ADİL DÜZEN 234
““ADİL DÜZEN” BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.”Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 14-15 Kasım 2003 Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 234. SEMİNER (CUMA-CUMARTESİ) İstanbul, 07-08 Kasım 2003
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi CD. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği) Tel: (0532) 246 68 92
*HAFTALIK TEFSİR SEMİNERİ (CUMARTESİ GÜNLERİ “YENİBOSNA”; Saat:18.00-21.00)
“III. BİN YIL UYGARLIĞI”NI MÜSLÜMANLARLA HIRİSTİYANLAR KURACAKLARDIR
Evet, uygarlık topu kıyamete kadar Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında gidip gelecektir. Hukukta ve yönetimde uygarlığı Müslümanlar, ekonomide ve teknikte uygarlığı Hıristiyanlar ellerinde tutacaklardır. Daima diğer insanlardan üstün olacaklardır. Bu Hazreti İsa’ya vaat edilendir. 2000 yıl içinde hep gerçekleşti; bundan sonra da gerçekleşecektir.
Kur’an’da bildirilen bir Ye’cüc ve Me’cüc meselesi vardır. Moğol istilâsında bu gerçekleşti. Ancak kısa zaman sonra dev imparatorluğun dörtte üçü Müslüman oldu. Diğerleri de kaybolup gittiler. İleride böyle uygarlıkta değil de savaşta zafer kazananlar olabilir. Nitekim Sovyetler de bunlardan sayılır. Bugün de sosyalistler böyle uyarıcı zaferler kazandılar ama kısa zamanda eriyip gittiler. İşte biz bu âyete dayanarak diyoruz ki, zafer Adil Düzencilerin olacaktır. Hıristiyanlar bizimle beraber olacaklardır. Nitekim Bediüzzaman da buna işaret etmektedir. Gönlümüz Yahudilerin de bizim yanımızda olmasını ister ama ne var ki Kur’an’ın haberleri bu yönde değildir. Kur’an bunların en büyük güce ereceklerini bildirmiştir. Ama sonrasını da bildirmiştir.
Bundan sonra ne olacaktır? Hıristiyanlarla Müslümanlar dünyada üstün olacaklardır. Uygarlıkta üstün olacaklardır. Çinliler ve Hintliler ortadan kalkmayacak, onlar da varlıklarını sürdüreceklerdir. Çünkü üstün olma demek, oların üstünde olma demektir. Ama uygarlıkta önderlik Hıristiyanlarla Müslümanların olacaktır.
Hıristiyanların şeriatları yoktur. Şimdiye kadar Tevrat şeriatı ile yaşadılar. O şeriat 3000 yıldır insanları yönetebilmiş ama artık çok gerilerde kalmıştır. İslâm fıkhı da böyledir. Yapılacak iş müsbet ilme göre Tevrat’ı, İncil’i ve Kur’an’ı yorumlayarak yeni uygarlığı ortaya çıkarmadır. Bu husustaki ilim olan “Fıkıh Usûlü İlmi” Müslümanlarda durmaktadır. Onlar da bu ilimden yararlanabilirler. Onların kitapları daha fazla tevile ihtiyaç gösterir.
Buna bakıldığında “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı Avrupa Birliği ile birlikte Müslümanlar kuracaklardır. Kısmen bu görüş veya düşünce doğrudur. Türkiye Avrupa Birliği’ne girmeyecektir. Ama Türkiye Avrupa ile Asya arasında yalnız maddî köprü değil, aynı zamanda manevî köprü olacaktır. Avrupa Birliği çıkmaza girdiği zaman “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı okuyacaktır. Kendini ona göre düzenleyecektir. Çöküşünü böylece geciktirecektir. Avrupa Birliği Papalığı daha çok takdis edecektir. Papalık da reformlar yaparak Protestanlıkla olan ayrılığını sona erdirecektir. Mezhep farklılığını din farklılığı olarak görmeyecektir.
İsrail Devleti ülkesinde varlığını sürdürecek, ilimde ve ticarette hizmetine devam edecektir. Ama siyasi ve askeri üstünlüğü olmayacak, Müslümanların koruması altında olacaktır. Sömür sermayenin ömrü ise sona ermek üzeredir.
(İsra Sûresi’ne ve bizim yorumlarımıza bakınız. 133 ve 204. Seminer Notları.) Derleyen: Reşat Nûri EROL
Bir Âyet: فَلَوْلَا نَفَرَ مِنْ كُلِّ فِرْقَةٍ مِنْهُمْ طَائِفَةٌ لِيَتَفَقَّهُوا فِي الدِّينِ
“Her kuruluştan düzeni kavramak için bir takım çıkmalıdır.”[Tevbe(9);122]
Adil Düzen: “ADİL DÜZEN”DE DEVLET
“Adil Düzen”e göre ise tekel yönetimleri artık tarih oluyor. Önce hanedanlar yönetti. Sonra diktatörler yönetti. Şimdi parti başkanları yönetiyor. Gelecekte ise halk kendi kendisini yönetecektir. Tekel yönetimi ortadan kalkacaktır. Bunun için “yerinden yönetim sistemi” getirilecek. İnsanlık teşkilâtı olacak ama ülkelerin iç işlerine karışamayacak. Ülkede merkezî devletler olacak ancak bunlar illerin iç işlerine karışamayacaklar. İllerde merkezî teşkilât olacak ama bucakların iç işlerine karışamayacaklar. Asıl hukuk düzeni bucaklarda kurulacak. Kendi kanunlarını bucaklar kendileri yapacak. Yargıları bağımsız olacak. Yargı kararları temyiz edilemeyecek. Bucaklarda ocaklar olacak, ocaklar da kendi işlerinde bağımsız olacaklardır. Halk da kendi işlerinde hür olacaktır. Demek ki artık devlet ile hükümet “Adil Düzen”de ayrılmıştır. Devlet yasama, yürütme, yönetme ve yargıdan oluşan kurum ve kurallar birliğidir. Hükümet ise yürütme ve yönetme organıdır. Yasamanın koyduğu kurallara uymak zorundadır. Yargının kararlarını dinlemek zorundadır. Yargı hakemlerden oluşur.
Bir Çözüm: KUVVETLER AYRILIĞI
Bir Yorum: ÜNİVERSİTE KENTİ
SÜLEYMAN KARAGÜLLE İLE ZİYA GÖKALP GÖRÜŞTÜ!
TÜRKLEŞMEK, İSLÂMLAŞMAK, MUASIRLAŞMAK - III
“Yapabileceğimiz şeyleri yapmaya başlasak, kendimizi hayretler içinde bırakacak sonuçlar alırız.” EDİSON
ARTIK SİYASET ZAMANI: YA “ADİL DÜZEN”İ BENİMSEYEN BİR PARTİ; YA “ADİL DÜZEN PARTİSİ”
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 234. SEMİNER Tefsir İstanbul, 08 Kasım 2003
ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ - XV
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ
إِِذْ قَالَ اللَّهُ يَاعِيسَى إِنِّي مُتَوَفِّيكَ وَرَافِعُكَ إِلَيَّ وَمُطَهِّرُكَ مِنْ الَّذِينَ كَفَرُوا وَجَاعِلُ الَّذِينَ اتَّبَعُوكَ فَوْقَ الَّذِينَ كَفَرُوا إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ ثُمَّ إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأَحْكُمُ بَيْنَكُمْ فِيمَا كُنْتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ(55)
فَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُوا فَأُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَدِيدًا فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِرِينَ(56)
وَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفِّيهِمْ أُجُورَهُمْ وَاللَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمِينَ(57)
ذَلِكَ نَتْلُوهُ عَليْكَ مِنْ الْآيَاتِ وَالذِّكْرِ الْحَكِيمِ(58)
إِِذْ (EıÜ) “O gün.”
“Onlar mekr ettiler, Allah da mekr etti. Allah makirlerin hayırlısıdır.” âyetinde bildirilen günde, o zaman Hazreti İsa’ya Allah diyor ki; “Onlar seni katledemeyecekler, ben seni vefat ettireceğim ve bana raf edeceğim. Seni küfredenlerden temizleyeceğim. Onların mekirlerini ben hayra çevireceğim. Onlar sana küfredecek, öldürmek isteyecek. Ama ben seni vefat ettireceğim ve bu senin için iyi olacak.”
قَالَ اللَّهُ (QAvLa elLAHu) “Allah kavletti.”
Allah Hazreti İsa’ya doğrudan kavletmiş veya melek vasıtasıyla kavletmiş olur. Elçinin kavli kişinin kendisinin kavli gibidir. Havariler Hazreti İsa’yı tasdik ettiklerinde Yahudi halkı rahatsız oldu, dinlerinin dağılacağından korktular. Hazreti İsa’yı ortadan kaldırma kararını verdiler. Bunu ancak Roma yönetimi yapabilirdi. Ona şikayet ettiler, onu zorladılar. Ama hedeflerine varamadılar.
يَاعِيسَى (YAv GIySAv) “Ey İsa!”
Ey beklenen adam! Ey Tevrat’ı insanlığa yayacak ve onlara İncil’i götüren adam. Şimdi sana havariler inandı. Artık onlar senin yerine geçecekler ve dünyanın her tarafında senin getirdiğin dini yayacaklar. Sen ise görevin bittiği için dünyadan ayrılacaksın.
Hazreti İsa hayatta kalsaydı havariler orayı terk etmeyecek ve dünyaya Hıristiyanlık yayılamayacaktı. Çünkü onlar yaşlanacaktı. Yahudilerin aldığı tedbirlerle de yeni havariler gelmeyecekti. Hazreti İsa yaşasaydı belki de Yahudiler Hıristiyan olacaktı. O zaman da Yahudilik sona erecekti. Halbuki Allah Yahudiler için de kıyamete kadar yapacakları işleri görmeleri için yaşamalarını takdir etmişti.
إِنِّي مُتَوَفِّيكَ (EınNIy MuTaVafFıKa)
“Ben seni tevfiye edeceğim. Ben seni vefat ettireceğim.”
“Vefa” görevi yerine getirme, karşılığı verme anlamındadır. “Tartıyı ifa edin” denir de “Tartıyı eda edin” denmez. “Eda” daha çok borcu, emaneti iade anlamındadır. “Vefa” ise herhangi bir görevi eksiksiz yapma demektir. “Tevfiye etme” demek, görevi yerine getirme demektir. “Vefat ettirmek” öldürmek anlamındadır.
Burada “Sen katl olunmayacaksın, ben seni vefat ettireceğim.” deniyor. Başka yerde de “Sen beni vefat ettirdiğinde” denmiştir. “Mevt” kelimesi yerine “vefat” kelimesinin kullanılması, Hazreti İsa’nın da şehitler gibi zaman kaybetmeden Cennet’e gitmesidir. Peygamber olduğu için kendisinin vereceği hesabı yoktur. Ümmeti ile de hesaplanacak şeyleri yok gibidir. Çünkü havariler “Âmenna/ Îmân ettik.” dedikten sonra çok az kalmıştır.
وَرَافِعُكَ إِلَيَّ (Va RafIGuKa EiLayYa)
“Ve seni bana ref’ edeceğim. Ve seni bana yükselteceğim.”
Bu söz ile; Hazreti İsa’nın ölmediği, kendisinin yanında bekletildiği, sonra tekrar dünyaya geleceği inancı Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasında yaygındır. Allah İdris aleyhisselâm için de bana ref’ edeceğim diyor. “Ref’ etmek”, nezdine almak, cennete götürmek anlamındadır.
Burada bir hususu açıklamak gerekir. İnsanlar ölecek, kıyamet olacak, herkes dirilecek ve birbirleriyle hesaplaşacak. Kimi cennete kimi cehenneme gidecek. “Cennet” herkesin gitmek istediği yerin adıdır. “Cehennem” de kimsenin gitmek istemediği yerin adıdır. O zaman şu ortaya çıkar. Önce dünyaya gelenler daha uzun zaman sonra dirilecekler, buna karşılık kıyamete yakın olanlar kısa zaman sonra dirilecekler.
Bu böyle olmayacaktır. Çünkü zaman izafidir. Deneyler göstermiştir ki en büyük hız ışık hızıdır. Işık hızından fazla hız olmaz. Kur’an da bunu “leyl neharı sebkat etmez” âyeti ile açıklamıştır.
Şimdi birbirine doğru hareket eden cisimlerin ışık hızları cismin hızı ile ışık hızının toplamı uzaklaşanları da farklı olmalıdır. Oysa en büyük hız ışık hızıdır.
(C+V)*t = C*to
(C -V)*t = C*to
Bunlar çarpar ve t yi çözersek t=to/(1-(V/C)^2)^.5 buluruz.
Yani belli bir hızla bu dünyadan ayrılan kimsenin yılları yerdekinden çok kısa sürer. Bu ayrılma hızına bağlıdır. Işık hızına ulaşmışsa hiç zaman saniyesi saniyesi kadar olur. Hesapla bilinen bu durum bugün deneylerle sağlanmıştır. Uzaya gönderilen saatler geri kalmıştır.
O halde buradaki “rafıuka ileyye” demek, senin için zaman geçmeden âhiret olacaktır demektir. Bu haber şehitler için de doğrudur. İyiler için zaman kısalacaktır. Kötüler için ise uzamış olacaktır. Einstein tarafından ortaya atılan zamanın izafiliğini bu husus çok kolay açıklıyor.
Kur’an’ın diğer âyetlerinden çıkan anlam Hazreti İsa’nın öldüğü şeklindedir. Ama ölmemiş ise yine sorun çok kolay açıklanmaktadır. Biz henüz ışık hızına yaklaşamadık. İleride yaklaşabiliriz. Eğer yüksek hızla bir füze atsak. Işık hızına göre hareket edip diyelim ki bizden 10 bin ışık yılı mesafeye gitsin ve dönsün. Dünyada 20 bin yıl geçmiş olur. Onun için birkaç yıl geçmiş olabilir. Hıza göre mesela 10 yaşında olmuş olabilir. Hattâ uzaya göndermesek de bir küre içine koyup süratle çevirsek. Asırlar geçer ama onun için bir hafta geçmez. Kelamcılar buna tay-yi zaman diyorlar.
وَمُطَهِّرُكَ (Va MUOahHıRuKa) “Seni tathir edecek.”
“Taharet” pislikten arındırmak demektir. Üstündeki pası ve kiri kaldırmak demektir. Kur’an’da Hazreti Muhammed aleyhisselâma ilk emir olarak elbiseni tathir et deniyor. Burada gerçek manâda “seni tathir edecek” anlaşılabilir. Yahut mecazi manâda seni şirkten, küfürden ve isyandan tathir edecektir.
Seni küfretmiş olanlardan tathir edecektir. Onların üstünlükleri sona erecektir. Onların pisliklerinden ve iftiralarından seni arındıracaktır.
Bugün Hazreti Meryem ve Hazreti İsa’ya bühtan eden birkaç milyon Yahudi vardır. Diğerleri bir şey demiyor. Ama dört milyar insan onu takdis ediyor. Ona saygı duyuyor. Çünkü uygarlık dünyaya onun tâbileri tarafından yayılmıştır.
مِنْ الَّذِينَ كَفَرُوا (MıNa elLaÜIyNa KaFaRUv) “Küfretmiş olanlardan.”
Hazreti İsa’ya küfretmiş olanlar Yahudilerdir. Romalılar daha başlarına gelecekleri bilmiyorlar. Hazreti İsa’yı diğer Yahudiler gibi zannediyorlar. Yahudiler, dinleri gereği kimseyi kendilerine katmak istemiyorlar. Onlar Hıristiyanlara en büyük zulmü yapmışlardır. Ama sonra ne olmuştur? Roma’yı doğusu ve batısı ile Hıristiyanlık almıştır. Sonra ateist batı Avrupa’sından bile Hıristiyanlık dünyaya yayılmıştır. Karşı ideoloji sosyalizm ise zulmünü ancak 70 yıl sürdürebilmiştir.
وَجَاعِلُ الَّذِينَ اتَّبَعُوكَ (Va CAGıLu elLaÜIyNa ıtTaBaGUvKa)
“Sana tâbi olanları ca’ledeceğim.”
Ona tâbi olanlar kimlerdir? Hıristiyanlardır. Bir de Müslümanlardır.
Müslümanlar daha Mekke’de iken Hıristiyanları tutmuşlardır. Persleri (İranlıları) ise müşrikler tutmuşlardır. Persler Bizanslıları yenmiş ve İstanbul surlarına dayanmışlardı. Bu durum Müslümanları üzmüş, müşrikleri sevindirmişti. Rum Sûresi gelmiş ve galip geleceklerini bildirmiştir. Rumlar dokuz sene içinde galip gelmişlerdi. Ayrıca Habeşlilerle de yakın dostluk kurulmuştu.
Bizans yönetimi ile savaş olmuştur. Hıristiyanlarla savaş olmuştur. Ama Hıristiyan halkı ile savaş olmamıştır. Biz Hazreti İsa’ya Hıristiyanlardan daha çok tâbi olanlarız. Çünkü onlar Hazreti İsa’yı dinlemeyip Hazreti Muhammed Aleyhisselâma inanmaları gerektiği talimatını dinlemediler. Biz ise dinledik. Onlara şirk koşmayın dendiği halde onlar onu tanrılaştırdılar. O halde mü’minler onlardan daha fazla Hazreti İsa’ya tâbi olan kimselerdir. Hıristiyanları Hazreti İsa’ya tâbi kılıp da mü’minleri kılmamak diğer âyetlerle çelişki olur. “Nûrunu tamamlayacaktır” âyeti nasıl izah edilecektir?
Biz Hıristiyanlara galip gelebiliriz, onlar da bize galip gelebilir; ama sonuç itibariyle hepsi Hazreti İsa’ya tâbi olanların galibiyetidir. İslâmiyet dünyayı hakimiyetine almıştı. Sonra Hıristiyanlık aldı. Bundan sonra yine İslâmiyet alacak, ama başka insanlar bunlara galip gelemeyecek. Aksi tarihte olmamıştır. Bundan sonra da olmayacaktır.
Burada tâbi olanlardan bahsetmektedir. İman edenler dememektedir. Yani inanmasalar da tâbi olanlardır. Halk olarak Hıristiyan ve Müslümanlardan bahsediyor. İçlerinde inanmış olanlar ve inanmamış olanlar olacak, adil olanlar olacak zalimler olacaktır. Ama Hıristiyan veya Müslüman olacaklardır.
فَوْقَ الَّذِينَ كَفَرُوا (FaVQa elLaÜIyNa KaFaRUv) “Küfretmiş olan kimselerin fevkine.”
Burada küfretmiş olanlardaki “ellezî” istiğrak için olabilir. Doğrudur. Çünkü kıyamete kadar denmektedir. Özel olarak Hazreti İsa’ya suikastta bulunan Romalılarla Yahudilerdir. Onların üzerinde üstün yapılacaktır. Tarih boyunca Müslümanlarla Hıristiyanları savaştıracaklar, kendileri hükümran olacaklardı. Ama öyle olmadı. Bunlar birbirleriyle savaştılar ama birbirlerini imha etmediler. Dolayısıyla savaş onları güçlü hâle getirdi. Şimdi ve ileride onları yenebilecek olanlar yoktur.
Bugünkü “kâfirler” ateistlerdir, bunlar da sosyalistlerdir. Yahudilerle bir olup Hıristiyanlığı ve İslâmiyet’i yok etmeye çalışıyorlar ama sonunda Kur’an’ın dediği oluyor. Tarihte Kur’an’ın dediği olduğu gibi; gelecekte de onun dedikleri olacaktır.
Buradaki “fevk”den maksat sadece savaştaki galibiyet değildir; uygarlıktaki üstünlüktür.
Evet, uygarlık topu kıyamete kadar Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında gidip gelecektir. Hukukta ve yönetimde uygarlığı Müslümanlar, ekonomide ve teknikte uygarlığı Hıristiyanlar ellerinde tutacaklardır. Daima diğer insanlardan üstün olacaklardır. Bu Hazreti İsa’ya vaat edilendir. 2000 yıl içinde hep gerçekleşti; bundan sonra da gerçekleşecektir.
إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ (EıLAv YavMI elQıYAMaTı)
“Kıyamete kadar bu böyle devam edecektir.”
Kur’an’da bildirilen bir Ye’cüc ve Me’cüc meselesi vardır. Moğol istilâsında bu gerçekleşti. Ancak kısa zaman sonra dev imparatorluğun dörtte üçü Müslüman oldu. Diğerleri de kaybolup gittiler. İleride böyle uygarlıkta değil de savaşta zafer kazananlar olabilir. Nitekim Sovyetler de bunlardan sayılır. Bugün de sosyalistler böyle uyarıcı zaferler kazandılar ama kısa zamanda eriyip gittiler.
İşte biz bu âyete dayanarak diyoruz ki, zafer Adil Düzencilerin olacaktır. Hıristiyanlar bizimle beraber olacaklardır. Nitekim Bediüzzaman da buna işaret etmektedir. Gönlümüz Yahudilerin de bizim yanımızda olmasını ister ama ne var ki Kur’an’ın haberleri bu yönde değildir. Kur’an bunların en büyük güce ereceklerini bildirmiştir. Ama sonrasını da bildirmiştir.
Bundan sonra ne olacaktır? Hıristiyanlarla Müslümanlar dünyada üstün olacaklardır. Uygarlıkta üstün olacaklardır. Çinliler ve Hintliler ortadan kalkmayacak, onlar da varlıklarını sürdüreceklerdir. Çünkü üstün olma demek, oların üstünde olma demektir. Ama uygarlıkta önderlik Hıristiyanlarla Müslümanların olacaktır.
Hıristiyanların şeriatları yoktur. Şimdiye kadar Tevrat şeriatı ile yaşadılar. O şeriat 3000 yıldır insanları yönetebilmiş ama artık çok gerilerde kalmıştır. İslâm fıkhı da böyledir. Yapılacak iş müsbet ilme göre Tevrat’ı, İncil’i ve Kur’an’ı yorumlayarak yeni uygarlığı ortaya çıkarmadır. Bu husustaki ilim olan “Fıkıh Usûlü İlmi” Müslümanlarda durmaktadır. Onlar da bu ilimden yararlanabilirler. Onların kitapları daha fazla tevile ihtiyaç gösterir.
Buna bakıldığında “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı Avrupa Birliği ile birlikte Müslümanlar kuracaklardır. Kısmen bu görüş veya düşünce doğrudur. Türkiye Avrupa Birliği’ne girmeyecektir. Ama Türkiye Avrupa ile Asya arasında yalnız maddî köprü değil, aynı zamanda manevî köprü olacaktır. Avrupa Birliği çıkmaza girdiği zaman “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı okuyacaktır. Kendini ona göre düzenleyecektir. Çöküşünü böylece geciktirecektir. Avrupa Birliği Papalığı daha çok takdis edecektir. Papalık da reformlar yaparak Protestanlıkla olan ayrılığını sona erdirecektir. Mezhep farklılığını din farklılığı olarak görmeyecektir.
İsrail Devleti ülkesinde varlığını sürdürecek, ilimde ve ticarette hizmetine devam edecektir. Ama siyasi ve askeri üstünlüğü olmayacak, Müslümanların koruması altında olacaktır. Sömür sermayenin ömrü ise sona ermek üzeredir. (İsra Sûresi’ne ve bizim yorumlarımıza bakınız. 133 ve 204. Seminer Notları.)
ثُمَّ إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ (ÇumMa EıLayYa MaRCıGuKuM) “Sonra merciiniz banadır.”
Bu hitap bizedir. Hıristiyanlarla Müslümanlar arasındadır. Sizi kıyamete kadar kâfirlerin fevkine ca’ledeceğiz diyor. “Sonra” kelimesi ile kıyametten sonraki durumumuzu tasvir ediyor. Aramızda ihtilaflar olacaktır. “Merciiniz banadır” demektedir. Âhiret’te normal olarak kişiler sorumlu olacaklardır. Topluluk sorumlu olmayacaktır. Ama topluluğun baskısı olduğu için sonunda kişiler de kendilerini korumak isteyeceklerdir. Ancak kişiler o topuluğun hesabını da verecekledir.
Buradan şunu anlıyoruz ki, bir taraf Hak medeniyetlerinin, diğer taraf kuvvet medeniyetlerinin uygulayıcıları olacaktır. Ancak her iki taraf da sonunda Allah’a hesap vereceğini bilsin ve ona göre oyunu kurallarına göre oynasın.
فَأَحْكُمُ بَيْنَكُم (Fa EaXKuMu BaYNaKuM) “Aranızda hükmedeceğim.”
Yani bu dünyadaki görevlerinizi yaparken şeriata göre hareket etmelisiniz. Zalim olmayacaksınız. Kural dışına çıkmayacaksınız. Savaşsanız bile savaşları şeriatın hükümleri içinde yapacaksınız. Âhiret’te birbirinize hesap vereceksiniz. Haklarınız aranızda dengelenecektir.
“Ben hükmedeceğim” deyince, başkaları hükmetmeyecektir demektir. Bu dünyada sizin üzerinizde bir güç olmayacaktır. Birbirinizle itişip çekişeceksiniz.
Şimdi Yahudi sermayesi şunu planlamaktadır: Dünyayı Ortadoğu, Orta Asya ve Sibirya’dan ikiye ayırsın. Dünyanın zengin kaynaklarını kendisi işletsin. Doğu ile Batı’yı savaştırsın ve dengeyi korusun. Bu plân doğru ise uygarlıklar Budizm ile İbrahimî dinler arasında gidip gelecek demektir. Ama Kur’an böyle söylemiyor. Uygarlıklar Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında gidip gelecektir.
ْ فِيمَا كُنْتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُون (FIyMAv KuNTuM FIyHı TaPTaLıFUvNa)
“İhtilaf ettiklerinizde ben hükmedeceğim.”
Demek ki Hıristiyanlarla Müslümanlar ihtilaf edecek, aralarında da ayrılıklar ve savaşlar olacaktır. Allah Âhiret’te hükmedecektir. Avrupa’nın son beş asrı hep iç savaşlarla geçmiştir. Ancak bu savaşlar sayesinde savaşı öğrenmişler ve dünyayı öyle fethetmişlerdir. Hâlâ dünyanın en güçlü silahlarına sahiptirler. Ne var ki sahip oldukları silahlar kitle imha silahlarıdır. Ülkeler bunlarla fethedilse bile bunlarla yönetilemiyor.
Yönetim ancak “Adil Düzen”le mümkün olacaktır. Şimdiki Batı dünyasının silah üstünlüğü sömürücü sermayenin hizmetindedir. Ama yakında ABD’de bu sermayenin hakimiyeti sona erecektir. Dolayısıyla silah üstünlüğü insanlığın olacaktır. Artık sömürü sermayesinin emrinde değil; “Adil Düzen”e göre oluşan insanlık teşkilâtının emrinde olacaktır.
Hazreti İsa’ya tâbi olanlar arasında savaşların sürüp gitmesi onların eğitilmeleri içindir. Aralarında savaş olmazsa savaşı nerede öğrenecekler ve düşmanlarla nasıl savaşacaklardır. İslâm inanışına göre birbirini öldüren sahabelerin ikisi de şehittir. Çünkü onlar Hak uğruna savaştılar. İçtihatlarında hata vardı, inançlarında değil. Bu anlayış küçük tadilatla doğrudur. Ne tarafta savaşma değil, ne amaçla savaşma önemlidir. Müslümanlarla Hıristiyanlar aralarında savaşacaklardır. İhtilafları olacaktır. Bunlar onlar için rahmet olacaktır. Üstünlük böyle sağlanır.
فَ (Fa)
Bundan önce Hazreti İsa’ya tâbi olanlardan bahsetti. Tâbi olmak demek; “Ben Hıristiyanım”, “Ben Müslümanım” demektir. Tabiiyetine girmek demektir. Vatandaş olmak demektir. Bunların içinde herkes mü’min olmayacaktır. Kimi mü’min, kimi kâfir olacaktır. Yalnız bunların içinde değil; uygarlıkta bunlardan geri olan ülke halkları içinde de kimi kâfir, kimi mü’min olacaktır.
İşte onları anlatmak için burada “Fa” harfi gelmiştir. Uygar ülkeler ile huzur ülkeleri birbirinden farklı olacaklardır. Huzur ülkeleri arasında savaşlar olmayacaktır. Huzur içinde yaşayıp gidecekler, ama uygarlıkta hep Hıristiyan ve Müslümanların arkasından gideceklerdir. Savaş ülkeleri ise savaşıp duracaklar ama aynı zamanda uygarlığın gelişmesine de böylece hizmet edeceklerdir. Yalnız insanların bir taraftan diğer tarafa kolayca göç edebilecekleri yerinden yönetim sistemi ile buralarda yaşayan huzur ülkeleri, huzur illeri, huzur bucakları olacaktır. Askerlik zorunlu olmayacak, bedelli olunacaktır. Dolayısıyla kişiler veya topluluklar için bu ayırım olmayacak, bu uygarlıklar içinde olacaktır.
Her yerde insanlar kâfir ve mü’min olarak ayrılacaklardır. Kişi her zaman istediği dinde ve anlayışta olacaktır. Yani tam lâiklik olacaktır. Ne Hıristiyanlar, ne Müslümanlar dinde baskı yapmayacaklardır.
أَمَّا الَّذِينَ كَفَرُوا (EamMA elLaÜIyNa KaFaRUv) “Küfretmiş olan kimseler ise,”
İster Müslümanlar, ister Hıristiyanlar, ister diğer topluluklar arasında olsun, hep küfretmiş olan kimseler olacaktır. Hem de bunlar küfür içinde cemaatleşeceklerdir. Bu işi nasıl yapacaklardır? Partileri olacak, cemaatleri olacaktır. İlmî, dinî, meslekî ve siyasî gruplar oluşturacaklar ve küfür üzerinde cemaatleşeceklerdir. Bunların teşkilâtlanmalarına izin verilecektir.
Bunun dışında kâfirler kendi bucaklarını, kendi ocaklarını, kendi illerini, hattâ kendi ülkelerini kuracaklar ve küfürlerini dünya çapında sürdüreceklerdir.
Burada Allah’ın bize vaat ettiği bizim onlardan üstün olacağımızdır. Yani, ister Hıristiyan olsunlar, ister Müslüman olsunlar, hakimiyet bunlarda olacak; ama lâiklik ve demokrasi dolayısıyla kâfirlerin de yaşamalarına ve cemaatlaşmalarına imkân vereceğiz. Hani onlar diyorlar ya; demokrasi düşmanları demokrasiden yararlanamazlar! İşte biz onu da demiyoruz. Demokrasi düşmanı olsalar da onların yaşama hakları vardır. Fiilî saldırıda bulunmadıkça biz onlara dokunmayız. Çünkü biz güçlüyüz ve kendimizden eminiz. Onlardan korkmuyoruz. Suç işlerlerse, savaş çıkarırlarsa, o zaman hesabı görürüz.
فَأُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَدِيدًا (Fa EuGaüÜıBuHuM GaÜAvBan ŞaDIyDan)
“Onları şiddetli azabla ta’zib edeceğim.”
“Onları ben ta’zib edeceğim.” diyor Allah. Küfretmiş olanlar azaba uğrayacaklardır.
“Azab” sıkıntı çekmedir, acı duymadır. İnanmış insan bedenen acı duysa bile o Rabb’ine teslim olmuştur. Sabır onun için hesap defterine yazılan kazançlardandır. Onun için bedeni acı duysa da ruhu zevk almaktadır. Küfretmiş olan kimseler için ise hep korku, sıkıntı ve üzüntü vardır. Onlara mü’minler eziyet etmez, mü’minler ceza vermez. Onlar kendi kendilerini yerler ve Allah onlara çeşitli âfetler gönderir. Onun için “Onları ben ta’zib edeceğim.” diyor. Sana tâbi olanlar onların fevkinde olacaklar ama onlara da azaplarını ben vereceğim diyor.
Yukarıda sana tâbi olanları olmayanların fevkine çıkaracağım demiyor; “Sana tâbi olanları kâfirlerin fevkine çıkaracağım.” diyor. Yani, kâfir olmayan mü’minler üzerinde uygar olanların üstünlüğü olmayacaktır. Çünkü iman etmiş olanlar nerede olursa olsun, Çin’de veya Hint’te olsun, uygarlıkta aynı yerde olacaklardır. Oralarda ülkeler kurabilecekler, oralarda iller kurabilecekler, oralarda bucaklar kurabileceklerdir.
Oralarda Budist mü’minler de olacaktır. Bizim onların üzerinde bir üstünlüğümüz olmayacaktır. Çünkü biz kâfir olmayanların hepsini bizimle beraber sayarız. Uygarlığımızda onların katkılarını da alırız. Nitekim tarihte biz barutu, pusulayı, kâğıdı Çinlilerden öğrendik.
فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ (FIy eLdDuNYAy Va eLEaPıRaTı) “Dünya’da ve Âhiret’te.”
Dünya’da ve Âhiret’te Allah kâfirleri ta’zib edecektir. Kâfirler Dünya’da da başarılı olmayacaklar, Âhiret’te de başarılı olmayacaklardır. Onlara Allah tarafından beklemedikleri belalar geleceği gibi; zaten kendi ahlaksızlıkları, kendi fesatları sebebiyle Dünya’da cezalarını çekecekler, Âhiret’te de cezalarını çekeceklerdir.
Kâfir olan aşiretler olacak, kâfir olan kabileler olacak, kâfir olan şa’blar olacak ve kâfir olan kavimler olacak; onların da “Adil Düzen” örgütlenmesinde yerleri olacaktır. Biz küfrü yasaklamayacağız.
Bir şey dinî olduğu için suç olmayacak, ama bir şey dinî olduğundan suç olmaktan da çıkmayacak. Kişilere suç işleyebilmelerinden dolayı değil, suç işlemelerinden dolayı ceza verilecek. Suç işlemelerine izin verilecektir. Sonra cezaları verilecektir. Cezalarını Allah verecektir. Ya mahkeme kararı ile ceza verilecek ya da Allah’ın bir afeti ile ceza verilecektir.
وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِرِينَ (Va MAv LaHuM MıN NAvWıRIyNa)
“Ve onların bir nasiri olmayacaktır. Ve onların bir yardımcısı olmayacaktır.”
Allah kâfirlere cezalarını verirken onları destekleyen ve koruyan kimse bulunmayacaktır.
Yirminci yüzyıl sosyalizm fırtınaları ile geçti. Nasyonal ve enternasyonal sosyalizm dünyayı kasıp kavurdu. Bu onların zaferi değildi. İnsanlık tarihî kalıntılar içinde yaşıyordu. Gerek Müslümanlar, gerek Hıristiyanlar, gerek Budistler ve Hindular hep bozulmuş zulüm düzeni içinde yaşıyordu. Eski müesseseler işe yaramaz olmuştu. İşte bunları ortadan kaldırmak için sosyalizm diye bir âfet dünyayı sardı ve eskimiş bozuk anlayışları silip süpürdü.
Şimdi insanlık yeni düzeni beklemektedir. Tarla açılmıştır. Tohum bekleniyor. O tohum “Adil Düzen” tohumudur. Biz o tohumun çekirdeğiyiz. Kendimizi tamamladığımız zaman çimleneceğiz. Nerede ve nasıl? Onu bilemiyorum.
وَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا (Va EamMa elLaÜIyNa EaMaNUv) “Îmân etmiş olanlar ise,”
Küfretmiş olanlara karşı iman etmiş olanlardan bahsedilmektedir. İster Hazreti İsa’ya tâbi olanlardan olsun, ister Hazreti İsa’ya tâbi olmayanlardan olsun; tâbi olanlar ister Müslümanlardan olsun, ister Hıristiyanlardan olsun, iman etmiş olanlara gelinirse, onlar için ecirler vardır.
Burada da teker teker mü’minlerden bahsetmeyip mü’min olan gruplardan bahsetmektedir. Yeryüzünde kâfir devletler olacak, mü’min devletler olacak; kâfir iller olacak, mü’min iller olacak; kâfir bucaklar olacak, mü’min bucaklar olacak; kâfir ocaklar olacak, mü’min ocaklar olacaktır. Bunlar dağılmış ve iç içe girmiş bulunacaktır. Kâfir ülkede mü’min iller olabilecektir. Mü’min ülkede de kâfir iller olabilecektir.
Bunların içinde her iki tarafta Hıristiyan ve Müslüman devletler olacak, bunlardan da kimi kâfir kimi mü’min olacaktır. Uygarlık bunların elinde olacaktır. Hak uygarlıklarını Müslümanlar, kuvvet uygarlıklarını Hıristiyanlar alıp götüreceklerdir. Zaman zaman Hak uygarlıkları yani Müslümanlar üstün olacaklar, zaman zaman da kuvvet uygarlıkları yani Hıristiyanlar üstün olacaklardır. Kıyamete kadar bu böyle devam edecektir.
وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ (Va GaMILUv elÜAvLIAvTı) “Salihatı amel etmiş olanlar.”
Kâfirler için sadece küfretmiş olanlar demiştir. Onların Dünya’da ve Âhiret’te cezalandırılacağını bildirmiştir. Mü’minler için bu yeterli sayılmamış, salihatı da amel etmiş olmaları istenmektedir.
“Salihat” demek, uygun işler demektir. Siz bir iş yaparsınız. Diğerleri de bir iş yapar. Bu işler birbirini tamamlıyorsa bu “salihat ameli”dir. Ama biri diğerinin yaptığını bozuyorsa veya uyum yoksa o zaman o salihat ameli olmaz. Burada hem amel edenler çoğuldur, cemaattir, hem de ameller dişi kurallı çoğuldur. Yani düzen çoğuludur, sistem çoğuludur.
O halde burada müjdelenen nedir? Dayanışma ortaklığı içinde olanlar ve çalışmalarında organize olmuş topluluklar demektir. İşte “Adil Düzen” bunu yapan düzendir. Liberal düzendir. Halk ekonomisi düzenidir. Ama organize olmuş, taazzuv etmiş bir düzendir. “Genel Hizmet” dediğimiz dördüncü girdi bunun için gereklidir. Yani; tesisler, ham madde (sermaye), emek ve genel hizmet. İşte bu âyette sözü edilen salihatı amel ancak bu sayede salihat olur.Eskiden birbirini tanıyan insanlar arasında işler yapılırdı.
فَيُوَفِّيهِمْ أُجُورَهُمْ (Fa YuVafFIyHıM EUCUvRaHuM)
“Onların ücretlerini ifa edecektir.”
“İfa etmek” demek, tastamam ölçmek, asla eksiklik yapmamak demektir.
Burada iman etmiş olan kimselerin ücretlerinin tamamen ifa edileceğini bildirmiştir. Dünya veya Âhiret’te dememiştir. Bu dünya bir imtihan dünyasıdır. İmtihanda sıkıntılar çekilir. Okulda not alınır. Ama onun semeresi sonra hayatta görülür. Okulda imtihanın karşılığı ödenmez. Bunun gibi bu dünyada iman edip ameli salih işler işleyenlerin ücretlerinin çoğu öbür dünyada verilecektir. Bu dünyada hepsi görülmemiş olacaktır. Kimi şehit olacak, kimi sıkıntı çekecektir. Bu sebepledir ki burada “Fi el-dünya ve’l-ahiret” dememiştir. Çünkü inananlar için bu husus değişmez.
وَاللَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمِينَ (Va elLAHu LaYuXıbBu elJAvLıMIyNa)
“Allah zalimleri hubbetmez. Allah zalimleri sevmez.”
Âyette mü’minlere müjdeler yapılmaktadır. Sonunda “Allah mü’minleri sever” deneceğine; “Allah zalimleri sevmez” şeklinde ifade edilmiştir. Küfür zulümle bir tutulmuştur. Mü’min olmanın zalim olmamayı gerektirdiğini ifade etmiş oluyor. Mü’min olmak demek, Hazreti Peygamber Aleyhisselâmın ifadesi ile insanların canlarını ve mallarını onlara emanet ettiği kimse demektir.
“Siz hayırlı ümmetsiniz. İnsanlara marufu emretmek, münkeri nehy etmek ve hayra dâvet etmek için çıkarıldınız.” Yani, zulmü ortadan kaldırmak için varsınız. Evet, o sebepledir ki zulümle mücadele etmiş olan mü’minlerin ücretleri ifa edilecektir. Bu ifade mü’minlerin görevini ortaya koyar.
ذَلِكَ نَتْلُوهُ عَليْكَ (ÜAvLıKa NaTLUvHu GaLayKa)
“Bu sana tilavet etmekte olduğumuzdur.”
Bu haberi yani gelecek dünyanın oluşmasını biz sana aktarıyoruz. Böylece gelecek hakkında sizleri haberdar ediyoruz. Kur’an’da bu ifade söylendiği zaman dünyada başka büyük devletler vardı. Önce Persler vardı. Sonra Bizanslılar vardı. Ayrıc Çinliler vardı. Göktürkler vardı. Kur’an mü’minlere gelecek vaat ediyordu.
Ama Hazreti İsa’ya “sana tâbi olanlar” tâbiri ile kıyamete kadar onların üstün olacağı bildiriliyordu.
Sonra ne oldu? Önce Bizans İmparatorluğu yıkıldı. Türkler Viyana’ya kadar vardılar.
Sonra geri çekildiler. Sakarya’ya kadar gerilediler.
Şimdi de İstiklâl Savaşı sonrasında dünyaya yeni uygarlığı getirmeye hazırlanıyorlar.
مِنْ الْآيَاتِ (MiNa eLEaYAvTı) “Bunlar âyetlerdendir.”
Yani Kur’an’ın ve İncil’in mucizelerindendir.
Tarihte neler olmuştur? Önce Roma Hıristiyanlığı kabul ediyor. İkiye ayrılıyor. Doğu Roma kuruluyor.
Batı Germenler tarafından istila ediliyor ama Germenler Hıristiyan oluyor. Kuzeyde yaşayan Türkler Müslüman oluyor. Slavlar Hıristiyan oluyor.
O zaman verilen haberler bir bir geçekleşiyor. Bir taraftan Müslümanlar Hindistan ve Çin’e giderken, diğer taraftan Amerika keşfediliyor ve koskoca iki kıta Hıristiyan oluyor. Buharlı geminin keşfi ile tüm dünya denizlerini Hıristiyanlar istila ediyor. Bugün de dünya üzerinde hakim olan Müslüman ve Hıristiyanlardır.
وَالذِّكْرِ الْحَكِيمِ (Va eÜıKRı elXaKIyMı) “Ve hakîm zikirdendir.”
“Hakim” muhkem ve sağlam anlamına geldiği gibi hükmeden ve hükümleri ihtiva eden anlamındadır. Yani Kur’an’ın söyledikleri bir hatırlatmadır. Çünkü Kur’an’dan önce de Hıristiyanlık hakim duruma gelmişti.
“Hakimdir” çünkü bundan sonra da aynı üstünlükler yaşanacaktır. Şimdi de III. Bin Yıl Uygarlığı’nın nasıl kurulacağı anlatılmaktadır. “III. Bin Yıl Uygarlığı” Batı’nın müsbet ilimleri ile Müslümanların usûlu fıkhına göre yorumlanan Kur’an’a ve diğer mukaddes kitaplara dayanılarak kurulacaktır.
Yahudilerin beşyüz senelik bir planı vardır. Dünya üzerinde bir Yahudi yönetimi tesis etmek. Bugün bunu şöyle planlıyorlar. Dünyada tek merkez bankası oluşmalıdır. O da sermayenin bankası olmalıdır. Başka paralar hep bu paranın emrinde olmalıdır. Böylece tahsildarsız dünya devamlı olarak haraca bağlanacaktır. Yılda dünyada yapacağı %2,5’luk enflasyonla beşerî hasılanın %2,5’unu masrafsız tahsil edecektir. Dünya 6 milyar ise, Yahudiler de 12 milyon ise, binde 2 kadardırlar demektir. Demek ki Yahudi halkı dünya refahının on katı daha fazla refah içinde yaşayacaktır. Aralarında çıkaracağı savaşlarla kendisi saltanatını sürdürecektir.
Bunun için dünyayı ikiye ayırmak istiyor. Ortadoğu, Afganistan, Rusya ve Sibirya ile dünya ikiye ayrılacak. Bu ülkeleri küçük küçük devletçiklere ayıracak. Yahudi devletini silahlandıracak. Gelip geçenden haraç kesecek. İşte sömürü sermayesinin planı budur.
Bu planın bir yanı doğrudur. Dünya iki kutba bölünecektir. Çünkü insanlar kutuplaşmadan duramazlar. Mıknatıs gibi ortası nötr olacaktır. Ancak bu işi kimler başaracaktır? Yahudiler mi? Yoksa Hıristiyanlarla Müslümanlar mı? İşte Kur’an burada cevap veriyor. Hazreti İsa’ya tâbi olanlar.
Bundan sonra ne olacaktır?
Türkiye lâik bir ülke olarak uygarlığın kaynağı olacak. Çünkü Batı medeniyeti ile Doğu Medeniyeti’ni bilen ve sentez edebilen yalnız Türkiye’dir. Yahudilerin planladığı şerit oluşacaktır. Ancak burası Yahudilerin değil Adil Düzencilerin hakimiyetinde olacaktır. Bu “Adil Düzen”i Hıristiyan ve Müslümanlar oluşturacaktır. Hüküm budur.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 234. SEMİNER Yorum-64 İstanbul, 07 Kasım 2003
ÜSKÜDAR PROGRAMI
Bir Âyet:
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ
فَلَوْلَا نَفَرَ مِنْ كُلِّ فِرْقَةٍ مِنْهُمْ طَائِفَةٌ لِيَتَفَقَّهُوا فِي الدِّينِ
(Fa LavLAv NaFaRa MıN KulLI FıRKatın MınHuM OAıFaTun Lı YaTaFaqaHu Fıy eldDıyNı)
“Her fırkadan dini tefakkuh etmek için bir taife nefr etmelidir.”
“Her kuruluştan düzeni kavramak için bir takım çıkmalıdır.”[Tevbe(9);122]
“Nefr” kelimesi savaşa çıkma anlamındadır.
O halde ilim tahsili için çıkma savaşa çıkma kadar mukaddestir.
“Fırka” kelimesi kullanılmaktadır.
“Ferik” ordudaki alay anlamındadır. Her ilden şeklinde yorumlayabiliriz.
“Taife”yi takım olarak adlandırıyoruz.
Her ilde 300 kadar üniversite mezunu olmalıdır. Ömrünün beş senesini tahsilde, kalan 30 senesini de ülkesinde geçirdiğini kabul edersek, ilde her yıl 10 öğrenci mezun olmalıdır. Bir ülkede 100 il varsa, beş senelik eğitim için 50*100=5000 öğrenci olacaktır. İki misli öğrenci alırsak 10 000 eder. Her üniversite 1000 kişilik yatılı öğrenci barındırmalıdır demektir. Bunlar burslu olacaktır. Üniversite 25 fakülte ve 100 bölüm olacağına göre, her sınıfta 10 kadar yatılı öğrenci olacaktır.
Adil Düzen:
“ADİL DÜZEN”DE DEVLET
“Adil Düzen”de devlet, bir ulusun edindiği ülke üzerinde mülkiyet ile kurduğu hakimiyettir. Demek ki devletin ülkesi var, ulusu var. Ülke mülkiyet ile bölüşülmüştür. Halk ise anayasa ile örgütlenmiştir. Böylece hakimiyet sağlanmıştır. Hakimiyeti işini halkın kendi mülklerinde serbestçe tasarruf etmeleri gerekir. Bunun için çıkan nizalar yargı yoluyla halledilmelidir. İç güvenlik sağlanmalıdır. Dış savunma yapılmalıdır.
Demek ki hakimiyet;
a) Halkın kendi mülklerinde serbest tasarruf edebilmesi.
b) Çıkan nizaların hakemler aracılığı ile çözülmesi.
c) Hakem kararlarına uymayanların dışlanabilmesi.
d) Dış saldırılara karşı korunabilmesi demektir.
Devletin varlığını sürdürebilmesi için;
a) Kuralları koyan bir “yasama şurası” bulunmalıdır.
b) Halk bu kurallara göre çalışıp yaşayabilmelidir. Bunun için örgütlenmesi gerekir. Buna “yürütme” denmektedir.
c) Çalışırken çıkan nizaları çözüp işlerin düzgün yürümesi sağlanmalıdır. Buna “yönetme” diyoruz.
d) Yaşarken elde edilen hasıladan herkes payını kurallara göre almalıdır. Bunun için “yargı teşkilâtı” oluşmalıdır.
Şimdi Batı modelinde bu mekanizmanın kurulup işletilmesinde son sözü söyleyen bir güç vardır. Onlara göre devletler ulusal olmalıdır. Her devleti yöneten bir güç olacaktır. O güç devlettir. Sosyalistlere göre bu güç silah gücüdür. Türkiye’de kurulmuş böyle bir güç vardır, o da ordudur. Ordu kendi kendisini yetiştirebilmektedir. Okullara aldığı öğrencileri yetiştirmektedir. Onları kendisi yükseltmektedir. Sırası gelen Genelkurmay Başkanı olmaktadır. Devlet onundur. O halktan zorla asker almaktadır. O halktan zorla vergi almaktadır. Devlet ordu demektir. Başka ülkede bu ordu siyasi partilerin olur. O zaman o ülkede o siyasi parti devlettir. Başka ülkede bir hanedan orduyu elinde bulundurur, o zaman da o hanedan devlettir.
Bu görüşe karşı ikinci model olarak tekel yönetimi vardır. Servet sahipleri halkı çalıştırırlar. Halk bunların fabrikalarında çalışmak zorundadır. Türkiye’deki özelleştirme hareketi budur. Orduyu etkisiz hâle getirme çabasıdır. Sermaye tekeli elde ettiği servet ile orduyu besler. Ordu sadece savaş yapar, yönetime karışmaz. Yönetim sermayenin atadığı görevliler tarafından yapılır. Burada da devlet sermayenin oluşturduğu örgüttür. Meclis sermayenin desteklediği partilerden oluşur. Görünürde rahat bir yönetimdir. Devlet yine hükümettir.
“Adil Düzen”e göre ise tekel yönetimleri artık tarih oluyor.
a) Önce hanedanlar yönetti.
b) Sonra diktatörler yönetti.
c) Şimdi parti başkanları yönetiyor.
d) Gelecekte ise halk kendi kendisini yönetecektir. Tekel yönetimi ortadan kalkacaktır.
Bunun için “yerinden yönetim sistemi” getirilecek. İnsanlık teşkilâtı olacak ama ülkelerin iç işlerine karışamayacak. Ülkede merkezî devletler olacak ancak bunlar illerin iç işlerine karışamayacaklar. İllerde merkezî teşkilât olacak ama bucakların iç işlerine karışamayacaklar. Asıl hukuk düzeni bucaklarda kurulacak. Kendi kanunlarını bucaklar kendileri yapacak. Yargıları bağımsız olacak. Yargı kararları temyiz edilemeyecek. Bucaklarda ocaklar olacak, ocaklar da kendi işlerinde bağımsız olacaklardır. Halk da kendi işlerinde hür olacaktır.
a) Halk kendi içtihatları ile kendi yaşama kurallarını koyacak ama onlara uyacaktır.
b) Halk aralarında sözleşmeleri yapacaklar ama yaptıkları sözleşmelere uyacaklar.
c) Halk kendi ocağını ve bucağını kendisi seçecek veya değiştirebilecek ama o bucak veya ocakta yaşarken oranın yöneticilerine itaat edecektir.
d) Halk aralarında çıkacak nizaları kendi seçtikleri hakemlere çözdürecek ama hakem kararlarına uyacaktır.
Halk dayanışma ortaklıkları kurarak hangi dayanışmanın ortağı ise onun kefaleti ve korumasında yaşayacaktır. Dayanışmanın koyduğu kurallara uyacaktır.
Demek ki artık devlet ile hükümet “Adil Düzen”de ayrılmıştır.
Devlet yasama, yürütme, yönetme ve yargıdan oluşan kurum ve kurallar birliğidir.
Hükümet ise yürütme ve yönetme organıdır. Yasamanın koyduğu kurallara uymak zorundadır. Yargının kararlarını dinlemek zorundadır. Yargı hakemlerden oluşur.
Bir Çözüm:
KUVVETLER AYRILIĞI
Diktatörlük yönetiminde vahdet-i kuvva ilkesi vardır. Yani bütün güç mecliste toplanmıştır. Meclis cumhurbaşkanını seçer. Son karar hep onundur. Hükümet onun emrindedir. Kanunları hükümet hazırlar ve meclise gönderir, o da onaylar. Yargı da devlet başkanına bağlıdır. Denetimi o yapar. Tevhid-i tedrisat kanunu vardır. Devletçilik vardır.
Cumhuriyet Halk Partisi yönetimi böyle idi.
Mustafa Kemal alenen kuvvetler birliğini savunmuştur.
Demokrasiye geçildikten sonra kuvvetler birliğinin yerini kuvvetler ayrılığı almıştır. Ancak pratikte bu gerçekleşmemiştir. Hâlâ kanunları meclis yapıyor, hâlâ devlet kurumlarının çoğunu cumhurbaşkanı oluşturuyor, hâlâ yargı merkezden atanan hakimlerden oluşuyor. Bir taraftan çok partili sistem ve meclise dayalı hükümet, diğer taraftan meclisin denetleyemediği diktatör bir cumhurbaşkanı. Yargıda, üniversitede mutlak etkin kimse.
BU DURUMDA NE YAPILACAKTIR?
a) Mecliste partilerin önerdiği kanunlar öne alınacaktır. Hükümetler ancak partilerden birine kabul ettirdikleri kanunu önerebileceklerdir. Böylece yasama ile yürütme birbirinden ayrılmış olur.
b) Yüce divan mecliste milletvekilleri tarafından oluşturulacaktır. Milletvekilleri, orgeneraller, bakanlar, yüksek hakimler, profesörler ancak bunlar tarafından muhakeme edilmelidir. Hakemlik sistemi olmalıdır. Dokunmazlıklar kaldırılmalıdır.
c) Hakemler mahkemeyi yürütmelidirler. Soruşturma ayrı kurumca yapılmalıdır. Kararlar hakemlerce verilmelidir. Siyasi partilere kamu davaları açma yetkisi tanınmalıdır. Savcılık kaldırılmalıdır. Böylece yargı üstünlüğü ve bağımsızlığı sağlanmış olur.
d) Meclis hükümeti ve görevlileri denetleyebilmelidir. Ancak ekseriyet sistemi ile bakanı veya hükümeti düşürme sistemi ortadan kaldırılmalıdır. Yüce divan kararı ile hükümet düşebilmelidir. Mahkeme kararı ile görevli cezalandırılabilmelidir. Böylece idare ile yasama arasında da denge sağlanabilir.
Bir Yorum:
ÜNİVERSİTE KENTİ
1- Bir üniversite 25 fakülteden oluşacaktır. Her Fakültede 4 bölüm olacaktır. Her bölümün birer sınıfı olacaktır. Her sınıfta 20 öğrenci okuyacaktır. Toplam 10 000 öğrencili bir üniversitenin kurulmasını istiyoruz.
2- Bu site vakıf olarak kurulacaktır. Devlet sadece araziyi koyacaktır. Üniversiteyi vergiden muaf tutacaktır. Bu arazi bugün asla değerlendirilmeyen yüksek yerlerde boş hazine arazisi olacaktır. Devlete hiçbir yük getirmeyecektir.
3- Buraya su, yol, elektrik, telefon gibi altyapı hizmetini mahalli idareler yani belediyeler getirecektir. Bunun için yol güzergâhı üzerinden az 100 metre genişliğindeki araziyi tarla fiyatıyla Belediyeler Birliği olarak istimlak edecektir. Bu yol kenarlarındaki arsaları satıp altyapıyı yapacaktır. Bu araziler daha üniversite kurulmaya başlamadan satılır. Halka satılmalıdır. Belediyeler de bu sayede herhangi bir harcama yapmamış olur.
4- Arazi en az 40 000 dönüm olmalıdır. Buradaki arsaların dörtte üçü arsa olarak satılmalıdır. Dörtte birinde de her iki öğrenciye bir dönüm düşecek şekilde parsellenip öğrenci ve öğretmen lojmanları yapılmalıdır.
5- Ülkemizde verimsiz ormanlar çoktur. 2*10*100 metre kereste çıkar. Bunların ayıklanması hem ormanı canlandırır hem de ahşap ev yapımında kullanılır. Bugün bunlar ya değerlendirilmiyor ya da odun olarak kullanılıyor. Bu ayıklama ormanlarımızı eksiltmeyecek, tam tersine gürleştirecektir.
6- Her öğrenciye 5*2 ebadında mutfağı ve banyosu olan bir oda verilecektir. İkişer ikişer birleştirecekleri 3 odalı evler ortaya çıkacaktır. Bu çift odanın maliyeti ormanda kesilecek ağaçlar değerlendirilirse 2000 dolara mal olur. Gençler evlenebilir, böylece hem okur hem ailelerini kurmuş olurlar. Yahut bekâr iki kız veya bekâr iki erkek birlikte oturarak aile ortamı oluşturmuş olurlar. Yanlarına büyük anne ve babalarını da alabilirler.
7- Bu sitede ayrıca 20 000 kişinin çalışabileceği işyerleri tesis edilecektir. Bu işyerleri dört vardiye çalışacaktır. Öğrenciler ve öğretmenler 6 saat burada çalışacak ve geçimlerini sağlayacaklar. Diğer 6 saatlerini de okuma ile geçirecekler. Eşleri ile beraber olacakları için bu durum onları sıkmayacaktır. Yemeklerini kendileri pişirmeyecek, çamaşırlarını kendileri yıkamayacaktır. Bunları işbölümü ilkesi içinde kendileri yapacaklardır.
8- Bu işletmeler siparişle çalışacaklardır. Ham madde getiren tüccara mamul madde vereceklerdir. Ücret karşılığı olarak ham maddeyi alacaklardır. İşsizlik söz konusu olmaz, olsa olsa işçilik ucuz olmuş olur.
9- Ücretler öğrenciler ve öğretmenler arasında bölüşülecektir. Öğrencilere ve öğretmenlere kadrolar tahsis edilirken derslerde aldıkları notlarla belirlenecektir. İmtihanı öğretmenleri yapmayacaktır. Öğrencilerin başarıları öğretmeninin başarısı kabul edilecektir.
10- Mezun olan öğrenciler aynı zamanda üretici bir meslek sahibi olarak mezun olacaklardır. Tahsilleri genel hizmetleri yapacak şekilde olacaktır. Ama genel hizmette hizmet verme imkânı bulamazlarsa üretici olarak çalışma imkanına sahip olacaklardır.
11- Bu sitede makineler de üretilebilecektir. Tasarruf yapanlar sonunda yaptıkları işin makinelerini de alarak ülkelerine gideceklerdir. Böylece oralarda serbest işi de kolayca kurma imkanına ulaşacaklardır.
BÖYLE BİR ÜNİVERSİTENİN KURULABİLMESİ İÇİN:
a) Bu üniversitenin birinci sınıfının faaliyete geçebilmesi için 100 öğretim üyesine ihtiyaç vardır. Önce emekli de olsa bu üniversiteye katılacağını taahhüt eden 100 profesör bulmalıyız. Bunlar maaşla değil de ortaklık olarak çalışmayı kabul edeceklerdir.
b) Sonra hayırseverler tarafından finanse edilerek vakıf kurulmalıdır. Bu kurucuların oradaki yararları oradaki faaliyetlere bir iş adamı olarak katılma olabilir. Mesela, arsa karşılığı inşaat yapabilirler. Ham madde getirip mamul madde alabilirler. Harcadıkları para karz-ı hasen olacak, sonra alabileceklerdir.
c) Belediyelerden biri ile anlaşılarak böyle bir üniversite kurulduğunda istimlâk hizmetlerini yapacağını taahhüt etmelidir.
d) Bundan sonra devlete baş vurarak o belediyenin civarında en az 40 000 dönümlük değerlendirilmeyen hazine arazisi tahsis ettirilmelidir. Ormanlık vasfını kaybettirmemek şartıyla bu arazi orman arazisi de olabilir.
e) Bu modelde kurulacak üniversitenin özel vakıf kanunu çıkarılmalıdır. Bunu da Türkiye Büyük Millet Meclisi yapabilir.
f) Vakıf tahsis edilen arsanın ve yol güzergâhının projesini yapmalıdır.
g) Vakıf bir televizyon ve bir gazete ile anlaşarak, onlara arsa vererek reklâm yaptırmalıdır.
h) Yurt içinde ve yurt dışında yapılacak davetler ile yol güzergahındaki arsalar satılmalıdır. Üniversite sitesinde arsa satılmalıdır.
i) Bir fakülte ile faaliyete geçilerek zamanla tam teşekküllü üniversite hâline gelmelidir.
Bu şekilde kurulacak bir üniversite Türkiye’yi muasır medeniyetin fevkine çıkarır.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
TÜRKLEŞMEK, İSLÂMLAŞMAK, MUASIRLAŞMAK - III
2- L İ S A N
Ziya Gökalp: -Türkleşmek, İslâmlaşmak ve Muasırlaşmanın dilde de görüntüsü vardır.
Süleyman Karagülle: -Allah insanları değişebilen ve uygarlaşabilen varlık olarak var etmiştir. Sosyal ve ekonomik değişmeler dildeki değişmelerle birlikte olur. Dildeki değişmeleri tetkik ederek sosyal ve ekonomik değişmeyi de öğrenmiş oluruz.
ZG -Gelişmiş milletlerin gazetelerini tercüme ederken yeni mefhumları yeni kelimelerle ifade ediyoruz.
SK -İnsanlar yeni kavramları dışarıdan aldıkları kelimelerle, yahut kendilerinin ürettiği kelimelerle veya o dilde mevcut olan kelimelere yeni manâlar şarj ederek geliştirirler. Yeni kelimeler üretirken kendi dillerinde ürettikleri gibi, Arapça gibi uygarlıklarının dilinde de üretirler.
ZG -Yeni kavramları bazen lafızları ile yeniliyor veya sadece manâlarını değiştiriyor.
SK -Dilde kelime üretme özelliği vardır. O kelime dilde vardır ama o zamana kadar bir manâsı olmaz. Mesela, “uçak” kelimesi “yatak” gibi uçmaktan bir âlet ismidir. Ama tayyare icat edilmeden bir manâsı yoktu. Burada kelime türetilmiştir. Bazı zaman ise kelimenin manâsı vardır ama yeni manâ kazanmıştır. Mesela, eskiden “araba” at arabası iken şimdi otomobilin de adı olmuştur.
ZG -Gelecekte Batı dillerindeki kavramlara Türkçe’de de karşılık bulunacaktır.
SK -Bir dilde başka dildeki bütün kavramlara aynen karşılık bulunamaz. Topluluk uygarlaştıkça kendi dilini de o şekilde geliştirir. Çok ilkel dillerde de çok ileri ifade tarzları vardır. Hiçbir kültür diğer ulusa tam girmeyeceğinden hepsinin karşılığı bulunamaz. Ancak ilim dilinde ıstılahlar oluşur.
ZG -Lisanımızda yabancı, Arapça’dan veya Farsça’dan türetilmiş kelimeler vardır.
SK -Osmanlılar daha çok Arapça’dan kelime üreterek muasır medeniyeti kendi dillerinde alabildiler. Bu Kur’an Arapçası değildir. Bugün Öz Türkçe ve garp terimleri boğuşmak üzeredir. Yeni kelime üretmeden evvel yeni kavramlar üretmeliyiz.
ZG -Yabancı kelimeler kaçak giriyor. Kendi dilimizde karşılık bulunabilir.
SK -Bugünkü uygarlığı Kur’an Arapça’sıyla ifade etmeliyiz. Yeni uygarlığa ancak böyle gidebiliriz. Halk dilini ise Türkçe geliştirmeliyiz. Bunun için de Türkçe’yi çok iyi bilmemiz ve kendi ürettiğimiz araçlara Türkçe adını vermemiz gerekir. Batı’dan aldığımız tayyarenin adı airport olabilir. Ama bizim ürettiğimiz tayyarelere “uçak” adını takabiliriz. Sonraları o kelimeler kendiliğinden elenir. Kalanlar da Tükçeleşmiş olur.
ZG -Istılahları biz Arapça’dan yapmalıyız, böylece İslâm âleminden kopmayız.
SK -Yeryüzünde iki ilmî dil vardır. Biri Arapça, diğeri Latince’dir. Türkler her iki dildeki ıstılahları bilmek zorundadırlar. Başka türlü bu iki uygarlığı sentez edemezler. Türkçe’de her iki dilin ıstılahlarını kullanan kitaplar yazılmalıdır. Öğrenciler seçmeli olarak hangisini istiyorlarsa onu okumalıdırlar. Türkçe bu iki ilmî dilin tercümanı olmalıdır. Türkçe, yardımcı fillerle buna en müsait bir dildir.
ZG –Arapça’dan ıstılahlar üretmek için cemiyet oluşturulmalıdır.
SK -Bir düşünür bir konuyu Arapça’ya tercüme ederken kendisi ona terimler bulur. Başkaları onu beğenip alır veya kendileri başka terim koyarlar. Zamanla birbirini okuyanlar ortak terim üzerinde birleşirler. Bunun dışında suni olarak ıstılahlar üretmek dili bozar, mantığı bozar. Bizim yapacağımız iş şudur. İlim adamlarımız Kur’an Arapçasını öğreneceklerdir. Kendileri kelimeler icad ederek dünyadaki bütün eserleri Arapça’ya çevireceklerdir. Arapça’dan da dünya dillerine çevrilecektir. Bu tercüme faaliyeti yazarlar arasında kendiliğinden ortak dili oluşturacaktır. Bununla beraber bir yazar bir kelimeyi kullandığı zaman onu dilciler kritik etmektedirler. Edebiyatçılar şiir yazmazlar ama şiirleri kritik edebilirler. Bu zamanla bir yere doğru götürür. Kur’an’ın tefsiri böyle yapılır. Mesela, Kur’an’da sperme “nutfe”, kromozoma “salsal”, gene “hame” denmektedir.
ZG -Arapça dilini geliştirerek uygarlığı İslâmlaştırmış oluruz.
SK -Arapça dilini geliştirerek Avrupa Uygarlığı’nı İslâmlaştıramayız ama yeni İslâm Uygarlığı’nı bu sayede kurarız.
ZG -Halk dilini Arapça ve Farsça’dan arındırmalıyız. Istılahlar dışında yabancı kelime kalmamalıdır.
SK -Her dilin kendi mantığı ve estetiği vardır. Yabancı kelimeler o dilin kurallarına ters düşeceği için dili çirkinleştirir. Bu sebepledir ki Kur’an’da geçen kelimeler dışında yabancı kelime alınmamalıdır. Bunlar da sadece ilmî terimlere inhisar ettirilmelidir. Ulus dili ise kendi dil yapısı içinde oluşmalıdır. İlim diliyle insanlaşacağız, ulus diliyle de uluslaşacağız. Ziya Gökalp lie tamamen mutabıkız.
ZG -Kavramlar Batı, ıstılahlar Arap, gramer ise Türkçe olmalıdır. Mümkün olan kavramlar Türkçeleştirilmelidir.
SK -İlmî kavramlar Arapça ve Latince dillerinde ifade edilmelidir. Türkçe’ye her iki kavram da girmeli ve kitaplar yazılmalıdır. Gramer mümkün olduğu kadar Türkçe olmalıdır. Yazı dilinde özel gramer geliştirilmelidir. Virgülün ‘ve’ yerine gelmesi böyledir. Türkçe III. Bin Yıl Uygarlığı’nın oluşmasında yardımcı olmalıdır.
ZG -Lisanımızı Türkçeleştirirken soydaşlarımızı da unutmamalıyız.
SK -Türkçe aslında Çince gibi hece dilidir. Heceler birleşerek kelimeler olmuştur. Türkler arasında birliği sağlayabilmemiz için ortak yazı geliştirmeliyiz. Mesela Türkler y, Kırgızlar c, Yakutlar s diyorlar. O halde bu harfi hepimiz kendi dilimizde okuyacağız, ama yazısı bir olacaktır. Bunun için çok çalışmamız gerekecektir.
Ziya Gökalp -Yeni mefhumlar asrın, ıstılahlar ümmetin, diller ise milletin olmalıdır.
S. Karagülle -Türk dilini geliştirmek gerekir. Divan-ı Lugatü’t-Türk kaynak kitabımız olmalıdır. Yabancı kelime olarak yalnız Latince ve Arapça kelimeleri kullanmalıyız. O kelimeler de yabancılıklarını korumalıdırlar. Yani, Türkçe yabancı kurallarla geliştirilmemelidir. Yabancı kelimeler de Türkçe ile kaynaştırılmamalıdır. Cem’ etmek yazcağız; cemetmek yazmayacağız. Türkçe kelimeleri Arapça çoğul yapmayacağız. Hâsılı, yabancı kelimeleri kullanacağız ama onlar konuk olmalıdır.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92