ADİL DÜZEN 241
““ADİL DÜZEN” BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.”Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 09-10 Ocak 2004 Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 241. SEMİNER (CUMA-CUMARTESİ) İstanbul, 09-10 Ocak 2004
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi CD. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği) Tel: (0532) 246 68 92
*HAFTALIK TEFSİR SEMİNERİ (CUMARTESİ GÜNLERİ “YENİBOSNA”; Saat:18.00-21.00)
ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ – XXII (81-83. ÂYETLER)
Yani, bizim şimdi hazır bir “Adil Düzen Anayasamız” olacaktır demektir. Bunu çalışarak hazırlamalıyız.
Sonra bu “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı gerekçeleri ve hikmetleri ile öğrenmeliyiz. Bu yetmez;
“İlmî Dayanışma Ortaklıkları”nı kurmalıyız. Bugünkü kanunlar böyle dayanışma ortaklıklarını kurmayı engelleyen bir hüküm içermemektedir. Bunların sayısı on civarında olmalıdır. Türkiye’de bunları “kooperatifler” olarak kurabiliriz.
-Biz “Akevler Kooperatifi”ni bunun için kurmuş bulunuyoruz. Kooperatifler dayanışma ortaklıkları olarak kurulacaktır. İşte ondan sonra, kooperatifler arasında birlik sağlandıktan sonradır ki siyasi parti kurulacak, ondan sonra “başkan” ortaya çıkacaktır.
-Biz kooperatiflerin kuruluşlarını tamamlamadan 1969 yılında siyasi parti kurmaya başladık. O zaman biz buna mecbur idik. Çünkü kooperatifimizin faaliyetine siyasi partiler izin vermiyordu. Savunmak ve tanışmak için buna ihtiyacımız vardı. Böylece bir taraftan siyasi zemin hazırlandı, diğer taraftan da “Adil Düzen Anayasası” otaya çıktı. Ama daha hikmetlerle öğrenilemedi. Şimdi bizim yaptığımız çalışmaklarımız budur. Biz şimdi kooperatifleşmeleri tamamlamalıyız. “Adil Düzen”i işletmelerde uygulayarak öğrenmeliyiz. İşte ondan sonra biri gelecek ve “Adil Düzen Partisi”ni kuracaktır. Bizim görevimiz de onu desteklemek olacaktır.
***
İşte burada en önemli olan husus; elinizdekini tasdik edici bir “resul” gelecektir.
İşte “Akevler”in elinde bulunan “Adil Düzen”i tasdik eden bir resul geldi. O da Erbakan’dı.
Ne var ki, “Adil Düzen” ancak o zamanın şartları kadar biliniyordu ve o kadar uygulanabildi.
Hazreti İsa da öyle yapmadı mı? Kur’an sonra gelmedi mi?
O halde, geçmişte olanlara şükredip, gelecekte olacaklara doğru vazifemiz ne ise onu yapmalıyız.
Bizim siyasi parti kurmamız yerine, “Adil Düzen”i öğrenmemiz gerekmektedir.
Bizdeki “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı tasdik eden bir parti başkanı, devlet başkanı, başbakan gelecektir.
***
Onunla kendinizi güvene alacaksınız. Onun dayanışma ortaklıklarına gireceksiniz.
Nebiler ilmî dayanışma ortaklıklarına girerler, onların siyasi dayanışmaları yoktur. Siyasi dayanışmaları ise resuller sağlar. Siyasi parti kurar, iktidar olur. Devlet oluşur o bizim güvenliğimizi sağlar. Biz bugün mevcut olan iktidarlara uyarız, ama ileride “Adil Düzen” iktidarını bekleriz. Çünkü bugünkü iktidarlar yeterli güveni sağlamamışlardır.
Hazreti İsa da bundan başka bir şey yapmadı. 12 havari kendisine inandı. Bunlar Roma İmparatorluğu topraklarına dağıldılar. Devlet onlara zulmetti. Onlar ise yeraltı kentleri kurdular. Ama sonunda bizzat imparator Hıristiyanlığı kabul etti.
Adil Düzencileri bekleyen yol da aynıdır. “Adil Düzen”i öğreneceksiniz. Kooperatifler şeklinde organize olacaksınız. Size zulmedecekler, ama sonra sizin düzeninizi resmen kabul edeceklerdir. Böylece dünyaya yayılmış olacaklardır. Siz de cennet ehli olacaksınız. Kiminiz bu günü görecek, kiminiz görmeyeceksiniz; ama çocuklarınız o “Adil Düzen” cennetinde yaşayacaklardır.
***
Şimdi bu toplantıya katlıyorsunuz ve benimseyerek devam ediyorsunuz. Bu Allah’ın sizden aldığı misaktır. Ama daha siz ikrar etmediniz. Yani, kendiniz; “Ben artık kitabı ve hikmeti öğrendim, Allah’ın emrettiği hizmetleri yapacak seviyedeyim.” demediniz. Çünkü siz kendiniz sadece desteklemektesiniz, ama henüz böyle bir faaliyete geçmiş değilsiniz.
-Bu hususta kitap yazmaya başlamadınız.
-Bu hususta çevrenize ders vermeye başlamadınız.
-Adil Düzene göre teşebbüs kurup işletmeye başlamadınız.
-Daha bir yerde hep birlikte site kurup toplanmaya başlamadınız.
Yani; daha ikrarda bulunmadınız.
İşte “Adil Düzen Çalışanları” içinde böyle bir ikrarda bulunanlar olursa o zaman Allah’ın kendilerine yükleyeceği görevi yüklenmiş oluyorlar. Yani, “başkanın ilmî danışmanları” oluyorlar.
Gelecek olan “resul” bunlarla iktidar olursa “Adil Düzen” de gelmiş olur.
***
Bu derslere devam edeceksiniz. Kitabı ve hikmeti öğrendikten sonra kendinize güven gelecek; ben artık bunu yapabilirim.
O kitabın ve hikmetin tamamını değil, bir kısmını öğrenecek, bir taraftan kol tutacaksınız.
İşte o zaman “Adil Düzen” diplomasını almış olacaksınız. Allah sizinle ikinci sözleşmesini yapmış olacaktır.
***
Şimdi her biriniz burada otururken hangi olaylarla geldiğinizi düşünün. Bir de Allah size ilham etmiştir, size buraya gelmenizi bildirmiştir, o sayede geldiniz. Buraya pek çok gelenler var; gelirler, giderler… Siz ise devam ediyorsunuz.
Böylece ilk misak alınmıştır. Şimdi ikrar sözkonusudur. Bu da yine hadiselerle oluşacaktır.
Kendiniz “Adil Düzen”de bir iş yapabileceğinize kani olduğunuz zaman ikrar etmiş olursunuz.
“Yapabileceğimiz şeyleri yapmaya başlasak, kendimizi hayretler içinde bırakacak sonuçlar alırız.” EDİSON
ARTIK SİYASET ZAMANI: YA “ADİL DÜZEN”İ BENİMSEYEN BİR PARTİ; YA “ADİL DÜZEN PARTİSİ”
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 241. SEMİNER Tefsir İstanbul, 10 Ocak 2004
ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ - XXII
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ
وَإِذْ أَخَذَ اللَّهُ مِيثَاقَ النَّبِيِّينَ لَمَا آتَيْتُكُمْ مِنْ كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ ثُمَّ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِهِ وَلَتَنْصُرُنَّهُ قَالَ أَأَقْرَرْتُمْ وَأَخَذْتُمْ عَلَى ذَلِكُمْ إِصْرِي قَالُوا أَقْرَرْنَا
قَالَ فَاشْهَدُوا وَأَنَا مَعَكُمْ مِنْ الشَّاهِدِينَ(81) فَمَنْ تَوَلَّى بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الْفَاسِقُونَ(82)
أَفَغَيْرَ دِينِ اللَّهِ يَبْغُونَ وَلَهُ أَسْلَمَ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَإِلَيْهِ يُرْجَعُونَ(83)
وَإِذْ (Va ElÜ)
Buradaki “İz” ile daha önce geçen “İz”lere bağlanmıştır. 55’inci âyette “Allah İsa’ya söylemişti” cümlesine bağlamıştır. Orada Hazreti İsa’ya; “Seni öldüreceğim ve sana tâbi olanları kıyamete kadar üstün getireceğim dedi.” deniyordu. Burada “Biz ahzettik” denmektedir.
Her ikisinde de gelecekten haber verilmektedir.
Tarihte iki koldan insanlara bilgi verilmiştir. İlim adamları geçmişte olan olayları ve gelecekte olacakları anlatırlar. Ne olduğunu haber verirler. Ne olacağını da söylerler. Peygamberler ise insanların yaptıklarını ve neler yapacaklarını, neler yapması gerektiğini bildirirler.
Hazreti İsa bundan sonra gelecek medeniyetleri kuracak olan iki uygarlığın iki peygamberinden biridir. Diğer nebiler, haber verenler, hep gelecek peygamberlerin habercisi olmuşlardır. İlk haber Hazreti İsa ile ilgili olarak verilmiştir. Hazret İshak ve Hazreti İsmail’in soyundan peygamberler geleceği bildirilmiştir.
Hz. İshak’ın soyundan gelenler Hazreti İsa’da son bulmuştur.
Hz. İsmail soyundan gelenler ise Hazreti Muhammed ile son bulmuştur.
Doğuya giden Hz. İbrahim’in hanımı Ketura’dan doğma çocukları ise doğu dinlerini oluşturdular.
Yeryüzüne böylece dört büyük din hakimdir: Hıristiyanlık, Müslümanlık, Hinduizm ve Budizm. Bu dinlerin kitapları değişmiştir. Ancak Kur’an sayesinde bunlar da kendilerini müsbet ilmin ışığında yenileyebilirler. Yeni dünya düzeni böyle sürüp gidecektir.
أَخَذَ اللَّهُ(EaPaÜa elLAHu) “Allah ahzetti.”
“Misak almak”, söz almak demektir. Allah peygamberleri göndermiştir. Onlarla sözleşme yapmıştır. Bu sözleşme peygamberler için ihtiyari değildir. Allah onları onunla görevli kıldığına göre onların muhalefet etme yetkileri yoktur. Ancak bunlar bu sözleşmeleri kendi adlarına yapmadılar, cemaatleri adına yaptılar. Sonra onların cemaatlerine katılanlar kendi iradeleri ile katılmışlardır. Müslim olmakla kalmamışlar, mü’min olmuşlar. Dolayısıyla artık sözleşme olmuştur.
Allah bunlardan söz almıştır. Dayanışma ortaklık başkanları nebilerin yerlerine gelmişlerdir. Halk onlara biat edince yani onları parti başkanı yapınca onlardan söz almaktadır. Yani, topluluk onlardan söz almaktadır. Allah nebilerden söz alıyor, onun halifesi olan dayanışma ortaklıklarından da topluluk misak alıyor.
مِيثَاقَ (MIyÜAQa) “Misak. Söz.”
“Vusk” denklerin bağlandığı sicimdir. Sözleşme, insanları birbirine bağlayan anlaşmadır.
Sözleşmeler iki türlüdür. Bunlardan bir kısmını istediğiniz zaman bozarsınız: Bir kısım sözleşmeler ise artık tek taraflı, bazen de iki taraflı olsa da bozulmaz. İşte buna “misak” denmektedir.
Tarafların birisinin isteğiyle bir sözleşme sona eriyorsa ona “akd” denmektedir. Ahitler de böyledir. İki tarafın rızası ile sona eriyorsa buna “misak” deniyor. İki taraf da bozamıyorsa buna “galız misak” denmektedir.
Allah’ın misakını yüklenenlerin onu feshetme hakları yoktur. O sebepledir ki nöbetli olanlar artık nöbetli olmaktan çıkamazlar, kimse onlara böyle bir şeye izin verme yetkisine sahip olamaz. Kimse hür iken köle yapılamaz. Taraflar istese de köle olamazlar.
النَّبِيِّينَ (elNaBıyYIyNa) “Nebilerden misak almıştır.”
“Nebiler” haber verenler demektir. Allah önce Hz. Yahya ve Hz. Zekeriyya gibi nebileri göndermiş, sonra arkasından resulü göndermiştir. Uygarlıkları değiştiren büyük peygamberlerden önce o peygamberlerin geleceğini haber veren ve topluluğu ona hazırlayan nebiler gelmiştir.
Tanzimat’tan beri Türkiye’de olan mücadele “Adil Düzen”in gelişini hazırlamak içindir. Kur’an’dan sonra artık “nebi” gelmeyecektir, onların yerini “ilim adamları” alacaklardır. İlmî dayanışma ortaklık başkanları nebiler olarak geçmektedir. “Nebi” kelimesi, kurallı erkek çoğulu olarak gelmiştir. Demek bunlar başkanlı bir çokluk oluşturacaklardır. İşte o da “resul”dür. Resulü bunlar seçeceklerdir.
“Nebi” demek, Kur’an’ı okuyup yorumlayan ve aktaran kimse demektir.
Bunlar üç mertebede sayılmışlardır:
1- “Ehli zikr”, Kur’an’ın söylediklerini anlayıp aktaranlar demektir. Fiillerin hükümlerini bilen kimselerdir.
2- “Fakihler”, Kur’an’ı bilinen usullerle yorumlayıp ameli içtihatları yapan kimselerdir. Bunlar hükümlerin delillerini bilirler.
3- “Rasihler” ise Kur’an’ı anlama usullerini koyan ve tevil ilmini bilen kimselerdir.
İşte bucaklarda (kabilelerde) ehli zikr, illerde (şa’blerde) fakih, ülkede (kavimlerde) ise rasihler nebilerin yerine geçmişlerdir. Onların hizmetlerini yaparlar. Allah bu ilimlere ve bu mertebelere gelen herkesi görevlendirmiş demektir. Onlardan misak almış olmaktadır.
Demek ki, bir ilim adamı önce alim olacak, sonra bekleyecek, dayanışma ortaklığına katılacaktır. Eğer kendi çevresinde %5 ortak bulursa işte o nebilik görevini yüklenmiştir demektir. Allah’ın yani topluluğun misakını almış demektir.
لَمَا آتَيْتُكُمْ (LaMAv EaTaYTuKuM) “Size ita etmiş olduğuma göre.”
Size ita etmiş olduğuma göre, yani şimdi siz kitap ve hikmete sahip kimselersiniz.
“Lema” ile “İza” arasında şu fark vardır. “İza”, gelecekte olanı haber verir. “İz”, geçmişte olanı haber verir. Şimdi devam etmemektedir demektir. “Lema” ise geçmişte olmuş, şimdi vardır ve gelecekte de devam edecektir demektir. “Le” geleceği, “Ma” da geçmişi belirler.
İnsanlar kendi kişisel çalışmalarıyla ilme ve hikmete sahip olurlar. Bunu elde etmiş olan kimseler dayanışma ortaklıklarını kurabilirler. Ülkede (kavimde) dayanışma ortaklıları kurabilmek için “rasih”, illerde (şa’blerde) dayanışma ortaklıkları kurabilmek için “fakih” olmak ve bucakta (kabilede) dayanışma ortaklıkları kurabilmek için “ehli zikr” olmak şarttır diyoruz. Bunlar açılacak ortak imtihanlarla sabit olacaklardır.
Kur’an imtihan müessesesini de getirmiş bulunmaktadır. Kur’an “Ben size bu bilgileri verdim” demekle eğitimin serbest olduğunu, herkesin istediğini öğrenebileceğine işaret etmektedir. Biz size öğrettik denmiyor, Allah size öğretti demiyor, doğrudan “Ben” diyor. Yani, aracı kullanmıyor.
مِنْ كِتَابٍ (MıN KıTAvBın) “Kitaptan.”
“Kitab” nekire gelmiştir. O da “Min” ile ifade edilmiştir.
Nekire gelmiştir, çünkü her topluluğun kendi kitabı vardır, ortak yasaları vardır. Her bucağın yasası vardır. Merkez bucakların da yasaları vardır. Bu yasalar bucaklardan bucaklara değişirler. Merkez bucakların yasalarını taşra temsilcileri yapar ama yalnız merkez bucaklarda uygulanır.
Mekke’nin ve kıta merkezlerinin bir kitabı vardır. Mekke’deki İlim Meclisi tedvin eder. Ülke ve bölge merkez bucaklarının ülke meclislerince hazırlanan kitapları vardır. Yalnız bu merkez bucaklarda geçer. İl ve ilçe merkezlerinin bir kitabı vardır, yalnız bu merkez bucaklarında geçer. Her taşra bucağının kendi kitabı var, kendi bucaklarında geçer. Ayrıca dayanışma ortaklıkları var. İcma ile sabit olan kitaplardan kendilerine göre içtihat edip hüküm çıkarırlar ve bunlar da kendi aralarında uygulanır. Onun için “Min” harfi getirilmiştir.
وَحِكْمَةٍ (Va XıKMaTın) “Ve hikmetten.”
“Kitab” naklî ilimleri, “Hikmet” ise aklî ilimleri içerir. Peygamberler sadece naklî ilimleri bilmekle kalmaz, aklî ilimleri de bilmek zorundadır. İşte dayanışma ortaklıkları kuracak kimseler naklî ilimleri tedris edecekleri gibi, aklî ilimleri de tedris etmelidirler. Bunun için alim olmak isteyenin iki ilmi tedris etmesi şarttır diyoruz; “Matematik” ve “Kur’an Arapçası”.
Burada “Min Hikmetin” denmemiş de “Hikmetin” denmiş; çünkü, aklî ve naklî ilimler bir kumaşın iki yüzü gibidirler. Birden ve birlikte ele alınmalıdırlar. Tek başına kitap ve tek başına hikmet bilinemez. Hikmette de icma ve içtihat müessesesi geçerlidir demektir. Her mezhebin hem kitap hem hikmet külliyesi olacaktır demektir. İşte Adil Düzenciler bunları öğrendikleri zaman iktidarı hak ederler.
ثُمَّ (ÇümMa) “Sonra”
Yani, kitap ve hikmet verildikten sonra “resul” gelecektir demektir.
Yani, bizim şimdi hazır bir “Adil Düzen Anayasamız” olacaktır demektir. Bunu çalışarak hazırlamalıyız. Sonra bu “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı gerekçeleri ve hikmetleri ile öğrenmeliyiz. Bu yetmez; “İlmî Dayanışma Ortaklıkları”nı kurmalıyız. Bugünkü kanunlar böyle dayanışma ortaklıklarını kurmayı engelleyen bir hüküm içermemektedir. Bunların sayısı on civarında olmalıdır. Türkiye’de bunları “kooperatifler” olarak kurabiliriz. Biz “Akevler Kooperatifi”ni bunun için kurmuş bulunuyoruz.
Kooperatifler dayanışma ortaklıkları olarak kurulacaktır. İşte ondan sonra, kooperatifler arasında birlik sağlandıktan sonradır ki siyasi parti kurulacak, ondan sonra “başkan” ortaya çıkacaktır.
Biz kooperatiflerin kuruluşlarını tamamlamadan 1969 yılında siyasi parti kurmaya başladık. O zaman biz buna mecbur idik. Çünkü kooperatifimizin faaliyetine siyasi partiler izin vermiyordu. Savunmak ve tanışmak için buna ihtiyacımız vardı. Böylece bir taraftan siyasi zemin hazırlandı, diğer taraftan da “Adil Düzen Anayasası” otaya çıktı. Ama daha hikmetlerle öğrenilemedi.
Şimdi bizim yaptığımız çalışmaklarımız budur. Biz şimdi kooperatifleşmeleri tamamlamalıyız. “Adil Düzen”i işletmelerde uygulayarak öğrenmeliyiz. İşte ondan sonra biri gelecek ve “Adil Düzen Partisi”ni kuracaktır. Bizim görevimiz de onu desteklemek olacaktır.
جَاءَكُمْ (CAyEaKuM) “Size ciet edecektir. Size gelecektir.”
Buradaki “Siz” kimlerdir? “Nebiler”dir; nebilere tâbi olan cemaatlerdir. Yani, dayanışma ortaklıklarıdır. Buradaki “Size gelecektir” ifadesi; onu biz çıkarmayacağız, o kendisi ortaya çıkacaktır demektir. Ben parti kuruyorum diyecek ve partiyi kuracaktır. Siyasi parti kuracaktır. Bu bir başkanın etrafında toplanan siyasiler olacaktır. Bizim dışımızda oluşacaktır. Yani, biz parti kurmayacağız. Biz sadece kitabı ve hikmeti öğreneceğiz. Bunu öğrenebilmemiz için uygulamaları ekonomik işletmelerde yapacağız. Mala-Mal Ortaklıkları kuracağız. Bu kooperatiflerin imkânları içinde kitabı ve hikmeti öğrenmiş olacağız.
Kitap ve hikmet için “İta”, resul için “Ciet” kelimesini kullanmıştır.
“İta” çok taraftan sürekli gelen, tedrici olarak kabımızı dolduran gelişlerdir. Bir arktan akarak gelen sudur. “Ciet” ise yağmur yağdığı zaman birden her taraftan toplanan sudur. Biz kitap ve hikmeti öğrenirken Kur’an ve müsbet ilme dayanarak tedris yoluyla zamanla öğreneceğiz demektir. Beşikten mezara kadar devam edeceğiz demektir. Oysa siyasi parti böyle AK Parti gibi birden ortaya çıkıp iktidar olacaktır demektir.
“Nebilik” Mekke devridir. “Resullük” Medine devridir.
رَسُولٌ (RaSUvLun) “Size bir resul gelir. Gelecektir. Gelmiştir.”
Her durumda anlaşılabilir. Mazi fiili kullanılmıştır. Ama “Sümme/Sonra” denmiştir. Bundan sonra muzari sığası kullanılmaktadır. Demek ki, gelecektir anlamı çıkar. Resul nekiredir. Değişik topluluklarda değişik zamanlarda değişik resul ortaya çıkacaktır.
Bundan önce bu hizmeti Necmettin Erbakan yüklenmiştir. O zaman “Akevler”i kurmuştuk. Nurculuk yaygınlaşmıştı. Tarikatlar faaliyette idi. Resul olarak Erbakan ortaya çıktı. Biz Allah’ın bu emrine uyarak “Akevler” olarak onu destekledik; hâlâ da desteklememizin sebebi budur. Bizim neslin dönemi görevini tamamlayıp buraya kadar geldi. Size Anayasa ekseriyeti olan bir siyasi güç bıraktı. Size 20 000 sahife içinde açıklanan “İnsanlık Anayasası”nı bırakıyor. Neslinizin görevi bunu öğrenmekten ibarettir.
Bir başkan çıkacaktır. “Adil Düzen”i benimseyen bir parti kuracaktır. Sonra siz onu destekleyeceksiniz.
Bu başkanın görevi ne olacaktır?
مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَكُمْ(MuWadDıQan LiMa MaGaKuM)
“Sizinle beraber tasdik eden bir resul gelecektir.”
İşte burada en önemli olan husus; elinizdekini tasdik edici bir “resul” gelecektir.
İşte “Akevler”in elinde bulunan “Adil Düzen”i tasdik eden bir resul geldi. O da Erbakan’dı. Ne var ki, “Adil Düzen” ancak o zamanın şartları kadar biliniyordu ve o kadar uygulanabildi.
Hazreti İsa da öyle yapmadı mı? Kur’an sonra gelmedi mi?
O halde, geçmişte olanlara şükredip, gelecekte olacaklara doğru vazifemiz ne ise onu yapmalıyız.
Bizim siyasi parti kurmamız yerine, “Adil Düzen”i öğrenmemiz gerekmektedir. Bizim elimizdeki “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı tasdik eden bir parti başkanı, devlet başkanı, başbakan gelecektir.
Şimdi Tayyip Erdoğan tasdik etmemektedir. Dolayısıyla bizin de onu desteklememiz gerekmez.
Tasdik etmiyor, çünkü biz henüz hikmetini ortaya koyup öğrenmiş değiliz.
Türkiye’de kurulmuş hak partileri vardır. Ne var ki bunlardan hiçbiri bizi tasdik etmiyor, bizimle işbirliği yapmıyor. Bu durum bizi onları desteklemekten kurtarıyor. Saadet Partisi, AK Parti, Büyük Birlik Partisi, Bağımsız Türkiye Partisi aslında bu görevi yüklenebilirler; ama yüklenmiyorlar. Çünkü daha biz kitap ve hikmeti öğrenmede görevimizi tamamlamış değiliz.
Sizlere düşen görevin ne kadar büyük olduğunu görüyorsunuz. Allah sizlerden misak aldı demektir. “Adil Düzen” kervanına katılanlar böyle bir söz vermiş durumdadırlar. Öğrenmeye ve öğretmeye çalışsınlar. Uygulayarak öğrensinler.
لَتُؤْمِنُنَّ بِهِ (La TuEMıNunNa BiHİy) “Siz onunla iman edeceksiniz.”
Onunla kendinizi güvene alacaksınız. Onun dayanışma ortaklıklarına gireceksiniz.
Nebiler ilmî dayanışma ortaklıklarına girerler, onların siyasi dayanışmaları yoktur.
Siyasi dayanışmaları ise resuller sağlar. Siyasi parti kurar, iktidar olur. Devlet oluşur o bizim güvenliğimizi sağlar. Biz bugün mevcut olan iktidarlara uyarız, ama ileride “Adil Düzen” iktidarını bekleriz. Çünkü bugünkü iktidarlar yeterli güveni sağlamamışlardır.
Hazreti İsa da bundan başka bir şey yapmadı. 12 havari kendisine inandı. Bunlar Roma İmparatorluğu topraklarına dağıldılar. Devlet onlara zulmetti. Onlar ise yeraltı kentleri kurdular. Ama sonunda bizzat imparator Hıristiyanlığı kabul etti.
Adil Düzencileri bekleyen yol da aynıdır. “Adil Düzen”i öğreneceksiniz. Kooperatifler şeklinde organize olacaksınız. Size zulmedecekler, ama sonra sizin düzeninizi resmen kabul edeceklerdir. Böylece dünyaya yayılmış olacaklardır. Siz de cennet ehli olacaksınız. Kiminiz bu günü görecek, kiminiz görmeyeceksiniz; ama çocuklarınız o “Adil Düzen” cennetinde yaşayacaklardır.
وَلَتَنْصُرُنَّهُ (Va La TaNÖuRanNAHUv) “Ona nusret edeceksiniz.”
Onun siyasi dayanışma ortaklığına katılacaksınız ve ona yardım edeceksiniz.
Biz Erbakan’a böylece yardım ettik. Siz de gelecek resule yardım edeceksiniz.
Adil Düzenciler “Adil Düzen”i kabul eden kimseyi desteklemek zorundadırlar. Eğer bunlar çok olursa onların birini seçip desteklemelidirler. Diğerleri onunla işbirliği yapmalıdırlar.
Biz Erbakan’ı bu amaçla destekledik.
Bizim neslin görevi bundan sonra bir şey yapmak değildir.
Bizim neslin görevi Allah’ın bize bildirdiklerini size aktarmaktır.
Oylarımıza varis olup “Adil Düzen”i benimsemeyenler helâk olurlar. Kimse Allah’ı ve mü’minleri kandıramaz. AK Partililer bu sözlerimden alınıyorlar ama bu bir gerçektir. Benim gizlememe imkân yoktur.
قَالَ (QAvLa) “Kavletti.”
“Nebilerden misak aldı” deniyor. Aldığı misak anlatılıyor.
Önce kitabı ve hikmeti alacaksınız, sonra size bir resul gelecektir. O sizin Adil Düzeninizi benimseyecektir. Sizin ilminizi tasdik edecektir. İlminize ve icmalarınıza uyacaktır. Böyle biri gelecektir diyor. Kesin olarak geleceğini ifade etmek için de mazi sığasını kullanmıştır. Ona inanın ve ona yardım edin diyor. Böyle bir misak almıştır. Nebilerden ayrıca ikrarını te’kit etmiştir.
Şimdi bizim bu sohbetlerimize katılanlar iki grup olacaktır. Birincisi, kitabı ve hikmeti öğrenmek isteyenlerdir. Bu elbette çok sevap bir şeydir. Bunlar buna devam ederken, bir de ikinci derecede bize katılan olacaktır. Bunlar ikrar edeceklerdir. Evet, ben sadece yararlanmak için gelmiyorum, aynı zamanda nebilik görevi yükleneceğimi de ikrar ediyorum, diyecektir. Bunu ne zaman diyecekler? Kendilerini hazır hissettikleri zaman diyecekler. “Ben artık “Adil Düzen”i öğrendim, orada fiilen görev yapabilirim” diyenler bunu diyebileceklerdir. İşte o zaman onlardan “galiz misak” alınmış olacaktır. Bu ikrarı yapanların görevleri nebilik görevi olacaktır. İkrarı yapacak seviyede olmayanlar nebilik görevini yüklenmiş olmayacaklardır.
أَأَقْرَرْتُمْ (Ea EaQRaRTuM) “İkrar ettiniz mi?”
Şimdi bu toplantıya katlıyorsunuz ve benimseyerek devam ediyorsunuz. Bu Allah’ın sizden aldığı misaktır. Ama daha siz ikrar etmediniz. Yani, kendiniz; “Ben artık kitabı ve hikmeti öğrendim, Allah’ın emrettiği hizmetleri yapacak seviyedeyim.” demediniz. Çünkü siz kendiniz sadece desteklemektesiniz, ama henüz böyle bir faaliyete geçmiş değilsiniz.
-Bu hususta kitap yazmaya başlamadınız.
-Bu hususta çevrenize ders vermeye başlamadınız.
-Adil Düzene göre teşebbüs kurup işletmeye başlamadınız.
-Daha bir yerde hep birlikte site kurup toplanmaya başlamadınız.
Yani; daha ikrarda bulunmadınız.
İşte “Adil Düzen Çalışanları” içinde böyle bir ikrarda bulunanlar olursa o zaman Allah’ın kendilerine yükleyeceği görevi yüklenmiş oluyorlar. Yani, “başkanın ilmî danışmanları” oluyorlar. Gelecek olan “resul” bunlarla iktidar olursa “Adil Düzen” de gelmiş olur.
“İkrar etmek” karar kılmak demektir. Buraya katılmış olan kimseler araştırma safhasında olacaklardır. Bunlar öğrenmek için buraya geliyorlar, daha burada söylenenlere katılma durumunda değildirler. Dolayısıyla Allah onlara bir yük yüklemektedir. Allah onlara teklif etmiş ama daha kabul etmemişlerdir.
İşte siz karar mevkiine geldiğiniz zaman sizden şehadet etmek istenecektir. İkrar etmeniz istenecektir. “Artık Adil Düzen çalışmalarına katılmaya hazır mısınız?” denecektir.
وَأَخَذْتُمْ (Va EaPaÜTuM) “Ahzettiniz mi?”
İkinci defa Allah soruyor. Kitabı ve hikmeti öğrenip de artık yükünü taşıyabilecek durumda mısınız? Öyleyse şimdi size görev veriyorum demektir. Allah görevi ancak onu yapacak seviyeye geldiklerinde verecektir. Tıp fakültesindeki öğrenci doktor olmayı öğrenmeye başlamıştır. Talebe ne yapıyor? Okulla sözleşiyor; ben tıbbı öğreneceğim ve ona göre hareket edeceğim diyor. Bu birinci sözleşmedir. İmtihanları verip geçtikten sonra sonunda diploma verilerek ikinci sözleşme yapılır. Artık kişi öğrenme sözünü değil, yapma sözünü verir. İşte burada anlatılan mekanizma budur.
Bu derslere devam edeceksiniz. Kitabı ve hikmeti öğrendikten sonra kendinize güven gelecek; ben artık bunu yapabilirim. O kitabın ve hikmetin tamamını değil, bir kısmını öğrenecek, bir taraftan kol tutacaksınız. İşte o zaman “Adil Düzen” diplomasını almış olacaksınız. Allah sizinle ikinci sözleşmesini yapmış olacaktır.
عَلَى ذَلِكُمْ (GaLAy ÜAvLıKuM) “Bunun üzerine.”
Yani, resule inanıp ona yardım edecek seviyeye geldiniz mi? Geldiyseniz; ikrar ediniz, artık bir görevi yükleniniz, “Adil Düzen”in üreticisi olmaya başlayınız. Kitaptan ve hikmetten yeter pay aldınız mı diye Allah sormaktadır. Yani, kendinize ne yapacağınızı, “Adil Düzen”e nasıl hizmet edeceğinizi belirlediniz mi deniyor.
إِصْرِي (EıÖRIy) “İsrimi”
“İsr” yükü sırtlamak için kullanılan iptir. “Vask” ise herhangi bir dengi bağlamak içindir. Burada “İsr” demek, hamal yükü demektir. Yani, insanın sırtına yüklediği yük demektir. Bir eşyanız taşınacaksa bir hamala verirsiniz, onu taşıtırsınız. Kendinizin taşıma gücünüz olsa da siz taşımazsınız, ona taşıtırsınız.
İşte “nebilik” ilâhî hamallıktır. Allah’ın yükünü taşımaktır. O’nun ücretini istihkak etmektir.
Buradaki yük elbette Allah’ın temsilcisi olmak , onun taşıyacağı yükü yüklenmek demektir. Bu yükü biz müşahhaslaştırmak zorundayız. Bu da kitap ve ilimde başkanı destekleyecek durumda olmak demektir.
Demek ki, başkan alimlerden bir heyet oluşturacak, o heyet kitabı ve hikmeti öğrenmiş olacaklardır. Onlara dayanarak başkanlık yapacaktır.
Bugün eksik olan şudur: Hikmeti bilenler kitabı bilmiyor; kitabı bilenler hikmeti bilmiyor.
“Adil Düzen Çalışanları” bunları birleştireceklerdir. Bunu pratikte kolayca çözebilmemiz için ikili çalışmak gerekecektir. Matematiği bilenlerle Arapça bilenler birlikte çalışacaklardır. Onlar birbirine anlatacaklardır. Ondan sonra bunlar bir konuda kitap yazacaklar. Bu konuda aynı zamanda bir ortaklık kurup birlikte iş yapacaklardır. Sırtlarına yük alamıyorlarsa bir sedye yapıp yükü iki kişi omuzlarına alacaklardır. Zaten sonra yük bir cemaatin sırtına binmiş olacaktır. Onun için cemaat olarak hitap etmektedir.
قَالُوا (QAvLUv) “Kavl ettiler. Dediler.”
Diyenler kimledir? Nebilerdir. Kitabı ve hikmeti bilen alimlerdir. “Adil Düzen” alimleridir.
Peygamberlere melek geliyor ve onlardan misakı ahzediyordu. Bunlar bir arada olmamışlar. O halde bunlardan bahsedilen misaktan çok, burada bahsedilen bilen alimlerdir. Peki, bunlara kim söylemiştir? Cebrail söylemediğine göre bunlardan kim misak almıştır?
Allah olayları hazırlar, insanlara ilham eder ve olaylar öylece oluşur.
Şimdi her biriniz burada otururken hangi olaylarla geldiğinizi düşünün. Bir de Allah size ilham etmiştir, size buraya gelmenizi bildirmiştir, o sayede geldiniz. Buraya pek çok gelenler var; gelirler, giderler… Siz ise devam ediyorsunuz. Böylece ilk misak alınmıştır. Şimdi ikrar sözkonusudur. Bu da yine hadiselerle oluşacaktır. Kendiniz “Adil Düzen”de bir iş yapabileceğinize kani olduğunuz zaman ikrar etmiş olursunuz.
أَقْرَرْنَا (EaQRaRNAv) “İkrar ettik.”
“Allah’ın hamalı olmayı kabul ettik. O’nun yükünü üzerimize aldık, dediler.” diyor Allah.
“Adil Düzen çalışmalarında karar kıldık.” diyecekler. Demek ki böyle bir yükü tek başına değil de, cemaat haline geldiğimizde başlayacağız demektir. Başarı şansımız o zaman vardır.
Yani;
-Ahşap evleri o zaman yapacağız…
-Granür üretimini o zaman çalıştıracağız…
-Dergiyi o zaman çıkaracağız ve yayacağız…
-Marketi o zaman faaliyete geçireceğiz… Demektir.
Şimdi ne yapıyoruz? Misak içindeyiz; kitabı ve hikmeti öğrenmeye çalışıyoruz demektir.
Ne zaman ki en az on kişi oluruz ve artık kendimizi “Adil Düzen”e vakfedecek hâle geliriz; o zaman ikinci ikrarımızı alacağız ve yükü yüklenip yukarıda saydığımız teşebbüslerde başarılı olacağız...
İşte o zamana kadar yaptığımız denemelerdir. Sadece öğrenmek için alıştırmalardır. Şoförlüğü öğrenen kimsenin direksiyon kursundan başka bir şey yapmakta değiliz.
قَالَ (QAvLa) “Kavl etti. Allah dedi.”
Bu âyet ile Allah demektedir. Bu şekilde çalışanlar bir araya gelip de yeter derecede eğitildikten sonra, onlar da ikrar ettikten sonra, Allah bu âyetlerle onlara demiş olmaktadır.
Kur’an’daki her âyet bize bugün nâzil olmakta ve bize demektedir.
فَاشْهَدُوا (FaŞHaDUv) “Şehadet edin.”
Yani, bunu çevrenize duyurun Sizin ikrar ettiğimizi ve “Adil Düzen”i uygulamaya geçtiğinizi duyurunuz. On kişi olduğumuzda bunun kararını alıp faaliyete geçeceğiz demektir. O zamana kadar ise çalışmalarımıza devam edeceğiz. On kişi olunca o zaman ilân edeceğiz.
Bizim “Adil Düzen”i başta işletmelerde uygulamaya başladığımızı ilân etmemiz gerekmektedir. Bunun için denemeler yapmış olmamız, müesseseleri çalışır hâle getirmiş olmamız gerekir.
Başarısızlığımızın sebebi gayet açık olarak anlaşılmaktadır: Çünkü biz kitabı ve hikmeti öğrenmeden faaliyete geçtik; biz on kişi olmadan, cemaat etmeden faaliyete geçtik; biz ikrarda bulunmadan faaliyete geçtik… Onları yapmamız gerekiyor. O hususlarda bilgi sahibi olabilmemiz için buna gerek vardı. Bu faaliyetlerimizi teorik olarak kısmi mâlî fedakârlıklarımızla sürdürmemiz gerekiyor. Ancak, bunlardan başarı beklememiz gerekiyor demektir. Bunun pratik sonucu olarak bu işlere ancak hiçbir şey beklemeden katılanları ortak edeceğiz demektir. Bunun bir deneme odluğunu bilmeliyiz. Başarı ikrardan sonra gelecektir.
وَأَنَا مَعَكُمْ (VaEaNa MaGaKuM) “Ve ben sizinle beraberim.”
Yani, artık Allah bizimle beraberdir. Bunu istihkak eden kimseler Allah’ın halifesi olarak hareket etmektedirler. Allah onlarla bir olmuştur. Başınızda, üstünüzde demeyip; “sizinle beraber” demiş olması, o seviyeye gelen kimselerin hangi derecelere yükseldiklerini görmüş olacaklardır.
“Seninle” demeyip “Sizinle” demiş olması, cemaatleşmeden bu görevlerin yüklenemeyeceğini ifade eder. Tek başına insan veli olup cennete gidebilir, ama dünyada Allah’ın halifesi olarak “Adil Düzen”e katkıda bulunmak ancak cemaatleşmekle mümkün olur.
Kimse kendi başına bir iş yapmaya kalkışmasın. Boşa gider.
Her şeyi cemaat içinde yapmak zorundayız. Buraya gelip katılanlar ashabı yemindir. Bunlar başka cemaatlere de katılacak ve onlardan feyiz alacaklardır. Sonra belki orada mukarrabun olacaklardır. Şimdilik ashabı yemin olarak herkesle ilişkili. Mukarrabun olduktan sonra artık kendilerini sadece buraya hasrederler, yemin ashabı aracılığı ile onlarla temasta olurlar. Tabii bu arada temastan maksadımız ilmî temastır.
مِنْ الشَّاهِدِينَ (MiNa elşŞAvHıDIyNa) “Şahitlerden olacağım.”
Yani, ben de sizleri o zaman dünyaya duyuracağım demektir. Şimdi biz yazıyor, biz okuyoruz.
Oysa, ikinci akdi yapınca bizi herkes duyacak, yazdıklarımızı herkes okumaya başlayacaktır. Çünkü Allah “Ben de şahidim” deyince, ben de şehadet edeceğim demektedir.
Bizim haberimiz olmadan bir cemaat oluşacak ve bizim çalışmalarımızı yayacaktır.
فَمَنْ تَوَلَّى (FaMaN TaValLAy) “Kim tevelli ederse. Kim vazgeçerse.”
Yani, kim vazgeçerse; ikinci akitten, misakı galizden kim vazgeçerse denmektedir.
Demek ki, Allah insanlara bir araştırma ve geliştirme devresi tanımıştır. Değişik yerlerde değişik katkılarla çalışırlar, giderler-gelirler, her yerden bir şeyler öğrenirler. Sonra kendilerini bir cemaatin ferdi hâline getirirler. Sözleşme yaparlar, anlaşma yaparlar ve artık o işte çalışmaya başlarlar.
Bunlara “mukarrabûn” denmektedir; “sabikûn” denmektedir; “evvelûn” denmektedir.
Bunlar için artık istifa etme yoktur, geri çekilme yoktur. Bunlar nebiler gibidir. Nasıl nebilerin istifa ederek ayrılmaları sözkonusu değilse, bunlar da öyle kimselerdir. Başladıkları işleri tamamlamak zorundadırlar.
Ancak ashabı yemin için durum böyle değildir. Onlar bu çalışmalara, “Adil Düzen” çalışmalarına katkıda bulunurlar, ama onların misakı galizleri yoktur. İstedikleri kadar katkıda bulunurlar, istedikleri zaman da ayrılabilirler. Burada “tevelli” müfret getirilmiştir. Yani, cemaatten, nebiler cemaatinden kim ayrılırsa demektir.
بَعْدَ ذَلِكَ (BaGDa ÜAvLıKa) “Bunun ba’dinde.”
Yani, Allah’ın ikrar edip yükünü aldınız mı dedikten ve sonra te’yiden ikrar ettik, görevi aldık dedikten sonra tevelli ederse. Önce çalışmalar yapıyor, üniversiteye devam ediyor. Sonunda öğreniyor, artık mesleği yapacak duruma geliyor ve ondan sonra artık o işe başlıyor.
Kamu görevini kabul ettikten sonra vazgeçmek yoktur. Baliğ olan kimse kendisi karar verir, askere gidip gitmeyeceğine karar verir. Gitmeyecekse cizye öder. Her zaman cizyeden vazgeçip muharip olabilir. Ama muharipliği kabul ettikten sonra artık ben bundan vazgeçtim diyemez.
İşte bunun gibi; nebilik hizmetlerini yapmayı kabul ettikten sonra, artık ben vazgeçtim diyemez.
Bu kabul nedir? İşte bu hicretle başlar. Ne var ki, on aile oluncaya kadar her zaman vazgeçebilir, geri dönebilir. Bu amaçla on aile oluştuktan sonra artık geri dönüş caiz değildir. Sonradan katılanlar için de hükümler aynıdır. Bunların da duyurulması gerekmektedir.
فَأُوْلَئِكَ (Fa EUv LAEıKa) “İşte onlar.”
Yani, böyle bir hizmete talip olup sonra vazgeçenler fâsıktırlar. Ashabı yemin olanlar bunları desteklerler. Ama kendilerini ehil görmedikleri için bu hizmeti yüklenmezler. Mukarrabunlar ise görevi almışlardır. Bunlar vazgeçerlerse fâsık olurlar.
هُمْ الْفَاسِقُونَ (HuMu eLFAVSIQUvNa) “Bunlar fasıktırlar.”
“Fısk” fıfktan gelen bir kelime olup, patlatanlar veya patlayanlardır demektir. Fısk, insanları kamu hizmetlerinden yasaklayan suçtur. Kamu hizmeti yapamazlar.
Demek ki, böyle bir görev yüklenip sonra da bırakanlar kamu görevlerinden mahrum olurlar.
أَفَغَيْرَ دِينِ اللَّه (EaFa ĞaYRa DIyNı elLAHı) “Allah’ın dininden gayrisini mi?”
Allah’ı ilmî olarak tanımlayalım. Kâinat düzen içindedir. Yani, birtakım kurallar içinde ahenkli bir şekilde varlığını sürdürmektedir. Bunların bir kısmı insanın etkisinin bulunmadığı kurallardır. Bunlara “tabiî kurallar” diyoruz. Bir kısmı de insanların katkısı ile oluşmuş kurallardır. Mesela Türkçe böyledir. Bunlara da “sosyal kurallar” diyoruz. Tabiî ve sosyal kurallarda büyük bir uyum vardır. Bu uyum tek bir güç tarafından sağlanabilir. İşte o gücün ne olduğunu bilmiyoruz, ama o gücün var olduğunu varsayıyoruz. Var olmasa bile, madem ki bu uyum var, farazi olarak da bunu yapan varlık vardır. Buna “Allah” diyoruz.
“Bunun dini” demek, “bunun düzeni” demektir. Yani, tabiî ve sosyal oluşları düzenleyen kurallara “Allah’ın düzeni” diyoruz. Siz buna isterseniz “genel düzen” diyebilirsiniz, fark etmez.
Konumuz Kâinat’ın ve insanlığın düzen içinde olduğudur. Bu düzeni beğenmeyip başka düzenler kurmak isteyenler olabilir. Buna diyeceğimiz bir şey olamaz. Ama onların bu düzeni terk etmeleri gerekir. Yani, kendileri bir kâinat var etsinler ve orada öyle düzen kursunlar. Bunu yapamıyorlarsa ne konuşuyorlar?!.
Bu genel bir kuraldır. Daha iyisi yoksa, o en iyisidir. Onda kusur aranamaz. Çünkü en iyisidir.
Sonsuz bile böyle tanımlanıyor, istediğimiz kadar büyük sayı demektir.
يَبْغُونَ (YaBĞUvNa) “Bağy ediyorlar. Arıyorlar.”
Şiddetli şekilde istemek demektir. Boğa kelimesinden gelmektedir.
“İbtiğa” teşebbüs demektir. Lâik düzen ne imiş; kendileri kuracaklarmış! Allah’ın öğrettiklerine ihtiyaçları yokmuş! Tamam, biz kabul ediyoruz; ama, siz kendi Kâinatınızda mı, yoksa Allah’ın Kâinatında mı yeni düzen kuracaksınız? Yoksa Kâinat’ı siz mi var ettiniz? İşte tam bir saçma mantık içindesiniz.
Şunu söyleyebilirsiniz; “Kur’an Allah’ın sözü değildir, Kur’an’da söylenenler Allah’ın söyledikleri değildir. Biz aklî ilimlerle gerçekleri bulabiliriz. Kur’an’a ihtiyacımız yoktur.” Böyle diyebilirsiniz. Burada haklı olabilirsiniz. Ama işte o zaman sizden şunu isteriz; tabiî ve sosyal kurallara uygun bir hayat düzenini getirin, görelim. O konuda tabiî ve sosyal kanunlara göre tartışalım. Ama “Tabiî ve sosyal düzen yoktur. Biz istediğimiz gibi düzen kuracağız!” dediğiniz zaman, bizim sizi ciddiye almamız mümkün değildir.
وَلَهُ أَسْلَمَ (Va LaHu EaSLaMa) “Ona islâm etmiştir.”
O’nunla barışıklık içindedir. Allah ile barış içindedir, kimse O’nunla savaşmıyor. Herkes istese de istemese de tabiî ve sosyal kanunlara itaat eder. Bu kanunları yanlış bilirse, yanlış koyarsa; hayat ona değil kanunlara uyar. İnsanlar yine kanunlar içinde yaşarlar. Sorun sadece isteyerek uymak veya zorlanarak uymaktan ibarettir. Bir kimseyle isteyerek savaşmazsınız, yahut korktuğunuz için savaşmazsınız. Sonuçta ona uymuş olursunuz. Mü’minler isteyerek barış içinde olurlar, kâfirler zorlanarak barış içinde olurlar. Ama her halükârda barış içinde olunur. Savaş Allah ile değil de savaşanların kendi aralarında olur. Semavatta ve arzda kim varsa herkes Allah ile barış içindedir. Kimsenin onunla savaşmaya gücü yetmez.
مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ (MaN FIy elsSaMAVAvTı Va elEaRWı)
“Arzda ve semavatta olan kimseler ona islâm etmişlerdir.”
“Men” kişiler için söylenir. Burada göklerde olan melek, cin, ruh ve insanlardır. Melek ve ruh bâtınî âlemdedirler. Ancak bâtınî âlem zahirî âlemin diğer yüzüdür. Yani, kumaşın iki yüzü varsa, her noktanın bir zâhirî bir bâtınî noktası vardır. Dolayısıyla bu Kâinat’tan başka bir yerde değildirler.
Bir düzlemde birbirine dik doğrular çiziniz. Dik doğrular bâtın, yatay doğrular zâhir olsun; her noktada hem bâtın hem zâhir vardır. Zâhirde olanlar düzlemin yalnız yatay doğrultusunu görürler, öbürleri de düşey eksenini görürler. Gökte ve yerde olanlar bunlardır. Bunların hepsi ona teslim olmuşlardır. Üç boyutlu uzayda olanlardan bahsedilmektedir. Bu üç boyutlu uzayın zâhirî ve bâtınî boyutları vardır.
طَوْعًا وَكَرْهًا (OaVGan Va KaRHan) “Tav’an ve kerhen ona islâm etmişlerdir.”
Kâinat’ta Allah’ın dediğinden başka bir şey olmaz. Hep O’nun dediği olur. İnsanlar O’na uyarlar, O’nun dediğini yaparlar. Sadece bunu isteyerek veya istemeyerek yaparlar.
İşte asıl zorluk, nasıl oluyor da hem biz ne istersek o olacak, hem de O’nun istediği olacaktır. Buna insanın aklı ermemektedir. Ama Allah bunu yapmaktadır. İçtihat yapan kimseler, ne olacağını düşünerek değil de, kendisinin ne yapmayı istemesi gerektiğini düşünmelidirler. O’nun rızasını aramadan başka bir görevimiz olmadığını bilmemiz gerekir. Bizim istediğimiz olmuyorsa sıkılmamalıyız. Elbette bizim istediğimiz olmayacaktır, O’nun istediği olacaktır. Allah bizi yaptıklarımızdan değil de, yapmak istediklerimizden sorumlu tutacaktır. Çünkü bu dünya eğitim dünyasıdır. Eğitim de bedende değil, ruhta olmaktadır.
وَإِلَيْهِ يُرْجَعُونَ (Va EiLaYHı YuRCaGUvNa) “Ve O’na rücu edeceklerdir.”
Bizim için rücu, öldükten sonra dirilmedir. Cinler de ölüyor. Bu âyette melek ve ruhların da O’na irca olunacakları bildiriliyor. O’na irca ne demektir? Denizden bulutlar çıkar, dönüp dolaşır, tekrar denize döner, sonra başkaları veya aynısı da Kâinat’a çıkıp dolaşır ve Allah’a döner. Nasıl denizde su molekülleri yok olmazsa insan da Allah’ta yok olmaz, sadece nezdinde olur. Sonra tekrar Kâinat’a dönebilir.
Allah’la beraber olmak demek, artık çalışıp iş yapmamak, harekette bulunmamak demektir.
Oysa âhiret de dünyanın devamı olan hayattır. Kanunlarında farklılık olabilir ama nihayet bu dünya benzeri bir hayat vardır. Zaman varoldukça biz de orada varlığımızı sürdürmüş olacağız. Allah her zaman vardır. Biz de varolmaya devam edeceğiz.
Bizim, bize düşeni yaptıktan sonrası için kaygı çekmemiz gerekir. Çetin âhiret yolculuğu da bizi korkutmamalıdır. Bizi, bizim yaptığımız filler korkutmalıdır.
Burada rücu edenler yalnız mü’minler değildir. Herkes O’na rücu edecektir.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 240. SEMİNER Yorum-70 İstanbul, 02Ocak 2004
BELEDİYE HİZMETLERİ
ESASLAR:
A) 1- Belediye hizmet verir. Hükmetmez.
2- Belediye gönüllüleri organize eder. Zorlamaz.
3- Belediye halka hizmet gördürür. Kendisi yapmaz.
4- Belediye genel hizmetlerin hepsi ile ilgilenir. Kamu görevi ile ilgilenmez.
B) 1- Herkese aş sağlar.
2- Herkese iş sağlar.
3- Herkese okuma imkanı sağlar.
4- Herkesin güvenliğini sağlar.
C) 1- Belediye ulaşımı sağlar.
2- Belediye haberleşmeyi sağlar.
3- Çevre temizliğini sağlar.
4- İmarın projelerini yapar.
D) 1- Halk dershaneleri açar.
2- Halk sohbet yerleri açar.
3- Halk marketlerini açar.
4- Halk spor yerlerini tesis eder.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92