Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 235
ÂL -İ İMRAN SURESİ TEFSİRİ 59-63.AYETLER
22.11.2003
1224 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜZEN 235

““ADİL DÜZEN” BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.”Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi        21-22 Kasım 2003        Fiyatı: Seminere katılmak  veya   (akevleronline)  www.akevler.org

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ;  235. SEMİNER       (CUMA-CUMARTESİ)       İstanbul, 14-15 Kasım 2003

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL              Tel: (0212) 452 76 51

ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi CD. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL  (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği)           Tel: (0532) 246 68 92

*HAFTALIK TEFSİR SEMİNERİ  (CUMARTESİ GÜNLERİ “YENİBOSNA”; Saat:18.00-21.00)

ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ - XVI

BAŞÖRTÜSÜ UYUŞMAZLIĞININ KAYNAĞI NEDİR?

Uyuşmazlığın kaynağı nedir? Uyuşmazlığın kaynağı mesela başörtüsü gibi bir iddiadır. Kamu alanında baş örtülmesi zararlıdır gibi bir iddiadır. Herkes; baş açılmalıdır diyen taraf ile başörtüsü zararlı değildir, serbest olmalıdır diyen taraf arasında çekişme var. Biz baş örtülüleri devlet yönetimine sokmayız diyorlar. Nitekim bugün böyledir. Başı örtenler de biz örteriz ama devlet yönetimine de gireriz diyorlar. Şimdilik her iki görüş de Meclis’te yer almaktadır. CHP açmamaya şiddetle karşı, AK Parti de serbestlik istemektedir. Bu durumda ne yapılacaktır? “İbtihal” yapılacaktır. Yani halkoyuna gidilecektir.

Eğer CHP onda yedi ekseriyet alırsa AK Partililer Meclis’ten çekileceklerdir. AK Parti yöneticileri de bir daha seçime giremeyecekler, parti kuramayacaklardır. Yok eğer AK Parti onda yedi ekseriyet ile serbestliği kazanırsa bu sefer CHP milletvekillerinin milletvekillikleri düşecek, CHP yöneticileri bir daha Meclis’e giremeyecekler ve parti kuramayacaklardır.

Hiç birisi onda yedi ekseriyet elde edememişse o zaman hakemlere gideceklerdir. CHP bir hakem seçecek, AK Parti bir hakem seçecek. İki hakem ittifakla bir baş hakem seçecektir. Baş örtmenin zararlı olduğunu CHP ispat etmeye çalışacaktır. Kamu alanı birlikteliğini ispat etmeye çalışacaktır. Tek tip giyim kazanırsa, bunun baş açmak mı olması gerektiği veya başı örtmek şeklinde mi birlikteliğin sağlanmasında başarılı olunacağı anlaşılır. Kazanan Meclis’te ve iktidarda kalır, kazanamayan çekilir. İşte ibtihal budur. 

İşte İslâm düzeni barış düzenidir. Müsbet ilmin hakemliğini kabul eden bir sistemdir. İnsanlar Allah’a inanmamış olsalar bile müsbet ilme inanmalı ve onun hakemliğini kabul etmelidirler. Bunları da kabul etmiyorlarsa, o zaman tek araç kalıyor, savaş! Bunu kabul etmeyen AK Parti veya CHP birbirlerine; gelin savaşalım, biz güçlü isek sizi öldürürüz biz yaşarız, yok eğer siz yenerseniz siz bizi öldürür siz yaşarsınız diyorlar demektir! Türkiye yüz yıldır böyle yönetiliyor. Halk iki tarafın çekişmelerine sabretmektedir. Ezilse de iç savaşa izin vermemektedir. Böylece iki cepheli yöneticiler arasında savaş devam etmektedir. Duamız, iç savaş çıkmadan ibtihale gelmeleridir.   

*   *   *

İnsanlar eşittirler. Hukukta kişilere farklı statü tanınamaz. “CHP’liler üstün varlıklardır, onların dediği olacaktır, onlar baş açmak istiyorlar, o halde baş açılacaktır!” diye bir şey denemez.

“Ben kuvvetliyim, o halde benim dediğim olacak!” demek de yanlış olur.

Şöyle bir felsefe ortaya konabilir. CHP’nin arkasında ordu vardır. Ordu kuvvetlidir. O halde ordu öyle istediği için kamu alanında baş açılmalıdır. Ordu AK Parti’nin arkasında olsaydı o zaman başı açıp örtmek serbest olurdu. Yahut Saadet Partisi olsaydı herkes başını örtmeye zorlanırdı diyebiliriz. Evet, kıssa bakımından bu kıssadır. Kuvvetli olan için aynı imkân tanınırdı. Ama bu hak kasas olmaz, bâtıl kasas olurdu. O zaman Türk ordusu Türk milletinin ordusu olmaz, bir müstevlinin finanse ettiği ordu olurdu. Zorla vergi alan, zorla askere alıp savaştıran bir ordu olurdu. Zaten bütün istenen budur. Türk ordusunu millî ordu olmaktan çıkarıp müstevlilerin ordusu hâline getirmek, ondan sonra da desteğini çekip yok etmek. İstenen budur.

Başörtüsü hikâyesi bundan başkası değildir. Ordu da CHP de bu gaflet içinde seyredip duruyorlar. Hak kısas nedir? Millî iradeye ve hakemlere gitmektir. Adil Düzenciler her zaman ibtihale hazır olacaklardır.

*   *   *

Zalimlerin geçici olarak üstün gelmeleri haklı olanların gevşemelerini önlemek, hantallaşmalarını gidermek içindir. Nitekim Türkiye Müslümanları yirminci yüzyılda çok büyük değişme ve gelişme gösterdiler. Kızlarının okuma yazma öğrenmelerini erkeklerle mektuplaşırlar diye men etmeye çalışan zihniyetten, kızlarını okutmak için savaş veren seviyeye yükselmişlerdir. Bu ancak yirminci yüzyılda başlarına gelen belâlar sayesinde olmuştur. Birinci Cihan Savaşı’nda yenilmeseydik Cumhuriyet kurulmazdı. Medreseleri kapatmasaydık ilâhiyat fakülteleri doğmazdı. Böylece biz hâlâ 1000 sene evvel yazılmış kitapları anlamadan okumaya devam edecektik. 28 Şubat Müdahalesi de aynı zihniyetin henüz kalkmamış olmasından dolayıdır. İmam-Hatipliler ve İlâhiyatlılar silkinsinler, uyansınlar, göreceklerdir ki önleri nasıl açılacaktır. Sadece İlhan Arsel’e verdiğimiz cevabımızı bile okuma cesaretini gösteremeyen bu camianın Allah tarafından bu seviyede tutulması onlara sadece rahmettir. Daha fazlasını istemeye hakları yoktur…                      Derleyen: Reşat Nûri EROL

 

Bir Âyet:                               أَوْ لَا يَسْتَطِيعُ أَنْ يُمِلَّ هُوَ فَلْيُمْلِلْ وَلِيُّهُ بِالْعَدْلِ 2/282

“Zayıf olur da kendisinin yazdırmaya gücü yetmezse velisi imza etsin.”[Bakara(2);282]

Bir Çözüm: İSTANBUL OTOBÜSÇÜLER DAYANIŞMA KOOPERATİFİ

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE  İLE  ZİYA GÖKALP GÖRÜŞTÜ!

TÜRKLEŞMEK, İSLÂMLAŞMAK, MUASIRLAŞMAK – IV

3-  A N’ A N E   V E   K A İ D E

 

“Yapabileceğimiz şeyleri yapmaya başlasak, kendimizi hayretler içinde bırakacak sonuçlar alırız.”  EDİSON

 

ARTIK SİYASET ZAMANI: YA “ADİL DÜZEN”İ BENİMSEYEN BİR PARTİ; YA “ADİL DÜZEN PARTİSİ

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 235. SEMİNER         Tefsir         İstanbul, 15 Kasım 2003

 

ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ - XVI

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

اِنَّ مَثَلَ عِيسَى عِنْدَ اللَّهِ كَمَثَلِ آدَمَ خَلَقَهُ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ قَالَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ(59)

الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُنْ مِنْ الْمُمْتَرِينَ(60)

فَمَنْ حَاجَّكَ فِيهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَكَ مِنْ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ أَبْنَاءَنَا وَأَبْنَاءَكُمْ وَنِسَاءَنَا وَنِسَاءَكُمْ وَأَنْفُسَنَا وَأَنْفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَةَ اللَّهِ عَلَى الْكَاذِبِينَ(61)

إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْقَصَصُ الْحَقُّ وَمَا مِنْ إِلَهٍ إِلَّا اللَّهُ وَإِنَّ اللَّهَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ(62)

فَإِنْ تَوَلَّوْا فَإِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِالْمُفْسِدِينَ(63)

اِنَّ (EınNa) “Gerçek”

Burada bir birleştirme harfi yani “Va” veya “Fa” getirilmemiştir. Buna “fasl” denmektedir. Fasl iki sebepten yapılır. Ya bundan sonra söylenenler daha önce söylenenin açıklaması farklı bir şey değildir, birleştirme harfine gerek görülmemiştir, yahut konu değişmiş olur, o sebeple aralarında birleştirme harfi konmaz. Burada bundan sonra gelen ayet Hazreti İsa’nın babasız yaratılmış olmasının izahıdır. Onun vefat ettirilmiş olmasının izah edilmiş olmasıdır. Yani Hazreti İsa’nın diğer insanlardan farklı olmadığının açıklamasına geçmiştir.

İnNa” kelimesi yanlış bilinen bir şeyin tashihi için getirilir. İnsanların Hazreti İsa hakkında yanlış bilgileri vardır. Bir kısmı Hazreti İsa’nın babasız yaratılmadığı ve asıldığı veya öldürüldüğü görüşündedirler. Oysa Hazreti İsa Hazreti Adem gibi babasız yaratılmıştır. Öldürülmemiştir. Asılmamıştır. Ancak Allah onu vefat ettirmiş ve kendisine ref’ etmiştir. Diğer taraftan Hıristiyanların bir kısmı Hazreti İsa’nın madem babası yoktur, o halde onun babası Allah’tır gibi saçma iddialara giriştiler. Müslümanlar da onun vefat ettirilmediğini söylüyorlar. Kur’an vefat ettirilip Allah’a kaldırıldığını söylüyor. Babasızdır ama Hazreti Adem gibidir deniyor. Babasız yaratılmış olsa bile Hazreti Adem gibi yaratılmamış olup babasının Allah olduğu iddiası hatalıdır.  

مَثَلَ عِيسَى  (MaÇaLa GIySAy)  “İsa’nın meseli, İsa’nın benzeri.”

Mesel” benzeri demektir, modeli demektir. Bir oluş ile diğer oluş arasında benzerlik varsa o ona mesel olur. Denklik eşlik anlamına da gelir. Hz. İsa’nın doğumunun meseli Hz. Adem’in doğumuna benzetilmiş olmaktadır. Hazreti Adem nasıl yaratıldı ise Hz. İsa da öyle yaratılmıştır. Onun öyle yaratılmasını istemiştir. Hz. Adem’in yaratılması da melekler ve cinler arasında olay olmuştu. Hz. İsa’nın yaratılması da İsrail oğulları arasında aynı şekilde olay olmaktadır. İnsanların dikkatini çekmek için beklenmedik bir olay çıkmalıdır. Herkes onunla meşgul olmalıdır. Halk karşı çıkmalıdır. Nitekim “Adil Düzen” de böyle olmuştur. Bugün herkes birleşmiş “Adil Düzen”e karşı çıkmaktadır. Bu onun Hak olduğuna ve zafer kazanacağına delil teşkil eder.

عِنْدَ اللَّهِ (GıNDa elLAHı)  “Allah’ın indinde”

“Allah’ın indinde” demek, Allah’ın işinde demektir. Allah’ın sünnetinde denemez, çünkü istisnai olaydır. Allah’ın yaptıkları arasında anlamındadır. “İnde”yi biz daha ziyade düşüncesinde anlamında anlarız. Allah ne düşünürse o olacağı için “Allah’ın indinde” denince, hem ilminde hem de fiilinde demek olur. Düşünce önermelerle olduğu için Allah için söylenemez. Allah kesbî olarak değil, varlığı ile bilir.

كَمَثَلِ آدَمَ (Ka MaÇaLı EAvDaMı)  “Adem’in meseli gibidir.”

Hazreti Adem insanların atasıdır. Eşi ile birlikte ilk insan türünü oluşturdular.

Tarihte canlılarda evrim vardır. İlk defa bir hücre var edildi. Bu hücre bütün canlıların genlerini taşıyordu. Genler canlıda belli iş yapan araçlardır. Ne var ki bunların iş yapmaları için şartların oluşması gerekir. Bu şartlar dış şartlar değildir, iç şartlardır. Döllenmiş ilk insan hücresi büyümeye başlar. Belli büyüklüğe ulaşınca bölünür. İşte bu büyüklük iç şarttır. İki hücre olur. Yaşama vasatı varsa her hücre büyümeye devam eder, yoksa parçalanıp dağılır. Kadınlardaki aybaşı olayı budur. Şartlar uygun ise büyümeye devam eder.

Şimdi bu bölünen iki hücre eğer birbirinden uzak kalmışlarsa hücrelerde asla değişiklik olmaz, yumurta ikizi yavru olmaya aday olurlar. Eğer birbirine komşu olarak kalmışlarsa hücrelerde kutuplaşma olur, hücrelerin biri bir kutup olur, diğeri diğer kutup olur. Elektrikî veya mıknatısî kutuplar olabilirler. İşte daha önce sessiz duran bazı genler kutuplaşmış hücrelerde faaliyete geçerler. Faraza, + kutupta olanlar vücudun durağan hücrelerini oluştururlar, - kutupta olan genler ise hareketli hücreleri oluştururlar. Durağan hücreler deri, sinir, kemik ve et hücreleridir. Hareketli hücreler de akyuvarlar, alyuvarlar yani kan, hormon ve cinsel hücrelerdir. Bu kutuplaşma ve buna göre genlerin farklı faaliyetleri sonunda insan oluşmaktadır.

İlk canlı yaratıldıktan sonra böyle bölünmeye başlamıştır. Belli bölünmeden sonra genler aldıkları emre göre yeni canlı türünü oluşturdular. İlk ayrılma bitki ve hayvan hücrelerinde olmuştur.

Bitki hücreler demirli molekülleri içeren klorofilli oldular. Magnezyumu içeren emin alyuvarı hücreleri oluşturdular. Dejenere olan bitki veya hayvan hücreleri dejenere olarak bakterileri oluşturdular. Yine hücrelerin içindeki kromozomların bağımsızlık kazanmasıyla virüsler oluştu. Zamanı gelince genler yeni türler ürete ürete bugünkü canlı türleri oluştu.

Omurgalı hayvanlar meydana çıktı. İlk memeliler balıklardır. Ondan iki kola ayrıldı. Sürüngenler ve kurbağalar, kuşlar ve memeliler. Kurbağa ve sürüngenler yavrularını büyütmezler. Kuşlar ve memeliler yavrularını besleyerek büyütürler. Memeliler ise karında büyütürler.

İşte bu memelilerden son nesil olarak insan oluştu. Yani Hazreti Adem oluştu. Hz. Adem nasıl oluştu?

Belli bölünme sonunda kotlanmış olarak insanın oluşması istendi ve insanın atası olan maymun türü bir varlığın karnında Hz. Havva oluştu. Doğurdu, büyüttü. Hz. Havva’dan da tıpkı Hz. Meryem’de olduğu gibi Hz. Adem doğdu ve büyüdü. Babasız doğdu. Çünkü insan kromozomu olmayan bir canlı yoktu ki birleşip onunla çocuk meydana getirseydi. Sonra oğlu koca oldu, ondan erkek ve kızlar doğdu. Onlar evlendiler ve onlardan da işte bugünkü insanlık türedi.

İşte Hz. İsa’nın meseli anneden babasız doğmuş olma bakımından Hz. Adem’in meseline benzemektedir. Hz. Adem için zaruri olan bu babasız oluşma Hz. İsa için neden gerek görüldü?

Allah birçok olayı sırf insanlar onları öğrensinler diye yapar. Mesela, Hazreti Aişe’nin gerdanlığı kaybetmesi, zina ve iftira hükümlerinin anlaşılması için bir vesile olmuştur. O âyet inecekti. O âyetlere dikkat çekilsin diye o olayı Allah ortaya çıkarmıştır. Hazreti Peygamber’in hayatı hep böyle örnek olaylardan oluşmuştur. Hazreti Meryem’in Hazreti İsa’yı babasız doğurmuş olması da böyledir. Bir taraftan çocuk doğurmanın zina işlediğine delâlet etmeyeceğini teşri etmekte, bekaret zarının zayi olması ile kişinin zani addedilmeyeceği hükümlerini getirmekte; diğer taraftan bize bu vesile ile evrim teorisini anlatmış olmaktadır.

Dr. M. Lütfi Hocaoğlu’nun bilgi olarak internetten alıp izah ettiği gibi, III. kromozomda bulunan erkeklik genleri hem kadında hem erkekte vardır. Bu her hücrede mevcuttur. Ancak bunlar etkin değildir. Şartlar müsait olmadığı için orada uykudadırlar. Genlerde değişme ve kopup eklenme gibi olaylar vardır. Bu hep görülmektedir. III. kromozomdan kopup X kromozomuna eklenerek onu Y kromozomuna çevirir, böylece kendi kendine yavru oluşur. Hazreti İsa’nın oluşu üzerindeki teoriler bizi evrim teorisini açıklamaya yardımcı olmaktadır. İleride çok daha geniş bir şekilde anlaşılır hal alacaktır.

خَلَقَهُ مِنْ تُرَابٍ (PaLaQaHu Mın TuRaBın) “Onu turabdan halketti.”

Onu yani Hz. Adem’i dolayısıyla Hz. İsa’yı da “turabdan” yani topraktan yarattı. “Yer” üzerinde yaşadığımız gezegendir. “Erd” olarak Kur’an’da geçmektedir. Turab” ise arzı ve diğer gezegenleri oluşturan maddedir. Arzda 92 tür madde tesbit edilmiştir. İnsanı topraktan var etti.

Şimdi insanın topraktan nasıl var edildiği üzerinde diğer âyetlerin ışığında durabiliriz.

Bitki kökleri ile topraktan suyu ve maddeleri alır. Havadan CO2 alır. Güneş ışığını da yakalayarak onunla organik maddeler üretir. Kendisi yeni hücreler üreterek çoğalır. Başka canlılar ve hayvanlar da onları yiyerek kendi hücrelerini çoğaltırlar.

Şimdi hücreye girelim. Hücre bir çeperle çevrelenmiştir. İçinde belli işleri gören yerler vardır. Organeller vardır. Bunlar arasında taşımacılık yapan bir sıvı vardır. Buna sitoplazma denir. Bu insandaki kan gibidir. Hücrenin içinde devamlı hareket halindedir. Kur’an buna “sülale” demektedir. “Sülale” “silsile” kelimesi ile akrabadır, zincirler demeti demektir. Canlılar önce toprağı sülale yapmaktadırlar. Hücrede eğer bu sülalenin durması söz konusu olursa o hücre ölür. Tıpkı insanın kalbi durduğu zaman ölmesi gibi. Bu sülalenin hareketi sayesinde genler faaliyette bulunur ve yeni hücre oluştururlar.

Allah’ın halk etmesi bu demektir. Kurallar içinde hareket etmesi demektir.

ثُمَّ  (ÇümMa)  “Sonra”

Topraktan var etti sonra arada başka olaylar geçtikten sonra ona “ol” dedi o da oluverdi.

Buradaki “Sümme/Sonra” bize gösteriyor ki Allah toprağı almış, yoğurmuş, sonra ona üflemiş de insan olmuştur. Tam aksine insan olmadan önce uzun merhaleler geçirmiştir. Sitoplazma yani sülale değişik merhalelerden sonra bir ananın Havva’yı doğurması, Havva’dan da Adem’in meydana gelmesi ile sonuçlanan zamandan sonra Hz. Adem varolmuştur. Hz. Adem’den önce insana benzeyen, ayakta yürüyen, ateşi yakan, alet kullanan, toplayıcılık ve avcılık yapan canlılar vardı. Ama bunlar insan değildi. Çünkü bunlarda insan beyni henüz oluşmamıştı. Hz. Adem bedeni ile bunlara benzediği için bunlardan doğmuştur.    

قَالَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ (QAvLa LaHUv KuN Fa YaKUvNu)

“Ona (yani yarattığı Adem’e) ‘kün’ dedi o da oldu.”

Şimdi insanın diğer canlılardan farkı nedir? Bunu anlayabilmemiz için sizlere bilgisayarlardan kısaca bahsetmek istiyorum. Bilgisayar nedir? Odanızın girişinde elektrik anahtarı vardır. Çevirirsiniz yanar, çevirirsiniz söner. Bu yanan kısmına 1, sönen kısmına 0 diyelim ve binlerce lamba olan salonda her lambaya bir numara verelim. Yalnız bu numaraları rakamla değil de sıra ile gösterelim; sağdan sola doğru birinci, ikinci, üçüncü lambalara yer verelim. Şimdi salondaki lambalardan yanık olanların boş yerlerine 1, sönük olanların boş yerlerine de 0 yazalım. Bu 01 dizisi bize salondaki lambaların sönüp yanmış durumlarını gösterir.

Her lambanın yanında bir anahtar vardır. O anahtar seri bağlı ise başka lambaların anahtarları kapalı durumda değilse bizim lamba yanmaz. Biz lambamızı yaktığımız zaman başka lambalar da yanabilir. Salonda bu anahtarları öyle yerleştiririz ki, tavanda öyle yanıp sönerler ki, mesela salonda “hoş geldiniz” yazılsın, tekrar yazılsın. Biz bu yazılışa müdahale edemeyiz. Buna “kapatılmış bağlantısı” diyoruz. Yani başkaları onu değiştiremiyor. Bir de açık bağlantı olabilir. Biz onların anahtarlarıyla oynayabiliriz. İstediğimizi yazdırır veya sildirebiliriz. İkincisi de “açık bağlantı” demektir.

İşte insan beyni olsun hayvan beyni olsun böyle elektrik devrelerinden oluşmaktadır. Lambalar yanıp sönmüyor da onun yerine el hareket ediyor yahut göz görüyor oluyor.

Şimdi insanla hayvanı böylece tanımlayabiliriz. Hayvanların elektrik devreleri kapalıdır. Hayvan o devrelere göre yaşar, kendisi onda bir değişiklik yapamaz. İnsanların elektrik bağlantı devreleri açıktır. Bizzat insan kendisi o anahtarları açıp kapayarak ne gibi şeyler yazdırabilir, yani yaptırabilir? Cüz’i irade de budur. İradedir, çünkü istediğini yaptırabiliyor. Cüz’idir, çünkü devreler kuramıyor, ancak kullanabiliyor.

Hayvanlarda evrim yeni devreler kurma şeklinde olur, türden türe göre olur. İnsanlarda evrim ise devreleri farklı kullanma şeklinde olur. Kendi beyninde yeni devreler kuramıyor ama dışarıda yeni devreler kuruyor ve bilgisayarı üretiyor.

Şimdi salonda öyle lambalar olabilir ki o lambaların sigortaları atıktır. Sigortayı takmadıkça o lambalar yanıp sönmez. Canlılarda da böyle devreler vardır. Devre vardır ama faal değildir. Bu devreler nesilden nesile taşınır, o devreler asla faaliyet göstermezler. Belli nesil sonra o devrelere sigorta takılırsa o devre de faaliyete geçer. İnsana gelinceye kadar bu irade devresi hep sigortasız, sinik kalmıştır. Hz. Adem’e kadar bu hep genetik olarak gelmiştir. Allah’ın ruhundan üflemesi ile devrenin sigortaları takılmış ve faaliyete geçmiştir.

İşte Allah önce Adem’i yarattım diyor. Sonra ona “ol” dedim o da oldu diyor. İşte “ol” dediği bu irade devresine sigorta taktım demektir. Bu sigorta uzaktan kumanda ile sadece “ol” demek suretiyle de devreye girer. O zaman sigortasız olduğu için işe yaramayan bu devre bu sefer faaliyete geçmiştir. 

Hz. İsa’da da benzer olay vardır. III. kromozom sigortasız olduğu için bir işe yaramadan nesilden nesile geçmiş olmasına rağmen ona sadece Y kromozomuna eklen demesiyle eklenmiş ve faaliyete geçmişse, Hz. İsa olmuştur. Şimdi bazıları bunların daha önce bildiklerine aykırı olduğunu görerek karşı çıkacaklardır. Ama biz onların hatırı için Kur’an’ın bize söylediklerini gizleyemeyiz.

الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا (eLXaqQu MıN RabBıKa)  

“Hak Rabb’indendir. Hak Rabb’inden gelendedir. Rabb’inin anlattığıdır.”

Hak” gerçek demektir. “Bâtıl” karşılığı kullanılır. İnsanda dört meleke vardır.

Doğrudan yanlışı ayıran meleke, iyiden kötüyü ayıran meleke, yararlıyı zararlıdan ayıran meleke, adaleti zulümden ayıran meleke. Bunlara fikir, his, irade ve ünsiyet melekeleri diyoruz. İşte doğru, iyi, yararlı ve adil olan haktır. Yanlış, kötü, zararlı ve zulüm ise bâtıldır. Hazreti İsa’nın olayında onun babasız doğması ve asılmamış olup vefat ettirilerek Allah’a yüceltilmesi haktır. Diğer söylentiler ise bâtıldır, yanlıştır.

فَلَا تَكُنْ مِنْ الْمُمْتَرِينَ (FaLAv TaKuN MıNa eLMumTaRIyNa)  “Öyle ise mümterilerden olma.”

Mümteri” “mirye” kelimesinden oluşmuştur. “Mirye” de “merve”ye yakın kelimedir. Saf karşılığıdır. Mermer gibi saf bir çeşit taştan oluşmuş taşlara “safa”, değişik moleküllerin karışımı olarak oluşmuş taşlara da “merve” denmektedir. Demir gibi bir atomdan yapılanlar vardır. Kur’an ona “Hadid/demir” demektedir. Onun dışında olanlara “hicare” denmektedir. “Hicare”nin mermer gibi saf olanlarına “safa”, diğer granit gibi taşlara da “merve” denmektedir.

Mirye” ise karışıklık, bulanıklıktır. İnsan beyninde de karışıklık varsa buna “mirye” denmektedir. “İmtira etmek” demek, kendi kendinden şüphelenmek demektir. Kendi bilgilerine inanmamak demektir. Onun bunun söylentileri ile kendi bildiğinden vazgeçmek demektir. Kararsız olmak demektir. Karar verdikten, söyledikten sonra başkalarının dedikodularına kulak vererek vazgeçmek veya tereddüde düşmek demektir.

O halde bir insan Kur’an’a ve ilimlere dayanarak içtihatta bulunur. O halden gelen haktır. Sonra onun bunun laflarına bakarak vazgeçmek mümteri olmak demektir. Böylece bu âyetler de bize içtihat ve icmalar hakkında kesin emir vermektedir. Karar verdikten sonra vazgeçmeyiniz. İçtihat kişinin kendisi hakkında kararıdır. İçtihatla değişebilir. İcma da topluluğun kararıdır. İcma da ancak yeni icma ile değişebilir.

Cümle “Fa” harfi ile ifade edilmiştir. Allah’tan gelen hak üzerinde mümteri olmaktan nehy edilmiştir.

فَمَنْ حَاجَّكَ فِيهِ (FaMan XacCaKa FIyHı)  “Kim onda seninle huccetleşirse.”

Fîhi” zamiri Hakka gitmektedir. Hakta seninle kim hüccetleşirse. “Haccetmek” gidip-gelme demektir. Karşılıklı tartışmadır. İki taraf da delil göstermektedir.

Tarikatlarda tartışma yoktur. Kişi şeyhin sohbetlerini dinler, anladığını anlar, aldığını alır. Anlayabilmek için sohbetlere devam etmek, zikre devam etmek gerekir. Şeyhin de doğru söyleyip söylemediği toplayabildiği müritlerin çokluğu ile anlaşılır. Eğer müritler artmıyorsa veya azalıyorsa o zaman demek ki hata vardır. Şeyh bunu müşahede eder ve söylemini değiştirir. Yahut onun şeyhliği inkıraz eder, son bulur. Hâsılı tarikat için tartışma, sual sorma her an mahzurludur. Şeyhe sadece bir konu hakkında fetva istemek üzere soru sorulur, o çoğu zaman rumuzlu cevap verir. Onu sen yorumlar ve uygularsın. Ona tekrar tekrar soru sormazsın.

Bu metot Hazreti Peygamber zamanında Kur’an için uygulanmıştır.

Bu da bir metottur. Eğitim metodudur. Ancak bu ilmî metot değildir. İlimde ise siz delilinizi ortaya koyarsınız, karşı taraf karşı delilleri ortaya koyar; siz savunursunuz, o da savunur. Sonunda siz anlaşamazsanız bile halk sizin hanginizin haklı olduğuna karar vererek haklı olanın görüşünü benimsemiş olur. İşte bu tartışmada çoğu zaman kişi yanlış olarak bildiği halde doğru onun işine gelmediği için tartışmaya devam eder. Saçma sapan savunma veya saldırma araçlarını icad eder. O anda dinleyenlere kendisini haklı kılmaya çalışır.

Tartışma meşrudur. Hakkı ortaya çıkarmak için zorunludur. Ama hak ortaya çıktıktan sonra hâlâ savunulan yanlışta ısrar küfürdür. Yaşadığımız hayattan bir örnek alalım.

Bir kimse başını açsa, sen niye başını açtın diye baskı yapılırsa bu lâikliğe aykırıdır. Çünkü lâiklikte başkalarına zarar vermeyen her işi kişi yapmakta serbesttir. Ama bir dindar başı açmanın zararlı olduğunu ispat ederse, bunu ispatlamaya çalışırsa bu hüccetleşmedir. Buna hakkı vardır. Ama artık açıkça bunun zararı ispat edilemezse bu baskıyı isteme hakkı yoktur. Benzer muhakeme başı açacaksın diyenler için de geçerlidir. Başı açmanın zararı varsa bu iddia edilir ve zararlı olduğu için başı açmaya zorlanır. Ama biri çıkar da derse ki, başı örtme bir mesajdır, bunun için örtme yasaktır. Evet, başı örtme mesajdır. Bunda şüphe yoktur, bu sayede örtenler Allah’a inandıklarını ilân ediyorlar. Ama başı açma da mesajdır. Onlar da inanmadıklarını ilân ediyorlar. Yahut başka bir şeyi ilân ediyorlar. Mesaj vermek yasak değil ki. Herkes ne olduğunu ilân etmelidir ki biz onunla ona göre ilişki kuralım. O halde başı açma zorlaması lâikliğe aykırıdır.

Tartışmayı sürdürebiliriz. Evet, dışarıda başı açmak veya örtmek serbesttir. Ama kamu alanında başı açmak veya örtmek, yandaşlarına mesaj vermedir. O takdirde tek kıyafet kabul edilmelidir. O da başı açmak olabilir. Bu doğru ise başı örtmek tek kıyafet olarak kabul edilmelidir. Çünkü başı örtmek hiçbir dini inanışa aykırı değildir. Oysa başı açmak çoğu İslâm mezheplerine göre haramdır. Başı örtme kabul edildiği takdirde kimsenin inancına baskı yapmamış oluruz. Oysa açıklığı kabul ettiğimizde bu inanç sahibi olanların dinlerine baskı yapmış oluruz. O halde başı açmayı kamu alanı için kıyafet kabul etmek lâikliğe aykırıdır.

Şimdi siz bunları başı açmayı zorlayanlara anlatırsanız, bunun doğruluğunu anlar ve bilirler. Çünkü en gabi yani aptal kimsenin bile bunlara aklı erer. Ama onlar sizinle yine de tartışmaya devam ederler. Daha açık olarak baskıya devam ederler. İşte Kur’an bu takdirde “ibtihal yapılması” hükmünü getirmektedir.

مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَكَ  (Mın BaGDı MAv CAyEaKa) “Sana ciet ettikten sonra.”

Tartışma ilim hâsıl oluncaya kadar sürdürülür. İlimde sonuca vardın ve gerçekleri öğrendin. Bundan sonra soru soranlara anlatırsın. Onu ikna için delil gösterirsin. Ama artık senin onlarla tartışmayı sürdürmen sana farz değildir. İçtihadın temel kuralı sana ilim gelmesini sağlamaktır. Delil toplamaktır. Herkese kulak verip bilgiler edinmek, sonra da bilenlerle konuyu aydınlatıncaya ve hakkı ortaya çıkarıncaya kadar tartışmak. Sende ilim hâsıl olduktan sonra da içtihadını yapmak. Buna rağmen yine de tartışmayı sürdürürlerse o zaman ibtihal etmek emredilmiştir. Burada “Cae” denmiştir, “Caekum” denmemiştir.Yani insanın kendisi için ilim kendi kanaatidir. İcma gerekmez. İbtihal için ilmin icmaı gerekmez.

مِنْ الْعِلْمِ (Mı Na eLGıLMı)  “İlimden sana ciet ettikten sonra.”

İlim sana ciet ettikten sonra denmiyor. Çünkü bütün ilim sana gelecek değildir. Yeteri kadar ilim sana gelecektir. Yani seni tatmin edecek delil sana geldikten sonra, karşı tarafın da bile bile karşı çıktığı ve bâtıl şeyi savunduğunu görürsen o zaman ibtihal ediniz denmektedir.

فَقُلْ تَعَالَوْا (FaQuL TaGAvLaV)  “Söyle, geliniz.”

Tüm delilleri çok açık bir şekilde ortaya koyduktan sonra hâlâ aksini iddia eden kimselere bir diyeceğimiz kalır; gelin demek kalır; aramızda aile efradımızı şahit tutalım, bir araya gelelim ve onların huzurunda görüşlerimizi beyan edelim, onlar hakem olsunlar.

Buradaki “geliniz” gerçekten bir araya gelme midir, yoksa konu üzerine gelme midir?

Eğer konu üzerinde gelme beddua ederek halkın görüşünü soralım, onlar oylarını versinler; bakalım siz mi haklısınız biz mi haklıyız? Bu şekilde yapılan bir halk oylaması hukuki bir sonuç doğurmaz, ancak taraflar lânetlenmeyi isterler, dışlanmayı isterler.

نَدْعُ (NaDGu)  “Davet edelim.”

Sürülmede bucağı, ili veya ülkeyi terk etme davetinde bulunulur. Çocuklar ve eşler niçin davet ediliyor? Çünkü onların başına gelecek helâk hepsini ilgilendiriyor. Ülke dışına çıkacaklarsa da birlikte çıkacaklardır. Ülke içinde tecrit edileceklerse de yine ailece tecrit edilmiş olacaklardır. Halk onlarla konuşmayacaktır. Bu konuşmama kararını hakemler alacaklardır. Bu sebepledir ki oğullarımızı çağıralım denmektedir.  

أَبْنَاءَنَا وَأَبْنَاءَكُمْ (EabNAEaNAv Va EaBNAEaKUKuM)

“Oğullarımızı ve oğullarınızı çağıralım.”

Toplulukta daima cepheleşme olur. Topluluğu yönetenler gruplaşırlar. Halk onlardan kimleri desteklerse onlar iktidar olurlar. Muhalif olanlar da tasfiye edilirler. Kötü yönetim başladı mı halktan kimi çıkar karşı partiyi oluşturur. Böylece halk bu sefer bunları tutar ve galip olan iktidar olur.

Kur’an bunu Medine’de yani iktidarda iken öne sürmektedir. İbtihal etmek, yani haklıyı haksızı halkın önünde beyan etmek. Halk tarafından haksız görülenler ise dışlanacaktır, iktidardan çekileceklerdir. Kendilerinin dışında yakınları da yer almayacaktır.

وَنِسَاءَنَا وَنِسَاءَكُمْ (NıSAEaNA Va NıSAEaKuM)

“Kadınlarımızı ve kadınlarınızı da çağıralım.”

Arapçada “Nisa” kelimesi çoğuldur. Tekili yoktur. Ricalden olmayanlar nisa sayılır. Rical ise savaşa katılan erkeklerden oluşur. “Ebnâ/oğullar” derken askerlerimizi, “Nisa/kadılar” derken de oydaşlarınızı demek olur. Herkesin taraflısını çağırması demektir.

وَأَنْفُسَنَا وَأَنْفُسَكُمْ (EaNFUSaNAv Va EaNFuSaKuM).

Buradaki “enfüsler” de parti yöneticileridir. Yani, sonunda seçime gidilecektir, sonunda seçime veya yargıya gidilecektir. Yerinden yönetim vardır. Uzlaşma içinde yönetilmektedir. Ama eğer uzlaşma sağlanamıyor da iki grup artık savaş durumuna gelmişse ne olacaktır?

Sayıları yeterli ise ayrılıp ayrı ocak, bucak, il ve devlet oluşturacaklardır. Eğer iki kuruluş oluşturmaya sayıları yetmezse o zaman ibtihal yapacaklardır. Karşı taraf savunmalar yaparak mahkemenin haklı veya haksız tarafı belirlemesini isteyecektir. Yahut halk oylamasına gideceklerdir. Halkın çoğunluğu ne tarafı isterse ona göre hareket edilecektir. Halk oylamasına gidilir. Onda yedi bir tarafa oy kullanmışsa o taraf haklıdır demektir. Ama oylamada onda yedi ekseriyet sağlanamazsa o zaman hakemlere başvurularak sorun çözülmüş olur. Halk oylamasına gidileceği; “Oğullarımızı, eşlerimizi ve kendimizi dâvet edelim.” ifadelerinden anlaşılmaktadır. Burada dua edilen Allah değil, dâvet edilen yakınlarıdır. Bunu beddua şeklinde anlamak mümkün değildir.

ثُمَّ (ÇümMa)  “Sonra”

Burada anlatılanlar, gelin toplanalım ve birlikte birbirimize beddua edelim şeklinde ifade olsaydı, burada “Summe” değil “Fa” olurdu. “Dâvet edelim”in anlamı “seçim yapalım”dır. Gelsinler ve oylarını kullansınlar demektir. Bu da gösteriyor ki kadınların da oy hakları vardır.

Kur’an düzeninde ekseriyet yönetimi yoktur. Dayanışma ortaklıkları oluşur, bu ortaklıların kurucuları bir araya gelerek şûra oluştururlar. Şûra sıralama usûlü ile kendilerine bir başkan seçer. Bu başkanın başkanlığında şûra ülkeyi yönetir. Bu “uzlaşmalı yönetim”dir. Ekseriyeti aşan bir partinin yönetimi yoktur.

Şûrada ayrılık çıktı ve birlikte yönetme imkânı kalmadı. İşte o zaman genel seçime gidilir. Genel seçim demek; belli bir gün belirlenir, taraflar kendi görüş ve düşüncelerini açıklarlar ve birlikte kalma imkânımız yoktur, mümkünse bölüneceğiz. Ama bu bölünmenin olabilmesi için ana kuruluşun sayısı yeter sayıdan aşağıya düşmemelidir. Ülke ise 30 milyondan aşağı inmemelidir. İl ise 300 binden aşağı inmemelidir. Bucak ise 3 binden aşağı inmemelidir. Ayrılan kısmının de yeteri kadar nüfusa sahip olması gerekir. Bu ayrılmanın olması için ibtihal gerekmez, ayrılma kuralları ile ayrılınır. İbtihalde biri yönetimden çekilir. Geçinemeyen iki gruptan biri yönetimden çekilir, aileleri ile birlikte ülkeyi, ili veya bucağı terk ederler. Oradan göç ederler.

نَبْتَهِلْ (NaBTaHiL)  “İbtihal edelim. Çekilelim.”

Âyetleri yorumlarken buraya gelmeden önce “ibtihal” kelimesinin lügat manâsını bilmiyordum. Evimde de Lisanü’l-Arap olmadığı için yorumlamayı bırakıp akşamki toplantıya kadar erteledim. (İzmir Akevler Sitesi’nde her akşam arkadaşlarla toplanıp meal yazma çalışması yapıyoruz.) Sonra derse gittiğimde lügate baktım. “Bahilet” yuları çözülmüş, memeleri bağlayan torbaları alınmış deve anlamındadır. Yavruları sütü emmesin diye süt veren develere torba takarlar veya ip sararlar. Deve yeni yavruya yüklenince sütten kesilir. Artık sütü olmadığı için bu torbayı çözerler; bunlara yük de yüklemezler ve yuları da çözerek serbest bırakırlar; işte bunlar “bahile deve”dir. “Fuhl” kelimesi ile akrabalığı vardır. Çiçeklenmiş hurma veya döllenmiş deve anlamındadır. “İbtihal” iftial babındandır. Kendi kendini çözmek demektir. Yani, kendi isteğiyle çekilmek demektir. Seçime girilecek, kaybeden taraf iktidardan çekilecektir. 

 “İbtihal”den yani “seçim”den sonra yenilen taraf hemen çekilecektir. Eğer ebnâ/oğullar ve nisâ/kadınlardan maksat seçmenler ise seçimi kaybeden iktidardan çekilir. Ama orada yaşamaya devam eder demektir. Yönetime karışmaz. Meclis’te de temsilci olamaz. Uzlaşamayan kimseler için kuraldır bu.

Eskiden Avrupa’da böyle kimseler düello yapar, biri diğerini öldürürdü.

İslâmiyet bunu kaldırmış, bunun yerine iktidardan çekilme seçeneğini getirmiştir.

Meclis seçimle değil de bağlanmayla yani dayanışma ortaklığı ile oluşur. Ama eğer yönetimde uzlaşma olmazsa o zaman genel seçime gidilir. Kaybeden iktidardan çekilir. Dayanışma ortaklığı kuruculuğu kalkar. Eğer ebnâ/oğullar ve nisâ/kadınlardan maksat yöneticilerin yakınları ise; o takdirde kaybedenler aileleri ile birlikte o kuruluşu terk ederler. Zorunlu göç söz konusu olur. Her iki hâl uygulanabilir. Çıkaracakları fitneye göre kazanan taraf buna karar verir. Yani, isterse ülkesinde bırakır, isterse tehcir eder.

فَنَجْعَلْ لَعْنَةَ اللَّهِ  (LaGNaTa elLAHı)  “Allah’ın lâneti onların üzerine olsun.”

Kur’an’da cezalarla ilgili değişik kelimeler geçmektedir. Bunların hepsinin ayrı ayrı manâları vardır. “Lânet cezası” dışlanmadır. “Nefy”den farkı, orada yaşamaya izin verilir, ama onunla olan ilişkiler kesilir.

Allah’ın lâneti” topluluğun lâneti demektir. Yani topluluk tarafından dışlanmasıdır. Bunların seçilme haklarını kaybetmeleridir. Yani, artık dayanışma ortaklıklarını kurmaktan men edilmeleridir. Halk bunları dayanışma ortaklıkları başkanı yapamaz. Bir tür siyasi haklardan mahrumiyettir. Seçme hakları devam eder.

Dayanışma ortaklığı içinde kalırlar ama kendileri dayanışma ortaklığının kurucusu veya temsilcisi olamazlar. Meclise giremezler. İslâmiyet’te “ekseriyet sistemi” olmadığına göre “kahir ekseriyet” aranmalıdır. Bu da 3’e 7 oranıdır. Eğer taraf olarak seçime girenlerden bir tarafın oyu %30’dan aşağıya düşmüşse, artık o iktidara ortak olmaktan çekilecektir demektir.

عَلَى الْكَاذِبِينَ (GaLAy eLKAÜıBIyNa) “Kâziblerin, yalancıların üzerine olsun.”

Yalnız bunu hak edebilmesi için yalancı olduğunun ortaya konması gerekir. Yalancı demek, aynı zamanda yanlış yapan demektir. Uyuşmazlığın kaynağı nedir? Uyuşmazlığın kaynağı mesela başörtüsü gibi bir iddiadır. Kamu alanında baş örtülmesi zararlıdır gibi bir iddiadır. Herkes; baş açılmalıdır diyen taraf ile başörtüsü zararlı değildir, serbest olmalıdır diyen taraf arasında çekişme var. Biz baş örtülüleri devlet yönetimine sokmayız diyorlar. Nitekim bugün böyledir. Başı örtenler de biz örteriz ama devlet yönetimine de gireriz diyorlar. Şimdilik her iki görüş de Meclis’te yer almaktadır. CHP açmamaya şiddetle karşı, AK Parti de serbestlik istemektedir. Bu durumda ne yapılacaktır? İbtihal yapılacaktır. Yani halkoyuna gidilecektir.

Eğer CHP onda yedi ekseriyet alırsa AK Partililer Meclis’ten çekileceklerdir. AK Parti yöneticileri de bir daha seçime giremeyecekler, parti kuramayacaklardır. Yok eğer AK Parti onda yedi ekseriyet ile serbestliği kazanırsa bu sefer CHP milletvekillerinin milletvekillikleri düşecek, CHP yöneticileri bir daha Meclis’e giremeyecekler ve parti kuramayacaklardır.

Hiç birisi onda yedi ekseriyet elde edememişse o zaman hakemlere gideceklerdir. CHP bir hakem seçecek, AK Parti bir hakem seçecek. İki hakem ittifakla bir baş hakem seçecektir. Baş örtmenin zararlı olduğunu CHP ispat etmeye çalışacaktır. Kamu alanı birlikteliğini ispat etmeye çalışacaktır. Tek tip giyim kazanırsa, bunun baş açmak mı olması gerektiği veya başı örtmek şeklinde mi birlikteliğin sağlanmasında başarılı olunacağı anlaşılır. Kazanan Meclis’te ve iktidarda kalır, kazanamayan çekilir. İşte ibtihal budur. 

İşte İslâm düzeni barış düzenidir. Müsbet ilmin hakemliğini kabul eden bir sistemdir. İnsanlar Allah’a inanmamış olsalar bile müsbet ilme inanmalı ve onun hakemliğini kabul etmelidirler. Bunları da kabul etmiyorlarsa, o zaman tek araç kalıyor, savaş! Bunu kabul etmeyen AK Parti veya CHP birbirlerine; gelin savaşalım, biz güçlü isek sizi öldürürüz biz yaşarız, yok eğer siz yenerseniz siz bizi öldürür siz yaşarsınız diyorlar demektir! Türkiye yüz yıldır böyle yönetiliyor. Halk iki tarafın çekişmelerine sabretmektedir. Ezilse de iç savaşa izin vermemektedir. Böylece iki cepheli yöneticiler arasında savaş devam etmektedir. Duamız, iç savaş çıkmadan ibtihale gelmeleridir.   

إِنَّ هَذَا (EinNa HaÜAv)  “Bu”

Gerçekten bu hak kasasdır. Buradaki “Hazâ” nereye gitmektedir? İbtihal etmek yani seçime gitmek ve sonunda yanlışta ısrar edenin yönetimden çekilmesi esası hak kıssadır. Yahut da Hazreti İsa’nın doğumu ve ölümü ile ilgili haber anlamındadır. Her ikisi de doğrudur. Yani Hazreti İsa’nın yaratılışı ile ilgili kıssa da haktır. İbtihal kıssası da haktır.

لَهُوَ الْقَصَصُ الْحَقُّ (La HuVa el QaÖaÖu elXaqQu) “Hak olan kasas budur.”

İnne” ile “Lam” birlikte münkirlere hitap edilirken kullanılır. Yani, aksini iddia edenler için kullanılır. Hazreti İsa hakkında başka türlü iddia edenlere karşı bu cümle getirilmiştir. Oysa Hazreti İsa’nın gerçek kıssaları budur. “Hazâ” ismi işarettir. Marifedir. “El-kasasu el-hak” da marifedir. O halde tahsis vardır. “Bu hak kasasdır” değil de “Hak olan kasas budur” şeklinde tercüme etmeliyiz.

Hak” kelimesi masdar olarak alındığından müfret gelmiştir. “Kasas” ise cemdir, çoğuldur. Kıssanın da cemi olabilir. Bu hususta iyi araştırma yapmak gerekiyor.

İnsanlar eşittirler. Hukukta kişilere farklı statü tanınamaz. “CHP’liler üstün varlıklardır, onların dediği olacaktır, onlar baş açmak istiyorlar, o halde baş açılacaktır!” diye bir şey denemez.

“Ben kuvvetliyim, o halde benim dediğim olacak!” demek de yanlış olur.

Şöyle bir felsefe ortaya konabilir. CHP’nin arkasında ordu vardır. Ordu kuvvetlidir. O halde ordu öyle istediği için kamu alanında baş açılmalıdır. Ordu AK Parti’nin arkasında olsaydı o zaman başı açıp örtmek serbest olurdu. Yahut Saadet Partisi olsaydı herkes başını örtmeye zorlanırdı diyebiliriz. Evet, kıssa bakımından bu kıssadır. Kuvvetli olan için aynı imkân tanınırdı. Ama bu hak kasas olmaz, bâtıl kasas olurdu. O zaman Türk ordusu Türk milletinin ordusu olmaz, bir müstevlinin finanse ettiği ordu olurdu. Zorla vergi alan, zorla askere alıp savaştıran bir ordu olurdu. Zaten bütün istenen budur. Türk ordusunu millî ordu olmaktan çıkarıp müstevlilerin ordusu hâline getirmek, ondan sonra da desteğini çekip yok etmek. İstenen budur.

Şimdi borç dolarlarla ordu desteklenecek, kendi halkına paranın etkisiyle saldırtacak, sonra halkla arası açıldıktan sonra desteğini çekecek, dolarlarını kesecek. Memleketin ekonomisi de perişan olduğu için halk artık o vergi istese de veremeyecek, böylece bin yıllık muzaffer ordu, Sakarya’da, Dumlupınar’da yenilmeyen ordu birden yok edilecektir.

Başörtüsü hikâyesi bundan başkası değildir. Ordu da CHP de bu gaflet içinde seyredip duruyorlar. Hak kısas nedir? Millî iradeye ve hakemlere gitmektir. Adil Düzenciler her zaman ibtihale hazır olacaklardır.

وَمَا مِنْ إِلَهٍ إِلَّا اللَّهُ (Va MAv MıN İLAHıN EilLAv EalLAHı)

Başka âyetlerde “Lâ ilâhe” denmektedir. Orada nefy-i cins için gelmiştir. Burada ise nefy-i nevi için gelmiştir. Çünkü Hazreti İsa başka türlü bir ilâh olarak ortaya konmuştur. Allah’ın oğlu olarak ortaya konmuştur. Onu nefyeden cümle getirildiği için “Mâ min” ile ifade edilmiştir. Kendi gibi bir ilâh olmadığı gibi, kendisine benzemeyen başka bir ilâh da yoktur. Eğer kasas olarak alırsak haktan başka bir düzeni getirecek ilâh da yoktur.

Böyle hak kasas hükümlerine uymadan ben kuvvetliyim, istediğimi yaparım diyenlerin galip gelmeleri mümkün değildir. Ecelleri gelinceye kadar varlıklarını sürdürürler, sonra ilâhi güç onlara cezalarını verir.

Zora dayalı olarak oluşan orduların tarihte uzun zaman yaşadıklarını sanmak hatalıdır. Ordular hakkı korudukları müddetçe ordudurlar. O takdirde varlıklarını uzun zaman sürdürürler. Sadece kuvvete dayalı olarak varlıklarını sürdürmek mümkün değildir. Hattâ paralı askerlerle savaş kazanılır ama devlet kurulamaz. Zaten ordu ile eşkıya arasındaki fark, ordunun hakkı üstün kılma görevini yüklenmiş olmasıdır.

وَإِنَّ اللَّهَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ (Va EınNA elLAHa La HuVa el GazİYZu el XaKIyMu)

“Ve azîz ve hakîm olan Allah’tır. Sözünü dinleten ve hükmeden Allah’tır.”

Yukarıdaki Hak kasas budur. Daha çok Hazreti İsa’nın hikâyesini teyit etmektedir. Buradaki Allah’ın azîz ve hakîm olması ifadesi ise ibtihalle yani seçimle ilgilidir. Seçime gidildiği zaman Allah halka öyle ilham vermektedir ki, kimin iktidara gelmesini istiyorsa halk ona oyunu vermektedir. Bu sebepledir ki onda yedi ekseriyet sadık olmak için yeterlidir. Ayrıca hakemlere gitmeye gerek yoktur. Bu ekseriyet iktidara ortak olanlar içindir. Adil Düzenciler gibi iktidara ortak olmayanlar için ibtihal yoktur, onlar hakemler kararı ile susturulabilir. Söz hürriyeti ibtihal ile kısıtlanamaz. Hakim olan da odur. Yani, kuvvetli kim ise o hayatta kalsın dendiği yerde de sonunda haklı kim ise kuvvetli o olur. Zalimlerin geçici olarak üstün gelmeleri haklı olanların gevşemelerini önlemek, hantallaşmalarını gidermek içindir. Nitekim Türkiye Müslümanları yirminci yüzyılda çok büyük değişme ve gelişme gösterdiler. Kızlarının okuma yazma öğrenmelerini erkeklerle mektuplaşırlar diye men etmeye çalışan zihniyetten, kızlarını okutmak için savaş veren seviyeye yükselmişlerdir. Bu ancak yirminci yüzyılda başlarına gelen belâlar sayesinde olmuştur. Birinci Cihan Savaşı’nda yenilmeseydik Cumhuriyet kurulmazdı. Medreseleri kapatmasaydık ilâhiyat fakülteleri doğmazdı. Böylece biz hâlâ 1000 sene evvel yazılmış kitapları anlamadan okumaya devam edecektik. 28 Şubat müdahalesi de aynı zihniyetin henüz kalkmamış olmasından dolayıdır. İmam-Hatipliler ve İlâhiyatlılar silkinsinler, uyansınlar, göreceklerdir ki önleri nasıl açılacaktır. Sadece İlhan Arsel’e verdiğimiz cevabımızı bile okuma cesaretini gösteremeyen bu camianın Allah tarafından bu seviyede tutulması onlara sadece rahmettir. Daha fazlasını istemeye hakları yoktur.

فَإِنْ تَوَلَّوْا (Fa EıN TaValLav)

“Tevelli ederlerse. İbtihalden, halk oylamasından kaçınırlarsa.”

Biz karşımızdakini halk oylamasına dâvet etmeliyiz; yani, AK Parti dâvet etmelidir; iktidara ortak olan parti dâvet etmelidir. Gelin uzlaşalım. Müsbet ilmin hakemliğine göre lâikliğin icabını yerine getirelim.

Baş açmak da kapalı olmak da serbest olsun. Eğer ille de tek kıyafetin olması zorunlu ise o zaman başı açmak değil, örtmek zorunlu olsun. Çünkü başı açmak hiçbir inanışta zorunlu değildir. Ama başı örtme İslâmiyet’te zorunludur. Türk halkının kahir ekseriyeti Müslüman’dır; inanmış Müslüman’dır. “Hayır, olmaz!” derlerse, halk oylamasına gidilsin ve %70 kazanamazsa hakemlere gitsin. Buna dâvet etsin.

Ya bunu karşı taraf kabul etmezse ne olacaktır? İşte bunun cevabını Allah burada vermektedir.

فَإِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِالْمُفْسِدِينَ “Allah müfsitleri bilmektedir.”

AK Parti bu teklifi yapmalıdır. Bunu kendi TRT’leri ile açık bir şekilde halka anlatmalıdır. Oğulları ve kadınları çağırmak bu demektir. Kabul etmezlerse o zaman bu kabul etmeyenler müfsittirler. Bu ortaya çıkmış olur. Bunu halk da öğrenmiş olur. Ondan sonra yapılacak iş AK Parti’nin işi değildir. Çünkü iktidarların zorla hükümet sürmeleri meşru değildir. Bu tebliği yaptıktan sonra o vazifesini yapmış olur ve çekilerek bekler. İktidarda kalır ve bekler; hükümeti bırakır ve bekler; Meclis’ten çekiler ve bekler… Halk ne yapacağını kendisi bilir. Çözümü o zaman parti değil devlet arar. İşte o zaman ordu devreye girer. Ya zulmü tercih eder, ya adaleti.

Adaleti tercih ederse devleti kurtarır. Zulmü tercih ederse Osmanlı İmparatorluğu’nda olduğu gibi tarih olur. Onu kendi milleti isyan ederek, ihtilâl yaparak yıkmaz. Allah onlara düşmanları musallat edip yıkar.

Sonra ne olur? Eğer millet yaşamaya lâyıksa, millet müfsit olmamışsa, istiklâl savaşını kazanır, daha güçlü ve daha adil yeni devletini kurar. Yok, halk da müfsit olmuşsa, o zaman o topluluğu başka halk istilâ edip yok eder. İşte Bizanslıların yerinde şimdi biz oturuyoruz. Çünkü atalarımız adil di. Rum ve Ermeniler zalim olmuşlardı. Eski adaletlerini kaybetmişlerdi. Adil olmayan Türklerin akıbeti de öyle olur. Halk müfsitleri bilir, onları iktidardan o indirir. Halk müfsitleri indirmezse o halkı Allah helâk eder.

Halk iktidardan seçimle indirir. Seçim olmazsa seçime zorlar. Nitekim Sovyetlerde böyle oldu. Seçime zorladı. Seçim oldu. Sovyetler yıkıldı ama devletler vardır. SNG diye dostluk birliği de varlığını sürdürmektedir.

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                                          (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 235. SEMİNER      Yorum-65    İstanbul, 14 Kasım 2003

                                                                            ÜSKÜDAR PROGRAMI

 

Bir Âyet

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

أَوْ لَا يَسْتَطِيعُ أَنْ يُمِلَّ هُوَ فَلْيُمْلِلْ وَلِيُّهُ بِالْعَدْلِ 2/282

“Zayıf olur da kendisinin yazdırmaya gücü yetmezse velisi imza etsin.”[Bakara(2);282]

Burada küçük veya sefih ifadelerinden sonra “zaif” kelimesi kullanılmış, ondan sonra da “velisi” kelimesi getirilmiştir. Demek ki herkesin bir velisi vardır. Yoksa “veliyyun lehu” olurdu, yani vekili imza etsin denmiş olurdu. Bunun anlamı dayanışma ortaklığının zorunlu olmasıdır. Bugün birçok sahalarda sigorta mecburidir. Gelişmiş topluluklarda sigortasız bir iş yapılamaz. Çünkü doğacak zarar o kadar büyük olmaktadır ki artık bir kişinin onu kaldırması mümkün değildir. Bu yalnız kendisi için değil, çevresi için de tehlike teşkil eder. Bir yerde meydana gelen arıza damar tıkanıklığına benzer. Giderilmezse kangrene döner, kesmezseniz ölümle biter.

Bugünkü Batı sigortacılığı prime dayanan sigortadır. Yanız zenginlerin dayanışmasıdır. Kapitalizmin kuralı budur. Zenginler yaşayacak, yoksullar işçi olacak, çalışamayanlar ise ölecek.

İslâmî sigortacılığın esası böyle değildir.

İslâmî sigortacılık aşağıdaki ilkeleri ihtiva eder.

a)       İslâmî sigorta prime dayanmaz. Herkes prim ödemeden sigortalıdır. Ortaya çıkan zarar ortaklık tarafından giderilir.

b)      Zarar ortaya çıktıktan sonra bölüşülerek taksit taksit ödenmek suretiyle giderilir. Zarar olmadan prim toplanarak stok yapılmaz. Zararın doğmaması için herkes gayret sarf eder. Birbirini kollar. Biriken paralar istismar konusu olmaz.

c)       Taksitlerini malen ödeyemeyenler çalışarak öderler. Kimsenin kapısına zorunlu icra gitmez.

d)      Çalışamayacak durumda olanlar, servetleri olsa da ödeme taksitlerine katılmazlar.

İşte Kur’an Arapça’sında buna “evliya” denmektedir. Halk Arapça’sında “akile” denmektedir.  Türkçe’ye “dayanışma ortaklığı” olarak tercüme ediyoruz.

İlmî ve siyasî dayanışma ortaklıklarına katılma zorunludur. İlmî dayanışma kişinin tâbi olduğu mevzuatı belirler. Siyasî dayanışma kişinin diyetini öder.

 

Bir Çözüm

İSTANBUL OTOBÜSÇÜLER DAYANIŞMA KOOPERATİFİ

“İstanbul Otobüsçüler Dayanışma Kooperatifi”ni misal olarak ele alalım:

a)       İstanbul Belediyesi’nde taşımacılık yapan halk otobüsçüleri bir dayanışma kooperatifini kurarlar. Bu kooperatife Otobüs Sahipleri, Otobüs Bakımcıları, Otobüs Sürücüleri, Otobüs İkmalcileri (Mazot temin edenler) katılırlar.

b)       Dayanışma Kooperatifi’nin 10’a yakın “Otobüs Komisyoncusu” bulunur. Otobüsü işletmeye koymak isteyenler, pazarlıkla otobüslerini bu komisyonculardan birine satarlar ve “Otobüs Pay Belgesi”ni alırlar. “Otobüs Temsilcisi” pay belgesi ile satın aldığı otobüsün bakımını yaptırır ve bir sürücü ortağa teslim eder. Otobüse bir hat tahsis edilir. Bakım masraflarını otobüs temsilci ortakları karşılarlar. O otobüsün satılan biletlerin karşılığından otobüs temsilcisine bir pay ayrılır. Temsilci bu paylarla önce otobüslerin bakımını yaptırır, sonra kendisine %2.5 alır. Kalanını otobüs sahiplerine bölüştürür.

c)       “Sürücü Ortak” kendisine “Yardımcı Sürücü ve Muavinleri” ortak olarak bulur. Bunlar otobüsü işletirler. Otobüse “akbil” ile binilir. Otobüs duraklarında “akbil doldurma cihazları” bulundurulur. Akbil müşterilere satılır, ama istediği zaman da iade edebilir. Toplanan bilet paralarından sürücülere bir pay ayrılır ve sürücü ortaklar bunu bölüşürler.

d)      Yakıt kilometre başına otobüslere doldurulur. Satılan bilet karşılığı yakıta bir pay verilir. Bu pay bütün otobüsler harman yapılarak bölüştürülür. Böylece az yolcu taşıyanlar çok yolcu taşıyanlar tarafından sübvanse edilir.

e)       Bakım yapanlar parça bedellerini temsilci ortaklardan alırlar. Eski parçalarını iade ederler. İşçilik bedelini ise o otobüsün bilet satışlarından pay olarak alırlar. İyi bakım yapmaları halinde hiç iş yapmadıkları halde kazanç elde ederler. Bakım yaparken hem emeklerini harcar hem de bir şey almazlar.

f)        Bilet bedelinden yedek otobüslere de bir pay ayrılır. Bunlar serviste olmadığı halde yani hatları bulunmadığı halde otobüs kira payını istihkak ederler.

g)      “Pay Belgeleri Borsası” kurulur. Serbestçe alınıp satılır. Pay belgelerine bilet satışından bir pay ayrılır. Halk bu pay senetlerini alıp kazanca iştirak eder.

 

Burada çok eksik ifadeler vardır. Sorarsanız sizlere açılayacağım.

SÜLEYMAN KARAGÜLLE İLE ZİYA GÖKALP GÖRÜŞTÜ!

TÜRKLEŞMEK, İSLÂMLAŞMAK, MUASIRLAŞMAK – IV

 

3- ANANE VE KAİDE

 

Ziya Gökalp -Muhafazakarlık ve cezrilik kaidecilikte birleşmiştir.

Süleyman Karagülle –Kâinat’ta etki ve tepki kuralları vardır. Tepki etkiye eşittir. Topluluklarda da yenilikçiler vardır, korumacılar vardır. Yenilikçiler tutuculuğu önlerler, korumacılar bozulmayı önlerler. İkisinin çatışması dengeyi oluşturur.

ZG -Muhafazakârlar ve cezriler kaidelerin çıkışlarına bakmazlar.

SK -Uygarlık geliştikçe eskiden doğru olanlar şimdi yanlış olmaya başlar. Eskiden yanlış olanlar şimdi doğru olabilir. Her yeni doğru değildir Her eski de yanlış değildir. Bunlar arasındaki tartışma kötü eskilerin atılmasına ve iyi yenilerin gelmesine neden olur. Evrim de budur. Bu çatışmayı yararlı görmek gerekir. Milliyetçilik ve inkılâpçılık bunun için yan yanadır.

ZG -Yaşlılar muhafazakâr olurlar, gençler inkılapçı olurlar.

SK -Öncülük yapanlar için yaş sözkonusu değildir. Yapıları ve çevreleri onları bir yere getirmiştir. Onlar değişemezler. Halk arasında ise yaşlılar daha çok muhafazakârlara, gençler ise daha çok inkılâpçılara meyyaldirler.

ZG -Kimileri yeni kuralları evrim kabul ederler. Oysa evrim yeni kurallar getirir.

SK -Kuralları yazmak demek evrimleşmek demek değildir. Evrimleştikten sonra kuralları koymak gerekir. Kanunlarla evrim olmaz. Önce uygulama yapılmalı, sonra kanunu yazılmalıdır.

ZG -Devrimciler başarısızlığı eski kaidelere yükler ve hemen değiştirilmesini isterler.

SK -Başarısızlık kurallarda olabildiği gibi kuralların uygulanmasından da olabilir. Çözüm ilmî metottur. Önce uygulamada kurallara uyulup uyulmadığı denetlenmelidir. Kurallara uyulmamışsa sebebi incelenmelidir. Kurallara uymama kuralların kötülüğünden olabilir. Kurallara uymama kişilerin kötü olmalarından gelmiş olabilir. Kurallara uyulduğu halde sonuç elde edilememişse kurallar değiştirilmelidir. Sosyal olaylarda bu denemeler ancak “yerinden yönetimli bucakların ihdası” ile mümkündür. Her bucak kendisi ne isterse onu dener. Sonra ilim adamları sonuçları tahlil ederler.

ZG.-Yeni kurallar sonuç vermeyince gericilik hortlar.

SK -Yeni kurallarda da eski kurallarda da ilmîlik ön planda olmalıdır. Sebep-sonuç ilişkileri üzerinde durulmalı, sonuçlar ilmen ortaya konmalıdır. Bunu başarmamız “yerinden yönetimli bağımsız bucakların teşkilatlanması” ile mümkündür. Halk bunu “kooperatifler” şeklinde organize edebilir.

ZG -Biz hep taklitçi olmuşuz, durmadan kaideler değiştirmişiz. Başarılarımız geçici olmuştur.

SK -Türklerin uygarlığı en erken İskitlerle başlar. Milattan önce en erken bin yıldır. Oysa Mezopotamya’da uygarlık M.Ö. 7000’lere varır. Türkler İslâmiyet’ten önce göçebe devlet kurmuşlar, istilalar yapmışlar, gittikleri yerlerde erimişlerdir. Türkler İslâmiyet’i kabul ettikten sonradır ki yerleşik uygarlığa geçmeye başlamışlardır. İslâm Uygarlığı’nın oluşmasında çok büyük etkileri olmuştur. Ancak yeni uygarlığı oluşturma seviyesine ancak bugün ulaşmışlardır. Bir ulus uygarlığı öyle kolay kolay ortaya çıkaramaz. Türkler İslâm Uygarlığı’nı almışlar, şimdi de Batı Uygarlığı’nı alıyorlar; artık sentez yapma zamanıdır. Bundan öncesi öğrenme zamanı idi.

ZG -İngilizleri tekâmül ettiren ananeciliktir.

SK -Tarihte büyük medeniyetleri peygamberler oluşturmuştur. Mezopotamya, İbrani, Hıristiyanlık ve İslâmiyet peygamberlerin medeniyetleridir. Buna karşılık Mısır, Yunan, Bizans ve bugünkü Avrupa bu medeniyetlerin kuvvet medeniyetlerine dönüşmesidir. Bugünkü medeniyet de tamamen Yahudi uygarlığıdır. Yahudi sermayesi Avrupa’yı birbirine düşürerek dengeyi kurmuştur. Dünyayı istila etmek için de İngilizleri kullanmıştır. İngilizlerin hiçbir şey olmadıkları İkinci Cihan Savaşı’nda ortaya çıkmıştır. Demek ki Ziya Gökalp görünüşe aldanmıştır. Bugünkü Amerikancı ve Avrupacılar da aynı yanılgı içindedirler.

ZG -Bizim ise kurallarımız var ama ananemiz yok, onun için geri kaldık.

SK -1500’lerde bizim ananemiz yok, onun için geri kaldık diyebilir miydik? Her uygarlık yaşlanır. Dün onlar geri idi, biz ileri idik; bugün de biz geriyiz, onlar ileridir. Yarın biz ileri olacağız, onlar geri olacaktır. Bunun ananecilik veya kuralcılıkla bir ilgisi yoktur. Homoseksüel ananesi mi bizi ileri götürecektir?!.

ZG -Kaideler sunidir ve tutucudur, ananeler ise hem maziye bağlayıcı hem de ilericidir.

SK -Gökalp içtihat sistemi ile kanun sistemini anlatıyor. İslâmiyet’te kanun yoktur, içtihat ve icmalar vardır. Kanun, geçmiştekilerin koyduğu kurallara gelecektekileri zorla uydurmaktır. İçtihat ise kişinin kendi hayat kurallarını kendisinin koymasıdır. Anane ilkeldir. İçtihat ananelerin evrimleşmiş şeklidir. Bilinçli hâle gelmiş şeklidir. İçtihat kapısının kapatılması nedeniyle böyle oldu denebilir.

ZG -Topluluğun kuralları bedenidir, topluluğun ananesi ruhudur. Balkan Savaşı’nda anane kuralları yendi.

SK -Gökalp bu yazıları yazarken daha İstiklâl Savaşı yaşanmamıştır. Sonra kim kimi yendi? Şimdi kim büyük devlettir? Demek ki varsayımları yanlıştır. İçtihat kuralcılıkla ananeciliği birleştirir. Kendi yaşama kurallarını kendin koy ama sonra ona uy. Aranızdaki sözleşmeleri kendiniz yapın ama sonra onlara uyun. Başkanınızı kendiniz seçin ama sonra onu dinleyin; yoksa o topluluğu terk edin. Hakemlerinizi kendiniz seçin ama sonra o hakemlerin kararlarına uyun. İşte burada yapmak ananeciliktir, uymak kuralcılıktır.

ZG -Türk kültürüne dönmeliyiz.

SK -Uygarlık başka şeydir, kültür başka şeydir. Dil, sanat, teknik ve hukuk her ulus için ayrıdır ve her an değişerek gelişmek zorundadır. Uygarlık ise ilimdir, dindir, ekonomidir ve yönetimdir. Bunlar da değişip gelişeceklerdir. Uygarlıkta kurallar, kültürde ananeler hakim olacaktır. Yani, halk kendisi içgüdüyle üretecek, oysa uygarlığı ilim adamları bilinçli olarak ilmî metotlarla üreteceklerdir.

 

ZG -Türklük dağınık bir şekildir. Ortaya çıkarmalıyız.

SK -Önce Türk dili üzerinde durmalıyız. Türkçe’de bulunan yabancı kelimeleri ayıklamalıyız. Dilimizin kurallarını net olarak ortaya koymalıyız. Sonra bu kelime ve kurallardan hareket ederek bize akraba olan kavimleri bulmalıyız. Onların dilleri ile bizim dilimizi karşılaştırarak ne zaman ayrıldığımızı ortaya koymalıyız. Sonra Türk dilinin önderliğinde Türk sanatını, tekniğini, örfünü ortaya koymalıyız. Bunun yanında Latince ve Arapça kelimeleri içeren ders kitaplarımız olmalıdır. Geçmişi aramaktan çok hâlimizi iyice öğrenmeliyiz. Tarihimizi bugünümüzü bulmak için öğrenmeliyiz. Geleceğimiz için hedefimizi çizmeli ve ona göre eserlerimizi üretmeliyiz. Türkiye Türkleri olarak ortaya çıkmalıyız. Diğer Türkler ve Müslüman halklar ile yakınlık ilişkilerimiz olmalıdır. Gelecekte ne bir İslâm devleti kurulabilir, ne de bir Tük imparatorluğu kurulabilir. İmparatorluklar dönemi tarih oluyor.

ZG -Sonra İslâm Uygarlığı’nı öğrenmeliyiz.

SK -Uygarlıklar tarihini öğrenmeliyiz. Bugünkü Batı’nın sosyal ve tabiî ilimlerini öğrenmeliyiz. Kur’an dilini ve Usûlü Fıkhı öğrenmeliyiz. Sonra yeni uygarlığın sentezini ortaya koymalıyız. Tarihin içine fazla dalmak orada saplanma sonucunu doğurur.

ZG -Anane tarihî tekâmülü oluşturur, müesseseler arasında birliği sağlar.

SK- Ananeden kasıt müdahalesiz, kendiliğinden oluşan kurallar demektir. Bunlar yine serbestçe değişir. Uygarlık müdahaleyi gerektiriyor. Ama müdahale demokratik olmalıdır. İçtihat müessesesi bunu sağlar, değişmeyi de o getirir. Müesseseler arasındaki birliği de içtihat sağlar.

ZG -Anane bir İslâm-Türk sentezini yapabilir.

SK -İçtihat mahallî icmalara götürür, bu da ulusal mezhepleri kendiliğinden oluşturur.

ZG -Türklüğün ve İslâmlığın tarihinden sonra tekniğin de tarihini ele almalıyız.

SK -Osmanlı sanatı henüz ilmî sanayi değildir, el sanatıdır, maharet sanayiidir. Oysa Batı matematiğe dayanan el sanatını geliştirmiştir. Teknikte gelişmemiz ise tarihten çok şimdiki teknolojimizi ilme dayalı ama kendi standardımızda gelişmemiz ile olur. Avrupa’dan ilmi alacağız, tekniği biz yeniden üreteceğiz. Bunun için yeni standartları oluşturmalıyız.

ZG -Bir memlekette teknik gelişirse fenler de gelişir.

SK -Sanayi devrimi ilimde de devrim yapmıştır. Teknoloji ile oluşturulan araçlar ilmî değerleri ölçtü ve bu sayede gelişti. İlmi de kendi deneylerimizle kontrol etmeliyiz.

ZG -Fenler âletlerle oluşur, felsefe usul ile oluşur.

SK -İlmî bir keşiften önce belki bin deney yapmak gerekir. Ama keşfettikten sonra bir-iki deneyle ilmin verilerini tahkik edebilirsiniz. Biz Batı’dan bütün ilimleri almalıyız, ama kendi deneylerimizle mutlaka kontrol etmeliyiz. Bugünkü müsbet ilimlere dayanan yeni felsefe kurmalıyız.

ZG -Gerçek filozoflar kendi araştırmalarını sonuca bağlarlar.

SK -Felsefe, tümevarma yoluyla bulunan kuralları, kesin kuralları varsayımlarla birleştirerek bütün ilmî verileri açıklamaktır. Filozof kendisi ilim üretmez. Yunanlılar Mezopotamya ilimlerini felsefeleştirdiler. Biz de Avrupa ilimlerini felsefeleştirmeliyiz.

ZG -Felsefe malumatı arıtandır. Bizde ne felsefe ne de filozof vardır.

SK -Bir toplulukta alimin, filozofun, sanatkârın yetişebilmesi için rağbet görmesi gerekir. Fikirlerinin tartışılması gerekir. Marifet iltifata tabidir. Bize Ziya Gökalp’i methettiler ama fikirlerini tartıştırmadılar. Orduya kadar her şeye bütçe ayırmış olan Türkiye, Adil Düzencilere bu paydan sadece hapishaneleri ayırdı! Buna rağmen Adil Düzen Felsefesi her gün biraz daha güçleniyor.

ZG -Bir taraftan tarihli ve ananeli millet olmalıyız, diğer taraftan tekniğe dayanan ilmi oluşturmalıyız. Üzerine de felsefe kurmalıyız.

SK -Temennilerle bir yere varamayız. Metotlu bir şekilde çalışmaya başlamalıyız.

a)       Matematiğe dayalı bütün Batı ilimlerini öğrenmeliyiz.

b)       Kur’an Arapçası’na dayalı bütün İslâm ilimlerini öğrenmeliyiz.

c)       Bunların sentezinden oluşan Adil Düzen İşletmelerini kurmalıyız.

d)       Siyasi partiler oluşturup iktidarlara Adil Düzeni taşımalıyız.

Ekonomisi güçlü, huzurlu, sosyal yapısı güçlü olan ülke gelişebilir.

Ziya Gökalp -Asrın fünun ve felsefesini, fenniyat ve usuliyatını, millî ve dinî ananelerimize aşılar ve mecz edersek, muasır İslâm-Türk sentezini yapabiliriz.

Süleyman Karagülle -Sosyal ve müsbet ilimlerle sabit olan asrın sorunlarını, Kur’an’ın irşat ve göstermesi ile yönlendireceğimiz asrın sosyal ve tabiî ilimleri ile çözmeye başlarsak o zaman III. Bin Yıl Uygarlığı’nı Türk milleti olarak kurmuş oluruz.

 

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                                          (0532) 246 68 92

 

 

 

Gelecek Hafta:

 

4- HARS ZÜMRESİ - MEDENİYET ZÜMRESİ

 

 

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3453 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2648 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2137 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2517 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2517 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2160 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2567 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2469 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1974 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2333 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2238 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2384 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2605 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2424 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3025 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2659 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2973 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2657 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2730 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2941 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3120 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3409 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5458 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3530 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3061 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3848 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3697 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3401 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3858 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3820 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4096 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4607 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3004 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3102 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3953 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3808 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2837 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2930 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3938 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7693 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5579 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4162 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3562 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3708 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4717 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4429 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4724 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4646 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4798 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4538 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3384 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4460 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3610 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5154 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3839 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5135 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 4991 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4916 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3517 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3467 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3682 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5141 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4195 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5402 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4076 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5254 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4405 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4416 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4560 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4756 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5307 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4107 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5250 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4512 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3832 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4364 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4575 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4103 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4085 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4075 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4533 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5634 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9792 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4636 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3690 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3842 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3351 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3374 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3736 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5688 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4239 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3437 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler