Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 229
ÂL -İ İMRAN SURESİ TEFSİRİ 35-37.AYETLER
11.10.2003
1327 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜZEN 229

Haftalık Seminer Dergisi          10-11  EKİM 2003        Fiyatı: SEMİNERE KATILMAK veya www.akevler.org

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 229. SEMİNER     (CUMA-CUMARTESİ)         İstanbul, 03-04 Ekim 2003

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİ BOSNA/ İSTANBUL         Tel: (0212) 452 76 51

ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Caddesi, No: 31 ÜSK./İSTANBUL   (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği)          Tel: (0532) 246 68 92

*HAFTALIK TEFSİR SEMİNERİ  (CUMARTESİ GÜNLERİ “YENİ BOSNA”; Saat:18.00-21.00)

ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ – X   (35-37. ÂYETLER)

Allah “Üçüncü Bin Yıl Uygarlığı”nı “Adil Düzen” olarak belirlemiştir. Bu gerçekleşecektir. Bunu da “Türkiye’deki Adil Düzenciler” gerçekleştirecektir. Bu takdirdir. Bunu nasıl yapacaktır, kimlere yaptıracaktır, ne zaman yaptıracaktır? Bilemeyiz. Bizim yaptığımız, Hz. Meryem’in Annesinin yaptığı gibi “Adil Düzen”i Allah’a iaze etmektir. Biz bize düşeni yapıp beklemekteyiz. İşimiz budur. Rabbimiz onu kabul edecektir; eğer biz O’nun yolunda isek… … …     Tarihte büyük uygarlıkları hep peygamberler getirmiştir. Uygarlıktan önce onu hazırlayan peygamberler gelir. Mezopotamya’da uygarlık M.Ö. 3000 yıllarında doğmuştur. Ama Hz. Nuh 300 sene önce gelmiştir. İbrani Uygarlığı da M.Ö. 1000 yıllarında doğmuştur ama Hz. İbrahim 1000, Hz. Yusuf 600, Hz. Musa 200 yıl önce gelip uygarlığın hazırlığını yapmışlardır. Hazreti İsa Miladi tarihte doğmuştur, ama ondan bir asır önce gelen Hz. Zekeriyya hazırlık yapmıştır. İslâm Uygarlığı da M.S. 1000 yıllarında oluşmuştur. Kur’an ise ondan dört asır önce inmiştir. “III. Bin Yıl Uygarlığı” da 2000’inci yıl başlarında başlayacaktır. Başlamıştır… Ancak bu uygarlığı sentezleyecek olan “Türk Milleti”nin eğitimine peygambersiz 200 yıl önce başlanmıştır…

Kadınlar Hazreti Meryem’i örnek almalıdırlar. Bunun için neler yapmalıdırlar?

a) Başta, kadının güzel kalması için evlenmesi ve çocuk yapması gerekmektedir. Evlenmeyenler veya çocuk yapmayan kadınlar sağlıklı olamazlar ve güzelliklerini koruyamazlar.     b) İffetlerini koruyacaklardır. Kadınlar bir erkekten fazlasıyla ilişkide bulunurlarsa hormonlardaki çatışma onlarda tahribat yapar ve hastalıkların oluşmasına sebep olur. İffetlerini koruyan kadınlar sağlıklarını ve güzelliklerini de korumuş olurlar.     c) Örtünmelidirler. Örtünmeyen kadınların bedenlerinde yalıtıcı tabaka oluşur. Örtünen kadınlarda yalıtıcı tabaka yerine iletici tabaka oluşur, bu nemli tabaka bedenlerin teması ile deşarjı sağlar. Bu da onların hem bedenlerini, hem ruhlarını sağlıklı yapar.      d) Namaz kılmalıdırlar. Namaz düzenli yıkanmayı sağlar. Yıkanma temizlik olduğu gibi, kanın deriden çekilmesi, sonra gerisin geriye gitmesi ile beden spor yapmış olur. Tesbih ve dualar bedeninde yaptığı titreşimlerle sağlığına ve güzelliğine yardım eder.    

e) Ev işi yapmalıdırlar. Erkekler tarlalarda çalışırlarsa; kadınlar da ev ve sokak temizliğini yapar, çocuklarına bizzat bakar, yemek pişirir, örgü örerlerse sağlıklı olurlar. Şişmanlamazlar. Bu da onların sağlıklı ve güzel kalmalarına yardımcı olur.     f) Seyahat etmelidirler…

 

*HAFTALIK YORUMLAR (59):               (CUMA GÜNLERİ “ÜSKÜDAR”; Saat: 19.00)

 

Bir Âyet:                                               وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا

“Sizi tearuf edesiniz diye şa’b ve kabileler olarak ca’lettik.

Sizi tanışasınız diye il ve bucaklar olarak yaptık.”[Hucurât(49);13]

                         

          ALT  NÜFUS     KURULUŞ   ÇEVRE   ÜST NÜFUS      ÖZELLİĞİ

                                  1   KİŞİ                              1                            HAK SAHİBİ: GAYE,

                                  3                          Aile        10                          ÇOCUK YETİŞTİRME

                                30   OCAK                          100                         YAŞAMA YERİ

                             3 00                          Semt      1000                       ÇALIŞMA YERİ

                           3 000   BUCAK                       10 000                    HUKUK DÜZENİ

                         30 000                          İlçe        100 000                  HİZMETLER YERİ

                       300 000   İL                                 1000 000                İÇ GÜVENLİK HİZML.

                    3 000 000                          Bölge     10 000 000            İHTİSAS HİZMETLERİ

                  30 000 000   ÜLKE                          100 000 000           DIŞ SAVUNMA  

                300 000 000                          Kıta       1000 000 000         ARAŞTIRMA YERİ

            3 000 000  000   İNSANLIK                  10 000 000  000     UYGARLAŞMA

Kuruluşlar “yerinden yönetim”le, çevreler “merkezî yönetim”le yönetilir. Aile “yerinden yönetim”le yönetilir.

 

Adil Düzen:          İSTANBUL’DA YAPILANMA VE ADLANDIRMA

Bir Çözüm:          KOMİSYONCULAR KOOPERATİFİ

Bir Yorum:           CEZA DAVALARI VE TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

 

ARTIK SİYASET ZAMANI: YA “ADİL DÜZEN”İ BENİMSEYEN BİR PARTİ; YA “ADİL DÜZEN PARTİSİ

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 229. SEMİNER         Tefsir         İstanbul, 04 Ekim 2003

 

ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ - X

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

اِذْ قَالَتْ امْرَأَةُ عِمْرَانَ رَبِّ إِنِّي نَذَرْتُ لَكَ مَا فِي بَطْنِي مُحَرَّرًا فَتَقَبَّلْ مِنِّي إِنَّكَ أَنْتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ(35) فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ رَبِّ إِنِّي وَضَعْتُهَا أُنْثَى وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْ وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالْأُنْثَى وَإِنِّي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وَإِنِّي أُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنْ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ(36) فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَأَنْبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّا كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِنْدَهَا رِزْقًا قَالَ يَامَرْيَمُ أَنَّى لَكِ هَذَا قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ(37)

إِذْ   (EıÜ)   “Hani”

“Adem, Nuh, Âl-i İbrahim ve Âl-i İmrân’ı âlemlerin üzerine seçmişti.” denmişti, bundan önceki âyette.

Bu “İz” ile Âl-i İmrân ailesinin nasıl insanların üzerinde seçildiği anlatılmaktadır.

Kur’an “İstefâ/Seçti” kelimesini bir defa kullandığı için seçme bütün bu peygamberlerin bir arada ele alınması gerekir. O halde Hz. Adem’den günümüze gelene dek insanlık bir zürriyet tarafından evrimleştirildi. Bu zürriyetin son halkası Hazreti İsa olmuştur. Hazreti İsa’nın çocuğu yoktu. Dolayısıyla artık onun âli onun zürriyetinden olmayacaktı. Hazreti Muhammed’in de erkek çocuğu yoktu. Onun âli de onun zürriyetinden olmayacaktı. İnsanlık yeni döneme hazırlanıyor. Hanedanlık son buluyordu. İnsanlar artık başkanlarını kendileri seçecekti. Peygamberlerin son halkası Âl-i İmrân olmalıdır ki “İz” sözü ile yalnız Hazreti Meryem’in âlinden bahsetmeğe başlamıştır. “İstefâ” kelimesi diğer peygamberleri de içerir. “İz”de yalnız İmran’ın âli anlatılıyor.

Allah insanlara akıl vermiş, Kur’an’ın ifadesiyle ona beyanı öğretmiş. İnsanlar Kur’an’a kadar bu beyanı ancak öğrenebildiler. Hattâ Kur’an’dan sonra 1400 yıl geçti, hâlâ bu beyan ilminden insanlar çok uzaktadırlar. Ama gerçekten ilimler çok büyük şekilde gelişmiştir. Kur’an’dan sonra hanedanlık son bulmuştur.

قَالَتْ  (QAvLaT)  “Kavletti. Söyledi. Dua etti.”

Allah’ın indinde insan, kadın olsun, erkek olsun kişi olarak eşittir. O da dua eder. Nitekim Hz. Meryem’in annesi de dua etmiştir. Hz. Meryem’in annesi bir çocuğu olursa onu manastıra bırakacağını nezr ediyor ve Allah’a söz veriyor. Bu söz artık ona farz oluyor. Niyet etmesi farz kılmaz, kavl etmesi farz kılar.

Bu kural içtihat için çok önemlidir. İçtihada göre insan için asıl olan yasamadır, ki bu söz ile ifade edilecektir. Sonra onun anlaşılmasıdır. Herkes kendine göre anlar ve uygular.

İşte buna yanlıştır diyenler vardır. Kadının sözü de erkek gibi geçerlidir ve muteberdir. Bu şahitlikte de böyledir. Şehadet ederken değil, şehadeti yüklerken bir erkek yerine iki kadın şahit olabilmektedir. Mahkemede kadın zimmi değilse, erkek ile aralarında hiçbir fark kalmaz.

امْرَأَةُ عِمْرَانَ  (ıMRaEaTa GıMRAvNa)  “İmran’ın Karısı.”

İmran” Ömer gibi aynı kökten gelen bir kelimedir. Ömür, ümran, tamir, imar kelimeleri hep buradan gelir. Yeryüzünü imar etme görevi Hıristiyanlara verilmiş olmalıdır ki, “İmran” isimli birisine izafe ederek Hıristiyanlık Uygarlığı’nı adlandırmıştır. Gerçekten Roma’da başlayan dünyayı imar faaliyeti, Hıristiyanlıkta gelişmiş, bugün yeryüzü Hıristiyanlar sayesinde mamur olmuştur. Amerika kıtasını Hıristiyanlar keşfetmiş, uzaya onlar gitmişlerdir. Kara, deniz, hava ve demir yollarının mucidi onlar olmuştur. Bugün bilgisayar ve telsiz haberleşme ağlarını onlar örmüşlerdir. İlim Yahudilerden gelmiş ama teknik ve uygulama Hıristiyanlar tarafından gerçekleştirilmiştir. Bakınız, Kur’an’da geçen bir kelimenin bu kadar derin manâsı vardır.

Hz. Meryem’in annesinden, veya kendi adından bahsedebilirdi. Ama “İmran’ın karısı”ndan bahsetmiştir. Çünkü kadın kocaya gidince kocasının soyuna katılır, artık onun ferdi olur. Geçmişi ile anne-babasına bağlıdır ama artık geleceği ile kocasının çocuklarının anasıdır. Soy erkeklere göre adlanır. Çünkü Y kromozomu belirleyen ana kromozomdur. Yalnız erkeklerde vardır. Diğer kromozomların nereden geldiği, babadan mı anadan mı geldiği bilinemez. Ama “Y”nin zinciri bellidir. Ne var ki, anne bu zincire katılınca da artık o zincirin bir ferdi olur. Uluslar için de durum budur. Bir ulusa göç edip onlarla evlenen kimse geçmişi ile geldiği kavme tâbidir. Geleceği ile o geldiği ulustan olur. Aslolan gelecek olduğu için o artık yeni ulustan olur. Bu sebeple “İmran’ın eşi” denmiştir.

Burada öğrendiğimiz husus İmran değil, Hıristiyanlığın anası, Meryem’in anasıdır. Aslında Meryem kadar şerefli onu yetiştiren ana olmuştur. Baba ikinci durumdadır. Böylece kadının uygarlık oluşmasındaki rolünü de ifade etmiş olmaktadır. Peygamberler erkekler olmuştur. Ama onları yetiştirenler de kadınlar olmuştur. Uygarlıkta kadınların yerleri erkekler kadardır. Yapmak şeklinde değil, yaptıranı yetiştirmek sebebiyle kadınlar da etkin olmaktadırlar. İşleri vezirler yapar, şeref padişahın olur. Çünkü onu o atamıştır.

Kur’an’da “İmran” kelimesi üç yerde geçmektedir. Birinde Âl-i İmrân’ın seçilmiş olduğu yazılıdır. Birinde Hz. Meryem’in annesinden “İmran’ın karısı” diye bahsetmektedir. Birinde de İmran’ın kızı Meryem’den bahsedilmektedir.

رَبِّ إِنِّي نَذَرْتُ لَكَ  (RabBoı EinNIy NaJaRTu LaKa)  “Rabbim, Sana nezrettim.”

Hz. Meryem’in annesi hamiledir. Ve karnında olanı Rabbine nezr etmektedir.

Mabetlerin kreşleri vardır. Çocuklar belli yaşlarda oraya alınır, tamamen orada eğitilir. Mabet terbiyesi ile büyürler. Ergin hâle geldikten sonra mabette kalır veya ayrılırlar. Mabette kalırlarsa mabede hizmet etmiş olurlar, ayrılanlar da topluluk içinde dindar olarak örnek insan olurlar.

Bu müesseselerin bugün de yaşaması gerekir. Dinî cemaatlerin yurtları olacaktır. Bu yurtlara çocuklar alınacak, orada eğitim görecek, sonra ya o cemaatin içinde kalıp cemaate hizmet edecekler, ya da oradan ayrılıp hayatta örnek insanlar olacaklardır. İşte ‘lâik düzen’ budur. Yani, siyasiler bunlara karışmayacaktır. Siyasiler değişik dinlerin yetiştirdiği bu tür insanları siyasi bakımdan organize edeceklerdir. Böylece siyasi partiler bir dinin değil, dinlerin denetiminde olacaklardır. 

Nezr etmek” demek, farz olmayan bir şeyi kendine farz haline getirmektir. ‘Cuma günü oruç tutacağım’ diye nezr edersen, o gün size o oruç farz olur. Demek ki çocuğu böyle bir yurda vermek ibadettir ki nezr olmaktadır. ‘Ben armut yiyeceğim’ diye nezr etsen nezr olmaz. ‘Armut yedireceğim’ dersen nezr olur.

Burada “Rabb’e” nezr etmiş oluyor. Mabede katılıp orada yetişen insan Rabb’e nezr edilmiş olmaktadır. Çocuklarımızın dindar ve ahlâklı örnek insan olması için böyle kurumlara ihtiyaç vardır. Sonra hayatta diğer insanlara da örnek olurlar. Tarihte her uygarlıkta din adamları olmuştur. Ancak onlar sayesinde gerçek eğitim olabilmiştir. Hazreti Peygamber bu müesseseyi “suffa halkı” ile başlatmıştır. Tarikatlar, tekkeler böyle yuvalardır. Kur’an’ın yaptığı yenilik ‘çoklu sistem’i getirmekten ibarettir. Yani, eskiden mesela Mısır’da din adamları vardı, etkin de idiler, ama bunlar Firavun’a bağlı ‘tekli sistem’ içinde idiler. Kur’an ise değişik din ve mezheplere devlet içinde aynı şekilde faaliyet gösterme imkanlarını verdi.

Anayasamızdaki (“İnsanlık Anayasası”) “dinî dayanışma ortaklıkları” bu âyete dayanmış olmaktadır.

مَا فِي بَطْنِي  (NMAv FIy BaONIy)  “Karnımda olanı.”

“Men fî batnî” demeyip “Mâ fî batnî” denmektedir. Böylece bir taraftan kişiliği vardır. Çünkü sıfat olarak ‘hür’ kelimesini kullanmaktadır. Diğer taraftan da ‘Men’ değil ‘’ denmektedir. Çünkü kimsenin kimseyi nezr etme yetkisi yoktur. Köleler için de böyle kullanılmaktadır. Bu onların kişiliği olmadığı anlamına gelmez, tam tersine kişiliğin satılamayacağı, köle yapılamayacağı anlamına gelir.

Karnımda” kelimesi rahmi de içerisine almaktadır. İnsanın iç kısımlarına ‘batn’ denir.

“Bâtın” avucun iç tarafı, “Zâhir” dış tarafıdır. Elbisenin de içi ve dışı bâtın ve zâhirdir.

Hamiledir. Hamile iken nezr etmektedir. Anası nezr etmektedir. Babasına sormamaktadır. Babası sağ olduğu halde babasına sormamaktadır. Çünkü yedi yaşına kadar çocuğun eğitimi anneye aittir ve babasının müdahale yetkisi yoktur.

Bu âyet bizim anayasada (“İnsanlık Anayasası”) yer alan bu hükme de delil teşkil etmektedir.  

مُحَرَّرًا  (MuHaRRaRAn)  “Hür olarak.” demiş oluyor.

Yani, köleleştirerek değil, hür iken, hür olduğu halde onu sana nezrediyorum deniyor.

Burada mabetlerin yurtlarına verilen kişilerin hür olduklarını, sadece eğitim amacıyla verildiğini ifade eder. On yaşına geldiğinde babaları onu başka meslek eğitimine verebilir. O zaman o mabette kalmaz. Mabette yetişmiş ahlâklı ama ‘din adamı’ değil ‘iş adamı’ olur. Bugünkü ‘İmam-Hatip Okulları’ ve ‘İlâhiyat Fakülteleri’ budur. Buralarda yetişir, dışarıda serbest meslek sahibi olur ve böylece ahlâklı mazbut iş adamları örnekleri ortaya çıkar. Türkiye’yi yıkmak isteyenler, hortumcular yetişsin, memleket onlara kalsın diye “İmam-Hatip Okulları”nı ve “İlâhiyat Fakülteleri”ni kösteklemektedirler. Sanki buralar sadece din adamı yetiştiren yerlermiş gibi gösterip “Bunlar nerelerde istihdam edilecek?” diyorlar. Sosyalist mantık içinden çıkamıyorlar. Okullar devlete memur olmak için değildir ki; kültür sahibi olmak içindir.

فَتَقَبَّلْ مِنِّي  (Fa TaQabBal MinNIy)  “Benden bunu kabul et.”

Allah’ın bu duayı kabul etmesinin anlamı nedir? Bu nezrin sevabını bana yaz. Ecrini bu dünyada ve öbür dünyada ver. Yahut, bu nezrimde başarayım. Onu doğurayım, mabede verdiğim zaman onu kabul etsinler.

Buradan görülüyor ki, mabet her çocuğu almak zorunda değildir. Değişik dinî cemaatler vardır. Herkes kendi cemaatinden çocuk kabul eder. İsteyen aileden kabul eder. Bu da bir soy zinciri oluşturur. Bunu da normal kabul etmemiz gerekir. Devlet başkanının soy zincirine göre gelmesi hatalıdır. Ama bir partinin soy zinciri içinde oluşmasında bir mahzur yoktur. Beğenmeyenler başka partiye giderler ve başka parti kurarlar. Tabii ki sonra onları kimsenin bölücü kabul etmesi doğru değildir.

Burada şu husus da ortaya çıkıyor ki, mabetlerin içi demokratik değildir. Kendilerini kendileri seçerler. Çoklu sistemde bu son derece normaldir. Ama tekli sistemde bir grubun kendi kendilerini seçmesi sınıf hakimiyetini doğurur ki çöküş orada başlar. Nerede tekel varsa orada kendi kendilerini seçme doğru bir yol değildir.

Bu sebepledir ki ordular da çoklu sisteme tâbidir. Her bölgenin savunması bir orduya verilmiştir. Askerler diğer bölgelerden toplanarak ülke bütünlüğü sağlanmıştır. Halk ordusunu kendisi seçmektedir. Ama ordu içinde demokrasi yoktur. Bucaklar ve ocaklar bağımsızdır. Kişi her zaman yerini değiştirebilir, ama bucak ve ocak içinde başkanlara uyulur.

إِنَّكَ أَنْتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ (EınNaKa EaNTa EsSAMIGu eLGaLIyMu)

“Alîm olan, semî’ olan sensin.”

Bakınız, burada semî’ ve alîm nekire gelmemiştir. Çünkü doğrudan Allah’ın kendisine dua edilmektedir. Topluluktan talep edilmektedir. O ise her şeyi bilen ve işiten olduğu için kelimeler marife gelmektedir. Yani, sen duamı işitmektesin, ne yapacağımı da bilmektesin. Duam nezrimin kabulüdür.

Bizim de bir işin sebeplerini işlediğimiz zaman; “Rabbim, kabul et. İşiten ve bilen sensin.” diye dua etmemiz gerekmektedir.

فَلَمَّا وَضَعَتْهَا  (Fa LamMAv VaWaGaTHAv)  “Doğurduğu zaman.”

Kur’an’da doğurma “vadg” olarak adlandırılır. Çocuğun doğmasını ifade eder. “Veladet” kelimesi geniştir. Yani, hamledip taşıma, sonra onu doğurup büyütme “veladet” ile ifade edilir. Sırf doğurma ise “vadg” ile ifade edilir. Hamile iken nezr ediyor. Doğumunu bekliyor.

قَالَتْ رَبِّ إِنِّي وَضَعْتُهَا أُنْثَى

“Ben onu ünsa olarak vad’ettim diye kavl etti. Ben onu kız olarak doğurdum dedi.”

Doğduğu anda onu kız olarak doğurduğunu ifade eder. Bu söz ilme aykırıdır. Çünkü doğduğu zaman değil, ilkah olunduğu zaman kız veya erkek olur. Ancak bu söz Allah’ın değil Hz. Meryem’in sözüdür. Demek ki kıssa olarak anlatılan sözlerde ilâhî sözlerdeki delâlet icazı olmayabilir. Delâlet icazı işte budur. Burada çocuğun kız doğduğuna ibare ile delâlet etmektedir. Ama çocuğun doğarken kız olacağı ifadesi işari bir manâdır. Bizim sözlerimizde işari manâlar hep doğru olmaz. Konuşurken o manâlara dikkat ederek konuşmayız. Ama Allah’ın kelamında böyle hatalar olmamaktadır. Bu da mucize olmaktadır.

وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْ  (Va elLAHu EaGLaMu Bi MAv VaQaGaT) “Allah onun

ne vad’ ettiğini daha alîmdir. Allah onun ne vad’ ettiğini daha iyi biliyordu.”

Çünkü Allah her şeyi bilendi. Hz. Meryem onun her şeyi bildiğini bilmiyor mu idi ki; “Rabbim, ben onu dişi vad’ ettim.” dedi. İnsanlar birisiyle sohbet ederken, onunla sohbeti sürdürürken, sözü uzatarak söylerler. Hz. Meryem bunu söylerken; “Ben onun kız olacağını düşünmemiştim. Daha çok erkek olacağını sanarak nezr ettim. Kabul etmeni de onun için dua ettim. Ama şimdi ben onu dişi doğurdum. Şimdi ne yağacağım?” diyor ve Allah’a tereddüdünü ifade ediyordu. Çünkü kız çocuğu hem karşı tarafa yaramaz, hem de onun başkasına emaneti daha zordur. Allah ise Hz. İsa’yı doğuracak anne olarak onu istiyordu. Allah onu takdir ederek yapmıştı. Annesine dua ettiren de o idi.

وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالْأُنْثَى  (Va LaYSa elzZaKaRu Ka elEuNSAv)  “Zeker ünsa gibi değildir.”

Tükçedeki ifade ile “ünsa” “zeker” gibi değildir; yani, kız erkek gibi değildir. Aynı muameleye tâbi tutulamaz. Türkçenin aksine burada benzeyen benzetilenden daha önemlidir. Bu söz Hz. Meryem’in sözüdür. Devamı Hz. Meryem’e aittir. Bundan önceki Allah’ın daha iyi bilmesi cümlesi, cümle-yi mu’terizedir. Allah’ın sözüdür. Yahut da hâldir. Allah da biliyor ama ben dişi doğurdum. Yani, o cümle de Hz. Meryem’in olabilir.

وَإِنِّي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ (SamMaYTuHAv MaRYaMa) “Ona ‘Meryem’ tesmiye eyledim.”

Ona adını anne koyuyor. O halde çocuğun adını koyma hakkı da annenindir. Çünkü o koymuştur. Oysa kocası vardır. “Meryem” “Rame” kökünden gelir. “Meram” düşünme, isteme anlamına gelir.

Hz. Meryem başına gelenleri görünce şaşırmış, muradını anlatamaz olmuş, oğlu daha beşikte iken konuşmaya başlamıştır. Hz. Meryem olaylar karşısında hep suskun olmuştur. İçine kapanmıştır.

Meryem” mef’al vezni üzere ism-i mekândır. Maramaların deposu anlamındadır. Hazreti Meryem kadınlara örnek olmak üzere seçilmiş bir kadındır. Peygamberler, kadınlara olsun, erkeklere olsun örnek insanlardır. Ne var ki, kadın olmadıklarından kadın olarak örnek insan değillerdir. Hz. Musa’nın annesi, Firavun’un karısı gibi örnek kadınlardan da Kur’an’da bahsedilmektedir. Hazreti Aişe de bu örneklerden biridir. Ama ismiyle ve hayatıyla kadınlara örnek insan olarak Hz. Meryem gösterilmektedir.

Onun için Hz. Meryem’in kıssasını okurken, sadece Hz. İsa’nın Annesi olarak değil, tüm kadınlara örnek insan olarak gösterilmelidir. Nitekim ona vahiy gelmiştir. “Namazı rüku edenlerle kıl.” emrini almıştır. O da Hz. Musa’nın Annesi gibi nebidir. Resul değildir, ama nebidir. Resul yalnız erkeklerden olur.

Kadınların da müçtehit olabileceği ve onların ümmiler tarafından ittiba olunacağını Hz. Meryem’in kıssasından istidlâl ediyoruz. Hıristiyan tesliste onu da bu sebepledir ki kutsileştirmişlerdir.

وَإِنِّي أُعِيذُهَا بِكَ   (Va İnNI EuGıÜuHAv BiKa) “Sana iaze ediyorum.”

Gaiz” kelimesinin “aid” kelimesi ile yakınlığı vardır. Onu ait olduğu yere iade etme demektir. Koruyamayacağını anladığın emaneti sahibine vermek demektir. Yani; “Allah’ım, o senindir. Sana veriyorum. Onu sen koru.” demektir.

İnsanın yapacaklarını yaptıktan sonra, ondan sonra işleri Allah’a havale etmesi, istiazedir. Şeytandan, falandan iaze etme demek, onlardan, onların şerrinden koruyup korumama sana ait demektir. Kur’an’da son sûrelere gelince Allah’a iaze edilerek sona erme demektir.

Hz. Meryem de onu nezr etmiştir. Artık onu mabede verecektir. Ondan sonra onlara karışma yetkisi yoktur. Onlar nasıl isterlerse öyle eğitirler. Bu kural genel kuraldır. Görev verirsiniz, bazen geri de alabilirsiniz. Ancak, göreve müdahale edemezsiniz. İşte burada bu da ifade edilmiştir.

وَذُرِّيَّتَهَا  (Va ÜurRiYaTaHAv) “Ve zürriyetini de.”

Yani, onun zürriyetini de sana iaze ettim demektedir. Hz. Meryem sonra Hz. İsa’yı doğuracak ve Hazreti İsa’nın havarileri olacaktır. Ondan sonra zürriyeti olmayacaktır. İncil’de Hz. Meryem’in Yusuf isminde birisiyle nişanladığı, nişanlı iken Hazreti İsa’ya hamile kaldığı, Yusuf’un ona inandığı, dolayısıyla onu koruduğu, sonra karı-kocalık hayatının devam ettiği, Hz. Meryem’in başka kardeşler doğurduğu ifade edilmektedir. Bu doğru ise Hz. Meryem’in zürriyeti vardır, bugün de devam etmektedir. Bu âyet onların varlığını teyit etmektedir. Yani, İncil’in bildirdiği gibi Hz. İsa’nın kardeşleri vardır. Hıristiyanlığın oluşmasında herhangi bir etkileri olmamıştır. Kur’an’ı daha iyi anlamanız için Tevrat’ın yanında İncil’i de okumanız gerekmektedir.

مِنْ الشَّيْطَانِ الرَّجِيم (MıNa elŞaYOANı elRaCIyMı) “Recim şeytanından.”

Şeytan”, çift kuyruklu yılandır. Cinlerden birilerinin adıdır. İnsana kötülüğü telkin eden, ona vesvese veren varlıktır. Allah, insan kendi özgür iradesi ile karar versin diye şeytanı ve meleği insana ilham etsin diye görevlendirdi. Hızlı giden bir arabaya bir sinek çarpsa etkilenir. Çünkü sürtünmeden kurtulmuştur. İki kişi bir arabayı ileri-geri çekseler, sen parmakla itsen araba yürür. Ama duran arabayı birkaç kişi kaldıramaz.

İşte insanın kendi iradesi ile hareket edebilmesi için onu sağa-sola çeken kuvvet olmalıdır. Bu maddi âlemdeki toplulukta sağ-sol kutbudur. Bu kutbu bâtınî âlemde oluşturan şeytan ve melektir.

Allah mü’minlere şeytandan uzak durmalarını emretmiştir. Hz. Meryem’in annesi Meryem’i şeytandan koruması için Allah’a iaze etmektedir.

Recim” kelimesi taşlanmış anlamındadır. Şeytana insanları azdırma görevi veren Allah onu takdis etmemiştir. Hz. Adem’e secde etmek istemediği için ona Ademoğlunu azdırma görevini vermiştir. Nasıl insan vücudunda mikroplara ihtiyaç vardır, mikrop olmadan hayat olmazsa, şeytan olmadan da dünyada düzen olmaz.

Şeytanın mü’minlerden ve meleklerden farkı, mü’minler ve melekler yapmaya, o yıkmaya çalışır. Allah insanlara yapmayı emretmiştir. Şeytan yıktırmak için uğraşır. Allah’ın izniyle faaliyet gösteren şeytan Allah’ın rızası ile hareket etmemektedir. Yani, şeytan insanın kötü iradesini kullanmakta insana yardımcıdır.

ِفَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا   (Fa TaQabBaLaHAv RaBBuHa) “Rabbi onu kabul etti.”

Yani Meryem’i kabul etti. Hz. Meryem mabede alındı. Burada mabedi yönetenlerin kabul etmesi yerine “Rabbi kabul etti.” denmektedir. Allah insanları yeryüzünde kendi iradeleri ile baş başa bırakmıştır. Ama tarihî oluşu takdir etmiştir. O öylece cereyan edecektir. Bunun için olayları bizzat yönetir.

Allah “Üçüncü Bin Yıl Uygarlığı”nı “Adil Düzen” olarak belirlemiştir. Bu gerçekleşecektir. Bunu da “Türkiye’deki Adil Düzenciler” gerçekleştirecektir. Bu takdirdir. Bunu nasıl yapacaktır, kimlere yaptıracaktır, ne zaman yaptıracaktır? Bilemeyiz. Bizim yaptığımız, Hz. Meryem’in Annesinin yaptığı gibi “Adil Düzen”i Allah’a iaze etmektir. Biz bize düşeni yapıp beklemekteyiz. İşimiz budur. Rabbimiz onu kabul edecektir; eğer biz O’nun yolunda isek.

بِقَبُولٍ حَسَنٍ  (Bı QaBUvLın XaSANIn)  “Hasen bir kabul ile.”

‘Hasen kabul’ var, ‘sû’ kabul’ vardır. Kişiden alacaklı olursun, borcunu ödeyemez. Başka bir şey bulamazsın. Ne bulursan kabul edip onu eda edersin. Bu istemeyerek kabuldür. Ama borcunu en güzel şekilde eda ederse, sen de hasen bir kabul ile kabul edersin. Kredi limitini yükseltirsin. İşte Allah Hz. Meryem’i annesinden hasen kabul ile kabul etti. Yani, annesine sevap yazdı. Hz. Meryem’i de hasen bir şekilde büyüttü.

وَأَنْبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا (Va EaNBaTaHAv NaBAvTan XaSaNan)

“Onu hasen bir nebatla inbat etti.”

Nebat” hayvan karşılığı olan canlıdır. Türkçede “bitki” diyoruz. İnsanın iki varlığı vardır. Biri sinir sistemi ile idare edilen hayvanî tarafı, diğeri DNA’larla yönetilen nebatî tarafı. Bunu ‘bedenî yapı’ olarak ele alabiliriz. “Onu bedenen de güzel olarak yetiştirdi.” diyor.

Böylece mü’min kadınlar da kendilerini sağlıklı ve güzel olarak yetiştirmekle mükellef olurlar.

Kadınlar Hazreti Meryem’i örnek almalıdırlar. Bunun için neler yapmalıdırlar?

a)       Başta, kadının güzel kalması için evlenmesi ve çocuk yapması gerekmektedir. Evlenmeyenler veya çocuk yapmayan kadınlar sağlıklı olamazlar ve güzelliklerini koruyamazlar.

b)      İffetlerini koruyacaklardır. Kadınlar erkeklerden sular almaktadırlar. Bunlar bedenlerinde değişiklik yapmaktadır. Bir erkekten fazlasıyla ilişkide bulunurlarsa hormonlardaki çatışma onlarda tahribat yapar ve hastalıkların oluşmasına sebep olur. İffetlerini koruyan kadınlar sağlıklarını ve güzelliklerini de korumuş olurlar.

c)       Örtünmelidirler. Örtünmeyen kadınların bedenlerinde yalıtıcı tabaka oluşur. Cinsî ilişkide bulunsalar bile deşarj olmazlar, dolayısıyla tatmin olmazlar, başka erkekler ararlar. Daha çok soyunmak isterler. Oysa bu onlardaki sıkıntıyı daha da artırır. Oysa örtünen kadınlarda yalıtıcı tabaka yerine iletici tabaka oluşur ve bu nemli tabaka bedenlerin teması ile deşarjı sağlar. O da hem bedenlerini sağlıklı yapar, hem ruhlarını sağlıklı yapar.

d)      Namaz kılmalıdırlar. Namaz bir taraftan düzenli yıkanmayı sağlar.Yıkanma temizlik olduğu gibi, kanın deriden çekilmesi, sonra gerisin geriye gitmesi ile beden spor yapmış olur. Tesbih ve dualar onun bedeninde yaptığı titreşimlerle sağlığına ve güzelliğine yardım eder. Rüku ve secdede kan başa doğru baskı yaparak hem vücut hem yüz güzelliğini sağlar.

e)       Ev işi yapmalıdırlar. Erkekler tarlalarda çalışırlarsa sağlıkla olurlar. Kadınlar da ev ve sokak temizliğini yapar, çocuklarına bizzat bakar, yemek pişirir, örgü örerlerse sağlıklı olurlar. Şişmanlamazlar. Bu da onların sağlıklı ve güzel kalmalarına yardımcı olur.

f)        Seyahat etmelidirler. Seyahat etmek de sağlığa ve güzelliğe katkıda bulunur.

1950’lerde Sovyet Elçiliği’nde bir resim sergisi açılmıştı. Orada bir Rus ressamının tablosu vardı. Bir Yunanlı bir de Türk kızının gençken resimleri çizilmişti. Türk kızı çirkin değildi, ama cazibesi yoktu, örtülü idi. Yunan kızı ise çok daha güzel ve cazip bedeni ile görülüyordu. Açıktı. Sonra ikisinin 70-80 yaşlarında resimleri yapılmıştı. Türk kadını yaşlanmış ama güzelleşmişti. Gençliğinden daha sempatik ve hoştu. Yunan kadını ise çirkinleşmiş ve adeta bir öcü olmuştu. O tablo bir sosyalistin tesbiti idi.

İşte bu âyet bize mü’min kadınların kendi güzelliklerini nasıl koruyacaklarını anlatmaktadır. Evlenip torun sahibi olan bir mü’min kadın yaşlandıkça, aile içinde terfi ede ede güzelliği yükselir. Aile içinde herkes onu sayar, ziyaret edilir, saygı gösterilir. Onun ruhu da tatmin olur, bu tatmin yüzüne akseder. İffetine dikkat etmeyen, onunla bununla gönül eğlendiren kadın ise yaşlandıkça cazibesini kaybeder. Sonra saygısını yitirir. Ruhen de çöker, benden de.

وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّا (Va KafFaLaHAv ZaKaRıyYAv) “Onu Zekeriyya tekeffül etmiştir.”

Hz. Zekeriyya, Hz. İsa’dan önce gelmiş bir peygamberdir. Oğlu Hz. Yahya da peygamber olmuştur. İkisi de Hazreti İsa’ya yetişememiştir. Demek ki Hz. Zekeriyya peygamber Hz. İsa’dan bir asır önceleri gelmiştir. Hz. İsa’nın doğmasından önce olmuştur.

Tarihte büyük uygarlıkları hep peygamberler getirmiştir. Uygarlıktan önce onu hazırlayan peygamberler gelir. Mezopotamya’da uygarlık M.Ö. 3000 yıllarında doğmuştur. Ama Hz. Nuh 300 sene önce gelmiştir. İbrani Uygarlığı da M.Ö. 1000 yıllarında doğmuştur ama Hz. İbrahim 1000, Hz. Yusuf 600, Hz. Musa 200 yıl önce gelip uygarlığın hazırlığını yapmışlardır. Hazreti İsa Milâdi tarihte doğmuştur, ama ondan bir asır önce gelen Hz. Zekeriyya hazırlık yapmıştır. İslâm Uygarlığı da M.S. 1000 yıllarında oluşmuştur. Kur’an ise ondan dört asır önce inmiştir. “III. Bin Yıl Uygarlığı” da 2000’inci yıl başlarında başlayacaktır. Başlamıştır. Ancak bu uygarlığı sentezleyecek olan “Türk Milleti”nin eğitimine peygambersiz 200 yıl önce başlanmıştır.

Zekeriyya” ince ‘zel’ harfi ile zikre akraba kelimedir. Hatırlatan anlamındadır. Hazreti İsa’nın geleceği önceki mukaddes kitaplarda yazılı idi. Hz. Zekeriyya bunu hatırlattığı için “Zekeriyya” adını almıştır. İsim takarken Allah öyle ilham verir ki, insanlar hayatta da o isme göre iş yaparlar.

Tekeffül etmiştir. Yüklenmiştir. Mabetlerdeki çocuk yuvaları hususunda bir bilgi alıyoruz. Yuvaya konan çocuğa mabet içinde bir kefil tahsis ediliyor. O çocuktan o sorumlu oluyor. Diğer hizmetliler ona yardımcı oluyorlar. Bu çok önemli bir kuralı bize öğretiyor. Hiçbir görev birden fazla kimsenin sorumluluğuna verilemez. Hastahaneye gelen kimse bir doktorun sorumluluğunda olmalıdır. Bu da çoklu sistem içinde olmalıdır. Bir işletmeye bir mal sipariş verildiği zaman birinin sorumluluğunda üretilmelidir. Kollektif yetki ve sorumluluk söz konusu olmayacaktır. İşte Hz. Zekeriyya’nın tekeffülü bunu ifade eder. Evde de belli konularda belli sorumlu bulunmalıdır. Diğeri o işte ona yardımcı ve müşavir olmalıdır.

كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ  (KulLaMAv DaPaLa GalAYHAv ZaKaRıyYav elMIXRABa)

“Zekeriyya her mihraba duhul ettiğinde.”

Zekeriyya” ismen tekrar edilmiştir. Oysa zamir ile yetinebilirdi. Bu Hz. Zekeriyya’nın tekeffülü ile bu olayların cereyan ettiği tarih arasında zaman geçmiş olmasından dolayıdır. Burada Hz. Zekeriyya artık gelişmiş ve yedi yaşlarına varmış bir Meryem’e dahil olmuştur. Bu sebeple “Zekeriyya” kelimesini tekrar etmiştir.

Burada “mihrab” harb yeri demektir. Harb, tüfekleri temizlemek işin kullanılan demir çubuktur. İlk insanlar savunma silahları olarak taş ve sopaları kullanıyorlardı. Kendileri çardaklarda oturuyordu. Ancak silahlarını taştan ve topraktan çevirdikleri üstü kapalı odalara koyuyorlardı. Sonra kendilerine de böyle odalar yapınca ona da “mihrab” dediler. Oda karşılığıdır. Hücre yani taşla çevrili yer de aynı manâyı taşımaktadır.

Hücre yapı ile tanımlanmaktadır. Mihrab fonksiyon ile tanımlanmaktadır.

Burada öğrendiğimiz ikinci kural ise, yurtta herkesin bir odası vardır. Kendi yemeğini orada yemektedir. Osmanlılarda medrese sistemi böyledir. Kalabalık kimselerin yattığı bir alan yerine, herkesin kendi hücresinde yatması ve kalmasıdır. Yani aile anlayışının orada da sürmesidir. Evlerde, hastahanelerde, hapishanelerde, koğuşlarda özel oda sistemi geliştirilmelidir. Küçük de olsa bölme yapılmalıdır.

El-Mihrab” marife olduğuna göre Hz. Meryem’in mihrabı olacaktır.

وَجَدَ عِنْدَهَا رِزْقًا (VaCaDa GıNDaHAv RıZQan) “İndinde rızık buluyordu.”

Yurtta, orada kalanlara yemek verilmektedir. Ancak herkes kendi odasında da kendisine özel yiyecek bulundurmaktadır. Bunu ziyaretçiler getirmektedir. Böylece kışlada, hastahanede, hapishanede, yurtta herkesin bir odası olacak ve odada yemeği de olacaktır. Hattâ herkesin bu odasında tuvalet ve banyo bulunacağı gibi; küçük mutfakçık da olacaktır. Bunlar otelin de standardı olacaktır. Yurt, hastahane, hapishane, kışla hep bu standartlara göre inşa edilecektir.

Bizim ürettiğimiz “Ahşap Evler”de tek oda böyle bir yapıya sahiptir. Katlar yapılsa bile, katlara böyle odalar yerleştirilmelidir. Tuvalet ve banyo 2 metrekarede, mutfak da 2 metrekarede sığar. Demek ki 4 metrekarelik yer yetecektir. 4 metrekarelik yer de yatmak için olsa, bir kişiye 8 metrekare yetecektir.

Demek oluyor ki Hz. Meryem’e dışarıdan bol yiyecek getiriyorlardı.

Hz. Zekeriyya da bunları kim getiriyor diye soruyor.

قَالَ يَامَرْيَمُ أَنَّى لَكِ هَذَا (KaLa YAv MaRYaMu EanNAv LaKı HaÜAü)

“Ey Meryem, bu sana nerden? dedi.”

“Bu sana kimden?” diye sormuyor; “Bu sana nerden?” diye soruyor.

Hayır müesseseleri vardır. Bu hayır müesseseleri yemek pişirir ve gelenlere yedirirler. Kervansaraylar bunlardandır. İmaretler bunlardandır. Burada yemek için sıraya girilir. Yemeğin yarısı bedava verilir. Yarısı ise para ile satılır. Yemek kuponlarının yarısı dinî dayanışmalara verilir, onlar istediklerine dağıtırlar. Kalan ise satılır. İki misli fiyatla satılır. Böylece tâ o zamanda bulunan bir müessese bugün şimdiki teknikle ihya edilir. Bunlar oraya gelemeyen muhtaçlara bulundukları yerlere götürülüp verirler. İşte Hz. Meryem’e böyle bir hayır kuruluşu veya kuruluşları yemek getirmektedir. Onun için “Bu sana nerden geliyor?” deniyor da “Kimden geliyor?” denmiyor.

قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ   (QAvLaT HuVa Mın GıNDı elLAH)  “Allah’ın indindendir, dedi.”

“Allah’ın indinden” denince, Hz. Meryem Yaratıcı Allah’ı veya Allah’ın halifesi olan cemaati kastetmiş olabilir. Her ne kastederse etsin, manâsı; “Bunu bana Allah veriyor.” demektir. Özel kimselerden değil, kamu kuruluşlarından geliyor demektedir. Çünkü tanınmamış yerlerden gelecek hediyeler tehlike teşkil edebilir. Hz. Zekeriyya onun için soruyor. O da resmî kuruluşlardan geldiğini söyleyerek Hz. Zekeriyya’yı tatmin ediyor. Böylece yurtlarda kefillerin nelerle meşgul olduklarını da öğrenmiş oluyoruz. İmaret müesseselerinin yerine ulaştırma fonksiyonunun olduğunu da öğrenmiş oluyoruz.

إِنَّ اللَّهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَاءُ (EinNA elLAHu YarZuKu Man YaŞAEu)

“Allah meşieti olanı rızıklandırır.”

Bu imaretler, parsız lokantalar, Allah’ın yemekhaneleridir. Burada herkes eşit şekilde yararlanmaz. Farklı şekilde yararlanır. Takdir dinî dayanışma ortaklıklarına verilmiştir. Bunların kurucuları takdirlerine göre verir. Onlara düşen pay da birtakım takdirleri içerir. Hz. Meryem bunu ifade ediyor. Allah bol bol gönderebilir.

بِغَيْرِ حِسَابٍ  (Bı ĞaYRı XıSABı)  “Hesapsız.”

“Hesapsız” demek, çok anlamına geldiği gibi, karşılıksız anlamına da gelir. Yani hesaba yazılmadan rızıklandırır. Karşılıksız verilen rızıktır. Ancak istihkak sahiplerine verilir.

Biz bunu bugün şöyle yapıyoruz. Şehrin içinde veya dışında bir lokanta açıyoruz. Lokantayı işleten kimse %50 vergi veriyor. Şöyle ki, lokantada yemek yiyecekler önce kapıda kupon alıyorlar, öyle giriyorlar. Sattığı kupon kadar kuponu devlet kasasına vergi olarak veriyor. Kamu aldığı bu kuponları dinî dayanışma ortaklıklarına bölüştürüyor. Onlar da takdirlerine göre muhtaçlara veriyorlar. Böylece lokantada zengin olanlar iki misli maliyetle yemek yiyorlar, yoksullar ise bedava yemiş oluyorlar.

Bu lokantalar kredi ile sübvanse edilebilir. Bunların senedini alanlara senedin maliyetinin beş misli, on misli kredi verilir. Bunu başka yerde değerlendirerek onun kazancından finanse eder. Görülüyor ki, Kur’an müesseseleri ortaya koyuyor. Bunlar müessese olarak hep varlar. İşleyişleri çağlara göre değişir.

 

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                                          (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 229. SEMİNER      Yorum-59     İstanbul, 03 Ekim 2003

                                                                            ÜSKÜDAR PROGRAMI

Bir Âyet

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا

“Sizi tearuf edesiniz diye şa’b ve kabileler olarak ca’lettik.

Sizi tanışasınız diye il ve bucaklar olarak yaptık.”[Hucurât(49);13]

Bir inşaat yapan müteahhit malzemeleri alır ve şantiyede yığar. Ancak bu malzemeler bir şey ifade etmez. Orada bırakırsanız, bir müddet sonra üstünde otlar biter; ama ustalar alıp uygun yerlere koyarlarsa bina olur, apartman olur, fabrika olur. İnsanlar da kalabalık olunca böyle bir yığındırlar. Eğer teşkilatlanırlarsa o zaman onlar ocak olur, bucak olur, kabile olur, ülke olur, insanlık olur. Bizim bu hususta bir cetvelimiz vardır. Onlu sisteme göre düzenlenmiştir. Aile 3 ile 10 kişi arasında kabul edilmiş ve buna göre hazırlanmıştır.

                          

          ALT  NÜFUS     KURULUŞ   ÇEVRE   ÜST NÜFUS      ÖZELLİĞİ

                                  1   KİŞİ                              1                            HAK SAHİBİ: GAYE,

                                  3                          Aile        10                          ÇOCUK YETİŞTİRME

                                30   OCAK                          100                         YAŞAMA YERİ

                             3 00                          Semt      1000                       ÇALIŞMA YERİ

                           3 000   BUCAK                       10 000                    HUKUK DÜZENİ

                         30 000                          İlçe        100 000                  HİZMETLER YERİ

                       300 000   İL                                 1000 000                İÇ GÜVENLİK HİZML.

                    3 000 000                          Bölge     10 000 000            İHTİSAS HİZMETLERİ

                  30 000 000   ÜLKE                          100 000 000           DIŞ SAVUNMA  

                300 000 000                          Kıta       1000 000 000         ARAŞTIRMA YERİ

            3 000 000  000   İNSANLIK                  10 000 000  000     UYGARLAŞMA

                                    

Kuruluşlar “yerinden yönetim”le, çevreler “merkezî yönetim”le yönetilir. Aile “yerinden yönetim”le yönetilir.

 

Adil Düzen:

İSTANBUL’DA YAPILANMA VE ADLANDIRMA

Buna göre İstanbul bir bölge merkezi olacak ve ortalama 600 000’er nüfuslu 20 “il”e, 60 000’er nüfuslu 200 “ilçe”ye, 6000’er nüfuslu 2000 “bucak”a ve 600’er nüfuslu “semtler”e ayrılacaktır.

İstanbul Belediyesi resmen yapamazsa bile, kendi hizmet birimleri olarak böylece teşkilatlanacaktır.

Örgütlenme şöyle olacaktır. Her ile o ildeki siyasi partilerin her yüzde beş oyu için bir il meclis danışmanı atanacaktır. Bu danışmanlar kendilerine birer başkan seçecekler, o ilin işleri o danışmanlar tarafından yürütülecektir. İl başkanı ilçelere ilçe yöneticileri atayacak, onlar da ilçeleri yöneteceklerdir. Her bucakta yine bucak şurası oluşacaktır. Bunu da yine siyasi partiler atayacaktır. Her semte bucak başkanı bir yönetici atayacaktır. Ocaklar kendi başkanlarını kendileri seçeceklerdir. Böylece gayri resmi olarak oluşmuş olan “gölge teşkilat” belediyenin danışma kurullarını oluşturacaktır. Belediye bunlara dayanarak hizmet verecektir.

Türkiye’deki seçim bölgelerine göre bu İstanbul illerine adlar verilecektir. İsizmir, İskarşıyaka, İskonya, İsborçka, İshekimhan, İscamili, İsçınarcık adlarını alacaktır. Anadolu’daki il, İstanbul’da isilçe; Anadolu’daki ilçe, İstanbul’da isbucak olacaktır. Her beldenin İstanbul’da bir semti bulunacaktır. Bu teşkilatta fahri çalışan o ismin taşıdığı halktan gönüllüler tesbit edilecek, hizmetler onlar tarafından verilecektir. Böylece Anadolu’nun her beldesinin bucak seviyesinde İstanbul’da bir merkezi olacaktır. Bunun anlamı şudur. İstanbul bütün Türkiye’de teşkilatlanmış olacaktır. Kur’an’ın istediği budur. İman etmek demek, bu teşkilata katılmak demektir.

 

Bir Çözüm:

KOMİSYONCULAR KOOPERATİFİ

İstanbul’un gölge ilçelerinin her birinde “Komisyoncular Kooperatifi” kurulacaktır. Bu kooperatiflerin yöneticileri komisyoncular olacaktır. Henüz satılmayan veya satıldığı halde henüz alıcı tarafından tapusu alınmayan yerlerin tapuları bu kooperatife verilmiş olacaktır. Komisyonculara belediye veya halkça kredi olarak verilen yerler bu kooperatiflerde tapulanmış olacaktır. Gölge il merkezlerinde bu kooperatiflerin birlikleri kurulacaktır. İstanbul’da ise “Komisyoncu Kooperatifleri Üst Birliği” kurulacaktır.

Kredi: Belediye komisyonculara satmak üzere arsa, bina, tesis, araba gibi satabileceği nesi varsa kredi olarak verecektir. Komisyonculara belli miktarda kredi tanıyacaktır. Sonra taşınmazları bu kooperatif ortakları komisyoncular arasında ihaleye çıkaracaktır. Hangi parsele veya bölmeye en çok değer biçerse, onu ona satmak üzere vermiş olacaktır. Sattığında ana parası kooperatif hesabına yatırılacaktır. Karşılığında yüzde %2 komisyon alacaktır. O parseli o komisyoncu satabilecektir. Aldığı değerle satacaktır. Komisyonunu sattığı zaman alacaktır. Bu gelen meblağlarla o komisyoncu halktan başka taşınmaz alıp satmaya devam edecektir. O hep komisyonunu alacaktır.Tapular kooperatife alınacaktır. Bu sayede İstanbul taşınmazları likidite kazanmış olacaktır. 

Komisyoncuya bir yer satılır da karşılığında nakit değil de başka komisyoncu da karşılığında yine alınacağı anlaşması yapılırsa, bu o komisyonun nakdini azaltmayacağı için o komisyoncuya kredi verilmiş olur. Başka komisyoncu buna yer satınca o eski komisyoncudan nakit değil aynı şekilde diğer komisyonculardan yer satma hakkını isteyebilir. Böylece komisyoncular arasında nakit değil de “hesabî nakit” işlemeye başlar.

Kira: Kiralık evi olanlar bu komisyonculara geleceklerdir. Pazarlıkla kira bedellerini tesbit edeceklerdir. Komisyoncu kendisi kiralamış olacaktır. Sonra bunları isteyenlere kiraladığı miktarla kiralayacaktır. Topladığı paralarla önce kiraladığı evlerin hepsinin bakımını ve onarımını yapacaktır. Kalan kısmının %2’sini alacaktır. Kalanı kiraladığı bütün evlere bölüştürüp dağıtacaktır. Böylece kiracısı olmayan evlerin de mal sahipleri kiraya ortak olmuş olacaklardır. Evlerini bir komisyoncuya kiraya verenler dayanışma içine girmiş olacaklardır. Böylece İstanbul’da kiraya verilmeyen ev kalmayacak, bir kimse ev aradığı zaman da bulamadım diye bir şey olmayacaktır.

Gelecek hafta bu “Komisyoncular Kooperatifi”nin ekonomiye getireceği imkanları tartışacağız.

İstanbul Belediyesi’nde “Adil Düzen”i uygulamak isteyen bir parti varsa; “Akevler Kooperatifi” olarak tüm programı karşılıksız hazırlamaya hazır olduğumuzu duyurmuş oluyoruz.

Cuma Dergisi”nden veya diğerlerinden bu hususta röportaj yapmasını da talep ediyoruz.

 

Bir Yorum:

CEZA DAVALARI  VE

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

Cezada şahsilik ilkesi vardır. Kişiler suçlanabilirler, topluluk suçlanamaz. Toplulukça işlenmiş suçlarda kişiler muhakeme edilir, kişiler mahkum edilir. Bir inek dava edilip de nasıl mahkum edilemezse, aynı şekilde tüzel kişi aleyhine ceza davası açılamaz ve tüzel kişi tecziye edilemez. Suçlu varsa, o da yöneticiler olabilir. Çünkü “tüzel kişi” personel değil, eşyadır. Çünkü cezai sorumluluk iradeye yani kasda dayanır. Tüzel kişinin kasdı yoktur, belki oradaki kişilerin kasdı vardır. Kasdın olmadığı yerde cezai sorumluluk söz konusu olamaz.

Bununla birlikte Türkiye’de tüzel kişiler kapatılmakta ve mal varlıklarına el konmaktadır. Bu tüzel kişilere ceza vermek değil de, tüzel kişilerden alacağın tahsili şeklinde yorumlanabilir. Aynı kişiler aynı sözleşme ile yine aynı adla o tüzel kişiyi kurabilirler. Çünkü kelimeler mahkum edilemez. Olsa olsa, o kelimeleri kullananlar suç işlemiş olabilir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi aleyhine dava açılabilir mi? Türkiye Büyük Millet Meclisi feshedilebilir mi? Bu hukuken mümkün değildir. Milletvekillerinin aleyhine dava açılabilir, ama Meclis aleyhine dava açılamaz. Meclis’in feshi veya iptali istenemez. Olsa olsa, milletvekillerinin milletvekillikleri aleyhine dava açılabilir. Davalı Meclis değil, milletvekili olacaktır. Onun savunmasını almadan mahkum edemezsiniz. Savunma almak için de dokunulmazlıkların kaldırılması gerekir. İşte hata orada başladı.

Refah Partisi kapatılırken savunması alınmayan milletvekillerinin vekillikleri düşürüldü. Bu durumu Meclis hazmetti. İşte hukuksuzluk ve dengesizlik orada başladı. Yapılacak iş; parti kapatma ayrı, ama milletvekillerinin vekilliklerine dokunulamazdı. Erbakan’ın dediği gibi; kendisi dahil çoluk-çocuk Meclis’e dolarsa işte akıbet böyle olur. Hukukun temeli olan “fıkıh usûlü” okunmazsa yargı böyle çalışır.

Eskiden “sultanlar” vardı. Devleti kendi mülkleri olarak idare ediyorlardı. Onlar Allah’a inanır ve şeriatın hükümlerine uyardı. Şimdi “cumhuriyet” var. Ancak Allah’a inanılmıyor. Yetki dağılmış, sorumlu belli değil! Soracak bir makam da yok! Devleti kim yönetiyor? Belli değil. Hükümet ve ordu hedef alınıyor. Başbakan’ın ve Meclis Başkanı’nın hanımları başörtülü oldukları için resepsiyonlara gelemiyorlar. Anayasa ekseriyeti var; ama esir Başbakan, esir Meclis Başkanı da var! Kanun ve hukuk zaten piyasada yok!..

Protokol” diye bir şey tutturmuşlar! Hangi anayasada protokole uyulur deniyor? Protokol anayasanın hangi maddesinde yer alıyor? Yapılacak iş artık devletin müsbet ilimle yönetilmesidir. Yetkiler ve görevler, sorumluluklar ve haklar yasalarca belirlenmeli. Kanunlar, hakemlerden oluşan yargı tarafından yorumlanmalı ve devletin kurumları böyle denetlenmeli. Devlet Başkanı orduyu arkasına alarak bu yasaların bekçisi olmalıdır.

Ordu yargı denetiminin dışında ama “asker kökenli olan devlet başkanı”nın emrinde olmalıdır. Ne ordu, ne devlet başkanı sivil yönetime müdahale etmemelidir. “Cumhuriyet”in bütün kuralları tam olarak çalıştırılmalıdır. Yoksa; artık ne saltanatla, ne diktatörlükle, ne de parti diktatörlükleri ile ülke yönetilemez. 

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                                          (0532) 246 68 92

229 semner

“AKEVLER EKOLÜ” ÇALIŞMA PROGRAMI

İnsanlık tarihte evrimler geçirmiştir. Toplayıcılık, avcılık, çobanlık ve tarımcılıktan sonra Mezopotamya’da M.Ö. 3000 yıllarında devlet aşamaları başlamış ve 1000’er yıllık geçmişi ile 5 büyük evrim geçirmiştir. Site devletleri, ulusal devletler, şeriat devletleri, imparatorluklar ve lâik devletler aşamaları ile bugüne gelinmiştir. “Lâik devlet” demek, değişik din ve inanışlardaki insanların bir arada yaşadığı devlet modelidir. Bu model İslâmiyet ile gelmiştir. İbranilerde üstün ırk vardır. Hıristiyanlarda tek din vardır. İslâmiyet’te üstün ırk yoktur; tek din ve tek mezhep de yoktur.

Doğu’da uygarlıklar oluşurken, Batı’da 500 yıl arkadan görülmek üzere kuvvet uygarlıkları gelmiştir. Hak uygarlıkları hukukta ve yönetimde evrim yapmış, kuvvet uygarlıkları ise ekonomide ve teknikte evrim yapmıştır. Mısır, Yunan, Bizans ve  Avrupa uygarlıkları peş peşe gelmişlerdir. Şimdi Avrupa Uygarlığı zirvededir. Çökmeye başlamıştır. Daha 500 yıllık ömrü vardır. Doğu uygarlığı ise yeniden doğmaktadır. 500 yıl içinde yücelecek, sonra çökmeye başlayacak ve bin yıl sonra yeniden ortaya çıkacaktır. Eski uygarlıklar yeni peygamberlerle ve yeni kitaplarla geliyordu. Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed peygamberler o uygarlıkları kurdular. Kur’an son kitaptır. Artık peygamberler de gelmeyecektir. “Kur’an” bütün asırlara ve topluluklara cevap veren bir kitaptır. Peygamberlerin yerini de “ilim” alacaktır. Bizim “Adil Düzen Çalışmaları” bu mahiyettedir.

Her medeniyet iki medeniyetin sentezinden doğar. Bu sebepledir ki İbraniler Mısır’a götürülmüştür. Hz. Musa Firavun’un sarayında ve Şuayb peygamberin yanında eğitilmiştir. İslâm Medeniyeti de Yunan Uygarlığı ile Kur’an’ın oluşturduğu Arap Uygarlığı’nın sentezinden doğmuştur. “III. Bin Yıl Uygarlığı” yani “II. Kur’an Uygarlığı” da “İslâm Uygarlığı” ile “Avrupa Uygarlığı”nın sentezinden doğacaktır. Bu hususta Muhammed İkbal; “Kur’an sana nâzil oluyormuş gibi oku!” demiştir. Hamidiye Risalesi’ni yazan Hüseyni Cersi, modern ilimlerle Kur’an arasındaki uygunluğu ortaya koymuştur. Mehmet Âkif; “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhâmı/ Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı.” demiştir.

Bediüzzaman’ın talebeleri “Hangi ilimleri okuyalım ki Kur’an’ı anlayalım?” diye soruyorlar. O da cevap olarak; “Siz fizik okumuyor musunuz, astronomi okumuyor musunuz? İşte onları okuyun.” demiştir.

Akevler Ekolübu çalışmaları kurumlaştırmak istemiştir. Uygulamalı denemelere girişmiştir.

Sizleri bize katılmaya dâvet ettiğimiz çalışmamız budur; Kur’an’ı asrın idrakine söyletme çabası.

Uygarlıklar Milâdî bininci yüzyılın başlarında doğarlar. Ama ondan birkaç asır önce Allah peygamberler gönderir ve hazırlık yaptırır. Bu işe bir ulusu görevlendirir. “III. Bin Yıl Uygarlığı”na da Allah “Türk Milleti”ni görevlendirdi. Türkiye’de yapılan inkılâplar bu amacı güdüyordu. Hz. Yusuf’un kuyuya atılması nasıl sonra hayır olmuşsa; “Batılılaşma hareketi” de böylece hayır olmuştur. Dünyada iki uygarlığı öğrenmiş tek ulus var ve tek ülke var; o da “Türkiye”dir. Türkiye’de de bu hususta çalışmayı sürdüren yalnız “Akevler”dir. Sizlerin de bu hususta katkıda bulunmanızı istiyoruz.

ÇALIŞMA PROGRAMI OLARAK NELER YAPILACAKTIR:

1-       Önce Kur’an’ın mealleri okunacaktır. Bir araya gelen arkadaşlar Kur’an’ı mealleri ile okuyacaklardır. Bir meal bitince, başkasının meali okunacaktır.

2-       Sonra “Kur’an’ın Arapça okunması” öğrenilecektir. Bunun için bugünkü bilgisayarlardan yararlanılır. Yani, meal okunurken Arap harflerinden Kur’an’ın takibi de öğrenilecektir. Önce meal okunacak, sonra Kur’an âyet âyet okunacaktır. Böylece “Kur’an’ Arapçası”na aşina olunacaktır.

3-       Akevler”de hazırlanmakta olup üçte ikisi tamamlanmış “Kur’an’ın Öz Türkçe Meali” takip edilecektir. Bu meal iyi bir Türkçe ile yazılmıştır. Ama Arapça’nın mantığına vâkıf olabilmek için halkın kullandığı kelimelerle meal yapmak gerekiyor.

4-       Bundan sonra “Kur’an Kelimeleri ile Türkçe Cümleleri İçeren Meal” takip edilecektir. Bu meal de yine Akevler tarafından hazırlanmıştır. Üçte ikisinden fazlası bilgisayara geçirilmiştir. Bu meal de anlaşılarak takip edilecektir.

5-       Bundan sonra bu meallerle Kur’an birlikte okunacaktır. Önce herhangi bir meal, sonra öz Türkçe meal, sonra Osmanlı Türkçesi meal ve en sonunda Kur’an âyet âyet takip edilip hatmedilecektir.

6-       Bundan sonra “Kur’an’da geçen kelimelerin etimolojik lügati” hazırlanmaktadır. 1800 kelimeden 1400 kadarı yapılmıştır. “Kur’an Kelimeleri Etimolojik Lügati” okunacaktır. Kelimeler nasıl doğmuş, cahiliye döneminde nasıl manâlar kazanmış, Kur’an’da ona yüklenen manâlar nelerdir?

7-       Sonra “Fıkıh Usûlü” ilmi okunacaktır. Buna dair metinleri de hazırlamış bulunuyoruz.

8-       Değişik mezheplerin görüşlerini içeren, bizim görüşümüzü de kapsayan “Fıkıh Kitabı” hazırlanmıştır. Bunun da bir defa okunması gerekir. “Tac”ın tercümesi de okunmalıdır.

9-       En son hazırladığımız “İnsanlık Anayasası” da tedris edilenlerin sonu olmalıdır.

10-    Bu arada arkadaşlarımız “Matematiği” öğrenecekler ve “Çağdaş İlimlerin Metinleri” hazırlanacaktır. Onlar da ileride okunacaktır.

Bizim görüşüz şudur ki; insanlık artık Mezopotamya usûlü birkaç yıl tedris ile sorunları çözemez.

a)       Beşikten mezara kadar hem çalışacak hem okuyacağız. Ömrümüz çalışma ve okuma ile geçecektir.

b)       Çalışmalarımızı yazılı hâle getirip katkıda bulunmalıyız, bilgisayarlarda depolamalıyız; onları basıp yaymakla uğraşmamalıyız. İsteyenler oradan ileride yararlanırlar.

c)       Ana ders “Kur’an Arapçası” ile “Matematik” olmalıdır. Diğer bütün ilimler onların uygulaması olarak öğrenilmelidir.

d)       Bunları yaparken “siteleşmek” zorundayız. Evlerimizi yan yana getirmeliyiz, tüm bu çalışmalara “çocuklar” ve “kadınlar” da katılmalıdır. “Beşikten-mezara” bu demektir.

İlmî seviyeler şöyle ayarlanmalıdır: a) Beş vakit namaz kılınırken… …  SÜLEYMAN KARAGÜLLE

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3137 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2406 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2370 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 1920 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2193 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2238 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2021 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 1873 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 1908 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2294 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2173 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1780 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2121 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2015 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2147 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2119 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 1988 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2181 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2134 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2390 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2202 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 2787 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2399 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2696 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2419 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2485 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2646 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 2757 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 2700 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3036 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5049 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3149 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 2793 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3422 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3280 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3025 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3523 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3472 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 3764 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4209 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 2744 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 2786 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3579 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3488 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2611 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2676 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3613 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 6959 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5093 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 3840 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3286 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3424 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4379 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 3986 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4331 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4326 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4397 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4203 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3123 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4038 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3323 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 4795 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3565 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 4818 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 4637 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4582 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3242 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3253 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3405 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 4771 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 3932 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 4991 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 3774 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 4901 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4055 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4104 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4224 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4402 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 4914 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 3830 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 4847 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4093 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3604 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4053 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4270 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 3802 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 3847 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 3866 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4278 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5273 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9050 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4428 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3453 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3612 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3233 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3233 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3590 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5364 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4006 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3257 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2024 - Akevler