ADİL DÜZEN 240
““ADİL DÜZEN” BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.”Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 02-03 Ocak 2003 Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 240. SEMİNER (CUMA-CUMARTESİ) İstanbul, 02-03 Ocak 2003
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi CD. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği) Tel: (0532) 246 68 92
*HAFTALIK TEFSİR SEMİNERİ (CUMARTESİ GÜNLERİ “YENİBOSNA”; Saat:18.00-21.00)
ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ – XXI
بِْسمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِÜSKÜDAR PROGRAMI:
إِنَّهُمْ أَلْفَوْا آبَاءَهُمْ ضَالِّينَ(69) فَهُمْ عَلَى آثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ(70) وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ أَكْثَرُ الْأَوَّلِينَ(71)
“Onlar şaşkın atalarının arkasından gittiler. Onların izlerini kovaladılar. Kendilerinden önce gelenlerin çoğu şaşırmıştı.” [Sâffât[37);69-71]
Bugün İstanbul esnafı ve tüccarı babalarının izlerinden gitmektedir. Şaşkınlık içindedir.
a) Faizli sistem içinde çalışmakta ve veresiye satışlar yapmaktadır.
b) Enflasyonist bir para ile borç alıp vermektedir.
c) Vergi kaçırmakla buna çare aramaktadır.
d) Ticaretini gizliliğe dayandırmakta ve kandırarak alışveriş yapmaktadır.
“Adil Düzen” insanları bu dalâletten kurtarmaya çağırmaktadır.
BELEDİYE YÖNETİMİ
Belediyelerin tüzel kişilikleri vardır. Meclisleri vardır. Encümenleri vardır, başkanları vardır. Belediye Meclisi’nden geçirilen bir karar idari mahkemelere baş vurularak iptal ettirilebilir. İlgili bakanlık yürütmeyi durdurabilir. Ancak Meclis’te alınan herhangi bir karar yasalara aykırı olsa da suç oluşturmaz. Meclis millî iradedir, kollektif suç olmadığı için Meclis kararı suç oluşturmaz.
Belediye Başkanı iptal edilmeyen Meclis kararlarına uymak zorundadır. Dolayısıyla Meclis’ten geçirdiği kararları uygulamaktan kanunlara aykırı olsa da suçlu olmaz.
Demek ki, suç oluşturmaması için yapılan işler Meclis kararlarına dayanmalıdır. Uygulamada farklılık yapılmamalıdır. Yani, aynı şart ve vasıfları taşıyan herkese aynı şekilde uygulanmalıdır. Bunun dışında yapılan uygulama belediye sakinlerinin çıkarına olmalıdır. Belediye işletmesinin çıkarına olmalı, il işletmesinin ve devlet işletmesinin çıkarına olmalıdır. Uygulayıcılara veya yakınlarına ayrıcalıklı çıkar sağlamamalıdır. Belediye yöneticileri bu esaslara uyduktan sonra artık korkmamalıdırlar. Kötü niyetli bakanların veya valilerin hışmına uğrayabilirler. Ama savaşa giden insan nasıl ölümü göze alırsa, belediyeye hizmet verecek kişi de bu tür hışımlara uğrayabilir. Bunu göze alamayanlar başkanlığa talip olmasınlar. Şimdi her biriniz, hangi partiden olursa olsun, belediye başkanı olmaya talip olun.
Verirlerse, hizmet edersiniz. Vermezlerse, siz sevap alırsınız.
BAŞKAN OLURSANIZ NELER YAPMANIZ GEREKİR?
a) Komisyoncular kooperatifleri kuracak ve belediyedeki taşınmazları satmak üzere onlara kredi olarak vereceksiniz. Onlar bunları satarak sermaye yapacaklar ve böylece tüm taşınmazlar likidite kazanacaktır.
b) Belediye “imar senedi”ni çıkararak halkın elinden bu senetle taşınmazları alıp satacaksınız. Müteahhitlere bu senetlerden kredi vererek beldenizi imar edeceksiniz.
c) Bugün çıkarılan ağır yükümlülükler neticesinde inşaat durmuştur. Bunu hızlandırmak için tüm ruhsatları ve masrafları belediye yaparak projeler üretilecek. Belediye ruhsat karşılığı müteahhitlerde bölme veya pay alacaktır. Bunları kiraya verecek, böylece kendinse gelir temin edecektir.
d) Daire veya işyerlerini kiraya vermek isteyenler komisyonculara kiralayacaklar, komisyoncular kiracılara kiralayacaklardır. Komisyoncular belediyenin belirlediği payı alacaklardır. Böylece halk işyerlerine yakın yerlerde iskan edilecektir. Trafik sorunu böyle çözülecektir.
e) Belediyenin halka hizmet vermek üzere avukatları olacaktır. Halka hakemler yoluyla sorunlarını çözmeleri önerilecektir. Hakemlerin kararlarına uymayanlara karşı belediye avukatları karşılıksız savunma yapacaklardır. Böylece hem mahkemelerin yükü hafifleyecek, hem de nizalar kalkacaktır.
f) Belediye halk hastahanelerinin kurulmasını destekleyecektir. 1000 dolar veren sağlığını sigorta etmiş olacaktır. Bunun 250 doları ile hastahane inşa edilecek, 750 dolarla da işyerleri tesis edilerek hastahanelere gelir getirecektir.
g) Mala-Mal Marketleri tesis ederek halk her türlü malını o mağazalardan mal almak şartı ile o mağazalara satacaktır. Böylece işsiz kimse kalmayacaktır.
h) Otobüsçüler Kooperatifi kurarak taşıma işletmesini özelleştirecektir.
i) Belediye, Belediye dışında elektrik santralleri kurarak burada ürettiği enerjiyi Elektrik Kurumuna verip belediyesinden alacaktır. Bu yolla halkına ucuz enerji sağlayacak, böylece hem ucuz maliyet sebebiyle hem de ucuz giderler sebebiyle belediye halkı refaha ulaştıracaktır. Bunu halkın katkıları ile sağlayacaktır. Sermaye koyan karşılıksız elektrik almış olacaktır.
j) Benzer şekilde su oraklığı oluşturulacaktır.
k) Yine kooperatif oraklığı ile radyo ve televizyon, basın ve yayınlarına iştirak edilecek, belli saatlerde kooperatifin yayınları devreye girecektir.
“Yapabileceğimiz şeyleri yapmaya başlasak, kendimizi hayretler içinde bırakacak sonuçlar alırız.” EDİSON
ARTIK SİYASET ZAMANI: YA “ADİL DÜZEN”İ BENİMSEYEN BİR PARTİ; YA “ADİL DÜZEN PARTİSİ”
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 240. SEMİNER Tefsir İstanbul, 03 Ocak 2003
ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ - XXI
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ
وَإِنَّ مِنْهُمْ لَفَرِيقًا يَلْوُونَ أَلْسِنَتَهُمْ بِالْكِتَابِ لِتَحْسَبُوهُ مِنْ الْكِتَابِ وَمَا هُوَ مِنْ الْكِتَابِ وَيَقُولُونَ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ وَمَا هُوَ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ وَيَقُولُونَ عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ(78)
مَا كَانَ لِبَشَرٍ أَنْ يُؤْتِيَهُ اللَّهُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ ثُمَّ يَقُولَ لِلنَّاسِ كُونُوا عِبَادًا لِي مِنْ دُونِ اللَّهِ وَلَكِنْ كُونُوا رَبَّانِيِّينَ بِمَا كُنْتُمْ تُعَلِّمُونَ الْكِتَابَ وَبِمَا كُنتُمْ تَدْرُسُونَ(79)
وَلَا يَأْمُرَكُمْ أَنْ تَتَّخِذُوا الْمَلَائِكَةَ وَالنَّبِيِّينَ أَرْبَابًا أَيَأْمُرُكُمْ بِالْكُفْرِ بَعْدَ إِذْ أَنْتُمْ مُسْلِمُونَ(80)
وَ (Va) “Ve”
75. âyette “Men İn Te’menhu” denmiştir. 72. ayette ve “Min Ehli’l-Kitabi” denmiştir.
Bu âyet daha çok “Kâlet” kelimesine atıf yapmıştır. Çünkü burada da lisandan bahsetmiştir. Sonra orada “taife”den, burada ise “ferik”ten söz etmektedir. “Taife”, bir topluluk içinde küçük bir birliktir.
“Ferik” ise bir parça birliktir. Türkçe’de eskiden partiye “fırka” denmekte idi. Üçte bir ile yirmide bir büyüklüğünde bir bölüm ferik olmalıdır. Orada söylüyorlar, burada kitaptan imiş gibi okuyorlar.
إِنَّ (EinNa) “Gerçekten”
Bundan önce ne “Kâlet”de ne de “Minhum Men”de “İnne” getirmediği halde, burada “İnne” ile gelmiştir. Çünkü insanlar onların böyle yaptıklarına ihtimal vermezler. Tevrat’ta ve İncil’de yazılı pek çok husus böyle bizim öyle sanmamız için söylenmiştir. Uydurmadır. Bu sebepledir ki, biz o kitapları okuduğumuz zaman yanlış şeylerle karşılaşabiliriz. Kur’an ve müsbet ilme başvurmalıyız. Ona göre o tür yanlışlara düşmemeliyiz.
مِنْهُمْ (MiNHuM) “Onlardan”
“Onlardan” yani Kitap Ehlinden. Yani, müşrik olmayanlardan. Kanunları olanlardan demektir.
Bu ifade ile anlaşılıyor ki; kendi kanunlarını tahrif eden, kanunları istedikleri gibi yorumlayan kimseler vardır. Kelimeleri tanımlamayıp yerine göre anlayan kimseler vardır.
Bunu yalnız Hıristiyan veya Yahudiler yapmamakta, bunu bütün Kitap Ehli olanlar yapmaktadır. Bu sebepledir ki bir ülkede kanunun olması yeterli değildir. Kanunun doğru yorumlanması da kanun kadar önemlidir. O sebepledir ki medreselerde okunan tek ilim vardır, o da “fıkıh usûlü ilmi”dir. Sonra metinlerin resmî yorumu sistemi kaldırılmalıdır. Hakemler sadece hükmettikleri yerdeki uygulama yorumlarını yaparlar.
Bugün bizim Anayasamızda da resmî yorum mevcut değildir.
لَفَرِيقًا (La FaRIyQan) “Bir fırka.”
Buradaki “La” harfi “İnne”nin te’kidi içindir. “İnne” gelirse, sadece yanlış bilenler var demektir, “La” ile gelirse iddia edenler vardır demektir. Yani, kasden kanunları yanlış yorumlayanlar vardır demektir.
Muhkem ve müteşabih âyetleri nasıl tevil ettiklerinin örneğini anlatmaktadır. Fırka, Taife, Şıa, Raht Kur’an’da geçen gruplardır. Taife, fırkaların yöneticileri olarak düşünülebilir. Bunlar fikirde grup oluştururlar. Şıa, soy birliğidir. Raht de soy birliğinin ileri gelenleri olarak anlaşılabilir. Kanunları tahrif ederek yorumlayan soydaşlar değil, ülküdaşlar olmaktadır. Bunlar yorumları parça parça yapmamaktadırlar. Bir ağız olup aynı yanlışları söylemektedirler. Günümüzün Türkiye lâiklerini ne güzel tasvir etmektedir.
يَلْوُونَ (YaLUvNa) “Levn etmekteler. Boyamaktalar.”
Bir şeyin aslını, görünüşünü değiştirip başka renge sokmak demektir. Boya için kullanıldığı gibi burada dil için de kullanmaktadırlar. Yani, kelimeleri, cümleleri başka şekle sokmaktadırlar.
“Lın” kelimesi ile de akrabalığı vardır. Yumuşak demektir. Yani, dillerini eğip bükerler demek olur. O zaman “YaLIne” olarak söylenirdi.
أَلْسِنَتَهُمْ (EalSiNaTaHuM) “Lisanlarını.”
“Lisan” ağzımızdaki et parçası anlamına geldiği gibi onunla ifade ettiğimiz lügat anlamına gelmektedir. Kavminin lisanı denmektedir. Lügatleri dendiği zaman, dilleri anlamında dillerini değiştirirler. Yani, Türkçe’de olduğu gibi öz Türkçe yaparlar denmiş olur.
Burada kastedilen o değildir. Kelimelere değişik manâ vermek demektir. Kelimelerin manâsını değiştirmek. Onun için dillerini denmektedir. Kavmin lisanı dediğimizde müfret kullanıyoruz. Burada ise cem’ kullanılmıştır. Çünkü burada değiştirme cemaatçe vazda değil, kişisel olarak fıkıhtadır.
بِالْكِتَابِ (BiLKıTABı) “Kitab ile”
Dillerini kitap ile boyarlar. Yani, kendi amaçlarına doğru götürmek için kitaptan delil getirmeye çalışırlar, kanunları tahrif ederler.
Başkalarının başını örtme veya açmasına karışmak lâikliğe aykırı olduğu halde, onlar tam tersine baş örtmenin lâikliğe aykırı olduğunu söylerler. Anayasanın bunu böyle söylediğini söylerler. Anayasa mahkemesinin bunu böyle söylediğini yayarlar. Oysa, mahkemenin kanun yapma yetkisi yoktur, yorumlama yetkisi vardır. O sadece uygulamadaki yanlışlığı denetler. Buradaki kitaptan maksat sadece Tevrat veya İncil değildir. Herhangi yasadır. Kitabı bile değildir. Öyle bir yasa olduğunu iddia ederler.
لِتَحْسَبُوهُ (LıTaXSaBUvHu) “Onu hesap etmeniz için. Onu sanmanız için.”
Buradaki “Hu” zamiri söylenen sözdür veya kitaptır. Yani kitaptan parçadır. Yasaların bir parçasına benzetmek isterler. “Hesap etmek” inanmak demektir. Zannetmek ile hesap etmek aynı anlamdadır.
İman etmek hissî bir olaydır. Duygudur. Oysa zan ile hesap fikrî bir olaydır. İlim kesinliği ifade eder, zan ile hesap ihtimaliyatı gösterir. Şek var, reyb var. Onlarda menfi tarafta galebe vardır. Şek, yanlışlık, belirsizlik tarafı tartmaktadır. Reyb ise daha çok karışıklığı ifade etmektedir. Zan olumludur ama az olumludur. Hesap ise çok daha yakın olumludur. Bunlardan %50 muhtemel olana reyb, %80 muhtemel olana şek, %90’dan fazla muhtemel olana zan ve %99’dan fazla muhtemel olana hesap diyoruz. Bir de %99 muhtemel olana da ilim diyebiliriz. Bu yüzdeleri Kur’an’da geçen yüzdeler olarak alıyoruz.
مِنْ الْكِتَابِ (MıNa eLKıTABI) “Kitaptan zan etmeniz için.”
“Bi’l-Kitabi” ile “Mine’l-Kitabi” karşılaştırılmıştır. “Minhu” denmemiş, “Mine’l-kitabi” denmiştir. Çünkü yukarıda bahsedilen kitaptan birisidir. Yani, kanun olmayan bir şeyi kanunmuş gibi göstermedir.
Burada ise kanunlar kastedilmiştir. Orada cins isim, burada ise istiğrak vardır, yahut ahit vardır. Yani, belli kitap kastedilmiştir. Bu kitap bizim için Türkiye Cumhuriyeti kanunlarıdır.
وَمَا هُوَ مِنْ الْكِتَابِ (Va MAv HuVa MıNa eLKITABı) “Oysa o kitaptan değildir.”
Buradaki “Va” harfi hal vavıdır. Kitaptan olmadığı halde sizin onu kitaptan zannetmeniz için dillerini boyarlar. Ona göre gösterirler. Yorum yaparlar. Önce mevzuatın hacmi mümkün olduğu kadar küçük olmalıdır. Kur’an bunun bir örneğidir. Ne büyüklüktedir ama tarihte neler yapmıştır. Şimdi de neler ifade etmektedir. İnsanlar böylece onu öğrenme imkanını bulsunlar.
Demek ki, tüm kanunların toplamı 600 sahifeyi geçmemelidir. Buna karşılık, onun yorumu da kurallara tabi olmalıdır. Herkes istediği gibi yorumlayıp da başkalarına bu böyledir dememelidir. Yorum icma ile olursa herkesi bağlayacaktır. İhtilaflı olursa yalnız kendisini bağlar. Cezada icma şarttır.
Ne kadar güzel bir sistemle oluşmuştur.
وَيَقُولُونَ (Va YaQUvLUvNa) “Ve diyorlar.”
Kendileri kendi istedikleri gibi yorumlarlar, uydururlar, ondan sonra dönerler, bunun yasa olduğunu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden çıktığını söylerler. Oysa, o oradan çıkmamıştır.
“Anayasa, Anayasa…” demektedirler. AK Parti de “Anayasa benim” diyemiyor. Kendileri nerede güçlü iseler orası onların sahasıdır. Millî Güvenlik Kurulu’nda güçlü iseler oranın kararı kesindir. Kendileri Meclis’te hakim iseler oranın kararı kesindir. Kendileri yargıda üstün iseler oranın kararı kesindir.
Görülüyor ki, bunların bir düzeni, bir inandıkları şey yoktur. Sadece topluluğu kandırmak için böyle yaparlar. Bir zamanlar krallık mukaddesti. Sonra diktatörler mukaddes oldu. Sonra demokrasi, sonra meclis mukaddes oldu. Şimdi globalizm mukaddes. Mü’minlerin kökleri sabit gövdeleri, dalları ve çiçekleri vardır. Onların ise oradan oraya sürüklenen köksüz, gövdesiz dal parçaları vardır.
هُوَ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ (HuVa MıN GıNDı elLAHı) “O Allah’tandır.”
İndirilmiş kitapları taklit edenler bu Kâinat’ı var eden Allah’ın gönderdiğidir derler. Yorumunu veya sözlerini iletirler. Yani, lafzı değiştirmeseler bile manâsını değiştirirler. Bu sebepledir ki mü’minler Kur’an’ı yorumlarlar, ama, “Bu Allah’tandır” demezler; “Bunlar benim Allah’ın sözlerinden anladıklarımdır” derler. Çünkü hiçbir beşeri cümle Allah’ın cümlesi değildir. Allah’ın indinden yerine benim anladıklarım dememiz gerekir. Benzer şekilde kanunlar için de böyle söylemeliyiz. Kanun böyledir demeyip, kanundan ben böyle anlıyorum dememiz gerekir. Ancak icma ile sabit yorumlar için böyledir diyebiliriz. İhtilaflı kısımlarda herkes kendi anladığına göre hareket eder, cezada icma şarttır. Diğer hususlarda ise hakem kararlarına göre uygulama yapılır. Bu yoruma göre buradaki Allah’tan kasıt, Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan topluluktur.
وَمَا هُوَ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ (Va MAv HuVa MıN GıNDı elLAHı) “Oysa o Allah’ın indinden değildir.”
Allah’ın indinden olan sadece Kur’an’dır. Topluluk için de sadece kanunların metnidir. Ne Kur’an ne de kanunların cümleleri tek başlarına bir şey ifade eder. Ancak yorumlardan sonra anlam kazanır. Yorumlar ise kişilere mahsustur. Ancak icmalar Allah’tandır veya topluluktandır. İcma olmadığı halde burada icma vardır derler, kanunların o şekilde anlaşılmasında icma olmadığı halde öyle imiş gibi gösterirler. Birçok şeyleri tartışmasız yuttururlar. Oysa o hususta Allah’ın veya topluluğun iradesi yoktur.
وَيَقُولُونَ (Va YaQUvLUvNa) “Kavl etmektedirler.”
Böylece onlar yani ehli kitaptan bir taife söylemektedir.
İnsanlarda kavil vardır, fiil vardır. Kavil de bir fiildir, ağzın hareketleri ile çıkar. Ancak bu sayede ortaya çıkan sesler eşyaları da titreştirir. Özel olarak insan beynine etki eder. Oradan da ruhlara intikal eder. Bu maddî titreşim değildir. İşte manâsı olan bu sözlere “kavil” denmektedir.
عَلَى اللَّهِ (GaLAy elLAvHı) “Allah üzerine”
Allah’ın böyle söylediğine veya topluluğun böyle kanun çıkardığına dair söz söylemektedirler. Onun hakkında konuşmaktadırlar. İndirilmiş kitaba inananlar o kitapların yorumunda, lâik düşünceliler veya topluluğu Allah’ın halifesi olarak kabul edenler ise topluluğun öyle istediğini söylerler. Millî iradenin öyle tecelli ettiğini savunurlar.
Eskiden din adamlarının yahut hanedanların dünyayı yönetme hakları olduğu iddia ediliyordu. Bunu kaldırmak için demokrasi icat edildi. Halkın ekseriyetinin iradesi ikame edildi. Şimdi de Anayasa mahkemesi onun yerine geçti. Bütün sorun insanları sömürmekten ibaret. Güçlülerin halkı kendilerine uydurmasıdır.
Oysa, Kur’an içtihat ve icma müesseseleri ile gerçek demokrasi ve gerçek lâikliği getirmiştir.
الْكَذِبَ (eLKaÜıBa) “Kezib söylüyorlar. Yalan söylüyorlar.”
“Kezib” yalan veya yanlış olabilir. Türkçe’de yalan yanlışı içermez. Onlar yanlış değil yalan söylüyorlar. Bundan sonraki bile bile ifadesi bunu gösterir. Yani, onlar bunun yanlış olduğunu bildikleri halde iftira ediyorlar. Hazreti İsa’nın Tanrı oğlu olmadığını, bunun Hz. İsa’dan sonra uydurulan bir şey olduğunu Hıristiyanlar da biliyorlar ama bile bile hâlâ o yalana devam ediyorlar.
Türkiye’de kanunları yorumlayanlar millî iradenin öyle olmadığını biliyorlar ama yine de onu öyle göstermeye devam ediyorlar. İşte Kur’an böyle içtihatlardan bizi men etmektedir.
وَهُمْ يَعْلَمُونَ (Va HuM YaGLaMUvNa) “Onlar ilmetmekte iken.”
Yani, onlar bunun yanlış olduğunu biliyorlar ve bile bile yalan söylüyorlar.
İnsanlıkta böyle yanılmalar çoktur. Mustafa Kemal’in Avrupa Birliği’ne girmeye taraftar olamayacağı açık iken, herkes yalan söyleyip onun isteğine göre Avrupa’ya Türkiye’yi satmaktadırlar. Topluluk bile bile böyle yalan söyler. Herkes onun yalan olduğunu bilir ama onu söylemeye devam eder.
İşte içtihat ve icma müesseseleri bu dengeleri ortaya koyar. İcma, toplantıda alınan ortak kararlar değildir. Herkes ayrı ayrı birbirinden uzakta araştırma sonunda vardığı kararlarda birleşirlerse icma olmuş olur. O sebeple sükuti icmayı kati icma saymamaktadırlar.
مَا كَانَ لِبَشَرٍ (MAv KAvNa Lı BaŞaRın) “Beşer için olmadı.”
İnsan ve beşer Ademoğlunun adıdır. İnsan “üns” kökünden oluşmuştur. Vahşinin karşıtıdır. Buşr da “bişr”den gelmedir. “Edm” siyah deridir. Belki de tüylü deridir. İnsanlar Adem oğullarıdır ama Adem değillerdir. Oysa beşer oğulları değiller ama beşerdirler.
İnsan Neadentral soyunu da almış olabilir. Beşer ise yalnız Homosapins insanı içine alır. Beşer denmiş olmasının sebebi, yüz ifadesidir. İnsan konuşurken mimikleri ile de meramını anlatmaktadır. Ayrıca gülmek, ağlamak gibi insana has özellikleri ile de yüz ifadeleri onu beşer yapmıştır. Peygamberlere kitap verilmeye Hazreti Nuh (AS) zamanında başlanmıştır. Neadentral insanın kitaplı peygamberi yoktur. Onun için bu ifadede beşer kelimesi geçmektedir.
اللَّهُ أَنْ يُؤْتِيَهُ (EaN YUETıYaHu elLAHu) “Allah ona versin.”
Hayvanların bir kısmı ayrı ayrı yaşayacak şekilde yaratılmış, bir kısmı ise topluluk olarak yaşayacak şekilde yaratılmıştır. İnsan ise topluluk içinde hür yaşayacak şekilde yaratılmıştır.
İnsan, bir taraftan kişiliğini korurken, diğer taraftan da topluluğun üyesi olmaktadır. Topluluğu ise sözleşmeler oluşturmaktadır. Kitabı uygulayacak olanlar ise hükkamdır, yani ümeradır. Kitabı yorumlayacak olanlar ise nebilerdir, müçtehitlerdir. Bunlar Allah tarafından tarihte verilmiştir. Şimdi topluluk tarafından verilecektir. Kanunları şûralar yapacak. Uygulamaları ise başkanlar ve alimler yapacaklardır.
Yani, Allah hem kendi zatıyla hem de dünyadaki halifesi ile de anlaşılabilir
الْكِتَابَ (eLKıTAvBa) “Kitab verilsin.”
Burada kitap marifedir. Kur’an, Tevrat, İncil gibi ilâhî kitaplar kastedilmektedir.
Peygamberlere herhangi bir kitap verilsin de ondan sonra O’nun emri dışında bana ibadet edin densin; bunu söylemeleri mümkün değildir. Kitab kurallardır. Yazılı kurallar olarak da kabul edilebilir.
İnsan topluluklarını yöneten mevzuattır. Ehli Kitab denen kimselerin aldığı kitaplardır. Allah tarafından insanlara bildirilmiştir. Arıya kendi yapacakları işler nasıl öğretilmişse, insana da böyle yapacakları işler öğretilmiştir. Bunların bir kısmını arılar gibi her insanın beynine yükleyerek öğretti. Bir kısmını da indirdiği kitap şeklinde bildirdi. Arının küçücük beynine o kadar bilgiyi şarj eden biri, Muhammed (AS)’ın kafasına Kur’an’ı şarj edemez mi? İnsanlar neden inanamıyorlar?
وَالْحُكْمَ (Va el HuKMa) “Hükmü vermiştir.”
“Hüküm”, atı veya deveyi dizginleyen gemdir. Verilen komut ile onu sağa-sola çevirir. Hükümler de böyledir. İnsanlara doğru yolu gösterir. İcra etmez. Mahkeme kararlarının icrası ise kaza olarak ifade edilir.
Kitabın yanında hüküm de ifade edilmektedir. Hüküm, Kitaba dayanarak uygulama yapma demektir. Olaylar üzerinde hükmetme demektir.
وَالنُّبُوَّةَ (Va elNuBuvVata) “Ve nübüvvet verilsin.”
Bu nübüvvet kitap ve hükümden farklı ifade edilmiştir. Kitap kanunlardır. Yazılı mevzuattır. Hüküm yöneticiliktir, hükümetliktir. Nübüvvet ise içtihattır, vahiy almaktır.
Peygamberlere nübüvvetten ayrı olarak nübüvvet de verilmiş oluyor. O sayede Kur’an’ı doğru anlayıp uygulamaktadırlar. Sünnet işte budur. Dördüncü delildir. Kur’an’ı doğru anlamak için Hazreti Peygamber’in sünnetine ihtiyaç vardır. Bu her peygamber için doğrudur. Devlet yapısında kitap yasama meclisini, hükümet icra gücünü, nübüvvet de yargıyı ifade eder. Bu da hakemlerin fakih olmaları şartını getirmektedir.
ثُمَّ (ÇümMa) “Sonra”
Buradaki “Sümme” arkasından demektir. İster hemen ister biraz sonra olsun hepsini ifade eder. Buna göre “Sümme” “Fa”yı da içerir. Eğer hemen veya daha sonrayı içerecekse “Sümme” gelir demektir. “Fa” denseydi manâsı çıkar, ileride söyleyebilir demek olurdu. Ama “Sümme”de ne ileride ne de yakın demek olur.
يَقُولَ (YaQUvLa) “ Kavletsin.”
İta olunsun da sonra desin. “Sümme” “En Yu’tiyehu” atfettiği için “Yekule” üstünlüdür.
Hazreti Peygamber kendisine gelen vahye aykırı şeyleri söyleyemez. Buna gücü yetmez. Bu sebepledir ki mü’minler eğer din adına yanlış işler yapmaya kalkışırlarsa Allah onları muvaffak etmez. Oysa kâfirler yanlış işler yapsalar da dünyada onları muvaffak edebilir. Çünkü peygamberler hem mucize gösterip inandıracaklar, sonra da küfrü söyleyecekler. O zaman mucizenin ne manâsı kalır. Kur’an’da da yanlışlık olamaz. Yanlışlık olsa bizim anlayışımızda olur.
لِلنَّاسِ (LınNAvSı) “Nâsa söylesinler.”
Bir kimse hitap ederken karşısında bulunan halka “nâs” denmektedir. Küçük kalabalığı içerdiği gibi bütün insanlığı da içerir. Yani, “ey nâs” ya görünen kimselerdir, ya da bütün insanlardır.
Burada “insanlar” deyince en küçük topluluk anlamında kimseye söylemezler demektir.
كُونُوا عِبَادًا لِي (KuNUv IBaVDan LIYa) “Bana ibad olun.”
Bana kulluk edin. Yani, görevliler insanları kendilerine hizmet ettiremezler. Görevliler kendi çıkarlarına işler yaptıramazlar. Görevliler görevleri gereği emir verirler. Kişi olarak bir üstünlükleri yoktur. Görevleri dışında da bir şey emredemezler. Kayıtsız şartsız itaat sadece Allah’a yapılır. İnsanlar peygamber olsa da onların şahsına itaat edilmez. Şeriat dışına çıkılamaz. Bu sebepledir ki başkanların tasarrufları da yargı denetimindedir. Başkanların hareketlerine de dava açılabilir. Görevlilerin yaptıkları da şeriatın denetimindedir. Bir tasarrufta bulunduklarında hakemlere hemen gidilebilir. Hakem kararları ile icra durdurulabilir.
مِنْ دُونِ اللَّهِ
Allah’ın dununda kendisine ibadet istenemez. Ama topluluğun çıkarına emretme yetkileri vardır. Resule itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Görünürde faiz de alış-veriş gibidir ama aralarında dağlar kadar fark vardır.
Biz görevlilere itaat ederiz ama kanun emrettiği için itaat ederiz ve kanunun emrettiği kadarında itaat ederiz. Allah’ın emrettiği kadar itaat ederiz.
Başka önemli husus, görevlilerin kanunları yorumlama yetkisi yoktur. Herkes kanunları kendine göre yorumlar. Son söz hakemlerindir. Kanun yorumlamada görevlinin bir üstünlüğü yoktur. Kamu görevlerinde uygulamada görevlinin sözü, genel hizmette ise hizmet alanın sözü geçerlidir.
وَلَكِنْ كُونُوا رَبَّانِيِّينَ (Va LAvKIn KUvNUv RabBAvNıyYINa)
“Rabbanıy olunuz, terbiye eden veya olunan kimse olunuz.”
Eğitin veya eğitilin diye emr olunmuşlardır. İnsanların görevi öğrenmek, araştırmak, sonra da öğretmektir. Bunu birlikte yapmak. Bu kelimede bu dört emir de vardır.
“Rabban” olması nedeniyle ism-i faildir. İsmi tafdil olarak ifade edildiği için araştırmayı içermektedir. İsm-i mensub olmakla öğrenmeyi de içerir. Cemi müzekkeri salimi getirdiği için de cemaatçe yapılacağını ifade etmektedir. Peygamberler sadece öğretmenlik yapmışlardır. Okullar kurmuşlardır. Halk amelleri kendi istekleri ile kendileri yapmıştır. Bundan dolayıdır ki peygamberler büyük savaşlar da yapmışlardır ama hiçbir zaman bürokratik bir güç oluşturmadılar. Halk kendileri üstlerine itaat etti. Zorlama yapılmadı. Savunma savaşları yaptı. Komuta bile rebbanıydır.
“İnsanlık Anayasası”nda bu sebepledir ki baştan zimmi olanlar zorlanmadığı gibi; nöbetli olduğu halde ülkeyi terk eden de zorlanmaz. Sadece gönüllüler için meşru savaş vardır.
“Rabban” kelimesinin taşıdığı başka önemli manâ uygulama öğrenimidir. Yalnız öğrenme değil, öğrendiğini yaparak öğrenmedir. Zaten katkıda bulunma bu suretle mümkün olacaktır.
“Rabban” kelimesinin getirdiği başka bir manâ da evrim katkısıdır. Evrimleşiniz, daha ileri olunuz. Peygamberler hep medeniyetlere katkıda bulunmuşlardır.
بِمَا كُنْتُمْ تُعَلِّمُونَ “Talim olunduklarınızla rabban olunuz.”
Yani, siz öğretilenleri öğreniniz, üzerinde araştırma yapınız ve öğretiniz. Talim ettiğiniz gibi hareket ediniz denmektedir. Demek ki, peygamberlerin görevi sadece talimdir. Ondan sonrası ise halka aittir.
Burada meçhul değil de malum sığası ile getirilmiştir. İnsanlar tedris ederler, ama zamanla tedris ettikleri ile değil de havalarına göre hareket ederler.
Osmanlılar “İmamlar Kureyş’’tendir.” derlerdi. Okurlardı. Ama Osmanlı padişahlarını Allah’ın gölgesi yaparlardı. Anayasamızda “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” yazılıdır ama ülkemizi ya diktatörler ya da Avrupalılar yönetir. Doğu Almanya’nın adı Demokratik Cumhuriyet idi. Duvar yıkılınca halk kendisini hapishaneden çıkmış kabul etti. Ama Türkiye’de lâiklik ilân edildi, hiçbir şey değişmedi.
الْكِتَابَ (el KıTABa)
Peygamberler yalnız kitabı talim etmişlerdir. Sünnet, kitabın manâsını göstererek öğretmedir. Yoksa peygamberlerin ayrıca bir getirdikleri yoktur. Kitab ne yazıyorsa peygamber de onu öğretmektedir.
Hazreti Peygamber Cebrail’den öğrenmiştir. Biz ise hocalarımızdan, onlar da peygamberden. Fark bu kadardır. Bu sebepledir ki her mü’min peygamber gibi görevlidir. Her mü’min Kur’an’ı öğretmekle mükelleftir. Hiçbir kimse Kur’an’ı kendisine mâl edemez. Hiç kimse Kur’an benim yorumumdur diyemez. Kur’an’ı yorumlamak yetkisi Hazreti Peygamber’e de verilmemiştir. Bunun gibi, kanunları resmen yorumlama yetkisi de kimsede yoktur. Herkes kendisi için kanunları kendisi yorumlar. Tevhidi içtihat kararları İslâmiyet’te yoktur. Kararlarda icma olabilir ama tevhit caiz değildir. Anayasada da böyle bir yetki kimseye verilmemiştir.
وَبِمَا كُنتُمْ تَدْرُسُونَ (Va BıMAv KunTuM TaDRuSUNa)
“Neyi tedris ediyorsanız onun ile rabban olunuz.”
“Neyi tedris ediyorsanız onun ile rabban olunuz” denmektedir.
Talim etmekle tedris arasında şu fark vardır. Talimde öğretilir, kitap okutulur. Tedriste kitabı kendi kendinize okursunuz ve baştan sona her tarafını öğrenmeye çalışırsınız. Bunun içindir ki talimde meçhul, derste malum sığası kullanılmıştır. “Talim olduğunuz” denmiş, burada “ders ettiğiniz” denmiş.
Bu âyet aynı zamanda öğrenim sistemini anlatmaktadır. İlk öğrenimde yalnız talim vardır. İspatlar yapılmadan sadece sonuçlar öğretilir. Bunların dereceleri vardır. İlmin derse yaklaşanı, dersin ilme yaklaşanı. Böylece dört mertebe ilim ortaya çıkar; amel, zikr, fıkh ve rusuh. Rusuhta ders, amelde talim vardır.
وَ (Va) “Ve”
Buradaki “Ve” “Mâ Kâne”ye atıf yapar. Bana ibadet edin sözünü söylemez diyor ve size melaikelere veya nebilere ibadet edin diye emretmez diyor. Söylemesi olmaz, emretmez. Biri haber, diğeri emir sığasıyla gelmiştir. Yani, kendisine ibadet etmesini söylemediği gibi başka varlıklara da ibadet etmesini emretmez. Onları rab ittihaz etmenizi emretmez.
Burada “erbab ittihaz etme” “rabbanıy” kelimesi ile izah edilmiştir. Rab, terbiye eden demektir. Baba çocuğunu terbiye eden kimsedir. İncil’deki “baba” kelimesi buradan karıştırılmaktadır. “Abd” ve “Rab” kelimeleri yan yana getirilmiştir. Gerçek rab Allah’tır. İnsanlar da O’nun abdidir. Köleliğin yerini rakaba almıştır. Yani, borçlu olma anlamındadır. Rab da yalnız Allah’tır.
Köleliği kaldıranlar Kur’an’ın yasakladığı müesseseyi kaldırmışlardır. İslâmiyet’te harb esirliği vardır. Kölelik vardır. Ancak o köle kişiliğe sahiptir. Her zaman sahibini dava edip hak isteyebilir. Kişi kölesine yediğini yedirmek ve giydiğini giydirmek zorundadır. İsterse dava açarak mezun köle haline gelebilir. Sahibine hakemlerin biçtiği aylığı öder. İsterse hakemlere başvurarak mülateb olabilir. Bedelini ödeyerek hür hale gelir. İnsanın insana ibadeti yoktur.
Burada yasaklanan sadece peygamberlere ibadet değil, Allah’tan başka herkese ibadettir.
لَا يَأْمُرَكُمْ وَ (Va Lav YaEMuRuKuM) “Ve size emretmez.”
“Kavl”de söylersiniz, ister yapar ister yapmaz. Müeyyidesi yoktur. “Emr”de de ister yapar ister yapmaz, ancak yapmadığı takdirde cezası var, müeyyidesi var, katlanmak zorundadır. “Cebir”de zorla yaptırma vardır. “Emir”de cezayı kendisinin vermesi gerekmez, Allah’ın ceza vereceğini bildirmek de emir mahiyetindedir.
“Ehline namazı emret”te de böyle bir emir vardır. Namaz kılmayanlara da müeyyide uygulanır. Yani, toplantılara katılmayan kimselere toplantılara katılmaları emr olunur. Ehlin ise zorlarsın. Diğer kimseleri tehcir caizdir. Beş vakit namaza herkes katılacaktır. Yoksa o aşirette oturamaz. Cuma namazlarına da askeri mükellefler katılacak. Yoksa o bucakta oturamaz.
أَنْ تَتَّخِذُوا (EaN EltTaPıÜUv) “İttihaz etmenizi, edinmenizi.”
“Ehz” avuca almak demektir. “Keff” açık avuçtur. “Ehz” sapı tutma şeklinde avucu kapatmadır. “Cuma” ise yumruk şekline getirmektir. Meleklere tutunmak anlamındadır. Nasıl dala tutunursanız, melek veya nebileri rab ittihaz etme demektir.
Hayat her zaman değişmektedir. Her olayda orada karar alman gerekir. Kararlar kurallara göre alınır ama yerine göre kurallar farklı şekilde uygulanır. Hayat hiçbir zaman tekerrür etmez. Benzer olur ama tekerrür etmez. Dolayısıyla bir olayla karşılaştığın zaman şeriatın içinde ama o olaya has olarak karar alacaksın. O anda Allah’a baş vuracak, sana ne ilham ederse ona göre karar alacaksın. Bu sebepledir ki ölmüş insanların ilkelerine uyulmaz. O, o zamanın şartlarına göre hareket etmiştir. Sünnet de böyledir.
Nasıl Mustafa Kemal’e tapmazsanız, Hazreti Muhammed’e de tapmazsınız.
الْمَلَائِكَةَ (MaLAEıKate) “Melekleri.”
“Melâike” meleklerin çoğuludur. Devlet anlamında olan mülk kelimesi ile eşit anlamdadır. “Milk” toprak işçisi demektir. “Bilek” kelimesi ile akrabadır. Güç anlamına gelir.
Allah kendisi rabdır. Bütün kudret O’nun elindedir. Ancak bunu insanlar gibi şuurlu varlıklarla tedvir eder. Çünkü onlar için var etmiştir. Allah’ın dışında şuurlu varlıklar dört çeşittir: Bâtın âlemde melek ve ruh, zâhir âlemde insan ve cin. Cin ve melek ışık hızına yakın olarak var edilmişlerdir. Ruh ve insan ise toprağa yakın yaratılmışlardır. Nasıl devlet Allah’ın yeryüzündeki tezahürüdür. “Malike’l-mülk” O ise, devlet görevlileri de O’nun adına yeryüzünde meleklerin gördüğü görevleri görürler. Devlet adamları demek olur.
“Meleklere ibadet etmeyin” demek, devlet adamlarına ibadet etmeyin demektir. Yani, devlet adamlarına yetkileri dahilinde şeriata uygun olan buyruklarına itaat edin demek olur.
“İnsanlık Anayasası”nın temeli, üstlerin astları yargılayamaması, yargının tarafların seçtiği hakemlerle yapılmasıdır.
وَالنَّبِيِّينَ (Va elNaBıyYIyNa) “Nebileri de rab ittihaz etmeyin.”
Meleklerden sonra nebileri saymıştır. Meleklerin yerini kamu görevlileri almaktadır, nebilerin görevlerini de milletvekilleri yani temsilciler almaktadır. Allah’ın melekleri var, nebileri var. Yeryüzünde Allah’ın halifesi devlettir. Melekler devlet görevlileridir, nebiler de milletvekilleri yani temsilcileridir. Bunlar rab değildir. Rab Allah’tır, yani devlettir. Dolayısıyla hakemlerden oluşan yargı son sözü söyler.
Melekleri mükesser çoğul olarak getirmiştir. Nebileri ise müzekker salim cem olarak getirmiştir. Dayanışma ortaklıkları içinde örgütlenmiş olacaklardır ve icmaları esas hükümleri ifade edecektir.
أَرْبَابًا (EaRBABan) “Rablar olarak ittihaz etmeyin.”
“Rabve” tümsek demektir. Topalak halinde olan bitkinin adı da rabvedir. Yavaş yavaş geliştiği için rabvet mastar olarak evrimleşmek demektir. Hilkatin tersidir. Hilkatte birden oluş vardır.
“Rab” kelimesi eğiten ve yetiştiren manâsındadır. Baba oğlunun yetişmesinde Rabb’in yani Allah’ın halifesidir. O’nun adına çocuğunu yetiştirir. İncil’deki “baba” kelimesi buradan oluşmuştur. Mecazi olarak söylenen İbranicedeki Rab sonra baba olarak tercüme edilmiştir.
“Peder” yerine “Rab” kelimesini koyunuz, İncil’in aslına gidersiniz. “Pederimin hanesinde çok meskenler var./ Rabbimin hanesinde çok meskenler var.” diye okuyacaksınız. “Beni tanısaydınız pederimi de tanımış olurdunuz./ Beni tanısaydınız Rabbimi dahi tanımış olurdunuz.” “Resule itaat eden Allah’a itaat etmiş olur.” âyetinin İbranicesi. Bir ordu genelkurmay başkanına itaat eder, ama o emekli olunca artık onu dinlemez. Biz namazda imama itaat ederiz ama başkası geçerse ona itaat ederiz. İşte bu anlatış rab ittihaz etmeme demektir. İnsanlık bu anlayışa kaç yüzyılda gelebilmiştir?
أَيَأْمُرُكُمْ (Ea YaEMuRuKuM) “Size hiç emreder mi?”
Yani, emretmez. Nasıl vali, vali iken merkezin emirlerini yerine getireceğine kendisi kanunlara aykırı olarak ili yönetmeye kalkışırsa hemen görevden alınır ve cezalandırılırsa; eğer kitabi hükmü ve nübüvveti verilen kimse aksine hareket ederse derhal peygamberlikten alınır ve Allah damarı koparılır. Dolayısıyla böyle bir şeyi emredemez. Bu sebepledir ki devlet başkanı da kanunlara uymak zorundadır.
بِالْكُفْرِ (Bi eLKüFrRi) “Küfür ile”
“Küfür” kapatmak demektir. Gerçeği gizlemek demektir. Kişinin bile bile aksini iddia etmesidir.
Başka bir manâsı da nankörlüktür. Yani, nimeti inkârdır. Vali yapmakla elde ettiği şerefi inkâr ederek devleti kendi mülkü saymasıdır. Türkiye’yi Mustafa Kemal’e mal edenler böyle küfür içindedirler. Türk Milletini Mustafa Kemal var etmedi, Mustafa Kemal’i Türk Milleti ortaya çıkardı. Aksi iddia küfürdür.
بَعْدَ إِذْ أَنْتُمْ مُسْلِمُونَ (BaGDa EıÜ EaNTuM MUsLIMUvNa)
“Siz Müslimler olduktan sonra emreder mi?”
Barışın temeli tek Allah’a iman etmek ve O’ndan başka rab ittihaz etmemektir. İnsanlar Hz. Adem’den türemişlerdir. Çoğaldıkça birbirlerinden ayrıldılar. Avların peşine takılarak birbirlerinden uzaklaştılar. Başlangıçta hepsi bir Allah’a tapıyordu. Tanrı’nın adı da birdi. Dağılıp uzaklaştıkça dilleri değişti. Tek olan Allah’ın adı da değişmiş oldu. O zaman yazı olmadığı için bir resimle veya heykelle Allah’ı gösteriyorlardı. Annenin Rabbini anne ile; Güneş’in Rabbini Güneş ile temsil ettiler. Sonra Güneş’i Tanrı sandılar.
Bir araya gelip de kentleşmeye başlayınca her kabilenin bir tanrısı ve bir tanrıyı temsil eden heykeli vardı. Herkes kendi tanrısını gerçek mabut, diğerlerini put kabul etti. Kabileler arasında din savaşları başladı. Peygamberler geldiler ve bunlara gerçekleri anlattılar. Onları tek Tanrı’ya çağırdılar. Böylece barış doğdu.
Burada açıklanan çok rab edinme savaşın kaynağıdır. Tek Tanrı ise barışın kendisidir. Eğer peygamberlere tapacak olursak, hükümdarlara tapacak olursak, o zaman din savaşları olur, barış kalkar. Hıristiyanlarla Müslümanlar arasındaki savaş budur. Yahudilerle Müslümanlar arasındaki savaş budur.
Oysa, Tevrat da Kur’an da aynı Allah’tan bahsediyor. Kur’an’ın ne derece büyük bir hikmetle insanları barışa çağırmakta olduğunu burada görüyoruz. Komünizmin getirdiği ateizm bu bâtıl inançları kaldırmıştır. Ormanı tarla haline getirmiştir. Şimdi tek Allah ormanını dikme zamanıdır. Onu da “Adil Düzen” yapacaktır.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 239. SEMİNER Yorum-69 İstanbul, 26 Aralık 2003
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ
إِنَّهُمْ أَلْفَوْا آبَاءَهُمْ ضَالِّينَ(69) فَهُمْ عَلَى آثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ(70) وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ أَكْثَرُ الْأَوَّلِينَ(71)
“Onlar şaşkın atalarının arkasından gittiler. Onların izlerini kovaladılar. Kendilerinden önce gelenlerin çoğu şaşırmıştı.” [Sâffât[37);69-71]
Bugün İstanbul esnafı ve tüccarı babalarının izlerinden gitmektedir. Şaşkınlık içindedir.
e) Faizli sistem içinde çalışmakta ve veresiye satışlar yapmaktadır.
f) Enflasyonist bir para ile borç alıp vermektedir.
g) Vergi kaçırmakla buna çare aramaktadır.
h) Ticaretini gizliliğe dayandırmakta ve kandırarak alışveriş yapmaktadır.
“Adil Düzen” insanları bu dalâletten kurtarmaya çağırmaktadır.
BELEDİYE YÖNETİMİ
Belediyelerin tüzel kişilikleri vardır. Meclisleri vardır. Encümenleri vardır, başkanları vardır. Belediye Meclisi’nden geçirilen bir karar idari mahkemelere baş vurularak iptal ettirilebilir. İlgili bakanlık yürütmeyi durdurabilir. Ancak Meclis’te alınan herhangi bir karar yasalara aykırı olsa da suç oluşturmaz. Meclis millî iradedir, kollektif suç olmadığı için Meclis kararı suç oluşturmaz.
Belediye Başkanı iptal edilmeyen Meclis kararlarına uymak zorundadır. Dolayısıyla Meclis’ten geçirdiği kararları uygulamaktan kanunlara aykırı olsa da suçlu olmaz.
Demek ki, suç oluşturmaması için yapılan işler Meclis kararlarına dayanmalıdır. Uygulamada farklılık yapılmamalıdır. Yani, aynı şart ve vasıfları taşıyan herkese aynı şekilde uygulanmalıdır. Bunun dışında yapılan uygulama belediye sakinlerinin çıkarına olmalıdır. Belediye işletmesinin çıkarına olmalı, il işletmesinin ve devlet işletmesinin çıkarına olmalıdır. Uygulayıcılara veya yakınlarına ayrıcalıklı çıkar sağlamamalıdır.
Belediye yöneticileri bu esaslara uyduktan sonra artık korkmamalıdırlar. Kötü niyetli bakanların veya valilerin hışmına uğrayabilirler. Ama savaşa giden insan nasıl ölümü göze alırsa, belediyeye hizmet verecek kişi de bu tür hışımlara uğrayabilir. Bunu göze alamayanlar başkanlığa talip olmasınlar.
Şimdi her biriniz, hangi partiden olursa olsun, belediye başkanı olmaya talip olun. Verirlerse hizmet edersiniz. Vermezlerse siz sevap alırsınız. Neler yapmanız gerekir?
l) Komisyoncular kooperatifleri kuracak ve belediyedeki taşınmazları satmak üzere onlara kredi olarak vereceksiniz. Onlar bunları satarak sermaye yapacaklar ve böylece tüm taşınmazlar likidite kazanacaktır.
m) Belediye “imar senedi”ni çıkararak halkın elinden bu senetle taşınmazları alıp satacaksınız. Müteahhitlere bu senetlerden kredi vererek beldenizi imar edeceksiniz.
n) Bugün çıkarılan ağır yükümlülükler neticesinde inşaat durmuştur. Bunu hızlandırmak için tüm ruhsatları ve masrafları belediye yaparak projeler üretilecek. Belediye ruhsat karşılığı müteahhitlerde bölme veya pay alacaktır. Bunları kiraya verecek, böylece kendinse gelir temin edecektir.
o) Daire veya işyerlerini kiraya vermek isteyenler komisyonculara kiralayacaklar, komisyoncular kiracılara kiralayacaklardır. Komisyoncular belediyenin belirlediği payı alacaklardır. Böylece halk işyerlerine yakın yerlerde iskan edilecektir. Trafik sorunu böyle çözülecektir.
p) Belediyenin halka hizmet vermek üzere avukatları olacaktır. Halka hakemler yoluyla sorunlarını çözmeleri önerilecektir. Hakemlerin kararlarına uymayanlara karşı belediye avukatları karşılıksız savunma yapacaklardır. Böylece hem mahkemelerin yükü hafifleyecek, hem de nizalar kalkacaktır.
q) Belediye halk hastahanelerinin kurulmasını destekleyecektir. 1000 dolar veren sağlığını sigorta etmiş olacaktır. Bunun 250 doları ile hastahane inşa edilecek, 750 dolarla da işyerleri tesis edilerek hastahanelere gelir getirecektir.
r) Mala-Mal Marketleri tesis ederek halk her türlü malını o mağazalardan mal almak şartı ile o mağazalara satacaktır. Böylece işsiz kimse kalmayacaktır.
s) Otobüsçüler Kooperatifi kurarak taşıma işletmesini özelleştirecektir.
t) Belediye, Belediye dışında elektrik santralleri kurarak burada ürettiği enerjiyi Elektrik Kurumuna verip belediyesinden alacaktır. Bu yolla halkına ucuz enerji sağlayacak, böylece hem ucuz maliyet sebebiyle hem de ucuz giderler sebebiyle belediye halkı refaha ulaştıracaktır. Bunu halkın katkıları ile sağlayacaktır. Sermaye koyan karşılıksız elektrik almış olacaktır.
u) Benzer şekilde su oraklığı oluşturulacaktır.
v) Yine kooperatif oraklığı ile radyo ve televizyon, basın ve yayınlarına iştirak edilecek, belli saatlerde kooperatifin yayınları devreye girecektir.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92