasamızda yazdığımız kural müminler için geçersizdir. Yani anayasada genel kural yazdık. Müminler ise müminlerden başkasını veli ittihaz etmezler. Müminler bucakta, ilde ve ülkede nöbetli olurlar.

Kişi dostluğu olarak anlayacak olsak, o zaman bu kayıt müminlere karşı kâfirlerle işbirliğine girmesinler, ama diğer şekilde eğer müminlere zarar değilse, aleyhine değilse, böyle işbirlikleri kurulabilir anlamı çıkar.Yasaklanan mutlak dostluk değil, müminleri dışlayan dostluktur. Biz Avrupa Birliği’ne girebiliriz ama bunu Müslüman ülkeleri dışlayarak yapamayız. Müslüman ülkelerine karşı Avrupa Gümrük Birliği’nde yer alınması yasaklanmıştır. Aramızda gümrükleri sıfırlayabiliriz ama başkalarına karşı ortak gümrük uygulayamayız.

وَمَنْ يَفْعَلْ ذَلِكَ  (Va MaN YaFGaL ÜAvLıKa) “Kim bunu fi’lederse.”

Yani, müminlerin dışında kâfirlerden evliya ittihaz ederse, onların dayanışma ortaklığına katılır da müminlere karşı birleşirse, buna uygulanacak müeyyide de belirtilmiş olmaktadır. Böyle yaparsa müminlerin dayanışma ortaklıklarından çıkarılmış olur. Toplulukların uygulayacakları cezai müeyyide ancak kendi cemaatlerinden çıkarmadır. Başka bir yaptırım uygulayamazlar. Hiçbir topluluk bir daha bizden ayrılmamak üzere akit yapamaz. Sadece askerlik yapmayı taahhüt edenler bu vecibelerini yerine getirmezlerse ülkeyi terk etmek zorundadırlar. Bu da çıkarmadır. Bir tek savaşta cepheyi bırakmak bu kuralın dışındadır. Çünkü savaşta ‘ya bizden - ya karşıdan’ ilkesi vardır. Terk edersen düşman kabul edilerek öldürülürsün.

فَلَيْسَ مِنْ اللَّهِ فِي شَيْءٍ (Fa LaYSa MıNa elLAHı ŞaYEin) “Allah’tan bir şey içinde değildirler.”

Allah’ın dayanışma ortaklığından çıkmış olurlar. Onlarla olan müminlerin dayanışması sona erer.

Burada çok geniş yoruma tâbi bir ifade kullanılmıştır. Allah’tan gelen herhangi bağ hususunda bir şeyde değildirler. Yani bir koruma anlaşması yok demektir. Ama onlara bir şey yapılacağını da söylemiyor. Bu bize ‘ehl-i terk’i ifade eder. Bize dokunmadıkları zaman biz de onlara dokunmayız. Onlara başkaları dokunursa da onları savunmayız.

Topluluk içinde de bu tür grupların olacağı ifade edilmektedir. Bir bucak kendi bucağı içine çekiliyor. Ne asker veriyor, ne cizye veriyor. Ben kendi güvenliğimi kendim sağlarım diyor. Bunlarla özel anlaşma yapıp onları koruyamayız. Ama biz de bucaklarına saldırmayız. Geçişler serbesttir. Onların halkı bizim ilçemize geldiklerinde yabancı kimseler muamelesini görürler. Yani, oradakilerden birilerinin iznini alarak girip çıkabilirler. Dışarıdan gelen mallara uygulanan vergiler uygulanır. Böylece kendi ülkelerinde kalmak şartı ile tamamen hür yaşarlar. Aynı şey aşiret için de söylenebilir. Hatta kişi bile kendi ailesiyle böyle bir hayat yaşayabilir. Bu statüde il ve ülke kurulabilir.

Bu âyetin bu ifadesi bunu anlatmaktadır.    

إِلَّا أَنْ تَتَّقُوا مِنْهُمْ (EilLAv EaN TatTaQUv MİNHUM)

“Sadece onlardan ittika etmeniz şartı ile onlarla velayet kurabilirsiniz.”

Yani, onlar size saldırmayacak, siz de onlara saldırmayacaksınız. Diğer mümin devletlerle araları açılsa bile, birbirleriyle savaşmayacakları anlaşmasını yapabilirler. Yani, kâfirlerle savaş dayanışması yapılamaz. Kâfirlerle savaşmama anlaşması yapılabilir. Bu anlaşma diğer mümin devletlere yardım cevazını veya vücubu kaldırmış olabilir. Onlardan korunmak için anlaşmalar meşru ise de, başkalarına saldırmak için anlaşma gayri meşrudur. Türkiye İran’la böyle bir anlaşma yapabilir. Biz birbirimize saldırmayacağız denebilir. Amerika ile de benzer anlaşma yapılabilir. İran’la Amerika arasında bir savaş çıkarsa Türkiye tarafsız kalabilir. İşte bu tür anlaşmalar meşru kılınmıştır.

تُقَاةً  (TuQAvtın)  “Takıy olarak.”

Korunmuşlar olarak ittika ederseniz, o zaman sizlere onlarla işbirliği yapmanız caizdir.

Buradaki istisna munkatı istisnadır. Onlarla tevliye caiz değildir ama ittika caizdir.

Arapçada kökler değişik manalara gelir. O zaman masdarlar farklı söylenir. “Vıkaye” bir masdardır. Müteaddidir. “Takıy” de masdardır ama azim bir masdardır. İttika, vıkayeyi kabul etme anlamındadır. Takıyye ise vıkayeden yararlanmadır. Yani, karşı tarafla savaşa girmemek demektir. O sebepledir ki burada masdarı zikretmiştir. Yani, sadece korunma amacıyla, karşılıklı saldırıları durdurma amacıyla anlaşmalar yapılabilir. Üçüncü kişilere gerekirse saldırma amaçlı anlaşmalar yapılamamaktadır.

“Tukat”ın aslı “Vukat”tır. Müfredi de “Vakıyye”dir. “Takıyye” olmuştur. “Takıyye” korunmuş olma demektir.

Tevbe sûresindeki cizye âyetiyle tearuz vardır. Orada kıtali emretmekte, burada ise terki teşri etmektedir. Bunu şöyle açıklayabiliriz. Tevbe âyetinde savaşa başlamış kimselerin savaştan sonraki anlaşmalarını ifade eder. Çünkü “Hattâ” kelimesi kullanılmıştır. Burada savaş olmadan bu durumda olanların hükümlerini içermektedir. Kâtılû hattâ o zamana kadar savaşın anlamı çıkar. Buradan çıkaracağımız başka bir hüküm de, ‘cizye ehli’ sonra ‘terk ehli’ olamaz. Yani, nasıl ‘nöbetli’ olan ‘cizyeli’ olamazsa, ‘cizyeli’ olan da ‘terk ehli’ olamaz.

وَيُحَذِّرُكُمْ اللَّهُ نَفْسَهُ  (Va YuPaüÜıRu KuMu elLAHu) “Allah sizi kendi nefsinden tahzir eder.”

“Hazer etme” sakındırma demektir. Uzak tutma demektir. Allah kendi nefsinin işlerine karışmanızdan sizi uzak tutar. Bu da haksız yere başka insanlara hükmetmenizdir. Yeryüzü bütün insanlarındır. Şeriat içinde herkese yaşama hakkı tanınmıştır. Çalışma hakkı tanınmıştır. Dikkatli olmanız gerekir. Müminler Allah’ın müsaade etmediği yerlerde ve işlerde bulunmazlar. Size saldırı olmadıkça, sizin onlara saldırmanız caiz olmaz. Burada içtihat bakımından ortaya konan esas, herkesin kendi içtihadının kendisini bağladığıdır. Kimse kendi içtihadına göre başkalarının hareket etmesini isteyemez. O takdirde ilahlık taslamış olur. Hazreti Peygamber bunu açıkça ifade etmiştir.

Yahudiler “Biz hahamlara tapmadık.” dediklerinde; “Siz onların haram yaptığını kendinize helal yapmadınız mı, helal yaptığını da haram yapmadınız mı?” diye sorunca, onlar sustular. “İşte bu onlara tapmanızdır.” dedi. İçtihadın temel hükmü budur. Bir başkasını bağlamaz. Tâbi olanlar kendi istekleri ile ona değil, onun içtihadına tâbi olurlar.

وَإِلَى اللَّهِ الْمَصِير  (VaEıLay elLAHı MAÖIyRun) “Ve masır Allah’adır.”

“Sara” dönüşme demektir. Yani, durumu değiştirme demektir. Hükümler Allah’a döner demektir. Yani, sizin içtihatla vardığınız sonuçlar Allah’ın verdiği hükümler anlamındadır demektir. Yani, içtihat yaparsınız, sözleşme yaparsınız, yetkililer karar alır, hakemler hükmeder. Bütün bunlara asaleten değil, hilafeten hükmetmişlerdir.

Asıl hükmeden Allah’tır demektir. Yani, kişi kararları Allah’ın kararlarına, topluluğun karalarına dönüşür. Karar verenler ehliyetlerini kaybetseler de kararlar geçerlidir. Yetkisiz biri istişare etse ve sonunda karar alsa, halk da onu yetkili sanarak onu kabul etse, sonra yetkisiz olduğu anlaşılsa, aldığı kararlar geçerlidir. Değiştirmek için yeniden istişare yapılıp karar alınması gerekir. Mahkemelerin kesin kararları sonra bozulamaz. Çünkü o kararı o mahkeme değil, Allah almış yani topluluk almış kabul edilir.

ُقُلْ   (QuL)  “Söyle.”

İki âyet öncesinde “Söyle” denmiş; “Allah’a söyle” ifade edilmiştir. Kişinin Allah’a ve topluluğa ait görevleri kişiye tekrar ettirilmiştir. Askerlikte ere talimat verildikten sonra, er aldığı emri tekrar eder. Aynen bunun gibi biz de aldığımız emri tekrar ettik. İçtihadımızı ona göre yapacağımıza Allah’a söz verdik. Onunla misak yaptık. Şimdi de mümine ‘çevrendekilere söyle’ denmektedir. Buradaki muhatap müminler olabilir. Buradaki ‘siz’ Türklerdeki ‘biz’ anlamına gelir. Böyle yaparsak böyle olur denmiş olur. İçtihat yapanın içtihadında tamamen Hakka teslim olması gerekmektedir.     

إِنْ تُخْفُوا مَا فِي صُدُورِكُمْ (EiN TuPFUv MAv FIy ÖuDUvRıKuM)

“Sadırlarınızdakileri ihfa etseniz de söyle. Başlarınızdakini gizleseniz de söyle.”

İçtihat yaparken en önemli husus samimi olmaktır. Gerçekten Hakkı aramaktır. Bu takdirde hata ederseniz sorumlu olmazsınız. Başlarınızdakileri gizler, sonra ona göre ters kararlar verirseniz, bile bile hata ederseniz; bu Allah’ın verdiği yüksek görevi kötüye kullanmadır. Hilafeten yaptığınız  bir şeyi asaleten yapmış olursunuz. Bununla beraber kimse başka kimsenin beyninde olanı bilemeyeceği için kimseye karışma hakkımız yoktur. Herkes kendisi için karar verecek, Allah için karar verecek ve amel edecektir.

أَوْ تُبْدُوهُ “Onu ibda etseniz de, onu ortaya koysanız da Allah onu bilir.”

Dolayısıyla, bir şeyi gizlemeye kalkışmadan önce bütün artı ve eksileri ortaya koyup kararınızı veriniz. İçtihadınızı böyle yapınız. Allah’ın indirdiği Furkan’ı böyle kullanınız. İnsan içtihadı yaparken başta Allah’ın onu gözetlediğini bilecek ve hükmünü öyle verecek. Böyle yapmazsa hesabını Allah’a verecektir. Hakimlerin ve soruşturmacıların delillerini açıklamaları gerekmiyor. İsterlerse açıklarlar, isterlerse gizlerler. Ancak delillerini tesbit edip saklamaları gerekmektedir. İleride kendileri aleyhine bir dava ikame ettiklerinde onu şahitlere ve hakemlere ibraz edip kendilerini savunmalıdırlar. Baştan ise istedikleri kadar açıklayabilirler. Ama şahitlere ve hakemlere açıklamak zorundadırlar.

يَعْلَمْهُ اللَّهُ  (YaGLaMHu elLAHu) “Allah onu bilmektedir. Yahut ilmedecektir.”

Burada muzari sigası kullanılmıştır. Çünkü topluluk ileride onu bilecektir. Bir kimse içtihat yapıp karar aldığında onun delillerini başkalarına açıklamak zorunda değildir. Ama ileride mağdur olanlar hakemlere baş vurduklarında, onlara kararlarının dayanaklarını göstermek zorundadırlar. Nasıl düşündüğünü, bu karara nasıl vardığını şahitlere ve hakimlere açıklamak durumundadır. Soruşturmacılar da, hakemler de yargılanırlar. Bile bile ve ihmal sebebiyle hatalı karar vermişlerse sorumlu olurlar. Eski kararlar bozulmaz ama hakemlerin akileleri bu mağduriyeti giderirler. Buradaki “Ya’lamhullah” ifadesi bunu göstermektedir.

وَيَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ  (Va YaGLaMu MAv FIy elSaMAvVaTı Va eLEaRWı)

“Ve semada olanları ve arzda olanları da ilmediyor.”

Kâinat’ta olan her şeyi ilmetmektedir. Allah kaderde her şeyi geçmişte biliyor. Ama sonra kaza olunca da kaza olduğunu biliyor. Göklerde ve yerde ne varsa hepsini bilmektedir. Ona göre hükümler koymaktadır.

Tabiî ve sosyal kanunlara uyarak içtihat yapınız. Kur’an’ı öyle manâlandırınız. Allah bunu bilmemiş, dolayısıyla hata etmiş demeyiniz. Bugün insanlar ilmen yanlış olduğunu bile bile kendi heveslerine uymuyor diye karşı çıkmaktadırlar. Bugün çok evlilik böyledir. Bunun sünnetullah olduğunu herkes biliyor ama yine de karşı çıkıyorlar.

İçtihatlarınızı sakın modalara ve sömürücülerin sömürme araçlarına göre yapmayın.

وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ (Va elLAHu KülLü ŞeYEin QaDIyRun)

“Allah her şeye kadirdir. Allah her şeye yetendir, her şeyi ölçülendirendir.”

Âyette Allah’ın her şeyi bildiğini bildirdikten sonra, bildiğini ve istediğini yapmaya gücü yeten olduğunu ifade etmektedir. Ölçülendiren olduğunu söylemektedir. İşte aslında içtihat budur.

Kur’an bir şeyi bize emretmektedir. Mesela, Allah bize adaleti emretmektedir. Zilkurbaya verilmesini emretmektedir. İhsanı emretmektedir. Ancak Kur’an burada adaletin ne olduğunu tarif etmemektedir. İhsanı tarif etmemektedir. Zilkurbayı tarif etmemektedir. Onların tarifini ve onları yerine getirecek mekanizmaları oluşturmayı bize bırakmaktadır. Bunların hepsi ölçülüdür. Allah her şeyi takdir etmiştir. Ancak bunların ortaya çıkarılmasını da içtihada bırakmıştır, ilme bırakmıştır.

“Kadir” kelimesini nekire kullanmakla topluluğun bunları takdir etmesini istemektedir. “Zilkurba” yaşlılardır, sakatlardır. “Yetama” ise küçüklerdir, doğuştan sakatlardır. Biz bu tanımı yapıyoruz. Nasıl yapıyoruz? Allah Kur’an’da her şey vardır dediğine göre, yetimler için hüküm vardır. Yaşlılar için de olmalıdır diyoruz. Zilkurba hakkında başka bir yorum da yapamıyoruz. Böyle yorumluyoruz.

Başkaları da bunu peygamber nesline göndermektedirler. Bu yorum sultanların kendi yerlerini sağlamlaştırmak için verdikleri rüşvettir. Yoksa bu âyetin buna delâlet ettiğine dair ne hadis var, ne de Kur’an’da herhangi bir işaret vardır. “Akrebinnebiy” demiyor, “Zilkurba” diyor. Yakınlardan değil, yakınları olanlardan bahsediyor.

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                                         (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 227. SEMİNER       Yorum-56       İstanbul, 19 Eylül 2003

                                                                            ÜSKÜDAR PROGRAMI

Bir Âyet

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

وَأَقِيمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ

“Vezni kıst ile ikame ediniz. Teraziyi dengede tutunuz.” [Rahmân(55);9]

Bu âyet bize ağırlıkların denge içinde tutulmasını istemektedir. Bundan önceki âyetlerde Kâinat’ın denge içinde olduğu söylenmektedir. Kâinat’ın dengesini ilk formüle eden Newton’dur. Daha önce Müslümanların yaptıkları ölçülere dayanarak gezegenlerin uzaklıları ile devir müddetleri arasında bir bağ bulunmuştu. Uzaklığın küpü ile devir müddetinin karesinin çarpımı sabit kalıyordu. Sonra Newton bunu çekim kanunlarına bağladı. Daha sonra elektrik yükleri ve mıknatıs kutupları arasında da itme ve çekme olduğu tesbit edildi. Bu kuvvet merkezkaç kuvveti ile dengelenmektedir.

Her şey denge üzerine kurulmuştur. Siz üşürseniz vücut yakıtını artırarak sizi ısıtır veya terleterek sizi serinletir. Vücudunuzun sıcaklığı 36,5 derecede dengede kalır. Arabanızı sürerken yavaşlarsa gaza basarsınız, hızlanırsa frene basarsınız. Ülkede mal azsa pahalanır, üretim çoğalırsa fiyatlar düşer. Mal çoksa ucuzlar ve üretim düşer. Her şey dengededir.

Mühendisler hesaplar yaparken hep bu dengeyi düşünürler. İnşaatı ona göre yaparlar. Makineleri ona göre kurarlar. Her şeyin denge değerini bulurlar. Fıkıhçılar da hep dengeleri gözetmek zorundadırlar. Kanunlar öyle yapılmalıdır ki denge bozulmamalıdır. Bugünkü düzende denge yoktur.

a)       Doktorlar hastaları hasta etmeyecek şekilde tedavi etseler aç kalırlar.

b)       Avukatlar davaları nizaları ortadan kaldıracak şekilde sonuçlandırsalar aç kalırlar.

c)       Tamir ve bakımcılar araçları ve eşyaları sağlam tamir etseler sonra aç kalırlar.

d)       Faizli düzen dengesiz bir düzendir. Faiz ile para tekelde toplanır. Halkın satın alma gücü biter. Böylece ürün işe yaramaz duruma gelir. Para da işe yaramaz olur. 

İçtihat yapmak demek, sorunu denge içinde çözmek demektir. Ulaşımda bunu deneyelim.

 

Adil Düzen:

“ADİL DÜZEN”DE TRAFİK (Açıklayıcı Madde)

Toplu taşımacılıkta, yolcuyu taşıma bedeli kilometre başına ocakta, bucakta, ilde, ülkede ve insanlıkta ayrı ayrı belirlenir. Aynı kuruluşta bu bedel değişmez. Konfor farkı içinde oturanlara göre kaçıncı olduğuna göre aksettirilebilir. Sürat farkı da kilometre ve geçen zamanın azlığı ile aksettirilir.

Araçlara hat tahsis edilir. Aynı hatta çalışanlar sıra ile hareket ederler. Dolan araç hemen kalkar. Belli saati gelince, dolmamış olsa da kalkar. Sırası gelen araç gelmemişse, sonraki araç sırada yer alır. O geldikten sonra kalkan arabadan sonra kalkar. Hat kamuca alınıp satılır. Hangi fiyatla satılıyorsa o fiyatla alınır. Satıldıktan sonra hat bedeli artırılır, alındıktan sonra hat bedeli düşürülür. Hatlar bu bedelleri ile derecelenirler. Hat bedeli yüksek olanın sırası daha küçük, derecesi daha büyüktür. Bir hattı satın alanlar o dereceden aşağı olan bütün hatlarda çalışma hakkına sahiptirler.

Bilet bedelleri genel sözleşme ile bölüştürülür. Şoför bedeli, bakım bedeli, sermaye bedeli, yakıt bedeli yüzde olarak bölüştürülür. Bir de dayanışma payı konur. Yüksek dereceli hatlarda toplanan dayanışma bedeli düşük hatlarda çalışan arabalara bölüştürülür. Hiç çalışmayan arabalar bütün hatlardan dayanışma paylarını alırlar. Hiç çalışmayan şoförler de bütün hatlardan dayanışma paylarını alırlar. Bunlar yedek olur.

Araçların bakım işçiliği genel hizmetten yapılır. Parçaları araba sahipleri alır. Şoförleri isterlerse araç sahipleri seçerler. İsteyenler araç bedeli vererek araçlara ortak olurlar. Şoförler de işletme tarafından atanırlar.

Şoförler yapılan imtihanlardaki başarıları ile, taşıdıkları yolcu kilometre miktarı ile orantılı olarak yaptığı kazalar ve trafik ihlalleri ve halkın şikayet miktarları ile ters orantılı olarak bir derece alırlar. Şoförler de tercih dereceleri ile yapılır. Hatları kendileri seçerler. Araçta şikayet düğmesi bulunur. Buna elektronik alet ile basılır. Bir binişte bir defa basılabilir. Bunların sayısı şoförlük derecesine etki eder.

Biletin kilometre kişi başına bedeli araçların doluluk derecesi ile tesbit edilir. Doluluk halinde yükseltilir, boşluk halinde düşürülür. Ücret payı ile sermaye payı arasındaki nisbet ise yedek şoför sayısı ile yedek araç sayısınca belirlenir.

 

Bir Sorun:

YAŞAR KURU’NUN ÇALIŞMALARI

Ekonomik Ve Sosyal Sorunlara Çözüm Önerileri” isimli bir çalışma bana takdim edilmiştir.

Yazarın bu çalışmasını okudum. Yazara göre ülkede hastalıklar vardır. Bu hastalıkların kaynağı ahlâki yapıdaki bozukluklardır. Ahlâkî kurum ekonomi kurumları gibi ele alınmalı ve çözümü de ekonomi kurumlarında olduğu gibi çözülmelidir. Bu varsayıma dayalı olarak çalışma yapılmalıdır.

Her iki müesseseyi kavrama bakımından bu çalışma özgün bir çalışmadır. “Adil Düzen”e katkı çalışmasıdır.

Yazar ister bu kanaate varsın, ister varmasın; ekonomi ile ahlâk sosyal kurumlar olarak farklıdır. Ekonomide “fayda ve zarar ilkesi” hakimdir. Ahlâkta ise “iyi ve kötü ilkesi” hakimdir. Ekonomiyi kâr-zarar hesapları ile dengede tutabilirsiniz, ama ahlâkı kâr-zarar hesapları ile dengede tutamazsınız. Bu genel ilkeye aykırı olan çözümler ütopiktir.

Yalnız bir gerçeği ortaya koymamız gerekir. Toplumun az kısmı şartlar ne olursa olsun kötüdür. Toplumun çok azı da şartlar ne olursa olsun iyidir. Halkın %90’ı şartlar iyi olursa kendileri de iyidir, şartlar kötü olursa kendileri de kötüdür. Bu durumda bugün “zalim düzenciler” hakimdir. Halk da zalimdir. “Adil düzenciler” zalim düzencileri yendikleri zaman halkın çoğu adil düzenci olacaktır. Yazar şunu doğru söylemektedir. “Adil Düzen” iktidar olursa halk adil olur.

Devlet için sosyal sorun olarak bütçe açığı, dış ticaret açığı, enflasyon, işsizlik ve açlık sayılmaktadır. Ayrıca ahlâkî sorun olarak da yolsuzluk, rüşvet, baskı, ayaklanma, hastalık, cinayet, ihmal ve nizalar sayılmaktadır. “Adil Düzen”de bunların kendiliğinden düzeleceğini söylemektedir. “Adil Düzen” demek, ahlâklıların rahatça yaşadığı ve başarılı olduğu; ahlâksızların ise barınamadığı ve başarısız olduğu bir düzen demektir.

Kitabın eksik tarafı şudur. Bozuk olan düzende adil düzeni kim kuracaktır?

Kur’an bize bu düzenin nasıl kurulacağını öğretmektedir:

a)       Kur’an okunacak ve “Adil Düzen” birlikte öğrenilecek. Bunu inananlar yapacak.

b)       İnananlar kendi aralarında “Adil Düzen”i yaşayacaklardır. “Akevler” örneği “Adil Düzen Sitesi”ni kuracaklardır. Akevler Hazreti İsa’nın yaptığını yaptı. “Adil Düzen Sitesi”nin kurulacağını müjdeledi. Kendisi kuramadı.

c)       “Adil Düzen” site ve işletmelerinin başarıya ulaşması ile yaygınlaşacak, halk bu siteleri çoğaltacak ve “Adil Düzen” kurulmuş olacaktır.

d)       Ondan sonra Adil Düzen Partisi değil, millî koalisyon adil düzeni siyasete de getirecektir. Adil Düzen Partisi iktidar olmak için kurulmaz, “Adil Düzen”i halka anlatmak için kurulur.

“Bütün devletler için evrensel ahlâk kuralı” yerine, “İnsanlık için ahlâk kuralı” denmelidir.

Devletler insanlık örgütünde bir kademedir. Yerinden yönetim vardır. Devlet insanlıktan kopuk varlık değildir. Devlet yerel yönetimin iç işlerine, dolayısıyla ahlâklarına karışmaz. Genel ahlâk kuralları zamana ve mekâna göre değişmez. Uygulaması ve ahlâklıları koruma mekanizmaları değişir. Sosyolog, psikolog, felsefeci ve din bilginlerinin oluşturacağı bir örgütlenme istenen sonucu vermez. Çünkü kişilerin denettiği sistem başarıya ulaşmaz. Çünkü kişileri kim denetleyecektir? Oysa “Adil Düzen”de dayanışmalı çoklu sistem getirilmiştir. Hayırda yarış bu denetimi yapacaktır. Ben de gençlik yıllarımda böyle yanlış hayallere kapılmıştım. Bugün belli bir aşamaya geldik. Adil Düzenciler mevcut olanı öğrendikten sonra kritik ve katkılarda bulunurlarsa, zamanlarını yitirmemiş olurlar. Bu kardeşlerim benim yaşıma geldikleri zaman bu hataları yapmayacaklar ama bu arada bir adım gidilmiş olmayacaktır. Yazara Faizsiz Banka, İlhan Arsel’e Reddiye: İslâm Düzeni, İnsanlık Anayasası, Alaeddin Şenel’e yazdığım kritik ve Adil Düzen Seminer Notlarını yakından izlemesini tavsiye ederim.

Yazar herkese bir ahlâk puanı verelim diyor. 

a)       Hastahaneye baş vuranlardan,

b)       Trafik suçu işleyenlerden,

c)       Polisle problemi olanlardan,

d)       Mahkemelik olanlardan ahlâk puanı keselim diyor.

Elde kalan ahlâk puanı ile bunları ödüllendirelim. Bu anlayış doğru anlayıştır. Ancak bunların görevliler tarafından sübjektif olarak değerlendirilmesi sonucu aksine götürür. Rüşveti ve yolsuzluğu getirir. Ahlâksızlar mükâfatını alırlar, ahlâksızlar ise ezilirler. Yapılacak iş, dayanışmalı rekabet sistemi içinde değerlendirme yapılmalıdır. Anayasamızda bu hususta tezkiye sistemi konmuştur.

O sistemde sonuç yalnız başarısızlık değil, aynı zamanda daha çok bozulmanın kaynağı olacaktır. Yargıya baş vurmak adaleti istemektir. Hakkına razı olmak demektir. Bunu ahlâksızlık görmek bizzat ihkak-ı haktır. Hastalara yardımcı olmak ibadettir. Hastaları cezalandırmak zulümdür. Karakol mağdurların sığınma yeridir.

İnsanlar içki içerlerse, zina yaparlarsa, hırsızlık yaparlarsa, cinayet işlerlerse, iftira ederlerse, yalandan şahitlik yaparlarsa cezalandırılırlar. Ahlâk ölçülerini bunlara dayandırmak gerekir.

Bir kimse hakkında başka bir kimse karar verme yetkisine sahip değildir. Bu ancak alternatif seçme imkanları olan hallerde kişinin seçtiği kimselere kendisi hakkında karar verebilir. Bunlar da şunlardır:

a)       İnsan kendisinin katıldığı ocak ve bucak başkanları,

b)       Kendisinin katıldığı dayanışma ortaklıkları kurucuları,

c)       Seçtiği hakemler,

d)       Seçtiği hizmetliler.

Bunun dışında atanmış kimselerin takdirleri kurallara dayalı olsa da geçersizdir.

Çünkü o kurallara uyup uymadığını kim denetleyecektir?

Tezkiyenin dışında;

a)       Toplantılara katılma sayıları (namaz kılma),

b)       Ortak harcamalara yaptıkları katkılar (zekât) ile kişinin ahlâkı değerlendirilir.

c)       Aldığı cezalar,

d)       İras ettiği diyet payları ile de ahlâksızlık değerlendirilir.

Bucakta ocakların, illerde bucakların, ülkede illerin ve insanlıkta ülkelerin bir sıralanma dereceleri vardır.

Bunları şöyle özetleyebiliriz:

a)       Ortalama ömür sayısı o ülkenin üst derecede olduğunu gösterir.

b)       Kişinin günlük geçinmesi için harcadığı saatlerin azlığı da o ülkede yüksek ahlâkı temsil eder.

c)       Ortak imtihanlardaki başarılar o yörenin yüksek ahlâklı olduğunu gösterir.

d)       Dayanışma diyetinin miktarı o ülkenin ahlâklılığını gösterir.

Sonuç olarak, seçilmiş konu ve inceleme metotları ve önerileri son derece takdire şayandır. Ancak henüz çok ham durumdadır. “Adil Düzen” tümüyle kavrandıktan sonra sorunlar çok daha kolay ve rahat çözülmüş olacaktır. Bu tür eserler yayınlanmalıdır. Yararlıdır. Ancak henüz bir ders kitabı olamamıştır.

Gelecekte resmî sınıflar ve öğretmenler olmayacaktır. Yazılan kitapların çoğu bir tartışma kitabıdır. Sonunda o konuda çalışanların ortak görüşleri doğar ve kitap yayınlanır, ders kitabı olur. Benim yazılarım tartışma kitabıdır. Ama “Faizsiz Banka” ve “İnsanlık Anayasası” ise bana göre ders kitabıdır.

Yazar Bursa’da bir çalışma yeri açmalıdır. Kendileri burada Adil Düzen Çalışmalarını birlikte ele almalılar. Bu eser orada olgunlaşmalıdır.     

Tüzel kişilerin ahlâk derecelerinin tayininde kişilerin ahlâk dereceleri gözönüne alınabilir. Bu yeterli değildir. Çünkü kişilerin ahlâkını kendileri tesbit etmişlerdir. Üst kuruluşların takdirleri ile olabilir. Bunun dışında bazı objektif kurallar da getirilebilir.

“Adil Düzen”de biz bunu şöyle çözüyoruz:

Her ilçede 10’a yakın “Mala-Mal Marketleri” veya “Konsinye Marketleri” kuruyoruz. Marketler siparişleri evlere kadar götürüp dağıtıyor. Araba haftada bir uğruyor. Bir gün evvel siparişleri alan kimse eve gidiyor. Yeni fiyat listesini gösteriyor ve siparişini alıyor. İstediği bir şey varsa bilgisayara giriliyor, fiyatı ve yeri öğretiliyor. İsterse o gidip ondan alıyor. İsterse siparişini kabul ediyor. Ertesi hafta teslim ediliyor. İşte bu eve gidip siparişleri alan kimseler aynı zamanda o ailelerin durumlarını ve sıkıntılarını tesbit etme durumunda oluyorlar. Ailelerin talepleri olmadan marketteki fonlarla bunların zaruri ihtiyaçları gideriliyor. İşi olmayana kredi olarak tezgah veriliyor. Ham madde veriliyor. Mamul madde alınıyor. Böylece işsizliği gideriliyor. Çalışamayacak durumda ise yardımlaşma fonundan kendisine mağaza pay belgesi veriliyor. Hasta ise tedavi ediliyor. Davası varsa savunuluyor. Böylece iyilik gören insanlar mağazaya ısınıyor. Onu sevmeye başlıyor ve alışverişi orada yapıyor. Diğerleri de orada alışverişe başlıyor.

Sonra, parasız dershaneler açılıyor. Oralara gelen öğrenciler hem birileri ile tanışıyorlar, hem de ders görüyorlar. İmtihanlar açılıyor. Başarı kazananlara marketten pay belgeleri veriliyor. Ayrıca bu dershanelerde ve marketlerde danışmanlar bulunuyor. Bunlar dert babaları oluyor. Her türlü sorunlarını onlara tevcih ediyorlar. Onlar da bilgi ile aracı olarak sorunlarını çözüyorlar. İşte bu yaygın ahlâk eğitimidir. Sonra toplantılara devam ile ortaklığa kattıkları pay onların resmî ahlâk dereceleri oluyor. Suçlar ise ahlâksızlık notlarını oluşturuyor. 

Memur Maaşları: Memurların maaşları altın gram üzerinden belirlenmelidir. Erbakan eşel mobil sistemini getirmişti. Refahyol hükümeti, Ecevit hükümetleri uygulamadı. Suç işlediler. Suç işlenmeye devam edilmektedir.

        

Bir Yorum:

ABD – TÜRKİYE ARASINDAKİ IRAK;

YIKMAK KOLAY – YAPMAK ZORDUR

Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra yani I. Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı toprakları bölüşüldü. Türkiyeİstiklâl Savaşı”nı yaparak işgallerden kurtuldu ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruldu. Suriye Fransızlara, Irak ise İngiltere’ye kaldı. II. Cihan Savaşı’ndan sonra bunlara bağımsızlık lütfedildi. Bu ülkelerde Komünist Baas Partisi iktidara getirilerek halk dinsizleştirilmeye çalışıldı. Ancak bu partilerin uygulamalarıyla yapılan büyük zulümlere rağmen başarıya ulaşamadılar. Halk içten ve dıştan yapılan bütün saldırı ve çabalara rağmen dininden vazgeçip ateist olmadı. Aynı devrenin öncesinden başlamak üzere Sovyet halkı da komünistlikle dinsizleştirilmeye başlandı.

Dinsizleştirme hareketlerine karşı faaliyete geçen Müslümanlar hemen her yerde direndi. Zamanla bu direnme faaliyetler çok yönlü gelişmeler kaydetti. Mesela İran’da halk hareketine dönüştü ve İran İslâm Cumhuriyeti oluştu. Sonra Afganistan direnişi sayesinde Sovyetler yıkıldı. Bütün dünyada yeniden dine dönüş başladı. Son olarak da dünya solu çöktü.

Irak ve Suriye yönetimleri ise dünyadaki gelişmelere paralel olarak dine karşı yürüttükleri baskıları mecburen gevşettiler.

ABD veya CIA yeni bir deneme yaptı: Irak ile İran’ı sekiz sene çatıştırdı. Batı dünyasını topyekün desteğine rağmen Irak yani Saddam İran’ı yenemedi. Batı, İran-Irak Savaşı sonrasında Irak’a verilen silahları geri almak istedi ve bunun bahanesini gerçekleştirmenin ilk adımı olarak Saddam’ı Kuveyt’e saldırttı. Birinci Körfez Savaşı’nı çıkardı. Sonra Kuveyt’i kurtarma gerekçesiyle bölgeye yerleşti. İki yıl önce 11 Eylül’de Amerika kendi kulelerini bizzat kendisi yıktırdı. Sonra, bizzat kendi yetiştirdiği ve yıllarca beslediği teröristleri bertaraf etme bahanesiyle önce Afganistan’ı, sonra Irak’ı işgal etti.

Ne Irak, ne de Afganistan ABD askerî gücüne karşı direnmedi. Kendi adamlarını geri çekerek teslim oldu. Ancak süper devletin askerleri, ne Afganistan, ne de Irak’ı tamamen kontrolü altına alabildi. Hele Afganistan gibi dağlık bir ülkede, sadece şehirlere hakim olabildi. ABD ne Taliban’ı ne de Saddam’ı yok edemedi (veya etmedi)…

 

YIKMAK KOLAY – YAPMAK ZORDUR

ABD Irak’ı işgal etmiştir. Bu işgalle “Saddam Yönetimi”nin bertaraf edilmesi hedeflenmiştir. Bu olay günümüzde tarihin akışına uygun bir olaydır. Allah murad etmese hiç kimse hiçbir şey yapamaz. Her şey sünnetullah çerçevesinde cereyan etmektedir. Bütün dünyada “diktatörlük” yıkılıyor ve insanlık “demokrasi”ye gidiyor. Kanaatimce, bu asrın sonunda yeryüzünde despotik yönetim kalmayacaktır. ABD tarihin kendisine yüklediği misyonu icra ediyor ve yıkıyor. Ancak, yıkmak kolay, yapmak zordur. İşte bütün olanlardan sonra bugün; önce ABD, sonra Irak’ın komşusu olan ülkelerin ve bütün dünyanın önündeki problem budur. Irak yıkıldı. Peki, nasıl yapılacak?!.

Ne dedik? Yıkmak kolay, yapmak zordur. Yıkılanın yerine ne yapılacaktır?

ABD ile onun baş danışmanları İsrail ve İngiltere’nin yıkılanın yerine uygulanmak üzere bir plan ve projeleri var mıdır? Göründüğü kadarıyla yoktur.

Filistin sorununu çözemeyen ve Filistinlilerle bir arada nasıl yaşayacağını ortaya koyamayan İsrailli danışmanlar, Irak bataklığında ABD’ye ne verebilir ki?!.

İngiliz danışmanların yeteri kadar aklı ve sistemi olsaydı, imparatorluktan yani üzerine Güneş batmayan “Büyük Britanya”dan “İngiltere” ada devletine dönüşmez, birkaç asır daha hakimiyetini sürdürürdü. Kendisi muhtacı himmet bir dede, nerde kaldı başkalarına himmet ede?!.

 

IRAK’TA YAPILMASI GEREKENLER

Irak yenilmiş bir ülkedir. Yenilen ülke kendi haklarını kendisi savunamaz. İnsanlık camiası bu durumda Irak’ın ve Iraklıların haklarını savunma durumundadır. Nasıl?

a)        Her şeyden önce Irak’ı işgal eden devletlersavaşın maliyeti”ni ortaya koysunlar, sonra haklarının iki mislini petrol olarak alıp çekilsinler. Bundan sonra bu devletler de diğer devletler gibi ve sadece onlar kadar Irak hakkında söz sahibi olsunlar.

b)       ABD’nin Irak’ı işgal ederken dört hedefi vardır:

1. Bölgenin değil, sadece İsrail devletinin güvenliğini sağlamak. 2. Bütün bölge ülkelerine değil, sadece İsrail devletine su temin etmek. 3. Ortadoğu zenginliklerinden sadece ABD ve İsrail adına yararlanmak. 4. Dünyayı Orta Doğu ve Orta Asya şeridi ile ikiye ayırıp dünyada yeni bir denge oluşturmak.

Elbette bir iş yapılırken az veya çok haklı ve tutarlı tarafınız olmalıdır. Aksi halde hiç kimseye durumu anlatıp ikna edemezsiniz. Irak’ı işgal eden ve bölgeye saldıran güçlerin ortaya koydukları hedeflerinde haklı oldukları yanlar vardır. Ancak bunlar bütün dünyada açıkça tartışılmalı ve gerçekler ortaya konmalıdır.

c)        1. İsrail devletine yeter büyüklükte toprak verilmeli ve Orta Doğu ülkeleri de bu toprakları güvence altına almalıdır. Yoksa bölgedeki bu savaş veya savaşlar hiç bitmez. Bu arada İsrail de Orta Doğu’ya hakim olma sevdasından ve hayalinden vazgeçmelidir. Böyle yapmazsa, İsrail devleti bu bölgede varlığını koruyamaz.

2. Fırat ve Dicle üzerinde bir “Sular Vakfı” kurulmalıdır. Bu sulardan Fırat ve Dicle havzaları dışında bütün Orta Doğu ve Arabistan yararlanmalıdır; bu arada İsrail de yararlanmalıdır. Yoksa çok yakın gelecekte “Petrol Savaşları”nın yerini “Su Savaşları” alacak ve ileride dünyadaki tesirleri açsından çok daha etkin olacaktır. Bu arada İsrail de aklını başına toplamalı, Fırat ve Dicle sularının kendisine ait olduğu veya Yahudilere vaat edildiği iddiasından vazgeçmelidir. Yoksa Yahudilere yine vatansız gurbet yolları ve yılları, hattâ asırları görünür.

3. Orta Doğu ve Orta Asya’nın tabiî zenginlikleri bütün dünyaya açılmalı ve insanlığın hizmetine sunulmalıdır. Bu arada hiçbir ayırım yapılmaksızın isteyen herkes bu bölgelere yatırım yapabilmeli, buralar “serbest bölge” olmalıdır. Bölge devletleri sadece hâsılanın beşte birerlerini vergi olarak almalı, ondan başkasına karışmamalıdır. AB örneği ve uygulamasında olduğu gibi gümrük ve vizeler kalkmalıdır. ABD de buralarda kendisine imtiyaz aramak sevdasından vazgeçmelidir. Yoksa, dünyadaki pek çok hatasının yanında, bu son ama çok büyük hatası onun varlığının sonu olur. Ekonomi, ekonomi içinde kalmalıdır. Artık dünyada silahla ve kaba güç kullanarak para kazanma veya ülkeleri sömürme yollarına son verilmelidir.

4. Orta Asya ülkeleri, Afganistan, İran, Türkiye, Kafkasya, Suriye ve ArabistanSerbest Bölge” oluşturarak doğu ile batı arsında “denge unsuru” olmalıdır. Geliş ve geçişler serbest olmalı, buralarda gümrük ve vize olmamalıdır. Böylece insanlık içinde denge kurulacak, bu arada bütün insanlığa örnek olacak bir uygulama yapılacaktır. Buna karşılık bu bölgelerin bu merkezîlik konumundan yararlanıp gelip geçenlerden haraç kesme sevdası, hele bunu ABD gibi uzak bir ülkenin gerçekleştirmesi veya beş-on milyonluk İsrail ile sağlanması hayal bile değildir. Akılsızlık değilse, tek kelimeyle aptallıktır. Nitekim “İkinci Körfez Savaşı” tüm dünyayı birbirine yaklaştırmıştır. Rusya ve Çin de anlayış olarak Avrupa’nın yanında yer almıştır. Türkiye de bu savaşa asker vermemiştir.

d) ABD Türkiye’den çok güçlü orduya sahiptir. Türkiye’nin askerî ve siyasî bakımdan ABD’ye yardım edecek gücü yoktur. Türkiye kendi iç sorunları ile boğuşmaktadır. Türkiye’nin ihtiyacı yeni borç bulma değil, borcunu ödemedir. Esasen Irak’ta artık “askerî sorun” yoktur. Irak’ta şimdi “hukuk sorunu” vardır; “yönetim sorunu” vardır. ABD bu sorunu gerçekten samimi olarak çözmek istiyorsa, Türkiye’den “asker” değil “ilim ve din adamı” istemelidir. ABD Türk askerlerini ve siyasilerini Irak’tan uzak tutmalıdır. Çünkü onlar orada çözüm değil, sadece sorun üretirler. Türk din ve ilim adamları ise Irak’a ve Irak halkına barış ve huzur getirebilirler. Hele hele bugüne kadar gösterdiği performans ve yaptığı icraatlarla mevcut AKP Hükümeti ve bu hükümetin Dışişleri Bakanı Gül, mevcut yaklaşım ve anlayışlarıyla kesinlikle bu sorunu çözemezler. Nitekim, bugüne kadar çözüm yolunda en ufak bir ümit kırıntısı bile ortaya koyamamışlardır. Kendilerini tanıyorum. Böyle bir birikimleri yoktur. Bu meseleler de maalesef ‘kervan yolda düzülür’ denecek kadar basit meseleler değildir. Ama kendileri büyüklerine ve bilenlere danışmadan yola çıktıkları gibi; bugün de danışmamakta ısrar ediyorlar. Parti kurdular, hükümet oldular; şimdi de ABD ve yandaşlarının kılavuzluğunda Irak’a doğru yola çıktılar... Kılavuzu ‘Batı’ olanın başı ‘bataklık’tan çıkmaz!..

 

BAZI HATIRLATMALAR VE SONUÇ

Elbette bütün bu yazdıklarım, ABD gerçekten samimi olarak “savaş” değil de “barış” istiyorsa geçerlidir. ABD şunu çok iyi bilsin ki; savaş politikalarını sürdürürse, yıkmak istediklerinden önce kendisi yıkılacaktır. Nasıl yıkılacağını merak ediyorsa, sadece “Sovyetler Birliği”ni hatırlatmamız yeterli olacaktır. Irak bataklığındaki baş ortağı İngiltere de eski “Büyük Britanya”nın nasıl ve neden yıkıldığını, Irak çöllerinde birlikte geçirdikleri boş günlerinde “eski bir askerlik hatırası” olarak anlatabilir. Nitekim, Irak’tan önce başlattığı Afganistan operasyonunda ne kadar başarılı oldu ki, Irak’ta başarılı olabilsin.

Ne demiştik; yıkmak kolay, yapmak zordur…

Son bir hatırlatma daha: Dünya kurulduğundan beri yeryüzünde “dünya devleti/tek devlet” olmadı. Bundan sonra da olmayacaktır. ABD’nin bu “dünya devleti” veya “dünyanın tek süper gücü” olma ham hayalinin gerçekleşmesi sünnetullaha, sosyal kanunlara ve insanlık tarihinin akışına aykırıdır. Yol yakınken, henüz yolun sonuna gelinmemişken, ABD yöneticileri (veya şahinleri) akıllarına başlarına toplamalı ve bu olmayacak sevdadan vazgeçmelidirler. Vazgeçmezlerse, sonuçlarına katlanacaklardır…

Sonuç olarak, meseleye genel olarak ilmî bir perspektiften baktığımızda görürüz ki;

a) Batı dünyası “ekonomi ve teknoloji sorunlarını” çözmüştür ve çözmektedir.

b) Ama Batı “hukuk ve yönetim sorunlarını” çözememiştir.

Şimdilik göründüğü kadarıyla çözecek gibi de görünmemektedir.

Zaten bu derin meseleler birkaç yılda çözülecek veya derinlik kapasitesi elde edilebilecek basit şeyler değildir. Asırların birikimi gerekmektedir. Batı dünyasının bundan sonra kısa zamanda böyle bir birikimi elde etmesi mümkün değildir. İşte günümüz dünyasında yeryüzündeki huzursuzluğun kaynağı budur.

Hukuk ve yönetim”i yeryüzüne mukaddes kitaplar getirmiştir. Bundan sonra da onlar getirecektir.

Türkiye’de müsbet ilimin verileri ile bu mukaddes kitaplar ele alınmalı, yorumlanmalı ve “yeni hukuk ve yönetim düzeni” kurulmalıdır.

Türkiye’de 1967 yılında kurulan “Akevler Kooperatifleri”nin bu hususta çalışmaları vardır. “Adil Düzen” bu çalışmaların mahsulüdür. 20 000 sahifelik birikimi mevcuttur. ABD bunlardan yararlanıp Irak’ta “Adil Düzen”i kurabilir.

 

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                                          (0532) 246 68 92

BİR YAZARA TAVSİYELER!

“İstanbûlî” mahlası ile cep telefonu mesajları ile yapılan görüşmelerden oluşan kitabın ikincisini de okudum. Bu vesileyle bu açıklamaları yapmayı uygun gördüm.

Genç yaşlarımda tartışmasız savunduğum görüşlerimin yanlış olduğunu zamanla fark ettim, o yanlış görüşlerin etkisinden hâlâ tam olarak kurtulmuş değilim.

İslâm’dan ve Kur’an’dan zannedilen birçok husus geleneklerden ibarettir. Çoğu da yüzlerce sene sonra İslâm kılığına girmiş halkın örfüdür.Onların örfü olduğu için onlar için yanlış olmayabilir. Ama artık bizim örfümüz değildir. Yazara, “İlhan Arsel’e Reddiyemizi” baştan sonuna kadar dikkatlice okumasını öneririm. Böylece benim elli senede aldığım yolu birkaç sene içinde alabilir. Çağımız artık o yanlış anlayışları taşıyacak durumda değildir. O anlayışların burada anlatılmasını uygun bulmuyorum. Karşılıklı tartışma yapmak gerekir.

İnsanlarda melekeler vardır. Biyolojik rahatsızlığı olmayan insanlarda bu melekelerin toplamı eşittir. Kimi insanda bazı melekeler ileridir. Buna karşılık diğer melekelerden bazıları geridir. Mesela, hafızası kuvvetli olan kimsenin muhakemesi zayıf olabilir. Muhakemesi kuvvetli olanın da hafızası zayıf olabilir. İnsanların çoğunda bu farklılık dikkati çekmeyecek kadar azdır. Bunlardaki seviye farkı, çalışıp çalışmamaktan veya çalışma metotlarının farklılığından doğar. Beyin yapıları halkın beyin yapısından farksızdır. Bazı kimselerde ise bazı melekeler çok geri durumdadır, bazılarında çok ileri durumdadır. Bunlara bir bakarsınız anormal insanlardandır, bir bakarsınız normal insanlardandır.

Yazarımız bu gruptan olan bir kimsedir. Bunlar kendilerini bazen herkesten üstün görürler. Bazen de o zayıf melekelerine dayanarak kendilerinde aşağılık duyguları doğar. Bu sefer de kendilerini savunmak ihtiyacını duyarlar. Konu hep kendileridir. Yazarımızda bu iki hâl açıkça görülmektedir.

Bu tip kimseler uygun eş veya arkadaş bulurlarsa, o eş veya arkadaş onun eksik kısımlarını tamamlar; üstün kısımların da değerlendirilmesini sağlar ve olağanüstü başarılı kimseler olabilirler. Bulamazlarsa, eksik kısımları sebebiyle üstün tarafları da işe yaramaz hâle gelir. Yazara tavsiyem, bir an önce kendisini anlayan ve eksikliklerini tamamlayan bir eş arasın. Kendisini anlayanlara teslim olsun, onlar bulsun.

Yazarın “devlet kuşu” açıklamaları, kendisini üstün görmenin bir yansımasıdır. Vasat insanlar günün modasına uyarlar. Bugün İngilizce revaçtadır. O da İngilizce öğrenmek ister. İnsanlar 15 yaşlarına kadar anne-babalarının sözlerini dinlerler. 15 yaşından sonra anne-baba onları tatmin etmez. Kendilerine yeni dünya ararlar; eş ararlar, iş ararlar, çevre ararlar, grup ararlar. Bizim için devlet kuşu olan onlar için devlet kuşu değildir. Bundan dolayıdır ki aileleri ile gençleri değerlendirmemek gerekir. Gençlerle doğrudan ilişki kurmak gerekir. Telefon mesajları belli bir yere kadar uygundur. İleri duruma vardığında görüşmeler evlilikle sonuçlanmalıdır. Çünkü, artık ayrılmanız mümkün olmaz, başka eş edinmesi mümkün olmaz. Erkek de onu unutamaz.

Helâlinden sevilen her şey Allah sevgisi ile beraberdir. Eşini seven Allah’ı sevmiş olur. Anasını seven Allah’ı sevmiş olur. Kardeşini seven Allah’ı sevmiş olur. Çünkü Allah ona onu sevmesini emretmiştir. Ne var ki, bu sevgiler nefis için de olabilir. Yani, Allah’a inanmayanlar da bu sevgileri göstermektedirler. Bir de yabancı kadın ile erkek arasında nefis sevgisi olmadan Allah sevgisi söz konusu olamaz. Çünkü orada emredilen eşini sevmedir. Yabancıyı sevme değildir.

Allah sevgisinin açık bir şekilde tarif edilmesi gerekir. Allah’ın kendisini görmediğimiz gibi Allah’ı doğrudan sevmek de mümkün değildir. Bunun için sırf Allah’ı sevmenin dört yolu vardır. Ancak bu dört yola devam ederseniz sizde Allah sevgisi var demektir.

a)       Sizi sevmeyeni siz sevebiliyorsanız, işte o Allah sevgisidir. Seni seveni sevmek ise nefis sevgisidir; içinde Allah sevgisi de olabilir.

b)      Yine size hiçbir yararı olmadığı halde, Allah yolunda iyi iş yapanları sevmek Allah’ı sevmektir. Size yararı olan insanları sevmek nefis sevgisidir; içinde Allah sevgisi de olabilir.

c)       Allah kendisine topluluğu halife yapmıştır. Cemaati sevmek, birliği sevmek, toplantıları sevmek Allah sevgisidir. Toplantılara devam edebiliyor ve oraya gelme sizi rahatlatıyorsa, gelemediğinizde sıkıntı içinde oluyorsanız, işte bu Allah sevgisidir. Namazın ve zekâtın topluluğu sevme olduğunu biliyoruz. Savaş da onun için Allah sevgisidir. Başkan gelmediği zaman toplantılara gelebiliyorsanız, Allah’ı seviyorsunuz demektir. Başkan varken geliyorsanız, insanı seviyorsunuz demektir. Nefis sevgisidir. İçinde Allah sevgisi olabilir.

d)      Birini hiç tanımazsanız onu sevmeniz mümkün değildir. Ama bir kitabını okursunuz ve kitabı ile seversiniz. “Safahat”ı ile “Akif”i sevmiş olabilirsiniz. Eğer Kur’an’ı okuyorsanız ve orada anlatılanlar size etki ediyorsa, siz onun yazarını seviyorsunuz demektir. O da Allah’ı sevmedir.

Bunun dışında nefis sevgisi ile beraber Allah sevgisi elbette olabilir. Ama hâlis Allah sevgisi bunlardır.

Yazar bazı anlayışlarını buna göre düzeltmelidir.

Yazarın bu yöndeki çalışmalarını ilerleteceğine kanaatim vardır.

Kendisine uygun bir eşi Allah’ın ona nasib eylemesini de dua ediyorum.

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                                          (0532) 246 68 92

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3137 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2406 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2371 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 1920 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2193 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2238 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2021 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 1873 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 1908 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2294 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2173 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1780 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2121 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2015 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2147 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2119 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 1988 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2181 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2134 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2390 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2202 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 2787 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2399 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2696 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2419 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2485 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2646 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 2757 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 2700 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3036 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5049 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3149 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 2793 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3422 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3280 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3025 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3523 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3472 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 3764 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4209 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 2744 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 2786 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3579 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3488 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2611 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2676 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3613 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 6959 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5093 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 3840 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3286 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3424 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4379 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 3986 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4331 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4326 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4397 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4203 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3123 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4038 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3323 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 4795 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3565 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 4818 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 4637 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4582 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3242 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3253 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3405 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 4771 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 3932 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 4991 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 3774 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 4901 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4055 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4104 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4224 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4402 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 4914 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 3830 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 4847 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4093 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3604 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4053 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4270 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 3802 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 3847 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 3866 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4278 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5273 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9050 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4428 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3453 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3612 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3233 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3233 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3590 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5364 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4006 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3257 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2024 - Akevler