Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 262
ÂL -İ İMRAN SURESİ TEFSİRİ 159-163.AYETLER
25.07.2004
1317 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜZEN   262

ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi    23 - 25 Temmuz 2004   Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline)  www.akevler.org

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 262. SEMİNER     (CUMA-C.TESİ-PAZAR)    İst. - Ank., 23-25 Temmuz 2004

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL              Tel: (0212) 452 76 51

ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL  (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği)             Tel: (0532) 246 68 92

*HAFTALIK TEFSİR SEMİNERİ  (CUMARTESİ GÜNLERİ “YENİBOSNA”; Saat:18.00-21.00)

ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ – 42

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 18.00 – 21.00 saatleri arası okunacak ve tartışılacaktır.

(Hasan Özket, Yasin Kılar, Hasan Çetinkaya, Reşat Nuri Erol ve Lütfi Hocaoğlu, … dersi okumuş olarak geleceklerdir.)

Cuma günü Üsküdar’da bir kısmı ilk yarım saatte Reşat Nuri Erol tarafından özetlenecektir.

Pazar günü Anakara’da bir kısmı yarım saatte Sabri Tekir tarafından açıklanacaktır.

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

 

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنْ اللَّهِ لِنْتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الْأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ(159) إِنْ يَنْصُرْكُمْ اللَّهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْ وَإِنْ يَخْذُلْكُمْ فَمَنْ ذَا الَّذِي يَنْصُرُكُمْ مِنْ بَعْدِهِ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلْ الْمُؤْمِنُونَ(160) وَمَا كَانَ لِنَبِيٍّ أَنْ يَغُلَّ وَمَنْ يَغْلُلْ يَأْتِ بِمَا غَلَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ثُمَّ تُوَفَّى كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ(161) أَفَمَنْ اتَّبَعَ رِضْوَانَ اللَّهِ كَمَنْ بَاءَ بِسَخَطٍ مِنْ اللَّهِ وَمَأْوَاهُ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ(162) هُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ اللَّهِ وَاللَّهُ بَصِيرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ(163)

 

فَ “Fa

Bundan önceki âyetlerde “Ey iman edenler” diye başlamış, savaşa katılmayanların ölüm korkusunu duymamaları gerektiğini ifade etmiştir. “Fa” harf-i atfı (atıf harfi) ile bundan sonra nebiye hitap ederek “katı yürekli olursan etrafından dağılırlar” diyor. Kur’an mü’minlere “ölümden korkmayın” diyor; başkana da “katı yürekli olma” diyor; yani, “siz böylesiniz deme, yoksa dağılırlar” diyor. Böylece bir başkanın topluluğunu nasıl yöneteceğini bu âyet öğretmektedir.

Fa” harfi burada sebebiyedir. Madem ki mü’minler ölümü düşünmeden yani ölümden korkmadan davranıyorlar, o halde onlara ona göre saygılı ol. Mü’min değilseler zaten onlara hitab edemezsin, onlara dayanarak savaşamazsın, mü’min iseler onlar zaten ölümü düşünmeyen kimselerdir. O zaman da senin onlara sert olman gerekmez. İslâm ordusunda komutandan korkarak savaşma yoktur, inanca dayanarak savaşma vardır.

İşte buradaki “Fa” harfi bir küfür ordusu ile iman ordusu arasındaki farkı ve tam zıtlığı ortaya koyar. Biz bundan dolayı anayasamızda (İnsanlık Anayasası) kişinin komutanını seçme ilkesini getiriyoruz. Bedenen asker olmayı gönüllü yapıyoruz. Bu “Fa” harfi ordunun teşkilatlanması ile ilgili bütün ilkeleri bize vermektedir. Buna kıyasla öğrenciyi kendi öğretmenin imtihan etmesini de yanlış buluyoruz. İmtihanda öğrenci ile öğretmen karşı karşıya gelmemelidir. Öğretmenle öğrenci birlikte imtihana girmelidir. Biri kazandığı zaman diğeri de kazanmalıdır. Komutanla er ilişkisi de böyledir. Üretimde de işçi ile işveren arasında ortaklık sistemi ile bu sağlanmaktadır.

بِمَا رَحْمَةٍ (BıMAv RaXMaTin)  “Allah’ın rahmeti ile”

Burada “Ma” “Bi” ile mecrurdur. Rahmeti ile olan sebebiyle demektir. “Rahmet” ise “Ma”ya muzaftır. O da tamlayan olması sebebiyle esrelidir. “Bi Rahmetin”den farkı “Ma”nın tamamlığı sebebiyle Allah’tan gelen rahmet ile değil de, Allah’tan gelen rahmet ile olan sebebiyle denmiştir. Rahmetin kendisiyle değil, rahmetin doğurduğu sebeplerle denmektedir.

Rahmet” Allah’ın herkese yaptığı iyiliktir. Bu iyiliklerin sonucu olan olaylar vardır. “Bi fi’lin” derseniz, yapılan iş sebebiyle demiş olursunuz. “BiMa Fa’lin” dediğimiz zaman da, fiilin sonuçları sebebiyle demek olur. Yani, Allah rahmetini öyle kurmuş ki siz mü’minlere karşı şiddet geçmez.

Onlar yani mü’minler ölümü göze alan kimselerdir. Savaşa öyle giderler. Sen onlara sert davransan nasıl korkutacaksın? Öyle yaparsan sen de düşmanın safına geçmiş olursun. Ama sen fedakâr olursan, onlara karşı yumuşak davranırsan, işte o zaman onlar seni korumak ve emirlerini yerine getirmek için canlarını verirler.

Hiçbir silahı olmayan tarikat kitleleri yahut siyasi partililer, nice silahlı güçleri dize getirmişlerdir. Bunun en açık tarihî öreği Hıristiyanlıktır. Hangi güç Roma imparatorunu asırlarca zulmettiği kimselerin dinine sokmuştur? Hangi güç Cermenler Roma’yı mağlup ettikleri halde kendilerini silahsız papaya asker yapmıştır? Türkler de galip geldikleri halde Müslüman oldular. Moğollar da Müslümanlara karşı galip gelmişler ama sonra kendileri Müslüman olmuşlardır. Kilise sosyalizm karşısında dimdik ayaktadır. Eski Sovyet ülkelerinde kiliseler ve camiler harıl harıl yeniden yapılanmaktadır. Çağımızda Avrupa’yı fethedenler, daha önce Viyana’ya kadar giden askerler değil, Avrupa’ya işçi olarak giden Müslüman halk olmaktadır. İşte bütün bunlar Allah’ın rahmeti ile olanlar sebebiyledir.

مِنْ اللَّهِ (MiNa elLAGHı)  “Allah’tan”

“Rahmet” kelimesi nekiredir. “Allah” kelimesi ise marifedir. “Allah’ın rahmeti ile” derseniz, rahmet de marife olur. Bu sebeple tamlamalar harf-i cerle yapılmaktadır. Bu da ya “Li” ile yapılır ya da “Min” ile yapılır.

“Kavli Reculin” derseniz, bir recüle ait bir söz olur. “Kavli er-Racüli” derseniz, bilinen bir kimsenin bilinen kavli olur. “Elkavlu li-Racülin” derseniz, herhangi bir kimseye ait bilinen söz olur. “Kavlun li’r-Racüli” derseniz, bilinen kimseye ait herhangi bir söz olur. “Li Racülin” dendiği gibi “Min Racülin” de denir. “Lam” daha çok amacı, “Min” ise sebebiyeti bildirir. “Allah’ın rahmetini elde etmek sebebiyle yumuşadın” denseydi, o zaman “Rahmeten lillahi” denirdi. Ama “Allah rahmet ettiği için yumuşadın” dendiği için “Min” kullanmıştır. Yani, Allah’ın rahmetiyle koyduğu kanunlar seni yumuşattı denmiş olur.

Biz mü’min bir cemaatin meşru başkanı isek o zaman meşru başkanlık yaparız. Bu sebepledir ki başkan temsilcilerin ittifakı ile seçilir. Bu da kademeli biat sistemi ile olur. Herkes biat edeceği bir kimseyi seçer. Çünkü herkese başkan seçmek farzdır. Bu sefer seçilenler ikili biatları oluştururlar. Böylece sayıları dörtte bire iner. Onlar arasında ikili biat olur ve sayılar daha azalır. Son 5 ile 20 arasındaki kişiler şûra üyeleri olur. Diğerleri onları temsil etmiş olur. Başkan sıralama usûlü ile seçilir. Ona biat etmeyen ayrılmış olur. O topluluğu terk eder, hicret eder. Ekseriyet sistemi de bu mantığa dayanır. Ekseriyetin reyini kabul etmeyen gider diyorlar. Öyle demiyorlar da, “Ekseriyette olanlar kuvvetlidir, onları yok ederler!” diyorlar; yahut “Onların emrine girerler!” diyorlar. İşte o sistem de küfür ordusunu oluşturur, eşkıyaları oluşturur.

لِنْتَ لَهُمْ (LiNTa LaHuM) “Onlara yumuşamasaydın”

Leyyin” yumuşak demektir. Eğilebilen dal demektir. Yumuşadın, onlara doğru eğildin ama kırılmadın. İşte yönetme sanatı budur. Eğilmek ama kırılmamak. Başkan halkın arzularına ve isteklerine göre eğilecek ve onların dediğini yapacaktır, ama asla taviz vermeyecektir. Onlara itaat etmeyecektir. Bunun açık uygulamaları Erbakan ve Tayyip’in askerlerle olan ilişkileridir. Erbakan eğilememiş ve kırılmıştır. Tayyip eğilmiş ve bir daha doğrulamaz olmuştur. Sivil yönetim askere karşı cephe almamalı, sert olmamalıdır. Onları korkutmaya, emekli etmeye kalkışmamalıdır. Ama kendi duruşunu da korumalıdır. Yani, kendisinde eğrilik oluşmamalıdır.

Bir çeliği eğerseniz, sonra serbest kalınca tekrar eski yerini alır. Bir demiri eğerseniz eğdiğiniz yerde kalır. Başkan veya sivil yönetim eğilmelidir, ama çelik gibi eğilmelidir. İlk fırsatta tekrar dimdik olmalıdır. Türk milleti bunu hep yapıyor, ordu sertlik gösterince eğiliyor. Ama aradan seneler geçse de fırsatını bulunca doğruluyor, çelikliğini kaybetmiyor. Türkçede iki türlü yumuşaklığa bir ad verilir. Ağaç çeliğin eğilebilmesine de “yumuşaklık”, balın bozulmasına da “yumuşaklık” denmektedir.

Arapçada “Leyyin”in manâsı çeliğin yumuşaklığı ile ilgili yumuşaklıktır. Ona “rahvet” denir.

Türk ordusu mü’min ordu değilse onu yönetmeye hakkın yoktur. O zaman iktidar olmayacaksın. Onu yıkmakla mü’min ordu oluşmuş olmaz. Yapılacak iş nedir? Ya ülkeyi terk edeceğiz ve gittiğimiz yerde mü’min orduyu oluşturacağız, ya da bekleyeceğiz, I. Cihan Savaşı’nda olduğu gibi bu ordu yıkılacak, sonra biz mü’minler ordusunu yetiştireceğiz. Orduya karşı gelinerek yeni devlet kurulamaz. İktidar oluyorsak Türk Ordusu mü’min ordu kabul edilecektir. O zaman da ona karşı sert davranmayacak, leyyin olacak, yumuşak edecektir.

Türkiye’de yapılacak pek çok inkılap vardır. Bu inkılapların hiçbirisinden vazgeçilemez, ama hiçbirisi de orduya rağmen yapılamaz. O halde tek yol vardır, inkılapları orduyu ikna ederek yapmaktır. Mümkün olamayacağı kanaatine ulaşıldığı zaman da iktidardan çekilmek ve orduyu kendi kaderi ile bırakmak gerekir.

Millî Görüşçülerin partileri defalarca kapatıldığı halde vazgeçmediler. Ordunun ikna olacağına inandılar; hâlâ da inanıyorlar. Bunun için savaş veriyorlar.

Çok açık olarak ifade ediyorum. Bu ikna ümidi biterse Cumhuriyet’ten de ümit biter. Hicret yolu görünür. Sonrasını Kur’an haber veriyor. Çok az otururlar.

“Bima Rahmetin” sözü sonra gelmesi gerekirken başa alınmıştır. Bunun sadece rahmetin sebebi olduğunu ifade etmektedir.

Eğer Türkiye’de çökmeler veya kırılmalar olmuşsa, bizim yaptıklarımız sebebiyle Allah’ın Rahmetinin alanı dışına çıkmış olmamız sebebiyledir. Yahut bizi ıslah etmek için başka tür rahmet alanına girmiş olmamız sebebiyledir. Çünkü cehennem bile Allah’ın rahmetidir. Çünkü O’nun rahmeti her şeyi kaplamıştır.

 

وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا (Va LaV KuNTa FajJan)  “Faz olsaydın”

Fazara” delik deşik demektir. İğneli söz söyleyen ve dinleyen, kızdırıp kaçıran kimse demektir.

Başkan için en zor olay budur. Hem gerçekleri söyleyeceksin, hem de karşı tarafı kızdırmayacaksın, incitmeyeceksin, kaçırmayacaksın. Bu sanat yani yönetme sanatı zor sanattır. Bu sanatın temeli iyiliksever olmaktır. Karşı taraf senin onun için iyiliğini istediğini bilirse sözüne sabreder. Ama kendi çıkarınız için basit bir kelime söylerseniz, birden karşınızdaki insan üzerinde nefret hisleri uyandırır.

Bu âyet orduya komuta etme ile ilgili âyet olduğu için günümüzde daha çok askerleri ilgilendirir.

Kenan Evren’le Marmaris’teki evinde sohbet ederken dedi ki: “Meclis’e gittim. Selametçiler çok büyük saygı gösterdiler. Kurnaz adamlar!..” O anda bir şey söylemedim. Biraz sonra kendisine ordunun önemini anlatırken; “Biz ordusuz devlet olmayacağını bildiğimiz için askerlere saygı gösteririz. Erbakan da sizin kadar vatanseverdir.” dedim. “Öyledir.” dedi. “İşte Selametçiler size onun için saygı gösterdiler.” dedim.

Bakınız, doğru söyledim ama onu iğneleyerek değil, takiyye yaparak değil.

Yine aynı sohbette başörtüsü üzerinde duruldu. “Başörtüsü yasak değil, sokakta serbest, resmi yerlerde yasak!” dedi. Yine hemen cevap vermedim. Biraz sonra dedim ki; “Farzediniz ki biz ekseriyeti aldık. Herkes başörtülü gelecek diye kanun çıkardık. Hakkımız olur mu? Olmaz. Sizin yaptığınız da bundan başkası değildir.”

İşte Allah’ın Rahmeti sebebiyle hem gerçeği söyledik, hem de karşı tarafın infialine neden olmadık. Bu işi başarabilmek bilgili olmak ve iyi niyetli olmakla mümkündür. Kişileri değil de görüşleri tartıştırmak gerekir. Sohbeti kesecek şekilde cepheleşmemek gerekir.

غَلِيظَ الْقَلْبِ (ĞaLIyZu eLQaLBı)  “Galız kalbli olsaydın.”

“Fazz” cümlelerle ilgilidir. “Sert yürekli olmak” ise içten kötülüğü ve kabalığı düşünmedir. Bazı kimseler vardır ki konuşurken takiyye yaparlar, çok iyi sözler söylerler ama içleri çıfıtlık ve kötülükle doludur. Bu yolla kandıracaklarını sanırlar. Karşı taraf hemen bunun kandırmaca olduğunu bilir ve o zaman kendisine olan saygısızlık sebebiyle aynı uzaklaşma sözkonusu olurdu.

Erbakan’ın faizli düzeni açıkça değil de içten çökertmeye çalıştığını anlayan sermaye ona inanmadı. Galizu’l-kalpliliktir bu. Faizsiz sistemin sermaye sahiplerine de çok kâr getireceğini anlatmak gerekir. Ancak onlar yine ikna olmazlar. Çünkü onlar zengin olmayı değil, başkalarının fakir olmasını isterler. Dolayısıyla sen ne kadar anlatırsan anlat, onlar küfretmişlerdir. İnanmazlar. Ancak onlara anlatırken halk hakem olur ve ona göre oy kullanır. Ordu ikna olur ve ona göre hareket eder.

Bizim en önemli olayımız ordumuza karşı katı yürekli olmamamızdır. Asker bazen kendisini korumak için bizim istemediğimiz sözleri söyler. Çevik Bir “balans ayarı” beyanatını vermiştir. Herkes sanmıştır ki o bunun başıdır. Oysa bunu o günkü olayları çözmek için yapmışlardır. O beyanla ordudaki bölünmeyi önlemişlerdir. Olayı orada bırakmışlardır. O sebepledir ki askerlerin söylediğine değil, yaptığına bakacaksın.

Mustafa Kemal hep İslâmiyet aleyhinde konuşmuştur, ama sonunda İslâmiyet’i muzaffer kılmıştır. 1960, 1971 ve 1980 müdahalelerinde de hep böyle olmuştur. Sağı gösterip sola vurmuşlardır. Bugün eğer inanmışlar Anayasa ekseriyetine varmışlarsa, bu ancak 28 Şubat operasyonu sonucunda sol ile merkezi iktidar etmeleri ve beş yıl iktidar yapıp merkezi de solu da iflas ettirmeleri sayesinde olmuştur.

Bütün bunlar hep katı kalpli olmamamızdan ileri gelmektedir.

لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ (La iNFawWUv MıN XaVLıKa)  “Havlinden infıdad ederlerdi.”

“Fazza” ile “Fadda” akraba kelimedir. “Fazza” delik deşik olmak, parçalanıp dağılmak demek olur. “Fıdda” gümüş demektir. Küçük küçük parçalara ayrılır ve ülke içinde para olarak dağılır. “Zeheb” yani altın ise ülkelerarası gezer ve uluslararası paradır. “Hare” ayın etrafındaki beyaz çevredir. Bir merkezin etrafındaki çevreye “Havl” denir.

Burada Kur’an şunu ifade eder. Ordu eğer başkanın etrafında birleşmezse dağılır ve paramparça olur. Bu sebepledir ki askerler arasında başkana saygı kalmadığı zaman kendi aralarında birliğin dağılmaması için yeni başkan seçerler ve orduyu onun etrafında birleştirirler. Türkiye’deki 60, 71, 80, 97 müdahaleleri hep bu amaçla olmuştur. Böyle bir müdahalenin olmaması için asker cumhurbaşkanına ihtiyaç vardır. Başkan eğer hakim olamayacaksa askerlerin karşı gelmediği bir komutana görev devredilir. Yani başkan istifa etmelidir. Yeni başkanın seçilmesine imkan vermelidir. 28 Şubat’ta Demirel anayasanın kendisine verdiği görevi yerine getirmemiştir. Yapacağı iş görevden çekilip bu görevi yapacak kimseyi başa getirmektir. O mason taktiği ile kendi görevini terk etmiş ve çekilmemiştir. Benzer dengesizlik Cumhurbaşkanı Sezer zamanında da defalarca olmuştur. İstifa etmemektedir. Bu gidiş ya askeri müdahaleyi zorunlu kılar ya da ordu dağılır.

Padişahlar halkın istemediği sadrazamları hiç suçları hattâ başarısızlıkları olmadığı halde asmışlardır. Hattâ Viyana bozgununda olduğu gibi başarısızlığı sadrazama yükleyerek devletin durumunu kurtarmaya girişmişlerdir. Sadrazamlar bunu bildikleri için memleketlerinin selameti için başlarını seve seve vermiş ve şehit olmuşlardır. Şimdi kimseden başını istemiyoruz, sadece başkan olmaktan gitmesini istiyoruz. Bu onların kötülüklerinden, hattâ beceriksizliklerinden doğan bir olay değildir. Durumun gereğidir. Ya başbakan istifa etmeli, hükümet kurulmamalı, cumhurbaşkanı yeniden seçime gitmeli; ya da cumhurbaşkanı istifa etmelidir. Çekişmeli başkanlık olamaz. Meclis bir askeri cumhurbaşkanı olarak seçmelidir.

Biz burada Kur’an’ın bildirdiklerini anlatıyoruz. Yanlışımız varsa, bizden daha iyi bilen okuyucular varsa, bizim yanlışlarımızı düzelteceklerdir. Ama doğru söylüyorsak tasdik edeceklerdir.

فَاعْفُ عَنْهُمْ  (FaGFu GaNHuM)  “Onlardan affet.”

Fa” harfi ile atıf yapılmıştır. Eğer çevrenden uzaklaşırlarsa, seni dinlemez ve itiraz ederlerse, müdahale ederlerse, kafa tutarlarsa, sakın ha onları cezalandırmaya kalkışma. Onların sana yaptıklarını affet. Böylece tekrar toplanmalarına ve itaat eden ordu haline gelmelerine götürmeye çalış.

Türkiye’de ihtilaller olmuş, ama sonra kısa zamanda sivil yönetime geçmişlerdir. Müdahale eden askerler hiçbir zaman suçlanmamış ve affedilmişlerdir. Bu bir taraftan bu tür müdahaleleri teşvik eder, diğer taraftan müdahaleden sonra demokratik düzene dönülmesini sağlar. Acaba hangisi tercih edilmelidir?

Af ciheti tercih edilmelidir. Nitekim Türkiye’de bu sayede hep tekrar demokrasiye dönülmüştür. Eğer 27 Mayısçılar cezalandırılsaydı o zaman 12 Marttan sonra artık yeniden anayasal düzen kurulamazdı. Türk milleti bunu bildiği içindir ki hiçbir zaman onların cezalanmalarını talep etmemektedir.  

وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ “Ve onlar için istiğfar et.”

Affetmek, yaptıkları fiili silmek, işlememiş saymak, onları cezalandırmamak, diğer taraftan da yapılan kötülükleri örtmek demektir. Bu ne demektir? Affetmek, kişinin yaptıklarını cezasız bırakmaktır. Mağfiret etmek demek, yaptıklarından dolayı mağdur olanlar varsa onları da kamuca gidermektir. Yani, askeri müdahalelerden dolayı kimse cezalandırılmayacaktır. Ama mağdur edilenlerin mağduriyeti de giderilecektir. Mesela, 1960’tan beri yapılan müdahalelerle milletvekilliklerinden uzaklaştırılanlar sağsa, kalan müddetlerini şimdi Meclis’e gelip doldurmalıdırlar. Milletvekili sayısı fazla olmuş olur. Ölmüş olanların varislerine kalan müddetlerinin maaşları eksiksiz ödenir. Hapse attıkları varsa, öldürdükleri varsa, onlara da tazminat verilir.

Örfi idarede de sistem budur. Örfi idare ilan edilir, asker sıkıyönetim döneminde ne isterse yapar. Asar, keser, kimse ona karışamaz. Örfi idare kalktıktan sonra komutanlar asla muhakeme edilemez. Ama örfi idare tarafından mağdur edilenler hakemlere giderek kamudan mağduriyetlerini giderebilirler. Böylece yöneticiler gelişigüzel sıkıyönetim ilan etmezler.

Bakınız, iki kelime ne büyük iki kural koyuyor. Ordunun yaptığını cezalandırmıyoruz, affediyoruz, ama verdikleri zararları kamu olarak biz tazmin ediyoruz. Türkiye’de bunun ikincisi yapılmıyor. Adil Düzene göre, 1960’tan beri yapılanlarda mağdur olanların mağduriyetleri devletçe tazmin edilmelidir.

وَشَاوِرْهُمْ فِي الْأَمْرِ (Va ŞaViRHuM FıY eLEaMRı)  “Emirde onlarla müşavere et.”

Şavr” siyahlık demektir. Bir şeyin üzerine konan siyah işaretin adıdır. İşaret etmek demek, parmakla göstermek demektir. Görüşlerini almak demektir. Herkese sorulur, onlar da cevap verirler. Görüşlerini söylerler. Başkan fikir alışverişinde kendisi karar verir. Bunun için “Teşavür” kelimesini değil, “Müşavere”yi kullanmıştır. İkili istişaredir. Kur’an’da bir de “Teşavür” vardır. Orada herkes herkesle istişare eder, sonunda herkes kendi içtihadına göre karar verip hareket eder.

Müşaverede başkan müşavere eder, kararı başkan alır, herkes ona uyar. Askerlikte “müşavere”, sivil yönetimde “teşavür” asıldır. Müşavere kuralları hep aynıdır. Sadece karar sözkonusudur.

Buradaki “Hum” çoğuldur. Komutan bütün askerleri ile istişare etmek zorundadır. Yoksa “Şavirhum minhum” olurdu. Milyonlarca kimselerle başkan nasıl istişare edecektir? Askerlikte merkezi yönetim olduğu için en yakın astlarla, onlar da kendi astlarıyla istişare eder ve bu istişare erlere kadar iner. Karar verildikten sonra komutan astlara, astlar onların astlarına emreder, böylece erlere kadar varılır. Bu şekilde komutan bütün askerlerle istişare etmiş olur. İşte İslâm ordusu böyledir. Erlerle de istişare edilir. Oysa küfür ordusunda istişare sadece en yakın komutanlarla yapılır ve sonra alt kademelere sorulmadan intikal eder. Askerler bilinçsiz ve ikna edilmeden harekete zorlanır.

“Teşavür”de iş farklıdır. Kim bir konuyu istişare etmek isterse başkana bildirir. Başkan istişare edeceği konuları bir alt yöneticilere bildirir, o da alt yöneticilere bildirir. Böylece soru herkese ulaşır. Herkes kendi temsilcisine görüşünü bildirir. Başkana bildirmez. O da üst müşavire bildirir. Sonunda herkes istediği kanaldan başkana görüşünü bildirir.

Şûrada beyanlar yapılır. Her uygulayıcı istediği görüşü seçer ve onu uygular. Başkan görev verir veya alır. Uygulayıcı kendi içtihadına göre uygular. Bu askeri düzende de böyledir. Askerlikte sorumluluk üste karşıdır. Sivil yönetimde de sorumluluk hakemlere karşıdır, kurallara karşıdır.

فَإِذَا عَزَمْتَ  (Fa EıÜAv GaZaMTa)  “Azmettiğinde”

Huzme” demet demektir. “Azmetmek” demek, bilgileri derleyip topladıktan sonra huzme hâline getirdiğinde demek olur. İçtihat etmek bu demektir. Değişik delilleri bir araya getiriyorsun. Bütün bunları yaptıktan sonra, sonunda ne yapman gerektiğini tesbit etmek demektir.

Fa” harfi ile bağlanmıştır. İstişareden sonra karar meclis içinde verilecektir. Meclis dağıldıktan sonra karar verilemez. Meclis dağılırsa tekrar toplanıp mesele yeniden istişare edilecektir. Şura üyeleriyle ayrı ayrı görüşülemez. Orada herkesin söylediklerini herkes duyacaktır. Karar öyle verilecektir. Karar gizli alınamaz.

Şura üyeleri dışında, temsilciler dışında istişare edilmesi gereken ve ilgili olan herkes kararı dinleyecektir. Söz ve oy hakkı yalnız temsilcilere aittir. Ancak dinlemek, temsilcilere görüşlerini iletmek hepsinin hakkıdır. İstişarenin arkasında hemen karar verilecektir.

“İn” değil “İza” dediğinde istişare sonunda karar verilecektir. Kararsız istişare bırakılmayacaktır. İçtihat yapamadım, o sebeple karar veremiyorum demek caiz değildir. En kötü karar, kararsızlıktan iyidir.

Burada “Azamtüm” denmiyor, “Azamte” diyor, yani sen azmettiğin zaman deniyor. O halde ekseriyet kararı yoktur. Karar bir tek beyinden çıkacaktır. Kararda birlik olması, çelişkiler olmaması için kararları bir kişi alacaktır. Demokrasi yerinden yönetimi ve istişare sistemini sağlamalıdır.

Başkan kararı dahil bütün kararların denetimi hakemlerin denetimi ile sağlanacaktır. Hakemler kararları değiştirmeyecek, mağduriyetleri gidereceklerdir.

فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ (Fa TaVakKaL GaLaY elLAHı)  “Allah’a tevekkül et.”

“İza”dan sonra “Fa” gelmiştir. Her istişarenin arkasından bir karar alınacaktır. Artık Allah’a tevekkül olunacaktır. Yani, karar yerine getirilecektir. Kararda tereddüt edilmeyecektir. Başlayan bir iş sona erdirilecektir.

Canlıda hücre büyür. Çevre müsaitse bölünmeye karar verir. Çevre müsait değilse bölünmeye başlamaz. Bekler. Bölünmeye başladıktan sonra çevre şartları değişse de artık bölünmeyi yarım bırakmaz, onu tamamlar.

İstişareden sonra alınan karar da böyledir. Ondan sonra değişen şartlar göz önüne alınmaksızın uygulanır. Herkes bilir ki bu karar aldı, bir daha geri dönmez. Karar verildikten sonra, artık doğru veya yanlış olmasına bakılmaksızın karar yerine getirilmelidir. Yoksa karar alıp engeller çıktıktan sonra vazgeçmek, başkanları bir iş yapamaz ve sözlerini geçiremez duruma düşürür.  

Burada bir hususa işaret etmemiz gerekir. Deneme kararlarında deneme yapar, sonuca göre karar verirsiniz. Denemede yanılma ve yanlışı düzeltme karardan vazgeçme değildir. Bir denemeye giriştiniz mi onu sonuçlandırırsınız. O denemedir. Ondan sonra yeniden karar alırsınız. Allah’a tevekkül etme de bu demektir. Sen elinden geleni yaparsın. Sonrasını beklersin. Biz “İzmir Akevler”i kurduğumuzda böyle bir denemeye giriştik:

a)       Çalışmada ve yaşamada birbirleriyle anlaşabilecek kimseleri bir araya getirerek aralarında iktisadi ve içtimai dayanışma ve yardımlaşmayı sağlamak amacıyla kooperatifimizde iki site kurduk. Akevler sitesinden sonra Akkent ve Aksanayi sitelerini kurmak istedik. Ancak Aksanayi sitesi Akkent sitesi oldu, sanayi sitesi olmadı. Akkent için aldığımız 400 dönüm yeri elimizden aldılar. Akevler’e ne zulümler yapıldığını o dosya kaybolmazsa (Akkent Dosyası) gelecek insanlığa anlatacaktır. Biz her şeyden önce insanları bir araya getirmeyi hedefledik, bunda da başarılı olduk.

b)      Akevler olarak iki önemli müesseseyi iflastan kurtardık; Özdemir ve Akbesi. Bunların faal hâle geçmesi için çabamız sürmektedir…

c)       İlmî çalışmalar yaparak “Adil Düzen”i ortaya koyduk. Bugünkü çalışmalarımız da bunun devamıdır.

d)      Uygulamaya geçilmesi, bu ilmî deneme ve çalışmalarımızdan yararlanmaları için siyasî ve dinî kuruluşlara destek verdik. Bizim dışımızda ekonomide, siyasette ve dinî faaliyette dev kuruluşlar oldular. Hedefe ulaşmış değiliz. Bütün bunlar Adil Düzene göre olmalılar. Henüz olan yoktur.   

إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ (EınNa elLAvHe YuXıbBu el MüTaVakKıLıyNa)  

“Allah tevekkül edenleri muhabbet eder.”

Tevekkül etmek” demek, ben bana düşenleri yaptım, ondan sonrası benim işim değildir, Allah’ın işidir, O ne takdir etmişse o olur demektir. Mü’minler, hatta müslimler içtihat yaparlar, ona göre amel ederler. Sonuçtan kendileri sorumlu değildirler. İçtihatlarına göre davranıp davranmadıklarından sorumludurlar.

“Belediyelere gittik, tebliğler yaptık, sonuç yok!” dememeliyiz.

Bütün bu fikirler ve düşünceler birer tohumdur. Tohum toprak içinde bekler, bekler ve mevsimi gelince çimlenir, büyür, ağaç olur, sonra da orman olur. Ama toprağa tohum atmazsanız hiçbir şey olmaz. Binlerce tohum ekersiniz. Ama bazen sadece bir iki tanesi filizlenir. Ancak binlerce tohumun filizlenmesi neyi yapıyorsa, tek çim de aynı işi yapar. Bu yıl fındıklarda meyve yok. Çiçeklenmeye başladıktan sonra kar yağmış. Sonra yaz olmuş ve yaprakları da kurutmuş. Bir fındıklıkta birkaç dal yere yakın olduğu için kar altında kalmış, o dallarda fındıklar mevcut. Fikirleri bazen esen sam yelleri kurutabilir. Ama baskın kalan görüşler sonra açılır ve yeniden yeşerir.

Adil Düzen çalışanları ne yapmalıdırlar? Kendileri çalışmalıdırlar. Biz ne yaptık demelidirler.

Yoksa sonuçlar ne oldu dememelidirler. İşte Allah’a tevekkül budur.

إِنْ يَنْصُرْكُمْ اللَّهُ (EıN YaNÖuRKuMu elLAvHu)  “Allah size nusret ederse.”

“Allah’a tevekkül ediniz. Allah kendisine tevekkül edenleri sever.” diyor.

Harf-i atıf getirilmeden “İn yensurkümüllah/ Allah size yardım ederse” diyor. Yani, siz tevekkül edin. İşinizi yapın ve bekleyin. “Eğer Allah yardım ederse size galip gelecek yoktur.” diyor.

Burada “İza” getirilmiyor. Her zaman size nusret edecek, her zaman siz galip geleceksiniz demiyor. Zamanla siz, zamanla da onlar galip geleceklerdir. Sizin sevap veya günah almanız sizin amellerinizle olmaktadır. Oysa galibiyetiniz veya mağlubiyetiniz Allah’ın takdirine göre olmaktadır.

Avrupa’da Yahudi sermayesi hakim olmasaydı, faizli ekonomi kurarak sermaye birikimini sağlamasaydı bugünkü sanayi devrimi olmazdı. Faize karşı olanlar mağlup oldular ama cennete gittiler. Faizciler galip geldiler ama cehenneme gidebilirler.

Demek ki Allah yardım etmeyebilir. “İn” bunu ifade ediyor. Dünyada ve Türkiye’de olan her şey takdiri ilahi ile olmaktadır. Bu takdiri Kur’an’dan öğrenerek diyoruz.

Batı Uygarlığı zirvededir, çökmeye başlamıştır. İslâm en alttadır, gelişmeye başlamıştır.

Yine Kur’an’dan elde ettiğimiz istidlâller ile diyoruz ki, “Adil Düzen” yeryüzüne gelecektir. Türkiye’deki Adil Düzencilerin burada görevleri vardır. Sizin çalışmalarınızla gelecektir diyoruz… İnşaallah…

فَلَا غَالِبَ لَكُمْ (Fa Lav ĞavLıBa LaKuM)  “Size galip gelecek yoktur.”

“Allah size yardım ederse size galip gelecek yoktur.” Bu âyet bize bunu söylemektedir.

Allah bir şeyi yapmayı murat ettiğinde size yardım eder, dolayısıyla size galip gelecek yoktur.

Mü’minlerin sorunları galip gelmek veya mağlup olmak değildir. Sorun Allah’ın bize ne vazife verdiğini tesbit edip o vazifeyi layıkıyla yapmaktır. Bu cemaate katılan herkes kendi vazifesini içtihatla tesbit edip onu yapacaktır. Cemaatte istişare ile kendi vazifelerini tesbit edip onu yapacaktır. Sonra bekleyecektir.

Biz içtihadımızda veya istişaremizde hata etmiş olabiliriz. Hata yaptıran O’dur. Dolayısıyla biz o hatadan sorumlu değiliz. O’nun takdiri sebebiyle öyle olmuştur. Hatalı içtihadı O yaptırdı. O sebepledir ki biz hata etsek de kendi sevabımızı gene alırız. Başarırsak isabet etmiş oluruz, içtihadımız kesinleşir. Başaramazsak, hatalı içtihat yapmış oluruz. Bu da bize bir daha hata yapmamamızı sağlar.     

وَإِنْ يَخْذ ُلْكُمْ (Va EıN YaPÜulKuM)  “Sizi hazlederse.”

Burada “Size yardım etmezse” yerine “Sizi hazlederse” kullanmıştır. Allah için tarafsız kalma yoktur. Yarattıklarımı bırakayım istediklerini yapsınlar demek yoktur. Ya yardım edip mü’minleri galip getirecek, hazledecektir. Mağlup da etmeyecektir. Ama galip de etmeyecektir. Uhud Muharebesi’nde durum öyle olmuştur.

Aslında Osmanlı İmparatorluğu mağlup edilmemiştir. Hazledilmiştir. Çünkü mağlup olması demek o imparatorluğun ortadan kalkmasıdır. Bizanslılar mağlup olmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış ama İstanbul Müslümanlara kalmıştır. Anadolu da Müslümanlık olarak ondan sonra saflaşmıştır.

Hazletmek”, aşağı düşürmek, utandırmak anlamındadır. Kazurat kelimesi ile yakınlığı vardır.

Türkler İstiklâl Savaşı’nı kazandılar. Ama bugün mahzuldurlar. Bir asırdır Türkiye’de mü’minler mahzuldurlar, bir asırdır Türkiye de dünyada mahzuldur. Her sahada en geri durumdaydık. Savaşta ordumuz zafer kazanır, sonra masaya oturur ve kaybederdik! İlahi takdir böyle olmuştur.

I. Kur’an Uygarlığı yaşlanmış ve çökmüştür. Artık eski kurumlar ve kurallar işe yaramıyordu. Yeni uygarlığın gelmesi gerekiyordu. Yaşlanmış şeftali ağaçlarını sökmeden yenilerini dikemezsiniz. Harabeyi ortadan kaldırmadan yeni inşaat yapamazsınız. Ne var ki Allah mü’minlere enkazı kaldırma görevi vermemiştir. Yahut, eskimişi yıkmak mü’minlerin işi değildir. Allah onlar için yıkıcıları, enkazcıları görevlendirmiştir. Onlar da kâfirlerdir. Vücudu hasta etme görevi hücrelerin değil, mikropların işidir. İşte 20. asır enkaz kaldırma asrıdır.

Birileri enkazı kaldırdılar. Şimdi Adil Düzenciler yeni fideleri dikiyorlar, yeni projeyi tamamladılar. “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”nı yaptılar. Temeli de onlar temizlediler. İnşaat yapacak müteahhit aranıyor. “Adil Düzen”i kabul edecek parti aranıyor. Allah’ın takdiri vardır. Günü gelince ortaya çıkacaktır.   

فَمَنْ ذَا الَّذِي يَنْصُرُكُمْ (Fa MaN YaNÖuRKuM)  “Size nusret edecek olan kimdir?”

Buradaki “Men” soru zarfıdır. Kimdir anlamındadır.

Za” küçültme işaretidir. “Bu Ahmet de kim imiş?” dediğinizde, buradaki bu küçültme işaretidir. Bu size yardım edecek kimse de kimmiş! Yani, kimse size yardım edemez demektir.

Soru şeklinde sormaktadır. Amerika yardım eder!.. Avrupa yardım eder!.. Erbakan yardım eder!.. Tayyip yardım eder!.. Söyleyin bakalım, Allah’ın sizi aşağılamasına karşı kim sizi kurtaracaktır?..

Burada mü’minlere bildirilen şudur. Siz Allah’a inanacaksınız, O’nun dediklerini yapacaksınız. Yine mağlup olabilirsiniz, yine iktidardan düşebilirsiniz. Ama ne yapsanız o kaderde var olacaktır. Ecevit hükümetleri gelmeseydi bugün AK Parti iktidarda olmazdı. Doğru Yol gitmeseydi Ecevit Hükümeti gelmezdi. O halde Erbakan taviz versin vermesin, kader böyle çizilmişti, böyle olacaktı. Olanları ne falana ne filana yükleyelim. Olanlar O’nun takdiri ile olmuştur ve iyidir. Biz sadece eksikliklerimizi tesbit edip tamamlamakla mükellefiz.

مِنْ بَعْدِهِ (MiN BaGDıHı)  “O’ndan sonra”

Yani, O’nun hazletmesinden sonra size yardım edecek kim olacaktır?

İşte Türk hükümetlerinin ve ordunun hatası buradadır. Biz kimse ile kötü olmamaktayız. Barışçı topluluğuz. Gerçekten lâik ve demokratız. Ancak Avrupa’nın kanunlarını okumadan Meclis’ten geçirerek neyi kazanacaksınız?!. Bu kanunlara olan saygıyı ve onlara uyma zorunluluğu ilkesini yok etmektedir. Okunmayan ve uygulanmayan kanunlarla ülkeyi doldurmak Meclis’i abes hâline getirmiştir. Meclis saygınlığını kaybetmiştir.

Meclis maalesef milletin ihtiyacı olan kanunları çıkaramamakta, milletin bilmediği ve duymadığı kanunlar hızla geçmektedir. “Adil Düzen” iktidara gelince bu kanunları bir gecede iptal edecektir. İdam edilmez hükmünü kaldırmakla kalmayacak, eski idamlık suçları da yeniden muhakeme edip idam edecektir. Tabii ki sivil suçlarda mağdurların, askeri suçlarda komutanların af yetkisi vardır.

Bu âyet bize kaderi de öğretiyor. Allah yardım etmeyi takdir etmişse kimse onu geri çeviremez. Allah hazl etmeyi murat etmişse onu de kimse geri çeviremez. Bazı hallerde ise Allah kazaya bırakmıştır. İnsanlar yardım da edebilirler, etmeyebilirler de. Onun için “Min Ba’dihi” kelimesini kullanmıştır.

Bütün bunlarda içtihat ve icmalar ortaya konup ona göre amel edilecektir. 

وَعَلَى اللَّهِ (Va GaLAy elLAHı)  “Allah’a”

Buradaki “Va” harfi “Fe iza azamte fe tevekkel alallah”daki “Allah”a atıftır. “Val Yetevkkelü elmüminune alallahi” demektir. Bundan sonrası te’kiddir. Tekrardan kaçınmak için “yetevekkel elmüminun” kelimesi hazf edilmiştir.

Kur’an’da bu tarz hazıflar geçmektedir. “Doktor Ahmet’e baksın Ahmet’e.” dediğimiz zaman ikinci Ahmet’ten sonra baksın sözü hazf edilmiştir. Arapçada bu hazf birinci cümlede yapılır. Türk dil mantığının aksi bir mantıktır. Avrupa dillerinde ise karmalık vardır. Yani, diller iki mantık üzerinde kuruludur. Ya önemli olanlar önce, önemsiz olanlar sonra zikredilir. Bu Arap dil mantığıdır. Ya da önemsiz olanlar önce, önemli olanlar sonra bahsedilir. Bu da Türk mantığıdır. Batı dilleri ise karmadır.

Hazf önemlidir. Yani, hazfler dikkat çekmek için, önemini belirtmek için yapılır. Dolayısıyla Arapçada hazf cümlesi önceden, Türkçede ise sonradan gelir. 

فَلْيَتَوَكَّلْ الْمُؤْمِنُونَ (Fa LYaTaVakKaLü eL MüMiNUvNa)  

“Mü’minler de Allah’a tevekkül etsinler.”

Buradaki “Fa” harfi bundan önceki cümleye atıf yapmaktadır. Sen Allah’a tevekkül et, mü’minler de Allah’a tevekkül etsinler. Yani alınan kararda tereddütler olmasın. Onlar da kararı kabul etsinler. Başkan artık karar almıştır. O uygulansın. Başkan yanlış karar aldı veya bunun sonucunda hayır yoktur demesinler. Herkes kararın oluşmasına itiraz etmesin. Karara muhalif olsalar da karar karardır. Artık uygulanmalıdır.

Şimdi de kanuna muhalefet edenler ekseriyet kararına uyuyorlar. Kanunlar değişmedikçe herkes için geçerlidir. İstişareden sonra alınan başkan kararı da böyledir. Aksi reylere sahip olsalar da başkanın kararı herkesi bağlar. Yani, herkes karar almış olur. Karara uymak istemiyorlarsa o topluluktan ayrılmak zorundadırlar. Bu topluluk da ocak veya bucak olur. Ya da dayanışma ortaklığı olur. Askeri birlik de dayanışma ortaklığıdır.

Fa” harfinin gelmesiyle ikinci tevekkül emredilmiştir. Arkasından mü’minler hemen ikinci tevekkülü yapacaklardır. Bu da uygulamadaki tevekküldür. Başkan karar almış. Karar karardır. Artık ne başkan ne de cemaat onu değiştiremez. Başkan artık uygulamada yoktur. Uygulamada başkan gözetleyicidir. Uygulama mü’minler tarafından yapılacaktır. Dolayısıyla mü’minler ikinci defa uygulamada Allah’a tevekkül edeceklerdir. “Fa” işte bunu ifade eder.

Ne kadar veciz bir şekilde ne çok şeyler ifade edilmiştir.

Emirler yerine gelecektir. Sonrası Allah’a bırakılacaktır. O ne isterse onu yapacaktır. Olan hayırdır. Niçin böyle oldu denmeyecektir. Mü’minler için peş peşe iki tevekkül vardır. Biri başkanla birlikte yapacakları tevekküldür. Biri de başkandan ayrı uygulamadaki tevekküldür. 

وَمَا كَانَ لِنَبِيٍّ أَنْ يَغُلَّ (Va MAv KavNa Lı NaBıyYın EaN YaĞulLa)  “Nebinin ğalletmesi olmaz.”

Ğalla” kelimesi galeyan, kazanın kaynaması, taşmasıdır. “Ğanna” genizden ses çıkarmadır. “Ğenye” zengin demektir. “Ganimet” ise savaşta elde edilen servettir. “Ğarra” yanılmadır.

Bunların yakınlığı ile ortaya çıkan anlamı şöyle açıkladılar: Meşru olmayan saldırıdır, yağmacılık yapmaktır. Yani, ganimet için savaş meşru değildir. Meşru savaş sonunda elde edilen enfal helaldir.

Bundan önceki âyetlerde mü’minlere cihat yapmanın meşruluğu, hattâ farzlığı sözkonusu iken, burada sadece kazanç amacıyla savaş gayrimeşrudur. Malını, canını, işini ve ırzını savunma insan için tabii haktır. Ama kimsenin malına, canına, ırzına ve işine müdahale de asla meşru değildir. Ğalletmek bunları yapmaktır.

وَمَنْ يَغْلُلْ يَأْتِ بِمَا غَلَّ  (Va MaN YaĞLuLYaETı YaETı BıMAv ĞalLa)  

“Kim ğallederse ğalletiği ile gelir.”

Hazreti Peygamber (s.a.v.) böyle bir şey yapmaz denmiştir. Yani yapmamıştır.

Ayrıca kim olursa olsun, kimsenin kimseye ğalletmesi meşru değildir. Kim başkasının servetine saldırırsa onunla suçüstü yakalanmış olarak gelecektir. İnsan için ana kazanç kaynağı emeği ile elde ettiğidir. Bu emek bedenî emek olduğu gibi aynı zamanda zihnî emektir. Onun için âyette  “İllâ Mâ Saa/ Çalıştığından başkası” denmektedir. Bunun yanında rızaya dayanan ticaret de meşru kılınmıştır. Faiz ve kumar ise haramdır. Zorla ve rızası olmadan başkasının malını almak ise büsbütün haramdır.

Savaş mal için değil, savunma amacıyla güven için yapılmaktadır.

يَوْمَ الْقِيَامَةِ  (YavMa elQıYAvMat)  “Kıyamet yevminde”

Kıyamet yevminde peygamberler dünyadaki cezaları düşünmezler. Her mü’min için de durum budur. Bu dünyanın en büyük cezası birkaç yıl erken ölmekten ibarettir. Nasılsa bir gün ölünecektir. Ama ahirette ise cezalar belli olacaktır. O halde asıl sorun o günü düşünmektir. Ahiret hayatı vardır. Kıyamet günü vardır.

Kıyam” ayağa kalkma günüdür, yahut adaletin ikame günüdür, duruşma günüdür. O gün herkes bu dünyada yaptığının hesabını verecektir. Alacağını alacak, borcunu da ödeyecektir. Ğal yapmış olanların durumu son derece ağır olacaktır. 

Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”nın dayandığı temel ilke şudur: Yeryüzü bütün insanlığındır. İşgal ile bölüşmüşlerdir. İhya ile mâlik olunmaktadır. Devletler, ülkeler, bucaklar ve ocaklar ya göç kabul etmek, ya da toprak vermek zorundadırlar. “Burası benimdir, kimseye vermem!” demek; işte bu ğalldir. Mamur halde tutuyorsan senindir. Yani, oraları işletiyor ve kullanabiliyorsan senindir, yoksa bütün insanlığındır.

Bugün mevcut bölüşme şekli adil olmayabilir. Adil bölüşme şekline geçilmelidir. Daha adil bölüşme şekli bulunmadıkça mevcut olanı yıkmak zulümdür, ğaldir. Devletin halkın elinden şeriat dışı mallar alması da ğalldir. Sosyalistler bunu yaptılar. Devletin halkın ormanlarına el koyması da ğaldir. “Doğal sit alanı! Tarihî sit alanı!” diyerek insanların yararlanmalarını yasaklamak da ğaldir. Bir yerden yararlanmaya kimse mani olamaz. Ancak benim yararlanma hakkım çiğneniyorsa ona mani olunur. Çevre kirliliğinin önlenmesi, tabiî zenginliklerin tahrip edilmesi başkadır, ondan yararlanma başkadır. İşte bu ğal yapanlar, sosyalist mantığı ile yaşayanlar, sosyalist mantığını sürdürenler hep ğalletmektedirler.

“İnsanlık Anayasası” bu ğallı önleyen ama çevre tahribatına da tedbirler alan bir anayasadır.

ثُمَّ (ÇümMa)  “Sonra”

Türkçede “Ve, Fe, Sümme” harfleri yoktur. “Ahmet geldi, Hasan da.” olduğu gibi cümleleri bağlayan harf vardır. Günümüz Türkçesinde “ve” kullanılmaktadır.

Sümme”nin manâsı, aradan zaman geçtikten sonradır. Ahirette herkes haksız yere aldığı ile gelecektir. Sonra herkese yaptıkları tastamam ödenecektir. Önce kalkış yani kıyamet gününde hesaplar görülecek, sonra ödemeler yapılacaktır. Avans sistemi geçerli olmayacaktır. Onun için burada “Sümme” kullanılmıştır.

Cennete gidenin bedeninde değişiklik olacak, cennette yaşayacak şekilde olacaktır. Cehenneme gidenin bedeni değişecek ve cehenneme gidenin bedeni gibi olacaktır. Nasıl bir böcek krizalit devresine girdiğinde değişir ve kanatlı olarak uçarsa... Nasıl kurbağa balık gibi galsemeli iken sonra kertenkele gibi ciğerli oluyorsa… İşte orada da öyle değişmeler olacaktır. Artık geri dönüş olmayacaktır. O sebepledir ki hesap görüldükten sonra cennet veya cehenneme gidilecektir. Kıyamet günü bu dünya gibidir. Savunmalar, itiraflar, saklamalar hepsi sürüp gidecektir. Cennette ise gizleme yoktur. 

تُوَفَّى كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ  (TuVafFAy KulLe NaFSın MAv KaSaBaT) 

“Her nefse kesbettiği tevfiye edilecektir. Herkese alacağı ödenecektir.”  

Vefa” kelimesi hakkını vermek demektir. Terazideki eşitlemek demektir.

İyi olsun, kötü olsun herkesin hakkı verilecektir. Bugün geçerli inanışa göre mü’minlerin kötülükleri çok hafif ceza ile atlatılacak, kâfirler ise cehennemden asla çıkmayacak ve onların hamleleri hiçbir işe yaramayacaktır. Oysa burada her nefse ifa olunacaktır deniyor. Kâfir olsun, müslim olsun, katil olsun, zani olsun, herkese yaptığı iyi şeyin karşılığı verilecektir. Kötülüklerine takas yapılacak, kalan ceza çektirilecektir.

Sonra burada “kesbettiği” denmektedir. “Kesb” kasıtlı amellerdir. Bir işi yaparak elde edilenler kesbdir. Küsbeden gelir. 

وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ (Va HuM LAv YuJLaMUvNa)  “Ve onlara zulmedilmeyecektir.”

Asla haksızlık yapılmayacaktır. Zerre miskalınca olan bir kötülük de iyilik de görülecektir. Kitabımız bu kadar açık bir şekilde adil olanı söylemese, biz tevil ederek bu inançta olmalıyız. Oysa birçok kimse âyetin dediklerine değil, hocalarının dediklerine uymaktadır. Hocalar da cemaatleri kaçırmayalım diye Kur’an’ın dediğini değil, halkın dediğini savunur olmuşlardır. Şüphesiz onların da kesbettikleri ödenecektir. Her çeşmeden akan su bir yerden gelip bir yere gitmektedir.

أَفَمَنْ اتَّبَعَ رِضْوَانَ اللَّهِ (EaFaMaN ItTaBaGa RıWANNa elLAHı)  

“Allah’ın rızalarına tâbi olan kimse mi?”

Buradaki “Fa” harfi “tafsiliye Fesi”dir. Öyle ise yani herkesin kesbettiği kendisine ifa olunacaksa, Allah’ın rızasına tâbi olan Allah’ın gazabına uğrayan gibidir diyerek âhirette iki ayrılacak grubu soru şeklinde tevdi edilmiştir.

E” ile sorulduğunda, değildir anlamı çıkar. Bu iki grup bir değildir demektir. Burada Allah’ın rızasına tâbi olma tabiri getirilmektedir. Yani Allah neye razı olursa ona uyan kimse demektir.

Galletmek Allah’ın rızasına uygun değildir. Sosyalizmde gal olduğu gibi kapitalizmde de gal vardır.

Sosyalizmde halkın elinden serveti doğrudan doğruya gasbedilmektedir. Kapitalizmde ise faiz yoluyla halkın elindeki serveti gasbedilmektedir. Her iki rejim tabiî kaynaklara sahip olup sömürmek için savaşlar yapmaktadır. Irak Savaşı bunun için olduğu gibi; dünyayı besleyen Sibirya petrol ve gaz kaynaklarından da Sibiryalılara bir şey verilmemektedir.

İslâmiyet’teki savaş ne içindir? Yeryüzüne barış gelsin, güven gelsin diye savaş yapılır. Gümrükler yok, vizeler yok. Tabiî kaynakları bütün insanlar birlikte kullansın diye savaş vardır. Devlet beşte bir güvenlik hizmet payını alır, ondan sonra kaynaklar tüm insanlar tarafından işletilir. Bu Allah’ın rızasına tâbi olmadır. 

كَمَنْ بَاءَ بِسَخَطٍ مِنْ اللَّهِ  (KaMaN BAEa Bi SAPaOın MıNa elLAHı) 

“Allah’tan sahatı be’veden kimse gibi midir?”

“Rıdvan”a karşı “Sahat” kelimesini kullanmıştır. “İttibae” yerine “Bae” kelimesini kullanmıştır. Orada doğrudan izafet yapılmıştır. Burada “Min” ile izafet yapılmıştır. Allah’tan sahat sebebiyle be’vet etmiştir.

Be’vet” etmek demek, çarpışmak demektir. “Biet” çerçeve demektir. Ablukaya almak, sıkıştırmak anlamlarına gelir. Yerleştirmek anlamına da gelir.

Sahteyan” hasıl edilmiş, kızarmış deridir. “Sahata” demek kızdı, öfkelendi demektir. Allah’tan gelen kızgınlık sebebiyle sıkıştırılan kimse gibidir. Nitekim kapitalizm, sosyalizm, faşizm, fanatizm gibi kelimeler yani rejimler kendi kabuklarına çekilip demir perdeler örer ve gelip geçişleri yasaklarlar. Böylece halk sıkışıp kalır. Oysa Allah’ın rıdvanında her türlü insanların gidip gelmeleri, malların gidip gelmesi, emeğin gidip gelmesi, sermayenin gidip gelmesi tamamen serbesttir. Devletler vardır, iller vardır, bucaklar vardır. Ne var ki bunlar yasaklar için değil, hizmetler için vardır.

Adil Düzen” dışındaki rejimler Allah’tan gelen kızgınlık sebebiyle sıkışık düzenlerdir.          

وَمَأْوَاهُ جَهَنَّمُ  (Va MaEVAyHu CaHanNaM)

Böyle yasakçı, sömürücü, gasbeden, bunun için savaş çıkaran kimsenin dünyada sıkışıklığı olduğu gibi âhirette de cehenneme iva edilecektir. Oradaki yuvası da cehennemdir.

Burada zamir müfret yani tekil kullanılmıştır. Âhiretteki sorumluluk şahsidir.

وَبِئْسَ الْمَصِيرُ  (Va BıESa elMaWIyRu)  “Dönüş ne kötüdür.”

Sare” demek, bir şekilden başka şekle dönüşme demektir. “Masıyr” de yeni şekil demektir. İnsanlar cehenneme girdikleri zaman oradaki hayata uyabilmeleri için molekül yapıdan atom yapısına dönüşeceklerdir. O dönüş kötü olacaktır. Buradaki dönüşü kötü dönüş yeri yerine kötü dönüş biçimi olarak anlamak mümkündür. 

هُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ اللَّهِ  (HuM DaRaCaTün GıNDa elLAHı)  

“Onların Allah’ın indinde dereceleri vardır.”

Buradaki zamir hem Allah’ın rıdvanına tâbi olanlara, hem de Allah’ın sahatına uğrayanlara racidir.

Bütün insanların dereceleri vardır. Sıfır nokta kıyamet sahasıdır. A’raf alanıdır. Bu dünyadır.

Bunlar hep birbirine benzerler. Cehennem mihverin menfi tarafını, cennet ise mihverin müsbet tarafını gösterir. Burada da dereceler vardır. Onun için “derecât” kelimesi kullanılmıştır. Kurallı dişi çoğul gelmesi bu derecelerin atlamalı yani dijital olduğunu gösterir. Cehennem ve cennet kat kattır. Bu dünyada yapılan amellere göre insanlar o katlara yerleştirilecektir. Orada yaptıkları amellere göre cehennemin üst katlarına çıkabilecekleri gibi cennette de daha üst katlara yükseleceklerdir. Yapı bakımından cennet ve cehennemdeki yükselmeler benzediği için her iki zümreyi cennet zümresi ile cehennem zümresini hep bir zamir içinde topladı. 

وَاللَّهُ بَصِيرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ (Va elLAHU BaWIyRun BıMAv YaGMaLUvNa) 

“Allah onların bütün amel edeceklerini görecektir.”

Yani cennette ve cehennemde de amel olacak, Allah o amelleri de görecektir.

Burada “Basırun” sıfatı nekire gelmiştir. İsm-i fail ve mef’uller haber olarak nekire gelirlerse istikbal sigasını ifade eder. “Ene alimün” derseniz, ben öğreneceğim demek olur. “Ena alimülhesab” derseniz, ben hesabın alimiyim demek olur.

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                        (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 262. SEMİNER             Yorum-92         İstanbul, 23 Temmuz 2004

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI  

(Reşat Nuri Erol Üsküdar’da yorum olarak anlatacaktır.)

 

SANAYİLEŞME

İnsan ilk yaratıldığı günden beri, hayvanlardan farklı olarak alet kullanmak zorunda kalmıştır. İlk önce yasaklanmış ağacı yediği gün tüyleri dökülmüş, yapraklarla örtünme ihtiyacını hissetmiş ve bugünkü tekstil sanayii doğmuştur. Ağzı yiyeceği parçalayacak şekilde olmadığı için yiyecekleri taşla veya sopa ile kırıp ateşte pişirme ihtiyacını duymuştur. Kendisine saldıran düşmanlarına karşı taş ve sopa ile cevap verebilmiştir. Yağmurdan ve güneşten korunmak için çalılardan, kamışlardan yuva yapmaya başlamıştır. Daha önemlisi, ihtiyacı olan eşyayı bir yerden diğer yere götürmek için ağaç dalları üzerine koymuş ve sürüklemeye başlamıştır. Bugünkü ulaşım araçları böyle oluşmuştur. İşte ilk sanayi, tekstil, taş ve sopa araçları, kamıştan veya çalılardan inşaat yapma, urgan ve ip ile yüklenme araçları yapılmıştır. Mesela, sepet dokunmuştur. Araçları yapmak maharet istediği için daha ilk günlerde ustalar ortaya çıkmıştır. Bunlar başlangıçta yardımlaşma ilkesi içinde cereyan ediyordu.

Avcılık döneminde kadın ile erkek arasında işbölümü meydana gelmiş, kadınların işleri ile erkeklerin işleri birbirinden ayrılmıştır. Benim köyüm Camili Köyü halkı içinde erkeklerin dokuma işleri ile uğraşması abes kabul edildiği gibi, kadının da çift kurması sözkonusu bile değildir. Bugün dünyanın hiçbir yerinde kadınlar savaşlara katılmamaktadırlar.

Çobanlık döneminde ise hayvanları sulama önemli sorun olmuştur. Pınarların başında konaklamalar başlamıştır. Mevsimlere göre yer değiştirmekle beraber pınarın çevresinde çadırlarla da olsa yerleşme başlamıştır. “Han” kelimesi “kon” kelimesinin değişmiş şeklidir. Pınar başında yerleşip buraya gelen çobanların güvenliğini sağlayana “han” dendiği gibi, konaklanan yerlere de “han” denmiştir. Buralar aynı zamanda pazar yerleri olmuştur. Belli günlerde halk mallarını buraya getirir ve satar, istediklerini de alırlardı. Sonra da hayvanlarla uzak meralara giderlerdi.

Tarım döneminde işler biraz daha değişti ve gelişti. Halk köylerde yerleşmeye başladı ve kendi tarlasını ekip biçti. Ancak mallarını çarşıya götürdü ve sattı. Orada yerleşen sanatkârlardan gereken eşyayı almaya başladı. Hayvanlar kasaplar tarafından burada kesilir ve etler bölüşülürdü. Bundan dolayı bu yerlere “kasaba” denmiştir. Hemen her kasabada (ilçe merkezinde) işbölümüne dayanan sanayi doğmaya başlamıştır. Bu dönemin özelliği olarak halk kasabaya mal götürüyor, satıyor ve ihtiyaçlarını kasabadan sağlıyordu. Bazı mallar için pazarlar günümüze kadar gelmiştir.

Bundan sonra tüccar mübadelesi dönemi başlamıştır. Tüccar mübadelesinde halk malını kapıda satıyor, yine kapıda alıyordu. “Al kapıda, sat kapıda” atasözü bu dönemin yadigârıdır. Buradan sağlanan kazanç sayesinde işbölümünde kasabalardan da öteye geçilerek kırlarda da işbölümü doğmuştur. Tarım yapan halk boş kaldıkları zaman evde ürettiklerini satıyor ve ihtiyaçlarını satın alıyordu. Böylece dengeli bir tarım dönemi başlamıştır. Bu dönem on bin yıl kadar sürmüştür.

Bu dönemlerde işçilik yaparak geçinme sözkonusu değildir. Sadece doktorlar ve ustalar gibi hizmet erbabı ücretle iş yapardı. Üretim yerlerinde işçilik yapmak aşağı bir şey sayılırdı. Yine Camili Bucağı’nda işçi olarak başkasının işini yapmak bir tür zavallılık sayılırdı. Bu tür işçilikler kölelere yaptırılırdı. Atina’da aristokrat tabakanın üretim yapması ayıp sayılıyordu.

Bundan 500 yıl önce dünyadaki 10 000 senelik gelenek bozulmaya başladı.

İstanbul’un fethinden sonra, daha önce Haçlı Seferleri ve başka yollardan Müslümanlardan astronomiyi, coğrafyayı, pusulayı, gemiciliği, barutu öğrenen Avrupalılar Amerika’yı keşfettiler. Amerika’da bâkir topraklar vardı. Para olarak kullanılmayan altın vardı. Avrupa merkez hâline gelmişti. Yahudiler zenginleştiler. Yahudiler dünyadan ham madde alıyor, Avrupa’da işletiyor ve dünyaya satıyorlardı. Ne var ki, Avrupalıların elleri sanayiye yatkın değildi. Yeter sayıda işçi yoktu. İşte bu sebepledir ki kalifiye işçi ihtiyacını makine sanayii ile gidermeye başladılar. Müslümanlardan öğrendikleri müsbet ilimleri sanayiye uyguladılar. Doğu halklarında ise ileri olan el sanayii üretime yettiği için sanayide makineleşme gerçekleşmedi. 500 senelik çatışma sonunda makine sanayii el sanayiini yendi. İşte dünyada Avrupa’nın hakim olmasının sebebi budur.

Makine sanayii ne yaptı? İşyerlerini tekelleştirdi. Dev fabrikalar oluşturdu. Halk artık işçi oldu. Tarımda sanayileşme başladı. Makine ziraatı gelişti. Kırlarda ve köylerde geçim imkanı bulamayanlar şehirlere taşındı. İstanbul gibi dev kentler oluştu.

İşte 500 senelik makineleşmenin sonucu buraya gelindi.

Peki, bu gelişme ve değişim ne gibi sorunlar getirdi?

a)      Her şeyden önce çevre kirliliği sorunu oluşturdu. Toprağı, suyu, havası kirlenen kentlerde canlılar da kirlendiler ve sağlık sorunları ortaya çıktı. Çevre kirliliği sebebiyle bedenî ve zihnî hastalıkların kaynağı oluşmaya başladı.

b)      Kalabalık halk trafik yani ulaşım sorununu ortaya çıkardı. Büyük kentlerde yaşayanlar günün üç dört saatini yolda geçirmek zorunda kaldılar. Bu da üretimi çok büyük şekilde aksattı.

c)      Kentleşme tarım sektöründe büyük sorunlar ortaya çıkardı. Tarımda mevsimlik işçilik vardır. Halk bu dönemlerde tarım yapar, diğer zamanlarda da el sanatları ile meşgul olurdu. Şimdi ise tarım işçiliği mevsiminde işçi bulunmuyor ve tarım sektörü çökmeye başladı. Diğer taraftan da tarım işçisinin çoğu zamanı boş geçmeye başladı. Makine sanayii sebebiyle el sanayii ortadan kalktı.

d)      Kentleşmenin getirdiği başka bir sorun da sosyal dayanışmanın ortadan kalkmasıdır. Büyük sanayi işçiliği cazip kılmak için emekliliği icat etti. Böylece hayatını garantiye alan insanlar evlenme ihtiyacını duymadı. Çocuk yapma ihtiyacını duymadı. Sanayileşmiş ülkelerde nüfus azalması başladı. Bu ülkeler şimdilik sanayileşmemiş ülkelerden göç kabul ederek varlıklarını sürdürebilmektedirler. Bütün dünyanın makineleştiğini farz edelim. İnsanlık artık ölüme gidiyor demektir.

İşte “Adil Düzen” insanlığın bu ölümcül sorunlarına çare ve çözümler bulmaktadır:

a)      Altyapı kırlara yani taşraya kadar gitmiştir. Ulaşım ve haberleşme sağlanmıştır. İnsanın damarlarında nasıl kan kalbin etkisi ile dolaşmakta ise; aynen böyle gerek ulaşım, gerekse haberleşme tamamen bedelsiz hâle getirilmelidir. Yani, insanlar istedikleri kadar karşı tarafla bedelsiz cep telefonu ile hem de görüntülü olarak konuşabilmelidir. Yani, bunun için haberleşme vakıfları kurulmalıdır. Masraflar kamu bütçesinden finanse edilmelidir. Aynı şekilde gerek insan gerekse eşya nakli bedava olmalıdır. Masrafları kamu bütçesi ve vakıf gelirleri ile sağlanmış olur. Bu sistem kentle köyü eşit imkanlara kavuşturur. Halk bir taraftan köylerde oturur, eskiden olduğu gibi tarımını yapar, makine tarımını yapar; diğer taraftan boş zamanlarını de küçük sanayi makineleri ile değerlendirir.

b)      Eskiden bir arabanın imali için bir fabrika bütün parçaları kendisi üretmek zorunda idi. Dev fabrikaların olması zorunlu idi. Şimdi ise parça sanayii doğmuştur. Eskiden pazarda bulunmayan parçalar şimdi pazarda alınıp satılmaktadır. Dolayısıyla dev merkezî işyerlerinin yerini küçük küçük atölyelerdeki parça makineleri bu işleri yapmaktadır. Dolayısıyla eskiden kırlarda yapılamayan işler bugün rahatlıkla yapılmakta ve kırlarda üretim yapılabilmektedir. Taşıma bedelsiz olduğu için maliyetlerde bir fark oluşmamaktadır.

c)      Bugün kredi tüccara verilmektedir. Tüccar ön ödeme yaparak halktan ucuz mal almakta, sonra da kasaba tüccarına veresiye vererek çok pahalıya satmaktadır. Halkın eline para geçmemekte, satın alma gücü olmadığı için mallar satılmamaktadır. Bu faizli sistem yerine, krediler faizsiz olarak halka verilmektedir. Halk mağazalara peşin ödeyerek sipariş vermektedir. Mağazalar da peşin ödeyerek tüccarlara sipariş vermektedir. Tüccarlar da peşin ödeyerek üreticiye sipariş vermektedir. Böylece devre başında bütün ihtiyaçlar halk tarafından tesbit edilmiştir. Tüccar kârı nakit üzerinden değil, mal üzerinden yapmaktadır. Millî stoklar artmaktadır. Ancak işsizlik sorunu ortaya çıkmamaktadır. Köylü üreteceği tarım mallarını ve tüketim mallarını yıl başında sipariş almaktadır. Kâğıt paranın bulunması ile para sorunu çözülmüştür. Faiz sıfırlanmış bulunmaktadır.

d)      Artık emeği değerlendirmek için çalışanlara “inşaat kredisi” verilmektedir. Selem kredisini kullanmayanlar inşaat kredisini kullanırlar. Meskenler ve fabrikalar yapılır ve kamunun mülkiyetinde satılığa çıkarılır. Ama işsiz kimse kalmaz. Toprak parasını almış olur. Toprak parasının buğday parasına göre değeri yatırım yüzdesini dengeler. Köydekiler kentte birer işyeri ve mesken edinmeye çalışırken, kentliler de kırlarda dinlenme yerleri temin ederler. Böylece III. bin yılın tarım sektörü krizini de “Adil Düzen” en kolay bir şekilde çözmüş olmaktadır.

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                        (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 262. SEMİNER             Yorum-92         İstanbul, 23 Temmuz 2004

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI  

(Üsküdar’da Selahattin Öztürk değerlendirecektir.)

 

MEDENİYETLERİN DOĞUŞU

Bir insanın vücudunda milyar milyar hücre vardır. Her hücre ayrı canlıdır. Dışarıdan besin ve su alır, onu sindirir, dışarıya atar. Kendisinin özelliğine göre hayatını sürdürür. Gözle görünmezler. Bin defa büyüten mikroskoplarla görülebilirler. Ağaçlar, filler, balinalar ve sinekler de böyle hücrelerden oluşurlar.

Bir canlı bir tek canlı değil, bir canlılar topluluğudur. Bizim devletimiz nasılsa onun vücudu da öyledir. Önemli husus şudur ki, hiçbir canlı iki hücreden oluşmaz. İki hücre birleşir ve tek hücre olur. Yarısı atılarak normal hücreye dönüşür. O tek hücre bölünerek insanı, fili, balinayı, dev ağaçları tek hücre olarak oluşturur.

İnsan toplulukları da Kur’an’da “kabile”, bizim de “bucak” dediğimiz topluluklardan oluşan ana topluluktur. Bunların nüfusu 3 000 ile 10 000 arasındadır. 3 000 den az olursa bir hücre olacak elemanlar bulunmaz. 10 000 den fazla olursa bu sefer de kişiler birbirlerini tanıyamayacakları için yine hücre oluşmaz. Tarihte bu hücre varlığını hiçbir zaman kaybetmemiştir.

Bucağın daima bir başı vardır. Halk daima gruplaşmıştır. Kendilerine özgü örfü oluşmuştur. Tarihte evrim olmuş ve çeşitli bucaklar kurulmuştur. İlk bucak toplayıcılık bucağıdır. Bunlar bir vadide oturur, oradaki meyvelerden yararlanarak geçimlerini sağlarlar. Mevsime göre de belli yerler arasında yer değiştirirler. Başlarında bir kabile reisi bulunur. Reis şu işleri yapar:

a)       Kabileye dışarıdan bir saldırı gelirse başkanın emrinde birlikte savunmaya geçerler.

b)      Kabilenin içinde bir niza, bir anlaşmazlık çıkarsa, başkan müdahale eder. Gerekli gördüğünde cezalandırır.

c)       Çıkan ihtilafları hakem olarak çözer veya çözdürür. Hukuk düzeninin korunmasına yardım eder.

d)      Topluluğun ortak işlerini yapar, birlikte yaşamayı sağlar. Başta yol yapar, su getirir.

Canlı hücreler başlangıçta ayrı ayrı yaşarlardı. Sonra birleşerek dev canlılar oluştu. Başlangıçta “kabile/ bucak” hayatı varken, sonra güvenlik nedeniyle iller oluştu, şa’bler oluştu. Yüze yakın bucak bir “il” oldu. Kaleler yapılarak çevrenin güvenliğini korudular. Sonra yetmedi, yüze yakın il bir araya geldi, “devlet”ler oluştu ve cephe savaşlarını yaptılar. Bugün bütün insanlık tek topluluk hâline gelmektedir.

Tarihte hep yeni uygarlıklar tek bucakla oluşmuştur. Mezopotamya uygarlıkları hep bir sitede kuruldular. Babil bunlardandır. İbrani Uygarlığı bir sitede kuruldu. Yunan Uygarlığı bir sitede kuruldu. Roma Uygarlığı bir sitede kuruldu. İslâm Uygarlığı da bir sitede kuruldu.

Hep o bir sitenin benzerlerinin oluşması ile insanlık uygarlaştı.

III. Bin Yıl Uygarlığı da bir sitede kurulacaktır. Acaba kurulacak yeni sitenin özelliği ne olacaktır?

Tarım döneminden sanayi dönemine geçilmiştir. Kentleşme olacaktır. Ancak bu bir tarım kenti olacaktır. Aynı zamanda sanayi kenti olacaktır. Bu “III. Bin Yıl Uygarlığı” kenti nasıl bir kent olacaktır?

a)       Bu kent 10 000 nüfuslu bir bucak olacaktır.

b)      Bu bucak büyük kentlerin civarında bir dinlenme kenti olarak kurulacaktır.

c)       Kadınlar, çocuklar, yaşlılar, hastalar buralarda yaşayacaklardır. Yaz kış buralarda yaşayacaklardır.

d)      Erkekler şehirlere giderek oralarda iş yapacaklardır. Bugünkü devam işlerine benzer işçilik olacaktır.

e)       Dinlenme kentinde oturanlar ise tarım işçiliği yapacaklardır. Asıl gıda ve giyim ürünlerini bunlar üreteceklerdir.

f)        Bunların işleri mevsimliktir. Tarım işleri olunca yapacaklar, tarım işleri olmadığı zaman da küçük sanayici olarak üretim yapacaklardır.

g)      Tarım ürünleri toprak ve iklime uygun olarak çeşitli ürünler olarak üretilecektir. Oysa sanayi ürünleri ise bir ilçede bir veya iki çeşit olacaktır. Onun üzerinde ihtisaslaşma yapılacaktır.

h)      Şehir kentleri ile kır kentleri kardeş kentler olacaktır. Her kentte mala-mal marketi oluşacak, kır kentleri ürettikleri bir veya iki çeşit malları ile ürettikleri tarım mamullerini kendi kent marketlerine satacaklar, karşılığında şehir sitesinden gelen malları alacaklardır.

Borçka ilçesine gittiğimde şunu gördüm ki, kır kentleri şehir kentlerinden daha ileri safhada Adil Düzen sitelerine dönüşmeye hazır görünüyorlar. Adil Düzene göre bir şehir kenti yanında, Adil Düzene göre bir kır kenti projesini sunmak üzere örnek olarak Camili Bucağı ile Borçka İlçesi seçilmiş olacaktır.  

  

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                        (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 262. SEMİNER              Yorum-92         Ankara, 25 Temmuz 2004

PAZAR GÜNLERİ YAPILAN ANKARA PROGRAMI

(Ankara’da Ali Erişen ve Sabri Tekir değerlendirecektir.)

 

TAŞIMA VAKFI

Bir vücutta kalp sayesinde eşit basınç bulunur. Her tarafta aynı kan dolaşır. Herhangi bir maddenin veya kan hücresinin bir yerden diğer yere gitmesi için özel enerji harcanmaz. Kalbin emme basma tulumbası bu işleri yapar.

Toplulukta da gerek kişiler gerekse eşya bedelsiz taşınabilmelidir. Kur’an’da “sebilullah” denmektedir. Allah’ın yolu, kamunun yolu demektir. Bu nasıl sağlanacaktır?

Bir üretici bir malı ürettiği zaman onu ortak ambara teslim eder, eline o mamul malın belgesini alır, istediği yerde istediği fiyatla satar. Bu belgeyi temin eden herkes o malı istediği yerden teslim alır. Şöyle ki, mal semt ambarlarına gelir, oradan halk gelip alır. Yahut ocak ambarlarına gelir, halk oradan alır. Yani, belgeyi ocak başkanına teslim eden kimse malını ertesi gün almış olur.

Ambarlar semtlerde bulunan ocak, ilçelerde bulunan il, bölgelerde bulunan ülke, insanlık içinde bulunan kıta ambarlarına teslim edilir veya buralarda toplanır ve dağıtılır. Üretilen malların kamu payları yani vergileri de hangi ambara teslim edilmiş ise ona verilmiş olur. Üretici mesela 100 çift ayakkabı üretmiş ve kamu ambarına teslim edilmiştir. Kamu ambarı buna ayakkabı kuponu vermiştir. Ne var ki 100 ayakkabının değil de 60 ayakkabının kuponunu vermiştir. Geri kalan kuponlardan 20’si kamuya vergi olarak teslim edilmiştir. 20’si de genel hizmet olarak teslim edilmiştir. Genel hizmet de bunlara 25 genel hizmeti bölüştürmektedir.

İşte bunlardan biri de “taşıma giderleri”dir. Bucak bütçesi üçe ayrılmakta, üçte biri taşıma ve haberleşme payıdır. Bunun yarısı ile yolların ve araçların bakımı yapılır, diğer yarısı ile de burada çalışanlara ücretleri verilir.

Yolların yapılması ise satılan arsa bedelleri ile yapılır. İmarı yapılmamış arsa tarla fiyatınadır. Yahut meradır. İmarı yapılınca bunun değeri onlarca kat artmaktadır. İşte bu artıştan elde edilen kazançla altyapılar yapılmaktadır. Yollar onunla tesis edilip amortisman gideri olmamaktadır. Bakım genel hizmet payından karşılanmaktadır.

Bunun anlamı nedir?

Sen zaten bir fabrikayı satın aldığın zaman onun altyapısını da satın alıyorsun demektir. Onun parasını da peşin ödüyorsun demektir. Yani, üretim yapılırken vergi ödenmiyor, tüketim yapılırken ödenmiş oluyor. Ama üretici mal vererek ödemiş oluyor. Bunun dışında yakın yerde satılan mallar uzak yerde satılan malları sübvanse ediyor. Yani, nakliye parasını uzaktakilerle yakındakiler eşit olarak ödüyorlar. Burada halk mağdur olmuyor. Kendi ürettikleri malları pahalı alıyorlar ama uzakta üretilenleri de ucuz alıyorlar.

Ulaştırma imkanları ve teknoloji gelişince bu ayrılan üçte bir daha çok imkan sağlayacaktır. Bunun manâsı ucuzluk artacak ve üretim çoğalacaktır. Nüfus artacaktır. Artık değerlerle karalar daha çok nüfus besleyecek, denizler de meskun hâle gelecektir.

Gezegenlerden rızkımızı sağlayacağız…

Uzaya açılıp hidrojen enerjisi ile yaşama imkanını bulacağız...

Kur’an’da “Allah’ın arzı vasidir.” dendiği zaman bu ifade edilmiş olmaktadır.

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                        (0532) 246 68 92

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3453 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2648 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2137 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2517 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2517 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2160 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2567 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2469 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1974 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2333 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2238 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2384 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2605 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2424 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3025 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2659 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2973 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2657 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2730 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2941 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3120 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3409 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5458 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3530 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3061 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3848 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3697 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3401 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3858 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3820 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4096 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4607 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3004 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3102 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3953 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3808 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2837 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2930 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3938 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7693 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5579 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4162 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3562 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3708 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4717 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4429 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4724 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4646 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4798 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4538 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3384 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4460 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3610 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5154 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3839 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5135 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 4991 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4916 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3518 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3467 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3682 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5141 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4195 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5402 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4076 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5254 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4405 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4416 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4560 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4756 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5307 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4107 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5250 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4512 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3832 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4364 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4575 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4103 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4085 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4075 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4533 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5634 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9792 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4636 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3690 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3842 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3351 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3374 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3736 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5688 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4239 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3437 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler