Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 233
ÂL -İ İMRAN SURESİ TEFSİRİ 50-54.AYETLER
8.11.2003
1172 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜZEN 233

““ADİL DÜZEN” BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.”Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi        07-08 Kasım 2003        Fiyatı: Seminere katılmak  veya   (akevleronline)  www.akevler.org

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 233. SEMİNER    (CUMA-CUMARTESİ)    İstanbul, 31 Ekim-01 Kasım 2003

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL              Tel: (0212) 452 76 51

ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi CD. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL  (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği)           Tel: (0532) 246 68 92

*HAFTALIK TEFSİR SEMİNERİ  (CUMARTESİ GÜNLERİ “YENİBOSNA”; Saat:18.00-21.00)

HAYDİ ADİL DÜZENCİLER! SİS DE HAVARİ OLUP ORTAYA ÇIKINIZ

Nitekim “Adil Düzen” de söylem hâlinde iken iyi idi, herkes konuşuyor ve anlatıyordu... Ama iş uygulamaya gelince o zaman direnme başladı ve sayfa orada kapandı. Şimdi “Adil Düzen”e sahip çıkacak nesil beklenmektedir…

Sosyal olaylar böyledir. Önce meseleyi geniş olarak ortaya atarsınız, toplulukta o tanınır bir durum alır. Bunu yapmazsanız, sizinle beraber olacakları bulamazsınız. Bu birinci aşamadır. İkinci aşamada ise tanındıktan sonra görüşleri kabul eden kimseler aranır. Onlar ortaya çıkar. Nitekim başlangıçta Millî GörüşçülerAdil Düzen”i benimsediler ve dünyaya duyurdular. Bu birinci aşama idi.

Şimdi ikinci aşama dönemine geliyoruz. O da “Adil Düzen”i benimseyen insanların bir araya gelerek Adil Düzen aşiretini oluşturmaları, yani Adil Düzen ocağını kurmalarıdır. Bu da bir apartmandır. Bir yerde toplanan kimseler olacaktır. Sonra onlar Adil Düzen sitesini kuracaklardır. Bu önce ocak olacaktır. Sonra bucak olacaktır. O bucak örnek alınarak her yerde yaygınlaşacaktır. Bir ülke de kurulacaktır. Bu ülke Türkiye olacaktır. Ondan sonra da dünyaya yayılacaktır. Şimdi biz tam bu durumdayız.

Milli GörüşçülerAdil Düzen”i fiilen reddettiler. AK Partililer dilleri ile de reddederek irtidat ettiler. Onlara “Bir şey yapın.” dediğinizde; “Bizim programımızda yok!” diyorlar. Bir parti programında olanı yapmak zorundadır, ama programında olmayanı yapmayacaktır diye bir şey yoktur. Zaten Saadet Partisi’nin oyları %1’lere doğru inmiştir. Buna rağmen yeniden “Adil Düzen”e de sahip çıkmıyor. AK Partililer ise “Adil Düzen”i resmen reddediyorlar… Diğer partililerle yaptığımız görüşmelerde de hep reddedilmiştir…

Hazreti İsa; “Allah’a giden yolda yardımcılarım kimdir? diyor.”

Hazreti İsa topluluğa hitaptan vazgeçip kendisine özel arkadaş aradı. İşte her Adil Düzenci mü’minin yapacağı budur. Topluluğa duyurduktan sonra kendisine özel arkadaşlar aramaya başlaması gerekir. Bizim bu çalışmalarımız kendimize özel arkadaşlar bulmak içindir. “Adil Düzen”in havarileri aranmaktadır. “Adil Düzen” aşiretini oluşturacak havariler aranıyor. Onlarla bir olmak istiyoruz.

“Allah’a giden yolda yardımcılarım kimdir?” diyor, Hazreti İsa. Tek başına Allah’a gidilemiyor. Ancak birlikte Allah’a gidilebiliyor. Burada bu âyette de cemaatleşmenin ne demek olduğu anlaşılıyor. Hazreti İsa bunları söyledikten sonra Havariler ona arkadaş olmuşlardır. Sonra yolu gösterdikten sonra da aralarından ayrılmıştır.

Adil Düzenciler de işte böyle kendi başlarına “Adil Düzen”i kuracaklardır. Kendilerine peygamber beklemeyeceklerdir. Her biri mü’min olarak resuldür ve görevlidir. Adil Düzenci olmak farz-ı kifayedir. Bizden başkaları olmadığına göre bize farz-ı ayndır. Necmettin Erbakan’ın çekilmesi Hazreti İsa’nın gitmesi gibidir. Artık kendi kendimize işler yapmalıyız. İzmir’de, İstanbul’da, Ankara’da başlayan bu çalışmalar havarilerin çalışması benzeri olarak genişlemelidir. “Allah’a giden yolda” demek, “Topluluğa giden yolda” demektir.

Nitekim biz de; ““Adil Düzen”i kuracak bir oluşumda bize katılacaklar var mıdır?” diyoruz.

Havariler Allah’a îman ettik diyorlar. Oysa havariler daha önce de mü’min idiler. Çünkü onlar Yahudi idiler. Ama şimdi “Allah’a îman ettik” diyorlar. Çünkü “Adil Düzen”i doğru olarak bildikten sonra ona kulak vermemek, uygulamak için çalışmamak küfürdür. Onun için yeniden îman gerekiyor. Hem de Allah’a îman gerekiyor. Allah’a îman edenler Allah’ın gösterdiği yoldan başka bir yolun olmadığına da îman ederler. Allah’a îman etmek demek, toplulukla kendisini güven altına almak demektir. Şimdi herkes kendi kesesini dolduruyor; rüşvete, faize, yolsuzluğa, hileye kulak vermiyor. Paranın onları kurtaracağını sanıyor. Ülkeyi hortumluyor, zengin oluyor, ama doymuyorlar. Bunlar Allah’a inanmıyor. Bunlar namaz kılıyor diye Allah’a inanıyorlar sanmayın. Bunların büyüğü küçüğü yoktur. Küçük büyüğünü bulamadığı için yapamıyor, yoksa elinden gelse o da yapacaktır. İşte aynen böyle, Adil Düzen havarileri Allah’a yeniden inanacak ve kendi kesesi için değil, topluluğun varlığı için kazanacaktır. “Onlar zekât vermek için çalışırlar.” âyetine uyacaklardır.

Havariler “Şahit ol biz Müslimleriz” diyorlar. Hazreti İsa’yı şahit tutuyorlar. “Şehadet etme” demek, bilmek ve bildirmek demektir. Birçok kimseler vardır ki Adil Düzencidir ama adının duyulmasını istemez. Çevreden çekinmektedir. Sosyal baskı sebebiyle ağzını açmaz. Bugün Saadetçiler Adil Düzencidirler ama ağızları kapalıdır. İşte o zaman da böyle idi. İnsanlar Hazreti İsa’yı tasvip edemiyorlardı. Onun yanında yer alamıyorlardı. İşte o zamanda 12 Havari çıktı ve “Biz sana ensarız” dediler. “Bunu ilân et” dediler. “Bizim adlarımızı duyur” dediler. “Bizi deftere yaz” dediler. İşte bugün de beklenen havariler bunlardır.

“Biz Adil Düzenciyiz, şeriat düzenciyiz, İslâm düzenciyiz, Hak düzenciyiz.” diyecek mü’minler bekleniyor.

Ben Müslimim demek, Ben barışçıyım demektir.     Ben şeriatçıyım demek, Ben demokratım demektir.   

Ben Adil Düzenciyim demek, Ben lâikim demektir.     Ben Hak düzenciyim demek, Ben hukuk düzenine inanıyorum demektir.

İşte bunu diyecek kimse isteniyor. Diyemiyorlar. Çünkü Batı kültürü alan kimseler Arapçadaki kelimelerin manâsını bilmiyorlar, Doğu kültürü alanlar ise Batı kelimelerinin manâsını bilmiyorlar. Birbirlerini bilmedikleri için de biri diğerine “Kâfir!” diyor, öbürü de ona “Mürteci!” diyor. Her iki taraftaki cehaletin baskısı o kadar fazladır ki, halk bu baskıyı kaldırıp “Ben Adil Düzenciyim” diyemiyor. Bunu ancak günümüzün havarileri söylemektedirler. “Evet, biz Adil Düzenciyiz. Biz mü’miniz.”

Haydi, Adil Düzenciler, siz de havari olunuz ve ortaya çıkınız. Korkmayınız; yaşadığınız devlet Roma kayseri kadar zalim değildir. Korkmayınız; bugünkü Müslümanlar o günkü Yahudiler kadar cani değildir. Allah ise her zaman vardır. Sizi yardımına çağırmaktadır. Hayırlı ümmet olun. Marufu emredin, münkeri nehyedin, hayra dâvet edin…

Özetleyen: Reşat Nûri EROL

“Yapabileceğimiz şeyleri yapmaya başlasak, kendimizi hayretler içinde bırakacak sonuçlar alırız.”  EDİSON

 

ARTIK SİYASET ZAMANI: YA “ADİL DÜZEN”İ BENİMSEYEN BİR PARTİ; YA “ADİL DÜZEN PARTİSİ

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 233. SEMİNER         Tefsir         İstanbul, 01 Kasım 2003

 

ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ - XIV

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

وَمُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنْ التَّوْرَاةِ وَلِأُحِلَّ لَكُمْ بَعْضَ الَّذِي حُرِّمَ عَلَيْكُمْ وَجِئْتُكُمْ بِآيَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِي(50) إِنَّ اللَّهَ رَبِّي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُ هَذَا صِرَاطٌ مُسْتَقِيمٌ(51)

فَلَمَّا أَحَسَّ عِيسَى مِنْهُمْ الْكُفْرَ قَالَ مَنْ أَنْصَارِي إِلَى اللَّهِ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ أَنْصَارُ اللَّهِ آمَنَّا بِاللَّهِ وَاشْهَدْ بِأَنَّا مُسْلِمُونَ(52) رَبَّنَا آمَنَّا بِمَا أَنْزَلْتَ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدِينَ(53)

وَمَكَرُوا وَمَكَرَ اللَّهُ وَاللَّهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَ(54)

وَ  (Va)   “Ve”

Buradaki atıf harfi “musaddıkan” kelimesini, yani “tasdikleyen” kelimesini “resulen” kelimesine atfetmektedir. Resul kendisi kitap getirmiştir, ama aynı zamanda kendisinden önceki kitabı (Tevrat’ı) tasdik etmek de görevidir. İncil Tevrat’ın mütemmimidir, tamamlayıcısıdır. Tevrat şeriat kısmını, İncil ise tarikat kısmını anlatmaktadır. Kur’an’da “din” kelimesi “düzen” anlamını yani şeriatı da içermektedir. Bizim halk arasında “din” olarak adlandırdığımız Kur’an’da “takva” olarak geçmektedir.

مُصَدِّقًا (MuSadDıQan)  “Tasdik edici olarak.”

Sadık” kelimesi “kâzib” kelimesinin karşılığıdır. Fındık veya ceviz gibi kabuklu meyvelerden bir kısmının içi boş, bir kısmının dolu olur. Kırdığınızda içi boş çıkar. Boş olanlara “kâzib”, dolu olanlara “sadık” denmektedir. Cümlelerin ifade ettikleri manâların kimi doğru olur, gerçeklere uyar, yani karşılığı vardır. Kimi de kâzib olur, dışarıda karşılığı olmaz, ona “kâzib” denir.

Hazreti İsa Tevrat’ın sadık olduğunu ifade etmektedir. Peygamberler birbirini teyid ederler, gelecek peygamberleri haber verirler. Sonradan gelenler de öncekileri doğrularlar, tasdik ederler. 

لِمَا بَيْنَ يَدَيَّ (LıMAv BaYNa YaDaYHı)  “Yedlerinin arasında bulunanı.”

“Ellerinin arasında bulunanı”, yani önünde olanı tasdik etmek üzere gönderilmiştir. “Min Kabl” kelimesini değil de “Beyne Yedey” kelimesini kullanmıştır. Bir şeyin önce olması zaman itibariyledir. Yedeyinde olması demek, zaman itibariyle olduğu gibi aynı zamanda onu hazırlayıcı olmasıdır.

Tevrat önce gelmiş ve Yahudiliği getirmiştir. Yahudilik Hıristiyanlığı hazırlamıştır. Şöyle ki, Tevrat önce yalnız İsrail oğullarına hitap etmiş ve orada örnek uygulamalarını vermiştir. İbrani Uygarlığı’nı doğurmuştur. İbranilerin kurduğu devlet Tevrat’ın öğretileri içinde Akdeniz’i hakimiyet bakımından bir göl hâline getirmiştir. Onların gemileri ile Fenikeliler ve Yunanlılar Karadeniz ve Akdeniz kıyılarında siteler kurarak uygarlığı geliştirdiler. Sonra Yunanistan’da Büyük İskender Tevrat’ın öğretileri ile dünyayı istila edebilmiştir. Onun uygulamasından yararlanan ve Kıbrıslı bir Yahudi olan Zenon’un lâik hukuk öğretileri ile Roma İmparatorluğu kurulmuştur.

İşte bu hazırlıklardan sonradır ki Hazreti İsa gelmiş ve Tevrat’ı tasdik ederek İncil’i öğretmiştir. Bu öğretiyi sonra Romalılar kabul edecek, Germenler Hıristiyan olacak, Doğu’da Bizans İmparatorluğu genişleyecek, Tevrat ve İncil Eski Avrupa ve bütün Akdeniz havzasının dini olacaktır. İslâmiyet geldikten sonra da Hıristiyanlık denizlere ve denizaşırı yerlere yönelecek, Amerika ve Avustralya gibi kıtalara yani dünyaya yayılacak ve büyük bir din olacaktır. Şimdi III. Bin Yıl Uygarlığı’nı Müslümanlarla Hıristiyanlar birleşerek birlikte kuracaklardır. İşte Tevrat böylece Hıristiyanlığa hazırlık yapmıştır. Bundan iki el arası deyimiyle daha önce kelimesini ifade etmiştir.

مِنْ التَّوْرَاةِ (MıNa elTaVRat)  “Tevrat’tan.”

“Tevrat’tan tasdik edici olmak üzere geldim” diyor. Burada “Tevrat” kelimesini “Min” ile kullanmıştır. Tevrat’ın bazı hükümleri değişmiştir. Onun için “Min” harfini kullanmıştır. Değişen ne olmuştur?

Tevrat çobanlıkla geçinen bir topluluğa inmiştir. O dönemde bütün hayat çobanlığa dayanır. Gerek ibadetler, gerek devlet gelirleri hep çobanlık üzerinde otururdu. Temel ibadet kurban idi. Sosyal denge onunla sağlanırdı. Kurban kesmekle ilgili pek çok hüküm vardı.

Oysa Hıristiyanlık tarım ve kent döneminde gelmişti. “Dinar” denen para bulunmuştu. Kurban yerine başka hükümler getirilecekti. İşte bu tür hükümler değiştirilmişti. O sebeple “Min” kelimesi kullanılmaktadır.

Kurban İslâmiyet’te de hemen hemen kaldırılmış durumdadır. Bazı hükümleri ise İsrail oğulları kaldırdılar. Hazreti İsa, onları da yeniden ihya etmek üzere görevli olduğunu ifade etmektedir.

وَلِأُحِلَّ لَكُمْ (Va Lı EuXılLa LaKuM)  “Ve size helal etmek için.”

Şeriat şartlara göre hüküm koyar. Zamana ve mekâna göre haramlar ve helaller değişir, yasaklar ve emirler değişir. Her devrin ve zamanın şır’ası başkadır, düzeni başkadır. Kur’an gelinceye kadar değişik yerlerde değişik zamanlarda yeni peygamberler gelir ve bu ayarlamayı yaparlardı. Hazreti İsa da bunu yapmıştır. Yani Hazreti İsa aynı zamanda kendi kavminin ve devrinin müçtehididir.

Kur’an’dan sonra bu görev alimlere verilmiştir. Artık peygamberler gelmemektedir. Kur’an’da sadece kıyamete kadar değişmeyecek temel hükümler getirilmiştir. Onların yorumu da alimlere bırakılmıştır. İcma ve içtihat müesseseleri ile insanlar kendi şır’alarını üreteceklerdir.

Bu âyet bize gösteriyor ki, icmalarla topluluklar yasaklar koyabilir, haramlar yapabilir ve yine icmalarla haramları kaldırabilir. “Ben size helal edeceğim”in anlamı budur. Yani, “Allah’ın helalini size tebliğ edeceğim” demiyor, “Ben size helal edeceğim” diyor. Kıyasla haramlığını da uygulayabiliriz.

Hz. Muhammed; “Mekke’yi İbrahim harem kıldı, Medine’yi de ben harem kıldım.” diyor.

Biz buna dayanarak anayasamızda (“İnsanlık Anayasası”) yeni ocakların, yeni bucakların, yeni illerin ve yeni ülkelerin barış yoluyla nasıl kurulacağı ile ilgili hükümler getirdik. Bunları kurmak isteyenler her şeyden önce bir yasa hazırlarlar. Anayasa hazırlarlar. Bir aşiret olurlar. Havarilerini bulurlar. Sonra insanları davet ederler. Yeter sayıyı bulurlarsa kuruluşlarını kurarlar. İşte bu sözleşme hazırlanırken bir başkan olacak; bir de şura üyeleri olacaktır. Başkan istişare edecek ve son metni hazırlayacaktır. Şura vahyin yerine geçecektir. Sonunda hazırlanan metin şuranın ittifakı ile kabul edilecektir. Bunu kabul edenler o kuruluşa katılacaklardır. Bu icma olmaktadır. Vahiy gibidir. Böylece lâik düzenler kıyamete kadar sürüp gidecektir.

بَعْضَ الَّذِي حُرِّمَ عَلَيْكُمْ (BaGWa elLaÜIy XurRıMat GaLaYKuM)

“Size haram edilenlerin bazısını helal edeceğim.”

Burada Allah’ın haram ettiklerini değil de, daha önceki yöneticilerin yahut şuraların haram ettiklerini helal edeceğim diyor. Bu Tevrat’takileri helal etmek değildir. Bu sebepledir ki Tevrat’a atıfta bulunduktan sonra helal kelimesini söylemiştir. Tevrat’takilerden bazılarını Hazreti İsa değil de İncil değiştirmiştir. Hazreti İsa’nın değiştirdiği, eski peygamberlerin yine vahye dayanarak yaptıkları değişikliklerdir.

Kur’an’dan sonra vahiy olmadığı için peygamberlerin yerini halifeler yani başkanlar almış, vahyin yerini de istişare almıştır. Muhaceret sistemi ile yeni toplulukların oluşma sistemi geliştirilmiştir. Bir topluluk yaşlanınca onun kuralları artık onu yönetemez. İcmaları değiştirmeleri de mümkün olmaz. Eski binanın üzerinde temelli değişiklik yapılamaz. Eski yapı yıkılır, yeni yapı kurulur.

İşte bunun için bir şura oluşur, bir başkanları vardır, bir merkez seçerler, yasalarını yaparlar, insanları davet ederler. Gösterdikleri merkeze hicret etmeyi kabul edenlere arazi verilir. İsteyenler buraya göç ederler, istemeyenler de buradan göç ederek topluluklarını oluştururlar.

Yeni yasalar eski yasadaki haramların, yasakların bir kısmını kaldırır. Haram ile yasak farklıdır. Yasakların cezaları vardır, haramların yoktur. Ancak haramların da hukukta yeri vardır. Haram fiilleri yargı korumaz. Kumar yasak değildir ama kumar borç ve alacaklarını mahkeme istima etmez.

وَجِئْتُكُمْ بِآيَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ (Va CıETuKuM Bi AyaTın MıN RabBıKuM)

“Rabb’inizden bir âyetle ciet ettim. Rabb’inizden bir âyet getirdim.”

Hazreti İsa baştan “Ben size bir âyet getirdim.” diyerek uçan bir şeyi yapmayı, körleri ve bazı hastaları iyi etmeyi, ölüleri diriltmeyi saymıştı. Bunlar mucize idi. Bundan sonra evlerde yenenleri haber vermeyi de bildirmiştir. Bunları da ayrı âyet olarak zikretmişti. Bundan sonraki âyet ya birinci âyetin bir bütün olduğunu teyit içindir, yahut diğer dört mucize ile haber verme mucizesinin ayrı âyet olduğunu bildirmektedir.

Şimdi burada da üçüncü olarak nekire olmak üzere bir âyet gelmiştir. Buradaki âyetin ne olduğunu açıklamaktadır. Ancak bundan sonra “Allah’a ittika edin ve bana itaat edin.” diyerek, bu âyetin daha çok yapılacak işlere dair hükümleri içermiş olmasıdır. Yani İncil’in getirdiği hükümlerdir. Hazreti İsa kendi öğütleri ile hareket edilmesini istemektedir. Bir âyet olarak zikretmesi onların bir bütün teşkil etmesidir.

Hıristiyanlar zulme sabredeceklerdir. İmanlarında duracaklardır. Sonra orduların yapamayacağı zaferleri kazanacaklardır. Koskoca Roma İmparatorluğu silahsız mağlup olacak ve Hıristiyan olacaktır. Batı Roma İmparatorluğu Cermenler tarafından istila edilecek ve Batı Roma İmparatorluğu yıkılacak ama Cermenler Hıristiyan olacaktır.

Hazreti İsa’nın peygamber olduğuna ve İncil’in ilâhi sözlerden ibaret olduğuna bundan daha büyük âyet olabilir mi? Bu zafer bir tek mucizeye dayanıyor: Havarilerdeki îmana. Bunu sağlayan da İncil’in büyüleyici öğretileridir. Kur’an hem lafzen hem manen mucizedir. İncil yalnız manen mucizedir ama dönen su girdabı gibi insanları kendine çekmiştir; çekmeye de devam etmektedir. İncil onları boğmuyor, ateşten kurtarıyor.  

فَاتَّقُوا اللَّهَ (FatTaQUv eLLAHa)  “Allah’a ittika ediniz.”

Vaky” dağlarda çobanların fırtınadan veya canavarlardan korunmak için sığındıkları taştan veya ağaçtan yaptıkları kulübedir. “Vuka” sandık demektir. “İttika etmek” demek, kulübeye girip korunmaktır.

Allah’a ittika etmek” demek, toplulukların içine girmek ve topluluğun koyduğu kurallara uymak demektir. Allah’ın yeryüzündeki halifesi topluluktur. Kur’an’dan evvel topluluğun kurallarını peygamberler koyuyorlardı. Şimdi ise alimlerden oluşmuş istişare kurullarında başkanlar tarafından konmaktadır.

Yani “Allah’a ittika edin” demek, yasalara uyun demektir. İcma ile oluşmuş yasalara uyun demektir. Kendi içtihadınızla veya müçtehidinizin içtihadı ile oluşmuş kurallara uyun demektir.

Adil Düzen”in nasıl kurulacağı burada ne kadar güzel anlatılıyor.

وَأَطِيعُونِي (Va EaOIyGUvNIy)  “Ve bana itaat edin.”

Herkesin ayrı kurallara uyması yeterli değildir. Birlikte hareket edeceksiniz. Yoksa birinin yaptığını diğeri bozar. Namaz kılarken imam ne yapar? Kendisi kılar, biz de ona uyarız. Böylece birlik sağlanır.

Topluluk düzeninin yürümesi için yöneticinin olması gerekmektedir. Şeriat içinde ona verilen yetkiler dahilinde verdiği emirlere uyulacaktır. Ekseriyetin dediğine değil, başkanın dediğine uyulacaktır. Demokrasi muhaceretle yer değiştirmekle sağlanacaktır. Yerinden yönetim olursa, kişi kolaylıkla ocağını ve bucağını değiştirirse, o zaman istediği gibi yaşamış olur, yani, kişi kendi kendisini yönetmiş olur. Kendi davranış kuralını kendin koy, ama ona uy. Sözleşmeyi kendin yap ve sona erdir, ama sözleşmeye uy. Ocağını ve bucağını kendin seç, istediğin zaman değiştir, ama başkanın emirlerine uy. Hakemini kendin seç, ama mahkeme kararlarına uy.

İşte Hazreti Adem’den beri insanlığa öğretilen İslâmiyet budur.  

إِنَّ اللَّهَ رَبِّي وَرَبُّكُمْ (EınNa eLlAHu RabBı Va RabBıKum)  “Rabb’im ve Rabb’iniz Allah’tır.”

Burada getirilen önemli hüküm; herkes kurallara tâbi olacaktır, herkes icmalara uyacaktır, herkes içtihatları ile hareket edecektir. Başkana itaat şeriat içinde olacaktır. Kimsenin kurallar dışına çıkma yetkisi yoktur. Kişinin kurallara uyup uymadığı da hakem kararları ile belirlenecektir. Böylece başkanın tasarruflarına karşı da mahkemeye gidilebileceğini öğreniyoruz. Başkan hakem kararlarına uyuyorsa ona itaat farzdır, uymuyorsa orada ona karşı gelinmez, ama o ocak veya bucak terk edilir.

Hazreti İsa burada küçük toplulukların nasıl oluşacağını öğretmektedir.

Havariler gittikleri yerde böyle cemaatler oluşturacaklardır. Sonra dünyayı böyle fethedeceklerdir.

Kilise zamanımızda da hâlâ en güçlü yapıya sahiptir. Küçülmüştür ama yapısı bozulmamıştır. Katoliklik, Ortodoksluk ve diğer Hıristiyanlık mezhepleri sıkı bir şekilde varlıklarını sürdürmektedirler.

فَاعْبُدُوهُ   “O’na ibadet edelim.”

Kur’an Arapçasında “siz” ifadesi ben ve seni içerir. Oysa Türkçede ben ve seni “biz” ile ifade ederiz.

Burada “O’na ibadet ediniz” diye tercüme edemeyiz. O zaman Rabb’i ve Rabb’im ifadelerine uymamış olur. Yani, ben size başkanlık edeceğim ama kendi adıma bir şey yapmayacağım, Allah’ın adına yani topluluk adına yapacağım. Hepimiz O’na ibadet edelim. O’nun şeriatına göre hareket edelim.

Batılılar işte buna “hukuk düzeni” diyorlar.

İnsanlar kurallara uymakla yükümlüdür. Yöneticilere karşı sorumlu değildirler, topluluğa karşı sorumludurlar ve hakemlerden oluşan yargıya cevap verirler. Buradaki zamir Rabb’e racidir.

هَذَا صِرَاطٌ مُسْتَقِيمٌ  (HaÜAv ÖıRAOun MuSTaKıYMun)  “Bu bir mustakim sırattır.”

Fatiha Sûresi’nde müstakim sırat marife gelmiştir. Burada ise nekire gelmiştir. Demek ki birçok müstakim sıratlar vardır. Hazreti İsa insanları içtihat ve icma sistemine doğru götürmektedir. İsrail oğullarına “Ben resulüm” dedikten sonra “Bana itaat ediniz” diyor.

Eğer burada müstakim sırat marife gelseydi, diğer cemaatler ve peygamberler bâtıl olurdu. Buradan anlaşıldığına göre her topluluğun kendi başkanları olacak ve o başkanlarına itaat edeceklerdir. Her topluluğun kendi içtihat ve icmaları olacak, o şeriata uyacak ve o başkanlarına itaat edeceklerdir.

Bu ifade yerinden yönetimin açık ifadesidir. Buradaki nekire Fatiha’daki marife kadar anlamlıdır. Ocak ve bucak yönetimleri ile il merkez bucakları ve ülke merkez bucakları, bunların şır’aları ve başkanları her birerlerinde ayrı müstakim sırattır.

فَلَمَّا أَحَسَّ عِيسَى (Fa LamMAv EaXasSa GIySAy)  “İsa hissettiğinde.”

Buradaki “Fa” fa-i takibiyedir. Hazreti İsa İsrail oğullarına beşikten başlayarak anlatmaktadır. Onlar da kulak veriyor ve dinliyorlar. Ama baştan susuyorlar. Ne “evet” ne de “hayır” diyorlar. Göstereceğini söylediği mucizeleri bekliyorlar. Hazreti İsa büyüyüp de onlara mucizeler gösterince, sonunda “Bana uyun” teklifi ile gelince, işte o zaman kıyamet kopuyor. Çünkü fikirler önemli değildir. Ama makam ile para önemlidir. “Bana uyun, sonra da zekât verin.” denince, işte orada yeni cemaat oluşmaktadır. O cemaate karşı halk direnişe geçer.

Topluluğun oluşması iki şeye dayanır. Biri, bir başkan seçmeleri ve ortak işlerde ona uymaları gerekir. İkincisi ise ortak bütçe oluşturulmalıdır. Bu bütçe başkanın emrinde ve ortak işlerde kullanılmalıdır. Bunun dışında sözleşmeleri olmalıdır, hakemleri olmalıdır.

Hazreti İsa Tevrat ve İncil’e uyulmasını, kendisine itaat edilmesini istemiştir. İşte o zaman direnme ortaya çıkmış ve topluluk onu refüze etmiştir. Hazreti İsa kendisine inanmayacaklarını o zaman anlamıştır. Çünkü önce konuştuğunuz zaman çevre sizi dinler, ama sonra iş amele yani uygulamaya gelince işte o zaman direnir.

Nitekim “Adil Düzen” de söylem hâlinde iken iyi idi, herkes konuşuyor ve anlatıyordu...

Ama iş uygulamaya gelince o zaman direnme başladı ve sahife orada kapandı.

Şimdi “Adil Düzen”e sahip çıkacak nesil beklenmektedir…

مِنْهُمْ الْكُفْرَ (MıNhUMu elKuFRa)  “Onlardan küfrü hissettiğinde.”

Küfr” bir çukuru kapatmak demektir. “Hufr” ise çukur kazmak demektir. Toprağı kazdıkları için ziraat yapanlara “kâfir” denmektedir. Gerçekleri kapatan kimselere de “kâfir” denir. İnsanların bilmedikleri için bir şeyi reddetmeleri küfür değildir. Küfür, bile bile reddetmektir.

İsrail oğulları Hazreti İsa’nın geleceği bildirilen kişi olduğunu anladıkları halde şeytan gibi karşı geldiler. Şeytan nasıl bile bile karşı geldi ise onlar da aynı şekilde karşı geldiler. Hazreti İsa o zaman bütün Yahudilere hitap etmekten vazgeçerek küçük bir cemaat kurmaya karar verdi. Özel davete girişti.

Sosyal olaylar böyledir. Önce meseleyi geniş olarak ortaya atarsınız, toplulukta o tanınır bir durum alır. Bunu yapmazsanız, sizinle beraber olacakları bulamazsınız. Bu birinci aşamadır. İkinci aşamada ise tanındıktan sonra görüşleri kabul eden kimseler aranır. Onlar ortaya çıkar.

Millî Görüşçüler “Adil Düzen”i benimsediler dünyaya duyurdular. Bu birinci aşama idi. Şimdi ikinci aşama dönemine geliyoruz. O da “Adil Düzen”i benimseyen insanların bir araya gelerek Adil Düzen aşiretini oluşturmaları, yani Adil Düzen ocağını kurmalarıdır. Bu da bir apartmandır. Bir yerde toplanan kimseler olacaktır. Sonra onlar Adil Düzen sitesini kuracaklardır. Bu önce ocak olacaktır. Sonra bucak olacaktır. O bucak örnek alınarak her yerde yaygınlaşacaktır. Bir ülke de kurulacaktır. Bu ülke Türkiye olacaktır. Ondan sonra da dünyaya yayılacaktır. Şimdi biz tam bu durumdayız.

Milli Görüşçüler “Adil Düzen”i fiilen reddettiler. AK Partililer dilleri ile de reddederek irtidat ettiler. Onlara “Bir şey yapın.” dediğinizde; “Bizim programımızda yok!” diyorlar. Bir parti programında olanı yapmak zorundadır ama programında olmayanı yapmayacaktır diye bir şey yoktur. Zaten Saadet Partisi’nin oyları %1’lere doğru inmiştir. Yeniden “Adil Düzen”e de sahip çıkmıyor. AK Partililer resmen reddediyorlar. Diğer partililerle yaptığımız görüşmelerde de hep reddedilmiştir.

Büyük Birlik Partisi görüştü, sonra ilgilenmedi. MHP görüşmüyor, Bağımsız Türkiye Partisi görüşmüyor, CHP görüşmüyor. Sadece görüşme taleplerimizi bile reddediyor. Bunlar “Adil Düzen”i beğenmedikleri için reddetseler kâfir olmazlar; ama bile bile reddediyorlar. Dinlemiyorlar, öğrenmek istemiyorlar. Bu durumda bizim için Hazreti İsa’nın çağrısını yapmak dışında bir şey kalmamıştır.

Hissetmek demek, bunun aklen değil de duygularla görülmesi demektir. Kur’an “Şehide” kelimesini de söylemiyor. Bunun için kesin delile gerek yoktur.

قَالَ مَنْ أَنْصَارِي إِلَى اللَّهِ (QAvLa MaN EaNSARIy EiLay elLAHı) 

“Allah’a giden yolda yardımcılarım kimdir? diyor.”

Hazreti İsa topluluğa hitaptan vazgeçip kendisine özel arkadaş aradı. İşte her Adil Düzenci mü’minin yapacağı budur. Topluluğa duyurduktan sonra kendisine özel arkadaşlar aramaya başlaması gerekir. Bizim bu çalışmalarımız kendimize özel arkadaşlar bulmak içindir. “Adil Düzen”in havarileri aranmaktadır. “Adil Düzen” aşiretini oluşturacak havariler aranıyor. Onlarla bir olmak istiyoruz.

“Allah’a giden yolda yardımcılarım kimdir?” diyor Hazreti İsa. Tek başına Allah’a gidilemiyor. Ancak birlikte Allah’a gidilebiliyor. Burada da cemaatleşmenin ne demek olduğu anlaşılıyor. Hazreti İsa bunları söyledikten sonra Havariler ona arkadaş olmuşlardır. Sonra yolu gösterdikten sonra da aralarından ayrılmıştır.

Adil Düzenciler de böyle kendi başlarına “Adil Düzen”i kuracaklardır. Kendilerine peygamber beklemeyeceklerdir. Her biri mü’min olarak resuldür ve görevlidir. Adil Düzenci olmak farz-ı kifayedir. Bizden başkaları olmadığına göre bize farz-ı ayndır. Necmettin Erbakan’ın çekilmesi Hazreti İsa’nın gitmesi gibidir. Artık kendi kendimize işler yapmalıyız. İzmir’de, İstanbul’da, Ankara’da başlayan bu çalışmalar havarilerin çalışması benzeri olarak genişlemelidir. “Allah’a giden yolda” demek, “Topluluğa giden yolda” demektir.

““Adil Düzen”i kuracak bir oluşumda bize katılacaklar var mıdır?” diyoruz.

قَالَ الْحَوَارِيُّونَ (QAv La El XaVARıyYUna)  “Havariler dediler.”

Har” sıcak demektir. Sıcaktan korunmak üzere dikilen elbiseleri giyenlere “havari” denir. Beyaz renk ısıyı geri çevirdiği için bu elbise beyaz kumaştan dikilir. Bunlar sonradan havari olmuşlardır. Özel beyaz elbiseler giyerek sokaklarda öyle dolaşmaya başladılar. Halk bunları her yerde tanır olmuştur.

“Akevler” ismi de “Adil Düzen”e sembol olmuştur. AK Parti de ‘ak’ kelimesinden kendisini koruyamamıştır. İnşallah Akevler cemaatinden ve AK Partililerden “Adil Düzen” havarileri çıkacaktır.

Erkek çoğul sıgası kullanmıştır. Yani, bunlar cemaat olmuşlardır. Topluluk olmak için bir sözleşmeleri olacak. Aralarından birini başkan yapacaklardır. Bir mekânları olacaktır. Bu mekân ortak olarak satın alınmış yer olmalıdır. Kiralanmış olma yeterli değildir, mülk olmalıdır. Bu mekânın giderlerini karşılayacak maddî katkıları olacaktır. Mekânın vakfiyesi olabilir. Aralarında çıkan nizaları hakemlerle çözeceklerdir.

İşte bizim önerdiğimiz kuruluşlar bunlardır. Arkadaşlarımız havari olmaya yönelmelidirler.         

نَحْنُ أَنْصَارُ اللَّهِ (NaXNu EnSARu ElLAHı)  “Biz Allah’ın ensarıyız” diye kavlettiler.”

Hazreti İsa “Allah’a giden yolda bana yardımcı kimdir?” diyor. Havariler ise “Biz Allah’ın ensarıyız.” diyorlar; “Biz Allah’ın yardımcısıyız.” diyorlar.

İnsan nasıl Allah’ın yardımcısı olacaktır? O’nun yardıma ihtiyacı mı vardır?

Allah’ın yeryüzündeki halifesi topluluktur. Topluluğun kurulması ve yaşatılmasına yardım Allah’a yardımdır. Hazreti İsa daha topluluk oluşmadığı için “İlellah” diyor. Havariler topluluk oluşturduğu için “Ensarullah” diyorlar. Yani, Hazreti İsa topluluğun oluşması için çağırmaktadır. Onlar da topluluğu kurduk, biz artık topluluğu korumakta ensarız diyorlar.

Biz 1960’larda başladığımız çalışmalarda hep “Ensarı İlellah” demişizdir. Çalışmalarımız bu safhada kalmıştır. “Adil Düzen” cemaatini oluşturamadık. Şimdi sizden cevap bekliyoruz. “Biz Adil Düzen cemaatini kurduk, Allah’ın ensarıyız” deyin ve yükselin. Hazreti İsa görüp gitti. Bizim nesil de görüp gitsin.

آمَنَّا بِاللَّهِ  (EaManNAv BılLAHı)  “Allah’a îmân ettik.”

“Allah’a îman ettik” diyorlar. Oysa havariler daha önce de mü’min idiler. Çünkü onlar Yahudi idiler. Ama şimdi “Allah’a îman ettik” diyorlar.

Çünkü “Adil Düzen”i doğru olarak bildikten sonra ona kulak vermemek, uygulamak için çalışmamak küfürdür. Onun için yeniden îman gerekiyor. Hem de Allah’a îman gerekiyor. Allah’a îman edenler Allah’ın gösterdiği yoldan başka bir yolun olmadığına da îman ederler. Allah’a îman etmek demek, toplulukla kendisini güven altına almak demektir. Şimdi herkes kendi kesesini dolduruyor; rüşvete, faize, yolsuzluğa, hileye kulak vermiyor. Paranın onları kurtaracağını sanıyor. Ülkeyi hortumluyor, zengin oluyor, ama doymuyorlar.

Bunlar Allah’a inanmıyor. Bunlar namaz kılıyor diye Allah’a inanıyorlar sanmayın. Bunların büyüğü küçüğü yoktur. Küçük büyüğünü bulamadığı için yapamıyor, yoksa elinden gelse o da yapacaktır.

İşte Adil Düzen havarileri Allah’a yeniden inanacak ve kendi kesesi için değil, topluluğun varlığı için kazanacaktır. “Onlar zekât vermek için çalışırlar.” âyetine uyacaklardır.

وَاشْهَدْ بِأَنَّا مُسْلِمُونَ (Va EaŞHaD BiEanNAv MuSLıMUvNa)  “Şahit ol biz Müslimleriz.”

Hazreti İsa’yı şahit tutuyorlar. “Şehadet etme” demek, bilmek ve bildirmek demektir.

Birçok kimseler vardır ki Adil Düzencidir ama adının duyulmasını istemez. Çevreden çekinmektedir. Sosyal baskı sebebiyle ağzını açmaz. Bugün Saadetçiler Adil Düzencidirler ama ağızları kapalıdır.

İşte o zaman da böyle idi. İnsanlar Hazreti İsa’yı tasvip edemiyorlardı. Onun yanında yer alamıyorlardı. İşte o zamanda 12 Havari çıktı ve “Biz sana ensarız” dediler. “Bunu ilân et” dediler. “Bizim adlarımızı duyur” dediler. “Bizi deftere yaz” dediler. İşte günümüzde beklenen havariler bunlardır.

“Biz Adil Düzenciyiz, şeriat düzenciyiz, İslâm düzenciyiz, Hak düzenciyiz.” diyecek mü’min bekleniyor.

Ben Müslimim demek, “Ben barışçıyım” demektir.

“Ben şeriatçıyım” demek, “Ben demokratım” demektir.

“Ben Adil Düzenciyim” demek, “Ben lâikim” demektir.

“Ben Hak düzenciyim” demek, “Ben hukuk düzenine inanıyorum” demektir.

İşte bunu diyecek kimse isteniyor. Diyemiyorlar. Çünkü Batı kültürü alan kimseler Arapçadaki kelimelerin manâsını bilmiyorlar, Doğu kültürü alanlar ise Batı kelimelerinin manâsını bilmiyorlar. Birbirlerini bilmedikleri için de biri diğerine “Kâfir!” diyor, öbürü de ona “Mürteci!” diyor. Her iki taraftaki cehaletin baskısı o kadar fazladır ki, halk bu baskıyı kaldırıp “Ben Adil Düzenciyim” diyemiyor. Bunu ancak günümüzün havarileri söylemektedirler. “Evet, biz Adil Düzenciyiz. Biz mü’miniz.”

Âyette “Biz îman ettik” diyorlar, sonra “Biz Müslimiz” diyorlar. Halbuki onlar hem Yahudi, hem Müslim, hem de mü’min idiler. Ama onlar artık ne İslâm’ı ne de îmanı kabul ediyorlardı.

Zalim düzeni savunanlar ve uygulayanlar mü’min olabilir mi, Müslim olabilir mi?

“Biz Müslimiz” diyenler kim? Hıristiyanlığı kuranlar. Bu ifade nerede geçiyor? Kur’an’da.

Buna rağmen “Allah’ın indinde din İslâm’dır.” âyetini alıp Hıristiyanların Müslüman olmadığını söyleyen cahil alimlerimiz vardır. Oysa asıl Müslümanlar Hıristiyanlardır. Biz mü’miniz, onlar müslim. Biz insanlığa güven getirmekle yükümlüyüz, onlar barış.

Bununla beraber bu şehadet âhiret için de yorumlanabilir. Âhirete varıldığında dünyada olduğu gibi mahkemeler kurulacak, tanıklar dinlenecek, kararlar verilecektir. Kimi beraat edecek, kimi mahkum olacaktır. Allah bilmiyor mu ki şahitler dinletiyor. Allah dünyayı da âhireti de bizim için var etti. Kanunlar koydu. O kanunlara riayet edilecektir.

Haydi, Adil Düzenciler, siz de havari olunuz ve ortaya çıkınız. Korkmayınız; yaşadığınız devlet Roma kayseri kadar zalim değildir. Korkmayınız; bugünkü Müslümanlar o günkü Yahudiler kadar cani değildir. Allah ise her zaman vardır. Sizi yardımına çağırmaktadır.

Hayırlı ümmet olun. Marufu emredin, münkeri nehyedin, hayra dâvet edin…

رَبَّنَا آمَنَّا بِمَا أَنْزَلْتَ   (RabBaNAv EaManNAv Bi MAv EaNZalTa)

“Rabb’imiz, inzâl ettiğine îmân ettik.”

Burada “Mâ Enzelte” denmiş, “Ellezî Enzelte” denmemiştir. İnzâl edilen İncil’e değil, inzâl edilen İncil’in manâsına îman etmek gerekir. “Kur’an’a inanıyorum” demek yetmez, Kur’an’ın öğretilerine îman etmek gerekir. Doğrudan doğruya Rabb’e dua ediyorlar, Hazreti İsa’yı aracı yapmıyorlar.

Siz de doğrudan Allah’a muhatapsınız, size “Adil Düzen”i anlatanlara değil. Siz havarilerin yaptıklarını yapacaksınız. Onlar nasıl Hazreti İsa’nın yaptığını yaptılar, Tevrat’ı ve İncil’i İsrail oğullarından çıkardılar ise; siz de “Adil Düzen”i bir partinin programı olmaktan çıkaracaksınız. Önce Türkiye’ye, sonra bütün insanlık âlemine rahmet eyleyeceksiniz. “Adil Düzen” için söylenenler Kur’an’dan istidlâl edilmektedir. Hatalar söyleyenlerin, doğrular Allah’ındır. Siz de istidlâl edeceksiniz. Siz onlardan sorumlusunuz.

وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ  (Va ıTaBaGNAv elRasUvLa)

Burada “resul” marifedir ve Hazreti İsa’dır.

Siz de her oluşturduğunuz cemaate bir başkan nasb edeceksiniz ve ona ittiba edeceksiniz. O rükua gidince siz de rükua gideceksiniz. Başkan oturumları yönetecektir. Kararlar ma’şerî olarak alınacaktır. Yirmi dört çeşit karar şekli vardır. “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda bunlar anlatılmıştır. O karar şekillerine göre kararlar alacaksınız. Kararları başkan ilân edecektir. Ona uyacaksınız.

Hazreti İsa havarilere cemaatin nasıl idare edileceğini de öğretti. Bugün hâlâ kilise ona göre yönetiliyor. Bu çok önemlidir. Çünkü toplantıları iyi idare etmediğiniz zaman topluluk oluşmaz. Namaz bir toplantıdır. Bu sebepledir ki namaz fıkhı da en çok ele alınan bir konudur.   

فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدِينَ (FaKTuBNAv MaGa elŞAHıDIyNa)  “Bizi şahitlerden ketbet.”

Şahitlerin listesi yapılacaktır demektir. Kimlerdir bunlar?

Özel elbiseler giyerek ve etrafa dağılarak halka “Adil Düzen”i anlatacak kimseler olacaktır.

Bugün tarikatlar sakal bırakıyor ve cübbe giyiyor. Bu da yasaklanmıştır. Çünkü o kıyafetin temsil ettiği tarikatlar ömürlerini doldurmuşlardır. Artık nasıl Hazreti İsa zamanında eski söylemlerin günü geçmişse, bugün de eski tarikatlar kendilerini yenilemelidirler. Yasak olmayan kıyafetleri kendilerine giysi yapmalıdırlar. Sakalı kesebilirler. Bıyıklarına özel şekil verebilirler. Onları gören onların Adil Düzenci olduklarını bilir ve onlarla öyle sohbet ederler. Masonlar kendi aralarında anlaşıyorlar. Bu iyi bir şeydir. Bunu açıkça yapmalıdırlar. Yani havariler birbirini tanıyacaklar ama başkaları da onları tanıyacaktır.

Tabii bunu yapan Adil Düzenciler eziyete uğrayacaklardır. Nitekim Hıristiyanlar da öyle oldu. Ama sonra ne oldu? 2000 yıldır dünyaya hakimler. Bu âyetler Adil Düzencilere davranış yollarını göstermektedir. Bunlar farz değil ama peygamberlerin sünnetidir.

وَمَكَرُوا  (VaMaKaRUv)  “Mekr yaptılar.”

Mekr” karşı tarafı tuzağa düşürmek için oluşturulan bir tuzaktır. Kur’an’da “keyd” de “mekr” de kullanılır. “Keyd”, kısa zamanda ve bir harekette yakalanan tuzaktır. “Mekr” ise uzun zaman içinde ve bir hile ile yakalamaktır. Tuzağa yem koyarsın, düşer, bu keyddir. Önce tuzak kurmadan yeme alıştırırsın, sonra tuzak kurarak yakalarsın, bu mekrdir. Batı dilinde keyd ‘taktik’tir, mekr ‘strateji’dir.

“Onlar mekr yaptılar, Allah da mekr yaptı. Allah mekr edenlerin hayırlısıdır.”

“Minhum”daki zamir nereye raci ise buradaki “Vav” da oraya racidir. O İsrail oğullarına racidir. İsrail oğulları birtakım hileler yaparak Roma yönetimi ile işbirliği yapıp Hazreti İsa’yı yok etmek, havarileri de sindirmek istemişlerdir. Allah ise havarileri Filistin’den çıkarıp dünyaya yaymak istemiştir. Bu sebeple Hazreti İsa’yı ölmüş sandılar. Hazreti İsa hizmetini bitirince elbette ölecekti. O da diğer insanlar gibi ölecekti. Roma yönetimi Hazreti İsa’yı katletmek istemesi ile kendi ecelini hazırlamıştır. Havariler dünyaya dağıldılar ve oralarda cemaatler oluşturdular. Sonra onlar o kadar gelişti ve güçlendi ki imparatorluk onların oldu.

وَمَكَرَ اللَّه (VaMaKaRa ElLaHu)  “Allah da mekr yaptı.”

Roma yönetimini her taraftan Hıristiyanlıkla bulaştırdı. Üç asır sonra Roma toprakları Hıristiyanlığa teslim oldu. O zaman Roma Akdeniz havzasına tamamen hakimdi. İran’a girememişti. Anadolu ve Irak onların elinde idi. Roma’yı kuzeydeki Cermenler ve Türkler tehdit ediyordu. İmparatorluğu güven altına almak için merkez İstanbul’a taşınmıştır. Roma’yı İstanbul’dan koruyamayacaklarını anlayan Roma yöneticileri imparatorluğu ikiye böldüler. Batı Roma’yı Cermenler yıktılar, ama kendileri de Hıristiyan oldular. Böylece Hazreti İsa’yı ortadan kaldırmak isteyenler yok oldular. Hıristiyanlık ise bugün bile dünyanın en kalabalık mensupları olan din olarak varlığını sürdürmektedir.

وَاللَّهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَ (Va ElLaHu PaYRun MAvKiRIyNa)  “Allah mekr edenlerin hayırlısıdır.”

Yani, Allah’ın stratejisi hayırlıdır.

O hayır da insanlığın uygarlığa kavuşmasıdır. Yeni uygarlıklar var etmesidir.

Kur’an’da haber verildiğine göre, doğudan gelecek bazı istisnalar hariç, uygarlık Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında gidip gelecektir. Hazreti İsa’dan 600 sene sonra Kur’an gelecek ve Tevrat’ın yerini alacaktır. Hıristiyanlar da hüküm olarak Tevrat’ı bırakıp Kur’an’ı alacaklardır. Uygarlıklar gelişmeye devam edecektir. Hukukta ve idarede Müslümanlar önde olacaklar ve Hak medeniyetlerini kuracaklar; sonra Hıristiyanlar onları ele alıp teknik ve ekonomide hamle yapacaklardır. Bu doğu-batı dalgalanmaları sürüp gidecektir. Batı ateizmi yaşadı, ama Hıristiyanlık yılmadı ve yıkılmadı. Şimdi atak yapma sırası Kilise’dedir.

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                                          (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 233. SEMİNER      Yorum-63     İstanbul, 31 Ekim 2003

                                                                            ÜSKÜDAR PROGRAMI

Bir Âyet

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

فَاصْبِرْ إِنَّ الْعاقِبَةَ لِلْمُتَّقِينَ11/49

“Sabret. Akıbet muttakilerindir.”[Hûd(11);49]

ف  (Fa)

Açıklama “Fe”sidir. Öyleyse demektir. Hz. Nuh’un öyküsünü anlattıktan sonra okuyucuya diyor ki; “Öyleyse sabret, öyleyse dayan.” Sizin sonunuz da Hz. Nuh’un sonu gibi başarı ile sonuçlanacaktır. Bu söz Son Elçi Mekke’de iken söylenmiştir. Sayıları yüzler dolayında idi. Hz. Nuh’un ulusu kır yaşayışından kent yaşayışına geçmiş, ama kent düzenine uyamamıştı. Elçilerin uyarıları sonuç vermemişti. Ortalığı sular kaplamış ve yok olmuşlardı. Hazreti Nuh ve inananlar ise kurtulmuşlardı. Mekke’de ilkel dönemden uygar döneme, beylik dönemine geçiliyordu. Örgütlü ülke oluşuyordu. Elbette hükümran olanlar bu değişmeyi benimseyemiyordu.

İşte Kur’an bunlara karşı mücadele edenlere; “Dayanın, sizden inananlar kurtulacaklardır.” diyor.  

اصْبِرْ  (uÖBuR)  “Dayan”

“Sabret. Dayan.” Kur’an’ı okumayı sürdür. Mekke’de Son Elçi Hazreti Muhammed Aleyhisselâm yalnız Kur’an okuyordu. İnandırmak için başka herhangi bir aracı yoktu. İnananlar gittikçe artıyordu. Bütün baskı ve zulümler onları yollarından döndüremiyordu. İşe bu inançta durma “dayanma” ile anlatıyordu. Burada “dayan” diyor; “dayanın” demiyor. Her kişi kendisinden sorumlu idi. Tek kalsa bile dayanmalı idi. Şimdi aynı sözler bize söylenmektedir. Tek kalsak bile “Adil Düzen” söyleminde durmalıyız. Onu öğrenmeyi sürdürmeliyiz.

إِنَّ  (InNa)  “Gerçekten”

Arapçada bir söz karşıda olanın yanlış bilgisini düzeltmek için söylenirse o sözün başına “İnne” getirilir. Burada inanmış olanların da başarıdan ümitsiz olmaları nedeniyle bu ön sözcük önden getirilmiştir. Bugün biz de benzer umutsuzluk içindeyiz. Oysa “Adil Düzen” biz istesek de istemesek de gelecektir. Benimseyenler kurtulacak, benimsemeyenler yenileceklerdir.

الْعاقِبَةَ  (eLGAvQıBata)  “Akıbet. Son.”

Akıbet. Son.”; bu çatışmada son korunanlarındır. İnsanlıkta iyilerle kötülerin çatışması olur. Yandaşlar belirlenir. Gerçekten inananlarla sözde inananlar ortaya çıkar. Sonunda üstünlük gerçekten inananların ve iyilerin olur. Evrim böyle gerçekleşir. Kötüler olmasaydı, çatışma olmasaydı iyiler hep bir yerde durup kalırlardı. Oysa kötüler iyilerin bir yerde durmalarını önlemektedir. Durursan düşürürler. Bu da kötülerin görevidir. 

لِلْمُتَّقِينَ  (Lı elMutTaQIyNa)  “Muttakilerindir. Korunanlarındır.”

“Korunanlarındır.” “Son korunanlarındır.” Korunmak, düzene girmedir. Akıbet yani son “Adil Düzen”e girenlerindir. İnsanlık evrimleştikçe yeni yaşayış ortaya çıkar. Daha çok kişiler birbiriyle ilişkili olmak durumunda olurlar. Bu nedenle yeni topluluk kurallarına uymak gerekir. Bu kuralları Allah gönderdiği yazıları ile bildirmiştir. Bugün de Allah’ın bu yeni kurallarını Kur’an bize öğretmektedir. “Adil Düzen” budur. Benimseniyor. Sonuçta Hazreti Nuh ulusuna olanlar olacaktır. Dayananlar kurtulacaklardır.

Burada kurallı erkek çoğulu gelmiştir. Birlikte kurtulmak isteyenler toplu olarak kurtulacaktır. Bu bize “Adil Düzen”i birlikte okuyarak öğrenmemizi buyuruyor. Dayanmada tekil ama kurtulmada çoğul, topluluk çoğulu getirilmiştir.

“Sabret. Akıbet muttakilerindir.”[Hûd(11);49]

Kur’an’a inanlar olaylardan hiçbir endişe duymazlar. İslâm düşmanlarının azması ömürlerinin sonlara yaklaştığını ifade eder. Bizim asıl düşüneceğimiz muttakilerden olup olmadığımızdır. Biz muttaki isek mutlaka akıbet bizimdir. “İttika” demek, Allah’ın vikayesini kabul etme demektir. Allah’ın vikayesi onun şeriatıdır. Şeriatının içine girmiş isek sorun yoktur. Allah bizi koruyacaktır. Ve bize saldıranları yok edecektir.

Bu âyet Hz. Nuh Peygamber’in kıssasının sonunda söylenmektedir. Şeriatın içinde nasıl olacağız?

Şeriatın içinde olmak için önce şeriatı öğrenmemiz gerekir. Şeriatın dayanağı da Kur’an’dır. Kur’an’ı birlikte okuyacak ve onu anlamaya çalışacağız. Bakınız “lilmuttakî” demiyor da “lilmuttakîyn” diyor. Demek ki birlikte cemaat olup ittika etmemiz gerekiyor. Bunun için, şeriatı öğrenmek için, önce onu öğrenmeye çalışmaya başlamalıyız. Günümüzün birkaç saatini bu çalışmaya ayırabilmemiz gerekmektedir.

İkinci olarak öğrendiklerimizi uygulamaya başlamamız gerekmektedir. Bir taraftan “ilim” yaparken diğer taraftan da “amelimiz” olmalıdır. Bugünkü faizli sistemden kurtulmamız gerekir. Onun için faizsiz çalışan müesseseleri kurmaya çalışmalıyız. Burada “Fasbir/Sabret” diyor, “Fasbirû/Sabredin” demiyor. Tek başımıza da olsak sabredip faizsiz bir düzeni kurmalıyız. Faizsiz demek, sadece hesabi faizi alıp vermemek değildir. Türk Lirası ile borçlanmak da faizdir. Faiz, değiştirmede fark yapmak demektir. Peşin alışverişlerde TL kullanacağız. Çünkü değeri bellidir. Ama borçlanmada TL değil altın veya başka mal kullanacağız.. Kaçımız bunu yapıyoruz? Bu sebepledir ki muttakilerden olamıyoruz. Korkumuz bunlardan olmadır.

 

 

Bir Yorum ve Bir Çözüm

 

TÜRKİYE’NİN DURUMU

Türkiye yeryüzünde özel bir yerde durmaktadır.

Bu konumu Türkiye’ye bir yandan kazançlar sağlamakta, diğer taraftan da özel yükler getirmektedir.

 

Türkiye bu durumunu iyi bir biçimde değerlendirmeli, ona göre kendi gidişini yönlendirmelidir:

a)       Türkiye yeryüzünün ortasındadır. Türkiye’den geçen boylam yeryüzünün karalarını eşit olarak ikiye ayırmaktadır. Kuzey ve güney Amerika, Afrika ve Avrupa karalarının toplamı; Orta Asya, Sibirya, Çin, Hint, Avustralya ve Büyük Okyanus adalarının kara toplamlarına eşittir. Böylece Türkiye Doğu ile Batı’nın köprüsü durumundadır. Aral Gölü, Hazar Denizi, Karadeniz ve Akdeniz büyük bir iç deniz havzasıdır. Tuna Nehri gibi taşımacılığa elverişli birçok ırmaklar bu iç denizlere akmakta ve İstanbul Boğazı ile büyük denizlere açılmaktadır. Süveyş Kanalı ve Cebelitarık İstanbul Boğazı’ndan bu ülkelere açılmaktadır: Çin bile Rusya ile denizden ilişkisini İstanbul Boğazı’ndan sağlamaktadır. Böylece İstanbul dünyanın kara ve deniz yolları kavşağının üzerindedir. Türkiye’den geçişlerin tıkanması bütün dünyayı sıkıntıya sokar.

b)      Yeryüzünde üç büyük ırk yaşamaktadır. Avrupa ırkı, Çin ırkı, Sami ırkı. Bunların yüz yapıları farklı olduğu gibi dilleri de farklıdır. Türkler bu üç ırkla iç içe olmuşlardır. Çin Seddi Türklere karşı yapılmıştır. Mezopotamya Uygarlığı’nı kuranlar Türklerdir. Türkler Avrupa’yı Çin’den daha çok istila etmişlerdir. Hunlar’ın ve Cengizler’in çocukları hâlâ oralarda devlet olarak bulunuyorlar. Bugün de dağınık olarak Türkler hem Asya’da, hem Avrupa’da, hem Afrika’da yer alırlar ve bunların sayıları 500 milyonun üstündedir. Türkiye bu Müslüman Türk halkalarının adeta ana vatanıdır. Osmanlıların etkisiyle herkes burasını kendi vatanı saymaktadır. Türkiye bu halklardan yararlanarak o ülkelerle iyi ilişkiler kurup yararlanabilir. Onları kışkırtarak yeryüzünü kan gölüne çevirebilir. Bir başka ülke için böyle bir durum yoktur.

c)       Türkiye Doğu ve Batı kültürünü eşit şekilde sindirmiş bir ülkedir. 1800’den beri başlayan Batılılaşma hareketi ile Türkiye Batı Uygarlığı’nı öğrenmiş bulunmaktadır. Son bin yıllık uygarlığın ana temsilcisi olan Türkiye, Doğu Uygarlığı’nı da unutmamıştır. Gelecek III. Bin Yıl Uygarlığı’nı oluşturacak tek aday ülkedir. Doğu ve Batı ancak Türkiye aracılığı ile birleşerek ileriye doğru gidebilir. “Adil Düzen Çalışmaları” da yalnız Türkiye’de vardır. “Adil Düzen” demek, Kur’an’ı bugünkü müsbet ilimlerle anlamak demektir.

d)      Son olarak, Türkçe’nin en zengin dil olmasıdır. Türk dil yapısının özelliği vardır. Etmek, olmak, kılmak, yapmak gibi yardımcı fiiller ile yabancı kelimeleri alıp kullanabilir. İstediği zaman çıkarabilir. Oysa Arapça veya Batı dillerinde bu mümkün değildir. Onlarda da yardımcı fiiller vardır ama yardımcı fiillerle kelimeler üretemezsiniz. Bu nedenledir ki dünyanın en zengin dili Türkçe’dir. Hem bütün İslâm klasikleri Türkçe’ye tercüme edilmekte, hem de Batı’nın bütün kitapları Türkçe’ye çevrilmektedir. Dünyada bu zenginlikte başka bir dil yoktur.

İşte bu özellikleri sebebiyle Türkiye bugün insanlık için gerçekten çok önemli bir ülke hâline gelmiştir. Türkiye işte bu durumundan yararlanarak gelecek III. Bin Yıl Uygarlığı’nı kurabilir… Yahut, Türkiye bu imkanları değerlendirmezse tarihten silinip gider…

Allah verdiği nimetlerin şükrünü ister. Şükür demek, onu yerinde kullanma demektir. Kullanmadınız mı alıverir. Önce Türkiye’yi elimizden alır. Sonra bir bir diğer değerlerimizi de yitiririz. Bakınız, bundan yüz yıl önce Türkiye’de yaşayanlar nüfus olarak yarı yarıya idi. Daha 1950’lerde İstanbul’da azınlıkların sayısı Müslümanların sayısından fazla idi. Bugün onlar yüzde birlere indiler. Nüfusumuz 70 milyonun üstünde.

İstiklâl Savaşı’nı kaybetseydik bizim durumumuz bugün böyle olur, Türkiye’de %1 Müslüman olurdu. Nitekim, benzerini Avrupalılar Endülüs’te yaptılar. Bugün orada o zamandan kalma bir tek Müslüman yok.

Gereğini yapmazsak yüz yıl sonra Türkiye’de de Türklerin sayısı %1’e inebilir.

 

TÜRKİYE NE YAPMALIDIR?

Türkiye ne yapmalıdır ki varlığını sürdürsün, insanlık içindeki görevlerini yerine getirsin?

a)       TÜRKİYE BÜYÜK DEĞİL, GÜÇLÜ DEVLET OLMALIDIR. Yani Türkiye ülkesine topraklar ekleyerek veya müstemlekeler kurarak büyüme yoluna gitmemelidir. Bu takdirde dünya Türkiye’den korkar, birleşir ve birlikte bize saldırıp yok ederler. Mustafa Kemal’in “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesine dört elle sarılmalıyız. Kimseden bir karış toprak istememeliyiz. Kıbrıs’tan çekilmeliyiz, Irak’tan askerlerimizi çekmeliyiz. Diğer taraftan güçlü olmalıyız. Yani ülkemizi savunacak askeri güce sahip olmalıyız. Yine “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesine uyarak ülkemizden bir karış bile toprak vermemeye azimli ve kararlı olmalıyız. Büyük olmayan, ama güçlü olan bir Türkiye. İşte bizim birinci hedefimiz bu olmalıdır. “Adil Düzen” bunu sağlayan bir mekanizmadır.

b)      TÜRKİYE BİR BLOKLA DEĞİL, BÜTÜN BLOKLARLA EŞİT UZAKLIKTA OLMALIDIR. Biz sadece Amerikalılarla bir olursak dünya birleşerek bize saldırır. Çünkü her birerlerinin hayati çıkarları sözkonusudur. Avrupa Birliği ile birleşsek yine dünya birleşir ve bize saldırır. Rusya ile birleşsek öyle, Çin ile birleşsek öyle. O halde biz herkesle iyi olmalıyız. Tarafsız olmalıyız. Bize saldırdıklarında ülkemizi savunmalıyız. Zaten saldırana karşı dünya bizi destekler. Çünkü Türkiye’ye hakim olan süper güç dünyayı istila etmiş olur. Sömürü Sermayesi bunu bildiği içindir ki Türkiye’ye diyor ki; ya sana saldıracağım ya da benim emrime gir! Kur’an’ı bilmeyen, tarihi bilmeyen yanılabilir. Sermaye ile bir olalım ve dünyayı istila edelim diyebilir. Yanılır, çünkü burada başarılı olamaz. Dünya birleşir ve bize karşı cephe alır. Önce Türkiye’yi yok ederler. Sonra da Ortadoğu yok olur. O halde Türkiye tarafsız olmalıdır. Bu siyaset aynı zamanda Mustafa Kemal’in ve İsmet İnönü’nün siyasetidir. İkinci Cihan Savaşı’na girmeyerek bugün güçlü Türkiye olmuşuzdur.

c)       TÜRKİYE SERBEST BÖLGE OLMALIDIR. Vize ve pasaport aranmadan Türkiye’ye girip çıkılabilmelidir. Gümrükler sıfırlanmalı, her türlü mallar Türkiye’ye girebilmeli ve çıkabilmeli; serbestçe gümrüksüz girip çıkabilmelidir. Türkiye’de kullanılacak uluslararası yolları vakıf haline getirmeli ve masrafı o vakıf gelirleri karşılamalıdır. Bu yollar üzerindeki arsaların değerlendirilmesi ile bu vakıflara gelir sağlanmalıdır. Türkiye’de herkes işyerleri kurabilmeli, üretim yapabilmelidir. Beşte birini geçmeyen ve ayın olarak alınan vergi dışında herhangi bir kısıtlama olmamalıdır. Yabancı sermaye kredi olarak değil, yatırım olarak kolayca gelebilmelidir.

d)      TÜRKİYE’YE HERKES GELİP ÇALIŞABİLMELİDİR. Giriş-çıkış için vize aranmadığı gibi çalışması için de herhangi bir izin aranmamalıdır. Vergi bakımından Türklerden farklı bir durumları olmamalıdır. Onlar için özel sigorta kurulmalıdır. Onlar seçime katılamamalıdırlar. Yani vatandaşlık ekonomik bakımdan değil, siyasi bakımdan söz konusu olmalıdır.

İşte Türkiye bu dört kritere uyarsa hem çok güçlü bir devlet olur, hem de dünyanın desteğini alır ve korunur. Türkler yönetme sanatını iyi bilmektedirler. Bundan dolayıdır ki Türkler her yerde sevilirler.

 

YÖNETME SANATININ KURALLARI

Yönetme sanatının kuralları da şunlardır:

a)       ÖZVERİLİK. Yabancıyla karşılaştığın zaman ondan yararlanmayı değil, onu yaralandırmayı düşüneceksin. İlk adımı sen atacaksın. Böyle yaparsan sonra o da senin için aynı şeyi düşünmeye başlar. Böylece sevgi içinde yaşam devam eder. Ama siz ondan yararlanmayı düşünürseniz, o da sizden yararlanmayı düşünür, sonra ilişkiler çekişmeye dönüşür. Türklerde yararlandırma davranışı irsîdir denebilir.

b)      ALÇAK GÖNÜLLÜLÜK. Birisi ile karşılaştığın zaman sen üstün olabilirsin, zengin olabilirsin, güçlü olabilirsin, bilgili olabilirsin. Kendini asla üstün görmeyecek, karşındakine bunu hissettirmeyeceksin bile. Sen ona saygılı olunca o da sana saygılı olur ve böylece barış içinde yaşama imkanını bulursunuz. Türklerde bu haslet vardır. Onun için “Türk” sözü kimseye batmaz. Herkes “Türküm” demekten kaçınmaz.

c)       HOŞGÖRÜRLÜK. Başkaları ile ilişki kurarken onun ne sana benzemesini, ne de senin ona benzemesini isteyeceksin. Farklı anlayış içinde birlikte yaşamayı bileceksin. Bu çok önemli bir husustur. Bugünkü lâiklik budur. Yerinden yönetim budur. Dünyada mevcut dört ırkın bu hususta kendine özgü özellikleri vardır. Sami ırkı başka ırkları Samileştirmeyi ister. İslâmiyet’i kabul eden halk Araplaşmıştır. Arı ırkı sınıflar kurar ve kendileri üst tabaka olmak üzere yaşamaya çalışır. Türk ırkı ise hoşgörü içinde birlikte yaşamayı sever. İslâmiyet’e Türkler hakim olduktan sonra bütün dinler eşitlik içinde aynı devlet içinde yaşadılar. Gerçek lâiklik Türkler sayesinde uygulanmıştır. Türklerde bu haslet İslâmiyet’ten önce de vardı. İstila ettikleri ülkelerde halkı iç işlerinde tamamen serbest bırakırlardı. Bu özellik  Slavlarda da böyledir. Onun içindir ki binlerce yıldır birlikte yaşayabiliyoruz. Cermenlerin ve Latinlerin buna tahammülleri yoktur.

d)      DİNDARLIK. İnsanların size inanması ve güvenmesi için sizin dindar olmanız gerekir. Başkalarının dinlerine baskı yapmayacaksınız, onları kendi inançlarında serbest bırakacaksınız ama kendiniz dindar olacaksınız. İşte o zaman herkesin saygısını kazanırsınız. Yoksa siz bir şeye inanmıyorsanız, ibadetlerinizi yapmıyorsanız, haramlardan kaçınmıyorsanız başkaları size güvenmez ve her zaman size endişeli bir şekilde bakarlar. Türk halkı dindardır, vecibelerini hep yerine getirir. Tarikatlar içinde imanlı halk yetiştirir.

Türklerin iyi yönetici olmaları bu hasletlerden doğar.

Bu sebeple diyoruz ki geleceğin uygarlığını Türkiye’deki Türkler kuracaklardır.

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                                          (0532) 246 68 92

Adil Düzen:

TÜRKLEŞMEK, İSLÂMLAŞMAK, MUASIRLAŞMAK - II

Ziya Gökalp’in 1918’de basılan “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak” kitapçığı elimize geçti.

Bir asır sonra ne değişmiş; onu görebilmemiz için paragraf paragraf değerlendirme yapacağız.

Ziya Gökalp: -Memleketimizde üç fikir cereyanı vardır. Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak.

Süleyman Karagülle: -Memleketimizde o zaman da, bugün de dört fikrî cereyan vardır: Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak ve Osmanlılaşmak. Şimdi bunların yerini Kemalizm almıştır.

ZG -Bütün basın muasırlaşmanın naşiridir.

SK -Basın Batı tarafından finanse ediliyor. Henüz millî basın oluşmamıştır. Hâlâ öyledir.

ZG -İslâmlaşmak fikrini Sırat-ı Müstakim ve Sebilürreşad, Türkleşmek fikrini Türk Yurdu savunmaktadır.

SK -Batı bütün fikirleri elinde tutar. Bugün İslâmlaşmayı savunan dört gazete vardır: Yeni Şafak, Vakit, Türkiye ve Yeni Mesaj. Dört tane de televizyon kanalı vardır: Samanyolu, Kanal 7, TGRT ve Meltem. Ne var ki bunların hiçbirisi gerçek İslâmiyet’i değil de Batı’nın izin verdiği ölçüler içinde çıplaklarla İslâmiyet’i savunmaktadırlar.

ZG -Tard; milliyetçilik gazete ile doğmuştur, diyor.

SK -Ulus, aynı dili konuşan kimselerin anlaşmaları ile doğar. İnsanda dört meleke vardır: Fikir, his, irade ve ünsiyet. İnsan bunları dört müessese ile ifade eder: Dil, sanat, teknik ve örf. Gazete sayesinde ilişkiler hem sıklaşmış, hem de genişlemiştir. Nüfusları 30 milyon ile 100 milyon olan topluluklar birer devlet kurabilmiştir. Gazete bu oluşumda yardımcı olmuştur.

ZG -Bir kavimde milliyet fikri uyandıktan sonra komşularda da uyanır.

SK -Ulusçuluk toplulukları birleştirir ve güçlendirir. Komşuları da kendilerini savunmak için onlarda da aynı fikirler doğar ve gelişir. Sosyal olaylar uluslararası seviyede bulaşıcıdır.

ZG -Milliyet fikri önce gayrimüslimlerde, sonra Arnavutlarda, en son Türklerde doğdu.

SK -Türkiye’deki milliyet fikri Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak amacıyla Batı’nın kışkırtması ile doğdu. Türkler kendi devletlerini yıkmamak için en sonunda benimsediler; yıkılacağını anladıktan sonra benimsediler. Mustafa Kemal milliyet fikrini Anadolu’da yaşayan Müslüman halka “Türk” demek suretiyle geliştirmiştir. Dine dayalıdır, ama Anadolu’daki dine dayalıdır. Yazı dili zorunlu olarak Türkçe yapılmıştır. Kıyafet batı kıyafeti alınarak sağlanmıştır.

ZG –Türkler, Türklük yok Osmanlılık var diyorlardı.

SK -Devletlerini yaşatmak için yeni bir birleştirici aramışlardır. Bu din olamazdı, çünkü yarı yarıya gayri Müslim vardı. Türklük de olamazdı, çünkü Türklerin sayısı %20’yi bile bulmazdı. Cumhuriyet döneminde de Mustafa Kemal’den sonra Türk Milliyetçiliğini Atatürkçülüğe dayandırmak istemişlerdir. Oysa Mustafa Kemal Tük Milliyetçiliğini vatan, din, dil ve kıyafet birliğine dayandırmıştır.

ZG -Tanzimatçılar Osmanlıcılığa yeni manâ yüklediler, Türklerden başka kimse bu yeni manâyı benimsemedi. Zararlı oldu.

SK -İnsanların boş kelimelerin arkasında sürükleneceklerini sanmak ahmaklıktır. İnsanlar gerçek idelerin peşinden koşarlar. Nitekim Atatürkçüler de böyle boş kelimeler peşinde halkı kandıracaklarını sanıyorlar. Sadece kendileri aldanıyorlar.

ZG -Asrımız milliyet asrıdır. “Ben Türk değilim” dememiz sadece karşı tarafı birleştirdi.

SK -İnsanlar insanlık, ulus, il, bucak ve ocak şeklinde iç içe organize olmuşlardır. Devlet aynı dili konuşan, ülkesine hakim olan, kendisini askeri güçle savunabilen ulusun oluşturduğu sosyal yapıdır. Ulus bir realitedir. Ancak başka realiteler de vardır. Din de bir realitedir.

ZG -Türkler rençper ve memur oldular. Ekonomilerini ve sosyal faaliyetlerini azınlıklara teslim ettiler. Bu sebeple devletlerini kaybettiler.

SK -Anadolu’ya gelen Türkler rençper bile değildi, çoban ve askerdi. Yörükler yaylalarda hayvanlarını güderlerdi. Kışın köylere inerlerdi. Yerli Hıristiyanların tarlalarının otlarını yolar ve otlattıkları hayvanlarıyla onların arazilerini gübrelerlerdi. Yazın yaylaya çekilir, yerlilere hiçbir zarar vermez, bilakis fayda verirlerdi. Oğuzlar ise askerlik yapar, çok az bir vergi mukabilinde yerli halkı düşmanlara karşı korurdu. Yerli halkı oluşturan Hıristiyanlar askere gitmezdi. Bu karşılıklı uyum Türkleri Anadolu’da 900 yıl huzur içinde yaşattı. Sanayileşmenin başlaması ile Osmanlı yaşlanmış olduğu ve dış saldırılara da karşı dayanamadığı için yıkılmıştır. Yoksa içinde bir sorunu yoktu. İmparatorluklar devri sona eriyordu. Nitekim ondan sonra İngiltere (Büyük Britanya) ve Rusya (Rus Çarlığı) da aynı şekilde dağılmıştır.

ZG -Memurların istihsalle ilgileri yoktur. Çiftçi ve çobanlar ise tabiî üründen yararlanırlar. Oysa sanayici ve tüccar kendileri üretici olduğu için melekeleri gelişmiştir. Çoban ve çiftçilerden asrî devleti oluşturmak mümkün değildir.

SK -İnsanlıkta evrim vardır. Kentleşme başladıktan sonra kentler uygarlıkta çok ileri gitmişlerdir. Ancak savaşta geri idiler. Onbin yıldır kent-kır savaşı dengede gidiyordu. Son asırda sanayileşip de üstün silah gücü elde eden kentlilere karşı kırlarda yaşayanlar dayanamadı. Dolayısıyla kentleşme zaruri hal aldı. Nitekim bugün dünyada kentleşme hareketi sürüp gitmektedir. Türkiye 1950’den sonra kentleşti.

ZG -Devlet esnafa ve tüccara dayanırsa güçlenir, memura dayanırsa zayıflar. Türkler şahsi halklarını korudular, ama sosyal halklarını oluşturmadılar. Devletimiz bundan çöktü.

SK -Bürokratik yönetim geçici yönetimdir, ortadan kalkacaktır. Yerini serbest meslek hizmetleri alacaktır, nöbetler alacaktır. Türklerde şahsi ahlâk güçlüdür, sosyal ahlâk çökmüştür. Çünkü sosyal yapı kendisine yabancıdır. Dayatılmış bir yapıdır. Osmanlı Devleti onun için yıkılmadı ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti onun için gelişemedi.

ZG -Türklük İslâmiyet ve Osmanlılığın hakiki istinatgâhıdır.

SK -Emeviler halkı zorla Müslüman yapma yolunu tutmuşlardı. Abbasilerden beri İslâm devletleri işgal ettikleri yerlerde Hıristiyan ve diğer dinde olanları serbest bırakır, onlardan sadece vergi alırlardı. Tanzimat’tan sonra azınlıklara da eşit haklar tanındı. Haraç kaldırıldı, normal vatandaş muamelesine başlandı. Bu uygulama iç çatışmayı beraberinde getirdi. Sonunda Osmanlı toprakları üzerinde İslâm devletleri oluştu. Bir de zayıf Balkan devletleri oluştu. Türkiye’de ise azınlıklar tamamen kendi kendilerine tasfiye oldular. Evet, Türklük Osmanlı İmparatorluğu’nu dağıttı ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni oluşturdu. Türkiye’yi İslâmiyet bakımından saflaştırdı. Türklük İslâmlaşmaya yaradı, ama Osmanlılığı ortadan kaldırdı. Bu da tarihin normal akış çizgisidir.

ZG -Yazı dili ıstılahlarla oluşur. Halk dili ile ıstılahlar yapılamaz. Bundan dolayı ıstılahların kaynağı dini kitaplar olur.

SK -Ziya Gökalp ana dil ile uygarlık dilinin oluşamayacağı görüşündedir. Bir bakıma doğrudur. Arapça uygarlık dili hâline ancak 400 yıl sonra ulaştı ve sadece Kur’an’a dayanıyordu. Ama halk artık o dili konuşmuyordu. Dünyada iki uygarlık dili vardır: Arapça ve Latince. Biri Kur’an’a, diğeri Tevrat ve İncil’e dayanır.

ZG -Batı’da Yunanca’nın tesiri ile gelişmiş olan Latince uygarlık dili olmuştur.

SK -Uygarlık bir tek ulusun çabaları ile oluşamaz. Ancak uluslararası gayretlerle gelişir. Bu uygarlık da ortak bir metine dayanmalıdır. Bu metin Tevrat ve İncil olmuş, sonra da Kur’an olmuştur. O uygarlığı oluşturan kavimler o ortak dil ile anlaşarak uygarlık meydana getirirler. Önce Yunanca’dan Arapça’ya tercümeler yapılmış, sonra Arapça’dan Latince’ye tercüme yapılmış ve böylece bu iki uygarlık dili birlikte uygarlıkları oluşturmuşlardır. Bundan sonra da bu iki dil uygarlık dilleri olarak kalacaklardır. Başka uygarlık dili oluşmayacaktır. Çünkü yeni kitap gelmeyecektir.

ZG -Batı Uygarlığı’nı alırken bugün dahi Arapça ve Farsça kelimeler uyduruyoruz.

SK- Osmanlılar Batı Uygarlığı’nı Arapça dili üzerinden almaya çalıştılar. Birçok yeni kelimeleri Arapça olarak ürettiler. Harf inkılâbı ile bundan vazgeçildi. Türkçe kelimeler üretilmek istendi. Tabii ki mümkün olmadı. Türkçe’ye Latince kelimeler girdi. Yani, Türkçe’de şimdi hem Arapça hem de Latince kelimeler kol geziyor. İki uygarlığın sentezi ancak böyle mümkün olacaktır. Kur’an Arapçası ile çağımızın uygarlığını dillendirdiğimizde yeni uygarlığı kurmuş oluruz.

ZG -Gazete milletleri oluşturur. Din kitapları ise medeniyetleri oluşturur.

SK -Ulusal dil ulusu oluşturan kültürü oluşturur. Bunlar dil, sanat, teknik ve hukuktur. Din kitapları ise uygarlıkları oluşturur. Bunlar ilim, din, ekonomi ve yönetimdir. Anayasadır. Kur’an’dan sonra yeni kitap gelmeyecektir. Yeni uygarlık Kur’an’ın müsbet ilme göre yeniden yorumlanması ile doğacaktır. Bizim “Akevler”de yaptığımız budur, “Adil Düzen” budur.

ZG -Muasırlaşmak demek asrın ulaştığı sanayiye ulaşmak demektir. Aletleri kendimiz yapmalıyız.

SK -Bir sahada gelişmeye başlayan bir topluluğa yetişmek mümkün değildir. Batı ekonomide ve sanayide bizden asırlar öncedir. Biz onların arkasından koşabiliriz, ama onları geçemeyiz. Batı dünyası bu sahada en ileri günlerini yaşıyor. Artık daha ileri gitme onlar için bile mümkün değildir. Biz doğudakiler hukukta ve yönetimde yenilik yapmalıyız. Yani, ekonomik yapıda değil, sosyal yapıda inkılâp yapmalıyız. Ekonomide ve teknikte ise onlardan yararlanmalıyız ama onları geçeceğiz diye bir düşüncemiz olmamalıdır. Osmanlıların ve Cumhuriyetçilerin yanıldıkları hususlar bunlardır. İnsanlık bugün yeni tekniğe değil yeni hukuka muhtaçtır.

ZG -Türkleşmek ve İslâmlaşmak ile çağdaşlaşmak arasında bir çelişki yoktur.

SK -Türklük ulusun benliğidir. İslâm ulusun ruhudur. Muasır uygarlık ise ulusun giysisidir. Dolayısıyla aralarında çelişki yoktur. Tam tersine birbirine dayanmaktadır. Ne var ki, muasırlaşmak yerine muasır medeniyetin fevkine çıkmak hedeflenecektir. Mustafa Kemal bunu ancak 1933 yılında söylemiştir.

ZG -Avrupa’dan yalnız ilmi ve tekniği alacağız, dinde ve milliyetçilikte bizim Avrupa’ya ihtiyacımız yoktur.

SK -Bir ulus dili, sanatı, tekniği ve hukuku kendisi için kendisi üretir. Komşulardan etkilenir. İlim, din, yönetim ve ekonomi ise uluslararasıdır. İnsanlığındır. İlimde Avrupa bizden ileridir ama dinde biz Avrupa’dan ileriyiz. Onlardan ilmi alırken, biz de onlara dini vermeliyiz. Bu da şudur. Her din varlığını sürdürecektir. Ancak her din müsbet ilmin verilerine göre kendisini yenileyecektir. Bunun metotlarını Fıkıh Usûlü İlmi ile İslâmiyet ortaya koymuştur. Bizde vardır. İnsanlığa bunu öğretmeliyiz.

ZG -Türkleşmeyi, İslâmlaşmayı ve çağdaşlaşmayı birlikte ele almalıyız.

SK -Tarihte uygarlıklar bin senede bir yenilenmiştir. Bu uygarlıklar da iki medeniyetin sentezinden doğmuştur. Üçüncü Bin Yılda da uygarlık yenilenecektir. Bu da Avrupa Uygarlığı ile İslâm Uygarlığı’nın sentezinden doğacaktır. Türkler bunu yapacaklardır. III. Bin Yıl Uygarlığı ileri uygarlık olacaktır. Tarih olmuş Birinci Kur’an Uygarlığı’ndan farklı ileri bir uygarlık olacaktır. Kur’an’a dayanacaktır. Ama yeni uygarlık olacaktır. Hem Batı hem Doğu uygarlıklarının verilerinden güç alınacak ama yeniden dizayn yapılacaktır. Şunu atalım, şunu alalım şeklinde ortaya çıkmayacaktır. Dinde lâiklik ilkesini atamayız. Lâiklik içinde Türk ve Müslüman olacağız. Irkçılığa dayanan Türkçülük de tarih olmuştur. Devletin hakimiyetinde din veya devlete hakim din de tarih olmuştur.

Ziya Gökalp -Türk milleti Ural - Altay ırkına, İslâm dinine ve Avrupa Uygarlığı’na mensuptur.

Süleyman Karagülle -Devlet dışa karşı savunma gücüne sahip bir organizasyondur. Ben kendi dinimi yaşayacağım, devletim bunu koruyacak; ben kendi dilimi konuşacağım, devletim bunu koruyacak; ben kendi örfümü yaşayacağım, devletim bunu koruyacak; ben kendi istediğim işleri yapacağım, devletim bunu koruyacak. Yani, devlet ortak dış savunmaya dayanır. Yalnız bunun için iki şeye ihtiyacımız vardır. Ortak bir yurdumuz olmalıdır. Bu haklarımızı ancak orada kullanabiliriz. Sonra bir de ortak bir dilimiz olmalıdır. Birbirimizle ancak öyle anlaşabiliriz. Bu her birimizin ayrı dilinin olmasını engellemez. Türk vatandaşı olmak için Türkçe bilmek gerekir ama, başka dil bilmek Türk vatandaşı olmaya mani değildir. O halde Türkleşmek demek, ortak bir yurda ve ortak bir dile sahip olmak; İslâmlaşmak demek, herkesin kendi din ve mezhebinde hür olması yani lâik olması demektir. Muasırlaşmak ise uluslararası gümrüklerin ve vizelerin kalkması, halkın diğer ulus halkları ile yakın ilişki kurması demektir.

Demek ki Ziya Gökalp’in ilkelerini şöyle sıralayabiliriz:

a)      Uluslaşmak.

b)     Lâikleşmek.

c)      İnsanlaşmak. (Uluslararası sosyal engellerin kalkması.)

Biz buna dördüncü ilkeyi ekliyoruz.

d)     Uygarlaşmak. (Muasır medeniyetin fevkine çıkmak.)

Görülüyor ki, 1918 mantığı ile III. Bin Yıl mantığı hayli değişmiştir.

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                                          (0532) 246 68 92

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3453 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2648 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2137 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2517 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2517 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2160 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2567 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2469 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1974 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2333 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2238 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2384 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2605 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2424 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3025 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2659 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2973 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2657 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2730 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2941 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3120 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3409 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5458 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3530 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3061 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3848 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3697 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3401 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3858 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3820 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4096 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4607 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3004 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3102 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3953 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3808 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2837 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2930 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3938 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7693 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5579 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4162 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3562 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3708 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4717 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4429 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4724 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4646 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4798 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4538 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3384 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4460 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3610 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5154 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3839 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5135 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 4991 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4916 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3517 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3467 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3682 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5141 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4195 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5402 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4076 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5254 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4405 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4416 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4560 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4756 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5307 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4107 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5250 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4512 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3832 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4364 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4575 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4103 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4085 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4075 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4533 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5634 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9792 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4636 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3690 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3842 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3351 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3374 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3736 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5688 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4239 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3437 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler