Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 260
ÂL -İ İMRAN SURESİ TEFSİRİ 153-155.AYETLER
11.07.2004
1872 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜZEN   260

ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi    09 - 11 Temmuz 2004   Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline)  www.akevler.org

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 260. SEMİNER     (CUMA-C.TESİ-PAZAR)    İst. - Ank., 09-11 Temmuz 2004

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL              Tel: (0212) 452 76 51

ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL  (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği)             Tel: (0532) 246 68 92

*HAFTALIK TEFSİR SEMİNERİ  (CUMARTESİ GÜNLERİ “YENİBOSNA”; Saat:18.00-21.00)

ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ – 40

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 18.00 – 21.00 saatleri arası okunacak ve tartışılacaktır.

(Hasan Özket, Yasin Kılar, Hasan Çetinkaya, Reşat Nuri Erol ve Lütfi Hocaoğlu, … dersi okumuş olarak geleceklerdir.)

Cuma günü Üsküdar’da bir kısmı ilk yarım saatte Reşat Nuri Erol tarafından özetlenecektir.

Pazar günü Anakara’da bir kısmı yarım saatte Sabri Tekir tarafından açıklanacaktır.

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

إِذْ تُصْعِدُونَ وَلَا تَلْوُونَ عَلَى أَحَدٍ وَالرَّسُولُ يَدْعُوكُمْ فِي أُخْرَاكُمْ فَأَثَابَكُمْ غَمًّا بِغَمٍّ لِكَيْلَا تَحْزَنُوا عَلَى مَا فَاتَكُمْ وَلَا مَا أَصَابَكُمْ وَاللَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ(153)

ثُمَّ أَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ أَمَنَةً نُعَاسًا يَغْشَى طَائِفَةً مِنْكُمْ وَطَائِفَةٌ قَدْ أَهَمَّتْهُمْ أَنْفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللَّهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِ يَقُولُونَ هَلْ لَنَا مِنْ الْأَمْرِ مِنْ شَيْءٍ قُلْ إِنَّ الْأَمْرَ كُلَّهُ لِلَّهِ يُخْفُونَ فِي أَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَ يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنْ الْأَمْرِ شَيْءٌ مَا قُتِلْنَا هَاهُنَا قُلْ لَوْ كُنْتُمْ فِي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذِينَ كُتِبَ عَلَيْهِمْ الْقَتْلُ إِلَى مَضَاجِعِهِمْ وَلِيَبْتَلِيَ اللَّهُ مَا فِي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحِّصَ مَا فِي قُلُوبِكُمْ وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ(154)

إِنَّ الَّذِينَ تَوَلَّوْا مِنْكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ إِنَّمَا اسْتَزَلَّهُمْ الشَّيْطَانُ بِبَعْضِ مَا كَسَبُوا وَلَقَدْ عَفَا اللَّهُ عَنْهُمْ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ حَلِيمٌ(155)

إِذْ تُصْعِدُونَ  (EıÜ TuÖGıDUvNa)  “Hani is’ad ediyordunuz.”

Saud” yokuş demektir. “Hani yokuş çıkıyordunuz.”

Bu sûrede konular “Ey iman edenler” diyerek ayrılmaktadır. Bundan sonraki bölümde “Ey iman edenler”den sonra gazadan bahsetmektedir. Burada ise hem ribbiyunun Mekke dönemindeki sabır savaşları, hem de ondan sonraki gaza savaşlarında ortak olan özelliklerinden bahsetmektedir.

Yüksek yere ulaşmak için yokuş çıkılır. Burada sıkıntı çekilir, ama sonra yukarıya çıkılır. Sosyal olaylar da böyledir. Yokuş tırmanılır ve sonunda menzile ulaşılır. Bir defe ulaşmak için sıkıntılara göğüs gererek çalışmak is’ad etmektir. Çıkmaktan ziyade çıkarmak anlamındadır.

Bir yük yüklenip yokuş yukarı çıkarma is’addır. Bir doktora tezi hazırlamak ilimde is’addır. Sigarayı bırakabilmek dinde is’addır. Bir işletmeyi kurup kârlı hâle getirmek ekonomide is’addır. Bir siyasi parti kurup iktidar olmak ve “Adil Düzen”i uygulamak yönetimde is’addır.

وَلَا تَلْوُونَ عَلَى أَحَدٍ  (Va LAv TaLVUvNa GaLAy EaPaDın)  “Ehada lavy etmiyordunuz.”

Levye” bir şeyi harekete geçirmek için kullanılan kaldıraçtır. Yokuşu çıkıyor, kimseye dayanmıyordunuz. Kimseye güvenerek değil, kendi gücünüzle ve iradenizle yokuşu çıkmaya çalışıyordunuz. Herkes kendi başına kurtuluşa ermek için çaba gösteriyordu.

İstiklâl Savaşı’ndan önce Türk Milleti yurdunu ve devletini kaybetmişti. Herkes kendi başına çaba içinde idi. Dağınıktı, birbirine dayanmıyordu. Saltanata dayanan topluluk saltanatı kaybetmişti. Kendi başına kalmıştı. İstiklâl Savaşı kazanıldı. Ama ondan sonra başka bir belâ geldi. Bu belâ dinsizlik belâsı idi, din düşmanlığı belâsı idi. Millet o belâya da göğüs gererek yokuşu tırmanmaya başladı. Ayrı ayrı dinsizliğe ve din düşmanlığına karşı savaşa girişti. Nurculuk, Süleymancılık, tarikatlar, Kur’an kursları, okullar, enstitüler böyle direnenleri ve yokuşu tırmanmayı gösterir. Buradaki tavır halkın kollektif direnmesidir.

وَالرَّسُولُ (Va elRaSUvLu)  “Ve resul”

Resul” elçi demektir. Allah yeryüzünde devleti kendisine halife yapmıştır. Devletin başkanı da resulün halifesidir. Bu, Uhud Muharebesi’ni esas alıp yorumlarsanız, buradaki “resul” Hazreti Muhammed’dir. Ama genel olarak kıyamete kadar gelecek olayları alıp yorumlarsanız, “resul” başkandır.

İstiklâl Savaşı’nda halk esaretten kurtulmaya, birisine dayanmadan yokuş çıkmaya başladıklarında Kazım Karabekir, Mustafa Kemal, Fevzi Çakmak ve İsmet İnönü bunları başka taraftan çağırmaya başladılar. Bu direnişi birleştirip organize ettiler. Mustafa Kemal başkan oldu ve İstiklâl Savaşı kazanıldı.

Cumhuriyet’ten sonra halk kimseye dayanmadan din düşmanlığına karşı savaşa girişince, direnişleri organize etmek için Erbakan ortaya çıktı. Bugün “Adil Düzen” çabası sürmektedir…

Uhud’dan sonra Hendek gelecek, ondan sonra Fetih olacaktır…

يَدْعُوكُمْ فِي أُخْرَاكُمْ (YaDGUvKuM Fıy EUPRAyKuM)  “Uharınızdan sizi dâvet ediyordu.”

Buradaki “uhra” başka bir yönden sizi dâvet ediyordu. Mustafa Kemal’in dâveti başka yönden idi. Halkın hedefi, ülkesinden düşmanı çıkarıp saltanatı ve hilafeti kurtarmak iken; Mustafa Kemal başka bir şey söylüyordu. Uhud’da da aslında Hz. Muhammed (s.a.v.) başka bir şey söylüyordu. O da Mekke’nin Fethi ve bir İslâm devletinin kuruluşunu tamamlamaktı. Mustafa Kemal da inkılâpları tamamlayarak müsbet ilmin meşalesinde muasır medeniyetin fevkine çıkmaya dâvet ediyordu. Erbakan’ın çağrısı da farklı idi.

Halk İslâmiyet’i namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmekten ibaret görürken; Erbakan insanlığı “Adil Düzen”e çağırıyordu. “III. Bin Yıl Uygarlığı”na gidiş yolunu gösteriyor, onlara iktidar olma yolunu öğretiyordu.

1967’lere kadar Müslümanlar sadece İslâmî hayatı yaşamayı ve dinlerine baskı yapılmamasını istiyorlardı. İktidar olmayı akıllarından bile geçirmiyorlardı.

Erbakan Müslümanlara iktidar olmayı öğretti. Onları başka bir anlayışa çağırdı.

فَأَثَابَكُمْ غَمًّا بِغَمٍّ  (Fa EaÇaBaKuM ĞaMan Bi ĞaMın) “Bir gam ile size başka bir gamı isabet ettirdi.”

Ğam” yere çöken buluttur, sistir. Önünüzü göremez hâle gelirsiniz. Bir gam sebebiyle size başka bir gam isabet ettirdi. Buradaki birinci gam I. Cihan Savaşı malubiyetimizdir. İsabet eden ikinci gam ise Cumhuriyet dönemindeki dinsizlik hareketidir. Allah Sevr’i onun için dayattı ki biz ikinci sıkıntıyı, dinsizlik sıkıntısını çekelim. Allah acaba ikinci sıkıntıyı bize neden vermiştir? Çünkü 2000 yılına kadar gelmiş olan İslâm Uygarlığı yaşlanmıştı. Bin sene önceki içtihatlar artık bugünün sorunlarını çözmüyordu. Kur’an’ın bugünkü ilimlerle yeniden anlaşılması gerekiyordu. Müçtehitlerin usûlü fıkhını öğreneceğiz, Batı’da gelişmiş olan müsbet ilmi öğreneceğiz. Kur’an’ı yeniden rehber edinip sorunlarımızı çözeceğiz.

İşte bunu yapabilmemiz için yaşlanmış olan I. Kur’an Uygarlığı’nı tarihe emanet edip II. Kur’an Uygarlığı’nı kurmamız için inkılaplar yapmamız gerekiyordu. İnkılapları yapabilmek için de saltanatın ve hilafetin ortadan kalkıp cumhuriyetin gelmesi gerekiyordu. Demek ki inkılap gamı “Adil Düzen”in gelmesi için gerekliydi. Sevr gamı da inkılap gamının gelmesi için gerekliydi.

“Bir gam ile size başka bir gamı isabet ettirdi” denmiş olması bunu ifade etmektedir.

Görülüyor ki, Kur’an sanki şimdi bizim için bize inmiştir. İşte Muhammed İkbal’in söylediği budur. Bulut çöküyor, sıkıntı oluyor ama bir bakımdan da sizi güven içine alıyor. Nereler olduğunu göremiyorsunuz. Aslında Sevr 1990’lerdeki Jön Türklerle başlamıştır, Meşrutiyetle başlamıştır. İnkılaplar ise 1800’lerde başlamıştır. Ama halk önünü görememiştir. Başını eğmiştir. Şimdi de AB ile Türkiye yıkılmak isteniyor. Ama gam çökmüş ve halk sevine sevine koşuyor!.. Karşı görüşlere yer vermeden, hiç kimseye sormadan, %75’i AB’yi istiyor deniyor. Halk istemiyor ama gam çöktüğü için tehlikeyi görmüyor.

Türkiye’ye “Adil Düzen”in gelmesi için belki de bir ikinci Sevr’i yaşamak zorunda kalacağız. Ama bütün bunlara rağmen -her ne hikmetse- ne halk ne de ordu böyle bir endişeyi duymuyor. Biz ise elimizden geleni yapıyoruz, ondan sonra da O’nun kaderini bekliyoruz. Şimdilik, elimizden gelen budur.

لِكَيْلَا تَحْزَنُوا  (LıKaY LAv TaPZaNUv)  “Mahzun olmayasınız diye.”

Eğer düşman üzerinize geliyorsa, her şeyinizi kaybediyorsanız, önünüzde açıkça bunları görüyorsanız mahzun olursunuz. Sis var, neler olduğunu görmüyorsanız; o zaman rahat olursunuz, üzülmesiniz.

Türkiye’yi yıkma planı 1071 Malazgirt zaferinden beri yapılmaktadır.

Önce Ortodoks Bizans yıkılacak, sonra Müslümanlar ortadan kaldırılacaktı. 1800’lerde Türkiye’de başlayan ıslahat hareketlerinin ana hedefi hep Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak olmuştur. Sonunda ne oldu? Bizans yıkıldı ama Osmanlı İmparatorluğu geldi. Osmanlı İmparatorluğu yıkıldı ama Cumhuriyet geldi.

1950’den beri Türkiye’de yapılanlarla hep Türkiye Cumhuriyeti’nin yıkmasını hedefliyorlar.

Ordu Müslüman Türk Halkına saldırtılıyor… Ordu ile halkın arasının açılması isteniyor… Orduyu birbirine düşürmek için çalışılıyor…. Hükümetlere Türk ekonomisini çökertecek politikalar izletiyorlar…

Halkımızın arasına gamme yani sis çöktüğü için bütün bunları göremiyor. Adil Düzencilerin ikazlarına ne halk, ne de iktidar kulak vermiyor. Sonunda birinci Cumhuriyeti yıkabilirler ama, bilsinler ki bu sefer Adil Düzenci bir cumhuriyet kurulacaktır. Bugün Türkiye’nin önünde iki seçenek vardır; ya bu devlet yıkılmadan “Adil Düzen”i kabul edecektir, ya da bu devlet yıkılacaktır. Bu devleti Adil Düzenciler yıkmayacaklardır. Bu devleti işte o ğumme altında görülmeyen güçler yıkacaktır.

Halkımız rahattır! Çünkü sis altındadır. Bizden olduğunu ileri süren basın ve yayın da onların istekleri içinde oynuyor. Bu Allah’ın takdiridir. Adil Düzenciler, sabırlı olun, ortalık aydınlanacaktır.

عَلَى مَا فَاتَكُمْ (GaLAv MAv FavTaKuM)  “Size fevt ettiğine mahzun olmayasınız.”

Türk Milleti iki asırdır kendisine örülen çorapları bilmiyor. Neleri kaybedeceğinden habersizdir.

Ama sonra görür ki kaybolan kaybolmuş ama daha iyisi gelmiştir. Önce topraklarımızı kaybettik... Sonra imparatorluğumuzu kaybettik… Sonra ilmimizi kaybettik… Sonra dinimizi kaybettik… Sonra ekonomimizi kaybettik… Sonra ordumuz bize saldırmaya başladı… Bütün bunlara hiç kulak vermedik!

Ama Allah kaybettiklerimizden daha fazlasını vermektedir. Çünkü bunların hepsi daha iyisi olsun diye böyledir. Topraklar gitti ama yerine bu topraklarda bağımsız devletler kuruldu. Şimdi hem de çağdaş Firavunlar eliyle bunlar arasında birlik oluşuyor. İmparatorluk yerine “Ortadoğu Birliği”ne gidiliyor.

İmparatorluğu kaybettik, ama Cumhuriyeti kazandık. Medreselerimiz kapandı ama üniversitelerimiz yakında Adil Düzen üniversiteleri olarak faaliyet göstereceklerdir. Tekkeler kapatıldı ama Nurculuk doğdu, Süleymancılık doğdu. Güçlü ordumuz sayesinde Anadolu korunuyor. Ordu hep Müslümanlara saldırır gibi yapıyor ama hep İslâmiyet’i yüceltiyor. Anadolu Mustafa Kemal zamanında Müslüman olarak saflaşmadı mı? Kenan Evren zamanında din dersleri okullarda anayasal zorunluluk hâline getirilmedi mi?

وَلَا مَا أَصَابَكُمْ (VaLA MAv EaÖABaKuM)  “Ne de size isabet edene üzülesiniz diye yaptık.”

Fevt edilenlerin yanında isabet edilenler de vardır. İmanımız gitmiştir. Cihad azmimiz kaybolmuştur. Ahlâkımız gitmiştir. Artık faizli işlemleri rahatlıkla yapıyoruz. Faiz sebebiyle enflasyon oluyor, enflasyon işsizliği doğuruyor, işsizlik açlığı doğuruyor, açlık borçları getiriyor, borç yolsuzluğu zorunlu kılıyor, yolsuzluk rüşveti meşrulaştırıyor, rüşvet baskıya sebep oluyor, baskı isyanı doğuruyor, isyan zulmü artırıyor...

İşte bunlar bize isabet edenlerdir. Yüz kadar problemle karşı karşıyayız. İşsizlik, dış borç, adaletsiz yargı bağımlılığı, sermaye basını bizi ölüm döşeğinde koma içinde bırakmıştır. Ama halkımızın üzerine bir ğam çökmüştür. Bütün bunlardan habersiz rahat rahat yaşıyor! Bize isabet edenler sadece bunlardan ibaret değildir.

Gençlerimiz evlenmekten uzak duruyorlar. Evlilik istisnai hal aldı. Bu durum yarın ülkemize fuhşu getirecektir. Fuhuş da sağlığı ve sosyal yapıyı bozacaktır. Bu tehlike o kadar büyük ve o kadar sinsidir ki, diğerlerinin hepsinin toplamından büyüktür. İslâm aile yapısını çökerttiler. Çeşitli bahaneler ileri süren gençler evlenmiyor. Yeni aile tipini de üretmediler. Avrupa’da da böyle oldu. Kilise aile tipini yıktılar. Lâik aile tipini geliştiremediler. Avrupa’nın nüfusu azalıyor. Cinsi hastalıklar önlenemez seviyelere ulaştı. AIDS için yapılan harcamalar bizim faiz yükünü d  aşmak üzeredir.

وَاللَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ (Va elLAHu PaBIyRun BıMav TaG MALUvNa)  

“Allah bütün amel ettiklerinizden habirdir.”

Siz üzülmeyin, heyecana kapılmayın, endişe etmeyin. Biz bunların hepsini biliyoruz.

Bu medya bulutunu, bu siyasi bulutu, bu bürokratik bulutu hep biz isabet ettiriyoruz.

Sizi fazla üzmemek için bunu yapıyoruz. Siz onlara kulak vermeyin.

Siz kendiniz “Adil Düzen”i öğrenmeye ve kendi aranızda uygulamaya gayret edin. Ondan sonrasını Biz biliyoruz. Sizin yaptıklarınızdan da, onların yaptıklarından da haberdarız. Buradaki “siz” her iki cepheyi de ele almaktadır. Biz eğer şimdi halkımıza bazı şeyleri duyurmuyorsak, o bizim bilgimiz dahilindedir, sizin için hayırdır. Medya “Adil Düzen”e kapalı ise bu Allah’ın takdiri iledir. Bizim içindir. Bizi koruduğu içindir.

ثُمَّ أَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ   (ÇumMa EaNZaLa GaLaYKuM MıN BAGDı elĞamMı)

“Sonra size ğam arkasından inzâl etti.”

“Ğam” için “isabet ettirdi” demektedir. “Emene” için ise “inzâl” demektedir.

Nüzul etmek demek, konuklamak, bir yere varıp yerleşmek demektir. Güven gelmiştir. Korku gitmiştir.

Türkiye’de İstiklâl Savaşı’ndan sonra güven gelmiştir. Türk Ordusu her zaman kendisini güçlü hissetmiştir. II. Cihan Savaşı’na katılmamış, ülkede savaş korkusu da yaşanmamıştır. Türkiye “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesini benimsemiş, ondan sonra kendisi bir korku duymamıştır. Hâlâ da askeri bakımdan bir korku duymamaktadır. Doğuda PKK olayları cereyan etmiştir. Bu zulüm Amerikalıların isteği ve desteği üzerine yapılmıştır. Hiçbir zaman Türk ordusu doğuda bir ayrılıkçılığın oluşacağı endişesini duymamıştır, hâlâ da duymamaktadır. Türk halkı siyasi bakımdan bir endişe içinde değildir. Kendisine saldırmayı planlayan ve tehdit oluşturan Sovyetler yıkılmıştır. Şimdi Ruslarla son derece iyi bir dostluk içindeyiz. Avrupalılarla da dostluk içindeyiz. Bütün bunlar bizde meydana gelen uyuklama sonucudur.

Diğer taraftan 2000 yılına ulaştığımız zaman artık din düşmanlarından da korkumuz kalmamıştır. Henüz karşı baskıyı aşmış değiliz. Din düşmanları hâlâ borularını öttürüyorlar. Ama her gün biraz daha çöküp gidiyorlar. AK Parti onlarla sorun çıkarmayayım diye henüz milletin dinini örenmesine imkân sağlayamadı. Din düşmanı okulları lâikleştiremedi. Hâlâ başörtüsünü serbest bırakamadı. Millet Kur’an’ı öğrenemiyor. Dindarlar kamu yönetiminde ve orduda yer alamıyor. Bürokratlar dinlerini hâlâ gizli tutmak zorunda kalıyorlar.

Halk ise bunlara karşı uyuklamış bir şekilde duruyor. Bundan sonra ne olacaktır?

Ya AK Parti’nin aklı başına gelecek ve korkuyu atıp Hakka gelecek. Anayasanın emrettiği demokratik, lâik, sosyal ve liberal hukuk devletini tesis edecek. Ya da diğer partiler gibi gidecek ve ondan daha iyisi gelecektir. Kimse bunu değiştiremez. Halk şimdilik uyuklamada olduğu için durumun vahametini keşfedemiyor.

أَمَنَةً  (EaMaNaten)  “Emniyet inzâl etti.”

Ğamda görememezlikten, bilememezlikten bir endişe vardır. Sonra ortalık açılır, etrafı görürsünüz. Artık kendinizi emniyette hissedersiniz. Çünkü o esnada düşman çekilmiş, siper açmış ve gizlenmiştir.

28 Şubat olayı bir ğumme idi. Bizi karanlıkların içine gömmüştü. Anayasa Mahkemesi hukuka tamamen aykırı olarak partileri kapatıyor, yine hukuka aykırı olarak milletvekillerinin milletvekilliklerini düşürüyordu. Oysa, dokunulmazlığı olan bir milletvekili muhakeme edilemezdi; şimdiye kadar edilememiştir de. Kimse çağırıp onlardan ifade alamamıştır. Ama buna rağmen, Erbakan başta olmak üzere mahkum edilmişlerdir.

Oysa dünyamın hiçbir hukukunda yargılanmadan mahkumiyet yoktur.

Hakimler askerlerin toplantılarına katılmış ve onları ayakta alkışlamışlardır. Oysa hakim tarafsızlığını ilân ettiği gün reddine sebeptir. Türk yargısı taraf olmuş ve Türkiye’yi ihtilâle götürmek istemişlerdir.

Cumhurbaşkanı ekseriyeti olan bir gruba hükümet vermiyor, baskı ile hükümeti oluşturuyordu. MİT harekete geçmiş ve kendilerine göre destekledikleri partiler iktidar edilmişti. Başbakan orduyu arkasına alarak Meclis’i basmış ve Merve Kavakçı’nın yemin etmesini önlemiş, Meclis çalıştırılmamıştı. O günün başbakanı ve yardakçıları idamlık suç işlemişlerdir. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi kendi aralarında da kriz çıkmış ve ekonomik çöküntüler olmuştur. Ülke her yönüyle yıkılışa gidiyordu. Tam bu sırada Allah bir plan hazırladı.

Avrupa Birliği Mesut Yılmaz’ı Avrupa’ya çağırdı ve bir görev verdi. “Bu ordu varken sizi Avrupa Birliği’ne alamayız, orduyu tasfiye edin!” dediler. Bunu yapmak mümkün değildi. Çünkü Milliyetçi Hareket Partisi vardı. “MHP’yi hükümetten uzaklaştırın!” dediler. Mesut koşa koşa Çiller’e geldi ve müjdeyi verdi. Çiller’in orduya karşı husumeti vardı. Çünkü onu iktidardan indirmişlerdi. Ama Çiller gitti ve orduya haber verdi. Ordu ondan sonra 3 Kasım seçim kararını aldı. İşte böylece “ğam devri” bitti, “emene devri” başladı. Türk milleti rahattır. Çünkü biliyor ki bu hükümetin arkasında ordu var. Daha doğrusu bu ordunun hükümetidir.

نُعَاسًا (NUGaSan)  “Uyuklamayı.”

Yani, uyku ile uyanıklık arası hal. Bu ikisi arasındaki bir durumdur.

Sine” ara ara uyuklamadır. “Nuas” ise uyanık ama tam uyanık olmama hâlidir, gaflettir.

Bugün aslında hiçbir tehlike atlatılmış değildir. Dış ve iç sorunlar aynen durmaktadır.

İsrail imparatorluğunun kurulması projesinden vazgeçilmemiştir. Türkiye’yi bölme projesinden vazgeçilmemiştir. Türkiye’yi dinsizleştirme projesinden vazgeçilmemiştir. İç savaş ayarlamalarından vazgeçilmemiştir. Ekonomiyi çökertme planları devam etmektedir. Ama AK Parti’nin gelmesi ile sancılar bitmiş, sanki iyileşmişiz gibi olmuşuzdur. Bu durum bize ne kazandırıyor? Zaman kazandırıyor. 

يَغْشَى طَائِفَةً مِنْكُمْ  “Sizden bir taifeyi ğaşyetmektedir.”

Yani, sizden bir taifeyi güven içine alıp çevredeki tehlikeleri göstermez olmaktadır.

Demek ki, bugün Türk halkındaki bu uyuklama hâli tamamen Allah’ın takdiridir. Allah bunu niçin yapıyor? Zamanını bekliyor. Oluşmasını bekliyor. Türk ordusunun gerçekleri görmesini bekliyor.

3 Kasım Seçimi’ne karar verenler bir gün “Adil Düzen” uygulamasına da karar vereceklerdir. O zamana kadar biz Adil Düzencilere düşen sabırla beklemek, “Adil Düzen”i öğrenmek ve uygulamaktır. Bizim dışımızdaki olaylardan asla endişe duymamaktır. Biz sadece bize düşen görevi yapmakla yükümlüyüz.

Nedir bu “Adil Düzen”i öğrenmek? Halk Marketini kurmak... “Adil Düzen”i anlatmaya devam etmek... Bunun için bir “Adil Düzen Dergisi” çıkarmak... Sonrası yaptıklarımızı bilene aittir, O ne isterse onu yapar.

وَطَائِفَةٌ قَدْ أَهَمَّتْهُمْ أَنْفُسُهُمْ “Kendi canlarının kaygısına düşmüş bir gurup da”

Demek ki AK Parti iktidarından sonra iki taife ortaya çıktı. Birini uyuklama kapladı. Rahatlık içinde hareketsizdirler. İkinci taife ise kendi derdine düştü. Onlara kendi canları önemli göründü. Biz niye kaybettik diye rahatsız oldular. Üzülerek belirtmeliyim ki, maalesef bu sıkıntıya Türkiye’de büyük taife düştü.

Aslında 3 Kasım Seçimlerinde büyük olay oldu. Müslümanlar toparlandı. Anayasa ekseriyetini aldılar. Sol da toparlandı ve üçte bir ekseriyetle ana muhalefet partisi oldular. Bu partileri uyuklama kapladı. Yatıyorlar.

AB’den veya ABD’den gelen kanunları ittifakla geçiriyorlar. Ondan sonra gerginlik çıkarmayacağız diye hiçbir şey yapmıyorlar. Ülkeyi yıkma çabası içinde ittifak hâlindedirler. Buna karşılık DYP, ANAP, GP gibi orta yolda olan kitle yani çıkar partileri eriyip gitti. Vah vah diyerek dövünüyorlar. Saadet Partisi ve MHP de AK Parti’nin yerinde biz niye değiliz diye üzüntü içindedirler. Oysa bu gelişmelerden her ikisi de son derece sevinmelidir. Çünkü her ikisinin istediği olmaktadır. AK Parti’nin yaptığı, onların yapmak istedikleridir.

“Adil Düzen”i benimseyen parti maalesef yoktur. BBP ve BTP’den kıpırdanma beklerken, kendi başlarına yokuşu tırmanma çabası içindedirler. Kendilerini birliğe çağıran sese kulak vermiyorlar.

يَظُنُّونَ بِاللَّهِ غَيْرَ الْحَقِّ  (YaLunNUvNa Bi elLAHI ĞaYRa el XaqQı)

“Allah hakkında haktan başkasını zannediyorlar.”

AK Parti’yi oraya getiren Allah’tır. Onun görmesi gereken işler vardır, şimdi onlar görülüyor.

Amerika Birleşik Devletleri’nde büyük mücadele başlamıştır. Amerikan halkı sömürü sermayesine karşı savaş veriyor. Başkan Bush dün destekleniyordu, yarın halk ona oy vermeyecektir. Ancak elinden gelirse zor kullanacak ve iktidarda kalacak. Zor dediğimiz zaman silah zorunu kastetmiyoruz, yargıya baskıyı kastediyoruz. Ama bundan sonraki seçimde ABD’de sermaye hakimiyeti sona erecektir. Böylece sermayenin dünyayı NATO vasıtasıyla hakimiyeti altına alması da sona erecektir. AK Parti’nin iktidara gelmesi Müslümanları memnun etmiyor, çünkü Müslümanların dediklerini yapmıyor. Diğerlerini de memnun etmiyor, çünkü Türkiye’yi adım adım İslâmiyet’e götürüyor. Oysa bunların hepsi Allah’ın takdiridir. Hepsi “Adil Düzen”e doğru atılan adımdır.

ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِ   (JanNa eLCAHıLıyYaTı) 

Zan” burada inanış demektir. Cahiliye anlayışı demektir.

Cahiliye” kelimesini Kur’an’da dört yerde kullanmaktadır. Savaşı zorunlu saymayan anlayıştır. Burada geçmektedir. Yargısız infazları meşru gören inanıştır. Evlilik sistemini ve dolayısıyla örtünmeyi kabul etmeyen cahiliye sistemidir. Irk ve grup hakimiyeti ile hareket cahiliyedir.

İnsanlık binlerce yıl devlet aşaması öncesine dayanan dönemler geçirmiştir.

“Devlet” dediğimiz zaman ne anlayacağız? “Devlet” demek, dayanışma ortaklığıdır, barış düzenidir. İnsanlar aralarında çıkan anlaşmazlıkları hakemler yoluyla çözerler. Hakemlerin kararlarına uymayanlara karşı askeri güç oluştururlar. Suç işleyenlere karşı ceza uygulaması yok, onun yerine kan gütme var. İnsanlar barış için değil, kendilerini başkalarına hakim kılmak için savaşırlar.

يَقُولُونَ هَلْ لَنَا مِنْ الْأَمْرِ مِنْ شَيْءٍ   (YaQUvLUvNa HaL LaNAv MiNa elEaMRı ŞaYEın)

“Emirden bize bir şey mi vardır derler.”

Yani, biz savaşa katılmak zorunda mıyız? Yoksa, istersek savaşırız, istersek savaşmayız. Bizim cihad etme mecburiyetimiz var mıdır? Cahiliye döneminde devlet aşamasından önce böyle bir zorunluluk yoktu.

Devlet aşamasında herkesin devlete karşı görevleri vardır. Zorunlu olarak bu görevleri yerine getirmek zorundadır. Burada demokrasi yoktur. Bu görevde kişiler ya bedel verecekler, ya da bedenen savaşa katılacaklardır. Topluluk içinde yaşayacak, topluluğun güvenliğinden yararlanacak; mahkemesinden, polisinden, jandarmasından yararlanacak, ama devletin giderlerine katılmayacak veya savaşa katılmayacaklardır! İşte bu düşünce cahiliye düşüncesidir. Nimet külfet iledir. Bu yoldan madem ki geçiyor, bu yolun güvenliğine katkıda bulunmak zorundadır. Böyle yapmazsa, topluluğu terk eder, ayrılıp gider. Orada ne yaparsa yapsın.

Devlet demek, birlik demektir, ortaklık demektir. Ocak, bucak, il, ülke ve insanlık birer ortaklıktır. Ortaklığın nimetlerinden yararlananlar külfetlerine de katılmak zorundadırlar. 

قُلْ إِنَّ الْأَمْرَ كُلَّهُ لِلَّهِ  (QuLı EınNa eLEaMRa KulLaHu LılLAHı) 

“Emrin küllisi Allah’ındır diye kavlet.”

Burada bütün işlerin insanlığa ve topluluğa ait olduğu ifade edilmiştir. İnsanlar doğarlar, yaşarlar ve ölürler. İnsanlık ise devam edip gider. O halde dünyada gaye insanlığın varlığıdır. İşler hep onun varlığı ve yaşaması içindir. Kişi burada elde ettiği kazançlarını âhirette kullanır. Burada ölümlü olduğu için bir şeyi kazanması mümkün değildir. Önce topluluk yaşatılacaktır. Topluluk ise insanlar içindir. Allah’ın kendisinin bize bir ihtiyacı yoktur. O’nun bu emri de bizim içindir. Topluluk da kişiler içindir. Kişilerin cizye vererek savaşa mâlen katılabilmeleri veya bedenle katılarak cihat yapabilmeleri için emrin küllisi Allah içindir.

Burada emirde bizim bir etkimiz ve yetkimiz var mıdır? Kesin olarak Allah ifade ediyor ki, sizin kendiniz için çalışmanız gerekmektedir. Yoksa olaylar O’nun yani Allah’ın takdiriyle olmaktadır. Olacak olan zaten olacaktır. “Adil Düzen”in gelmesinde bizim bir etkimiz var mıdır? Kesin olarak yoktur. Biz istesek de istemesek de, onun için çalışsak da çalışmasak da, olacak olanı O yerine getirecektir. Ancak onu bizim elimizle yerine getirmekle bize büyük bir şeref bahşetmiştir. Hakkını vermezsek cezası da ağır olur.

Allah’ın bize verdiği mevkiden dolayı hamd edip çalışarak şükrünü eda etmeliyiz.

يُخْفُونَ فِي أَنْفُسِهِمْ (YuPFUvNa FıY EaNFuSıHIM)  “Nefislerinde hafyettiler.”

Bugün Müslümanların anayasa ekseriyetini almış olmalarından dolayı herkes şakındır. Önce parti kısa zamanda kuruldu. Hiçbir gayret göstermedi. Kısa zamanda %34 oy aldı. Bunu nasıl aldı? Allah insanlara oylarını ona vermesini telkin etti. Sonra %34 ile %67’lik bir ekseriyet temin etti. Nasıl etti? Diğer partileri devre dışı bıraktı. Eğer baraj %10 yerine %5 olsaydı şimdi ne olurdu? Anayasa ekseriyeti şurada dursun, normal ekseriyeti bile alamazlardı. Demek ki, her şeyi Allah ayarlamış ve Meclis’i AK Parti ile CHP’ye teslim etmiştir.

“İstikrar olsun, istikrar olsun!” denmiyor muydu? Ne var ki, Allah’ın bu ikramına ve lütfüne ne AK Partililer inanıyor, ne de muhalifleri. Anayasa ekseriyetini kaybetmişler, buna rağmen hâlâ AK Parti’nin kanun yapmasına izin vermiyorlar. Çünkü onlar hiçbir şeye inanmıyorlar. O gün işlerine hangisi gelirse o gün o kuralı uyguluyorlar. Demek ki gruplardan biri uyuklama içinde, diğeri de korku ve dehşet içinde.

مَا لَا يُبْدُونَ لَكَ (MAv Lav YuBDUvNa LaKa)  “Sana ibda etmediklerini içlerinde saklıyorlar.”

Nedir o acaba başkanlarına ibda etmedikleri? Bu ibda korkmalarıdır. Biz oy aldık ama bu oyu anlımızın teri ile almadık. Kendi kendine düşer, elimizden gider. Nitekim bundan önce de böyle oldu.

Senin dediklerin olmaz diyorlar. Çünkü onlar Allah’a inanmıyorlar.

Allah’ın ne kadar güçlü olduğunu ve Kâinat’a nasıl hakim olduğunu bilmiyorlar.

يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنْ الْأَمْرِ شَيْءٌ مَا قُتِلْنَا هَاهُنَا (YaQUvLuNa Lav KAvNa LaNAv MıNa elEaMRı ŞaYEun MAv RutıLNAv)  “Eğer bizim elimizde bir şey olsaydı burada katlolunmazdık derler.”

Yani, ne I. Cihan Savaşı’nda mağlup olurduk, ne de inkılâplarda sehpalara giderdik.

Demek ki, burada bizim yapacağımız bir şey yoktur. Biz Allah’ın yanında yer almıyoruz, daha doğrusu Allah bizim yanımızda değildir. İşte içlerinde sakladıkları ve ortaya koyamadıkları cahiliye düşünceleri budur.

Allah bu dünyayı bizim için yarattı. Bizi eğitip yetiştirsin, sonra da imtihan edip diploma versin ve cennete göndersin diye getirdi. İmtihan demek sıkıntı demektir. İmtihan demek, sınıfta kalabilme demektir. Elbette öldürüleceksiniz ve öldüreceksiniz. Aynı şartlar altında sorular içinde olacaksınız ve imtihanı kazanacaksınız. Bu da sizin sabrınız olacaktır. Mevcut tabiî ve sosyal kanunlar içinde yaşıyoruz. O kanunlar içinde oyun oynayabiliriz. Yarışabiliriz. Yoksa kuralları olmayan bir oyun nasıl oynanacaktır? 

قُلْ لَوْ كُنْتُمْ فِي بُيُوتِكُمْ (QuL LaV KuNTuM Fıy BuYUvTıKuM)

“Evlerinizde olsanız da (yani cihat yapmasanız da) yine ölürdünüz.”

Burada “evde olsanız” da kullanılmıştır. Çünkü insanları aktif olmaktan alıkoyan evlerdir. Kurulmuş ev vardır, kurulmuş düzen vardır. İnsanlar bu düzenlerini bozmuyorlar, bozamıyorlar. Oysa evde olmak insanları kurtaramıyor. Irak’ta, Filistin’de, ikiz kulelerde olanları gördünüz. O halde evde oturmak sorunları çözmüyor.

لَبَرَزَ الَّذِينَ كُتِبَ عَلَيْهِمْ الْقَتْلُ إِلَى مَضَاجِعِهِمْ (La BaRaZa elLaÜıNa UaleyHıMu el QaTLu EıLAy MaWaCıGıHıM)

“Kendilerine katl ketbedilmiş olanlar medclerine buruz ederdi.”

Evinizde olsaydınız. Kendilerine katl yazılmış olanlara katl medclerine buruz ederdi. Bize göre burada hazf vardır. لَبَرَزَ القتل الى الَّذِينَ كُتِبَ عَلَيْهِمْ الْقَتْلُ إِلَى مَضَاجِعِهِمْ Yani, kendilerine katl yazılan kimselere medclerine buruz ederdi. “Beraze” saldırdı anlamında yani, ölüm onlara yataklarında saldırdı anlamı çıkar. “El-katlu İla” hazfedilmiştir. Çünkü sonra gelen âyet bunu açıklamaktadır. Yahut kendilerine katl yazılmış olan kimseler kendi yataklarına saldırırlardı, orada debelenip dururlardı. Eğer “Medceğ” yatak değil de mecaz olarak mezar anlamına gelirse, mezarlarına saldırırlardı yahut mezarlarda gömülürlerdi anlaşılır. و ان احد من المشركين استجارك Burada “İsticareke” kelimesi hazf olmuştur. Çünkü “İn” isim cümlesine gelmez.

Kelam ilminde eceli gelmeden ölüm olur mu, olmaz mı, tartışmalıdır. Ecelin bir saat takdim edilmeyeceği, tehir edilmeyeceği Kur’an’da bildirilmiştir. Bunu ilmen ispat etmemiz mümkün değildir.

Turgut Özal’a kurşun atılmış ve kurşun mikrofona değmiştir. “Allah’ın verdiği canı kimse alamaz!” diyerek konuşmasına devam etmiştir.

Bu âyetler bize çok açık olarak ecelin kaderle ilgili olduğunu ifade etmektedir. Firavuna ise ‘sen burada ancak kaza edersin’ demişlerdir. O âyette kadere insanların etkili olacağı belirtilmiştir.

Mü’minler için bunun öyle veya böyle olması önemli değildir. Onlar kendilerinin görevlerini yaparlar, erken veya geç ölmeleri onlar için önemli değildir. Bunu şöyle açıklayabiliriz. Üç türlü takdir vardır. Filan kimse ölecektir. Kimse bir saat onu geciktiremez. Filan kimse ölmeyecektir. Kimse onu öldüremez. Ama kaderde şöyle olursa ölsün, şöyle olursa ölmesin diye yazılı ise; o olursa ölür, o olmazsa ölmez. O yazıyı bilmemiz mümkün olmadığı için bizim için bize söylenenleri yapmak, sonra da kadere teslim olmak gerekir. 

وَلِيَبْتَلِيَ اللَّهُ مَا فِي صُدُورِكُمْ  (Va Lı YaBTaLıYa elLAHu MA FIy WuvDUvRıKuM)

“Allah’ın sadırlarınızdakini ibtilâ etmesi için.”

Kur’an bir kelimeyi veya cümleyi bir yere atfederken başına gelen harfi iade ederek uzaktakilere atfeder. “LiKey LâTahzenû” fiiline atfetmektedir. Mahzun olmayasınız ve Allah sadırlarınızda olanları ibtilâ etsin diye ğam ile bir ğam getirdi denmektedir.

Sisin çökmesini, bir taraftan siz üzülmeyesiniz diye yapmaktadır, diğer taraftan da beyninizde, başlarınızda olanları imtihan etsin diye yapmaktadır. Yani, inandık diyorsunuz. Acaba gerçekten inandınız mı? Sıkıntılara dayanabiliyor musunuz? İnanmamış insanlar bile kendi görüşleri için cihat yapıyorlar.

Öldükten sonra cehennemden başka bir şey beklemedikleri halde ölesiye savaşıyorlar. Siz ise öldükten sonra cennete gideceğinizi bildiğiniz halde bu sıkıntılara ne derece dayanıyorsunuz? Allah bunu ortaya çıkarsın diye o gama gam yapıyor. “Allah bilsin” dediğimiz zaman, “topluluk bilsin” demiş oluruz.

İnsanların bir yönetime tâbi olmaları için o yönetimi imtihan etmelidirler. Halk onların samimiyetini ve dayanıklılığını bilmelidir. Basit bir mağlubiyetle hemen ‘pes’ deyip teslim olacaklarsa halk onlara inanmaz.

Millî Görüşçüler kaç defa kapandığı halde yine de partilerini kurdular ve hâlâ da devam ediyorlar.

Millî Nizam, Millî Selâmet, Refah, Fazilet ve Saadet. İşte bu imtihandır.

Adil Düzencilerin de aynı azmi göstermesi gerekir. Onlar partide değil, ekonomik faaliyetlerde aynı azmi göstermelidirler. Başarısızlıkları onları yıldırmamalıdır.

وَلِيُمَحِّصَ مَا فِي قُلُوبِكُمْ (Va Lı YUMaxXıÖa MAv FIy QLUvBıKuM)  

“Kalblerinizde olanları temhıs etsin diye.”

Mahs” arı demek, tertemiz demektir. “Temhis etmek” ayırmak, temizlemek demektir. Kalblerinizde olanları tertemiz yapsın anlamına gelir. Yukarıda “sadr” kelimesini kullandı ve “ibtilâ” ile yaptı. Şimdi “kalb” kelimesini kullandı ve “temhıs” ile getirdi. “Sadr” baş demektir. Kalb de merkez demektir. İnsanın kalbi sadrın içindedir. Dört meleke vardır: Düşünen meleke vardır. Duyan meleke vardır. Yapan meleke vardır. Görüşen meleke vardır. Alusi’de Kalb imanın, Sadr islâmın, Fuad müşahedenin ve Lub tevhidin makarrıdır diyorlar demektedir. Yukarıda sadrın imtihanla ilgili olması daha çok sosyal ilişkilerle ilgili olandır. Çünkü insan imtihan edilerek topluluk içinde bir mertebe kazanır. Burada kalbin arındırılması ise kişisel ahlâka işaret etmektedir. O halde kalb daha çok hisleri ve kişisel ahlâkı içerir. Sadr ise daha çok topluluğu ve sosyal hukuku içerir. 

Kur’an’ın kelimeleri üzerinde çalışılıp karşılaştırılmalı lügat ortaya konmalıdır.

وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ (Va EalLAHu GaLIyMun BıÜAvTı elÖuDUvRı) 

“Allah sadırların zatını bilmektedir.”

Burada “sadırların zatını” deyip “kalblerin zatını” dememiş olması, kalbin sadır içinde olduğunu göstermesidir. Ruhi olaylar beyindeki bilgisayarda cereyan etmektedir. Göğsümüzdeki kalb ile ilişkili değildir. Birçokları hislerin göğüsteki yürekte olduğunu sanırlar. Kur’an ise bu âyetle öyle olmadığına işaret etmektedir. “Alîm” kelimesi nekire gelmiştir. Toplulukta bilir anlamındadır. İşte gama gam olaylar bu bilgiyi sağlar.

إِنَّ الَّذِينَ تَوَلَّوْا مِنْكُمْ (EınNa elLaÜIyNa TaValLaV MıNKuM)  “Sizden tevelli eden kimseler.”

Sırtlarını dönüp geri çekilenler” demektir. Sıcak savaştan kaçanlar, mağlup olanlar demektir. Soğuk savaştan da vazgeçenler demektir. “Adil Düzen”i bırakanlar demektir. Topluluğa verilen sözleri yerine getirmeyenler demektir. Başörtüsünü serbest kılıp lâikliği ülkeye getiremeyenler demektir. Mü’minlerin Kur’an öğrenmesini serbest yaptıramayanlar demektir. Çocukların dinini öğrenmesini istemeyenleri durduramayanlar demektir. Yani, bir şeye tevessül ettikten sonra ondan vazgeçenler demektir.

Onun içindir ki Adil Düzenciler geri çekilmemelidirler. Başladıkları şeyleri tamamlamalıdırlar.

Marketlerini kurmalıdırlar… Ahşap evleri yapmalıdırlar… Dergilerini çıkarmalıdırlar…

يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ (YaVMa eLTaQAy eLCaMGAvNı)  “İki cemaat iltika ettiğinde.”

Burada “cemaat” olarak geçmektedir. Bir de “Fieten” olarak geçmektedir. “Fiet”, askeri birlik olarak alınabilir. “Cemaat” ise siyasi örgüt olarak alınabilir. Yani genel anlamdadır.

İki cemaatin karşılaşması savaşta karşılaşma olduğu gibi; seçimde karşılaşması, mecliste karşılaşması, protokolde karşılaşması, pazarda karşılaşması anlamlarına gelir. Burada anlatılan sadece savaş değildir. Herhangi bir karşılaşmadır. Haklı oldukları halde karşılaşmayı terk etmek, ayrılmak demektir.

Adil Düzenciler son derece hazırlıklı olmalıdırlar. Haklı olmalıdırlar. Şeriata ve kanunlara uymalıdırlar. Kendilerine karşı olanlarla karşılaştıkları zaman asla geri çekilmemelidirler. Öyle davranmalısınız ki, karşınızdakiler, bunlar bir defa karar verdiler mi artık onu sonuna kadar götürürler, başladıkları hayırlı işi yarım bırakmazlar diye düşünmelidirler. Böyle yapanlar hakkında Allah bu hükmü vermektedir.

إِنَّمَا اسْتَزَلَّهُمْ الشَّيْطَانُ (EınNaMAv ESTaZalLaHuM elŞaYaOIyNu)  “Şeytan onları izlâl etmiştir.

Şeytan onları sarsmıştır. Şeytan onları çözmüş ve dağıtmıştır. Demek ki, geri çekilme şeytan işidir.

Şeytan nedir? Şeytan var mıdır? Melek nedir? Melek var mıdır? Anahtarı çevirdiğimiz zaman lambamız yanar. Yahut mıknatısı demire tuttuğumuz zaman demiri çeker. Kimse ne elektriği ne de mıknatısı eliyle yakalayıp tutamaz, gözüyle göremez, burnuyla koklayamaz. Ama o vardır. Benim karşımdaki insan da öyledir.

Ben onu ancak davranışları ile bilirim. Ama onun ruhunu yakalayamam. Çünkü benim beynim ancak dalgaları alabilir. Bütün dalgaları da değil, özel bazı dalgaları. Ben şunu biliyorum ki, benim içimde beni dürtükleyen iki kuvvet her zaman vardır. Yolda bir cüzdan buldum. Baktım ki içinde büyük para var. Hemen bende ikilem başlar. -“Bu başkasınındır. Sahibini bulup vermeliyim.” -“Bunu ben buldum. Sahibini nereden arayıp bulacağım!” İşte beni her yerde bu iki dürtü dürtmektedir. Bu iki zıt dürtüyü yapanın birisi melektir, diğeri şeytandır. O halde şeytan demek, görünmez ve bilinmez şeyler değildir. Bu duyguların kaynağıdır. Bunun kendiliğinden olduğu söylenemez. Çünkü kendiliğinden olsaydı her zaman aynı şeyler olurdu ve her yerde buna benzer kararlar alırdım. Oysa benim fücurum ve takvam her zaman benimle dolaşmaktadır. Takvayı melek, fücuru şeytan ilham etmektedir. Bunları inkâr etmek demek; mıknatıs yoktur, elektrik yoktur demektir.

Peki, bazen neden melekler ilham ediyor da bazen neden şeytan ilham ediyor? Yani, biz neden bazen meleklerin, bazen de şeytanların ilhamlarına uyuyoruz? Bilmeliyiz ki, ilham eden melekler ve şeytanlardır. İnsanlardan onlara arkadaş olanlardır. Ama kararı veren biziz, yapan biziz. Dolayısıyla sorumlu olan da biziz.

بِبَعْضِ مَا كَسَبُوا (Bı BaGWı MAv KaSaBUv)  “Kesbetmiş olduklarının bazısı sebebiyle.”

Yani, o halde neden geri çekilmektedirler? Neden “Adil Düzen”den vazgeçilmiştir? Neden erkekçe değil de ürkekçe davranılmıştır? Çünkü daha önce başka günahlar işlenmiştir de ondan.

Millî Görüşçülere hatırlatılmıştı ki, millî koalisyon hükümetini kurunuz. Onlar ise öyle yapmadılar. Zayıf bir ekseriyet hükümetini kurdular. Hem de bunu “Adil Düzen”i terk ederek yaptılar. İktidara gelmek için imanda taviz verdiler. Uygularken “Adil Düzen”den yararlandılar, ama “Adil Düzen”i ağızlarına almamaya söz verdiler. Oysa Allah amelde günahı affeder, ama imanda günahı affetmez.

AK Partililer de “Adil Düzen”den, Millî Görüşten öğrendiklerini terk ederek faizli sistemle selâmete çıkacaklarına inanıyorlar. İşte baştan hakkı söylemekten vazgeçtiklerinden dolayı Allah da onların geri çekilmelerine izin verdi. İnsanlar “Adil Düzen” gelmeden adil davranmayabilirler. Mesela, faizli işlem yapabilirler, bu günah değildir. Ama faizsiz sistemi getirmek için ellerinden geleni yapmalıdırlar, faize karşı olduklarını her zaman ilan etmelidirler. Faizi meşru görmek küfürdür. Allah ve resulü ile savaş açma demektir.

Kur’an böyle söylüyor. Bu davranışın karşılığı da böyle geri çekilmedir.

Başbakan faizli sistemde ekonomilerinin düzeleceğini, çok iyi gittiğini söylüyor. Refah-Yol Hükümeti de böyle diyordu. Benim bildiklerim, Kur’an’ın bana söylediği, onun başaramayacağı idi. Baktım ki başarıyor; kendi bildiklerimden şüpheye düşmeye başladım. Ben yanlış mı okuyor ve anlıyorum diyordum. 28 Şubat olayı oldu. Çok üzüldüm ama imanım da arttı. Demek ki ben doğru okuyor ve doğru anlıyordum. Şimdi de aynı şeyleri söylüyorum. Benim görüp göremeyeceğimi bilmiyorum, ama bütün bilgilerimle kesin olarak biliyorum ki faizli sistem asla muvaffak olamaz. Hiçbir yerde muvaffak olamaz. Avrupa’yı faizli sistem bu hâle getirdi. ABD de faizli sistem yüzünden yıkılacaktır. Türkiye’nin karanlık günleri faizli sistemden geliyor. 

وَلَقَدْ عَفَا اللَّهُ عَنْهُمْ (Va LaQaD GaFAy elLAHu GaNHuM)  “Allah onlardan afvetmiştir.”

Görülüyor ki, gerek Refah-Yol Hükümeti’nin, gerekse AK Parti Hükümeti’nin faizli uygulamaları da ilâhi takdirle olmaktadır. Ğamların ğamları doğurmaları, geri çekilmeleri, yanlış yapmaları hep Allah’ın takdiridir. Esas niyetleri iyi olduğu için Allah onları affetmektedir. Adil Düzencilerin başarısızlıkları da verdikleri tavizlerdir, yaptıkları hatalardır. Ama sonunda Allah affetmektedir. Sonunda başarıya doğru adımlar atılmaktadır. Hâsılı, elimizde sağlam olarak kalan bir tek şey vardır. O da samimi oluşumuzdur.

Günahlarımız var, hatalarımız var, ama içimizde hep o iyiyi isteme vardır. Bu insanlık için de böyledir. Bu sebeple insanlık terakki yolunda ilerlemeye devam edecektir. “Adil Düzen” içinde “III. Bin Yıl Uygarlığı” kurulacaktır. Bu sebepledir ki Türkiye “Adil Düzen”i insanlığa öğretecek ilk ülke olacaktır. Allah’ın affı ile önder ülke olacaktır. Yalnız Ortadoğu’ya değil, tüm insanlığa bin yıl için önder olacaktır. Yine bu sebepledir ki Millî Görüş gömleğini giyenler geri çekilmiş olsalar da Allah onların hatalarını affetmektedir ve “Adil Düzen” hazırlığını yapmaya devam etmektedir. Yine o sebepledir ki “Akevler” camiası da “Adil Düzen” üzerinde çalışmalarına devam ediyorlar. Örnek ekonomik kuruluşları ve ilmî faaliyetleri ile “Adil Düzen”in Türkiye’de iktidar olması hazırlıkları içindedirler. Allah günahlarını affedecek ve onlara dünya ve âhiret sevabını verecektir. Açık ve kesin müjdesi var. Hepsini affetmiştir. Asıl mesele yapılan işlerin ne amaçla yapıldığıdır.

Ben şuna inanıyorum ki, Türkiye’de Tanzimat’tan beri İslâmiyet’e karşı cephe alınmıştır.

Ama bunların hiçbirisinde ne İslâmiyet’e ne de Türkiye’ye karşı bir cephesi yoktur. Hepsi kendi içtihatları ile İslâmiyet’e hizmet ettiler. II. Mahmut orduyu kurdu. III. Selim Batı müesseselerini getirdi. II. Abdülhamit Batı tipi okullar açtı. Mustafa Kemal Türkiye’yi Müslümanlarla saflaştırdı. İsmet İnönü demokrasiyi getirdi. Adnan Menderes Türkiye’yi tarım döneminden sanayi dönemine geçirdi. Süleyman Demirel Türkiye’nin altyapısını yaptı. Turgut Özal özel sektörü üretti. Erbakan özel sektörü Anadolu’ya taşıdı ve halk sektörünü üretti. Tansu Çiller özel sektörü dışarıya açtı. Bunların hepsi bunları yaparken kellelerini koltuklarında taşıyorlardı. Duam odur ki, Allah bunları ve bunların arkasından gitmekte olanları, Tayyib’in arkasından giden AK Partililerle birlikte affedecektir, cennetlik yapacaktır. Bütün bunları anlattıktan sonra, affedecektir. Burada üç askerin ismini daha zikredeceğim. Kazım Karabekir, Mareşal Fevzi Çakmak ve Kenan Evren. Bunların yanında, Bediüzzaman, Süleyman Tunahan, Arvasi gibi birçok zevat da İslâmiyet’i korumak için cihat yaptılar.

Bu âyet bize büyük müjdeler veriyor. Bizi âhirete emniyet içinde dâvet ediyor. Allah’a hamd olsun.

إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ حَلِيمٌ (EınNa elLAHu ĞaFUvRun XaLIyMun)  “Allah gafurdur, halimdir.”

Allah burada dünya ve âhiretimizin nasıl olacağını bildiriyor. “Mağfiret edecek”in nekire gelmesi, dünyevi mağfiret olduğunu ifade eder. Yani, yaptığımız kusurlar ve günahlar örtülecek, görülmeyecektir.

Ayrıca birçok tatlı günleri yaşayacağız. “Halim” kelimesi helva ile akrabadır. Tatlı, yumuşak demektir.

Ben kendi hayatımda bu tatlı günleri yaşadım. Türkiye en sıkıntılı günleri 1950’lere kadar yaşamıştır. Devletimizi kurtarmış ama dinimizi kaybetmiştik. II. Cihan Savaşı çetin ekonomik krizleri getirmişti.

Nihayet 1950’de Demokrat Parti iktidara geldi. Nefes aldık. Ezan Arapça okundu. Başbakan Menderes “Türkiye Müslümandır, Müslüman kalacaktır.” dedi. Ne var ki, Müslümanların bir yayın organı yoktu. Yazarları da yoktu. 1960’tan sonra Müslümanlar harekete geçtiler. “Akevler”i kurduk. Partimizi kurduk. Bunlar benim için en zevkli günleri içeriyordu. 1970’lerde iktidara ortak olduk ve iktidar olma zevkini yaşadık. 1980’lerde Kenan Evren bizim söyleyip de yapamadıklarımızın hepsini yaptı. Özal’ın iktidarı başladı. Artık yönetimde inanmış kimseler gelmeye başladı. 1990’larda Millî Görüş Hükümet kurdu. 2000 yılında anayasa ekseriyetini aldık.

1950’leri hatırladığımız zaman, Allah’ın bize ne kadar tatlı günleri yaşattığını görüyoruz. Bugünkü iktidarın faiz küfrünü da Allah affedecek ve daha zevkli günleri yaşayanlara Allah gösterecektir. Çünkü O halîmdir. Bütün bunlar sizleri gevşetmemeli. Daha büyük azimle ve zevkle çalışmaya başlamalısınız.

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                        (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 260. SEMİNER              Yorum-90         İstanbul, 9 Temmuz 2004

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI

(Üsküdar’da Selahattin Öztürk değerlendirecektir.)

ADİL DÜZEN MUHASEBESİ

“Hesapsız kasabın elinde masat kalır.” atasözü, muhasebenin önemini belirtmektedir.

Eskiden insanlar küçük bir çevrede, birbirlerini tanıyanlar arasında yaşarlardı. Hafızaları onları hayatları boyunca yönetmeye yeterli idi. Muhasebe ancak büyük işletmeler hâline gelen ordu ve devlet kuruluşları için gerekli idi. İlk olarak “Muhasebe” Mezopotamya’da mabetlerde başladı. Çünkü orada ekonomi düzenini din adamları yürütüyordu. Sonra Mısır’da da yine din adamlarınca devlet muhasebesi tutuldu.

Bugün ise artık hesapsız yani muhasebesiz yaşamak hemen hemen mümkün değildir.

Onun için “Adil Düzende Genel Muhasebe Sistemi” getirilmiştir. Dört çeşit kayıt yapılmaktadır.

Bunlardan biri “Evrak Kayıt Hizmetleri”dir. Bu hizmet, bugünkü Nüfus İdaresi’nin gördüğü görevleri görür. Diğeri “Demirbaş Kayıt Hizmetleri”dir. Bu hizmeti bugün Tapu Tescil Daireleri görmektedir.

Diğer önemli iki kayıt daha vardır. Bunlar “Muhasebe Kayıtları”dır.

İki çeşit muhasebe vardır.

Bunlardan birine “Zimmet Muhasebesi” denmektedir. Bu borç ve alacak muhasebesidir.

Diğeri ise “Envanter Muhasebesi”dir. Bu muhasebe taşınır değerlerin bulunduğu yerleri gösterir..

Zimmet Muhasebesi”nde kişiler veya ortaklıklar borçlu ve alacaklıdırlar. Malların mevcut olması gerekmez. “Vadeli Hesaplar” veya “Vadesiz Hesaplar” vardır. “Vade” demek, günü gelmeden talep edilemeyen borç demektir. “Vadesiz borç” demek, alacaklının talebi üzerine ödenecek olan borçtur.

Envanter Muhasebesi” ise “borçlu” ve “alacaklı” olan yerlerdir. Bulunduğu yere bir mal geldi mi yer “borçlu” olur, bulunduğu yerden bir mal çıktı mı “alacaklı” olur. “Kasa” da bunlardan biridir.

Zimmet Muhasebesi”nde borç ve alacak hesapları da ikidir. Deynlerde artıp eksilme borçluya aittir. Emanetlerde artıp eksilme alacaklıya aittir. Muhasebede böylece dört çeşit hesaplar vardır.

Şimdi herkesin kendi “muhasibi” vardır. İki sebepten muhasebe tutulmaktadır.

Bunlardan biri, muhasebe işleri çok muğlak ve karışık bir haldedir. İhtisas yapmayan kimseler muhasebe tutamamaktadırlar. Tecrübeli muhasipler gençleri yetiştirmemektedirler. Okullar ise bir şey öğretmemektedir. Çok az alan muhasipler çok pahalı istihdam edilebilmektedir. Onlar da piyasada olmaktadır. Çare, kayıt dışı ekonomide bulunmaktadır.

İkinci sebep de verginin akıl almaz ağırlığıdır. Herkes kayıtları yaptırsa iki sene içinde iflas eder. Hiçbir işletme gerçek muhasebesini tutturmaz. Tüm faturalar gerçek dışıdır. Başka türlü işletmenin yaşaması mümkün değildir. Enflasyonu vergilendiren bir ülkede gerçek muhasebe tutulamaz.

Akevler” kırk senedir bunlara çare aramıştır. Nasıl yapalım ki ucuz muhasebe tutalım ve doğru yazdığımızda iflas etmeyelim. Bunun için yaptığımız iş şudur.

Ortaklarımızın hesaplarını teminatlı olarak biz tutuyoruz. Kendilerinden cirodan bir pay alıyoruz. Böylece büyük-küçük her işletme aynı ağırlık içinde muhasebesini tutturabilmektedir. Biz beyana göre muhasebe tutarız. Muhasebede beyan dışında çıkacak cezalar kooperatif kefalet hesabından karşılanır.

Asıl sorun, gerçek kazanca dayalı muhasebenin nasıl tutulacağı sorununun çözülmesidir.

Bunun için değişik yöntemler geliştirilmiştir.

a)       Nakit Muhasebesi” yerine “Mal Muhasebesi” yapılır. Bu da şudur. Bir mal ana mal olarak seçilir. Bütün malların alış ve satış fiyatları bu mala göre çevrilerek kayıtlar o malın değeri ile yapılır. Yıl sonunda kâr artan paraya göre değil, artan mala göre hesaplanır. Böylece yıllık kâr enflasyonsuz hesaplanabilir. Muhasebe sistemi serbesttir. Maliyeciler buna karşı çıkabilirler. Ama yargıda bu muhasebe şeklini kabul etme zorunluluğu vardır. Çünkü anayasamız gerçek kazanç üzerinden muhasebe yapılmasını emreder. Hesaplar Türk Lirası üzerinden tutulur. Ancak kâr artan mala göre hazırlanır.

b)      Turgut Özal zamanında değişik paralar üzerinden hesabın tutulacağına dair bir kanun çıkmıştır. Ama muhasiplerin hoşuna gitmiyor. Onlar sahte muhasebe tutmayı yeğliyorlar. “Altın Değeri” üzerinden muhasebe tutulabilir. Yıl sonunda “Altın Değeri” üzerinde artış varsa vergi ödenir.

c)       Mal Ortaklığı” sistemine göre muhasebe tutulur. Yani, ortaklığa nakit değil, mal konur. Çekilirken de mal çekilir. Kâr mal olarak elde edilmiş olur. Ortak malını değerlendirdiği zaman vergisini öder. İşletmenin muhasebesinde gerçek değerler iş yapar.

d)      Nihayet çok önemli bir hesap şekli olarak “İşletme Puanı” üzerinden muhasebe yapılır. Puanlar maddelerin içinde yazılır. TL de yazılır. Kâr ve zarar hesapları, ortaklar arasındaki paylaşma puanlara göre yapılır. Vergiler ise TL kayıtlarına göre yapılmış olur. Çift muhasebe tutulmaz ve kayıt dışı işletme yapılmaz.

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                        (0532) 246 68 92

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 260. SEMİNER              Yorum-90         Ankara, 11 Temmuz 2004

PAZAR GÜNLERİ YAPILAN ANKARA PROGRAMI

(Ankara’da Ali Erişen ve Sabri Tekir değerlendirecektir.)

 arş ve kürsi

Bir doğrunun yarısını R1 ile gösterelim.

Üçgenin dışına daire çizelim. Dış daire yarıçapı R2 olsun.

Merkezin orta noktasına uzaklığı P2 olsun. P2/R2 Cos A yı verir.

Şimdi üçgen prizma çizelim. Bunu içine alan dış küre çizelim. Bunun yarıçapına R3 diyelim. Merkezin üçgen alana indirdiğimiz dikme R2 dairenin merkezine iner. Buna P3 diyelim. P3/R3 de bir açıdır. Buna Co3(D) diyoruz.

Üç boyutlu uzay açısıdır. Bu açı da prizmanın tepe açısıdır. Tepe noktası küre yüzeyinde kalırsa bu açı da değişmez.

Bu açılarda merkezden gören açının yarısıdır.

Dört boyutlu uzay içinde P4/R4=Co4(E) buluruz. Dört boyutlu uzay açısını tanımlar.

(Kur’an’da “Kürsi” olarak geçer.)

Beş boyutlu uzay açısını da tanımlayabiliriz. P5/R5=Vo5(F) bulunur.

Beş boyutlu uzay açısnı tanımlar.

(Kur’an’da “Arş” olarak geçer.)

Şimdi köşelere bir değer verelim ve köşelerden uzaklıkları oranlar ile belirleyelim.

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                         (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 260. SEMİNER              Yorum-90         İstanbul, 9 Temmuz 2004

(Reşat Nuri Erol Üsküdar’da yorum olarak anlatacak; Hasan Özket (her ikisini) Yusuf Kaplan’a ulaştıracaktır.)

CARİYELİK MESELESİ VE…

Meseleyi anlatmaya baştan başlayalım: Evde kullandığınız alüminyum kepçeler kum kalıplar içinde dökülür. Kasa içine kum doldurulur. Kepçeyi üst tarafı açık kalmak üzere gömerler. Üstüne üst kapak koyarlar. Kumla kapatırlar. Bir delik açarlar ve havalık verirler. Üst kapağı kaldırıp kepçeyi çıkarırlar. Tekrar kapatırlar. Erimiş madeni içine akıtırlar. Kepçe ortaya çıkar.

Dökümcülükte dikkat edilmesi gereken en önemli husus; bir kalıba bir ocaktan çıkan maden sıvısını dökeceksiniz. Aksi halde kepçe bozuk çıkar. Sonra, model olarak kullanacağınız kepçe sağlam olmalıdır; yoksa bütün kepçeler sakat çıkar.

Peki, elinizde sağlam kepçe yoksa; o zaman kiminin kolunda kırıklık, kiminin ağzında kopukluk vardır! Bu durumda ne yaparsınız. O zaman iki kepçeyi parçalar, yarısını birinden, diğer yarısını diğerinden alırsınız. Yan yana koyarak kalıplarsınız. Sağlam kepçe ortaya çıkar ve bundan sonra bu kepçeyi model alarak istediğiniz kadar sağlam kepçe üretirsiniz. Allah bu teknolojiyi bütün canlılarda kullanır. Kromozom üzerinde DNA dizisi vardır. Bunlar model ve kalıp olup kendilerini çoğaltabilirler. Buna “bölünme” denmektedir. Bu zincir zaman zaman bozulmaktadır. Bunu sağlamlaştırmak için sağlam zincirle sakat zincir bir araya getirilir ve birleştirilir. Bu sayede sağlam bir kromozom elde edilir. Tıpkı kepçe kalıpçısının yaptığını yapar.

Burada dikkat edilecek husus, kalıba değişik ocaklardan mayi akıtmamaktır. Yani, bir dişi yumurtaya yalnız bir erkekten döl akacaktır. İşte bu “evlilik müessesesi”dir. Bütün canlılar evlenerek yaşarlar. Bitkilerde ve hayvanlarda döllenme olduktan sonra rahim diğer erkeklere kapanır. Bunun insanlardaki uygulaması; bir kadın bir döllenme dönemi içinde bir erkekten fazlasıyla cinsi ilişkide bulunmaz. Bir erkekle cinsi ilişkide bulunduktan sonra üç ay başka erkekle cinsi ilişkide bulunamaz. Bu durum bütün canlılar için ortak kuraldır. Bir erkek istediği kadar dişiyi dölleyebilir. Bu biyolojik kanundur.

Yine kepçe misalinde olduğu gibi sağlam kepçeler birleştirilir. Bunun için uzaktan evlenme gerekmektedir. Yani, eğer yakın akrabalarla cinsi ilişki kurulursa çocuk sakat çıkar. Bu da biyolojinin değişmez kuralıdır. Çiçekler kendi tozları ile döllenmezler. Arılar kendi konaklarının erkekleri ile çiftleşmezler. İşte bu iki temel kanun “evlilik müessesesi”ni ortaya çıkarır.

EVLİLİK DIŞI İLİŞKİLERİN ZARARLARI:

a)       Evlilik dışı ilişkilerde bir kalıba ayrı ocakların sıvıları dökülür. Bu hem olacak çocuğu hem de kadını hasta eder. Bugün bunlara “zührevi hastalıklar” dönmektedir. AIDS böyle ortaya çıkmış bir hastalıktır. Çok tehlikelidir. Henüz tedavisi bulunmamıştır.

b)       Doğacak çocuğun kimden olduğu bilinmediği için yakın akrabalar arasında cinsi ilişkilere sebep olur. Bu da sakatlıkların kaynağı olur.

c)       İnsan 15-20 yıl bakılmaya muhtaçtır. Anne tek başına onu büyütemez. Babasının yardımına ihtiyaç vardır. Bu sebeple evlenme zarureti vardır.

d)       İnsanlar kolayını buldukları zaman gevşerler. Çalışmazlar. Eğer evlilik dışı ilişkiler serbest olsa kimse evlenmez. Sorumluluk yüklenmedikleri zaman çalışmazlar. Bu durum hem neslin kurumasına, hem de insanların tembelleşmesine sebep olur.

İşte bu sebeplerden dolayıdır ki evlilik dışı ilişkiler yasaklanmıştır.

Bununla beraber yine de bu husus önlenemediği için bu yola düşenlere karşı tedbirler alınmıştır.

EVLİLİK DIŞI İLİŞKİLERİN KURULMAMASI İÇİN ALINMASI GEREKEN TEDBİRLER:

a)       Evlenme ve boşanma kolaylaştırılmalıdır. Gençler baliğ olur olmaz evlenmelerine izin verilmelidir. Yoksa gizli olarak ilişkide bulunur ve bu durum fahişe üreme kaynağı olur. Boşanma zor olursa kimse evlenmek istemez. Oysa evlenme ve boşanma serbest olursa kimse kaçamak yapma ihtiyacını duymaz.

b)       Erkekler için çok evlilik serbest olmalıdır. Böylece her kadın kendisine eş bulmuş olur. Açıkta kadın kalmayacağı için fuhuş olmaz. Her kadın tek erkekle evlenmeyi tercih edeceği için fiilen tek evlilik olur. Yani, boşanma kolay olur ama kimse boşanmaz. Çok evlilik serbest olur ama kimse ikinci eş bulamaz. Bu sonuçlar istatistiklerle sabittir.

c)       Muta evleri tesis edilmelidir. Muta evleri nedir? Buralara eş bulamayan kadınlar yerleştirilir. Bunlara özel olarak iş verilir. Bağımsız oda verilir. Bunlarla cinsi ilişki kuranlar geçici evlilik yaparlar. Ama en kısa evlilik üç aylık olur. Ayrılık olunca kadın üç ay (iddetini) bekler, ancak ondan sonra ikinci evlilik yapar. Burada denetim vardır. Normal evlilikten sadece miras ve nafaka konularında farklıdır.

d)       Cariye evliliği yapılabilmelidir. Bu nedir? Bu da evliliktir. Diğer evliliklerde kadın ile erkek arasında sadece cinsi ilişki ve nafaka anlaşmaları yapılır. Kadın erkeğe hizmet etmez. Evin mâlî giderlerine karışmaz. Cariye evliliğinde ise koca karısına bakar, aynen kendisi gibi yaşatır ama kadını çalıştırır. Kendisine hizmet ettirir. Sekreterlik yaptırabilir. Diğer evliliklerden farkı budur. Böyle bir kimseyi yine iddetini bekleterek başkasına devredebilir. Oysa diğer evliliklerde kadını boşayabilir, kadın da boşayabilir ama, bir başkasına devir sözkonusu değildir.

BUGÜNKÜ GENELEVLER BİYOLOJİK VE SOSYOLOJİK KANUNLARA AYKIRIDIR:

a)       Sermaye kadını bir kazanç aracı yapıyor. Kadın bir defa düştü mü bu durumdan kurtulamıyor.

b)       Kadın değişik erkelerle cinsi ilişkide bulunuyor. Bu durum genel biyolojik kanunlara aykırıdır.

c)       Genelev kadını birçok erkeğin cinsi arzusunu tatmin ettiği için erkekler evlenmiyor. Oysa kadınların gideceği bir erkek evi olmadığı için evlenmeyen kadınlar serbest cinsi ilişki yapmak zorunda kalıyorlar. Bu da genelevleri çoğaltıyor.

d)       Evli olanlar ailelerini ihmal ederek geneleve düşmüş veya dışarıda o işi yapan kadınlara kendilerini kaptırıyor ve birçok aile perişan oluyor.

Bütün bu açıklamalardan sonra, genelev sistemi ile cariyelik sistemi daha sağlıklı bir şekilde mukayese edilebilir.

Genelevdeki sistemde sorun çözülmüyor. Cariyelik sisteminde mevcut özgürlüğü kısma ve kadın erkek arası eşitsizlik de fazlasıyla korunuyor. Ben bütün bunları Kur’an’dan öğrendim. Biri çıkar da genelevin daha iyi olduğunu bana ispat ederse, derhal bırakır, cariyelik müessesesini genelev kadınlığına çeviririm. Kur’an’ı buna göre tevil ederim. Eğer tevil imkânı kalmazsa, Kur’an’ı terk ederim. Ama ben Kur’an’da bir tek müessese bulamadım ki orada sosyal ve tabii kanunlara aykırı bir hüküm olsun ve İslâm alimleri onda icma etsinler. Ondan sorası; “Sizin dininiz (düzeniniz) size, benim dinim (düzenim) bana.” (Kur’an[109];6) demekten başka hiçbir farkı olmayacaktır.

(Bu mektup Hürriyet ve Cumhuriyet yazarlarına gönderilecektir. Mail adresi vardır. Ek açıklamam da gönderilecektir.)

CARİYELİK VE ÇOK EŞLİLİK

“Kendisini ‘muhafazakâr’ olarak tanıtan bir okurumuz şu notu aktarıyor:

“SP’nin TV5 kanalında Cumartesi akşamı ‘Açılım’ adlı bir program vardı. Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan’ın sunduğu programın konuğu Süleyman Karagülle idi... MNP ve MSP’nin ‘Adil Düzen’ teorisyeni diye bilinir. Aynı zamanda ‘İzmir Akevler’in kurucusudur. Bilindiği gibi RP ve SP ‘Milli Görüş’ programını ortaya atmıştır daha sonra... Süleyman Karagülle ise ‘Adil Düzen’i savunmaya devam etmekte ve SP’yi de eleştirmektedir. Karagülle’nin programda mealen şöyle dediğini duydum: “Adil Düzen geldiğinde Türkiye’deki genelevlerin hemen kaldırmasının mümkünatı yoktur. İlk önce çok eşliliğin ve cariyelik müessesesinin kurulması lazım. Bunları tesis ettikten sonra genelevler kaldırılabilir.” Türkiye nereye doğru sürükleniyor?”

YALÇIN BAYER – 22.06.2004 – HÜRRİYET GAZETESİ

 

HİKMET ÇETİNKAYA - 25/6/2004 - POLİTİKA GÜNLÜĞÜ / CUMHURİYET GAZETESİ

Hikmet.Cetinkaya&Cumhuriyet.Comt.tr

Hikmet Çetinkaya: -“Süleyman Karagülle ortalıkta yoktu.”  Süleyman Karagülle: -Ben hep ortalıkta vardım. Bugüne kadar “Adil Düzen” ile ilgili 20 000 sahifelik külliyât hazırladım. 1000 sahifeden fazlası Rusça’ya çevrildi. Çoğu yayımlandı. Adil Düzen çalışmaları devam etmektedir; İstanbul, Ankara ve İzmir’de... Sizi finanse eden Batı’nın sömürücü sermayesi fikre fikirle cevap verme gücünü kendisinde görmediği ve bundan dolayı yazılarıma ve konuşmalarıma sansür koyduğu için sadece ara sıra yazılarım çıkar veya konuşurum. Benim insanlığın beni dinlemesine ihtiyacım yoktur; ama insanlığın benim söylemekte olduklarımı dinlemeye ihtiyacı vardır. Ben teoriysen değilim. Sadece öğrendiklerimi aktarmaya çalışan sade bir insanım. “Adil Düzen” insanlığın düzenidir. Teorisyeni olma ne haddim; belki aktarıcısıyım.

-“Kırgızistan’da 18 yaşında bir kızla evlendi.”   S. Karagülle: -Ben kanunlara harfiyen uymaya çalışırım. Yalan beyanlarda bulunmam, vergi kaçırmam, yasak olan bir şeyi yapmam. Mesela, başıma takke giymem. Şeriata uyarım. Elimden geldiği kadar şeriatın dışına çıkmam. Mesela, ben sigara içmem. Askerlik gibi zaruret olmadıkça şapka giymem. Evlilik dışı ilişkide bulunmam. İyi bir vatandaş ve iyi bir Müslüman olmaya çalışırım. Ondan ötesi bana sinek vızıltısı bile gelmez. Ben ahmakların modaları ile yaşamam. Kırgızistan’a gittim ve beş sene kaldım. Orada Türkçe ve Arapça dersler verdim. Ücret karşılığı değil. Türklerin orada işletmeler kurmalarına yardımcı oldum. Cumhurbaşkanı Asker Akayev’e fahrî danışmanlık yaptım. İlk defa enflasyonsuz para çıkardık. Bu para hâlâ değerini koruyor. Oraya gelen ama orada kalmayan Türkiye’deki resmi eşimin de izniyle imam nikahı yapmadan eşlik sözleşmesini yaptığım 22 yaşında örtülü biriyle üç yıl birlikte yaşadım. Kendisini üniversite mezunu yaptım… Ev ve iş sahibi yaptım… Annesi Türkiye’ye göndermediği için yine bir sözleşme ile eşlik sözleşmesine son verdim. Hem şeriata ve kanunlara uygun olan, hem de kimseye zarar vermeyen, ilgililere yarar sağlayan örnek davranışımdan övünç duyarım.

Hikmet Çetinkaya: -“Fehmi Koru’nun kayınpederi…”   Süleyman Karagülle: -Ben kış mevsiminde yılda sekiz ay kasabadan ve şehirden kopuk kalan ücra bir köyde doğdum. Babamdan Arapça öğrendim. 11 yaşımda ilkokula gittim. Parasız yatılı olarak orta öğrenimimi yaptım. Yakınlarımdan aldığım borçla İstanbul Teknik Üniversitesi’ni bitirdim. İslâmî ilimlerle Batı’nın müsbet ilimlerini birlikte en yüksek seviyede öğrenmeye çalıştım. Benim çevrem halktır. Ama hem çocuklarım, hem de eşleri yüksek tahsillidir. Başarılıdırlar. Yalnız benim yaptıklarım benimdir. Bir kimseyi yakınlısı ile düşünüp değerlendirmek ilkel zihniyettir.

Hikmet Çetinkaya: -“Karagülle hem cariyelik hem de çok eşlilik müessesesinin harekete geçirilmesini istiyormuş.”  

Süleyman Karagülle -O konuşmamda; “Faizsiz düzen şimdi gelemez… Genelevler kalkamaz… Evlilik kolaylaşır, çok evlilik, muta nikahı ve cariyelik müesseseleri gelirse genelevler kapatılır... Yoksa patlama olur.” dedim. Üç saatlik konuşmamda bu sadet dışı bir misaldi. Çarpıtılarak onun üzerine abanıldı. Söylentilerle yazı yazılıyor. Önce dinlersin, sonra yazarsın…

-“Fethullah Gülen gibi ilkokul mezunu değildir.” 

Süleyman Karagülle - Fethullah Gülen ilkokul mezunu ama dünyaya ders veriyor!.. Acaba hangi güçle?..

Hikmet Çetinkaya: -“İzmir’deki Akevler macerasını on yıl evvel yazdım.”   Süleyman Karagülle: -“Akevler” rüşvet vermeyen, vergi kaçırmayan, ortakların haklarını adil bir şekilde koruyan ve hâlâ varlığını sürdüren bir kooperatiftir. Bin yıl sonra bile adı anılacaktır. Bugün Türkiye’de anayasa ekseriyetine ulaştık. “Akevler” ilk tohumu atan mayadır.

H.Ç. -“Turgut Özal’a yanaştı.” S.K. -Ben Turgut Özal’la bazı seminer ve konferanslarda karşılaştım. Turgut Özal döneminde kamu görevinde bulunmadım. Ne ben, ne de kooperatifim kimseden bir kredi almadı. Erbakan’ı destekledim. Ama Özal’ı hiçbir zaman desteklemedim. Ortaklarımızdan ANAP’lılar vardı, hâlâ da vardır. Kooperatifimiz hiçbir zaman vergi kaçırmadı. Sadece kendi vergi borçlarını değil, iflastan kurtardığı Özdemir Fabrikası’nın vergilerini de ödedi. Kooperatifimizde yolsuzluk olmaz.

H.Ç. -“Türkiye Cumhuriyeti’nin savcılarına ve yargıçlarına güvenmezler. Hakeme gideriz derler.”   Süleyman Karagülle: -Ben hem Nurcuyum, hem de Millî Görüşçüyüm. Onlar ise beni ne Nurcu, ne de Millî Görüşçü kabul ederler. Biz savcıları ve hakimleri beğenmiyor olabiliriz; ki biz asıl yıllarca süren yargılama sistemini beğenmiyoruz. Fakirleri zenginlere ezdiren avukatlık sistemini beğenmiyoruz. Siz ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni beğenmiyorsunuz, kanunları beğenmiyorsunuz. “Hakemlik” Türk hukuk mevzuatında bütün ayrıntıları ile yer alır. Biz hakemlere dâvet ederken, mahkeme konusu olmayan hususlarda dâvet ediyoruz. Herkes kanunlara ve yetkililere uymak zorundadır. Ama kimse kanunları ve yetkilileri beğenmek zorunda değildir.

Hikmet Çetinkaya: -“Bir kadın yetmez. Üç, dört, beş.”    Süleyman Karagülle: -Bugün Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında bir kimse seksen kadın da isteyebilir. Evli değilse, yahut eşi izin veriyorsa hiçbir sorun yok. Size ne yetmiyorsa yetmesin. Benim hayatımda iki eşim oldu. Başka bir kadının şehevi olarak elini bile sıkmadım. Merak ediyorum. Sizin kaç eşiniz oldu? Hayatta müdafii olarak geneleve gittiniz mi? Evlilik dışı ilişkilerde bulundunuz mu? “Ben hayatımda bir eşimle yaşadım, başka kimse ile asla cinsi ilişki kurmadım, sevişmedim…” diyebiliyorsanız; gerçekten sizi tebrik edeceğim. Çünkü ben bunları Allah’tan koktuğum için yapmadım. Siz Allah’a inanmadığınız, yalan söylemeyi, ona buna iftira etmeyi sanat edinmiş olduğunuz halde bunu yaptıysanız gerçekten sizi tebrik ederim. Benden üstün kişiliğinizin olduğunu söyleyebilirim. Ama yalan söylemeyin. Çünkü siz inanmasanız da Allah var. Cezanızı âhirete bırakmaz, sizi çarpar. Bir kazaya veya herhangi bir şeye kurban olursunuz. Biliyorum, sömürü sermayesi size böyle yazmanız için maaş veriyor. Ama sizin gibi olmayan yazarlar da vardır.

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                         (0532) 246 68 92

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3453 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2648 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2137 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2517 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2517 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2160 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2567 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2469 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1974 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2333 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2238 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2384 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2605 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2424 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3025 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2659 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2973 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2657 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2730 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2941 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3120 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3409 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5458 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3530 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3061 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3848 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3697 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3401 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3858 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3820 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4096 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4607 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3004 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3102 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3953 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3808 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2837 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2930 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3938 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7693 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5579 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4162 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3562 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3708 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4717 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4429 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4724 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4646 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4798 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4538 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3384 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4460 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3610 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5154 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3839 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5135 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 4991 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4916 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3518 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3467 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3682 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5141 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4195 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5402 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4076 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5254 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4405 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4416 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4560 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4756 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5307 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4107 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5250 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4512 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3832 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4364 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4575 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4103 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4085 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4075 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4533 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5634 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9792 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4636 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3690 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3842 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3351 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3374 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3736 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5688 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4239 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3437 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler