KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 249. SEMİNER Yorum-79 25 Nisan 2004
PAZAR GÜNLERİ YAPILAN ANKARA PROGRAMI
(Sabri Tekir Anlatacak)
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ
وَفِي أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ(19)
“Mallarında Sail va Mahrum için haklar vardır.” (Zâriyât[51]; 19)
Bu âyet Mekke sûrelerinden olan Zâriyât Sûresi’nde yer almaktadır. O zaman zekât farz kılınmamıştı.
Bu âyeti şimdi nasıl yorumluyoruz?
وَ (Va) “Ve”
Buradaki “Ve” daha önce zikrettiği müttakilerin vasıflarına aittir. Korunabilmek için yapılacak işlerden biri de “Sail” ve “Mahrum”un hakkını vermek demektir. Korunma şartı olarak zikredilmiştir.
“Sail” ve “Mahrum”un hakkını vermezsen “ekonomik kriz” olur; ekonomik kriz de “sosyal krizi” getirir; yahut sosyal kriz olur, o da “ekonomik krizi” getirir.
فِي أَمْوَالِهِمْ (FIy EaMVAnLıHıM)
“Mallarında Sail ve Mahrumun hakkı vardır.”
“Muttakilerin mallarında Sail ve Mahrumlar için hak vardır.” deniyor. Neden bunu bir hak olarak zikrediyor? Benim ürettiğim bir malda başka kimselerin ne hakkı vardır? Hakları vardır. Çünkü Yeryüzü bütün insanların ortak malları olarak yaratılmıştır. O halde benim işyerimde üretim yapanlar benim kiramı vermelidirler. Demek ki onların “Yeryüzü kira payları” vardır.
Burada mallar da çoğul zamir de çoğul. Her birinin malında Sail ve Mahrumun hakkı vardır. “Fi’l-Emvali Lehüm” denseydi, bütün mallar bütün muttakilerin olurdu. Yani, özel mülkiyet var ama kamunun da orada payı vardır. Vergi bu paydan doğmaktadır.
حَقٌّ (XaqQun) “Hakkı vardır.”
Payı vardır demektir. “Hak” burada nekire olarak gelmiştir. Bu hak değişik anlarda değişik nisbetlerde olacaktır. Hak olduğu için belirlidir ama nisbet değişik mallarda değişiktir.
Peki, bu nasıl tesbit edilecektir? İşte bunun için “içtihat” gerekmektedir. Bu nisbet yöreden yöreye, maldan mala değişecektir. Bunu belirleme hakkı içtihat, icma, şûra ve hakem kararlarıyla olacaktır. “Her bucağın kendi hukuku vardır.” Dediğimizde, işte bunu kasetmiş oluyoruz.
لِلسَّائِلِ (Lı elSAEiLi) “Soran, talep eden için.”
“Sail” soran veya talep eden anlamına gelir. Ne var ki bu dilenci değildir. Çünkü marife gelmiştir. Herhangi bir avuç açıp dilenen değil, belli olan bir saildir. “Sail”in kendisi bellidir, ama istediği şey ise nekiredir. İstediği de marife olsaydı “Ellezî Seele” derdi. O halde “Sail” kimdir?
Sadaka toplayanlara “Amil” denmektedir. Burada ise “Sail” kelimesi kullanılmıştır.
Girişimciler vakıflar kurarlar, vakıfları tescil edilir. Onların toplayabilecekleri belirlenir. Halk bu saillerden istediğine hakkını verir ve böylece istediği vakfı desteklemiş olur. Bugün bazı vakıflar için verilen matrahtan düşülüyor. Oysa İslâmiyet’te verilen verginin kendisi olmaktadır. Böylece halkın kamu harcamalarında denetimi sağlanmaktadır. Benzer uygulama İran’da vardır. Halk humusunu bir ayetullaha vermek zorundadır, ama istediği ayetullaha verir.
وَالْمَحْرُومِ (Val MaXRuvMı) “Mahrumların da.”
“Mahrumların da mallarında hakkı vardır.” “Sail” kısmı vakıflarla ilgilidir. Kamu hizmetlerinin görülmesi için harcanır. “Mahrum” ise fakir ve yoksullara verilir.
“Mahrum”da marife olduğu için doğrudan dilencilere vermiyorsun, belli kimselere haklarını veriyorsun.
Hak sahiplerine payları kadar belge verilir. Bunlar istedikleri mal sahibinden bunu alabilirler.
Demek ki bu âyet özel mülkiyeti teşri etmekle beraber, o mülkte kamunun da payı olduğunu belirtmiş oluyor. Kamu görevleri ile sosyal hizmetler ve sosyal güvenlik payları belirtilmiş oluyor. Yörelerin kendi bütçelerini kendilerinin yapacaklarını bildiriyor. Müesseseleri oluşturmak bizim için farz oluyor.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 249. SEMİNER Yorum-79 İstanbul, 23 Nisan 2004
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI
KIBRIS MESELESİ - II (Reşat Nuri Erol Anlatacak)
İlk insanın nerede yaratıldığı bilinmemektedir. Ancak ilk insanın siyah olduğu, yaz kış meyve veren yerde yaşadığı bilinmektedir. Tüylü olan Neadentral insan ise Habil’i öldüren Kabil’in kuzeye kaçması sonucu türedikleri kabul edilebilirse, Hazreti Adem (as) da Mezopotamyalıdır. Toplayıcılıkla geçinen ilk insanlar soğukların gelmesiyle avcılık dönemine geçmişlerdir. Kuzeyde ortalığın ısınmasıyla kuzeyde avlar azaldığı ve otlar çoğaldığı için çobanlık dönemine geçmişler, güneyde ise kuraklık başladığı zaman küçük sulama tarımına geçmişlerdir. Sümerlerin MÖ 4000 yıllarında Mezopotamya’ya gelmesiyle büyük sulama tarımı başlamış, bunun sonucunda yeryüzünde ilk kentleşme gerçekleşmiştir.
Uygarlık kısa zamanda Mısır’a ulaşmıştır. Avcılık döneminde dünyanın her yerine insanlar yayılmıştır. Mezopotamya Uygarlığı Anadolu’ya ve Doğu Akdeniz bölgesine yayılmıştır. Bu arada Mısır ve Mezopotamya’nın ortak etkisiyle Girit ve Kıbrıs adalarında da bu uygarlıklar görülmüştür. Girit’in ormanları, Kıbrıs’ın madenleri sebebiyle bu adalar o günlerin etki alanı olmuştur. Uygarlık buralara Anadolu ve Yunanistan’dan önce gelmiştir.
MÖ 2000 yıllarında Hititlerin Anadolu’yu istila etmesiyle Anadolu’da da Mezopotamya-Mısır karışımı bir uygarlık doğmuştur. Ancak bunların Kıbrıs ve Girit’e, hattâ Yunanistan’a çok az etkisi olmuştur. Mezopotamya ve Mısır uygarlıkları şekil yazısına dayanıyordu. Sonra İbrani Uygarlığı ile harf yazısı yaygınlaştı. Deniz ulaşımı sağlandı. Uygarlık Yunanistan ve adalar içine girdi. Kıbrıs halkı bu tarihten itibaren Yunanca konuşmaya başladı. Ada halkı eski dilleri unuttular.
Kıbrıs devamlı şekilde yabancı devletlerin hakimiyetine girmiştir. Mısır, Mezopotamya, İran, Anadolu, Yunan, Roma, Arap ve Tük istilalarına uğramıştır. Türkler adayı Venediklilerden almışlardır.
Kıbrıs’ın bir özelliği vardır. Pek çok uygarlık ve devletlerin etkisi altında kalan Kıbrıs halkı hep kendi yerli halkı mıdır? 3000 yıl önce yaşayan halk tehcir edilip bir yabancı halk buraya gelmiş olmalıdır. Ancak kendi iç yapısını hep sürdürmüştür. Bu sebepledir ki Kıbrıs halkı dil olarak Yunanca konuşmaktadır, dinleri Ortodoks’tur. Ancak halkın Rum halkı ile ırki yakınlığı kesin değildir. DNA karşılaştırmaları bunu ortaya koyabilir.
Osmanlılar Venediklilerden Kıbrıs’ı alınca Güney tarafına Anadolu’dan getirdikleri Türkleri yerleştirerek adanın güvenliğini sağladılar. Kuzey tarafına ise yine Anadolu’dan getirdikleri Rumları yerleştirdiler, çünkü ziraatı onlar biliyordu. Bunlar Venedikliler zamanından kalan Rumlarla karıştılar.
Osmanlılar Akdeniz hakimiyetini kaybedince adayı İngilizlere Anadolu’yu koruma karşılığı kiraladılar. Batum’u Osmanlılar geri alırsa Kıbrıs da geri alınacaktır. İngilizler I. Cihan Savaşı’nda adayı ilhak ettiler ve Lozan’da da bu ilhak tanındı. Adayı Yunanlılar almak isteyince İngilizlerle çatışma başladı. İngilizler Türkleri kışkırtarak adaya müdahil hale getirdiler. Maksatları bu sebeple adayı Yunalılara vermemekti.
Mustafa Kemal yoktu, Mareşal Fevzi Çakmak emekli edilmişti, İsmet İnönü de gitmek üzere olduğu için maalesef Kıbrıs üzerinde siyaset yapılamadı, Türkiye İngiltere’nin oyuncağı oldu.
Kıbrıs gibi küçük bir ada halkı devlet oluşturamaz ve iki ayrı halkı bir arada tutamaz. İngiltere ve ABD gibi büyük bir devletin orada yerleşmesi Türkiye’nin güvenliği için çok tehlikelidir.
Türkiye’nin tek siyaseti; komşu olduğu kendisinden küçük bir devlete Kıbrıs’ı bırakmak olmalıdır. Batı Trakya’da Kıbrıs benzeri katliamlar cereyan etmiyor. O halde Türklerin Kıbrıs için siyasetleri Enosis olmalıdır. Yunanistan Makarios’un yaptığı cinayetleri işleyemez. Ama Türkiye hâlâ İngiliz, şimdi de Amerikan çıkarları için uğraşmakta ve kendisini tehlikeye atmaktadır. Şimdiki durum nedir?
a) Eğer “evet” çıkarsa; iki devlet arasındaki ihtilaflar ve çatışmalar sebebiyle İngiltere ve Amerika gelip Kıbrıs’a yerleşeceklerdir.
b) Eğer “hayır” çıkarsa; terör olayları sebebiyle aralarında çatışma çıkacak ve yine İngiltere ile Amerika gelip Kıbrıs’a yerleşeceklerdir.
Gerçi Amerika’nın Almanya’da askeri gücü vardır. Ancak bu güç kara gücüdür ve Amerika karada savaşamaz. ABD’nin bugün hakim olduğu saha denizlerdir. Kıbrıs’a getirip yerleştireceği deniz filoları ve uçak meydanları ile tüm eski dünyayı kontrolü altına alır. ABD’nin Irak’a çıkmış olması Türkiye’ye tehdit oluşturmaz, tam tersine güven olur. Çünkü ABD karada bizimle savaşamaz; ama denizde de biz onunla savaşamayız, denizde o bizi yener, biz bir adım atamayız.
O halde ne yapmalıyız? Bizim için iki tarafı dikenli bir sopadır. “Evet” veya “Hayır” çıkması bizim için değişmez. O halde bu hususta Kıbrıs halkını serbest bırakmalıyız.
Ondan sonra ne yapmalıyız? Vakit kaybetmeden Kıbrıs Rumları ve Yunanistan ile bir olup Kıbrıs’ın Yunanistan’a katılmasını sağlamlıyız. Karşılığında on iki adalardan uygun olanlarını alırız. Ya İstanbul ve Batı Trakya’da olduğu gibi halklar yerinde kalır, ya da göç etmelerine izin verilir. Böylece Ege sorununu da çözmüş oluruz.
Türkiye komşuları ile iyi geçinmek zorundadır; onlar da bizimle iyi geçinmek zorundadırlar. Çünkü biz güçlü devletiz. Bizimle baş edemezler. Biz ancak tarafsız olarak, “yurtta sulh, cihanda sulh” esasları içinde yaşayabiliriz. Türkiye Avrupa Birliği ile çok dostane ilişkileri sürdürmek zorundadır. Bu iyi ilişkileri Ruslarla, Çinlilerle, Hintlilerle ve ABD ile de sürdürmek zorundadır.
Oralardan göç edecek Müslümanları ülkesine göçmen olarak kabul etmelidir. Ama orada devletlerine sadık olmayan halklarla asla birlik içinde olmamalıdır. İnşaallah askerlerin aklı buna erer de Adil Düzencilerle sıkı temas kurar ve Cumhuriyetimiz yıkılmadan devletimiz ayakta kalır. Türk Milleti bir daha 1918’leri yaşamaz. Sivillerin bizimle işbirliği yapması mümkün değildir. Çünkü ertesi gün onları yerin dibine geçirirler. Adil Düzenciler her an hazır olmalıdırlar. Bir gün Mustafa Kemal’in dediği gibi Sevr ile karşı karşıya kalınırsa; Türkiye’de 1920’leri başlatacak tek güç Adil Düzenciler olacaktır. İyi hazırlanın!
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92