KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 247. SEMİNER Yorum-77 İstanbul, 09 Nisan 2004
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI
KALKINMA KOOPERATİFLERİ
(Selahattin Öztürk Anlatacak)
Tarihte her bin yılda bir yeni bir uygarlık gelir. Bu uygarlıklarda dönem başları “Milattan Önce” ve “Milattan Sonra” olmak üzere Hazreti İsa’nın mucizevi doğum yılı olan “Miladi Tarih”le sayılır. “III. Bin Yıl”ın başlarındayız. Yeni dönem başlamıştır.
Yeni uygarlık iki uygarlığın sentezinden doğar. Tarihte hep “Doğu Medeniyetleri” ile “Batı Medeniyetleri”nin sentezinden “Yeni Medeniyetler” doğmaktadır. “III. Bin Yıl Uygarlığı” da “Batı Medeniyeti” ile “İslâm Medeniyeti”nin sentezinden doğacaktır.
Her medeniyetin sentezini yapan topluluk 200-300 yıl hazırlık içinde oluşur. Yeni uygarlığı o topluluk başlatır. “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı sentez edecek olan topluluk “Türk Topluluğu”dur. Türkler iki asırdan beri “Avrupa Medeniyeti”ni öğrenmektedir. Yeryüzünde harf inkılâbı yapan; dolayısıyla hem İslâm hem de Batı Uygarlığı’nı birlikte öğrenen başka bir topluluk yoktur.
İki uygarlığın sentez edilmesi gereğini 20. yüzyılda gelmiş olan düşünür ve siyaset adamları hep ileri sürmüşlerdi. Hamidiye Risalesi yazarı Hüseyni Cesri, Muhammed İkbal, Bediüzzaman, Mehmet Akif ve Mustafa Kemal hep bunlardan söz etmişler ve savunmuşlardı. “Müsbet ilim meş’alesinde muasır medeniyetin fevkine (üzerine) çıkma hedefi”, Mustafa Kemal tarafından 1933’te gösterilmiştir.
Bu hususta fiilî örgütlenme İzmir’de 1967 yılında Süleyman Karagülle ve Arkadaşları tarafından kurulan “Akevler Kooperatifi” ile başlamıştır. Prof. Dr. Ahmet Tahir Satoğlu, Prof. Dr. Saffet Solak, Yük. Müh. Ömer Faruk Yeğin ve Yük. Müh. Süleyman Karagülle ve Arkadaşları tarafından kurulan kooperatif, sözleşmenin Gaye Maddesini; “Çalışmada ve yaşamada birbirleriyle anlaşabilecek kimseleri bir araya getirerek aralarında iktisadî ve içtimaî yardımlaşmayı sağlamaktır.” şeklinde belirlemişlerdir.
Bu kooperatifi örnek alan Turgut Özal ve Ekrem Pakdemirli “Toplu Konut Projesi”ni geliştirmişlerdir.
Millî Görüşçüler tarafından bu proje “Adil Düzen” söylemi altında geliştirilmiş ve Necmettin Erbakan tarafından dünyaya duyurulmuştur. Millî Görüşçü parti(ler) baskı altına alınmış ve “Adil Düzen”den vazgeçirilmiştir. Millî Görüş gömleğini de çıkaran AK Parti ise -tamamen o ekolden geldiği halde- değiştiğini ileri sürmektedir! Ne var ki, “Adil Düzen”den vazgeçmemiş, sadece “Adil”i “Adalet” yapmıştır. “Akevler”den de vazgeçememiş; “Kalkınma” ifadesi ile “Akevler, Aksanayi, Akkent, Akköy” kelime gruplarını “AK Parti”ye eklemiştir. “AKP” deyimi tutmamıştır.
Karl Marx’tan beri dünyada da hep değişme gereği üzerinde ittifak edilmiştir. Kapitalistler de artık değişme zorunda olduklarını itiraf etmektedir. Askeri darbelerle insanları değiştireceklerini sanan solcular, bu işin başarılamıyacağını anlamış olup yeni yollar aramaktadırlar. Kapitalistler de “globalleşme” adı altında yine değişmenin yollarını arıyorlar. Ne var ki, hiçbiri kendisine bir hedef belirleyememiştir. Marx ütopik hedefler koymuştur. Kapitalistler ise hedefler koyamadıkları gibi değişme metotları da başarıya ulaşamamıştır.
Sosyalistler siyasi baskılarla düzenin değişeceğine, kapitalistler ekonomik baskılarla düzenin değişeceğine, liberaller ise demokratik yoldan düzenin değişeceğine inanmaktadırlar. Millî Görüşçüler de böyle sanmaktadırlar. Millî Görüş gömleğini çıkaranlar ise iktidar uğruna değişme ideallerinden vazgeçip Kapitalist ABD veya Liberal AB idealleri doğrultusunda onlara teslim olarak değişme yolunu tutmuşlardır. Adil Düzenciler de daha değişme yollarını çizmemişlerdir.
ADİL DÜZENE GÖRE DEĞİŞMENİN KANUNLARI VARDIR:
a) Halk değişmeden yönetim değişemez. Öyleyse önce halkı değiştirmemiz gerekmektedir.
b) Örgütlenemeyen halk değişemez. O halde önce halkı örgütlememiz gerekir.
c) Halkı kim örgütleyecektir? Biz halkı siyasi partilerin örgütleyeceğini sanmıştık. 1969 yılında Sayın Erbakan ile “Bağımsız Adaylık” ile siyasi örgütlenmeye girmiş bulunuyoruz. Ancak o, bizi destekleyeceğine, bize karşı olanları desteklemiştir.
d) Siyasi partiler böyle örgütlenme yapamayacaklarına göre; bu hususta yeni bir denemeye girişmemiz gerekmektedir. “Adil Düzen Ekibi” bir sözleşme yapıp bu sözleşme ile Belediyelere başvurarak “Büyük Şehir, İl, İlçe ve Belde Belediyeleri Kalkınma Kooperatifleri” kurulmalıdır.
“Kalkınma Kooperatifleri”, kuracakları işletme ve sitelerde yeni düzeni getireceklerdir Bu yalnız “Adil Düzen” için bir çözüm değildir. Sosyalistler sosyalizmi, kapitalistler kapitalizmi, komünistler komünizmi, liberaller liberalizmi de ancak bu yolla getirebilirler. Hedefleri ne olursa olsun, yeni düzen ancak “Kalkınma Kooperatifleri” sayesinde gelebilir diyoruz. O halde “Kalkınma Kooperatifleri”ni bütün partiler desteklemelidirler. Belediyeler kendi parti anlayışları doğrultusunda hedeflemelidirler.
1163 Sayılı “Kooperatifler Kanunu”nun konu ile ilgili maddeleri şöyledir:
1) Birinci maddede “Belediyeler” özel olarak zikredilmiştir. Belediyeleri bu tür kooperatifleri kurmaya özendirmiştir.
2) Dokuzuncu maddesi, Belediyelerin amaçlarına uygun olarak kurulacak kooperatiflere önderlik etmeye, yardım etmeye ve ortak olmaya yetkili kılmaktadır. Birinci maddesi ile beraber okunduğunda kefil olabileceğini bildirmektedir.
3) İkinci maddesi kooperatifleri gayri menkul tasarrufu ile ilgili işlemler için kooperatif tahsis kararlarını yeterli görmektedir.
4) … maddesi Yönetim Kurulunu bu hususlarda kamu görevlileri gibi sorumlu tutmaktadır. Vergi Usul Kanunu da Kooperatiflerde tahsis edilen taşınmazları için tapu tescili gibi vergilendirmektedir.
Bütün bunların anlamı şudur ki; Kooperatif kayıtları tapu kayıtları gibidir ve tapu kayıtları gibi hukuki güvenceye sahiptir. Gecekondu hisseli arsalar sorunu bu yoldan kolaylıkla çözülebilir.
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 247. SEMİNER Yorum-77 İstanbul, 09 Nisan 2004
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI
PARÇALANMIŞ İKTİDAR
(Reşat Nuri EROL Anlatacak)
Şoför arabayı kullandığı zaman öne, sağa, sola ve arka yanlarına bakar. Kulağı gelecek ses üzerindedir. Eli direksiyondadır. Bir ayağı frende, bir ayağı gazdadır. Gerektiğinde frenden ayağını çeker ve debriyaja basar. Sağ eli sık sık vites koluna gider. Bu durum yalnız arabalarda değil, TIRlarda böyle olduğu gibi; gemilerde, trenlerde ve uçaklarda da böyledir.
Şimdi akıllı biri çıksa ve; “Bu böyle olmuyor! Büyük arabalarda işbölümü yapalım, değişik şoförleri koyalım; mimi direksiyon kullansın, kimi frene bassın, kimi yana baksın, kimi vitesi değiştirsin! Böylece araba daha iyi gitsin!” dese ve böyle araba yapsalar o araba veya araç yürür mü?
İşte bu sebepledir ki siyaset ilminde kabul edilmiş temel kural vardır; “İktidar tecezzi etmez.” yani “Devlet parçalanmaz.” Devlet bir bütündür ve tek merkezden yönetilir. Peygamberler hep birer kişi olarak gönderildiler. İki peygamber birlikte iş görse bile daima diğeri ona vezir olmuştur. Osmanlı padişahları bunun için sadrazamları vekil-i mutlak yapmışlar ve “Mühür kimde ise Süleyman odur!” demişlerdir. Devletin daima bir mührü olmuştur. Mustafa Kemal’in ilk üç temel kurallarından biri “Vahdet-i Kuvva” yani “Kuvvetler Birliği”dir. 1924 Anayasası da böyle hazırlanmıştır.
YÖK Başkanı Prof. Teziç “İki iktidar var; bir siyasi iktidar, bir de devlet iktidarı!” demiş.Yalan söylememiş, aksine korkunç gerçeği ifade etmiştir. Bunun manâsı nedir? Önce demek ki “Vahdet-i Kuvva İlkesi” bertaraf edilmiştir. Ülkeyi iki şoför yönetiyor demektir. Direksiyon bir şoförde, fren ve debriyaj başka bir şoförde! Bunun anlamı Türkiye yıkılıyor demektir.
Sonra Prof. Teziç ne demek istiyor? İki iktidar var; biri siyasi iktidar, diğeri devlet iktidarı! Yani; devlet ile siyaset ayrıdır; yani, bir devlet vardır, bir de halkı temsil eden siyaset vardır.
Türkiye İstiklâl Savaşı’nı yapmıştı. Devlet Türk siyasetinin değil de kimindir? Hangi ülkenin? Prof. Teziç onu da söylerse Türk halkı aydınlanır.
1950’den beri Türkiye’de iktidar parçalanmıştır. Bu sebepledir ki devlet iyi yönetilemiyor. Doğrudur.
1. GÜÇ: GİZLİ ELLER
Siyasi iktidar siyasi partilerden oluşmaktadır. Meclis’te milletvekilleri vardır. Türkiye Büyük Millet Meclisi mevcuttur ve Cumhurbaşkanı’nı o seçmektedir, Hükümeti o oluşturmaktadır. En yüksek organ odur. Anayasal iktidar onundur.
Ancak TBMM iktidar olamamaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi devre dışı olunca onun seçtiği Cumhurbaşkanı devre dışıdır, Hükümet de devre dışıdır. Devleti gizli eller yönetmeye çalışmaktadırlar.
Siyasi İktidarın muktedir olması için aşağıdaki tedbirlerin alınması gerekir:
a) Kanunları milletvekilleri, hükümet ve siyasi partiler teklif edebilmektedir. Ancak iç tüzükteki bir hüküm nedeniyle bu sistem çalışmamaktadır. Öncelik hükümet tekliflerine verilmektedir. Hükümet teklifleri de hiçbir zaman bitmediği için fiilen yasama yürütmenin emrindedir. Yürütme de gizli güçlerin tesirindedir. Dolayısıyla Meclis formalite gereği oradadır. Bunun için Meclis iç tüzüğünde yapılacak basit bir değişiklik bu sorunu çözer. Önce siyasi partilerin önerdikleri kanunlar görüşülür. İktidar ve ana muhalefet partilerine daha fazla kontenjanlar ayrılabilir.
b) Bugün Meclis denetimi sözde kalmaktadır. Siyasi partilerin hiçbir etkileri bulunmamaktadır. Savcılık bağımsız hâle getirilmiş ve gizli iktidarın etkisi altına sürüklenmiştir. Yapılacak iş yine basittir. Ülke, il ve ilçe siyasi parti başkanları, görevli kıldıkları avukatlar aracılığıyla kamu adına dava açma yetkisine sahip olurlar. Gerekli bilgileri idare verme zorunda olur.
c) Bugün yargı Meclis’in üzerine çıkarılmıştır. Yargı da diğerleri gibi gizli güçlerin etkisi altındadır. Bu sebepledir ki “Yüce Divan” Meclis içindeki hakemlerden oluşmalıdır. Hakemleri taraflar seçmeli, baş hakemi hakemler seçmelidir. Dokunulmazlıklar genişletilmelidir. Generaller, profesörler, yüksek yargıçlar, üst düzey bürokratlar, eski ve yeni bütün milletvekilleri, Meclis’teki hakemlerden oluşturulmuş yüce divanca denetlenmelidir.
d) Yönetim üst kuruluşlarla yönetilmelidir. Bu üst kuruluşlar mevzuatı hazırlamalıdırlar, bütçeyi hazırlamalıdırlar.Ancak bu üst kuruluşları da siyasi partiler aldıkları oy oranında atamalıdırlar.
Sorunların çözümü dört maddeden oluşan bir Anayasa hükmünden ibarettir.
Çözüm olarak, önce siyaseti tek iktidar hâline getirmeliyiz. Bu Türk istiklâlini ve cumhuriyetini korumak içindir. Mustafa Kemal lâikliği değil, gizli kudreti değil; Türk istiklâlini ve cumhuriyetini emanet etmiş; yegâne vazifen bunu muhafaza ve müdafaa etmektir demiştir.
2. GÜÇ: DIŞA BAĞIMLI SERMAYE GÜCÜ
Türkiye’de oluşmuş ikinci güç ise “dışa bağımlı sermaye gücü”dür. Anayasada hiçbir yeri olmadığı halde, dışarıdan desteklendiği için kapalı locaları ile güçlü bir şekilde örgütü olmakta, ekonomiyi ellerinde tuttukları için de en etkin iktidardırlar.
Odalar Birliği ve Sendikalar vardır. Bunların hepsi sermayenin elindedir ve oyuncak konumundadırlar.
Türkiye henüz bu sorunu çözememiştir. Bu sebepledir ki bağımsızlığını da tamamlayamamıştır.
Yapılacak iş; Sendikaları ve Odalar Birliğini demokratikleştirmektir. Bunun bugün için en iyi çözümü Odaları ve Sendikaları güçlendirmektir. Bunun için iki yol vardır. Bunlar partiler gibi çok olurlar. Ancak bunlar kendi kendilerini seçmez, halk seçer. Halk partileri seçtiği gibi meslekî kuruluşları seçer. Bugün bunu organize etmek zordur. Geçici olarak tek meslekî kuruluş oluşturulur. Ancak meslekî kuruluşların yöneticilerini siyasi partiler seçerler. Her il ve ilçede oluşturulmuş değişik meslekî kuruluşlar olur. Bütün meslekleri her kuruluş temsil eder. Çalışanlar bir meslekî kuruluştan olursa, o işletmede işveren başka meslekî kuruluşta olur. Böylece denge sağlanır. Meslekî kuruluşlar cirodan bir pay alırlar. Böylece güçlenirler, serbest rekabet içinde olurlar. TÜSİAD ve MÜSİAD gibi dernekler yasaklanabilir; veya yasaklanmasa bile devletçe asla bir görev yüklenmez. Bunlardan birinin hükümeti devirme gibi girişimler en ağır şekilde cezalandırılır, malları müsadere edilir.
3. GÜÇ: BÜROKRATİK OLİGARŞİ
Türkiye’de oluşmuş üçüncü güç ise “bürokratik oligarşi”dir. Bunlar da siyasi gruplar gibi parça parçadır. Yargıçlar, öğretmenler, mülkiyeliler, din adamları birer oligarşik iktidar sevdasındadırlar. Ancak dağınık halde olmaları sebebiyle bunlar sadece sermayeye yem olmakta; siyasilerin de kurbanı olmaktadırlar.
Anayasa, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay başkanları sık sık ferman buyurdukları gibi; YÖK başkanları da talimat vermektedirler. Bunlarda çözüm demokratikleşmedir.
Önce bürokratik rütbe almak için, meselâ vali olmak için üniversite mezunu olmak, kamuda belli seneler içinde hizmet emiş olmak şartı aranmalıdır. Valilerin sayısı 100 kadar olmalıdır. 20 kadar merkez valileri olmalıdır. Yaş veya ölüm sebebiyle boşalan yerler siyasi partiler tarafından önerilen adaylar arasından Meclis’ce sıralama usûlü ile atama yapılmalıdır. Hükümet bu valileri istediği yerde istihdam edebilir. Merkeze alabilir.
Aynı şey elçiler için de, kaymakamlar için de, konsolosluklar için de sözkonusu olmalıdır. Kamu kuruluşlarına alınacak tüm işçi ve görevliler bu usulle siyasi partilere tanınan kontenjan içinde alınmalıdır. Hükümet bunları istediği yerde istihdam edebilir. Merkeze alabilir.
Yüksek kuruluşlar için de aynı şey sözkonusudur. İşçi ve iş bulma kurumu siyasi partiler olmalıdır. Her parti il ve ilçelerde kendilerine tahsis edilen miktarda işçi yerleştirebilmelidir. Partiler işçilere kefil olmalıdır. Böylece bürokratlar da meşru sınırları içinde kalırlar.
4. GÜÇ: ORDU
Nihayet dördüncü iktidar “ordu”dur. Ordu da Meclis gibi meşru ve en yetkili kuruluş olup en güçlü bir şekilde organize olmuştur. Ordunun bir sıkıntısı vardır. Başıbozukların onlara kumanda etmesi mümkün olmaktadır. Başlarına gelen başbakanlar ve başkanlar orduya komuta edememektedirler. Ayrıca sık sık devlet uçurumun kenarına geldiği için kapalı ve açık olarak müdahale etmek zorunda kalmaktadır. Sermayenin elinde olan basının şerrinden kendilerini koruyabilmeleri için bazen ulusu acıtmak zorunda kalmaktadır.
Bunun çözümü için yapılacak iş, devlet başkanını askerlerden seçmektir.
İkinci olarak da en kısa zamanda millî basını oluşturmaktır. Yani, halkın istek ve düşüncelerini dile getiren bir basına ihtiyaç vardır. O zaman ordunun bu sorunu çözülmüş olur. Bunun için şunlar yapılmalıdır:
a) Yazarlar devlet kadrosuna alınmalı, maaşları verilmeli ama istedikleri yerde yazmalıdırlar. Bu kadrolara siyasi partiler tarafından alınacaklardır.
b) Dağıtım devlet tarafından ve ücretsiz yapılmalıdır.
c) Devlet basından ve yayından vergi almamalıdır. Bunun yerine beşte bir sayfa veya zaman devlete tahsis edilecektir.
d) Basın serbest olmalıdır. Ancak orduda olan olaylar hakkında bilgi vermemelidir. Askerlerin sadece resmi beyanları yayınlanabilmelidir.
Böylece kuvvetler ayrılığı “Kuvvetler Dengesi”ne dönüşmüş olur…
Siyaset devlete hakim kılınır…
Siyasete siyasi partiler hakim kılınır…
Siyasi partilere de halk hakim kılınır ve sorun çözülür…
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 247. SEMİNER Yorum-77 İstanbul, 11 Nisan 2004
PAZAR GÜNLERİ YAPILAN ANKARA PROGRAMI
Araştırma Ve Kalkınma Üniversitesi
(AK Üniversite)
(Ali Erişen Anlatacak)
Tarihte her bin yılda bir yeni bir uygarlık gelir. Bu uygarlıklarda dönem başları “Milattan Önce” ve “Milattan Sonra” olmak üzere Hazreti İsa’nın mucizevi doğum yılı olan “Miladi Tarih”le sayılır. “III. Bin Yıl”ın başlarındayız. Yeni dönem başlamıştır.
Yeni uygarlık iki uygarlığın sentezinden doğar. Tarihte hep “Doğu Medeniyetleri” ile “Batı Medeniyetleri”nin sentezi ile “Yeni Medeniyetler” doğmaktadır. “III. Bin Yıl Uygarlığı” da “Batı Medeniyeti” ile “İslâm Medeniyeti”nin sentezinden doğacaktır.
Her medeniyetin sentezini yapan topluluk 200-300 yıl hazırlık içinde oluşur. Yeni uygarlığı o topluluk başlatır. “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı sentez edecek olan topluluk “Türk Topluluğu”dur. Türkler iki asırdan beri “Avrupa Medeniyeti”ni öğrenmektedir. Yeryüzünde harf inkılâbı yapan; dolayısıyla hem İslâm hem de Batı Uygarlığı’nı birlikte öğrenen başka bir topluluk yoktur.
İki uygarlığın sentez edilmesi gereğini 20. yüzyılda gelmiş olan düşünür ve siyaset adamları hep ileri sürmüşlerdi. Hamidiye Risalesi yazarı Hüseyni Cesri, Muhammed İkbal, Bediüzzaman, Mehmet Akif ve Mustafa Kemal hep bunlardan söz etmişler ve savunmuşlardı. “Müsbet ilim meş’alesinde muasır medeniyetin fevkine (üzerine) çıkma hedefi”, Mustafa Kemal tarafından 1933’te gösterilmiştir.
İnsanlar ilk yaratıldığında bedenlerini yaprakla örtüyorlardı. Ölülerini gömmeyi kargalardan öğrendiler. O günlerden bugüne geldik. Bu nasıl oldu? Bu sadece ilim sayesinde olmuştur. Bugünkü Avrupa Uygarlığı da ancak müsbet ilim sayesinde bu seviyeye ulaştı. “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı oluşturabilmemiz için “Araştırma ve Kalkınma Üniversitesi”ni kurmalıyız.
Bu mesele yalnız Adil Düzencilerle ilgili bir şey değildir. Sosyalistler sosyalizmi, kapitalistler kapitalizmi, liberaller liberalizmi ancak ilmî araştırmalar yapmak suretiyle bu duruma gelmiş olabiliriz. O halde bu üniversite bütün siyasi partiler tarafından desteklenmelidir.
“Akevler Ankara Temsilciliği”nce bu konuda bir çalışma yapılmasına başlanmıştır.
Böyle bir üniversitenin hedefleri şöyle olacaktır:
a) Bu üniversite müsbet ilme dayanan bir üniversite olacaktır. Bugünkü Batı Medeniyeti ile İslâm Medeniyeti başta olmak üzere Çin ve Hint uygarlıklarını da ele alıp inceleyecektir. Bâtıl görüşleri de tesbit edip öğrenecektir.
b) Bu üniversitenin ikinci en önemli kuralı, bütün görüşlere eşit şekilde yakın olmasıdır. Yani, tarafsızım diye siyasi görüşlerden ve dinlerden, kültürlerden kaçma ve uzaklaşma yerine; bütününe eşit mesafede olma ilkesi benimsenecektir. Üniversitede her görüş ve inanışta olan kişi öğretim görevlisi veya öğrenci olabilecektir. Kimse dışlanmayacaktır.
c) Yeni uygarlığın sentezini yaparken Mustafa Kemal’in işaret ettiği gibi; elinde tuttuğu meş’ale müsbet ilim olacaktır. Bütün görüş ve uygulamaları müsbet ilim süzgecinden geçirecek ve ona sentezleyecektir. Üniversite müsbet ilme aykırı olan hiçbir görüş veya inanışı desteklemeyecektir. Geliştireceği müsbet ilim metodolojisi içinde bâtılları bâtıl olarak ortaya koyacaktır. Gerçeklerin de savunucusu olacaktır. Alanı dışında olmayan veya alanı içinde olduğu halde henüz sonuçlara ulaşmamışsa, oralarda tarafsız olacak, ne reddedecek ne de kabul edecektir. Ne rejimlerin ne de dinlerin taraflısı olmayacaktır.
d) “Araştırma ve Kalkınma Üniversitesi”nin önemli dördüncü ilkesi de bağımsızlığıdır. Yani, herhangi bir siyasi görüşe, dinî inanışa veya sermaye çıkarına bağlı olmayacaktır. Bu amaçla devlet bütçesinden yardım almayacaktır. Sermaye ortaklığı ile de kurulmayacaktır. Halktan topladığı ianelerle de tarikatların emrine girmeyecektir.
Bu kriterler altında Üniversitemiz nasıl kurulacaktır? Bu amaçla bir ekonomik ortaklık kurulacaktır. Bu bir kooperatif olabilir. Bu kooperatife ortak olanlar kendi çıkarları için ortak olacaklar ve paylarını alacaklardır. Ancak kooperatife düşen pay ile bu üniversite kurulacaktır.
BU ÜNİVERSİTEYE KİMLER ORTAK OLACAKLARDIR?
a) Kamuya veya özel mülke ait topraklar bu ortaklığa konacaktır. Kooperatif bu imar dışı toprağı parselleyip alt yapısını yapacaktır. Toprak sahiplerine beşte birini arsa halinde verecektir. Bugün Türkiye’de toprak parselasyon yapılıp altyapı getirildiği takdirde değeri on misli artmaktadır. Böylece buraya toprak koyanlar iki misli kâr etmiş olacaklardır.
b) Belediyeler veya Kamu İktisadi Teşekkülleri buraların altyapısını yapacaklar ve imarı yapılmış arsalardan beşte birini alacaklardır. Onlar da iki misli kâr etmiş olacaklardır.
c) Arsaların beşte biri kat karşılığı verilerek Üniversite Hocalarına ve Öğrencilerine lojmanlar yapılacaktır. Öğretmen ve öğrenciler bu lojmanlarda ailece oturacaklardır. Kiralarını emekleri ile ödeyeceklerdir. Burada kalmayan öğrenci alınmayacak, burada oturmayan öğretim görevlisi istihdam edilmeyecektir. Çünkü öğrenim sosyal uygulama içinde yaşayarak ve deneyerek yapılacaktır.
d) Arsalardan beşte biri de yine işyerleri olmak üzere kat karşılığı verilecektir. Böylece öğrenci ve öğretmenler buralarda çalışarak geçineceklerdir Yarım gün çalıştırılacak ama tam yevmiye verilecektir. Diğer vakitlerinde ilim yapmaları sağlanacaktır. Ücretleri imtihandaki başarıları ile orantılı yapılacaktır. Öğretmenlerin başarısı öğrencilerinin başarısı ile ölçülecektir. Ders veren öğretmenlerle, imtihan yapıp not veren öğretmenler ayrı olacaktır. Böylece üniversite kendi kendisini finanse edecektir. Üniversiteyi bitirip kendi memleketlerine dönen öğrenciler bir meslek sahibi olarak dönecekler, bunların üniversite ile olan ilişkileri devam edecektir. Üniversite bunlara danışmanlık yapacaktır, kredi temin edecektir, mallarını pazarlayacaktır. Onlar da Üniversitenin bir şubesi imiş gibi işletmelerini çalışacaklar ve her şeyi yeni düzene göre yapacaklardır.
e) Nihayet, toprakların beşte biri de Üniversitenin öğrenim imkânları için tesis edilecektir. Bu tesisler sanayi işletmelerine verdiği “Genel Hizmet” karşılığı aldığı paylarla gerçekleştirilecektir. Üniversite bu hizmeti yalnız külliye içinde bulunan sanayicilere değil, mezunlarının kuracağı bütün işletmelere verecektir.
BÖYLE BİR ÜNİVERSİTE OLUŞTURMAMIZ İÇİN NELER YAPMALIYIZ?
a) En az 10 profesör böyle bir üniversite kurmak amacı ile mevcut “Akevler Kooperatifi”ne ortak olacaklardır. “Akevler İstanbul Konut Yapı Kooperatifi” bu çalışmaların sorumluluğunu yüklenmelidir.
b) Böyle bir Üniversitenin kurulması için gerekli yer belirlenmeli ve o yerin 1/2500’lik haritası temin edilmelidir. Onun üzerinde imali fikir yapılmalıdır. Arazi sahiplerinin o yeri ortaklığa koymaları için Meclis’te oluşturacağımız 10 kadar milletvekili tarafından takip edilmelidir. Muhalefet partisinden de milletvekilleri bulmalıyız.
c) Buraya altyapı getirecek ve onun altyapısını yapacak Belediye ve KİT’ler ile temas kurarak ortaklık anlaşmasını yapmalıyız.
d) Ankara’da bulunan mimarlık ve mühendislik proje bürolarıyla irtibat kurarak arsa karşılığı projelerin yapılmasına katılmalarını sağlamalıyız.
e) Projesi yapılmış ve altyapısı oturulabilecek hâle getirilmiş arsaların hisse senetlerini çıkarıp müteahhitlere vereceğiz. Onlar o hisse senetlerini satarak inşaat yapmış olacaklardır. Bu senetlerin satılması için de medya ortak edilecektir.
f) Buraya önce lise mezunu öğrenciler işçi olarak alınacaktır. İşyerlerinde yöneticilik yapmak üzere Üniversite Öğretim Üyeleri alınacaktır. İşyerleri çalışmaya başlayınca bu öğretmenler bu öğrencileri aynı zamanda üniversite giriş imtihanlarına hazırlayacaklardır. İmtihanları kazanan öğrencilerin sayısı bir sınıf açacak seviyeye çıkınca sınıflar açılacaktır. Böylece Üniversite peyderpey öğrenci ve öğretmen buldukça geliştirilecektir. Başlangıçta bir Üniversite ile işbirliği yapılıp o üniversitenin bir fakültesi şeklinde de faaliyet gösterilebilir.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92