ADİL DÜZEN 230
Haftalık Seminer Dergisi 17-18 EKİM 2003 Fiyatı: SEMİNERE KATILMAK veya www.akevler.org
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 230. SEMİNER (CUMA-CUMARTESİ) İstanbul, 10-11 Ekim 2003
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİ BOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Caddesi, No: 31 ÜSK./İSTANBUL (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği) Tel: (0532) 246 68 92
*HAFTALIK TEFSİR SEMİNERİ (CUMARTESİ GÜNLERİ “YENİBOSNA”; Saat:18.00-21.00)
ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ – XI (38-41. ÂYETLER)
إِنَّكَ سَمِيعُ الدُّعَاءِ “Sen duayı sem’ edensin. Sen duayı işitensin.”
“Adil Düzen çalışmalarında durum bizden sonra ne olacaktır?” sorusu çok önemlidir. Bu sorunu çözmemiz gerekmektedir. Bunun için Rabbimize dua etme durumundayız. Hz. Zekeriyya Peygamberin duasından anlıyoruz ki bu hususta zürriyeti de işe karıştırmamız gerekmektedir. Hareket Partililer Alpaslan Türkeş’in oğlunu seçmediler, bir askeri de seçmediler. Bunun anlamı, bu partinin önü kapalıdır. Çünkü yerine gelenler ya asker olarak ona vâris olmalıydılar, ya da zürriyet olarak ona vâris olmalıydılar ki onu yaşatmak için canla başla çalışmalıydılar. CHP denemeleri de aynı sonuçlara gitmiştir. Yarın Saadet Partisi için de aynı şey sözkonusudur. Koç ve Sabancı aile şirketi olarak gittikçe gelişmektedirler. Biz “Adil Düzenciler” de eserimizi çocuklarımıza emanet etmeliyiz. Bunun için siteleşmek zorundayız. Siteleştiğimiz zaman torunlarımız birbirleriyle evlenir, bunlar arasından atalarının mirasına sahip çıkanlar olur. Elbette siteleştiğimizde hepsi orada kalmayacak, ama kalanlar bize yetecektir. Siteleşemezsek, bizim bırakacağımız mirası sürdürme imkânı olmaz. Zekeriyya (a.s.)’ın sitesi vardı. Onun işi daha kolaydı. Biz ise Hazreti Muhammed aleyhisselâm gibi kendi sitemizi kendimiz kurmak zorundayız.
*HAFTALIK YORUMLAR (60): (CUMA GÜNLERİ “ÜSKÜDAR”; Saat: 19.00-21.00)
Bir Âyet:
وَإِنْ مِنْ شَيْءٍ إِلَّا عِنْدَنَا خَزَائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ إِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ(21-15)
“Bizde hazinesi olmayan hiçbir şey yoktur. Biz ondan malum kadarını indirtiriz.” [Hicr(15);21]
Tabii ki, para uygun yerlere değil de gereksiz yerlere şarj edilirse, o zaman da hem “işsizlik” hem de “enflasyon” olur. 28 Şubat’ta durum öyle idi. Bugün ise “enflasyon” yok ama “işsizlik” devam ediyor. Yine denge yoktur. Bugün piyasada para azlığı vardır…
Bizim Kâinatımız beş boyutlu içinde üç boyutlu uzaydır. Zaman içinde dört boyutlu uzay taranıyor. Beş boyutlu uzayda her düşündüğümüz vardır. Ama bizim uzayımıza ancak ölçülü miktarda ve gerekli olanlar girmektedir. Biz de o miktar üzerinde çalışarak yaşıyoruz.
Adil Düzen:
GENEL HİZMET VE KAMU HİZMETİ
Tescil Hizmetleri: Eğitim Hizmetleri: Depolama Hizmetleri: Bağlantılar: Koruma Hizmetleri: Uzlaşma Hizmetleri: Kurulacak kooperatifler bu hizmetleri görecektir. Kamu görevlerinin sağlıklı yapılmasına yardımcı olacaktır. Kamu görevlileri bunları denetleyecektir. Bunlar da halkı kamu görevlilerinin haksızlık yapmalarına karşı koruyacaktır. Böylece dengeli bir oluşum ortaya çıkacaktır.
Bir Çözüm:
KOMİSYONCULAR KOOPERATİFİ - II
İstanbul’un dört ana sorunu vardı: Su, çöp, trafik ve gecekondu. Çöp ve su sorununu R. Tayyip Erdoğan çözdü. Trafik ve gecekondu sorunu daha çözülmemiştir. Yolları yapmak trafik sorununu çözmez. Çünkü siz ne kadar trafiği rahatlatırsanız kişiler o kadar işyerlerinden uzak oturur ve trafik sorununu artırırlar. Bunun için sorunu başka yoldan çözmemiz gerekecektir…
Bir Yorum:
YÜKSEK SEÇİM KURULU
Meclis toplandığı zaman, Meclis Recep Tayyip Erdoğan’a yemin ettirip milletvekilliğine başlatmalı idi. Çünkü yargının bu husustaki kararı batıl idi. Yetkisini aşmıştı. Yargı üstünlüğü anayasal sınırları içinde herkesi bağlar. Bunu takdir eden son merci hükümettir. Hükümeti denetleyen de Meclis’tir. Son söz Meclis’indir. Yoksa hakim diktatörlüğü doğar. Yargı kararları hükümet denetimindedir. Usûlüne göre verilmeyen kararlara yargı uymaz. Bunun müeyyidesi Meclis’teki soru, gensorudur. Hükümet düşürülemezse yargı Meclis’ce mahkum edilmiş olur. Düşürülürse de hükümet cezasını çeker. Türkiye Büyük Millet Meclisi kararları kimsenin denetiminde değildir. Cumhurbaşkanı veto edemez, Anayasa Mahkemesi’ne iptal davası açılamaz. Bu iktidar tekliğinin tabiî kuralıdır.
IRAK’A BARIŞÇI TÜRK ASKERİ
ABD bu tezkerenin geçirilmesini neden istemiştir?.. BAŞARACAK MI?.. ŞİMDİ TÜRKİYE NE YAPMALIDIR?..
ÖNERİMİZ: “Türkiye Büyük Millet Meclisi”nde bütün siyasi partilerin temsilcilerinin bulunacağı bir “Yüksek Danışma Kurulu” kurulmalıdır. “Millî Siyaset” burada oluşturulmalıdır. Orduda incelendikten sonra son şekli verilmeli ve uygulama Başbakan, Genelkurmay Başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığından oluşmuş bir merci tarafından yapılmalıdır.
ARTIK SİYASET ZAMANI: YA “ADİL DÜZEN”İ BENİMSEYEN BİR PARTİ; YA “ADİL DÜZEN PARTİSİ”
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 230. SEMİNER Tefsir İstanbul, 11 Ekim 2003
ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ - XI
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ
هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُ قَالَ رَبِّ هَبْ لِي مِنْ لَدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً إِنَّكَ سَمِيعُ الدُّعَاءِ(38)
فَنَادَتْهُ الْمَلَائِكَةُ وَهُوَ قَائِمٌ يُصَلِّي فِي الْمِحْرَابِ أَنَّ اللَّهَ يُبَشِّرُكَ بِيَحْيَى مُصَدِّقًا بِكَلِمَةٍ مِنْ اللَّهِ وَسَيِّدًا وَحَصُورًا وَنَبِيًّا مِنْ الصَّالِحِينَ(39) قَالَ رَبِّ أَنَّى يَكُونُ لِي غُلَامٌ وَقَدْ بَلَغَنِي الْكِبَرُ وَامْرَأَتِي عَاقِرٌ قَالَ كَذَلِكَ اللَّهُ يَفْعَلُ مَا يَشَاءُ(40) قَالَ رَبِّ اجْعَلْ لِي آيَةً قَالَ آيَتُكَ أَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلَاثَةَ أَيَّامٍ إِلَّا رَمْزًا وَاذْكُرْ رَبَّكَ كَثِيرًا وَسَبِّحْ بِالْعَشِيِّ وَالْإِبْكَارِ(41)
هُنَالِكَ (HuNAvLıKe) “Burada”
Zekeriyya (a.s.) Hazreti Meryem’in yanında rızık buluyor, “Bu nereden?” diye soruyor. O da “Allah’tan” diye cevap veriyor. İşte orada o zaman Zekeriyya (a.s.)’ın aklına kendi durumu geliyor. Yaşlanıyor ve kendi yaptıklarını sürdürecek kimsesi kalmıyor. Orada dua ediyor.
Kur’an neden “Hunalike/Burada” deme durumunda olmuştur? Çünkü Hz. Zekeriyya aynı zamanda mabedin başkanıdır. Mabette Hz. Meryem’in yetişmesi gibi güzel olaylar oluyor. Seviniyor ve benden sonra ne olacak diye düşünmeye başlıyor. Onun için burada dua ediyor.
Kur’an’da çeşitli mülkiyet çeşitleri vardır: Yararlanma mülkiyeti, işletme mülkiyeti, temettü mülkiyeti ve kıyam mülkiyeti. Yararlanma mülkiyeti miras yoluyla intikal eder, tecezzi eder, dağılıp gider. Kıyam mülkiyeti ise vasiyet yoluyla intikal eder, mirasçılar arasında bölüşülmez. Vakıf işletmeciliği de böyledir. Vasiyet yoluyla intikal eder. Kur’an başkanlık gibi tek olan yerlerde vasiyet yoluyla intikali kaldırmıştır.
Ama parti gibi çoklu sistemlerde ise halkın seçmesi yerine vasiyet yoluyla intikali uygun görmüştür. Beğenmeyenler başka partilere geçerler, kendileri yeni parti kurarlar; ama kurulmuş bir partinin başkanı değişmediği gibi yerine geçen kimse vasiyet yoluyla atanır ve kendi varisini ataması da doğrudur.
دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُ (DaGAv ZaKaRıyYAv RabBaHUv) “Zekeriyya Rabbine dua etti:”
“Rabbine dua etti.” deniyor. “Rab” kelimesi bu âyetlerde çok tekerrür ediyor. İnsan eğitilerek yetiştiriliyor. İnsan, canlılar arasında çocukluk yaşını en çok yaşayan bir varlıktır. İnsan eksik yaratılmıştır. Bu eksikliği eğitimle gidermektedir. Böylece evrim meydana gelmektedir. Yani, insanlar her zaman daha gelişmiş hayata intibak etmektedir. Bundan dolayıdır ki Hz. Meryem’in annesi için de, Hz. Zekeriyya için de “Rabbine dua etti.” deniyor. Eğitimin sürdürülmesi için aileye ihtiyaç vardır. Her şey okulda öğrenilemiyor. Ocak dediğimiz bir olay vardır. Baba mesleği budur. Genel kültür vardır. Bu ilimdir. Bunu herkes öğrenecek ve insanlar arasında soya bağlı olmayan dereceler oluşturacaktır.
Ümmî, kari’, âmil, ehl-i zikr, fakîh ve râsih (Türkçesi: başlangıç, temel, ilk, orta, yüksek ve üstün) ehliyetler genel eğitim ile elde edilir. Herkes tarafından ana babasına bağlı olmadan kazanılır. Topluluk içinde sınıflama bunlarla olur. Meslek ise ihtisas işidir. Genel eğitimden ziyade usta-çırak eğitimi olmaktadır. Burada aile önemli rol oynar. Tabi ki mesleği değiştirme her zaman mümkündür. Ama vasiyet yoluyla varislerinden birine intikal etmesi de uygun bir yoldur.
قَالَ رَبِّ (QavLa RabBı) “Rabbim, dedi.”
“Rabbim!” diye dua etti. “Rab” kelimesine ne derece vurgu yapıldığı görülmektedir.
İlmin tahsili kolaydır. İnsan kitaplardan kendi kendisine de tahsil eder. Ama meslek uzun uğraşı ve mümarese istemektedir. Usta-çırak ilişkisine gerek vardır. Ustalar meslek öğretirlerken aynı zamanda kendilerine rakip yetiştirmektedirler. Bu meslek öğretme oğluna olursa bu rekabet psikolojisinden de kurtulmuş olurlar. Bu sebepledir ki eğer bir ilçede bir kimse doktorluk yapıyorsa, oğlu da doktor olarak yetişmişse, onun kadrosunu sürdürme hakkı başlangıçta oğlunun hakkı olur. Halk da aileye alışmış olur.
هَبْ لِي مِنْ لَدُنْكَ (HaB LIy MıN LaDuNKa) “Ledunundan bana hibe et.”
“Kendinden bana hibe et, bana bağışla.” diye dua etmektedir. Burada oğul verme ‘hibe’ kelimesi ile ifade edilmiştir. Hibe, karşılıksız verilen şeydir. Heybe, Türkçede bildiğimiz heybedir. Hibe etmek demek, heybeye koymak demektir. Birbirlerine giderken heybeye bazı şeyler koyar, gittikleri yerlere onu götürüp verirlerdi. Onlar da heybeleri boş çevirmezlerdi. İlk insanlarda mübadele böyle olurdu. Kiminde mesela fasulye çoktur, onu götürüp karşı tarafa verirlerdi; karşı tarafta da armut çok ise onlar da onu koyarlardı.
Buradaki değiştirme ölçülü değildir. Hangi tarafın ne kadar imkanı varsa o kadar yapardı. Buna “hibeleşme” denmektedir. “Hediye” kelimesi de buna yakın manâ taşır. Hibede karşılık beklenmez. Hediyede genellikle karşılık beklenir.
Zekeriyya aleyhisselâm Rabbinden hibe istiyor. Her şey Allah’ın ledunundandır. Burada tahsisen ledunundan deyince ne denmek istiyor? Allah insanlara kurallar içinde nimet verir. Bu da Allah’tandır. O kuralları koyan O’dur. Bir de kurallar dışında özel lütuflarda bulunur, buna ledunundan denmiş olur. Yaşlı kimsenin çocuk doğurması olağan bir şey değildir. Onun için Allah’ın ledunundandır. Evlenerek çocuk olmasını isteyebilir. Ama yaşlı kimseye de kimse varmaz, dolayısıyla o da ledunundan olmuş olur.
ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً (ÜurRiYaTan OayYıBaTen) “Tayyib bir zürriyet”
“Zerre” toz demektir. “Zerv” ise çekirdek demektir, atom demektir, tohum demektir.
İnsanın kendi soyundan gelenlere “zürriyet” denmektedir. Zekeriyya aleyhisselâm kendi soyundan ocağını sürdürecek birini istemektedir. Buna dua etmektedir.
“Tayyib” ise sağlığa uygun, temiz ve yarayışlı demektir. Ağzınıza aldığınız zaman acı olmayan bozulmamış şeyler tayyibdir. “Hoş” diye tercüme edebiliriz. İnsan vücuduna yarayan ve sindirilebilen şey tayyibdir. İnsan için tayyib demek toplulukta yarayışlı olan demektir.
Bir kasaba düşünelim, orada herkes birbirini tanır. Herkes işbölümü içinde yerini alır. Biri aradan çıksa onun eksikliği hissedilir. Çünkü herkes ona göre işini ayarlamıştır. Ölümü topluluğu sarsar. Onun görevini yüklenecek kişinin yerine oturması zaman alır. İşte böylece topluluğa uyum sağlamış kişi tayyib olur.
Zekeiyya aleyhisselâm bunu dua ediyor.
Bunun önemi şuradadır ki, bir kimse topluluğun bir parçası olur; hem kendisi yararlanır, hem de çevresini yararlandırmış olur. Topluluk içinde bir makine parçası gibi çalışmaya başlar. Kendisi öldüğü zaman da kendi görevini yapacak kimseyi bırakırsa işte bu sarsıntı meydana gelmez. İşte Zekeriyya Peygamber buna dua etmektedir. Allah da bize bunu öğretmektedir. Siz böyle yapın demektedir.
إِنَّكَ سَمِيعُ الدُّعَاءِ “Duayı sem’ edensin.”
Yani, ben başkasına dua etsem o duymaz, ancak sen duyarsın denmiş oluyor.
Duayı duymak elbette onun kabul edilmesi anlamına gelmez. Zekeriyya aleyhisselâm dua ediyor, ama kabulünü Rabbine bırakıyor. “Rabbim, hayırlısı ise yap.” gibi bir duada bulunuyor. Çünkü Zekeriyya (a.s.) bu temenniyi de Allah’ın halifesi olarak yapmış oluyor. Yaptığımız çalışmaların bizden sonra ne olacağını düşünmenin de Allah’ın emirlerinden olduğu anlaşılıyor.
“Adil Düzen çalışmalarında durum bizden sonra ne olacaktır?” sorusu çok önemlidir.
Bu sorunu çözmemiz gerekmektedir. Bunun için Rabbimize dua etme durumundayız.
Zekeriyya Peygamberin duasından anlıyoruz ki, bu hususta zürriyeti de işe karıştırmamız gerekmektedir. Hareket Partililer Alpaslan Türkeş’in oğlunu seçmediler, bir askeri de seçmediler. Bunun anlamı, bu partinin önü kapalıdır. Çünkü yerine gelenler ya asker olarak ona vâris olmalıydılar, ya da zürriyet olarak ona vâris olmalıydılar ki onu yaşatmak için canla başla çalışmalıydılar. CHP denemeleri de aynı sonuçlara gitmiştir. Yarın Saadet Partisi için de aynı şey sözkonusudur. Koç ve Sabancı aile şirketi olarak gittikçe gelişmektedirler.
Biz “Adil Düzenciler” de eserimizi çocuklarımıza emanet etmeliyiz. Bunun için siteleşmek zorundayız. Siteleştiğimiz zaman torunlarımız birbirleriyle evlenirler. Bunlar arasından atalarının mirasına sahip çıkanlar olur. Elbette ki siteleştiğimizde hepsi orada kalmayacaktır. Ama kalanlar bize yetecektir. Siteleşemezsek, bizim bırakacağımız mirası ayrı ayrı sürdürme imkânı olmaz. Zekeriyya aleyhisselâmın sitesi vardı. Onun işi daha kolaydı. Biz ise Hazreti Muhammed aleyhisselâm gibi kendi sitemizi kendimiz kurmak zorundayız.
فَنَادَتْهُ الْمَلَائِكَةُ (Fa NavDaTHu elMeLAvİKaTu) “Melekler nida etti.”
“Fa” harfi burada hemen orada anlamında değil de; bunun üzerinde, bu sebeple demektir. Bu, o namaz kılıyordu, mihrabda namaz kılıyordu sözü ile anlaşılıyor.
“Nâdet” ses demektir, nida demektir. “Nedve” toplanma yeri anlamındadır. Çardakların kurulduğu yere açık veya kapalı bir yer ayrılır. Halk orada toplanır. Oradan ezan gibi nida olunur. Çağrılır. Dua, yakından sözle yapılır. Nida ise uzaktan sesle yapılır. Demek ki Hz. Zekeriyya’ya bir ses geldi, sesi işitti. Hem de bunu “melekler” yaptı.
“Melek” mülk kelimesinden oluşmuştur. Bilerek, güç demektir. Rabbin işlerini yapan işçilere “melek” denir. Allah Kâinat’ı onlarla tedvir eder. Canlılar âlemini düşünelim. Sayılamayacak kadar çok tek hücreli varlıklar her yerde faaliyet göstererek dünyadaki canlılık dengesini ayakta tutuyorlar. Bedenimizde de hücreler ve kromozomlar böyle faaliyet göstermektedirler. Bundan yüz yıl önce bunlardan haberimiz yoktu. Şimdi bunları biliyoruz. Kâinat’ta da görmediğimiz varlıklar vardır. Bunlar melek, cin ve ruhlardır. Bunlar bâtın âlemde yani görünmez âlemde varlar. Ama gerektiğinde bize seslenebilmektedirler. Peygamberlerde bu sesleri duyacak melekeler vardı. Beyinde bunun programı vardı. Belki de bizim beynimizde de böyle bir program vardır. Ancak sıkıştırılmış durumda olduğu için biz meleklerle görüşemiyoruz. Ama peygamberlik gelen kimselerde bu program faal hâle getiriliyordu ve onlar meleklerle konuşabiliyordu.
Kur’an’dan sonra böyle konuşmaların olup olmadığını bilmiyorum. Daha çok araştırma yapılması gerekmektedir. Bir de ‘melek nida etti’ denmiyor da, “melekler nida etti” deniyor. Allah meleklere görev verirken genellikle birkaç meleği birlikte göndermektedir. Bazen de ruhu arkadaş etmektedir. Burada da Zekeriyya aleyhisselâma bir melek değil de melekler hitap etmiştir. Belki de insana ulaşma ekip çalışmasını gerektirmektedir.
Bu da gösteriyor ki bâtın âlemde de sebep-sonuç ilişkisi ve ortak faaliyetler mevcuttur. Bugünkü sanal sayılar da bize bunu göstermektedir. Gerçek sayılarla olan işlemlerin hemen hepsinin benzerini onlarda da yapabiliyoruz. İki sanal sayının çarpımı gerçek sayı olmakta, negatif sayı olmakta, onların çarpımı da pozitif sayı olmaktadır. Meleklerin ekip hâlinde çalışma mecburiyetleri bunun için gerekli olabilir.
وَهُوَ قَائِمٌ (Va HuVa QAvEıMun) “O kaim idi. O ayakta idi.”
“O kaim idi. O ayakta idi.” Geceleri ayakta olmak demek, uyanık olmak demektir. Gündüz ayakta olmak demek, ayakta durmak demektir. Kur’an’da ise ayakta olmak demek, namaz kılarken demektir.
Burada namaz kılarken ayakta idi. Namaz kılarken ayakta, rükuda, secdede ve kadede oluyoruz.
Her durumda beynin çalışması farklıdır. İnsan kulağı en çok ayakta iken vermektedir. Namazda insan çevreyle ilgisini keser, kendisini Allah’ın kelâmına verir. Kulak verir, duyar, mukabilinde söyler. Namaz insanı Allah’a en çok yaklaştıran bir hal olmaktadır. Bilhassa cemaatle namaz kılarken bir araya gelen insanlar beyinlerini Rablerine ayarlarlar. Karşılıklı etkilerle ona yönelmiş olurlar.
Kendi başına iken de inzivaya çekilip baş başa kalınca Rabbe daha çok yaklaşmış bir hal almaktadır. Ayakta Rabbe kulak vermek istiharelerde daha uygun olur demektir. İstihare ne demektir? Bir konuda tefekküre dalıp içine doğacak fikirleri beklemektir. Ne yapacağını beyinde çözmektir.
يُصَلِّي فِي الْمِحْرَابِ (YuSalLı Fıy eL MıhraBı) “Mihrabda salât ediyordu.”
“Sılıy” Arapların güneşte eti pişirmek için koydukları kayanın adıdır. Ateşte pişirmek de sılıydır.
Namaz insanı pişirmekte, ham olan insanı olgunlaştırmaktadır. Yorga ata da “savla” denmektedir.
Eğitilmeden önce ata binilemez. Ama eğitilmeden önce at hem koşmayı hem de uyumu öğrenir. Namazda da insan eğitilir, hem kendisi ahlâklı ve huzurlu insan olur, hem de insan topluluğa uyan bir kimse olur. Birlikte rüku ve sücut hareketleri ederiz. İnsan tüm hayat boyunca evrim içindedir. Bugünü dünden ileridir. Bunu namaz sayesinde sağlamaktadır. Her namaz kıldığında bir adım daha ileriye atmaktadır.
أَنَّ اللَّهَ يُبَشِّرُكَ (EınNA elLAHa YuBaşŞiRuKa)
“Allah seni tebşir etmektedir. Sevindirmektedir.”
“Buşr” tüyleri yolunmuş et rengindeki deridir. Parlatılmış deridir. İnsan sevindiğinde yüzünde bir parlaklık meydana gelir. Sevinme bununla ifade edilmektedir. İnsanlara iyi haber verdiğimizde, ona duyduğu sevinci ifade etmek “tebşir etme” ile belirtilir. Tüysüz olan insan “beşer” adını alır.
Allah duasını kabul etmiştir ve Hz. Zekeriyya’yı müjdelemektedir. Burada “Rab” denmeyip “Allah” denmiş olması, “Rab”dan maksadın “Allah” olduğunu anlatmış olur. Sadece “Rab” kelimesi geçseydi “Rabbin” kim olduğunu bilemezdik. Sadece “Allah” geçseydi, Allah’ın Rab olduğunu bilemezdik.
Burada işaret edilen başka bir husus da, Allah bunu sadece Rab sıfatıyla değil, Allah olarak da yapmaktadır.Yani, baba ocağının sürdürülmesi sadece o ocağın yararı olarak değil, topluluğun yararı olarak da teşri edilmiştir. Böyle ocaklar olmasa toplulukta müesseseler sürmez, sık sık dağılır. Oysa bazı hizmetlerin babadan oğluna intikal etmesi topluluğun yararınadır. Başkasının o mesleği yapmasını önlemek yanlıştır. Bir hizmetin babadan oğluna intikali ise yararlıdır. Bundan dolayıdır ki başbakanlığın veya bakanlığın babadan oğula intikali yanlıştır. Ama parti başkanlığının babadan oğula intikalinde bir mahzur bulunmamaktadır.
بِيَحْيَى (Bı YaXYAv) “Yahya ile.”
Allah Hz. Zekeriyya’yı Hz. Yahya ile müjdeliyor. Yahya yaşıyor anlamındadır. Zekeriyya (a.s.)’ın vakfını yaşatacak kimse demektir. Zekeriyya aleyhisselâm zaten bunun için kendisine bir zürriyet verilmesini dua etmişti. Bizim de evlenmemizin, çocuklar yapmamızın sebebi, kurduğumuz güzel müesseselerin devamını sağlamak içindir. Bir topluluk mirası sürdürerek nesil yetiştirecektir. Kişiler de kendi çalışmalarını sürdürecek çocuklar yetiştirmektedir. Genellikle bir ocağı bir kişi sürdürecektir. Çok çocuk olunca onlar da başka ocaklar tesis edeceklerdir Bir taraftan baba ocağını sürdürecek çocuğumuz olacaktır, diğer taraftan da yeni işler yapacak çocuklarımız olacaktır. Zekeriyya aleyhisselâm sadece “zürriyeten” demekle erkek ve kızı belirtmemiştir.
مُصَدِّقًا (MuÖadDıQan) “Tasdik eden.”
“Sıdk” kizbin karşılığıdır. Sıdk, söylenen cümlenin doğru olması; kizb, söylenen cümlenin yanlış veya yalan olmasıdır. Ceviz ve fındık meyveleri kırıldıktan sonra bazen boş çıkar, bazen de dolu çıkar. Dolu olanlara “sadık”, boş çıkanlara “kazib” denmektedir. Yani, görünürde içinde fındık olduğu sanıldığı halde içinin boş olması “kizb” ile ifade edilir. Tasdik edici demek, doğrulayan demektir.
Yahya aleyhisselâm neyi doğrulayacaktır? Hazreti İsa’yı doğrulayacaktır. Hazreti İsa’nın iki yanı vardır; biri bedeni, diğeri de ruhu. Hz. Meryem onun bedenini insanlığa getirmektedir. Manevi tarafını ise Zekeriyya ve Yahya aleyhisselâm hazırlamıştır. Uygarlıklar böyle oluşmaktadır. Burada tasdik edilen, İsa aleyhisselâmı haber veren eski haberlerdir. Hz. Meryem’in annesine müjdelenmesidir. Hazreti İsa’nın geleceği daha önceki ilâhî kitaplarda gönderilmiştir. Hazreti İsa’nın önemi, İbrahimî dinin birinci kolu olan Yakub kolunun görevinin sona erdirilmesidir. İbraniler onu kendi içlerinde olgunlaştırdılar. Hazreti İsa ile Tevrat’ın getirdiklerini insanlığa yaygınlaştırdı. Hazreti İsa’ya kadar sadece İbranilere hidayet olan Tevrat, Hazreti İsa ile insanlık için hidayet olmuştur. Yahya aleyhisselâm bu silsileyi tam almış olacaktır. Bunun tasdik edeni olacaktır.
بِكَلِمَةٍ مِنْ اللَّهِ (Bi KeLiMeTiN MiNa elLaHı) “Allah’tan bir kelimeyi tasdik etmektedir.”
Hazreti İsa Allah’tan bir kelime olarak ifade edilmektedir.
“Kelime” asmanın kalemlerine denmektedir. “Teklim” budama demektir. “Kelime” aşı kalemi demektir. Hazreti İsa yeni şeriat getirmemiştir. Tevrat’ı aşılayarak insanlığa sunmuştur. Aşı, meyvenin kendisini değil yapısını değiştirir. İncil de böyledir. Aslında Tevrat’ı değiştirmiş, sadece İsrail oğullarına hitap ederken insanlığa hitap olmuştur. Tevrat yanız şeriat hükümlerini içerirken o ona ruh katmıştır.
“Zina etmeyeceksin dediler. Ben de derim ki, eğer gözün zina edecekse o güzünü oy, böylece bir uzvunu kaybedersin ama bedenini kurtarırsın.” “Sana sağından vuran olursa, vurması için sen solunu da çevir.”
“Allah’tan bir kelime” denmektedir. “Allah’tan bir aşı” denmektedir. Tevrat levhalar hâlinde gelmiştir. Ama daha çok emirler gelmiştir. 12 levha kadardır. 12 tablettir. Tevrat Hz. Musa’nın hayatını anlatmaktadır. Bizim hadis kitapları gibidir. Allah’ın kelamı onların içinde kaybolmuştur. “Rab dedi” diyerek anlatılmaktadır. Oysa Kur’an’da “Ben diyorum” diye anlatılmaktadır. Yani, bunlarda asıl olan peygamberlerdir. İslâmiyet’te ise asıl olan Kur’an’dır. İnsanlar henüz kitabı anlayıp uygulayacak seviyeye yükselmemişlerdir.
Hazreti İsa daha da önem kazanan bir peygamberdir. Allah’ın mucizesidir. Babasız doğmuştur. Normal olarak bu tür kimseleri topluluk yaşatmaz bile. Oysa Hazreti İsa hayatında 12 havariye inandırmıştır. Bunlar öyle inanmıştır ki, arkasından o kadar büyük zulümlere rağmen Hıristiyanlığı her tarafa yaymışlardır. Sonra Germenler Romalıları yenmişler ama kendileri mağlupların dinini kabul etmişler. Bizans İmparatorluğu da varlığını Hıristiyanlıkla koruyabilmiş. Onun (İsa aleyhisselâmın) doğumu uygarlıkların bin yılda yenilenmesinde başlangıç yılı olmuştur. İnsanlık takvimlerinin başlangıcı olarak ittifakla onun doğum yılını kabul etmektedir.
Kur’an gibi Hazreti İsa da kendisi mucizedir.
İşte bu peygamberi tasdik etmektedir. O peygamber de Hazreti Muhammed’i müjdeleyecektir.
Hazreti Yahya’nın dört vasfı sayılmaktadır: Yahya, musaddık, hasur ve nebi.
وَسَيِّدًا (Va SeyYıDan) “Seyyid olarak.”
“Seyyid, sivad”, siyah demektir. Kafileler ilerlerken onların başlarında bir yönetici bulunur. O başına bir sarık sarar, böylece onun yönetici olduğu anlaşılır. Sarıklı anlamında seyyid denmektedir. Taçlı demektir.
Askeri üniforma böyle gelişmiştir. İmamdan farkı, imamda bir süreklilik var. İmam yapar, halk ona uyar. Seyyid ise topluluğu sevk eder. Siyadet demek, sevk ve idare etmek demektir. Siyaset kelimesi ile akrabadır. Seis kelimesi de kullanılmaktadır. Kafileyi götüren demektir.
Hazreti Yahya için bu kelime kullanılmaktadır. Etkili bir yönetici olacağını ifade etmektedir.
وَحَصُورًا (XaÖUvRan) “Ve hasur olarak.”
“Hisar” kalenin duvarları demektir. Sıfat-ı müşebbehedir. Hem kendisi mahsur anlamı olabilir, hem de kendisi muhasara eden yani koruyan anlamı olabilir. Her iki manâsı da doğrudur. Hazreti Yahya’nın korunacağı, kimsenin onu yolundan vazgeçiremeyeceği anlamındadır.
Hz. Zekeriyya peygamberin başlattığı Hazreti İsa’nın gelişi hazırlığı sürdürülmüştür.
Hazreti İsa önemli inkılâbın başlangıcı olacaktır. Daha önce her kavmin kendi dilinde peygamberleri ve kitapları vardı. Devlet kendi dinini kendi dili ile yaygınlaştırır, herkes kendi devletinin dininde yaşardı. Bu konuda ilk gelişme İbranilerde yaşandı. Tevrat’ın yalnız İsrail oğullarına hitap etmesi ile İbrani devletinde başka dinlerin de faaliyet göstermelerine izin verilmiştir. Bu da lâikliğe doğru adım olmuştur. O sayede Yunanistan’da lâik felsefe gelişmiştir. Yunanlılar, İyonya’da ve Batı Anadolu’da İbranilerden öğrendikleri medeniyeti lâikleştirdiler. Şimdi Hazreti İsa Tevrat’ı insanlığa mâl edecektir. Havarilere dağılmalarını ve oralarda yaymalarını tavsiye etmişti. Onlar da gittikleri yerlerde Tevrat’ı ve İncil’i tercüme ettiler. Böylece lâik anlayışlı din dünyaya yayıldı. Hz. Yahya bu peygamberin bu görüşüne hazırlık içinde olmuştur.
وَنَبِيًّا مِنْ الصَّالِحِين (Va NabiyYaN MıNa el öÖAvLıXIyNa) “Ve salihlerden bir nebi.”
“Salihlerden bir nebi” denmektedir. Zaten bütün nebiler salihlerdendir. Bazı peygamberler haberler getirmişlerdir. Ne var ki, bu haberler o topluluklarda benimsenmemiştir. Hazreti Yahya’nın söyledikleri halkı tarafından benimsenmiştir. İsrail oğullarına gelecek Mesih’in gelmesine inandırmıştı. Ne var ki, geldikten sonra inanmamışlar, hâlâ Mesih bekliyorlar. Bu da Allah’tan olmuştur. Havarileri İsrailliler benimseselerdi, o zaman havariler dünyaya yayılmazlardı. Onun için Mesih’e inandılar ama Hazreti İsa’ya inanmadılar
قَالَ رَبِّ (QAvLa RabBı) “Rabbim, dedi.”
“Rabbim” diye cevap veriyor. Nida meleklerden geldiği halde, cevabı doğrudan Allah’a vermektedir. “Rabbim” demektedir. Allah kendisi tebliğ yaparken meleklerle yapıyor, cevap alırken ise aracı kullanmamaktadır. Doğrudan Allah’a dua etmektedir. Allah’ın insana doğrudan hitap etmeyip melekle hitap etmesi, Allah’ın hitabına insanın tahammül edememesidir. Sonra Allah insanlardan birlik olmalarını istemektedir. Kanunlar, talimatlar, merkezden görevliler tarafından ulaştırılacaktır. Herkes görevini yapacak, hesabını doğrudan Allah’a yani hakemlere verecektir. Burada bize bu öğretilmektedir. Merkezden haberler ayrı kanallardan gider, dönüş ise ayrı kanallardan olur. Elçiyle cevap geri çevrilmez. Mesela, Türkiye Amerika’ya Türk elçisi ile haber gönderir, Amerika da kendi elçisiyle cevap verir. Allah bize bu sistemi öğretmektedir. İnsanın gerek damarlarında, gerek diğer sistemlerinde de böyle çift yönlü ayrı kanallar vardır.
أَنَّى يَكُونُ لِي غُلَامٌ (EanNAv YaKUvNu LIy ĞuLAvMun) “Benim nereden gulamım olacak?”
Zekeriyya (a.s.) baştan dua etmiş, burada ise “Nereden çocuğum olacaktır?” demiştir. Burada mümkün değil, olmaz, şeklinde sual olmayıp; sadece nasıl olacağını öğrenmek içindir. Yani, bu nasıl gerçekleşecektir? Mahiyetini öğrenmektedir. O halde aklın ermediği hususlarda Allah’tan bilgi alınmasını isteme hakkı vardır. Halkın da devletten akla aykırı yahut kurallara aykırı hükümlerle karşılaştığı zaman itiraz hakları vardır. Üstlerin söylediklerinde anormallik olunca sual sormaya yetkileri vardır .
وَقَدْ بَلَغَنِي الْكِبَرُ (Va QaD BaLaĞaNIy KiBaRu) “Kebirlik bana baliğ olmuştur.”
“Yaşlılık bana ulaşmıştır.” “Ben yaşlılığa baliğ oldum.” denmiyor. “Yaşlılık bana baliğ oldu” deniyor.
Üç boyutlu uzayımız beş boyutlu uzay içinde kaymakta ve zaman boyutu içinde dört boyutlu uzayı oluşturmaktadır. Bu iki şekilde mümkün olabilmektedir. Ya biz trende olduğu gibi hareket ederiz, değişik yerleri görerek zamanımızı yaşarız; yahut filimde olduğu gibi biz yerimizde dururuz, zaman bize doğru gelir ve yaşarız.
Bu âyet zamanın bize geldiğini, bizim zamana doğru gitmemekte olduğumuzu gösterir. Hareketi bu şekilde düşünmek daha zor ise de, ruhun zaman dışında hareketini düşünmek de aynı derecede zordur.
Yaşlılıkta insandaki çoğalma uzuvlarında çökme başlar. Menideki sperm sayısı azalır, rahimde yeter derecede yayılarak yumurtayı bulmak kabiliyeti zayıflar. Az olunca da bulma şansı azalmaktadır. İhtimaliyat içinde bulunmaktadır. Bugün özel döllendirme aracı ile az sperm ile de döllenme meydana gelmektedir. Yumurta için de aynı şey söylenebilir. Yumurtalık tamamen ölmemekte, sadece çalışmaz duruma gelmektedir. Özel hormonlarla canlandırmak mümkün olabilir.
Doktorların yapabildiğini onu var eden Allah tarafından yapılamayacağını sanmak her halde gülünecek bir şey olsa gerektir. Allah bize irade veriyor, kullandırıyor da, kendisi iradesizdir demek kadar acayip söz olabilir mi? Hz. Zekeriyya peygamber burada bu kurallar ne olacak diyor. Yoksa senin gücün yetmez anlamında söylemiş olmayabilir. Bir de insan yanlış bilebilir. Bu peygamberler için de böyledir, mü’minler için de böyledir. Amele etki etmeyen gayb sorumluluk taşımaz. Öğrenmek için sormak ise hiç taşımaz. Soru ne kadar saçma olursa olsun, öğrenmek için olunca makbul olur.
وَامْرَأَتِي عَاقِرٌ “Mer’em de akırdır. Karım da kısırdır.”
Yaşlanıncaya kadar çocuk doğurmamıştır. Kısırdır. Yani kız çocuğu da yoktur. Ölmüş çocuğu da yoktur. Kısırdır. Allah’a bunları anlatması, bir insan ile konuşur gibi konuşması, başka türlü konuşmanın insan için mümkün olmamasındandır. Sonra peygamber görevini yaparken insanlara örnek olmak üzere yaparlar. Bunu böyle söylemese bize nasıl anlatılacaktır. Peygamber insanın kafasındaki soruları dile getirmektedir.
قَالَ كَذَلِكَ (QAvLa KaÜAvLıKa) “Böyle diye kavl etti.”
“Evet dedi.” Sen yaşlı, eşin de kısır iken bu böyle olacaktır. Yani, bütün bunlar varken çocuğun olacaktır. Burada Hazreti Meryem’in erkekle temas etmeden çocuk doğurmasını anlatmadan önce, arada Zekeriyya aleyhisselâmı anlatmaktadır. Yaşlı ve kısır eşlerden çocuğun doğmasını anlatmaktadır. Böylece bize erkekle eşleşmeden çocuğun doğabileceği bildirilmektedir.
اللَّهُ يَفْعَلُ مَا يَشَاءُ “Allah meşieti olanı fi’l eder.”
Allah neden böyle olağandışı olaylarla peygamberleri getirmektedir? İnsanların zihnine mucizelerle onları düşürmektedir. Allah böylece insanlara kendi kudretini göstermektedir. Hz. Zekeriyya peygamberin yaşlı iken, karısı da kısır iken çocuklarının olması insanları düşündürmüştür. Sonra insanların Hazreti Meryem’in söylediklerine inanmaları daha kolay olmuştur. Hz. Meryem’in doğru söylemesini Allah’ın çocuğu beşikte iken konuşturması ile olmuştur. Böylece insanlar Allah’ın kudretine inanmışlardır. Hazreti İsa’nın çocukken konuştuğu haberi tüm dünyaya yayılmıştır. Havarilerin dinlerini kolay yaymaları böylece mümkün olmuştur. Tevrat ve İncil sayesinde Allah’ın kitaplarının olduğu düşüncesi insanlık için çok kolay kabul edilir olmuştur. Sonra Kur’an’a insanlar ancak bu sebeple inandılar.
قَالَ رَبِّ اجْعَلْ لِي آيَةً “Rabbim bana bir işaret ver dedi.”
Burada Rab ile konuşurken gelen cevaplar yine de meleklerle olabilir. Ama elçinin söyledikleri Allah’ın söyledikleri olacağı için sadece “Kale/Dedi” denmiştir. İlham ile söylenmiş olabilir. “Rabbim, bana bir işaret ver” demiştir. Yani, karısının hamile olduğunu belirleyen bir işaret olmalıdır. Halk hamileliği öğrenmelidir.
Burada bize çok önemli bir husus bildiriliyor. Bir kadın hamile kalınca bu hamileliğin halka duyurulması gerekir. Nasıl doğum ve ölüm gibi olaylara merasim yapıyorsak, hamileliğe de merasim yapılmalıdır. Hamile kadınlara ona göre muamele yapılmalıdır.
Demek ki hamile kaldığını belirleyen alâmetler vardır demektir. Bugün bu husus çok kolay tesbit edilmektedir. Doktorlar tarafından hamilelik kesinleşince bir merasimle bu duyurulmalıdır.
Bunun için ne yapmalıyım, halkıma bunu nasıl anlatmalıyım? Bu aynı zamanda ilâhî mucize olduğu için halkın daha geniş bir şekilde duyurulması gerekir. Allah da ona üç gün konuşmamayı tavsiye edecektir.
قَالَ آيَتُكَ أَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ (QavLa EaN LAv TuKalLiMa elNASa)
“Âyetin selase eyyam nâs ile tekellüm etmemendir dedi.”
Cinsi ilişkiden sonra meni anne rahmine girdikten sonra belli süre içinde ilkah olur. İlkah olmasından sonra bedende bazı değişiklikler olur, hamilelik alâmetleri belirir. Mide bulanması gibi bir olaydır. İnsanlarla bu müddet içinde tekellüm etmesi halinde ya hiç bahsetmeyecek, yahut tereddütlü haber verecektir. Ayrıca, haber de verildikten sonra artık etkisini kaybeder. İşte bu üç gün o bekleme günüdür. Böylece insanları merak ettirip sonra haber vererek haberi daha etkili hâle getirmedir.
Karar verilmesi gereken zamanlarda sükut edip konuşmama en uygun bir durum olmaktadır. İnsanlardan kaçmayacak ama onlarla da konuşmayacak. Bununla beraber bu konuda insanlarla hiçbir şey konuşmayacaksın. Rumuzlu kelimelerle reel hamileliği anlatmadır. Yani, olay olmadan önce; “Size bir haberim var. Yakında bir haber duyacaksınız. Allah duamı kabul etti.” gibi konuşmak, rumuzlu konuşmadır.
Bu onun başka şeyleri konuşmadığını ifade etmez.
ثَلَاثَةَ أَيَّامٍ (ÇaLAvÇaTa EayYAMın) “Üç yevm, üç gün.”
“Üç gün” marifedir. “Eyyamin selase” olsaydı nekire olurdu. “Eleyyamu elselase” de marifedir.
Buradaki marife daha fazla marifedir. “Selasete eyyamin”deki marifeyi kullandığımız takdirde belli yerlerdeki marifedir. Bir tür zihn-i haricidir. Günü gelince üç gün konuşma demektir. Tarttığın üç kiloyu tart demektir. Üç gün bekleme müddeti olmaktadır. Cevap müddeti, hiyari şart müddeti böylece tesbit edilmiş olur. Tabii başkaca bir tesbit yoksa böylece bu sayı önemli müddet olmaktadır. Swtr müddetinin de üç gün olmasına buradan istidlâl edilir. Kur’an’da geçen sayılardan bize en uygun olanını seçmeliyiz.
إِلَّا رَمْزًا (EilLAv RaMZan) “Sadece remzen.”
“Sadece rumuz ile konuşacaksınız.”
“Rimad” kül demektir. “Remz” külü karıştıran sopadır. Külde bir şeyi aradığın zaman sert bir şeye rastlarsan burada bir şey var diye hissedersin. Ama onun olduğunu anlayamazsın. Rumuzlu konuşma budur.
Bir şeyleri karşı taraf hisseder. Ama içinde ne olduğunu bilmeyen onun ne olduğunu bilemez. İçinde ne saklandığını bilen ise onun ne olduğunu bilir. Şifreli konuşmadır. Yani şifreli konuşacaksın. Baştan anlaşılmayacak, sonra ise ne dediğin anlaşılacaktır.
Kur’an’ın müteşabih âyetleri de böyledir. Bilmeyenler için bir rumuzdur. Bilenler ise onun anlamını çok kolay anlarlar. Rüya da böyledir. Rumuzlardır. Gerçekleşince, “Hâ, rüyam bu imiş!” denir. Böylece dikkat çekilmiş olmaktadır. Bu bize bir topluluğu bir fikre hazırlamak için kullanılacak sistem anlamını taşır.
وَاذْكُرْ (VaZKuR) “Zikret.”
“Zikretmek”, anlatmaktır. “İsdikar” anlamaktır. Türkçede de anmak müteaddi fiildir. Bu emirden anlıyoruz ki, Zekeriyya aleyhisselâma konuşma yasaklanmamış, sadece hamilelik konusunun üç gün anlatılmaması istenmiştir. Bu üç gün içindeki konuşmalarda ağırlıklı konuşma Rab’dan olacaktır.
رَبَّكَ كَثِيرًا “Rabbini kesiran zikret.”
Namaz aynı zamanda zikirdir. Ama namazın dışında da zikir yapılır. Biz buna dayanarak, namaz kılmadan önce veya kılmadan sonra Arapça Kur’an okumak farzdır diyoruz. Buradan şu anlaşılıyor. Zikirsiz namaz olmaz, ama namazsız zikir olmaktadır. Toplanıp namaz kılmadan dağılmanın da caiz olduğunu buradan öğreniyoruz. Rumuzlu konuşmalarda namaz kılınmamış olabilir. Önemli zamanlarda namazların cem’i caiz değildir anlamı çıkar. Sürekli toplantı yapılır ve konu üzerinde konuşulur. Kutlama günleri demek ki üç gün sürebilir. Konu da en sonunda söylenebilir. İçeride rumuzlu konuşulacaktır.
وَسَبِّحْ (VaSabBıX) “Ve tesbih et.”
“Sebh” yüzmek ve uçmak demektir. “Tesbih etmek” demek, yüzdürmek demektir. Mecazi olarak arındırmak için kullanılır. Yüceltmek demektir. Rabbi hamd ile tesbih etmek, değeri yüceltmek anlamına gelir. Ağızla tesbih etmek için getirilir. Namaz için kullanılır. Çokça zikredilmesini istemektedir. Sabah ve akşam da tesbih edilmesini emretmektedir.
بِالْعَشِيِّ وَالْإِبْكَارِ (Bi eLGaYŞı Va eLEıBKaRı) “Akşam ve sabah.”
“Bükre” Güneş doğma civarıdır. Sabah kısmına da kuşluk kısmına da denir.
“Gaşiy” de Güneş batma zamanıdır. Güneş batmadan önceye de, Güneş batmanın sonrasına da denir.
Namazın ilk dönemlerinde gecenin içinde bir vakit farz kılındı. Sonra sabah-akşam olmak üzere iki vakte çıkarıldı. Sonra biri gündüz, biri sabah, biri yatsı olmak üzere üçe çıkarıldı. Son olarak gündüzleri de öğle ve ikindi olarak ayrıldı, gece namazı da akşam ve yatsı olarak ayrılıp beş vakit yapıldı. Altıncı vitir ise evde kılınmak üzere bırakıldı. Günde asgari bir vakti cemaatle kılmamız gerekiyor. Sonra iki vakte çıkaracağız, sonra üç vakte çıkaracağız, en sonunda beş vakit yapmamız gerekmektedir.
Tarihte de namaz böyle öğretildi. Toplayıcılık zamanında akşam; avcılık zamanında sabah ve akşam; çobanlık zamanında sabah, akşam ve öğle; siteler döneminde sabah, öğle, ikindi ve akşam; nihayet İslâmiyet’le beş vakit yapılmıştır. Hz. Zekeriyya peygambere iki vakit emredilmektedir. Bundan sonra Hz. Meryem’in hikâyesine dönülmektedir.
Her uygarlığın bir hazırlayıcısı vardır. Mezopotamya Uygarlığı M.Ö. 3000 yıllarında doğmuştur. Nuh peygamber ise 300 yıl önce gelmiştir. İbrani Uygarlığı M.Ö. 1000 yıllarında oluşmuştur. Onu hazırlayan Hz. İbrahim M.Ö. 2000, Hz. Yusuf 1600, Hz. Musa 1200 yılarında gelmiştir. İslâm Medeniyeti M.S. 1000 yıllarında gelmiştir. Oysa Kur’an M.S. 610’larda başlamıştır. İşte Hazreti İsa’yı hazırlayan Hazreti Zekeriyya ve Hazreti Yahya ise daha yakın, bir asır kadar önce başlamış olmaktadır. Çünkü Hazreti Musa onun geleceğini hazırlamıştır. “III Bin Yıl Uygarlığı”na da Türkiye hazırlanmıştır. Bunu Lâle Devri’nden başlatabiliriz. Ama resmen Islahat Fermanı ile 1800’lerde başlamıştır.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 230. SEMİNER Yorum-60 İstanbul, 10 Ekim 2003
ÜSKÜDAR PROGRAMI
Bir Âyet:
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ
وَإِنْ مِنْ شَيْءٍ إِلَّا عِنْدَنَا خَزَائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ إِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ(21-15)
“Bizde hazinesi olmayan hiçbir şey yoktur. Biz ondan malum kadarını indirtiriz.” [Hicr(15);21]
Bir hanım mutfakta yemek pişirirken belli ölçülerdeki maddeleri alır ve onları tencereye koyar. Uygun oranlarda koyarsa yemek enfes olur. Ama bir maddeyi aşırı koyarsa o yemek yenmeyebilir. Allah da Kâinat’ı var edince hep yeteri kadarı olanı yarattı. Ne fazla, ne eksik. Küçük bir aşırılık düzeni tamamen bozar.
Allah tabiî oluşlarda böylece her şeyi ölçülü yaptığı gibi; sosyal olaylarda da böyledir. Her şeyi gereği kadar var etti. Biz de sosyal bir düzenleme yaptığımız zaman onu ölçülü yapmalıyız. Her şey ne kadar gerekiyorsa o kadar olmalıdır. Bir şeyi aşırı yaptığımız zaman denge bozulur. Topluluk içinde piyasaya gerekli paradan daha az sürülmesi işsizliği getirir. Gereğinden fazla sürülmesi ise enflasyon yapar. Sorun, bu gerekli miktarı bulmaktadır.
Demek ki, işsizlik varsa piyasadaki parayı artırmak gerekir; enflasyon varsa piyasadan para çekilmelidir.
Tabii ki, para uygun yerlere değil de gereksiz yerlere şarj edilirse, o zaman da hem “işsizlik” hem de “enflasyon” olur. Nitekim Refahyol Hükümet döneminde yani 28 Şubat’ta durum öyle idi.
Bugün ise “enflasyon” yok ama “işsizlik” devam ediyor. Yine denge yoktur. Bugün piyasada para azlığı vardır.
Bizim Kâinatımız beş boyutlu içinde üç boyutlu uzaydır. Zaman içinde dört boyutlu uzay taranıyor. Beş boyutlu uzayda her düşündüğümüz vardır. Ama bizim uzayımıza ancak ölçülü miktarda ve gerekli olanlar girmektedir. Biz de o miktar üzerinde çalışarak yaşıyoruz.
Adil Düzen:
GENEL HİZMET VE KAMU HİZMETİ
Ortak hizmetler iki çeşittir. Biri “Kamu Görevi”dir: Güvenlik, yargı, savunma ve benzeri hizmetlerdir. Bunlarda son söz görevliye aittir. Vatandaş mağdur olursa yargıya gider. “Genel Hizmet” ise sağlık, muhasebe, bakım gibi hizmetlerdir. Bunlarda son söz vatandaşa aittir. Mağdur olan yargıya gider. “Adil Düzen”de Genel Hizmet ile Kamu Görevi aynı kimselere yüklenmiştir. Ama bugün bunlar ayrıdır.
Biz şimdi kooperatifler kurmalı ve Genel Hizmetleri kooperatiflere yaptırmalıyız. Böylece devlet görevlileri karşısında halkı örgütlemiş oluyoruz. Bu sayede denge oluşmuş olur.
BU GENEL HİZMETLER NELERDİR?
Tescil Hizmetleri: Kayıtlar tutulur. A) Evrak hizmetleri. Kişilere gelen-giden evrakları kooperatif alır, verir ve saklar. Nüfus İdaresi’nin görevlerine karşılıktır. B) Zimmet muhasebesi. Borç ve alacakların kaydını tutar. Bugünkü muhasebe hizmetinin reelidir. Maliye Bakanlığı görevine karşılıktır. C) Envanter muhasebesi. Taşınır malların bulunduğu yerleri belirler. Devlet Malzeme Ofisi görevlerine karşılıktır. Hazine karşılığıdır. D) Demirbaş kayıtları. Tapu Genel Müdürlüğü karşılığıdır.
Eğitim Hizmetleri: A) Öğrenim hizmetleri. Bugünkü halk dershaneleridir. Milli Eğitim Bakanlığı karşılığıdır. B) Eğitim hizmetleri. Ahlâkî eğitim merkezleridir. Bugünkü yurt hizmetleridir. Diyanet İşleri Teşkilatı’na karşılık halk teşkilatıdır. C) Meslekî eğitim. Kişilere teminatlı mesleki ehliyet sağlayacaktır. Meslek okullarına karşılıktır. D) Savunma eğitimi. Saldırı, yangın, zelzele, soygun gibi afetlere karşı korunma eğitimidir. Askerî eğitim karşılığıdır.
Depolama Hizmetleri: A) Tebliğ hizmetleri. Tebligat hizmetleri karşılığıdır. B) Araştırma hizmetleri. Devlet istatistik hizmetleri karşılığıdır. C) Ambarlar. Devlet bütçesine karşılıktır. D) Kasalar. Bankalara karşılıktır.
Bağlantılar: a) Basın, b) Yayın, c) Ulaştırma, d) Haberleşme bugün mevcuttur.
Koruma Hizmetleri: a) Plan, b) Sağlık, c) Bakım, d) Güvenlik.
Uzlaşma Hizmetleri: a) Tescil, b) Kontrol, c) Soruşturma, d) Hakemlik.
Kurulacak kooperatifler bu hizmetleri görecektir. Kamu görevlerinin sağlıklı yapılmasına yardımcı olacaktır. Kamu görevlileri bunları denetleyecektir. Bunlar da halkı kamu görevlilerinin haksızlık yapmalarına karşı koruyacaklardır. Böylece dengeli bir oluşum ortaya çıkacaktır.
Bir Çözüm:
KOMİSYONCULAR KOOPERATİFİ - II
İstanbul’u 10 gölge “il”e, 100 gölge “ilçe”ye, 1000 gölge “bucağ”a ayırıyoruz. Anadolu’daki her ile İstanbul’da bir ilçe adlandırıyoruz. Başlarına “İs” koyuyoruz. Her ilçeye bir bucak ayırıyoruz ve başlarına yine “İs” koyuyoruz. Her bucağa bir semt ayırıyoruz ve başına yine “İs” koyuyoruz. “Bucak” demek, birbirlerini tanıyan insanlar demektir. İstanbul’da da bu birlikteliklerini sürdüreceklerdir.
“İstanbul” Anadolu’nun bir temsilciler kenti olacaktır.
Her ilçede 10’ar kadar komisyoncu oluşturuyoruz. Siyasi partilerin kefaletinde bunlar birer kooperatif(ler) kuruyorlar. Kooperatifler iki hizmet veriyor. Biri, ilçelerdeki taşınmazları alıp satacaklardır. Diğeri ise, İstanbul’daki kiralık yerleri kiralayacaklardır.
Kooperatifler birer ortaklık belgesini çıkaracaktır. Halk ortaklık belgesiyle komisyonculara taşınmazlarını satacaklardır. Bunlarla yalnız başka yerde taşınmazı alma hakkını kazanacaktır. Sonra bu taşınmaz belgeleri de para ile alınıp satılacaktır. Böylece taşınmazlar likidite kazanacaktır.
İkinci iş ise, halk komisyonculara bu pay belgeleri ile evlerini kiralayacaktır. Komisyoncular da aynı belge ile halka kiralayacaktır. Toplanan kiralarla yapıların tamamının bakımı yapılacak. Kalandan %2,5’ğunu komisyoncu payı olarak alacak. Kalanı, kiralanmış olsun olmasın, bütün ev sahiplerine bölüştürülecektir.
Bunlar daha önce anlatılmıştı. Şimdi bu işlemlerle neler yapabileceğimizi öğrenelim.
İlçedeki ev sayısını sayarız. Ev sayısı fazla ise oradaki arsalarda işyerleri üretiriz. İşyeri fazla ise oralarda mesken arsası üretiriz. İlçe içinde işyerlerine ortak servisler koyarız. Servis masraflarını işyerlerinden alırız. Böylece işçiler bedelsiz taşınır. İşyerlerinin yükü çok azalır. İlçe dışında servis koymayız. Bu da oturduğu ilçelerde iş bulmalarını sağlamış olur.
İşyerleri nüfusundan az olan yerlere en yakın yerlerdeki işyerleri ile doldurulur. Buralara servis o sayı kadar konur. Böylece halk bulunduğu ilçede bulamazsa en yakın ilçede bedava servis hizmeti alır. O ilçede işyerleri tamamlanınca da komşu ilçelerle servis kaldırılır.
Evi olanlar evlerini her zaman kolayca satabileceklerinden ve gidecekleri yerlerde kolayca alabileceklerinden dolayı herkes evini satacak ve kendi hemşerilerine ve yakınlarına gidecektir. Bu uygulama ile muhaceret son derece kolay olacaktır. Aynı yerlerde toplananlar Anadolu’da olduğu gibi organize olacaklardır. İstanbul bir kültür mozaiği olacak ve bu mozaik sürüp gidecektir.
Kirada olanlar gidecekleri yerde kolay kiralık ev bulacaklarından yine evlerini değiştireceklerdir. Kendi yakınlarının ve hemşerilerinin yanına taşınacaklardır. Hicret işi kolay olacaktır. Evlerini satmak istemeyenler burada kiraya verecekler ve diğer yerde kiralayabileceklerdir.
Hangi ilçede kiralar yüksekse kirada evi olanlar o ilçede ev alacaklar, dolayısıyla kiralık ev bulunacaktır. Diğer ilçelerde de satılık ev çoğalmış olacak, oraya göç edecek olanlar satılık ev bulabileceklerdir.
İşyerlerine ev değil de, evlere işyerleri siyaseti güdüleceğinden, her yerde işyeri bulunabilecektir. İşyerlerinin işçilerden daha fazla olması sağlanacaktır.
Bu düzenleme İstanbul’un trafiğini son derece rahatlatacaktır. Çalışanlar ana damarlara girmeyeceklerdir. Sadece ticari amaçlı ve dışarıdan gelenler ana yollarda taşınmış olacaklardır.
İstanbul’un dört ana sorunu vardı: Su, çöp, trafik ve gecekondu. Çöp ve su sorununu R. Tayyip Erdoğan çözdü. Trafik ve gecekondu sorunu daha çözülmemiştir. Yolları yapmak trafik sorununu çözmez. Çünkü siz ne kadar trafiği rahatlatırsanız kişiler o kadar işyerlerinden uzak oturur ve trafik sorununu artırırlar. Bunun için sorunu başka yoldan çözmemiz gerekecektir.
“Komisyoncular Kooperatifi” ileride baskı yaparak gerekli işyerleri ve mesken arsalarını ürettirir. Böylece gecekondu sorununu çözmeye de yardımcı olur.
Bir Yorum:
YÜKSEK SEÇİM KURULU
1961’de İhtilâl Yönetimi seçim yaptırmıştı. Radyoda Millet Partisi Genel Başkanı Bölükbaşı ileri geri konuşuyordu. Cemal Gürsel, “Bunu konuşma yerinden atın!” dedi. Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Recai Seçkin cevap verdi: “Yüksek Seçim Kurulu kararları kesindir. Ne kendisi, ne de başkası değiştiremez.” Ve karar değişmedi. İşte gerçek hakim budur.
Şimdi neler oluyor?
a) Kesinleşen liste artık değişmez. O listeler ile seçime girilir. Kazanırsa seçilme belgesini alır, Meclis’e gider, yeminini yapar. Ondan sonra Meclis dokunulmazlığını kaldırırsa onun hakkında soruşturma yapılabilir ve milletvekilliği düşürülebilir. İptal edilemez. Yani, eski dönemdeki milletvekilliği geçerli olur. Suçu varsa cezalanabilir. Ama böyle yapılmadı. Recep Tayyip Erdoğan listenin başında olduğu halde adaylığı iptal edildi.
b) Bir milletvekili mazbatayı aldığı gün dokunulmazlığı doğar. Artık onun ifadesinin alınabilmesi için dokunulmazlığı kaldırılmalıdır. Dokunulmazlığı kaldırılmadan mahkumiyet olamaz. Soruşturma yapılamaz. Soruşturması yapılmadan da herhangi bir cezai işlem yürütülemez. Necmettin Erbakan, Ahmet Tekdal, Şevket Kazan, Nazlı Ilıcak, Siirt Milletvekili Fadıl Akgündüz’ün dokunulmazlıkları kaldırılmadan ve savunmaları alınmadan mahkum edilmişlerdir. Bunlar hukuk tarihimizin utanç sahifeleridir.
c) Seçim yapılıp mazbataları verilen milletvekillerinin milletvekilliklerinin iptal edilmesi yani dokunulmazlıklarının kaldırılması için Meclis kararı gerekir. Ancak kendi suçları varsa seçim iptal edilir. Bir seçimin iptal edilebilmesi için esasta hata olması gerekir. İlzami kararlarda usul hatası esası iptal etmez. Evlenen kişilerde ilan yapılmamış olsa bile evlilik geçerlidir. Askerliği yapan kimse yanlış adla da yapmış olsa bile, mükellef ise askerliği geçerlidir. Siirt seçimleri iptal edilmiştir; sudan sebeple iptal edilmiştir. Seçime etki etmeyecek iki sandığın kaçırılması gibi bir sebeple iptal edilmiştir!
d) Görülüyor ki, hata üstüne hata işleniyor. Sonunda kaosa gidiliyor. İşte Türk yargısının hâli budur. Bu oyunların hepsi tertiple yapılmıştır. Türk hukuku ve iktidar yok edilmek istenmektedir. Bu oyunların suçluları kimlerdir? Elbette bir hakimi veya bir valiyi suçlamak mümkün değildir. Bunlar bilgisizlik ve hukuka saygısızlıktır. İşine geldiği zaman kural dinlememektir.
Meclis toplandığı zaman, Meclis Recep Tayyip Erdoğan’a yemin ettirip milletvekilliğine başlatmalı idi. Çünkü yargının bu husustaki kararı batıl idi. Yetkisini aşmıştı. Yargı üstünlüğü anayasal sınırları içinde herkesi bağlar. Bunu takdir eden son merci hükümettir. Hükümeti denetleyen de Meclis’tir. Son söz Meclis’indir. Yoksa hakim diktatörlüğü doğar.
Yargı kararları hükümet denetimindedir. Usûlüne göre verilmeyen kararlara yargı uymaz. Bunun müeyyidesi Meclis’teki soru, gensorudur. Hükümet düşürülemezse yargı Meclis’ce mahkum edilmiş olur. Düşürülürse de hükümet cezasını çeker. Türkiye Büyük Millet Meclisi kararları kimsenin denetiminde değildir. Cumhurbaşkanı veto edemez, Anayasa Mahkemesi’ne iptal davası açılamaz. Bu iktidar tekliğinin tabiî kuralıdır.
Nasıl oldu da her şey ters giderken Yüksek Seçim Kurulu sağlıklı karar alarak kaosa sebep olabilmekten uzak kaldı? Hakimler oynanan oyunu anlamış olmalılar ki, eski uygulamalarını bırakarak sağlıklı karar verdiler.
Bu hususu ilk anlayanlar komutanlar oldu. Komutanların Meclis resepsiyonuna gitmiş olmaları her şeyi değiştirdi. 8,5 milyar dolarlık kredi ile ilgili beyanları da Meclis’e karşı sonsuz saygılı olduklarını, ama hükümetle aynı durumda olmadıklarını belirtmek içindi. Bir taşla iki kuş vurdular. Türk Milleti ordusuna her zaman borçlu olmuştur. Ya onlar da bundan önce yaptıkları gibi Baykal ve Sezer gibi resepsiyona gelmeselerdi?!. Acaba YSK’dan nasıl bir karar çıkardı?!.
Türk ordusunu küçültme ve böylece etkisiz hâle getirme çabalarının neyi hedeflediğini herhalde her Türk vatandaşı artık iyi anlamış olmalıdır.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 230. SEMİNER Yorum-60 İstanbul, 10 Ekim 2003
ÜSKÜDAR PROGRAMI
IRAK’A BARIŞÇI TÜRK ASKERİ
Ak Parti Meclis’ten Irak’a gidiş tezkeresini geçirdi.
ABD bu tezkerenin geçirilmesini neden istemiştir?
a) Sömürü Sermayesi, Birinci Cihan Savaşı’nı imparatorlukları yıkmak ve İsrail Devleti’ne yer açmak için çıkardı. İkinci Cihan Savaşı’nı Yahudileri İsrail’de toplayabilmek için çıkardı. Türkiye’de ateist bir devlet kurdurdular. Türkiye’yi İkinci Cihan Savaşı’na sokmadılar. İsrail imparatorluğuna katmak için bugüne sakladılar. Bugünkü hedefleri, Türkiye’yi Ortadoğu ülkeleri ile savaşın içine çekmek ve Irak, İran ve Suriye halkları ile savaştırmaktır. Orduyu bölmek ve sonunda kuzeyde Gürcü ve Ermenilerle Pontus devletini kurmak, batıda Yunan ve Bulgarlarla Bizans imparatorluğunu kurmaktır. Kalan yerleri de İsrail imparatorluğuna katmaktır.
b) Sömürü Sermayesi, 500 yıl Müslümanlarla Hıristiyanları savaştırdı. Kendisi sömürdü. Yirminci yüzyılda kapitalistlerle sosyalistleri savaştırdı, dünyayı emrine aldı. Gorbaçov’un yeniden yapılanmayı gerçekleştirip Sovyetler bağımsızlaşınca onu devirdi. NATO karşısında alternatif aradı. Şimdi Orta Doğu ve Orta Asya çizgisi ile dünyayı ikiye bölecek. Müslüman âlemini ikiye bölecek ve eritecek. Doğu Budistleri ile Batı Hıristiyanları arasında denge kurmak çabasındadır. Orta Doğu ve Orta Asya’da on milyondan daha fazla nüfuslu ülke kalmayacak. Bunlar da silahtan tecrit edilecek. İsrail atom silahları ile donatılacak ve böylece İsrail devletler birliğini kuracaktır. İlk hedef Irak’ı beş devletçiğe bölmektir. Bunların jandarmalığını ayrı ayrı devletlere vererek bu parçalanmayı sağlamaktır.
c) Irak’a giden Türk askerlerine organize ettiği terör gruplarını saldırtacak, Türk askeri de onlara silah kullanacak, böylece Türkleri Arap, Kürt, Şii grupları ile çatıştıracaktır. Buralardan kaçanlar Suriye ve İran ile diğer Arap devletlerine iltica edecekler. O devletlerin Türkiye ile savaşları sağlanacaktır. Burada Türk ordusunu ve Türk halkını ikiye ayıracaktır. Türkiye Devleti, Türk halkı istemediği halde zorla Müslüman halkların üzerine saldırtılırken, kendi ülkesinde de din düşmanlığı yapmaya devam edecektir. Kur’an Kursları kapalı kalacak, İmam-Hatip Okulları ve İlâhiyat Fakülteleri felç edilecek, zorla halkın başı açtırılacak, Müslümanlar okuma özgürlüğünden mahrum edilecek. Böylece Türkiye’de ve Ortadoğu’da lâikler ile Müslümanlar savaştırılarak hedefe ulaşılacaktır. Zaten Araplar arasında Baas Partileri bu amaçla kurdurulmuştur. Bu partiler görevlerini yapamadılar. Onun için tasfiye edilmektedir.
d) Türkiye’yi ele geçirerek Avrupa’nın doğu ile ilişkisini kesmek, SNG (Eski Sovyetler) ülkelerinin de güney ile ilişkisini kesmek. Boğazı sıkılan bu bloklarla Türkiye’nin arasını açıp onlarla savaştırmak. Böylece sonunda ellerini sallayarak Türkiye’ye girmek.
e) Bunun dışında, İsrail Devleti’nin sınırlarını garanti altına almak için Ortadoğu’da İsrail’i yenecek güçte olan iki devlet en kısa zamanda yıkılmalıdır. Bunlar da Türkiye ve İran’dır. Bunlar ancak birbirleri ile savaştırılırsa yıkılabilir. Türk ekonomisini iyice bozarak ülkeyi İran ile savaşmaya zorlamak. Bunun için borç yükünü artırmak. Gelecekte Türkiye’yi borçla esir etmek. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu’nu da böyle yıktılar.
f) İsrail Devleti’ne su sağlayabilmek için Fırat ve Dicle vadilerini ellerine geçirmeleri gerekir. “Kürtler zaten İsrail ırkındandır!” diyerek onlar adına İsrail’i suya kavuşturmak.
g) Ortadoğu’nun petrol ve bor gibi zengin tabii kaynak sermayelerine hakim olup onlarla dünyayı sömürmek.
h) Ateist Türkleri paralı asker olarak kullanmak.
Birinci Cihan Savaşı’nı çıkaran, Sovyetleri kuran, faşizmi yaygınlaştıran, İkinci Cihan Savaşı’nı çıkaran, İslâm ülkelerinde Baas Partilerini oluşturan, İran ile Irak’ı yıllarca savaştıran, Türkiye’deki PKK’yı organize eden hep Sömürü Sermayesidir. Körfez savaşları onun tertibidir.
BAŞARACAK MI?
Bugünkü Batı Uygarlığı sömürü sermayesinin eseridir. Dünyadan ham madde almış ve Avrupa’ya işletmiştir. Sonra burada mamul madde haline getirerek dünyaya satmıştır. İcat ettiği karşılıksız para ile dünyayı tek devlet haline getirmiştir. Ne var ki, her topluluğun bir eceli vardır. Artık sömürü sermayesi 500 yılını doldurmuştur ve çökmeye başlamıştır. Bundan sonra hedefine ulaşamayacaktır.
a) Uygarlık artık bütün dünyaya yayılmıştır. Üniversiteler kurulmuştur. Teknoloji her tarafa yayılmıştır. Haberleşme ve ulaşım insanları buluşturmuştur. Yerinde üretim başlamıştır. “Karşılıksız para” yerine “karşılıklı para” mekanizması geliştirilmek üzeredir. Dünyaya yalancı kâğıtlarla (paralarla) hakim olma mümkün değildir.
b) 500 yıl ilim, din karşıtı bir silah olarak kullanıldı. Şimdi ise ilim Hak dinî inanışın doğruluğunu ispatlayan bir araç haline geldi. Müsbet ilimlerle dünyada dine dönüş başladı. Sömürü sermayesinin dayanağı kalmadı.
c) Müslümanlar bağımsız devletlere kavuştular. Kur’an’ı yeniden anlamaya başladılar. Sömürü sermayesi Müslümanları Ruslara, Çinlilere ve Hintlilere karşı kışkırtıyor, sonra onlara devletleri saldırtıyor, böylece kendisi Birleşmiş Milletler’de yanına alıyordu. II. Körfez Savaşı’nda Fransa ve Almanya birleşti. Rusya ve Çin bunların yanında yer aldı. Türkiye I. tezkereyi geçirmedi. ABD’nin, dolayısıyla sömürü sermayesinin süper güç olması sona erdi. Artık Türkiye de bu gücü ona kazandıramaz. Bu durumda olacak olan Türkiye’ye olur.
d) Kâinat’ın denge düzeni vardır. O kadar ilaç buluyoruz ama mikropları yok edemiyoruz. Kökünü kestiğimiz çiçek hayvancıkları hâlâ varlıklarını sürdürüyor. Tek kutuplu dünya olamaz. Bu tabiî ve sosyal kanunlara aykırıdır. Kur’an da bunun böyle olduğunu bildiriyor.
e) Amerika Birleşik Devletleri halkı da artık Sömürü Sermayesine cephe almaya başlamıştır. Şimdilik ancak seçimlerde hile yaparak hakimiyetini sürdürebiliyor.
f) İsrail halkı da sermayenin kendilerini fedailer olarak kullandığını anlamıştır. Burada da sömürünün sona gelmekte olduğu en iyi bir şekilde anlaşılmıştır. Yahudiler Müslümanların himayesinde varlıklarını sürdüreceklerini anlamak üzereler.
g) Dolar ve Euro altına karşı değer kaybetmeye başlamıştır. Doların sonu geliyor. Bir gecede doların değeri onda bire düşer. Bu ABD’nin sonu demektir. Allah’tan ABD’de Federe Devletler var, bunlar varlıklarını bağımsızlaşarak sürdüreceklerdir. Amerikan halkı İnsanlığa hizmete devam edecektir.
h) Yeryüzünde sermaye; tekel olan kapitalist sermaye de, devlet tekeli olan sosyalizm sermayesi de tarih olmuştur. Yerine Davut Peygamber tarafından öğretilen, Cumhuriyet’in benimsediği halk ekonomisi düzeni geliyor. Halkın yapamadığını devlet vakıflarla yapacak, halkın yapabildiklerini sadece kredi ve vergi ile düzenleyecektir. Sömürü düzen olarak bitiyor.
ŞİMDİ TÜRKİYE NE YAPMALIDIR?
a) Amerika Birleşik Devletleri savaş maliyetinin iki mislini petrol payı olarak alarak Irak’taki askerî gücünü çekmeli ve bölgeyi terk etmelidir. Birleşmiş Milletler’in onayı ile Irak halkının isteklerine uyularak Irak’a barış gücü gönderilmelidir. Her bölge oraya gelecek askerin hangi devlete ait olacağını o bölgeye hakim olan halk belirlemelidir. Türkiye sadece oralara asker göndermelidir.
b) Irak’ta en kısa zamanda demokratik, lâik, liberal bir hukuk devleti oluşturulmalıdır.
1- Demokrasi; çoklu ilmî, dinî, meslekî ve siyasî dayanışma ortaklıklarının kurulması ile sağlanacaktır.
2- Lâiklik; yerinden yönetimle yerel yönetimlerin iç işlerinde bağımsız olmaları ile sağlanacaktır. Halk ocağını, bucağını ve ilini rahatlıkla değiştirerek, istediği şekilde yaşam imkanını bulacaktır.
3- Liberallik; halka faizsiz olarak ve cebrî icraya tâbi olmayan çalışma (işçiye kredi), yaşama (selem kredisi, sipariş kredisi), mal (inşaat malzemesi kredisi) ve kredileşme (altın ve döviz karşılığı) krediler verilmek suretiyle sağlanacaktır.
4- Sosyallik; halka verilen faizsiz kredi karşılığı alınan üretimden pay halkın hizmetine karşılıksız olarak sunmak suretiyle yapılacaktır. Sosyal güvenlik sigortaları primsiz ve genel olacaktır. Altyapı imkânlarından halk karşılıksız yararlanacaktır.
5- Hukuk devleti; masrafları kamuca karşılanan hakemlik sisteminin ikamesi ile sağlanacaktır.
Türkiye ancak bu yolla buralarda başarıya ulaşır.
Türkiye’de eğitilmiş İslâmiyet’i ve Batı’yı bilen din ve ilim adamları görevlendirilmelidir. Bunlar oraya girip onların diliyle konuşmalı ve böylece Irak huzura kavuşmalıdır.
İsrail Devleti yayılmacılıktan vazgeçmek şartı ile onun sınırlarını Ortadoğu ülkeleri, özellikle de Müslüman ülkeler garanti altına almalıdır.
İsrail Devleti Fırat ve Dicle sularına malik olma iddialarından vazgeçme şartı ile bu sular üzerinde kurulacak vakfa iştirak ettirilmeli ve bu vakıf bütün Arap Yarımadası’nı, Suriye ve Irak’ı sulamalıdır. İlgili devletler de enerjisi ve gelirlerinden yararlanmalıdırlar.
ÖNERİMİZ:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi”nde bütün siyasi partilerin temsilcilerinin bulunacağı bir “Yüksek Danışma Kurulu” kurulmalıdır. “Millî Siyaset” burada oluşturulmalıdır. Orduda incelendikten sonra son şekli verilmeli ve uygulama Başbakan, Genelkurmay Başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığından oluşmuş bir merci tarafından yapılmalıdır.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92