ADİL DÜZEN 248
““ADİL DÜZEN” BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.”Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 16-17 Nisan Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 248 SEMİNER (CUMA-CUMARTESİ) İstanbul, 16-17 Nisan 2004
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi CD. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği) Tel: (0532) 246 68 92
*HAFTALIK TEFSİR SEMİNERİ (CUMARTESİ GÜNLERİ “YENİBOSNA”; Saat:18.00-21.00)
ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ – 29
U S Û L (UYGULAMA)
لَيْسُوا سَوَاءً (LaYSUv SaVAyEun) “Sava değildirler.”
Yorumun temel kuralı şudur. Cümlenin başka türlü söylenişlerini aklınıza getirecek ve soracaksınız, neden bu seçenek benimsenmiştir? Âyet üzerinde düşünürken, eğer tefsir ilmiyle meşgul olurken sizde yorum yeteneği doğmuşsa aklınıza böyle sorular gelir.. Soru sorudur. Cevap verilir; niye sordun denmez. Tartışması olmaz. Sonra soruya cevap aklınıza gelir. Bu da, yorum da, yorumda yetenek kazanmış iseniz böyle olur. Sizin aklınıza gelen cevap diğerleri tarafından onaylanır veya onların aklına başka çözüm gelir. Bu durumda da iki hal olur. Ayrı yorumlar çelişmez. Mesela buradaki çoğul zamiri mü’minlere de gidebilir, kitap ehline de gidebilir. Bu takdirde ikisi de doğrudur. Çünkü bunlar arasında bir zıtlık oluşturmaz. Mü’minlere giderse, mü’min olanlarla diğerleri eşit değildir anlamı çıkar. Kitab ehline giderse, aralarında bir değildirler anlamı çıkar. Mü’minlere gittiği takdirde iki grup var demektir. Kitab ehline gittiği zaman da çok grup var demektir. Çok grup iki grupla çeliştiği için ikisi de doğru olur. Yani, bir yönüyle iki grup, diğer yönüyle çok grup olur. Sadece görüşler zıt ise yani iki görüş birden doğru olmazsa o zaman herkes için kendi görüşü doğrudur. Onunla amel eder. Araştırmaya devam eder.
1- Cümle ya yalın olarak başlar veya başına harfi tarif gelir. Yalın olarak gelirse “fasl”, atıf harfi gelirse “vasl” denir. Cümlenin daha önceki cümlelerle tam ilgisi varsa bağ harfi gelmez, hiç yoksa yine gelmez. Aralarında ilişki var ama birbirinden ayrı ise “Va” veya “Fa” veya başka atıf harfi gelir.
2- Burada tam ilgi olduğu için bağ harfi gelmemiştir. Bunu tesbit için usûlün başka kuralını kullanacağız. İlgi varsa bu cümlede daha önceki cümleye giden zamir olur. Yoksa tekrar edilir. “Leyse ehle’l-kitabi” denmediğine göre burada tam bir ilgi var demektir.
3- Tam ilgi, zamir nereye gidiyorsa onunla ilgisi var demektir. Zamir en yakın çoğul olan “mü’minler” kelimesine gidebilir. “Onların içinde mü’minler de vardır.” cümlesi ile tam ilgisi vardır. Öyleyse bu cümle o cümleyi açıklamaktadır. Hepsi bir değildir, onların içinde mü’minler vardır anlamı çıkar. Mü’min olanlar mü’min olmayanlara benzemezler demek olur. “Sevaen” kelimesinin tekil olması, zamirin kitap ehline değil de, mü’minlere gittiğine delâlet eder.
4- “Leyse” kelimesi gramer kuralına göre olumludur, manâ itibariyle olumsuzdur. Olumsuzlarda süreklilik vardır, olumlularda süreksizlik olabilir. “Bir değiller” ifadesi müsbet kalıpla ifade edildiğinden, bugün bir değildirler ama olabilirler. Yani, öyle kitap ehli olabilir ki onlar da mü’minler olmayabilir. Bu sebeple “Mâ Kâne” veya sadece “Mâ” veya “Lâ” ile ifade edilmemiştir.
Bir isim cümlesini olumsuz yapmanın dört şekli vardır:
a) “Leyse” nâkıs fiildir. Mazi sıgasıdır. Muzarisi yoktur. Lafzı müsbettir, manâsı menfidir. Fiil sıgası ile gelmesi haberin fıtri olmayıp kesbi olmasından ileri gelmektedir. Yani, iman etmeleri kendi iradeleri ile olmuştur.
b) “Mâ Kâne” de nâkıs fiildir. Sıgası fiildir, ama zamanla ilişkisi yoktur. İsim cümlesinin başına gelir. Sıgası ile de manâsı ile de fiildir. Burada da kesbilik vardır.
c) “Mâ” isim cümlesini menfi yapar. Kendisinde geçmiş manâsı vardır.
d) “Lâ” isim cümlesini menfi yapar. Kendisinde gelecek manâsı vardır. İsmi üstünlü olursa cinsi nefy için gelir.
5- “Leysu”daki zamir en yakın çoğul kelime olan mü’mine gider. Bu takdirde bunlar onlara bir demek “Hum Leysu Sevaun İyyahum” olur. Eğer zamiri ehli kitaba giderse “Leysu Sevaun Beynehum” olur. Yani, aralarında eşit olmazlar manâsı çıkar. İki sebeple bu zamir mü’minlere gitmektedir. Biri, mü’minler kelimesi daha yakında zikredilmiştir. Yakını varken uzağa gitmesi uzaktır. Diğeri de, bundan sonra “Seva” kelimesi tekildir. Çoğul gelmesi gerekirdi.
6- “Sevae” kelimesi tekildir. Çünkü bir topluluğun başka bir topluluğa eşit olmadığını ifade etmektedir.
Bu yorumlama sistemi genel bir yorumlamadır. Sadece Kur’an için uygulanan kurallar değildir.
Kur’an’dan örnek verilmiştir.
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ
لَيْسُوا سَوَاءً مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ أُمَّةٌ قَائِمَةٌ يَتْلُونَ آيَاتِ اللَّهِ آنَاءَ اللَّيْلِ وَهُمْ يَسْجُدُونَ(113)
يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنْ الْمُنْكَرِ وَيُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَأُوْلَئِكَ مِنَ الصَّالِحِينَ(114) وَمَا يَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَلَنْ يُكْفَرُوهُ وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِالْمُتَّقِينَ(115)
لَيْسُوا سَوَاءً (LaYSUv SaVAyEun) “Seva değildirler. Onlar bir değildirler.”
Buradaki zamir mü’minlere gitmektedir. Yani, ehli kitaptan mü’min olanlar olmayanlarla bir değildirler. Kimlerle bir olmadıkları söylenmemiştir. Hazfedilmiştir. Diğerleri ile bir değildirler demektir. Onlardan mü’minler vardır. Bir değildirler. Zamir kendilerine kitap verilenlere değil de, kitap ehline gitmektedir.
Komünistler lâik kitap ehli olabilir. Ancak bunların içinde dinleri ilâhî olan kitap ehli de vardır. Onları diğerlerinden ayırdetmektedir. Bunlardan Kur’an’da açıkça geçen Yahudi ve Hıristiyanlar vardır. Ama bunlardan Mecusiler, Sabiiler, Brahmanlar ve Budistler de vardır. Bunlar acaba kendilerine kitap verilenlerden midir? Yoksa komünistler gibi kendi kitaplarını kendileri mi yazdılar? Bunun alâmeti nedir?
Bundan sonraki âyetler bunu anlatacaktır.
مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ (MiN EaHLı eLKITavBı) “Kitab ehlinden.”
Burada kitap kelimesi müfrettir. Ahit için gelirse bir kitap kastedilmiş olur. Yalnız Tevrat’ı okuyanlar veya yalnız İncil’i okuyanlar manâsı çıkar. Ama cins için alınırsa bütün kitap ehli çıkar, sosyalistler ve lâikler de bunlara dahil olmuş olur. Bu cümle “bir değildirler” cümlesini açıklamaktadır. Onun için “Va” atıf harfi gelmemektedir. Bir değildirler, çünkü onların içinde bunlar vardır.
Burada “Minhum” denmemiş de ehli kitap lafzan söylenmiştir. Çünkü “Leysu”daki zamir mü’minlere gitmektedir. Burada ise bütün ehli kitap kastedilmektedir. 110’uncu âyette ise Yahudi ve Hıristiyanlar kastedilmektedir. Bunun için tekrar etmiştir.
أُمَّةٌ قَائِمَةٌ (EumMatun QAvEıMatun) “Kaim ümmet vardır.”
“Kaim” gece kalkıp namaz kılan anlamında olabilir. Cümledeki sıralanış, bu sıfatın genel bir sıfat olduğudur. Kaim bir ümmet ki diğer özellikleri taşır. Diğer özellikler âyetleri okumak, Allah ve âhirete iman etmek, marufu emredip münkeri nehy etmek ve hayırda müsaraat etmek. Bu kaim ümmetin özelliğidir. Kaim ümmet demek; hem gece kalkıp kıraat etmek, hem de işlerde müstakim olma görevini tam yerine getirmektir.
Demek ki mü’min olmanın iki özelliği varmış; biri gece kıyam, diğeri de görevinde sadık olma, çalışma, gevşetmeme, üzerinde durma.
يَتْلُونَ آيَاتِ اللَّهِ (YaTLUvNa EAvYAvTı elLAHı) “Allah’ın âyetlerini tilâvet ederler.”
Allah’ın âyetleri nelerdir? Tüm Kâinat ve insan Allah’ın âyetleridir. Onları okumak demek, oradaki ilimleri öğrenip öğretmektir. Tilavet etmek demek, aktarmak demektir. Ay Güneş’in ışığını nasıl aktarırsa, insan da bilgileri alıp başkalarına aktarır. Allah’ın âyetleri demek, O’nun gönderdiği ilâhi kitaplar demektir.
Demek ki mü’minlerin bir özelliği gece çalışmalarını yapmak demektir. Akşam namazından sonra evlerde yemek yenir, ondan sonra toplanılır ve orada Allah’ın âyetleri aktarılır. Sosyal ve tabiî ilimler okunur. Semavi Kitaplar okunarak tefsir edilir. Mü’min olmanın vasıfları budur. Buna tek başına başlanacak, ancak cemaat olunacak. Onun için çoğul gelmiştir.
İnsan beşikten mezara kadar ilim tahsil edecek. Ne yapacak? Allah’ın hilkat ve münzel âyetlerini ömrü boyunca tilavet edecektir. Müslim olmak kolaydır, ama mü’min olmak kolay değildir.
آنَاءَ اللَّيْلِ (EAvNAyEa elLaYLı)
“Ina” tas demektir. Gecenin içinde, ortalarında demektir.
Mü’minler akşam namazından sonra evlere giderler, yemeklerini yerler, temizliklerini yaparlar, sonra mescide gelirler. Gecenin yarısına kadar, saat 12’ye kadar âyetleri tilâvet ederler, sonra dağılırlar. Sabah saat 06’da kalkarlar. Kalan 1 veya 2 saatlik uykularını gündüz öğle vakti tamamlarlar.
Demek ki, bir dinin ilahi olup olmadığını tesbit etmemiz için birlikte ölünceye kadar tedrisat yapmak demektir. Gündüz değil, gece tedrisatı yapmak demektir. Çünkü gündüz maişet işleri ile meşgul olunacaktır.
Demek ki tedrisat var mı ve bu tedrisat gece mi? Buna bakmamız gerekir.
Bu emir bütün ilahi dinlerde emr olunmuştur anlamı var burada.
وَهُمْ يَسْجُدُونَ (Va HuM YaSCuDUvNa) “Onlar secde ederek.”
Müminlerin başka bir özelliği de secde ederek ibadet etmektir. Secde, beynin kalpten daha aşağı inerek kan basıncının yükseltilmesi ve böylece beyin sağlığının sağlanmasıdır. Adeta bir bahçe sular gibi beyin kanla sulanmaktadır. Secde ederken tesbih etmek de beynin hücrelerini, iplikçiklerini titreştirmektir. Tarlayı çapalamaktır. Gece insanın çevreden ilişkisini kesmiş olması halidir. Lambanın söndürülmesi efdaldir.
İşte ibadetlerinde secde olmayan dinler semavi din değildir. Sonradan terk etmiş olabilirler. Öyleyse Budistlerde secde varsa o zaman semavi din demektir.
Kur’an bize bir dinin semavi din olup olmadığını gösteren ipuçlarını vermiş bulunmaktadır. Toplantılarımızda namazsız dağılmamamız gerekir. Mü’minler abdestli gezerler, abdesti bozdukları zaman alırlar. Hz. Peygamber böyle yapardı. Toplantının sonunda secdeli namaz kılınarak dağılmak gerekir. Mü’min olma yolunda olan cemaatin vasfı budur.
يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ (YuEMıNUvNa BielLAHı) “Allah ile emniyete alırlar.”
“Emine” emin olmak demektir. “Âmene” başkasını emniyete almak demektir. “Amene Bi” birbirini emniyete almak demektir. Kişinin topluluğu, dolayısıyla kendisini emniyete alması demektir. Allah ile emniyete almak demektir. Biz Kâinatı var eden Allah’ın şeriatına girerek, O’nun tabiî ve sosyal kanunlarını benimseyerek birbirimizi ve diğer insanları emniyete alıyoruz demektir. “Mü’min” demek bu demektir. Allah’ın yeryüzündeki halifesi topluluk olduğu için topluluk kurarak insanları güven altına almak demek iman etmek demektir.
Biz ne daman dayanışma ortaklıklarını kurarak bir topluluk oluşturursak o zaman iman etmiş oluruz. Şimdilik sadece birer müslimiz.
وَالْيَوْمِ الْآخِرِ (Va eLYaVMı eLEAvPıRat) “Ahiret yevmi”
Ahiret yevmini onun hazırlığını yaparak güvene alırlar. Ahiret yevmi öldükten sonraki yevmdir. Bu dünya bir imtihan dünyasıdır. Burada ekip orada biçeceğiz. Topluluk nasıl Allah’ın halifesi ise, ahiret yevminin halifesi de bu dünyanın geleceğidir. İlkbaharın ekeriz, sonbaharda biçeriz. İsraf yapmayız. Yatırımlar yaparız.
Demek ki mü’minlerin bir vasfı da topluluğu oluşturma ve geleceğe yatırımlar yapma, israf etmemedir.
وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ (Va YaEMuRUvNa Bi eLMaGRUvFı) “Marufu emrederler.”
İçtihatları ile, sözleşmeleri ile, istişareleri ile, hakem karaları ile maruf hâle gelmiş olanların yapılmasını emrederler. Hatırlatırlar. Uyarırlar. Dinlemezlerse, hakem kararları ile hukukun koruması dışına çıkarırlar. Topluluktan uzaklaşmalarını sağlarlar.
وَيَنْهَوْنَ عَنْ الْمُنْكَرِ (VaYaNHaVNa GaNı eLMuNKaRı) “Münkerden nehy ederler.”
Yapılmaması gerektiği hususlarda da nehy ederler. Yasakların yapılmaması hususunda uyarırlar. Yapanları hakemler kararı ile cezalandırırlar, cezaları çekmeyenleri hukuk dışı yaparlar.
“Maruf” ve “Münker” kelimeleri ıstılahi manâlar almıştır. “Maruf” matlup, mahut demektir. Yani bilinen ve istenen demektir. “Münker” ise istenmeyen, nefret edilen demektir. Varlığına meşruiyet verilmeyen demektir. Buradan şu manâ çıkıyor ki, münker olmayan şey maruftur. Yani şeriatın yasaklamadığı ve nehy etmediği şey maruftur. Çünkü insanların hür oldukları yani zararlı olmayan şeyleri yapma hürriyetinde oldukları da maruftur.
Buradaki emir insanların bunları kendi içtihatları ile yapmalarıdır. Yahut marufu emrederler, münkeri nehy ederler, arasında kalanlar da karışmazlar demek olur. Bu ikinci anlamı bundan sonra gelene hayratta müsaraat sözü ile ifade etmektedir. Yani, maruf demek, yapmamız gerektiği hususunda yaptığımız ittifaktır. Münkeri nehy demek, yapmamamız gerektiği hususunda ittifakımız var demektir. Kalan işler mübahtır. Onların bir kısmı da hayrattır.
وَيُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ (Va YuSAvRIGUvNa Fı elPaYRAvTı) “Hayırda müsaraat ederler.”
“Hayır” kazanç demektir. Daha çok ekonomi ile ilgilidir. “Hayratta yarışırlar” demek, ekonomik sahada da serbest rekabet içindedirler demektir. Sosyal yapıda da imtihanlarla yarışırlar demektir. “Hayrat” kelimesi dişi çoğul gelmiştir. İşbölümü içinde birinin yaptığını diğerinin bozmaması şartı ile yarışırlar demektir.
Demek ki ilahi dinlerin temel özelliği hayrat içinde yarış düzenini içermesidir. Bugünkü imtihanlar kamu görevleri tevcih sistemi içinde gelişmiştir. Demek ki onların dininde de hayırda yarış vardır.
“Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası” bu hayırda yarışma düzeni yasasıdır. Kendi işletmemizde de daima bunlar göz önüne alınmalıdır. Bilgide de yarışmalıyız. Kendi çalışmalarımızı imtihanlarla değerlendirmeliyiz. Kişiler önce sıkılırlar, cahillikleri ortaya çıkacaktır diye. Oysa herkes cahildir. Mü’minler böyle yarışa girmekten kaçınmazlar, başkalarının kendilerini geçmesinden üzülmezler, sevinirler. Mü’min olmak, başka türlü insan olmaktır. Hem yarışacaksınız, geçmeye uğraşacaksınız, hem de başkaları sizi geçtiği zaman üzülmeyeceksiniz. Mutasavvıfların şeriat, tarikat, marifet ve hakikat diye sıraladıkları basamaklar bu olmazları olur yapmaktır. Geceleyin Kur’an okumalar insanları bu seviyelere ulaştırır.
وَأُوْلَئِكَ مِنَ الصَّالِحِينَ (Va EuLAEıKa MıNa elÖAvLıXIyNa) “Ve işte onlar salihlerdendir.”
Burada işaret edilen kimseler “Ümmetün Kaimetün”dür. Demek ki onların işleri kaim ümmet olmaktır. Ve salih olanlar da bunlardır. Bu arada “Va” harfi “salih” olmanın “kaim” olmadan farklı olduğunu ifade etmektedir. “Kıyam” daha çok kendi işlerini düzgün yapmaktır, kendi topluluğunu düzenlemektir. Oysa “salih olmak” diğer insanlarla da uygunluk içinde yaşamaktır. Biz öyle şeyler yapmalıyız ki, diğerlerinin yaptıkları ile uygunluk sağlamalıdır. Namazda nasıl herkes birbirine hiza alır ve tek sıra olurlarsa, hayatta da hepimiz birbirimize hiza alarak iş yapmamız gerekecektir. Değişik din ve inanışların ve ülkelerin arasında bir uzlaşma, bir ahenk olma, bir işbirliğine gitme gerekecektir. Ancak bunu bir merkez değil, halk kendi kendilerini hazırlayarak yapacaklardır. İnsanlık ilk yaratıldığından bugüne kadar hep bu hizalamayı yapmıştır ve bundan sonra da yapmaya devam edecektir. İnsanlıktaki evrim ancak bu sayede olabilmektedir.
وَمَا يَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ (Va MAv YaFGLu MıN PaYRın) “Hayırdan ne fiil ederlerse.”
Bu âyetlerin bize öğrettikleri başka bir şey, kitap ehli de mü’min olabilmektedir. Yani onlar da askerlik yapabilmektedir. Askerlikle dinin farklı olduğu ifade edilmektedir. Yani bir Kur’an ehli mü’min olmayı istemeyip müslim olmayı isterse biz ondan cizye alır, savaşa götürmeyiz. Bu İncil ehli müslim olanlar cizye vereceklerine askerliklerini yapıp mü’min olmak isterlerse onu da askere alırız. Askerliklerini kendilerinin oluşturdukları birlikte yapacaklardır. Kendilerine göre toplantılar yapacaklardır. Bu sebepledir ki çoğul sıgası ile hükümleri tesis etmektedir.
Hayır kelimesi daha çok ekonomik iyilikleri ifade etmektedir. Yani, onlar kendi sosyal yapılarını yaşarlarken, ekonomik olarak ne katkıda bulunurlarsa karşılığını aldıkları gibi, ülkenin korunmasında da ne katkıları olursa karşılığını alacaklardır, onlar da mü’min iseler Kur’an ehli gibi ganimetten yararlanacaklardır.
فَلَنْ يُكْفَرُوهُ (FaLaN YuKFaRUvHu) “Tekfir olunmaz. Karşılıksız bırakılmaz.”
“Küfretmek” kapatmak demektir. Yaptıklarını görmemek, karşılık vermemek demektir. Meçhul sıgası kullanılmaktadır. Yani, bu dünyada da tekfir olunmamalıdır. Hakları ne ise almalıdırlar. Ayrıca ahirette de Allah onların haklarını tekfir etmeyecek, göreceklerdir.
Dinlerde daima bâtıl bir itikat vardır. Yalnız biz cennete gideceğiz, diğerleri hep kâfirdir, cehenneme gideceklerdir. Oysa bütün insanlar Allah’ın kullarıdır, iyi olanlar cennete, kötü olanlar cehenneme gideceklerdir. Ahirette toplu cezalandırma sözkonusu değildir. Herkes kendi yaptığının cezasını çekecektir. Ancak toplu mükâfatlandırma vardır. İyi topluluklar içinde yaşayanlar birlikte orada olurlar. Komşuları ve akrabaları ile iyi geçinenler, onların sevgilerini kazananlar, ahirette günahları olsa da affedilir, onlarla beraber cennete giderler. Yani, bu dünyada kendi isteği ile iyi cemaate katılanlar, yahut cemaatlerinin iyileştirenler ahirette onlarla beraber olurlar. Buradaki çoğul sığası bunu ifade eder.
Yine kimileri cehenneme gidenlerin bu dünyada yaptıkları hayırdan yararlanmayacaklarını iddia ederler. İyilik, iyilik amacı ile yapılmışsa o tekfir olunmayacaktır. Cehennemde azabın tahfifine sebep olacaktır. Buradaki “Hu” zamiri “Mâ”ya gidiyor, “Mâ” da umum içindir. Amel için iman şarttır. Ancak buradaki imandan kasıt o iyiliği hayır kastıyla yapmaktır. Siz kötülük yaparsınız, o sonunda iyi olur, o hayrı siz işlemiş olmazsınız. Tabii ki ondan size bir hayır yoktur.
وَاللَّهُ عَلِيم
Buradaki “Va” istinaf “Ve”sidir. Beklenen bir soruya cevap mahiyetindedir. Onların hayır işledikleri nasıl bilinecek. Belki niyetleri kötü idi. Bu dünyada zahire göre hükmedilir. Ama ahirette Allah onları bilmektedir. “Alimun” bunun için nekire gelmiştir. Yani, Allah bildiği gibi topluluk da bilmektedir. Belli kurallara göre hareket edenlerin muttakiler olduğu ifade edilmiş olmaktadır. Sonunda o kurallara uyup uymadığına hakemler karar verirler. Askerlikte ise komutan karar verir. Onun takdirine kalmıştır.
بِالْمُتَّقِينَ (Bi elMutTaQIyNa) “Muttakileri bilmektedir.”
“Muttaki” takva sahipleri, dindarlar demektir. “Muhtedi” de hidayet verenler demektir. Takva kalbi fiildir, muhtedi ise bedeni fiildir. Mü’min olanların inanarak savaşa katılmaları gerekmektedir. Önün için imanın kalbe girmesi gerekmektedir. Bu ne demektir? Müslimler kim iktidar olursa onun yönetiminde kendi yaşayışlarına barış içinde devam ederler. Cizyelerini ona verirler. Onların yönetimi koruma gayeleri yoktur. Oysa muttakiler o devletin, o topluluğun yaşaması için canlarını vermeyi göze almış kimselerdir. Malları ve canları ile cihat etmektedirler. Böyle olmayan kimselerin mü’minler arasında yer almaları sözkonusu değildir.
Burada önemli bir hüküm daha çıkarabiliriz. Bir ilin jandarma teşkilatı vardır. O il şöyle bir şart getirebilir. Benim ilimde nöbetli olan ülkem için de nöbetlidir. Bunlar mü’min illerdir. Hayır, biz il olarak sizlere cizye vereceğiz, il olarak askerliğe katılmayacağız, bunlar askere alınmazlar, halkından nöbetli olsun olmasın cizye alınır. Münferiden askerlik yapmak isteyenler de mü’min olabilirler. Bütün bunlarda hakem kararlarına uyma temel koşuldur.
Burada muttakilerin erkek kurallı çoğul olarak getirilmiş olması onlara cemaat halinde muamele edileceği ortaya çıkmaktadır. Buradaki “Bi” harfi izafet “Ba”sıdır. “Alim” nekire, “Muttakiler” marife olduğundan “Bi” ile tamlama yapılmıştır. Muttakilerin marife olması belli grupları ifade eder. İttika nekiredir. Yani belirli ittika yerine herhangi bir şekilde ittikadır. “Ellezine ittaku” denseydi belirli ittika olurdu. Dolayısıyla değişik dinlerde olunabilmektir. Müminun için de aynı hususiyet vardır. “Ellezine Amenu” dersek Kur’an’a inananlar anlamı çıkar, oysa “Mu’minun” dersek herhangi kitaba inananlar anlamı çıkar.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 248. SEMİNER Yorum-78 İstanbul, 16 Nisan 2004
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI
KALKINMA KOOPERATİFLERİ - II
(Selahattin Öztürk Anlatacak)
“KALKINMA” DEMEK, YAŞ TOPLAMINI AZALTMAMAK DEMEKTİR:
a) Nüfusu koruyabilmek,
b) Ortalama yaşı artırmak,
c) Dış alacağı artırmak,
d) Tabiî ve sosyal krizlere uzun zaman karşı koyabilmek şeklinde ortaya çıkar.
“KALKINMA” ŞÖYLE SAĞLANIR:
a) Çalışmayan emeği faaliyete geçirmek.
b) Çalışanların verimini artırmak.
c) Artırımları yatırımlara çevirmek.
d) Artırımları eğitime çevirmek.
“KALKINMA” MARKETLERLE GERÇEKLEŞTİRİLEBİLİR:
a) Mala-Mal Marketleri kurulmalıdır.
b) Konsinye Marketleri kurulmalıdır.
c) Esnaf Marketleri kurulmalıdır.
d) Elektronik Marketleri kurulmalıdır.
BUNLAR GERÇEKLEŞTİRİLİRKEN:
a) Mevcut ekonomik düzen bozulmamalıdır. Onlara yardımcı olmalıdır.
b) Nakit sermayeye dayanmamalıdır. Mal sermayesi ile iş yapılabilmelidir.
c) Fiyatlar serbest rekabet içinde oluşmalıdır. Tekel kurulmamalıdır.
d) Marketlerden herkes yararlanabilmelidir. Bütün halk istediği bütün malları satabilmelidir. Buna karşılık herkes marketlerden istediği malı alabilmelidir.
SERBEST FİYATLAR İLMÎ METOTLARLA TESBİT EDİLMELİDİR:
a) Satılığa konan malın fiyatı başlangıçta yüksek tutulup periyodik olarak azaltılmalıdır. İlk talip olana verilmelidir. Satın alınacak mala da benzer usul uygulanabilir.
b) Marketlerin tüccar ortakları olacak, bunlar 10 kişiden fazla olacaktır. Satıcı mallarını bunlardan istediğine pazarlayacaktır. Alış fiyatına sabit değer eklenerek satılacaktır.
c) Standart malların ambar stok seviyesi belirlenecek ve stoka göre fiyatlar artırılıp eksiltilecektir.
d) Marketlere konan dayanıklı mallardan satılmayanlar, satılanların kârı ile sübvanse edilecektir. Böylece mağaza zenginliğine bir kazanç sağlanacaktır.
BÖYLE BİR KOOPERATİFİN KURULABİLMESİ İÇİN;
a) “Belediye”, Kooperatifler Kanunu’nun 9’uncu maddesine göre öncülük edecek, kuruluş masraflarını yaparak yardım edecek; arsa, proje, imar ve altyapı hizmetleri ile markete iştirak edecektir. Kooperatifler Kanunu’nun 1’inci maddesine göre ortaklara kefil olacak, “Kooperatif”i denetleyecektir.
b) Siyasi Partiler, İl Genel Meclisi Seçiminde aldıkları oy nisbetinde “Kurucu” verecekler, eski parti başkanları da kurucu olacaktır.
c) Bir yayın organı, gazete ve televizyon “Market”e ortak edilerek marketi halka tanıtmalıdır. Basın organı marketlerde yapılan satıştan bir yüzde almalıdır. Kentte faaliyet gösteren yerel yayın veya basın tercih edilmelidir.
d) “Kooperatif” onlu sisteme göre kademeli olarak teşkilâtlanıp her sokağa ve oradan eve ulaşacaktır. “Kooperatif Ortakları” halkla ikili ilişkiler kuracak ve “Kooperatif”in faaliyetini halka ulaştıracaklardır. Halkın isteklerini de kooperatiflere götüreceklerdir.
“KOOPERATİF” “Temsilciler” aracılığı ile kentin envanterini çıkaracaktır:
a) Kentte yaşayan halkın kimler olduğu, ne ile meşgul oldukları, ne iş yapabilecekleri ve kooperatif ile ne gibi bir ilgi kurmak isteyeceklerinin envanteri çıkarılacaktır.
b) Kentte mevcut olan arsaların, binaların, tesislerin ve araçların envanteri çıkarılacaktır.
c) Kentte haftalık olarak tüketilen malların envanteri çıkarılacaktır.
d) Kentte hafta içinde üretilen malların envanteri çıkarılacaktır.
“Ortaklara” bu hizmetlerinden dolayı “Kooperatif”ten pay verilecektir.
“Kooperatif” bu envantere dayanılarak bir “Market Planlaması” yapacaktır.
a) Kooperatif, Belediye ile anlaşarak Arsa temin edecektir. Belediye imkânları ile Arsa “Market Ortaklığı”na konacaktır.
b) Kooperatif, şehirdeki “Mimar ve Mühendislik Büroları” ile anlaşarak yukarıdaki envantere dayalı olarak tüm ihtiyaçları karşılayan “Marketler Zinciri”ni oluşturacaktır. Mimar ve Mühendisler Bürolarını ortak ederek bu projeyi hazırlatacaktır.
c) “Belediye” kendi imkanları ile buraya altyapı getirecek ve ortak olacaktır.
d) Projesi yapılmış, altyapısı getirilmiş, imarı çıkarılmış bu marketlerin inşası için “Hisse Senetleri” çıkarılacaktır. Hisse sentlerinin satılabilmesi için dört işlem kullanılacaktır:
1- Hisse Senetlerinin bedelleri satış sırasına göre artırılacaktır. Dolayısıyla önce alan kârlı olacaktır.
2- Hisse Senetlerini iade etmek isteyenden o günkü sıraya göre geri alınacaktır. Yani, yeni ortakların parasıyla inşaata devam edilmeyecek, önce çıkmak isteyenin parası ödenecektir. Böylece halk tasarruflarını bu inşaata yatırmış olacaktır.
3- Hisse Senetlerini alan kimseler aynı zamanda Arsaya da ortak olmuş olacaklardır. Dolayısıyla, Belediye Arsalarını peyderpey vererek karşılığında Yapıyı almış olacaktır.
4- Market tamamlanıp faaliyete geçtikten sonra, Marketin Yapı ve Tesislerine cirodan bir kâr tahakkuk edecektir. Kira Bedeli satılmış olan Hisse Senetlerine şarj edilerek değeri, Nominal Değeri yükseltilecektir. Yeni senet çıkarılmayacak, senet satılan miktarı ile arz talep kanunları içinde fiyatlandırılacaktır. Hisse senetlerini Kurucular satacaktır.
MARKET AŞAĞIDAKİ ŞEKLİYLE İNŞA EDİLECEKTİR:
a) İnşaat mümkün olduğu kadar parçalanarak yapılacaktır. Malzemeyi değişik firmalar temin edebilirler. İnşaat malzemeleri satan firmalar ortak olarak verebilirler. Müteahhitler sadece işçiliği ihale almış olacaklardır. İşçilik de mümkün olduğu kadar parçalanacaktır. Her kat için ayrı taahhütler alınacaktır.
b) Fiyatları tesbit edilen malzemelerin kimlerden alınacağına, işçiliği temin edilen işlerin kimler tarafından yapılacağına Kurucular karar verecektir. Her Kurucu ortak ettiği kimselerin sermayelerine göre söz sahibi olacaktır.
c) Çalışanlar bir “Çalışanlar Kooperatifi”ni kuracaklar ve herkes asgari ücretle sigorta edilecektir. “Çalışanlar Kooperatifi” “Marketler Kooperatifi”ne işçilik faturasını kesecektir. Market Kooperatifi bordro bedelini nakit olarak ödeyecektir. Ayrıca çalışanları Kooperatife hisse senedi vererek ortak etmiş olacaklardır. Bu hisse senetlerini nakde çevirdikleri zaman vergilerini ödeyeceklerdir.
d) Marketin bakımı “Çalışanlar Kooperatifi”ne cirodan pay olmak üzere ihale edilecektir. “Çalışanlar Kooperatifi” içinde 10’a yakın ekip oluşturulacak ve aralarında rekabet sağlanacaktır.
MARKET ŞÖYLE ÇALIŞACAKTIR:
a) Markete satılmak üzere konan mallara en çok %20 eklenerek satılacaktır. Bu %20’lik pay;
1- Tesis Payı olarak Arsa Payı %1
Altyapı Payı %1
Yapı Payı %1
Tesis Payı %1 Toplam %4
2- İşçilik Payı Ambar Payı
Tezgah Payı
Muhasebe Payı
Temizlik payı
3- Sermaye Payı %5 Sermaye Payı konacaktır. “Günlük Sermaye Payı” “Günlük Sermaye”ye bölünerek her birim sermayenin günlük artışı belirlenecektir. Ancak bu değerin artması şeklinde değil, mağazada mevcut mallardaki payın artması şeklinde olacaktır. Vergisi nakde çevrildiği zaman ödenecektir.
4- Kooperatif “Genel Hizmet” Payını % … olarak alacaktır. Böylece “25 Genel Hizmet”ini bütün işletmelere ve ortaklarına karşılıksız yapacaktır. Bu sayede küçük işletmelerin yaşaması sağlanmış olacak, sosyal güvenlik primleri kooperatif tarafından herkes için ödenecektir. Çalışmayanlar da sigortalanacaktır. Çalışamayanlara sosyal yardım yapılacaktır.
“Akevler İstanbul Tüketim Kooperatifi” ile “Belediye” ortak olacak ve birlikte o kentin “Kalkınma Kooperatifi”nin kurulmasına katılıp katkıda bulunacaklar; Kooperatifler Kanunu’nun 9’uncu maddesine göre öncülük edecek, yardım edecek ve ortak olacaklardır.
BÖYLE BİR KOOPERATİF:
a) “Böyle Bir Kooperatif” herkese iş vermiş olur. Çünkü bu kooperatifler ham maddeyi kredi olarak alacaklar, mamul maddeyi satacaklardır.
b) “Böyle Bir Kooperatif” en verimli üretimi yapar. Çünkü sermayeye dayanmayan serbest rekabet sağlanmıştır. Bilgi ve beceri yarışa girmiş olacaktır.
c) “Böyle Bir Kooperatif” sayesinde Halk tasarruflarını “Hisse Senetleri” olarak değerlendireceği ve bu hisse senetlerini her an istediği mala çevireceği için kalkınma sürüp gidecektir.
d) “Böyle Bir Kooperatif” sayesinde, bu kentte kurulan marketler diğer yerlerde kurulan marketlerle işbirliği yaparak her türlü malı satma ve her türlü malı bulma imkanı olacaktır. Mâlî krizler bu “Marketler Zinciri”ne etki etmeyecektir.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 248. SEMİNER Yorum-78 İstanbul, 16 Nisan 2004
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI
KIBRIS MESELESİ (Reşat Nuri Erol Anlatacak)
Kıbrıs, Venediklilerin hükümranlığında iken Osmanlılar tarafından fethedilmiş ve Anadolu Rumları oraya götürülüp yerleştirilmişti. Sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun Ruslara yenilmesi sebebiyle, 1878’de Osmanlı İmparatorluğu İngilizleri kendi yanına çekebilmek için Kıbrıs İngiltere’ye emaneten verilmişti. Türkler Batum’u aldığı zaman Kıbrıs da Osmanlılara iade edilecekti. Lozan anlaşmalarında Kıbrıs İngilizlere terk edildi. Kıbrıs Misak-ı Millî hudutları içinde değildi. Musul, Nahçıvan, Batum ve Batı Trakya Misak-ı Millî hudutları içinde olduğu halde, komşularla çekişmeli bir şeyimiz kalmasın, barış içinde yaşayalım diye Türkiye buralardaki haklarından vazgeçti. Irak Petrollerinde %10’luk hakkımız olduğu halde fiilen ondan da vazgeçmiş bulunuyoruz.
Kıbrıs İngilizlerin elinde iken Yunanlılar orasını ilhak etmek istediler. İngiltere bırakmak istemedi ve orada tutunmak için Simavileri finanse ederek “Hürriyet Gazetesi”ni çıkarttı; bu gazete aracılığıyla Türkiye Kıbrıs’ta hak iddia etmeye başladı. İsmet İnönü bu siyaseti bildiği için oralı olmamaya çalıştı; ancak Demokrat Parti Hükümeti bu siyaseti savundu. İşte o tarihten sonra Yunanlılarla aramız tekrar bozuldu. 1974 yılında CHP-MSP Hükümeti askerî harekât yapmak zorunda kaldı ve Kıbrıs başımıza belâ olarak alındı. O tarihten itibaren Kıbrıs’ı bırakmamızı savunuyorum. Ancak kendi siyasetini kendisi belirlemeyen Türkiye Batılıların siyasi oyuncağı olmaktadır.
Kıbrıs Ortadoğu’nun anahtarıdır. Kıbrıs’a hakim olan Ortadoğu’ya hakim olur. Necmettin Erbakan Osmanlı İmparatorluğu’nu canlandırma emelindedir. Hedef bu olunca Kıbrıs’taki haklarımızı korumak elbette mantıklıdır. Ne var ki Osmanlı İmparatorluğu diriltilemez. Biz Osmanlı İmparatorluğu anlayışı ile değil, “Adil Düzen” ile dünyaya hakim olacağız, silah gücüyle değil. Kıbrıs’ta şimdi cereyan eden kavga ABD ile AB arasındadır. Türkiye ve Yunanistan burada sadece araçtır. İngiltere AB’de olduğu halde ABD’nin yanındadır. Yapılmak istenen şudur: Kıbrıs bir çekişme alanı olarak kalsın ve böylece Avrupa Birliği Kıbrıs’a hakim olmasın. Avrupa Birliği de Kıbrıs’ın bütününe hakim olmak istiyor.
Kıbrıs’ı ele geçirebilmek için ABD iki siyaset gütmektedir: 1) Eğer Kıbrıs’ta “evet” oyları çıkarsa; Kıbrıs’taki Rum ve Türkleri çatıştıracak, güvenliği sağlamak amacıyla (bahanesiyle) aynen Irak’ta ve Kosova’da olduğu gibi Kıbrıs’a da yerleşecektir. 2) Eğer “hayır” oyu çıkarsa; o zaman iki halkı değil de iki cepheyi çatıştıracak ve yine Kıbrıs’a gelip yerleşecektir. Kıbrıs için her iki senaryo da “kan” üzerine kurulmuştur.
Kıbrıs konusunda şimdi biz bunu ne yapabilir ve bu senaryoları nasıl önleyebiliriz?
Kıbrıs’ta ABD’lerine üs verirsek, o zaman Kıbrıs’ı kansız teslim etmiş oluruz. Ancak bunun manası Ortadoğu’yu ABD’ne teslim etmek, yani Türkiye’yi ABD’ne teslimdir. ABD’nin genel hedefi de Türkiye’yi parçalamak, doğuyu Kürtlere, Karadeniz bölgesini Gürcü ve Ermenilere, batıyı Yunan ve Bulgarlara vermek, Güney Anadolu’yu da İsraillilere bırakmaktır. İç Anadolu’da uslu bir Türk Beyliği ya kalır ya kalmaz! Yani, tek kelimeyle “Sevr”i gerçekleştirmek.
Bu durumda şimdi biz ne yapabiliriz? Biz “evet” deriz ve Kıbrıs’ı AB’ne teslim ederiz. AB Kıbrıs’taki Türkleri Türkiye’ye veya Avrupa’ya tehcir edip Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak eder. Bizi de AB’liğine almaz ama bizimle iyi geçinir. Bu arada ABD Ortadoğu’dan çekilmiş olur. Biz “hayır” deriz, o zaman Kıbrıs iç savaşa girer. Biz ABD’ni davet ederiz. Avrupa Birliği’ne girmeyiz. Kurbanlık koyun gibi dağılmayı bekleriz.
Türkiye tarafsız kalır, Kıbrıs halkı kendi hallerine terk edilir. İster “evet” versinler, ister “hayır” oyu versinler. Biz Kıbrıs halkını Anadolu’ya çağırırız. Gelen gelir. Kalan kaderine razı olur. Kur’an’ın hükmü budur. Bir yer ya bütün olarak bizimdir, ya değildir. Kıbrıs devlet olamaz. Ya Yunanlıların ya da bizim olmalıdır. Bizim olamayacağına göre Yunanlıların olmalıdır. Biz ülkemizde “Adil Düzen”i kurmalıyız. Tarafsız kalmalıyız. Bu Cumhuriyet’in kurulduğundan beri ilkesidir. O sayede bugün buraya geldik. Bu siyaseti bırakmamalıyız.
I. Cihan Savaşı’nda İngilizler Batum’dan çekildiği zamam Anadolu’daki halk harekâtı Batum ve Acara’da başlamış ve Acara’da bir devletçik kurulmuştu. Medrese Hocası Abdullah Aşkı Müftüoğlu başkan olmuştu. 300 kadar askerle Batum ve Acara’yı koruyordu. Gürcü hükümeti çeşitli imkanlar teklif ederek kendilerine katılmalarını istiyordu. Kabul etmedi. Kendisi bana anlatmıştı: “Beni Ankara’ya çağırdılar. İsmet İnönü, biz Batum ve Acara’yı Ruslara veriyor, karşılığında Iğdır’ı alıyoruz. Git, halkını al, gel sizi Türkiye’de yerleştirelim dedi. Ben gittim ve halkıma durumu anlattım, ancak onlar razı olmadı. Ben de orada kaldım.” Sonra Sovyetler onu yakalayıp Tiflis’e götürürken, eski askerleri onu aldılar ve Türkiye’ye teslim ettiler. Artvin’de öğretmenlik yaptı. Sonra Mudanya’ya geldi, orada yerleşti ve orada öldü. Çocukları oradadır.
Bugünkü durumda Türkiye’nin Denktaş’a söyleyeceği bir şey vardır: “Halkını al ve Türkiye’ye gel, biz sizi yerleştirelim.” O da halkına bunu söyleyecek ve kendisi Türkiye’ye gelip Evren ve Demirel gibi emekli cumhurbaşkanları arasına katılacaktır.
Güzel bir atasözümüz vardır; “Atlar tepinir, eşekler ezilir.” Türkiye ezilmesin.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 248. SEMİNER Yorum-78 18 Nisan 2004
PAZAR GÜNLERİ YAPILAN ANKARA PROGRAMI
AKEVLER ANKARA
İLMÎ ARAŞTIRMA MERKEZİ
ADİ ORTAKLIK SÖZLEŞMESİ
Madde 1) İleride kurulacak “Akevler Üniversitesi”ne hazırlık olmak üzere Ankara’da, “Akevler İstanbul Tüketim Kooperatifi”nin …. Tarihli Yazısına istinaden Prof. Dr. Ali Erişen’in Sorumluluğunda oluşturulan “Anlara İlmî Çalışma Merkezi” “Akevler Ankara İlmî Araştırma Merkezi Adi Ortaklığı”nı kurmuştur. İleride “Bir Kooperatif” haline getirilecektir.
Madde 2) Ortaklığı, bu sözleşmenin altında imzası olan “Kurucu Bilginler” kurmuşlardır. Ortaklığa ilmî çalışmalarla katılınacak ve çalışmalar bilgisayarda basılacak şekle getirilecektir. Çalışmalar ortaklar tarafından kurculardan birine on sayfalık metin hâlinde sunulacaktır. Kurucu uygun görürse ortaklardan oluşturacağı on kişilik jüriye gönderecektir; Kurucu uygun görmezse başvurana iade eder. Başvuran başka kurucuya yeniden başvurabilir. Hiçbir kurucunun değerli bulmadığı çalışma jüriye gitmez; birinin değerli bulduğu gider.
Madde 3) Jüri üyelerinden her biri ayrı ayrı çalışmayı okur ve kendilerine göre değerlendirirler. En az 1, en çok 10 not derecesi verirler. Onda birlere kadar değerlendirilir. Orta değer çalışmanın aldığı nottur. Bir nüshası alınarak kooperatifin arşivine konur. İsteyenlere teksir edilerek verilir. İsteyenin disketine doldurulur. İsteyen basabilir.
Madde 4) Çalışmalar dört mertebede olacaktır. Başvuran hangi mertebede telif olduğunu bildirecek, jüri ona göre oluşturulacaktır.
a) Bu çalışma bir ilk öğrenimi gören kimsenin orta öğrenim öğrencisi olabilmesi için çalışmadır. Kurulacak Üniversitenin bir uygulama orta öğrenimi olacaktır. Burada alınan dereceye göre o okula alınmayı hak kazanmış olacaktır.
b) Bu çalışma bir ilk öğrenimini bitirmiş olup, yüksek öğrenime kendisini hazırlamakta olan kimsenin çalışması olacak, bu çalışmalarda aldığı derecelerle fakülteye alınacaktır.
c) Bu çalışma yüksek öğrenimini yapmakta olup, ileride akademik kariyer yapmak isteyenlerin çalışmasıdır. Burada başarı gösterenler mastır ve doktora öğrencisi olarak alınacaklardır.
d) Bu çalışma doktora seviyesinde çalışma olup, üniversite kurulduğunda bu çalışmalarda başarılı olanlar üniversitemize öğretmen olmuş olacaklardır.
Madde 5) Üniversite kurulamazsa veya başvuran resmi okullarda başarılı olup diploma alamazsa da bu imtihanlar değerlendirilecektir. Şöyle ki;
a) Bu ortağın iş hayatında “Merkez” danışman olacaktır. Dolayısıyla bu sertifikayı taşıyan ortak daha kolay iş bulacaktır.
b) Merkezimiz bir işyeri kuracak olursa sertifika alanlar tercihen istihdam edilecektir. Ücretleri sertifika derecelerine göre takdir edilecektir.
c) Oluşmuş olan çalışma metinleri satılacak veya telif hakkı verilecektir. Elde edilen gelirler aşağıdaki şekilde bölüşülecektir:
1- Dörtte biri müellifin kendisine verilecektir.
2- Dörtte biri onun çalışmasını değerlendiren jüri üyelerine verilecektir.
3- Dörtte biri harman yapılarak bütün müelliflere bölüştürülecektir.
4- Dörtte biri merkez çalışmaları için harcanacaktır.
d) Bu çalışmalara göre ilmi çalışma merkezinde ilmi dereceler verilecektir.
KURUCULAR:
1-
2-
3-
…
ADİL DÜZEN ÜNİVERSİTELERİNDE İMTİHAN ŞEKİLLERİ
“Adil Düzen”de tedrisat tamamen serbesttir. İsteyen istediği şeyi öğrenebilir, isteyen istediği şeyi öğretebilir. Herkesin bir veya daha fazla öğretmeni vardır. Öğretmenler öğrencileri sayısınca kamudan pay alırlar. Devlet toplulukta belli işleri yapabilmeleri için belli bilgileri edinme şartını vatandaşlara koyabilir; ama kimseye sen bunu öğrenmeyeceksin diyemez. Bilmek herhangi bir zarar doğurmaz; yapmak zarar doğurur. O halde yasaklar ancak yapanlara konur. Yalan haber ve hareketlerin bilme ile ilgisi yoktur. Doğru da olsa zararlı haberleri faş etme de suç olabilir.
Ehliyet kamu tarafından tevcih edilecektir. Yani, imtihanlar müşterek yapılıp kişiye “Teminatlı Diploma” verilecektir. Teminatlı diploma ne demektir? Örnek olarak sürücü kurslarını ele alalım. Bu kurslar diyelim ki sürücülüğü öğretti ve sürücü ehliyeti verdi. Sonra bu sürücü kaza yaptı. Buradaki zararları bu kursun “Dayanışma Ortaklığı” tazmin eder. Bu kurstan ehliyetli olanlar aralarında bölüşerek öderler.
O halde “Adil Düzen Üniversitesi”nde imtihanların nasıl yapılacağını irdelememiz gerekir.
1- Test İmtihanları: Tedris edilirken her türlü kitaplar yazılıp okutulabilir. Ancak imtihanlar için ortak resmi metin olacaktır. İmtihanda ancak bu kitaplardan soru sorulacaktır. Bu kitaptaki formüllerle çözülemeyen sorular sorulmayacaktır. Sorular değişik öğretmenler tarafından ve televizyon aracılığı ile sorulacaktır. Cevapları elektronik cihazlarda orada hemen cevaplayacaklardır. Notları elektronik cihaz hesaplayacak, öğrenci sonuçları hemen öğrenecektir.
2- Sıralama Usûlü: Öğretmenler öğrencileri kendi istedikleri usulle imtihan ederler ve kendilerine göre öğrencileri sıralarlar. Bu imtihanlar ayrı ayrı yapılır. Bir öğrencinin aldığı sıraların tersleri toplanır ve böylece derecesi bulunmuş olur.
3- Kontenjan Usûlü: Her öğretmene kontenjan ayrılır. Öğretmenler kontenjanlarını kendi dayanışma ortaklıkları içinde istedikleri kimselere tevcih ederler.
4- Jüri Usûlü: Öğrenci jürinin karşısına çıkar. Jüri üyeleri ayrı ayrı yerlerde oturup birbirine etki etmezler. Jüri üyeleri kendi takdirlerini belirtirler. Jüri üyelerinin verdiği notların orta değeri imtihan sonucu olur.
Müzakere edilerek not verme usûlü “Adil Düzen”e uygun değildir. Kişilere ait takdirler istişari usulle tesbit edilemez. Kur’an istişareye izin ver demiyor, istediğine izin ver diyor. Not ortalaması ile de değerlendirmek “Adil Düzen”de sözkonusu değildir. Kontenjan usûlü ancak diğer usullerle başarılı not alanlar arasında seçme yapılırken veya sınava girebilmek için uygulanabilir. Tek başına uygulanıp ehliyet verilemez. Hiç kimse kendi seçmediği bir öğretmenin tek notu ile değerlendirilemez.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92