Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 238
ÂL -İ İMRAN SURESİ TEFSİRİ 72-74.AYETLER
21.12.2003
1235 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜZEN 238

ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi        20-21 Aralık 2003        Fiyatı: Seminere katılmak  veya   (akevleronline)  www.akevler.org

MÜJDELER OLSUN!  “KUR’AN’I UYGULAMA METODU” İSMİYLE

KİTAP HACMİNDE BİR ÇALIŞMAMIZI HAZIRLIYOR VE HİZMETİNİZE SUNUYORUZ…

“K U R ’ A N”    E Ş S İ Z D İ R

KUR’AN, KENDİSİ DAHA MEKKE’DE EŞSİZ OLDUĞUNU İLERİ SÜRMÜŞ VE MEYDAN OKUMUŞTUR:

“Bunu ‘Muhammed uydurdu’ diyorsanız, ‘benzerini getiriniz’ demiştir.”

“Benzerini getiremezseniz, yakıtı taş ve insan olan ateşten korkun.” demiştir.

Meydan okumaya devam etmiştir; “Bundan daha üstün düzeni getirin, ben ona uyayım, de.” demiştir.

III. BİN YILIN BAŞINDA YİNE MEYDAN OKUYORUZ:

“Getirin ‘İnsanlık Anayasası’ndan daha iyisini, biz ona uyalım.”

“KUR’AN” DEĞİŞMEMİŞTİR

SÖZÜYLE, YAZISIYLA, DİLİYLE, YORUMUYLA BİZE DEĞİŞMEDEN GELMİŞTİR.  

 I- ÖĞRENME

1- ÖĞRENECEK

2- ÜRETECEK

3- ÖĞRETECEK

4- DAYANIŞACAK:          a) -SERBEST ÖĞRENİM

b) -İŞBÖLÜMÜ

c) -ORTAK İMTİHAN

d) -TEMİNATLI EHLİYET

II- KAYNAK                                        

1- DİN KANALI

2- İLİM KANALI

3- SENTEZ  GÖREVİ                      

4-KUR’AN:               a) -KİTABIMIZDIR

b) -UYGARLIĞIMIZIN KİTABIDIR

c) -SON KİTAPTIR

d) -ULAŞABİLDİĞİMİZ TEK KİTAPTIR   

III- KUR’AN’IN ÖZELLİKLERİ

1- MATEMATİĞİ

2- MUHTEVASI

3- YORUMU

4- İNTİKALİ:            a) -KUR’AN

b) -KİTAP

c) -ZİKİR

d) -FURKAN

IV- TEDRİS 

1- ÖMÜR BOYU

2- ÖĞRENME ÖĞRETME

3- OKUMA ÇALIŞMA

4- DERECELENME:            a) -İCAZET

b) -SIRALAMA

c) -TEST

d) -BAŞARI  

N E D E N    “K U R ’ A N” ?

 

BU ÇALIŞMAYI KİTAPLAŞTIRMAK VE DAĞITMAK İSTİYORSANIZ; GELECEK HAFTAYI SABIR(SIZLIK)LA BEKLEYİNİZ!..

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 238. SEMİNER         Tefsir         İstanbul, 21 Aralık 2003

 

ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ – XIX

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

وَقَالَتْ طَائِفَةٌ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ آمِنُوا بِالَّذِي أُنْزِلَ عَلَى الَّذِينَ آمَنُوا وَجْهَ النَّهَارِ وَاكْفُرُوا آخِرَهُ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ(72) وَلَا تُؤْمِنُوا إِلَّا لِمَنْ تَبِعَ دِينَكُمْ قُلْ إِنَّ الْهُدَى هُدَى اللَّهِ أَنْ يُؤْتَى أَحَدٌ مِثْلَ مَا أُوتِيتُمْ أَوْ يُحَاجُّوكُمْ عِنْدَ رَبِّكُمْ قُلْ إِنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللَّهِ يُؤْتِيهِ مَنْ يَشَاءُ وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ(73) يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِهِ مَنْ يَشَاءُ وَاللَّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ(74)

وَ  (Va) “Ve”

Buradaki “Va” harfi, “Kâlet/ Kavletti. Söyledi” kelimesini, bundan üç âyet önce geçen “Veddet/ Meveddet etmişlerdir.” kelimesine bağlamaktadır. Kitab Ehli olanlar içinde değişik şekilde iman etmiş olanlara karşı gelmektedirler. İman Ehli olanların Hak nizamını tesis etmelerine karşıdırlar. Kendi hevalarına uydurdukları kuvveti haklı kılan düzeni sürdürmek istemektedirler. Bunlar da iki grupta toplanırlar. Gruplardan biri doğrudan şaşırtmak istemektedir. Mü’minlerin onların dinine girmelerini istemekten çok, mü’minlerin hata yaparak kötü duruma düşmelerini istemektedirler. Mü’minler herkesin mü’min olmasını isterler. Oysa, bilhassa Yahudiler, başkalarının mü’min olmasını istemezler, insanların sadece dalâlette olmasını isterler.

İşte; daha önceki âyetler onları anlatıyordu. Burada anlatılanlar daha çok Hıristiyanlardır. Onlar da İslâmiyet’i bırakarak Hıristiyan olmamızı isterler. Bunların hedefleri birdir; Kur’an düzenini çökertmek. Onun için “Va” harfi ile birbirine bağlamaktadır. Ayrı ayrı taifeler oldukları için burada “Va” harfi gelmiştir.

قَالَتْ  (QAvLaT)  “Kavletti. Söyledi.”

Kendi kendilerine söylediler. Bir taife diğerlerine söyledi. Yahut, birbirlerine söylediler. 

Daha önce “Veddet” kelimesi geçmişti. “Meveddet” istemek, şiddetle arzu duymak anlamındadır. Fiilen yapılacak hareketleri içerir.

Öyle uygulamalar yaparlar ki, sizleri şaşırtmak isterler. Sizin lehinizedir diye size kanunlar yaptırırlar. Oysa, o kanunlar sizin aleyhinizedir. Avrupa Birliği daha kendi düzenini kuramamıştır, kendi “Anayasa”sını yapamamıştır. Büyümek suretiyle güçlü olunacağını sanmaktadır. Oysa, büyüklüğün getireceği sorunlar vardır. O sorunları çözmeden büyümek sonunda kısa zamanda parçalanma demektir. Tarihte birden büyümüş olan imparatorluklar kısa zamanda çöküp gitmişlerdir. Roma İmparatorluğu ise önce yavaş yavaş büyümüş, sonunda da varlığını ancak Hıristiyanlığı kabul etmek suretiyle sürdürmüştür. Cengiz İmparatorluğu da birden dünyayı kaplamış, sonra kısa zamanda parçalanmış, ancak İslâmlaşmak suretiyle ömrünü uzatmıştır. Timur, Osmanlıları yenmiştir, ama Osmanlıların vârisleri hâlâ varlıklarını sürdürmektedirler.

İşte, Batı dünyası, “Avrupa Birliği’ne alacağız” aldatmacası içinde fiilen idlâl etmektedirler. Bir taife de İslâmî değerleri, lâikliği, demokrasiyi, sosyalizmi, liberalizmi kabul ettiklerini ilân ederek aldatmaktadırlar. Demokrasi deyip saltanatı kaldıracaklar, sonra saltanat yerine diktatörlüğü getirecekler, sonra da onu çok partili sistemle ortadan kaldıracaklar, daha sonra da işler yürümüyor diye “genel vali” atayacaklar, sonra da yutacaklar.

İşte, bu da ikinci siyasettir.

Hâsılı; şunu bilmeliyiz ki, Batı dünyasının içinde iki kötü grup vardır. Kimi Türkiye’yi Avrupa içinde asimile etmek, yok etmek, ama halkını yaşatmak ister. Diğer grup ise Türk halkını da yok etmek ister.

Hıristiyanlar Türkiye’yi Hıristiyan yaparak yaşatmak istiyorlar; Avrupa Birliği budur.

Amerikalılar ise Türk halkını soykırımına uğratmak istiyorlar; aynen Kızılderililere yaptıkları gibi.

طَائِفَةٌ (OAvEıFaTun)  “Bir Taife. Bir takım.”

Bundan önce de “Taife” kelimesi nekire olarak geçmişti, şimdi de nekire olarak geçmektedir. Bu iki taife birbirinden farklıdır. İkisi de nekire olduğu için bu iki taifeden ayrı kimseler de vardır. Ayrıca taife kelimesi onda birler, yüzde birler civarındadır. Yani, iki taife de azdır. Bu taifeler dinî kisve ile ortaya çıkarlar. Oysa, bunlar dine hizmet etmiyorlar, dini istismar ediyorlar. Durmadan sermayesini artırıp neye kullanacağını bilmeyen zenginler olduğu gibi; durmadan siyasi olarak büyümeye çalışıp onu ne yapacağını bilmeyen gruplar vardır. Onlar bunlardandır.

Kur’an nâzil olduğu zaman bu anlayış Medine içinde cereyan ediyordu. Aradan bir yarım bin yıl geçti. İslâmiyet artık sadece kendi içinde değil, dünya içinde de etkin olmaya başladı. Bugün Müslümanlar göç ederek dünyanın her yerine yayılıyorlar. Gittikleri yerlerde anavatanlarından daha fazla İslâmiyet’i yaşıyorlar. Güney Afrika ve Avustralya kıtasında İslamiyet henüz yeteri kadar kendisini duyuramamıştır. Başka her yerde varlığını göstermiştir. İşte, İslâmiyet’in üstün düzen olduğunu herkes gördüğü içindir ki, şimdi herkes ona karşıdır. Kimi Müslümanları imha etmek istiyor, kimi de Müslümanları dinlerinden döndürmek istiyor.

Dünyadaki bu istek Türkiye içinde de geçerlidir. Türkiye’de Müslümanları soykırıma uğratmak isteyen bir azınlık vardır. İrtidat etmiş gruplar vardır. Türkiye’de Müslümanları dinsizleştirmek isteyen grup vardır.

Türkiye’de Kur’an’a inanan gruplar içindeki bunlar Ehli Kitaptır. Adil Düzencileri “Adil Düzen”den vazgeçirmek isteyenler vardır. Adil Düzencileri imha etmek isteyen, Kur’an’a sözde inanmış olanlar vardır. Kur’an’ın Allah sözü olduğuna inanıp da ondan sonra başka dünyalarda kurtuluş arayanlardan daha şaşkın kimse var mıdır?

مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ  (MıN EaHLı ELKıTAvBı)  “Kitab Ehli olanlar.”

Devlet aşamasına gelmiş her topluluk “Ehli Kitap”tır. Kur’an nâzil olduğu zaman devlet aşamasına gelmemiş topluluklar vardı. Ancak, bugün yeryüzünde devlet aşamasına gelmemiş topluluk kalmamıştır. Kur’an bu aşamaya gelmemiş topluluk kalmayacağını bildirmiştir. Bu ancak 20. asırda gerçekleşmiştir. Bugünkü ulaştırma ve haberleşme araçları bunu sağlamıştır. Bunların içinde ateist Ehli Kitap olanlar vardır. Bunlar Tanrı’nın olmadığı ilkesine dayanmaktadırlar. Bundan başka dinsiz Ehli Kitaplar vardır. Bunlar Tanrı’ya ne inanır ne de inkâr ederler. Kişi olarak inancı serbest bırakırlar.

a) Türkiye’deki Batıcı elit tabaka ateisttir. b) Batıcı olmayan elit tabaka dinsizdir. Halk ise dindardır. c) Üçüncü bir grup vardır ki; bunlar inançta dindardırlar, Allah’a ve kitaplarına inanırlar, ama emellerini lâik düşünce içinde yaparlar. d) Dördüncü grup Ehli Kitap olanlar ise kitapları kendilerine uydurarak inanırlar.

İşte bütün bunlar “Ehli Kitap”tırlar. Türkiye’de Adil Düzencilerden başkası “Ehli Kitap”tır. Bunlar Kur’an’ı kendi heva ve hevesleri içinde yorumlayarak dindar olmaya çalışmaktadırlar.

Peki; Kur’an’ın, “Ey Ehli Kitap!” diye hitap ettiği kimseler kimlerdir? Kur’an’ı kendi heva ve hevesleri ile değil de; “Fıkıh Usûlü Kuralları” içinde, çağımızda insanlığın ulaştığı tabiî ve sosyal ilimlerin verileri içinde içtihat yapıp Allah’ın bizim için muradı ne ise, işte onu anlamaya gayret eden kimselerdir. Bunlar Adil Düzenci olan kimselerdir. Bugün sayıları azdır, ama yarın hâkim olacaklardır. Allah’ın nûru tamamlanacaktır.

آمِنُوا  (EAvMıNUv)  “Îmân ediniz. İnanınız.”

Emine” kendisini güvene almaktır. “İman” birini güven altına alma demektir. “İmanun Bi” ise, başkası ile kendini güven altına almak demektir. Burada “Bi” harfi taaddi için değil, âlet için gelmiştir.

“Kur’an’ı kabul etmiş gibi olunuz” diyorlar. “Sonra da bırakınız, belki onlar da bırakır.” diyorlar.

İşte aynen bu şekilde, Adil Düzen münafıkları olmuştur. Necmettin Erbakan’ın baskısı ile “Adil Düzen”i kabul eder olmuşlar, sonra da ondan vazgeçerek kitleleri de vazgeçirmiş göstertmektedirler.

Bu memlekette “Adil Düzen”e inanmış kimseler vardır. Bunların her biri imanlarını ayrı ayrı korumaktadırlar. Sadece Necmettin Erbakan orada olduğu için Saadet Partisi’nden ayrılmaktadırlar. Onların içinde bir taife vardır ki, böyle yapmaya devam etmektedir. Gün beklenmektedir. Bir gün “Adil Düzen Partisi” kurulacak veya bir parti “Adil Düzen”i benimseyecek ve şimdi dağınık şekilde bekleyen Adil Düzenciler ortaya çıkacaklardır. “III Bin Yıl Uygarlığı”nı da işte bunlar kuracaklardır.

بِالَّذِي أُنْزِلَ  (Bi elLaÜIy EuNÜıLa)  “İnzâl edilmiş olana.”

Burada “inzal olunmuş olan; Kur’an’dır.” Çünkü “Mâ” ile değil de “Ellezî” ile gelmiştir. Bu da Kur’an’dır, Kitap’tır, Zikir’dir ve Furkan’dır. Zikir, Arap dilinin anlattıklarıdır. Furkan ise, fıkıh usûlüne göre Kur’an’ı ilimle tafsildir. Bunlar bir bütündür. Tek başına Kur’an, tek başına Kitap, tek başına Zikir, tek başına Furkan inzâl olunan değildir. Kur’an’ı kabul etmek demek; onun kıraatini, hattını, dilini ve hükümlerini bir bütün olarak kabul etmek demektir. Muska yazıp boynunda asmak, veya üfürükçülük yapıp şifa aramak, manâlarını yorumlayıp felsefe yapmak yetmez; onun hükümlerini uygulamak gerekir. İşte onun hükümlerini uygulamayanlar Ehli Kitaptır, mü’min değildir. Ehli Kitap da cennete gider, ama dünyada başarı şansları yoktur.

عَلَى الَّذِينَ آمَنُوا  (GaLay elLaÜIyNa EaAvMaNUv)  

“İman etmiş olanlara inzâl edilmiş olana.”

İman etmiş olan kimselere inzâl edilmiş olana iman ediniz. İnanmış görününüz.  

İman etmiş olan kimseler Kur’an’a kıraatiyle, kitabetiyle, zikriyle, furkanıyla inanmış kimselerdir.

“İnandık” dedikleri halde fiilen Avrupa kapılarında sürünenler Kitab Ehlidirler. Allah’a dua edeceklerine Avrupalılara dua ediyorlar. Şirk içindedirler. “Zekât”la Türk ekonomisini düzelteceklerine, “faiz” ile ülkeyi düzlüğe çıkarmak istemektedirler! Küfür içindedirler. Emeği değerlendirip sa’y ile borçlarını ödeme yerine, IMF talimatı ile emeği eve hapsedip ülkeyi borçlandırarak yaşatmak istiyorlar. İşte onlar Ehli Kitaptırlar. İktidar olmadan önce Allah’a, iktidar olduktan sonra ise kuvvete inanan kimselerdendirler. Onlar, inanmadıkları halde Allah’ı ve iman etmiş olan kimseleri kandıracaklarını sanan zavallılardır.

وَجْهَ النَّهَارِ (VaCHa elnNaHaRı)  “Nehârın vechinde. Gündüzün başında.”

Biz “baş” ve “son” olarak kullanıyoruz. Kur’an “yüz” ve “son” olarak kullanıyor. Her iki hal de mecazi olmuş olur. Makul hakikat olur.

Nehar” gündüz demektir. “Leyl” gece demektir. “Nehir” akarsudur. Derede dibe çökene “leyl”, çökmeyip akana ise “nehar” denmektedir. Burada kastedilen; kısa zamanda inanmış görünün, sonra vazgeçin.

Bir toplantı yaparsınız. Böyle görevli kimseler vardır. Salona girip bir yerde otururlar. Halk gelip dinlemeye başladıklarında, en heyecanlı yerinde salonu birden terk edip giderler; bu arada, salondakileri de peşlerinde sürüklemek isterler. Benim toplantılarımda kimseyi salondan alıp götüremediler, çoğu zaman onlardan da kalanlar oldu. O sebepledir ki, bunlar gelip yüz yüze görüşmezler. Sadece uzaktan gıybet ederler. Çünkü gönderdikleri insanlar dinledikten sonra imana gelme durumuna düşüyorlar.

Bizim toplantılarımıza gelip sonra gelmeyenler veya gelmek istedikleri halde gelemeyenler, işte bunlardır. “Adil Düzen”e inanmış görünüp sonra ayrılanlar, işte bunlardır. “Adil Düzen”i “Millî Görüş”e karşı gösterenler de, işte bunlardır.

وَاكْفُرُوا آخِرَهُ  (VaKFuRUv EaPiRaHUv)  “Âhirine küfredin.”

Ahur” kazığa bağlanan ipin açıktaki ucudur. Hayvan bir ucuyla kazığa bağlanır, diğer ucuna hayvan bağlanır. Sabahleyin neharın vechi başı kabul edilmiş, akşam da âhiri kabul edilmiş.

Bir kimseye itiraz edeceksen önce onu dinleyeceksin. O sana fikirlerini anlatacaktır. Sonunda yanlışları varsa itiraz edeceksin. Onu dinlemeden peşin fikirli olmayacaksın. Ne kadar haklı olduğundan emin olsan da ona söyleteceksin. Bir öneri ile gelen kimseyi önce olur ile bakacaksın, eğer mümkünse yapacaksın.

İşte mü’minin takip edeceği yol budur. Önce dinlemek, sonra eğer doğru söylüyorsa tasdik etmek. Önce mümkünse istediğini yapmak, değilse mazereti anlatmak. Kâfirler ise baştan dinlemezler, önerileri düşünmeden reddederler. Ancak onların içinde akıllı olanlar vardır. Önce dinler görünüp sonra doğru da söylesen kabul etmezler. Öneriyi de birtakım bahanelerle reddederler. İşte Kur’an bunları anlatmaktadır.

Avrupa sokaklarında sürünenler, dinlemeden kâfir olanlardır. Çünkü karşı düşünceleri dinlemiyorlar.

لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ  “Rücu ederler diye.”

Bu taife helâklerini değil, rücu etmelerini isterler. Kendileri gibi olmanızı isterler. İnsanların yarışıp başkalarının seviyelerine çıkmalarını, onları geçmelerini istemek, hayırda yarıştır, müsabakadır, iyidir. Ama başkalarının geri kalarak bizim geçmemizi istemek ise hasettir ve şerdir.

İşte, Ehli Kitaptan bir taife kendileri yükselemeyince sizin de geri kalmanızı isterler. Bu hususta Hıristiyanlar şeriata sahip olmayınca, Müslümanların da şeriat dışı olmalarını isterler. Kur’an’ı çağın ilmiyle yorumlayamayan Kur’an’a inananlar, Adil Düzencilerin de bu işi yapmamalarını isterler. “Adil Düzen”den vazgeçmelerini isterler. Görülüyor ki, tutuculukta Ehli Kitap mü’minlere karşı ittifak etmişçesine faaliyettedirler.

وَلَا تُؤْمِنُوا (Va LAv TuEMıNUv)  “Ve iman etmeyiniz.”

İman etmek “Bi” harfi ile gelirse, kendisini onunla güven altına almadır. “Li” ile gelirse, ona güvenmek, emniyet etmek demektir. Burada “Li” ile gelmiştir. İnsanlar sözleri dinlerken kendileri karar vermezler, çevrelerine bakarlar. Topluluğun birtakım görüşleri ortaya çıkar. Onlar doğru kabul edilir. Onun yanlış veya doğruluğu araştırılmaz, kendilerinin olan hepsidir, doğrudur. Kendilerinden olmayan hepsi kötüdür, yanlıştır.

Bu tür topluluklar gelişmeden yaşarlar. Birlik için son derece yararlı ve doğru olan bu durum, gelişmeye de o derece engeldir. Bizim ülkemizdeki particiler ve tarikatlar böyle tutuculuk içindedirler. Bu onları her türlü sıkıntılı günlerinde yaşatmaktadır.

Kapatılan tarikatlar ve siyasi partiler bugün bu tutuculuk sayesinde varlıklarını korumaktadırlar.

إِلَّا لِمَنْ تَبِعَ دِينَكُمْ (EilLAv Lı MaN TaBiGa DİyNaKuM)  “Dininize tâbi olandan başkasına inanmayın, güvenmeyin. Düzeninize tâbi olandan başkasına kulak vermeyin.”

Yerinden yönetimde her bucağın kendi düzeni vardır. Ancak bir bucakta yaşayanların ortak düzeninin olması gerekir. Yoksa topluluk olmaz. O halde bir bucakta yaşayanların birbirine baskı yapmaları meşru değildir. Her mezhebin kendi görüşü olacak, halk kendi inançları içinde yaşayacaktır. Ancak ortak kurallar olacak, bucak onunla yönetilecek. Yani, lâik ve demokratik yönetim olacaktır. Birbirimize değil, ortak gerçeklere ve icmalara tâbi olacağız. Biz birbirimize güveneceğiz. Yoksa bir toplulukta birbirine güvenmeyen gruplar olursa, orası barış düzeni olmaz. Ehli Kitap böyle yapıyor. Firavun gibi halkı fırkalara ayırıyor, sonra sözünü dinletebiliyor.

قُلْ  (QuL)  “Kavlet. Söyle.”

Ey Kur’an’a onunla amel etmek için inanmış olan mü’min “Söyle; hidayet Allah’ın hidayetidir.”

Yani, bizim sizin inançlarımız değil, Allah’ın gösterdiği yoldur. Bu da icma ve içtihatlarla sabit düzendir. Herkes kendi içtihadı ile amel edecek. İcmalara herkes uyacaktır.Yani, her din grubu diğer grupları tanıyacak. Onların kendi içtihatları amel etmelerine güvence verecektir.

İçtihatlara tâbi olunur. Herkes kendi mezhebinin içtihatlarına tâbi olur. İcmalara ise iman edilir. Halbuki onlar kendi mezheplerinden başkasına izin vermemeye çalışmaktadırlar.

إِنَّ الْهُدَى هُدَى اللَّهِ (EınNa eLHuDAy HuDay elLAHı)  “Hidayet Allah’ın hidayetidir.”

Hidayet” doğru yoldur. İçtihat ve icmalarla sabit olan yoldur. Herkesin kendi mezhebine göre amel etmesi, ittibak olunan yerlerde iman edilmesi gerekir. İnanılan şeyler için cihat yapılır, ama içtihatla yapılan şey için cihat yapılmaz. Tam tersine, orada aslolan herkesin kendi hürriyeti içinde davranmasıdır. Benim sana, senin bana tâbi olman yerine; ittifak ettiğimiz hususlarda icmaya uymak esastır, birbirimize uymak değil.

Hak olan bir şeyi nerede olursa olsun almamız ve uymamız gerekir. Hak olanların hepsi Allah’ındır. Bâtıl olanları insan katmıştır. Hakkı nerede görürsek orada onu alırız. Çünkü o onun değil Allah’ındır.

Partilerin kendi içlerinde ayrı yaşayacaklardır. Ama ortaya geldiklerinde icmalara uyacaklardır. İşte Allah’ın hidayeti odur. Çünkü, Kur’an’dan sonra artık kişilere değil, zümrelere değil de, icmalara uyulacaktır.

Bu sûre içtihat sûresidir. Herkes kendi içtihadı ile hareket edecek. Birbirine tâbi olmayacak, ama herkes birbirine güvenecektir. İçtihatları ile amel etmekte saygılı olacaktır.

أَنْ يُؤْتَى أَحَدٌ (EaN YuETAy EaXaDun)  “Birine îtâ olunması.”

“Dinimize tâbi olanlardan başkasına güvenmeyin. Mü’minlerin düşmanı olan müşriklere de güvenmeyin. Sizden başka olan kimseye güvenmeyin.” demişler. Kur’an da; “Onlara söyle, hidayet sizde olan değil, Allah’ın yanında olandır. Topluluğun birlikte tuttuğu içtihat ve icma yoludur.” denmiştir.

Burada yeni bir cümle başlamaktadır, mastar ile başlamaktadır. Fail olabilir. Mef’ul olabilir. Müpteda olabilir. Haber olabilir. Fiili veya mübtedayı yahut haberi mahzuf olarak düşünebiliriz. Yani, “Hidayet Allah’ın hidayetidir” cümlesini ara cümle olarak düşünmeyebiliriz. Böyle düşündüğümüzde hazfı takdir etmemiz gerekir.

a)       Başta bir soru işareti takdir edilebilir. Böyle kıraat vardır. (Kesai) “Sizden birine size benzer verildi diye mi böyle tedbir alıyorsunuz? Hidayet Allah’ın hidayeti değil midir?” Bu en kolay anlaşılır manâdır. 

b)      Ara cümle kabul etsek bile; güvenmeyin, inanmayın anlamında “Va La Tu’minu”yu takdir edebiliriz. Hidayet Allah’ın hidayetidir, cümleyi mu’terize yapma anlamına gelir. O takdirde bu söz “Kul/Söyle” içine girmemiş olur. “Sizden başka birine sizin benzerinin verildiğine inanmayın” demek olur. “Sabah inanmış görünün, akşam küfredin, sakın ha gerçekten inanmış olmayasınız!”

c)       “Size verilenin başka birine verilmesi hak değildir” şeklinde manâ verebiliriz. Leyse bihakkın en aminu.

d)      “En” ey, yani manâsına gelir. Bu takdirde “Hidayet Allah’ın hidayetidir. Yani, size verilenin misli başkasına da verildi” olur.

مِثْلَ مَا أُوتِيتُمْ (MiÇLu MAv EUvTİyTuM)  “Size verilenin misli.”

Burada “size verilenin misli” şeklinde tercüme edebildiğimiz gibi; “bize verilenin misli” şeklinde de tercüme edebiliriz. Bize verilenin mislinin başka birisine verildiğine inanmayın demiş olurlar. Yahut, bizde söylenen size verilenin misli başka birine verildi diye mi böyle söylüyorsunuz?

أَوْ (EaV)  “Yahut Rabbinizin indinde muhacce etsinler diye.”

Burada “Ev” nereye atıftır? “Lâ tu’minû velâ yuhaccukum inde rabbıkum./ İman etmeyiniz ve Rabbinizin yanında sizinle hüccetleşmesinler.” Bu “Ev” iman etmeyinize atıf yapmış olabilir. “Lâ” tekrar edilmemiştir. Nehy “Lâ”sına atıf caizdir. Eğer siz onlara inanırsanız, onlara tâbi olmanız gerekir. Olmazsanız, sonra Rabbinize nasıl cevap vereceksiniz? Onların indinde bir kimseye güvenmek ona tâbi olmayı da gerektirir. Oysa mü’minler birbirlerine güvenirler. İttifak ettikleri hususlarda birlikte iman ederler. Ama amelde birbirlerini serbest bırakırlar. Herkes kendi içtihadı ile amel eder.

يُحَاجُّوكُمْ عِنْدَ رَبِّكُم (YuXacCUvKuM GıNDa RabBıKuM)

“Rabbinizin indinde sizinle hüccetleşmesinler.”

Onlara güvenip onlara katılmayınız, yoksa sonra Rabbinizin yanında size davacı olurlar; neden bize tâbi olmadınız diye? Kur’an’ın yaptığı en büyük inkılâp, değişik din ve mezhepte olanların birlikte yaşamaları, çoklu sistemi getirmesidir. İnsanlar çoklu sisteme göre barış içinde yaşayacaklardır. İttifak ettikleri hususlarda birlikte hareket edecekler, ihtilaf ettikleri hususlarda herkes kendi mezhebinde amel edecektir. Ama bu serbestliği birlikte koruyacaklardır. Onlara göre ise; biriyle beraber yaşadın mı, işbirliği yaptın mı, onun gibi olman gerekir. Buradaki “Sizinle hüccetleşmesinler” bunu ifade etmektedir. Bundan sonra gelen “Kul/Söyle” kelimesi bu sözlerin onlara ait olduğuna delâlet eder. “Yuhaccuneküm” denmemiş olması “En”den olabilir, “La”dan da olabilir. “En” sözünü birinci “Kul” içinde yorumladığımıza göre, bu “La” içinde yorumlanır.  

ْ قُلْ إِنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللَّهِ(QuL EınNA eLFQLa BiYaDı elLAHı)  

“Fadl Allah’ın yedindedir diye kavlet.”

Allah insanları yarattı, kendisine yeryüzünde halife yaptı. Onları kavimlere, şa’blara, kabilelere ve aşiretlere ayırdı. Kişileri ayrı ayrı kendisine halife yaptı. Ancak onların birleşmelerini istedi. Kendi haklarını cemaatlere devretti.

En büyük cemaat insanlıktır. Dolayısıyla tüm insanlık birlikte Allah’ı insanlar içinde mutlak olarak temsil eder. Herkes ve her cemaat Allah’ın halifesidir. Ancak başka yönüyle her cemaat insanlığın abdidir. Allah bütün insanları birleştiren bir kitap gönderdi, o da “Kur’an”dır. Herkesin kendi dinî inançları olacaktır. Kendi mezhep ve toplulukları olacaktır. Ancak, insanlık “Adil Düzen” içinde birlikte yaşayacaklardır.

İşte “Fazl” buradadır. Dağ başına çıktığınız zaman arsa bedavadır. Köye geldiğinizde arsa değer kazanır. Kente geldiğinizde daha çok değerlenir. Şehirde daha pahalıdır. Şehrin merkezine yaklaştıkça arsa değeri yüzlerce, binlerce katlanır. Buna bu değeri veren nedir? Topluluk. İşte bundan dolayı fadl topluluğun elindedir.

Öyleyse, ayrı ayrı yaşayacağımıza birlikte yaşayalım ve fadl bulalım.

Avrupa Birliği niçin oluşturuluyor? Bu fadl için. Şimdi biz birleşsek ve tarla fiyatına bir yer satın alsak, orada kavaktan evler yapıp yerleşsek... Bizim arsalarımız birkaç sene sonra gerçek olarak en az 20 misli değer kazanır. Bu kazanç nereden geldi? Birleşmeden. Bu birleşme nasıl başlar? İçtihat ve icma sistemi ile başlar.

يُؤْتِيهِ مَنْ يَشَاءُ (YuETIyHı MaN YaŞAvEu)  “Onu meşieti olana verir.”

İnsanlar arasında birliğin sağlanması için Allah geçmişte peygamberleri göndermiştir. Kitaplar vermiştir. Bu kitapları insanlığa ulaştırması için kavimler seçmiştir, devletler görevlendirmiştir. Bundan sonra da bu görevlendirme devam edecektir. Böylece Kur’an daha iyi anlaşılacak, gelecek uygarlıklar böyle kurulacaktır. Bu uygarlığın götürücüsü Hıristiyanlar ve Müslümanlar olacaktır. İsteyen herkes bu kervana katılabilecektir.

Gelecekte İslâm ülkelerinde vize ve pasaport olmayacaktır. Herkes buralara hicret edebilecek ve uygarlığa katılabilecektir. Seçilmiş olan halk değil, yerdir. Amelde ayırımcılık olacak, düzende ise ayırımcılık olmayacak, herkes aynı kanunlara tâbi olacaktır.

Hazırladığımız “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası” bu formülü getiriyor. Kur’an’ın uygulamalarındaki eksiklikler giderilecektir. Uygarlık ilerledikçe Kur’an daha çok anlaşılacak ve daha çok insanlığı ileri götürecektir. İnsanlık istese de istemese de Kur’an’ın emrine girecektir. Silah zoru ile değil, başka çare bulamayacağı için böyle olacaktır.

وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ (Va elLAHu VaSıGuN GaLIyMun)  “Allah vasidir, alimdir.”

Burada “vus’at” ve “ilim” kelimeleri nekire olarak getirilmiştir. Allah vus’atını ve ilmini cemaatlere vermiştir demektir. İnsanlık ve topluluklar geniştir, varlıklıdır ve bilgilidir demektir. Bir toplulukta biri bir şey bilirse, o topluluktaki hepsi bilmiş sayılır. Çünkü onun ilminden gerektiğinde herkes yararlanır. Topluluk bir araya gelince zenginlikte çoğalır. İnsanlar bu imkânlardan ancak bir arada yaşayabilmeleri ile yararlanırlar. O halde herkes kendi inanç ve anlayışında serbest olacak, ama Allah’ın fadlından yararlanmak için birlikte olacaklardır. Ayrımcılık yapmayacaklardır.

İşte Kur’an bu düzeni getirerek insanlığa en büyük fadlını bahşetmiştir. Bugün yararlanmadığımız kara parçaları vardır, denizler vardır. Güneş sistemindeki imkânlar vardır. Uzay vardır. Allah’ın fadlı sonsuzdur. Birleşir, birlikte çalışırsak, bütün bunlardan yararlanma imkânımız vardır. Birbirimizle kavga edeceğimize, cehaletle kavga edelim.

يَخْتَصُّ  (YaPTaöÖu)  “İhtisas eder. Özelleştirir.”

Birlikte yaşamanın sırrı işbölümüdür. İhtisaslaşmadır. İnsan hücrelerini düşünelim. Hepsi ilk hücreden ayrılmışlardır. Genetik yapıları tamamen aynıdır. Ama her hücre başka yerde yer alır ve değişik görev görür. İnsanlık da böyle olacaktır. İnsanlar birbirine benzemeyecekler, ayrı ayrı biçimde çalışacak ve yaşayacaklar, ama onlar arasında bir birlik ve işbölümü olacaktır. Bunu sağlayan bir birleştirici olacaktır. Bunlar din kitaplarıdır. Din kitaplarını birleştiren de “Kur’an”dır. Allah herkese insanlık içinde bir görev vermiştir. Bizim görevimiz de bunları yazıp okumaktır.

بِرَحْمَتِهِ (Bi RaXMaTıHı)  “Rahmetini.”

Bu âyette “rahmet” kelimesi ile “fadl” kelimesi birlikte geçmektedir. Birbirinin yerine kullanmaktadır.

“Fazilet Allah’ın yedindedir” derken, rahmeti ile onu dilediğine tahsis eder diyor.

“Fadl” demek, insanların çalışmadan ortaya çıkan artık değerdir. Marx’ın izahları bu artık değere dayanmaktadır.

“Rahmet” insanlara verilenlerdir. İnsana verilen göz ve kulak Allah’ın rahman sıfatı ile verilmiştir. Çalışana verilen ücret de Allah’ın rahmet sıfatıyladır. İnsanların bir araya gelmesiyle oluşan artık değer, Allah’ın rahmeti olarak insanlara bölüştürülür. Bölüştürme iki şekilde olur; biri çalışanlara karşılık olarak verilir, diğeri ise muhtaçlara ihtiyaçları nisbetinde dağıtılır. Demek ki, toplulukta artık değer böyle bölüştürülecektir. Bu karz-ı hasen ve zekât müesseseleri ile sağlanır.

Zekâtta Allah’ın rahman sıfatı, karz-ı hasende rahim sıfatı tecelli etmektedir.

مَنْ يَشَاءُ (MaN YaŞAEu)  “Kime isterse.”

“Kime isterse” manâsı verilebildiği gibi; “kim isterse” manâsı da verilebilir. “Kime isterse” dediğimizde, rahman sıfatına göre manâ vermiş oluruz. “Kim isterse” dediğimizde, rahim sıfatı ile manâ vermiş oluruz. Yani, Allah insanlara değişik görevler verir. Onları öyle yaratmıştır. İnsanlar kendi iradeleri ile değişik mesleğe katılır ve iş yaparlar demektir.

Sanayileşmeden öce bunlar fazla sorun değildi. Şimdi ise artık bu âyetleri uygulama zorunluluğu doğmuştur.

Adil Düzen Anayasasıherkese aş ve herkese iş düzeni getirmiştir. Topluluk kadrolar açacak. İmtihanlar yapacak. Yarışmada öne geçenler o kadrolarda faaliyette bulunacaklar. Bu kadrolara kredi verilecek. Böylece ücretlilik sistemi de olmayacaktır. Kimse başıboş da bırakılmayacaktır.  

وَاللَّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ (Va elLAHu Üuv eLFaWLı eLGaJIyMı)  “Allah azimdir, faziletlidir.”

Burada “Fadl” kelimesi marife olarak gelmiştir. Dolayısıyla büyük fazilet istiğrak içindedir, başka fazilet sahibi yoktur demektir. Bu doğrudan doğruya Allah’ın zatını ifade eder. Burada topluluğun hilafeti sözkonusu değildir. Cenabı Allah, Kur’an’ı indirmek ve İslâm düzenini teşri etmekler fadlını yeryüzüne rahmeti ile saçmıştır.

 

 (و) عطفت الى ودت طائفة هم الذين هادوا يريدون الاضلال لا الارجاع وهنا طائفة هم النصارى يريدون الارجاع لا الاضلال (َقَالَتْ) قولا لا فعلا (طَائِفَةٌ) من طوف يسوى بهم حلقة (مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ) من بعضهم  من اليهود والنصارى ومن الذين امنوا ومن الهند و الصين ومن الماليين ومن العمليين لانفسهم او بعضهم لبعض (آمِنُوا) ادخلوا الامن مكرا (بِالَّذِي أُنْزِلَ عَلَى الَّذِينَ آمَنُوا) حقاهو القران والكتاب والذكر و الفرقان معا(وَجْهَ النَّهَارِ ) الصباح فى بداية التبليغ قبل ان يتم (وَاكْفُرُوا آخِرَهُ) حقا (لَعَلَّهُمْ) الموئمنون (يَرْجِعُونَ) الينا ديننا (وَلَا تُؤْمِنُوا) امنا (إِلَّا لِمَنْ تَبِعَ دِينَكُمْ) فى العمل  فلا يكون عندنا دينين (قُلْ إِنَّ الْهُدَى) ان يتبع له (هُدَى اللَّهِ) الذى اجتهدوا لانفسهم فلا يتبع احد احدا لا يتخذ اربابا بعضهم بعضا و اجتمعوا فيه (أَنْ) يعنى (يُؤْتَى أَحَدٌ) غيركم على اجتهاده (مِثْلَ مَا أُوتِيتُمْ) على اجتهادكم او اجماعكم فهو الهدى (أَوْ) لا ناهيا (يُحَاجُّوكُمْ) الموئمنون (عِنْدَ رَبِّكُمْ)ان توئمنون لهم الايمان يمنع الحجج لانه انقياد بلا تفكر فيه (قُلْ) لهم (إِنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللَّهِ) لا لاحد منكم (يُؤْتِيهِ) الفضل الرسوخ و الفقه (مَنْ يَشَاءُ) من الناس ليسخر بعضهم بعضا (وَاللَّهُ) الناس جميعا (وَاسِعٌ) قدير(عَلِيمٌ) تنكيرهما على الخلافة (يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِهِ مَنْ يَشَاءُ) وخلقه لذلك كما فضلكم على العالمين (وَاللَّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ) لا ينفد واللام فى الفضل يدل ان لفظة الله دال على ذاته  

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                                          (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 238. SEMİNER      Yorum-68   İstanbul, 12 Aralık 2003

 

Adil Düzen:

DİŞ SAĞLIĞI VE “SAĞLIK VAKFI”

Uygarlık geliştikçe sorunlar da çoğalmaktadır. Bugün tıp bu kadar geliştiği halde insanlar daha sağlıklı değildirler. Uygarlık kendi sağlık sorunlarını da beraberinde getirmiştir. Bugün kamu payı %50’lere çıkmıştır. Ancak, sorunlar çözülmemiştir. Devletler bunları çözemiyor. Sömüren ülkeler sorunlarını kısmen çözmüş görünüyorlarsa da, artık sömürü de sona ermeye başlamıştır. Gelişen dünyada sömürülmeye uzun yıllar dayanamayacaklardır. Sonra, biz sömüren ülke değiliz; olamayız da. O halde kendi sorunumuzu kendimiz çözmek zorundayız. Devletimizin bunları çözmeye niyeti yoktur. Olsa bile gücü de yoktur. İş başa kalmıştır.

-İzmir’de;Kur’an’ın Metodik Tercümesi” yapılmaktadır.

-Üsküdar’da;Halk Örgütlenmesi” üzerinde durulmaktadır.

-Yenibosna’da;Kur’an’ın Müsbet İlimlerle Çağımızın Sorunlarını Çözecek Şekilde Yorumu” yapılmaktadır.

-Ankara’da ise; “Anayasa” üzerinde çalışılmaktadır.

-Kırgızistan’da; bir destek yapılamadığından şimdilik çalışma yapılamamaktadır.

 

SAĞLIK İÇİN GELİŞTİRDİĞİMİZ SİSTEM:

Yeni “doğan çocuk” için anne-babası, yakınları, komşuları ve devlet desteği ile “1000 dolar” verilsin. Bu 1000 dolarla biz bir arazi üzerinde “hastahane” kuralım. Çevresini de “işyerleri” yapalım. Bu işyerlerinden gelecek “kârlar”la hastaları tedavi edelim.

1000 dolar veren bir daha hiçbir şey ödemeden “ömür boyu her türlü sağlık hizmeti”ni görsün.

Özel Hastahanleri olan Dr. M. Lütfi Hocaoğlu ve arkadaşlarıyla yaptığımız hesaplarla, bir kişi için 1000 doların yeteceği sonucuna vardık. Çorum’da bu hastahaneyi kuracaktık. Ancak, yönetimin baskısından korkan Müslümanlar ve Belediye Başkanı bu teşebbüsten vazgeçti.

Düz bir işçi senede 3000 saat çalışırsa 7500 dolarlık iş yapar. Bunun 1500 doları kamu payı olur. 2500 doları emek, 2500 doları da kira payı olur. 1500’ün yarısı personel giderleri olur. 750 25’e bölünürse, 30 dolar sağlık hizmetlerine ayrılmış olur. 30 dolar da 15 ihtisasa bölünürse, dişçilere 2 dolar düşer. Karı-koca çalıştığını kabul edersek, 4 dolar diş giderleri olur. 4 kişilik aile kabul etsek, yılda nüfus başına 1 dolar gelmiş olur. Bir dişçi günde 10 hastaya baksa, yılda 3000 hasta eder. 10 kişiden biri muayeneye, 20 kişiden biri muayeneye gelse, yılda 60 000 dolar gelmiş olur. Demek ki kişi başına 1 dolarlık bir gelire bile gerek kalmayacaktır.

İşte şimdi “sağlık vakıfı” veya “sağlık kooperatifi” kuralım. Kişi başına 100 dolar talep edelim. Bu paralarla İstanbul’da bir merkez kuralım. Ankara-İstanbul yolu üzerinde, otoban çıkışlarına yakın bir yerde, 20 000 dönümlük yer alalım. Parselleyelim. Satalım. İşyerleri kuralım. Kiraya verelim. Bu 100 dolar 10 dolar getirsin. Burada aynı zamanda diş için gerekli malzemeleri imal eden tesisler de kuralım.

Çocuk doğduğu zaman bize 100 dolar verecek, ömrünün sonuna kadar diş tedavisini bedava yapacağız.

İşte böylece “sağlık sigortası sistemi ve mekanizması”nı kurmuş oluruz.

Önce “dergi” çıkarır, 100 000’leri satarsak, bu sorunumuzu çözmüş oluruz.  

 

Bir Sorun – Bir Çözüm:

TÜRKİYE NASIL YÖNETİLİYOR?

Mustafa Kemal dört temel ilke koymuştur:

1. Hakimiyet-i Milliye, 2. Kuvva-yı Milliye, 3. Vahdet-i Kuvva ve 4. Müsbet İlim.

Vahdet-i Kuvva” ilkesi 1940’larda terk edildi, “Kuvvetler Ayrılığı” getirildi. Kuvvetlerin kendi fonksiyonlarını ifa edebilmeleri için ahenkli bir şekilde çalışmaları gerekirken, kuvvetler dağınıklığı haline dönüşüldü. Bazen “Meclis” “Yargı”nın ve “İcra”nın yerine geçmek istedi. Bazen “Hükümet” “Yasama” ve “Yargı”nın yerine oturdu. Bazen de “Yargı” yasalar koymaya başladı, “Hükümetler”i atamaya kalkıştı, “Meclis”i feshetme yetkisini kendisinde buldu. Başıboş kalan devletin varlığını korumak için zaman zaman ordu devreye girdi, böylece devlet “hukuk devleti” olmaktan çıktı.

Kuvvetler Birliği”nin manâsı vardır, tutarlılığı vardır. Halk baskı ile de olsa kendisine bir “Meclis” seçer, Meclis de baskı ile de olsa bir “Devlet Başkanı”nı seçer. Devlet Başkanı devleti yönetir. Belki yönetim zulüm yönetimi olur; ama devlet yönetilir.

Kuvvetler Ayrılığı”nda kuvvetler arasında denge sağlanamadığı zaman devlet yok sayılır. Zamanla anarşi doğar. İç savaş olur. Bunu önlemenin iki yolu vardır. Biri, başkanlık sistemidir. Muktedir başkana yetkiler verilir, o başkan kuvvetler arasındaki dengeyi korur. Bu başkan hem halkın saygı duyduğu kimse olmalıdır, hem de ordunun itaat ettiği kimse olmalıdır. Meclis’ten gelmeyen bir başkana halk saygı duymaz, çünkü o halkı tanımaz, halk da onu tanımaz. Ordudan gelmeyen bir başkanı da asker dinlemez. Çünkü onu yönetmeyi bilmez. Bu durumda devletteki birliği saylayan makam ortadan kalkar, o zaman da boşluğu herkes doldurmaya başlar ve bugün Türkiye’de olan olur.

DEVLETİN VARLIĞINI GÜÇLENDİRMEK İÇİN:

a)       Ordusu güçlü olmalıdır. Kendi sahasında kimse ona karışmamalıdır. O da görevi dışında bir şeye karışmamalıdır.

b)      Hükümeti güçlü olmalıdır. Kendi icra görevini tam yetkiler içinde yerine getirmelidir. O yargıya ve yasamaya karışmamalıdır.

c)       Meclisi güçlü olmalıdır. Yasama hiçbir baskı altında kalmadan millî iradesi ile görevini yerine getirmelidir. Meclis millete dayanmalıdır. Devlet de Meclise dayanmalıdır. Milletin üstünde beşerî bir güç kabul edilmemelidir. Meclisin üstünde de bir güç bulunmamalıdır. Bugün Hükümet Meclise hakimdir. Kanunları Hükümet yapıyor, Meclis onaylıyor. Yargıya atama yetkisi de sorumsuz Cumhurbaşkanlarına verilmiş. Meclisten gelmeyen, halkın seçmediği bir Başkan istediği gibi kararlar alıyor.

d)      Yargı ise demokratik yoldan oluşmamıştır. Ordu arkasında değildir. Hükümetle de kavgadadır. Güçsüz ama sermayenin ve basının baskısı ile ne karar verdiğini kendisinin de bilmediği yargı ile karşılaşıyoruz. İhtilal hazırlığı yapan ordudaki bazı subayların kanun dışı brifinglerine örgüt halinde katılıp ayakta alkışlayanların yargılama hakları kalmaz. İhtilal yapmadılar. Taraftarlıklarını baştan belirttiler. Bunların hakim olarak kalmaları yargı kurallarına aykırıdır.

Demokratik düzenin temel dayanağı vardır. O da yargı üstünlüğüdür. Yargı üstünlüğünün tanınmadığı bir düzende ancak dikta rejimi varlığını sürdürür. Yoksa iktidar boşluğu ortaya çıkar ve o devlet yıkılır. Demokrasiye geçmede Sovyetler bu dengeyi oluşturmadığı için yıkılıp gittiler. Türkiye’nin de akıbeti bu olur.

O halde devletimizin varlığını sürdürebilmemiz için ya dikta rejimine dönmeliyiz, ya da yargının üstünlüğünü kabul etmeliyiz. Yargı üstünlüğünün “hakim devleti”ne dönüşmemesi için gerekli düzenlemeleri yapmalıyız.

Yargı tarafsız olmalıdır, bağımsız olmalıdır, saygın olmalıdır, etkin olmalıdır. Bunun için anayasada bir değişikliğe ihtiyaç vardır. İçindeki maddeleri değiştirme yerine, ek maddeler olarak çıkarılmasını uygun görmekteyiz. Anayasanın değişmez maddelerine aykırı olan ek madde hükümleri geçersiz olup, ona göre yorumlanır veya yok sayılır. Ek madde hükümleri son hükümler olduğu için Anayasada mevcut daha önce yürürlüğü değişmez maddeler dışındaki maddelerin hükümleri de bu yasa ile kaldırılmış olduğundan o maddeler ona göre yorumlanır veya yürürlükten kalkmış olur. Anayasanın içinde değişiklik yaparsanız ek madde de diğer maddeler gibi eşitlik içine girer ve alışılmış olarak yorumlanır ve istenen hedefe varılmamış olur.

 

“YÜCE DİVAN”IN YETKİLERİNİ GENİŞLETEN

ANAYASANIN EK MAADDELERİ

-TASARI ÇALIŞMALARI-

Madde 1- Devlet başkanlığı, bakanlığı, milletvekilliği yapmış olanlarla, orgeneraller, profesörler, yüksek yargıçlar ve valiler aleyhine ancak Yüce Divanda dava açılabilir. Dokunulmazlıklar kaldırılmıştır.

Madde 2- Yüce Divan, son milletvekili seçimlerinde %5’den fazla oy olan partilerin başkanları tarafından, milletvekilliği yapmış kimseler arasından atanmış 20 hakem arasından oluşturulur. Her dava için ayrı divan oluşturulur. Yüce Divanın bir üyesini davacı, bir üyesini davalı seçer, başkanını da iki üye ittifakla atarlar. Kararları kesindir, uygulanır.

Madde 3- Yüce Divanın oluşması için davacının hakemliği yüce divan üyelerinden birisinin kabul etmesi gerekir. Yüce kamu davalarını ikame etme Yüce Divana üye veren parti başkanlarına aittir. Kamu hakemini seçmekle o konuda dava açmış olur. Kamu görevlileri görevleri ile ilgili davaları açarlar. Cumhurbaşkanı bütün kamu görevlileriyle ilgili davalar açabilir.

Madde 4- Yüce Divanda yargılanma imtiyazına sahip olanlar hakkında görevleri ile olsun olmasın her türlü kararları alma Yüce Divanın yetkisindedir. Devlet Başkanı aleyhine dava açma yetkisi, milletvekili genel seçiminde oyların %70’ini temsil eden partilerin ittifakı halinde mümkündür ve ittifakla bir hakem atarlar.

 

GEÇİCİ EK MADDE:

1- Yüce Divanda yargılanma imtiyazına sahip olanlar aleyhine bu yasanın yürürlüğe girmesinden önceki bütün fiillerden önce açılmış davalar durdurulmuştur. Mahkumiyetler ölümlerine kadar bütün sonuçları ile ertelenmiştir. Bu anayasa hükümlerine göre o fiiller aleyhine veya hükümler lehine dava açılabilir. Mahkumiyetleri halinde infaz ertelemesi sona erer.

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                                          (0532) 246 68 92

Adil DüzenSÜLEYMAN KARAGÜLLE  İLE  ZİYA GÖKALP  GÖRÜŞTÜ!

TÜRKLEŞMEK, İSLÂMLAŞMAK, MUASIRLAŞMAK – VII

TÜRKLÜĞÜN BAŞINA GELENLER - II

Ziya Gökalp -Yeni milliyetçileri kentçilerin dışında herkes iyi karşıladı.

Süleyman Karagülle -Allah Yahudilere karar verdirmiş, Türkiye’de ateist millî devlet kurulacaktır. Çünkü dünyada milliyetçilik gelişecektir. Enternasyonallik milliyetçiliği ortadan kaldıramayacaktır. Ateistliğe de izin vermiştir. Çünkü çağını geride bırakmış bir İslâm anlayışının ortadan kaldırılması gerekli idi. İşte Gökalp bu görevi görüyordu. Yahudiler de kendi çıkarları için destekliyorlar ve kitapçığı 1918’de basıyorlardı.!

ZG -Milliyetçilik yararlı olmuştur, zararlı olmamıştır.

SK -Milliyetçiliğin yararı bir asır içinde görülmüştür. O milliyetçilik sayesinde Anadolu’da Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. O milliyetçilik sayesinde Anadolu’dan gayrimüslimler ayıklandı. O milliyetçilik sayesinde düşmanlarımız uyutularak saldırıdan uzak kalabildik. O milliyetçilik sayesinde bugün kendimize güvenerek Avrupa Birliği’ne girebilme cesaretini gösteriyoruz. O milliyetçilik sayesinde bugün İslâmiyet’in Adil Düzenini insanlığa sunma cesaretini göstermiş bulunuyoruz. Aslında Türkçülük Osmanlıcılıktan başka bir şey değildir. Bir ırktan olduğumuz için değil, bir dinden olduğumuz için değil, bir kültür mensubu olduğumuz için bir milletiz. Osmanlıcılık kültür olmadığı için varlığını sürdüremedi.

ZG -Türk gençleri anlamışlardır ki İslâmiyet’in ve Osmanlılığın bekası Türk milliyetçiliğindedir.

SK -Bunun yalan olduğunu sonra kendisi de görmüştür. Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış, İslâm birliği dağılmış ve Türkiye dinsiz bir lâik havasına girmiştir. Demek ki bu laflar kandırmaca idi. Gökalp kandırıyor mu idi, yoksa kanmış mıydı? Onu bilemiyoruz. Ne var ki, gerçekte Gökalp’in dediği olmuştur. Osmanlı adını ve rejimini değiştirdi ama varlığını güçlendirerek sürdürüyor. İslâmiyet baştan sarsılmıştı ama şimdi İslâmiyet’in en güçlü kalesi Türkiye’dir. Dünyada da elliye yakın kavmî devlet İslâmiyet için hazırlık yapmaktadır. Milliyetçilik fıtrîdir ve tarihîdir. Sadece milliyetçilik mefkûresi yeni olmuştu. Türkler de hep milliyetçi olmuşlardır. Evliler nasıl her gün ‘biz evliyiz’ diye ilân etmezlerse, kişi nasıl her gün sokaklarda dolaşırken adını bağırıp durmazsa, onlar da Türklüğü bunun için dillerine dolamamışlardır. Bunların anayasalarda yer alması tabiidir. Ancak illerin başka dil konuşmasına izin verilmelidir. Bucaklar bağımsız olmalıdır. Türk kültürü devlet seviyesinde birliğini sürdürmelidir. “Türk halkı” değil de “Türk halkları” tabiri kullanılmalıdır. “Türkiye halkları” da denmemelidir.

ZG -Türkler kendi milliyetçiliklerini anlayınca, Arap ve Arnavutların milliyetçiliklerini de anladılar.

SK -Nüfusları 30 milyondan yukarı olanlar bir ulus olabilirler. Nüfusları 100 milyonu geçerse bölünmek zorundadırlar. Bu sebepledir ki Anadolu’da Türk ulusundan başka ulus yoktur. Kürtlerin nüfusu otuz milyonu bulur ve hepsi bir yerde toplanırlarsa devlet kurabilirler. Bugün bunu yapmalarına imkan yoktur. Türkiye 100 milyona varırsa bölünebilir. Ama ikinci devlette de Kürtçe değil de her halde yine Türkçe konuşurlar. Çünkü Kürt olmayanlara Kürtçe’yi benimsetemezsiniz. Bugün Rusya bölünse ikinci devlet yine Rusça konuşacaktır. Zamanla ayrı dil olabilir.

ZG -Osmanlı hükümetlerinin yaptıkları Türklerin yaptığı kabul edildi.

SK -Avrupalılar Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkınca, Türklerin hakimiyetine son vermek için Osmanlıların yaptıklarını Türklere yükleyerek müstemlekeleştirme cihetine gittiler. Bugün Irak’a saldırmaya da bunun için zorlamaktadırlar. Ortadoğu’daki devletleri birbirleriyle savaştırarak yıkmak, işte asıl hedefleri budur. Şimdi Irak’a saldıracaksın… Yarın İran ve Suriye’yle dalaşacaksın… Sonra seni esir edip imha edecek…

ZG -Hükümet Araplara bir yardım yaparsa Türkler yapmış, kötülük de Türklerin oluyordu.

SK -Böylece Osmanlı ile Türkleri tekleştirmemiş, Osmanlıyı sömüren ülke yapmıştır. Oysa Osmanlı vergiyi Hıristiyanlardan alıyor, Müslümanları zaferden zafere koşturuyordu. Askerleri bile Hıristiyanlardan alınma idi. Yeniçeriyi canla başla savaştıran onların Türkleşmesi değil, İslâmlaşması idi.

ZG -Türkler ben varım dedikten sonra dindaşlarına ve devletdaşlarına daha iyi hizmet ediyor.

SK -Ben varım dedikten sonra Türk Milleti ne yapıyor? Önce Hıristiyanlarla savaşıyor ve yeniyor. Sonra Osmanlıyı kaldırarak Yahudilerin koyduğu hedefe götürüyor. Sonra inkılâpları yaparak dinsiz lâikliğe doğru adımlarını atıyor ve yine Yahudilerin istediğini yapıyor. Anadolu’da Müslüman halklardan oluşan bir Türk devleti kuruyor. Bu da Yahudilerin istediğidir. Demek ki Ziya Gökalp ya kandırıyor, ya kandırılmıştır. Ama sonra neler oluyor? Yahudilere büyük oyun oynanıyor. Gerçek bir Türk milleti oluşuyor. Türk milliyeti öğreniyor, ama İslâmiyet’i de yeniden canlandırıyor. Gerçek demokratik, lâik, sosyal ve liberal hukuk devletini kuruyor. Dünya siyaseti alt-üst oluyor. Şimdi Türkiye’yi yıkamıyor. Yahudi saltanatı son buluyor. Allah diyor ki; “Onlar keyd yaparlar, biz de yaparız. Biz keydin hayırlısını yaparız.”(Kur’an) Gökalp yanıldı. Neden? Çünkü görüşlerini yalnız ilme dayandırdı. Oysa Kur’an’la beraber düşünmek gerekir. Yüz sene sonra bu risalemizi okuyanların bizim ne kadar yanılıp yanılmadığımızı göreceklerini biz de merak ediyoruz.

ZG -Nefsini tanıyan başkasını da tanır ve o zaman ayrılık sona erer.

SK -Kur’an’a göre insanlar kavm (ulus), şa’b (il), kabile (bucak), aşiret (ocak) olmak üzere iç içe teşkilatlanacaktır. Her biri üst kuruluşların hücreleri olacaktır. Fert ile topluluk arasındaki ilişki ne ise bunlar arasındaki ilişki de o olacaktır. İmparatorluklar parçalanacak ve uluslara dönüşecektir. Ama uluslar birlik içinde uygarlığı oluşturacaklardır. Değişik din, ekol, parti ve şirketler de birlikte dayanışmalar içinde topluluklarını yaşatacaklardır. Bu yeni demokratik ve lâik düzen için uluslaşmaya gerek vardı ve oldu. Din birliği ve vatandaşlık birliği gibi kavramlar hayaldir. Din hürriyeti birliği vardır, o da lâikliktir. Bir toplulukta değişik dinler yaşayacak ama değişik vatandaşlar yaşamayacaktır.

ZG -Kimi Osmanlılarda Türkçülüğe gerek yoktur. Çünkü onlar hakimdir. O zaman Osmanlı Devleti denmemeli.

SK -Gökalp söyleyemiyor ama Osmanlılık ortadan kalkacak. Türk devleti kurulacak ama azınlıklar da varolacak. Nitekim Lozan’da böyle anlaşma yapıldı. Ama Anadolu’da azınlık kalmadı. Kendileri yaptıklarından korkarak kaçtılar. Bir de 12 milyonluk Türkiye’de 5 milyon azınlık kalsaydı bile onlar çoğalmadığı için şimdi miktarları %5’in altında olurdu. Oysa simdi %5 civarındalar. Evdeki hesabın çarşıya uymayan kısmı budur. Mustafa Kemal bunu bütün Müslümanları “Türk” kabul edip Türkiye’ye göç etmelerine izin vermekle sağlamıştır. Lozan’da onların yaptığı hata bu idi. Müslümanlarla Hıristiyanların mübadelesi esas alınmıştır. Yahudiler 70 milyonluk Türkiye’yi hesaplayamadılar.

Ben 1950’lerde İstanbul’da okuyordum. Gemide, tramvayda ve otobüste hep Rumca ve Ermenice konuşuluyordu. Şimdi yalnız Türkçe konuşuluyor. İşte uluslaşmak budur. Kıyafet inkılâbının da bunda büyük etkisi vardır.

ZG -Türkleşmede Moğolların zulmünü Türklere aktardı, İslâm karşıtı olarak ortaya koydu.

SK -Yahudi böyle istiyordu. Çünkü bir asır sonra onu yıkacaktı. Hıristiyanlara yıktıracaktı. Kuzeyde Pontus devleti kurarak Ortodoksları memnun edecekti. Batıda Bizans devletini kurarak Katolikleri memnun edecekti. Kendisi doğu ve güney Anadolu’yu imparatorluğuna katacaktı. Dolayısıyla vahşi ve dinsiz bir Türk ulusu istiyordu. Oysa Türk ulusu en adil ordu sahibi olarak varlığını her zaman dünyaya gösterdi. İstiklâl Savaşı’ndan sonra tehcirler oldu ama katliam olmadı. Hilafet kaldırıldı ama hanedana dokunulmadı, sadece tehcir edildi. Sonra Kore, Somali, Kıbrıs, Bosna, Kosova ve Afganistan’da hep adil asker olduğunu gösterdi. Artık Türklere barbar diyen yok.

ZG -Türkçülerin gayesi muasır bir İslâm Türkçülüğüdür.

SK -Mustafa Kemal Ziya Gökalp’e saygı göstermiş ve Türkçülüğü benimsemiştir. Verdiği sözde durmuş ve güçleninceye kadar İslâmlaşmayı bir kenara koymuştur. İslâm düşmanlığı da yapmamış, sadece susturmuştur. 1933’te de “Muasır medeniyetin fevkine çıkacağız, elimizde tuttuğumuz meş’ale müsbet ilimdir.” demiştir. Balıkesir konuşmasında da “İslâm en ileri bir dindir, çünkü onda içtihat vardır.” demiştir. Öyleyse Mustafa Kemal “Adil Düzen”in kurulmasına zemin hazırlamıştır. Ziya Gökalp da hedefi doğru koymuştur.

ZG -Türkçülerin isdlaşma programları da olmalıdır.

SK -Evet, “Adil Düzen”de uluslaşma, lâikleşme, çağdaşlaşma ve uygarlaşma programları vardır.

Değişmez maddesi şudur:

Ulusu ve ülkesi ile bölünmez bir bütün olarak Türk halklarının Türkiye’de kurdukları ve dili Türçe, bayrağı al zemin üzerinde ak ayyıldız, marşı İstiklâl Marşı ve merkezi Ankara olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, insanlık içinde yerinden yönetime saygılı, demokratik, lâik, liberal ve sosyal bir hukuk devletidir. Hakemlerden oluşan bağımsız, yansız, etkin ve saygın yargının denetimindedir. Gönüllü Türk halkından oluşan Türk ordusunun güvencesindedir. Askeri düzende kuvvetli kimse haklı olan odur. Emir komuta hakimdir. Sonuçlardan ortak sorumluluk vardır. Hukuk düzeninde haklı olan kuvvetli kılınmıştır. Kurallar hakimdir. Kişisel tutum ve davranışlardan sorumluluk vardır. Devlet askeri düzenle kurulur ve korunur, hukuk düzeni ile yaşar ve gelişir. Meclis’in seçtiği asker cumhurbaşkanı askeri yönetim ile hukuk düzeni arasında dengeyi kurar. Bunlar değiştirilemez.                                                                                                         Bu esaslara aykırı bütün mevzuat mülgadır. Her kademede yargı bu anayasanın değişmez maddelerine uygunluğunu denetler.

ZG -1) İslâm devletlerinin ortak dili Arapça olacaktır.

SK -İnsanlıkta tek “Arapça” ve “Lâtinceuygarlık dilleri olacaktır. Her ulusun kendi hukuk dili olacaktır. Her ilin kendi sanat dili olacaktır. Her bucağın kendi yazı dili olacaktır. Her ocağın kendi konuşma dili olacaktır. Yazı ise insanlıkta ortak olacaktır. Harf yazısı olarak “Lâtince”, hareke yazısı olarak “Arapça”, hece yazısı olarak “Çince” ve ilim yazısı olarak şekil yazısı müşterek olacaktır. Dil kültürün, yazı uygarlığın konusudur. Türkler hem Arapça hem Lâtince harflerini kullanacaklardır.

ZG -2) Müslümanların ortak ilmî ıstılahları olmalıdır.

SK -İnsanlık için “Kur’an Arapçası”ndan “ilmî dil” geliştirilmelidir. Bu Doğu medeniyetleri halklarının görevidir. “Lâtince”den “ilmî dili” geliştirmek Batı uygarlıklarının görevidir. Her iki uygarlık birbirlerinden aktarmalar yapmalıdır. Yeni uygarlık böyle doğar. Tarihte de böyle olmuştur.

ZG -3) Bütün İslâm kavimlerinin ortak terbiyesi olmalıdır.

SK -Ahlâkî eğitimi dinler yapar, her dinin her topluluk içinde temsilcileri olur. İlmî eğitimi ilimler yapar. İlimler de dinler gibi ekolleşip gelişmelidir. Meslekî eğitimi meslekî kuruluşlar yapar. Bunlar dayanışma içinde olurlar. Askerî eğitim bir devlet içinde değişik bölgelerde yapılır. Halk ordusunu seçer. Orduların kuruluşu demokratik olacak, hukuk düzeni içinde olacak, ama işleyişi askerî düzenle olacaktır.

ZG -4) Müfti teşkilatları arasında daimi irtibat olacaktır.

SK -Dinlerin ortak müfti teşkilatı olmayacak. Her kuruluşta beşten (5) az olmamak ve yirmiden (20) fazla olmamak üzere dinî dayanışma ortaklıkları olacak. Dinde zorlama yoktur. Kişiler istedikleri mezhepten fetva isteyebilecekler, eğitimlerini alabilecekler, ahlâkî teminat bunlar tarafından verilecektir. Lâiklik müesseseleşecektir.

ZG -5) Hilâlin kutsiyeti muhafaza edilecektir.

SK -Bayrak kültürdür. Ulusların, illerin, bucakların, hattâ ocakların işaretleri vardır. İl bayrağında ulus bayrağının işareti bulunur, bucak bayrağında da il ve devletin işareti bulunur. Bayrak bir addır. Onun gibi saygınlığı vardır.

ZG -Türkçülük İslâm milliyetçiliğinden ayrıdır.

SK -İslâmiyet gelinceye kadar lâiklik yoktu. Bir devletin bir dini vardı. Bir devlet içinde yalnız bir din yaşardı. Bu sistem ilk önce Tevrat tarafından delindi. Şöyle ki, Tevrat yalnız İsrail oğullarına hitap ettiği için değişik dinler aynı yönetimde yaşamaya başladı. Yunan Uygarlığı böyle doğdu. Sonra Hazreti İsa Tevrat’ı ve İncil’i beşerileştirince her ülkede değişik dinlere imkân verildi. Kur’an ise lâiklik ilkelerini koydu. Dinde zorlamayı kaldırdı. Halkı tamamen kendi istekleri ile bedelli ve nöbetli gruplara ayırdı. Savaşmak istemeyenleri askere almadı. Gönüllü savaşçılardan ordu kurarak barışın korunmasını sağladı. Adını da ‘İslâm’ yani ‘barış’ koydu. Dine dayalı devlet sistemi ancak 3000 yıllık çaba sonunda kaldırılabildi. Hâlâ akıntılar devam ediyor. “Adil Düzen”de bunlar bitecektir. Tevrat ve Kur’an yalnız din kitapları değildir. Onlar uygarlık kitaplarıdır. Onlardan yararlanılacaktır. Ama onlar kanun değildir. Onların öğrettiği ile kanunlar yapılacaktır. Kanunlar serbest sözleşmelere dayanır.

ZG -Kavmiyetçiliği reddeden bir İslâmiyet’i hiçbir kavim kabul etmez.

SK -Kur’an aileyi kaldırmadığı gibi kavmiyeti de kaldırmamıştır. Tam tersine “Bi lisani kavmihim./ Kavimlerinin lisanı ile.” “Ve li külli kavmin hâd/ Her kavmin bir başkanı vardır.” gibi âyetlerle Kur’an baştan sonuna kadar devletleri kavme dayandırmıştır. Halkların kabul edip etmemesi yanında, İslâm dinine de aykırıdır. Demek ki “Adil Düzen” Kur’an’a dayanmaktadır ama insanları örgütlendirmede dine dayandırmamaktadır. Tabiî ve sosyal ilimlerin verilerine uygun olduğu için Kur’an’dan yararlanmaktadır. Kur’an’da ilme aykırı bir tek hüküm yoktur. Onun için o Allah’ın kelamıdır diyoruz.

Ziya Gökalp -Araplarda, Arnavutlarda ve Hıristiyanlarda var olduğu için İslâm milliyetçiliği yapmak ihtiyacını duymuş olabilirler. Türklerin hepsi Müslümandır.

Süleyman Karagülle -Türkler Çinlilere karşı İslâmiyet’i kabul ettiler. Slavlar İslâmiyet’e karşı Hıristiyan oldular. Cermenler Ortodokslara karşı Katolikliği kurdular. İranlılar milliyetliklerini korumaları için Şiiliği ortaya koydular. Böylece büyük mezhepler oluştu. Şimdi ise bu dinler müsbet ilmin ışığında bütün ülkelerde insanlığı ahlâken eğiteceklerdir. Devlet içinde halklarını temsil edeceklerdir. “III. Bin Yıl Uygarlığı” lâiklik üzerinde oturacaktır.

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3453 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2648 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2137 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2517 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2517 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2160 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2567 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2469 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1974 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2333 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2238 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2384 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2605 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2424 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3025 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2659 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2973 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2657 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2730 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2941 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3120 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3409 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5458 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3530 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3061 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3848 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3697 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3401 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3858 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3820 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4096 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4607 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3004 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3102 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3953 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3808 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2837 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2930 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3938 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7693 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5579 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4162 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3562 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3708 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4717 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4429 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4724 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4646 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4798 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4538 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3384 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4460 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3610 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5154 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3839 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5135 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 4991 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4916 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3517 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3467 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3682 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5141 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4195 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5402 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4076 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5254 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4405 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4416 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4560 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4756 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5307 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4107 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5250 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4512 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3832 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4364 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4575 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4103 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4085 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4075 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4533 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5634 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9792 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4636 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3690 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3842 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3351 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3374 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3736 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5688 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4239 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3437 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler