Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 263
ÂL -İ İMRAN SURESİ TEFSİRİ 164-165.AYETLER
1.08.2004
2124 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜZEN   263

ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi        30/7 – 01/8  2004      Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline)  www.akevler.org

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 263. SEMİNER      (CUMA-C.TESİ-PAZAR)       İst. - Ank., 30/7 – 01/8  2004

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL              Tel: (0212) 452 76 51

ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL  (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği)             Tel: (0532) 246 68 92

*HAFTALIK TEFSİR SEMİNERİ  (CUMARTESİ GÜNLERİ “YENİBOSNA”; Saat:18.00-21.00)

ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ – 43

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 18.00 – 21.00 saatleri arası okunacak ve tartışılacaktır.

(Hasan Özket, Yasin Kılar, Hasan Çetinkaya, Reşat Nuri Erol ve Lütfi Hocaoğlu, … dersi okumuş olarak geleceklerdir.)

Cuma günü Üsküdar’da bir kısmı ilk yarım saatte Reşat Nuri Erol tarafından özetlenecektir.

Pazar günü Anakara’da bir kısmı yarım saatte Sabri Tekir tarafından açıklanacaktır.

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

 

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

لَقَدْ مَنَّ اللَّهُ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولًا مِنْ أَنْفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمْ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ(164)

أَوَلَمَّا أَصَابَتْكُمْ مُصِيبَةٌ قَدْ أَصَبْتُمْ مِثْلَيْهَا قُلْتُمْ أَنَّى هَذَا قُلْ هُوَ مِنْ عِنْدِ أَنْفُسِكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ(165)

 

لَقَدْ  (La QaD) 

Burada “Va” harfi getirilmeden yeni âyet başlamaktadır.

Bundan önceki âyetlerde istişareden ve yöneticinin halkın mallarını gasp edemeyeceğinden, sosyalizmden ve kapitalizmden bahsedilmiştir. Orada o hususlardan bahsederken, burada “resul”den söz etmektedir; “resulün ba’sedilmesinden” bahsetmektedir.

Risalet ile nübüvvet arasında fark olduğu için kemal-i infisal vardır, dolayısıyla “Va” harfi getirilmemiştir. Nübüvvet ilme dayalı içtihatlar ve icmalarla olmaktadır. Risalet ise yapılan içtihat ve icmaların uygulanmasıdır. Nübüvvetle savaşsız iman başlar; yani, Mekke devri başlar. Medine devri gelince risalet dönemi başlar. “Lakad” ile ise olay te’kit edilmektedir.

 

مَنَّ اللَّهُ  (ManNa elLAHu)  “Allah memnun etmiştir.”

Menne” kelimesi, kurulan çardakların, yapılan binaların arasındaki ortak alandır. Burası güvenlik yeridir. Buraya konan eşya ve insan güven altında olur. Buradan “EMN” kelimesi oluşmuştur. Güven anlamındadır. “Menne” kelimesi de buradan oluşmuştur. Kişiyi buraya yerleştirmek demek, onu memnun etmek anlamına gelir. Yani, endişesini gidermek demektir. Zıt bir manâ olarak, kişiyi buraya alıp hapsetmek anlamına da gelir. Bu da kişiye döve döve yemek yedirmek anlamındadır.

Minnet etmek, kakmak demektir. Kur’an’da her iki manâsıyla geçmektedir. Türkçede “minnet” kakmak, “memnun” ise sevindirmek anlamlarında kullanılmaktadır. Burada “menaya alma” şeklinde yorumladığımızda, Allah resul göndermekle onları güven altına aldı anlamına gelmiş olur.

 

عَلَى الْمُؤْمِنِينَ (GaLAv eLMuEMıNIYNa)  

“Mü’minlerin üzerine mena koymuştur.”

Yani, mü’minlere resul göndererek onları iktidar yapmıştır anlamına gelir. Mü’minler Mekke’de olduğu gibi önce savaşmadan cihad hâlindedirler. Sonra Medine’de onlara iktidar verilmiştir.

Burada çok önemli bir hususu öğrenmiş bulunuyoruz. O da şudur. Önce nebi geliyor, halk iman ediyor, mü’min cemaat oluyor. Sonra onların içinden resul ba’sediyor.

Mekkeliler için bu nebi ve resul aynı kişidir. İbraniler için de aynı kişidir. Ama bunun aynı kişi olması gerekmez. Çağımızda Bediüzzaman nebilik hizmetini yapmıştır.

Sonra Erbakan resullük hizmetini yapmıştır. Erbakan Risale-i Nur şakirtleri arasından olmamıştır. Şimdi siz de “Adil Düzen” üzerinde çalışıp dârı ve imanı hazırlıyorsunuz. Resul sizden olabilir; veya olmayabilir.

 

إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولًا (EıÜ BaGaÇa FıyHıM RaSUvLaN) 

“Hani içlerinden bir resul ba’setmiştik.”

Burada “Minhum” denmemiş, “Fîhim” denmiştir. Dolayısıyla bu resul kendilerinden de olabilir, kendilerinden olmayabilir de. Bundan önceki âyetlerde nebilerden bahsedilmişti. Orada onların nezdinde olanı tasdik edici nebi sözkonusu olmuştu. Burada resul nekire (belirsiz) gelmiştir. Yukarıda adı geçen galletmeyen nebi olması şartı yoktur. Eğer bu resulden maksat nebi olsaydı, o zaman bunun marife gelmesi gerekirdi.

Bu âyette Hazreti Muhammed (s.a.v.) bir örnektir. İfadeler genel olsun diye nekire gelmiştir.

Ba’setmek” görevlendirmek demektir. Atama yapmak demektir. “Bahs” kelimse ile akrabalığı vardır. “Bahs” araştırmak, eşmek demektir. Burada “Resulen” kelimesinin nekire olması, adet olarak da bir topluluğa bir resul irsal ettiğini ifade eder. Bir topluluğa birkaç nebi gelebilir, ama resul bir tanedir. İktidar tecezzi etmez, bir topluluğun iki başkanı olmaz. Burada bu kurala işaret emektedir.       

 

مِنْ أَنْفُسِهِمْ (MiN EaNFuSiHiM)  “Kendi içlerinden.”

Risale-i Nur şakirtleri tam olarak “Adil Düzen”i benimseyip hareket etselerdi kendi içlerinden resul gelecekti. Onlar öyle yapmadılar. “Adil Düzen”i öğrenip uygulama yapacaklarına, “Adil Düzen”e cephe alıp mevcut düzende kalmayı tercih ettiler. Birden eski içtihatlar içinde İslâmiyet’i getireceklerini sandılar. Dolayısıyla resul içlerinden gelmedi.

O devre hazırlık devresi idi. Onların yaptıkları onlara aitti. Şimdi sıra sizdedir. Siz lâyıkıyla ve gerektiği şekilde “Adil Düzen”i öğrenir ve onu önce aranızda uygularsanız, o zaman Allah sizin içinizden yani “Akevler Adil Düzencileri” arasında bir resul ba’sedecektir. Yok, siz de olgunlaşmadan başarmak isterseniz, o zaman Allah içinizden değil de, dışarıdan bir resul ba’seder. Siz de onlara destek verirsiniz.

 

يَتْلُوا عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ (YaTLUv GaLaYHıM EAvYAvTıHı) 

“Onlar Allah’ın âyetlerini tilâvet ediyor.”

Tilavet etmek” demek, aktarmak demektir. Mü’minlerin ilk işi Allah’ın kitabını öğrenmektir. Bunun için oluşmuş ilimler vardır. Onları öğrenmek gerekir. Burada kıraatten değil de, tilavetten bahsetmektedir.

Kıraat” sözleri içerir, zikir manâsını içerir. “Tilavet” söz ve manâyı içerir.

 

KUR’AN’I ANLAMAK VE UYGULAMAK İÇİN ŞU İLİMLERİ BİLMEK GEREKİR:

Tecvit, Lugat, Sarf, Nahiv, Maani, Beyan, Bedi, Mantık. Bunlar lisan ilimleridir.

Bunların yanında Kâinatı, yeryüzünü, canlıları, insanları ve tarihi bilmek gerekir.

Yani, vaz’î ve fıtrî ilimleri bilmek gerekir. Beşikten mezara kadar bunları öğrenmemiz gerekir. 

Her gün beş vakit namaz kılınacak ve namazdan önce veya sonra Kur’an tilavet edilecektir. Mü’minler bunu cemaatleşerek yapacaklardır. Bu ilimler değişik mezheplerde okunacaktır. İçtihatlar oralarda tedris edilecektir. Ama bir de icmalarla sabit olanlar olacaktır. Bunu “resul” yapacaktır.

Bucaklarda, illerde, ülkelerde ve insanlıkta oluşan icmalar da okunacaktır. İnsanlık icmalarını içeren kitaplar olacak, ülkelerin icmalarını içeren ülkelerin kitapları olacak, illerin kitapları olacak, bucakların kitapları olacaktır. İçtihatlar onlara dayanılarak yapılacaktır. Bu kitaplar her yıl güncelleştirilecektir…

Roma’da yöneticiler atanırdı. Bunlar asker değildi. Birer kadı durumunda idiler. Bir yıl uygulanacak kanunları yaparlardı. Her yıl başında bunları değiştirirlerdi…

Bizde de icma ve içtihatlar Ramazan bayramında ilân edilecek, Kurban bayramında kesinleşip yürürlüğe girecek, ertesi Kurban bayramına kadar yürürlükte kalacaktır...

İşte başkanlara bu görevler verilmiştir. Teşri yetkileri yoktur. Ama içtihat ve icmaları aktarmak görevi başkanlara aittir. Bugün de kanun ve kararnameler resmi gazetede yayınlandığında yürürlüğe girer. Yayınlama görevi yönetime aittir. Yayınlanmazsa günah işler ama o yayınlamadıkça da yürürlüğe girmez.

 

وَيُزَكِّيهِمْ (VaYuZakKIyHıM)  “Ve onları tezkiye ediyor.”

Tezkiye” demek, pastan ve kirden arındırmak demektir. Bir varlığa baktığınız zaman onun canlı olup olmadığını anlarsınız. Bir kuş çamura bulansa biraz sonra kendi kendisini temizlemiş olur. İşte buna “zekât” denmektedir. “Tezkiye etmek” demek, onu şaibeden arındırmak demektir. Tezkiye etmek demek, onun gelişmesini sağlamak demektir. Koyunu suda yıkarsanız onu tezkiye etmiş olursunuz.

Başkanın bir görevi de cemaatini tezkiye etmektir.

Tilavet” kişilerin zihnî melekelerini geliştirmekle olur.

Tezkiye” ise mâlî melekeleri geliştirmekle olur. Biri kişisel eğitmedir, diğeri sosyal eğitmedir; biri “namaz”dır, diğeri “zekât”tır.

Başkan kişilerin mallarını ellerinden alamaz, galledemez. Ama karz-ı hasen müessesesini kurar, zekât müessesesini kurar ve onlarla topluluğu tezkiye etmiş olur. Yani, kendi kendilerine gelişmelerine imkan verir. Devlet düzenini kredi ve vergi yoluyla sağlar.

Herkesin durumuna göre şer’an belirlenmiş kredi hakkı vardır. Yine herkesin şer’an belirlenmiş kamu ortaklığı payı vardır. Bunları düzenlemek de başkanlara aittir. Eğitim birliği, düzen birliği. İşte başkan bunları sağlar. Çoklu sistem ama bölücü olmayan, dağıtıcı olmayan bir çokluk.

Onun içindir ki, önerdiğimiz TC Anayasasında “Ülkesiyle ve ulusuyla bölünmez bütün olan Türkiye Cumhuriyeti insanlık içinde yerinden yönetime saygılı bir devlettir.” diye tanımladık.

İşte bu bölünmez bütünlüğü sağlayan başkandır. Çokluğu sağlayan da içtihat ve icmalardır.

 

وَيُعَلِّمُهُمْ الْكِتَابَ  (Va YuGalLıMuHuMu eLKıTaBa)  “Onlara kitabı talim etmektedir.”

Âyetlerini tilavet ediyor, kitabı ise talim ediyor.

Va” harfi ile atfettiği için âyetleri tilavet başka, kitabı talim etmek başkadır.

Âyetler, Kâinatta mevcut olan Allah’ın kanunlarıdır. Kur’an da bu âyetlerden biridir. Biz âyetleri yani Kur’an’ı öğrenirken, aynı zamanda Kâinatı da öğrenmiş oluyoruz. Sünnetullahı öğrenmiş oluyoruz.

Kitab” ise sosyal kanunlardır. Aramızda oluşturduğumuz sözleşmelerdir. Kur’an da bir sözleşmedir. Onu kabul edenler arasında yürürlüktedir. Kur’an’ın hükümleri onlara inanmayanlara uygulanmaz.

Demek ki, Kur’an’ın iki tarafı vardır:

1) Biri, o gerçekleri anlatır. Biz onu kabul etsek de etmesek de o bize gerçekleri anlatır. Tüm insanlığa hitap eder. Onun söyledikleri değişmez gerçeklerdir.

2) Kur’an’ın ikinci tarafı ise onu Allah’ın Kitabı kabul edip ona inandıktan sonra, yani onu Allah’la mü’minler arasında sözleşme kabul ettikten sonra, artık onun hükümlerine uyma zorunda olunan bir kitap.

Demek ki, Kur’an müminler için sözleşmedir, insanlar için âyetlerdir.

Burada Kitab mü’minlere talim edilmektedir. Kanunları ve sözleşmeleri öğretmek işi de yine başkana aittir. Resmi gazetede yayınlanmayan kanun bunun için yürürlüğe girmez. İslâmiyet’te ise her bucağın yazılı yasaları içinde yer alması gerekir. Ayrıca, başkanın bunu Cuma günü minberde okuyup izah etmesi gerekir.

Böyle yapılmayan hiçbir yasa yürürlüğe girmez.

Birleşmiş Milletler karar alsa, bu Türkiye Cumhuriyeti’nde yürürlüğe girmez; tâ ki Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanı bunu bayram hutbesinde irad etmedikçe.

Bunun gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yapılan kanunlar illerde geçerli olmaz; tâ ki il başkanı hutbede bu kanunu madde madde irad etsin.

Nihayet bucakta yürürlüğe girecek tüm kurallar bucak resmî dergisinde yayınlanmalıdır. Bucak başkanı Cuma günü halka hutbede sözlü olarak tebliğ etmelidir.

Böylece bir hafta içinde ancak en çok Bakara Sûresi büyüklüğünde bir metin yürürlüğe konabilir. Bu uygulama da kanun enflasyonunu önler.

İşte Allah’ın âyetlerini talim etmek budur.

 

وَالْحِكْمَةَ (Va eLXıKMaTa)  “Hikmeti de.”

“Kitabı ve hikmeti talim eder.” deniyor. Bir tek talimde toplamıyor.

O halde Kitap illetleriyle öğretildiği gibi, hikmetleri ile de öğretilir. Yani, naklî ve aklî delilleri ile öğretilmektedir. Kanunlar akılla anlaşılacaktır. Bu akla da hikmet denmektedir.

Kitabı biz hikmetlerle yorumlayıp anlayacağız. Ondan dolayıdır ki, sadece lisan ilimlerini bilmek Kur’an’ı uygulamak için yani içtihat yapmak için yeterli değildir. Onunla ilgili bütün ilimleri bilmek gerekir. Bu da tek başına yapılamayacağı için “ilmî dayanışma ortaklıkları” oluşturulacaktır. Mezhepler meydana gelecektir. Dayanışma ve yardımlaşma içinde öğrenilecektir. Bu sebepledir ki “Hum/Onlara” denmektedir, “Hu/Ona” denmemektedir.

Kitap” bilinen delilleri bir araya getirmektir.

Hikmet” ise bizi hedefe götürecek proje üretmektir.

Kitap ve hikmet öğrenimi peş peşe gelir. Kitaptan hikmete varırsın, uygularsın. Kitabı doğru anlayıp anlamadığını kontrol edersin. Buna “müsbet ilim” denir.

 

وَإِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ (Va EıN KavNUv MıN QaBLu)  “Min kabl idiler.”

Bu aradaki “Va” vav-ı hâliyedir. Yani, oysa onlar daha önce dalâlet içinde idiler.

Dalâletin hidayet gibi iki manâsı vardır. Biri bilgisizlikten doğan delalettir. Diğeri ise uygulamadan doğan delâlettir.

Mü’minler Mekke devrinde ilmen değil, amelen dalâlet içinde idiler.

Medine’ye geçince amelen de hidayete erdiler.

Bugün biz de “Adil Düzen”i kabul etmekle ilmen hidayet içindeyiz. Çünkü ancak böylece mü’min olabiliriz. Ama henüz “Adil Düzen”i kendi aramızda da kuramadığımız için amelen dalâlet içindeyiz. İçimizde resul hizmetini görecek bir kimse çıkar da “Adil Düzen”i uygularsak, o zaman da amelen hidayet içinde oluruz..

Burada “İn” “İnne”den dönüşmüştür. “İn”in şart “İn”i olması için kendisinden sonra gelen iki cümle olmalıdır. Bir mahsub olsa da şart ve ceza cümleleri olması gerekir. Eğer iki cümle yoksa, o “İn” “İnne”den dönüşmüştür. Sonra “İn” fiil-i mazi üzerinde olsa da istikbal manâsını taşır.

Buradaki “Min Kablu” kelimesi geçmişe delâlet ettiği için şart “İn”i olamaz. Bu sebeple bu “İn” “İnne”den dönüşmüştür. Fiilden önce gelirse o da “İnne” olarak söylenmez.

Burada “İnnehum” şeklinde olup “Hum” sâkıt olmuştur diyenler vardır. Böyle “İn”lerde de isim mensub olur diyenler vardır. Kur’an’da bunu açıklayacak misal yoktur. 

Demek ki, burada “Gerçekten onlar daha önce dalâlet içinde idiler.” demek olur.

Daha önce demek, resul ba’sedilmeden önce demek olur. Yoksa resulden önce demek olmaz.

Biz de bugün daha aramızda bir başkan çıkmadığı için amelen dalâlet içindeyiz.  

 

لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ (La Fıy WaLAvLın MuBIyNın)  “Mübîn bir dalâlet içinde idiler.”

Kur’an, üzerinde duruldukça, gittikçe daha çok anlaşılır bir hâl alır.

Açık dalâlet” nedir?

Dalâlet” şaşırmak, kaybolmak demektir. Bunun açığı nasıl olur?

Bu âyet bize bunu çok açık olarak açıklıyor. İlmen hidayet üzerinde olup, amelen dalâlet üzerinde olmak açık dalâlettir. Cahiliye dönemindeki dalâlet baid dalâlettir. Oysa Mekke dönemindeki dalâlet mübîn yani açık dalâlettir. Çünkü artık mü’minler biliyordu ki yanlış yoldayız.

Adil Düzen”i ortaya koymadan önce baid dalâlet içinde idik. “Adil Düzen” ortaya konduktan sonra mübîn dalâlet içinde olduk. Biz bunları okumaya ve anlamaya çalışmadan baid dalâlet içinde idik. Şimdi ise doğrusunu biliyoruz ama yapamıyoruz. Çünkü Allah henüz aramıza bizden olan veya bizden olmayan bir resul ba’setmedi. Bekliyoruz… Allah bize içimizden olsun veya olmasın bir resul ba’sedecektir. Bu resulün içimizden olması için çaba sarf etmeliyiz. Hepimiz bu görevi yerine getirmeye hazır olmalıyız.

Önce “Adil Düzen”e göre bir iş kurmalıyız…

Sonra “Adil Düzen”e göre parti kurmalıyız…

Bunları başaracak şekilde kendimizi yetiştirmeye çalışmalıyız.

 

أَوَ (EV)  “Veya”

Ev” atıf ve soru edatıdır. Aslında önce gelmesi gerekir. Ama soru cümlesini içerdiği için “Ev, Fa Sümme” önce gelir. “Hel” ise sonra gelir. “FaHal” dersin.

Bundan sonra gelen cümle kötülemek için gelmiştir.

Sen birisine “E kulte haza? / Bunu dedin mi?” dersen; “Hayır, demedin.” anlamına geldiği gibi; “Bunu niye dedin? Kötü söz söyledin!” anlamına gelir.

Buradaki manâsı budur. Siz hep böyle yaptınız. Hep kötü yaptınız demek olur.

 

لَمَّا  (LamMa) 

La EnNa Ma” dan dönüşmüştür. “Enne” tahkik içindir. “Le” te’kit içindir. “Ma” ise tamim içindir.

“Külle Ma” da bundandır. 

Kur’an’da bu ifade yoktur. “Küllü şe’yin” ve “Küllü nefsin” vardır.

Her ne zaman kendilerine bir musibet isabet ederse, “Şimdi bu nereden geldi?” derler deniyor. Yani, mü’minler dahil, insanlara bir şey isabet ettiğinde hemen şaşırır ve bunu beklemezler.

 

أَصَابَتْكُمْ مُصِيبَةٌ (EÖABaTKuM MuÖIyBaTun)  “Bir musibet isabet ederse.”

Burada “Size bir musibet isabet ederse” deniyor. Yani, mü’minlere bir musibet isabet ederse.

Böylece mü’minlere de musibetlerin isabet edeceğini bildiriyor.

Zaten eğer musibet mü’minlere isabet etmemiş olsa imtihan olunmazdı. Bu dünyadan geçmemize gerek kalmazdı. İnsan kendi iradesi ile bir şey yapmamış olurdu. Mahlukatın ekremi olmazdı.

Kendi iradesi ile harekettir ki insan Allah’ın halifesi mertebesine yükseltmiştir.

İnsan Tanrı değildir, ama Tanrı’nın yeryüzündeki halifesidir.

Dinlerin insana önem vermediği gibi gülünç sözler söylemektedirler. Evet, bir vali devlet değildir, ama vali devletin temsilcisidir. Vali o yörede devletin en şerefli görevlisidir. Devletin bütün yetkilerini o kullanır.

İnsan Tanrı değildir, ama insan Tanrı’nın yeryüzündeki halifesidir. Kendisi ile ilgili yetkilerini kendisi içtihadı ile kullanır. İşte bu mertebeye ulaşmak ancak irade-i cüz’iyyesini kullanmakla olur. Bu da bazı musibetlerle karşılaşmayı zorunlu kılar.

 

قَدْ أَصَبْتُمْ مِثْلَيْهَا (QaD EaÖaBTuM MiSLaYHAv)  

“Oysa siz iki mislini isabet etmiştiniz.”

“Va” harfi kullanılmadan “Lemma”nın haberidir. Size bir musibet isabet etti. Sizden de onlara iki misli isabet etti. Size bir musibet gelmişse, onlara iki musibet gelmiştir.

Birinci cümle “Ma” ile birlikte isim cümlesidir. “La” “Enne”nin ismidir.

Qad”li cümle de “İnne”nin haberidir.  

Buradan mü’minlerin galip gelecekleri, iki defa galip gelecekleri ifade edilmiştir. 

 

I. KUR’AN UYGARLIĞI’NDA MÜ’MİNLER NELER YAPTILAR?

1)       Önce Arap Yarımadası’ndaki müşrikleri bir daha dirilmemek üzere yendiler.

2)       Sonra İran’ı fethedip ilk çağ uygarlığına son verdiler.

3)       Kuzey Afrika ülkelerini fethedip kendi istekleri ile İslâmlaştırdılar. Çünkü zorla Hıristiyan yapılmışlardı.

4)       Çin’i yendiler ve orada da zorla Çinlileştirilen Türklerin -kendi istekleriyle- İslâmiyet’e gelmelerini sağladılar.

5)       Hindistan’ı fethettiler ve isteyen Hinduları Müslüman yaptılar.

6)       Endülüs’ü (İspanya) alıp orada büyük bir İslâm uygarlığını kurdular.

7)       Bizans İmparatorluğu’nu ortadan kaldırarak Viyana’lara kadar gittiler. Moskova kapılarına dayandılar.

Sonra ne oldu? Gün onların oldu.

Türkiye’de Sakarya’ya kadar geldiler…

Hemen dünya Müslümanları yarım (veya bir) asırda diyelim, yeniden toparlanmaya başladılar…

Şimdi Avrupa devletleri artık Müslüman ülkeleri hakimiyetleri altında tutamıyor. Sadece ABD uzaktan, yer altından fesatlık çıkarmaya devam ediyor. Tarihteki zaferlere bakın, onların bir asırlık zaferine bakın!..

İşte, buna rağmen Türk gazetelerinde Müslümanların jenoside, soykırımına uğrayacakları yazıldı.

I. Cihan Savaşı’nı düşünelim. Biz yenildik. Ama hiçbir İslâm ülkesini boşaltmadık. Ama sonra Anadolu’daki bütün Rum ve Ermeniler buraları boşaltıp gitti. Sonra da Avrupa’da İslâmiyet yeniden filizlenmeye başladı. I. Cihan Savaşı’nın gerçekte galibi biz olduk. Hele II. Cihan Savaşı’ndan sonra bütün İslâm devletleri istiklâllerini kazandıktan sonra artık zafer bizim olmuştur.

Son bir asırda Türkiye’de Müslümanlara zulüm yapılmış ama sonunda anayasa ekseriyetini biz almışız. Lâik okullar başarısızlığın simgesi, İmama-Hatip Okulları başarının simgesi olmuştur. İlimde bizimle yarışamayınca, orduyu kullanarak silahla okullarımızı kapatma hareketine gittiler. Biz daha da güçlendik.

 

قُلْتُمْ أَنَّى هَذَا (QuLTuM EanNAv HaÜAv)  “Bu nereden dediniz.”

“Başımıza neden bunlar oluyor?” dediniz.

İslâm âlemi iki asırdan fazladır mağlubiyet içindedir. Elbette kendi galibiyetini gölgede bırakacak bir mağlubiyet değildir. Ama mağlubiyet içindedir. İslâm âlemi o günden bugüne kadar bu nereden diye soruyor.

Bir kısmı, biz İslâmiyet’i bıraktık, ondan başımıza bu geliyor dedi.

Bir kısmı, İslâmiyet’in modası geçti, Müslüman olduğumuz için başımıza bunlar geliyor dedi.

Bazıları da, kıyamet yaklaştı, ondan bu oluyor dedi.

Kimi kurtuluşu gericilikte aradı. Kimi kurtuluşu dinsizlikte aradı. Kimi kurtuluşu Hıristiyanlarda aradı.

Bu son grubun sesi fazla çıkmıyordu. Çünkü Güney Amerika Hıristiyanları da geri idi. Çünkü Avrupa’nın nesli kuruyordu, nüfusu gittikçe azalıyordu.

Hâlâ Avrupa kapılarında koşan zavallılar, Amerika sokaklarında sürünen korkaklar, Moskova ümitsizliği içinde ateizm yapan şaşkınlar vardır. Bir türlü durumumuzun sebebini bulamıyorlar.

 

قُلْ هُوَ مِنْ عِنْدِ أَنْفُسِكُمْ “O nefislerinizin indindendir diye kavlet.”

Evet, İslâm âlemi gerilemeye başladı. Niçin? Sebepleri çok açıktır:

a)       İslâmiyet’in temeli içtihat ve icmalar olduğu halde, bin senedir içtihat kapısının kapandığını söylüyorlar. Bunu söylemek şirktir, küfürdür demiyorum. Türk hakanlarını Tanrı yapmak demektir. Allah’ın Kur’an’da teşri ettiği, Hz. Peygamber’in Sünnetinde talim ettiği, sahabelerin icma ile onunla amel ettiği bütün mezheplerin ve fukahanın tek dayanakları olan “içtihat müessesesi”nin kapandığını söylemek kadar büyük günah olur mu? “Allah’ın oğlu var!” demekten daha korkunç bir günahtır. Bu büyük günah’ın cezasını şimdiye kadar çekmemiş olmamız, sadece Allah’ın takdir ve rahmeti gereğidir.

b)      İçtihat kapılarını kapatıp da Kur’an’a sırtını çeviren İslâm âlemi, icmayı anlayıp uygulamayan İslâm âlemi arasında birlik sağlanamamış ve Müslümanlar kendi aralarında savaşmaya başlamışlardır. Viyana Bozgunu, Kırım Hanlığı’nın Avrupa tarafına geçmesi ile sağlandı. Şimdiki Kırımlıların durumu o günkü ihanetin sonucudur. Bize bir şey olmadı. Ama onlar için hâlâ kurtuluş ümidi görülmüyor. Orta Asyalılar kurtuldu ama onlar kurtulamadı.

c)       Kur’an’da “Her söze kulak verirler.” dendiği hâlde, kendilerini üstün görerek Avrupa uygarlığına kulak tıkadılar. Avrupa’yı cahil sokak adamları taklit etmeye başladı. Oysa Allah Müslümanlara en çok bilen olmaları gerektiğini teşri ediyordu. Cahil topluluk bilen topluluğa mutlaka mağlup olur. Bundan 250 yıl önce kitap yazan Erzurumlu İbrahim Hakkı, o zamana ait Müslümanların oluşturduğu ilimleri tamamen telif ettiği halde; Avrupa’daki gelişmelerden tamamen habersizdir. Bu gaflettir. Avrupa da bugün İslâmiyet’e karşı aynı gaflet içindedir.

d)      Uygarlık gelişince yeni sorunlar ortaya çıktı. Bunları içtihat ve icmalarla, dört delille çözeceklerine; önce Orta Asya, Çin, Hint, İran ve Bizans gelenekleri ile çözdüler. Sonrasında ve şimdi de Avrupa’daki ateist metotlarıyla çözüyorlar. Böylece mü’minler amelen İslâmiyet’ten tamamen uzaklaştılar.

Bunların sonucu olarak Müslümanlar gerilediler. Musibetlere uğradılar.

En basit olarak “Adil Düzen”i ele alalım.:

a)       Bediüzzaman’ın başlattığı yeniden iman hareketi, Mehmet Akif’in desteklediği Kur’an’ı asrın idrakine söyletme anlayışı terk edilmiştir. Günün iktidarını kurtarmak için keyfine tarifler yapılmıştır.

b)      Akevler”in başlattığı ve Erbakan’ın benimsediği “Adil Düzen” çabalarına karşı adeta bütün mezhep ve tarikatlar ittifak ederek boykot yapıp cephe aldılar. “Akevler”e dayanarak oradan aldıkları derslerle iktidar oldular, Anayasa ekseriyetine ulaştılar; ama hâlâ hasımlıkları devam ediyor. Şahsımızla bir alıp verecekleri olsa, biz kendimizde kusur arayacağız. Ancak onlar bize karşı değil, “Adil Düzen”e karşı cephe aldılar.

c)       Faizli sistemde, genelevli sistemde başörtüsü mücadelesini vererek başaracaklarını sanıyorlar. Kötü düzende iyi şekilde yaşanamaz. Önce düzen değişmelidir. Bunun cihadını vermeliyiz.

d)      Her türlü imkanları ellerinde olduğu halde; ne kendi servetlerinden, ne de iktidarın imkanlarından “Adil Düzen”e destek vermek, “Adil Düzen” araştırmalarına katılma gibi bir emelleri yoktur! Eski ilgilerini bile kestiler! Artık selâm sabah bile kalmadı! Biz şahsımız için bir şey istemiyoruz. 

İşte iç ve dış mağlubiyetlerimizin sebepleri bunlardır.

Türkiye’de bilene düşmanlık yapılmaktadır. Bir doktor kansere ilaç buldu diye Türkiye ona karşı saldırıya geçti ve kâşif doktor canını kendisini dışarıya, ülke dışına atarak kurtard! Bu ilkel ve zavallı zihniyetle nereye varacağız?!. Tarikatlar da Kur’an’dan yaptığımız bir aktarma ve açıklama karşısında bize karşı kılıçlarını hazırlama peşindedir!.. Ama Allah vardır ve olanları görmektedir ve O ne güzel hesap görücüdür…

İşte musibetler bunlardan dolayı isabet etmektedir.

Ama bütün bunlar olmazsa Kur’an doğruyu haber vermemiş olur.

Bundan dolayıdır ki Adil Düzenciler bütün bunları son derece normal karşılıyor, bunların takdir-i ilâhi olduğunu biliyor ve dolayısıyla kimseye karşı cephe almıyor. Herkes niyetinden sorumludur. Onu da yalnız Allah bilir. Biz sadece Adil Düzenci kardeşlerimize, Kur’an’ın dediklerine dikkat çekmek için bunları söylüyoruz. Bize isabet edenlerin hiç birisinin sebebini dışarıda aramayalım . Her şey kendi nefsimizdendir. “Adil Düzen” başaramamışsa, “Akevler” başaramamışsa, bunun müsebbibi yine kendileridir, yine biziz. Bunu teyit için Allah her şeye kadirdir diyerek, bütün bunları kader ile açıklamaktadır.

 

إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ (EınNa elLAHu GaLAy KulLı ŞaYEın QaDIyRun) 

“Allah her şeye kadirdir.”

Bu cümle “Kul/Söyle” emrinin içinde olabilir. Yahut Allah kendisi resule demiş olur.

Âyetlere dikkat edelim. Önce mü’minlere resul göndermekle onlara iyilik ettiğini bildirmiştir. Ondan sonra size ne isabet ederse diyerek hitab etmeye başlamıştır. “Siz” dediği kimseler mü’minlerdir. Böylece mü’minlere içlerinden bir resul gönderdi dediğinde yine onlara hitab ediyor. “Siz” denseydi, muhatabın kim olduğu anlaşılmazdı. Hep gaib sigası ile denseydi muhatabın biz olduğumuz anlaşılmazdı.

Şimdi de burada “Kul/Söyle” diyerek başkana hitap etmiştir. Böylece başkan, mü’minler ve sizler birlikte muhatap yapılmıştır. Her mü’min Allah’ın halifesidir. İçtihat yapar ve amel eder. Cemaat olarak hareket edildiği zaman başkan Allah’ın resulüdür. Bu arada bu hususa çok açık bir şekilde hitap edilmiştir. Siz mü’minler ve sen başkan bir arada yer almıştır.

“Allah her şeye kadirdir.”

Burada “kadir” nekire olarak gelmiştir. Mü’minlerin oluşturduğu iktidara sahip topluluk da Allah’ın halifesidir. Dolayısıyla o da kadirdir. Her şeye kadir olmasa bile, halife olarak kendisine verilen yetkilere kadirdir. Bundan dolayı nekire gelmiştir.

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                        (0532) 246 68 92

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 263. SEMİNER             Yorum-93         İstanbul, 30 Temmuz 2004

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI  

(Üsküdar’da Selahattin Öztürk değerlendirecektir.)

 

GERÇEK MUHASEBE

Türkiye’de gerçek muhasebe tutulmuyor, tutulamıyor. Çünkü gerçek muhasebe ancak sattığın malların tamamını ve aldığın malların tamamını yazarsanız, bu mümkün olur. Kimse böyle bir şey yapamamaktadır.

Örnekler verelim.

Tapuda kimse sattığı yapının tamamını gösteremez. Çünkü ona göre yüksek yıllık vergisini ödemek zorundadır. Batı’da faiz %3 ile %4 kadardır. Taşınmazların getirisi ise %7 veya %10’dur. Türkiye’de reel faiz %15’tir. Yapıların getirisi %1 civarındadır. Taşınmazların fiyatları faize göre değerlenmektedir. Dolayısıyla, gerçek değeri ile gösterdiği zaman ödeyeceği verginin birkaç katıdır. Bunun anlamı şudur ki, taşınmaz edinmek mümkün değildir. Demek ki, ancak çok düşük değerlerle gösterilirse taşınmaz edinmek mümkündür. Taşınmazsız hayat olamayacağına göre, Türkiye’nin yaşaması için alım-satım vergilerinden kaçakçılık yapmak zorunludur. Nitekim biz Akevler Kooperatifi’nde yalan beyanda bulunmamak ilkesiyle hareket ettiğimiz için taşınmazları doğrudan alma veya satma imkanına sahip değiliz. Vergileri kendilerine bırakmak şartıyla satış vekâletini vererek satış yapar, biz ise demir-çimento cinsinden gösterirdik. Yoksa tapu memurları da gerçek beyan üzerinden muamele yapmıyorlardı. Emsal teşkil eder ve tapu muameleleri durur diyorlardı.

Benzer şekilde gerçek fiyatı ile satış yaptığınız zaman KDV’ler dolayısıyla o kadar büyük yük biniyor ki, sonunda o mal piyasada satılmaz oluyor. Kimse sizden o malı almıyor.

O halde düşük değer göstermezseniz iş yapamazsınız. Ürettiğiniz mal elinizde kalır.

İşte bu sebepledir ki Türkiye’de gerçek muhasebe tutulmuyor. Muhasebe defterlerinde yazılan %80’den fazlası hayali rakamlardır. İşçiler gerçek ücretle sigortalanmıyor, faturalar gerçek değerleri ile kaydedilmiyor.

Biz Türkiye’de gerçek dışı ekonomiyi meşru saymıştık. Kırgızistan’da ise rüşveti meşru görmüştük. Dolar üzerinden gelen bütün faturalar sahtedir ve yarı bedellerle gelir. Ödemeler iki kat üzerinden yapılır. Böyle yapmazsanız ihracat yapamazsınız.

Gerçek muhasebenin tutulmaması sebebiyle ekonomi kayıt dışı çalışmaktadır. Yani, hesapsız bir ekonomi içindeyiz. Sadece bir beynin hafızası kadar işler yapabilmekteyiz.

-Peki buna bir çare bulunamaz mı?

Buna çare bulamazsak ekonomimizi canlandırmamız mümkün değildir. Kanunların çıkar yollarından yararlanmak gerekir. Bakınız, bizim bulduğumuz usulleri size aktaralım:

İşçileri asgari ücretle sigortalıyorduk. O sigorta kadar bedeli de nakden ödüyorduk. Bunun üzerinde nakit ödemiyorduk. Demir-çimento hesabını yapıyorduk. Arsaları tarla fiyatıyla alıyorduk. Parselliyorduk. Demir-çimento değeri biliniyordu. Ortaklara arsa veriyorduk. Tapusu da kooperatifte kalmakta idi. Dolayısıyla, asgari ücret dışında işçilere herhangi bir ücret ödemiyorduk.

Yaptığımız işte sadece iççilik yapıyorduk. Ham madde getiren tüccara bir nisbette mamul veriyorduk. Bizim için sadece işçilik, kira ve elektrik masrafları gider teşkil ediyor. Geliri ise mamul madde teşkil ediyordu. Mamulleri ambara koyuyorduk. Tesis sahiplerine kira olarak mamul kuponu veriyorduk. İşçilere de emek karşılığı mamul kuponu veriyorduk. Elektriğe ayırdığımız miktar da sadece elektrik parasını karşılıyordu. Bize düşen mamul miktarı satıyorduk. Herkes mamul maddeyi istediği fiyatla satıyordu. Kaça sattığını bilmiyorduk. Ama bize ne beyanda bulunursa onu yazıyorduk. Böylece kooperatifimiz gerçek muhasebeyi tutuyordu ama asla ağır vergiler altında ezilmiyordu. Gerçek kazancın vergisini verme imkânını buluyorduk.

Bu sistem gerçek geliri asgari giderleri düştükten sonra vergilendirmektedir. İşletme de devam etmektedir. Kanunlara aykırı hiçbir muamele yapmamaktadır. Muhasebe kişilerin tanzim ettikleri belgelere ve beyanlara dayanıyordu. Biz kişilerin değerler üzerindeki beyanlarını kontrol etmek imkânına sahip değildik. Bu sebeple onu denetlemiyorduk. Ama biz reel ekonomiyi tamamen denetim altına almıştık. Bütün reel hareketler kayıttan geçiyordu. Dolayısıyla muhasebe doğrudan tutuluyordu.

Ödemeleri Türk Lirası üzerinden yapıyorduk. Ama borç ve alacakları demir-çimento üzerinden hesapladığımız için bizim değerlerimizde de gerçek muhasebe tutuluyordu. Türk Lirası üzerindeki muhasebe ise ortaklarımızın beyanlarına dayanıyordu.

İşte “Adil Düzen”e inanan her esnaf muhasebeyi bu esaslar içinde tutmaya başlamalıdır.

Tüm hareket kayıtlara geçecektir. Nisbî değerle ve nakit değerlerle işlenmelidir. Bu husus pilot defterlere geçirilecektir. Bu defterlerdeki kayıtlardan resmi muhasebeye geçmesi gerekenler resmi muhasibe gönderilmelidir. O oranın kurallarına göre nasıl muhasebe tutacaksa tutsun. Ama pilot defterler ile tam mutabakat içinde olmalıdır.

“Akevler” böyle bir muhasebeyi İstanbul’da tutmaya başlayacaktır.

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                        (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 263. SEMİNER             Yorum-93         İstanbul, 30 Temmuz 2004

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI  

(Reşat Nuri Erol Üsküdar’da yorum olarak anlatacaktır.)

YEREL YÖNETİM

Hükümet -maalesef- Avrupa Birliği’ne girmek için birtakım kanunlar çıkarmaktadır. Bu kanunların ana gayesi yönetimi yerelleştirmektir. Elbette bundan dolayı kötü bir amacı da vardır; o da ülkeyi parçalamaktır.

Türkiye’yi parçalamak için çeşitli kanunlar empoze edilmektedir.

Bunların başında gelen kanun şüphesiz idam cezasının kalkmasıdır. Ölüm korkusu olmayan canavarları kullanarak, binlerce masum insanı her türlü amaç için öldürteceklerdir!..

Sonra devlet ne yapacak? O cani katili otel rahatlığındaki hapishanesinde himayesine alacak ve onu kimse öldüremeyecek! Devlet o katili koruma görevini yüklenecek! Katiller lüks otellerde iskan edilecek!..

İşte bunun gibi de yerel yönetim ele alınacak, “yerel yönetim” deyip “bağımsız yönetim” ortaya çıkacak, eyaletler gelişecek ve sonunda bölgelerarası savaşlarla ülke yıkılacak.

AK Parti yerel yönetimi mutlak olarak savunurken ne kadar yanlış yapıyorsa, CHP de yerel yönetime ne kadar karşı ise o kadar yanlıştadır. Kur’an bunları ne kadar güzel tasvir ediyor: “İşleri ifrat ve tefrittir.”

SORUNLAR “ADİL DÜZEN”E GÖRE ÇÖZÜLMELİDİR:

a)       Millî ordu tek olmalıdır. Bu devletin bütünlüğünü korumalıdır. Türkiye’nin 12 bölgesinde 12 ordu yerleştirilmelidir. Ordu dış tehlikeye karşı bölgeyi koruduğu gibi, iç isyanlar halinde bölgenin iç güvenliğini de sağlamalıdır.

b)      Bölge merkezlerine yerleştirilen ordu birlikleri, o bölge halkından oluşmamalıdır. Her bölgede ülkenin diğer bölgelerinden gelen askerler o bölgeyi savunmalı, birlik ve beraberliğin bekçisi olmalıdır.

c)       Bölge merkezlerinde seçim olmamalıdır. Meclis bulunmamalıdır. Bölgenin merkez illeri merkezden atanan yöneticilerle ve merkezde yapılan kanunlarla yönetilmelidir. Bölge merkezleri taşra illere hizmet vermelidir. Hizmetlerin bağımsızlığına gerek yoktur. Böylece ülkenin birliği ve bütünlüğü korunmuş olur.

d)      Üniversiteler devletin olmalıdır. Sadece Türkçe eğitim yapılmalıdır. Seçme ve seçilme hakkını isteyen herkes için Türkçe öğrenme zorunda olmalıdır. Tedrisat serbest olmalıdır. Ancak üniversite giriş imtihanları ve üniversiteden mezuniyet, akademik kariyerler tamamen devletin merkezinden yapılacak ortak imtihanlarla tevcih edilmelidir. Devlet içinde kamu görevleri bu diplomaya sahip olanlara verilmelidir.

Büyükşehir yönetimi merkezi bölge yönetimine çevrilmelidir.

İşte bu bütünlük sağlandıktan sonra “yerel yönetimler” ele alınmalıdır:

a)       İl, özel idare, büyükşehir, ilçe ve belde belediyeleri kalkmalı; onun yerine il ve bucak yönetimi getirilmelidir. İllerde ilçeler merkezi, bucaklarda semtler (köy ve mahalleler) merkezi yönetimle yönetilmelidir. Bugünkü yönetim şekli, kırlara henüz altyapı gitmediği, haberleşme ve ulaşımın sağlanamadığı zamanlara ait bir ihtiyacın ürünüdür. Bugün bu yönetim şeklinin modası geçmiştir. Artık kır-kent ayırımına ihtiyaç kalmamıştır. Bu ayırım zaten insan haklarına aykırıdır.

b)      İllerin nüfusu 300 bin ile 1 milyon arasında olmalıdır. İllerin teşkili için yeniden düzenlenmelidir.

c)       Her ilin bir meclisi olacaktır. İllerin içinde geçerli olan kanunlar onun tarafından yapılmalıdır. Merkezde yapılan kanun o meclis tarafından onaylanırsa geçerli olmalıdır. Merkezden atanan görevliler illerde ancak il başkanının izniyle faaliyet gösterebilmelidir.

d)      Askeri birlikler il başkanının izni olmaksızın il içine girememelidir. Soruşturmayı il polisi yapmalıdır. İç güvenliği il jandarması yapmalıdır. İl jandarması kendi ilinin halkından oluşmalıdır. Askerliğin dörtte birlik müddeti kendi ilinde jandarma olarak yapılmalıdır.

e)       Her ilin kendi özel dili olabilmelidir. Lise öğrenimini onunla öğrenebilmelidir. Liselerde yabancı dil olarak ülke dili öğretilmelidir. Başka zorunlu yabancı dil olmamalıdır. Hangi ilde lise bitirmişse o ilde diploması geçerli olmalıdır. Ayrıca bölge merkezi illerde diploması geçerli olmalıdır. Diğer iller isterlerse birbirlerine muadelet tanıyabilmelidirler.

İller de kendi içlerinde bucaklara ayrılmalı, özerk bucaklarla yönetilmelidirler. Küçük işletmeler semtlerde ve bucaklarca kredilendirilecek ve vergilendirilecektir. Orta işletmeler ilçelerde ve iller tarafından kredilendirilecek ve vergilendirilecektir. Büyük işletmeler bölgelerde ve ülke yönetimi tarafından kredilendirilecek ve vergilendirilecektir. Her bucağın bir “buğday parası”, her ilin bir “demir parası”, ülkenin de “ülke toprak parası” olacaktır.

Bu kadar sade ve kolay çözümleri içeren dengeli bir sistem varken; “Adil Düzen”e karşı kulakları tıkayıp, Kur’an’ın dediği gibi “kör, sağır ve dilsiz” olup gerçeklere dönmemek, yine ancak kaderle izah edilebilmektedir. Biz de bu mantıksızlık karşısındaki şaşkınlığımızı ancak böyle gidermeye çalışıyoruz.

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                        (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 263. SEMİNER              Yorum-93         Ankara, 01 Ağustos 2004

PAZAR GÜNLERİ YAPILAN ANKARA PROGRAMI

(Ankara’da Ali Erişen ve Sabri Tekir değerlendirecektir.)

 

MERKEZİ YÖNETİM

Bir yöneticinin emrine bir iki kişi verilir. Onların emrine 2 kişi verilir. İkili sisteme göre bir yönetim kurulabilir. Yöneticilerin sayısı işçilerin sayısından bir eksik olur. 2 kişiye bir yönetici, 4 kişiye 3 yönetici, 8 kişiye 7 yönetici, 16 kişiye 15 yönetici.

Şimdi 3 kişiye 1 yönetici koyalım. Bu takdirde;

3K+1Y=4

9K+3Y+1Y=9K+4Y

27K+9Y+3Y+1Y=27K+13Y

Burada da yarısından bir fazla yönetici vardır.

Eğer dokuz kişiye bir baş tanıyorsa;

9K+1Y=1+9

9*9+9+1=81+10

Böylece yönetici sayısı azalmaktadır.

Ne var ki, sayı çoğaldığında da bu sefer yönetimin etkisi azalmaktadır.

Acaba en verimli etkin yönetim kaç kişi üzerinde kurulabilir?

Bunu nasıl deneyebiliriz?

Öyle bir oyun bulmalıyız ki o oyunda kurulacak örgüt verimli çalışsın.

Bir arazide 100 yer belirleniyor. Her yere çift harfle ad veriliyor. 100 kişi belirleniyor, bunlar da rakamlarla numaralanıyor.

Şimdi değişik deneyler yapılıyor.

Komutan zarfı açıyor ve hangi eşyanın hangi yerde olduğunu öğreniyor. 99 ere görev veriyor ve herkes kendisine verilen yerden numarayı alıyor ve merkeze götürüyor. Getirilen saniyeler kayda alınıyor ve bu işin başarı vakti bulunuyor. Belli saatte getiremeyenlere sıfır veriliyor.

Sonra komutan zarfı açıyor ve yerleri 5 bölgeye ayırıyor. 5 arkadaş bölgeyi ve kişileri belirliyor. Onlar da kendilerine verilen kişilerin yerlerini belirliyorlar. Böylece herkese emir geç ulaşıyor ama hepsine daha yakın zamanda ulaşıyor. Yine gelen saniyeler toplanıyor. Böylece bu ayrılışta en çok kaçlı gruplanmaların olacağı ortaya çıkıyor.

Şimdi bizim içtihadımıza göre bu örgütlenme askerlik için üçlü sistemdir.

Hukuk düzeninde onlu sistemdir.

Anayasamızdaki (İnsanlık Anayasası) onlu sistem böylece kurulmuştur.

Bu deneye bir şeyi daha ekleyebiliriz. Merkezi kadro oluştururuz. Kimlerin en kısa yoldan nasıl gidebileceğini merkez hesaplar ve ayrışmacılara bildirilir. Onlar o yolu seçerler. Bir de kişileri serbest bırakırız, kişiler gidecekleri yerleri kendileri seçer ve seçecekleri yollarla varırlar. Bu da bize “merkezi yönetim” ile “yerinden yönetim” arasındaki farkı verir. “Emir-komuta” ile “içtihat sistemi” arasındaki farkı verir.

Merkezi sistem planlamada daha verimli olur. Ancak, eğer planlama ile uygulama zamanı arasında uzun zaman geçecek olursa şartlar değişir ve merkezi planlama verimsiz olur.

Adil Düzende bu hususta şu usûl benimsenmiştir:

a)      Mekânda merkezi plânlama yapılmalı, zamanlama yapılmamalıdır. Zamanlama uygulayıcıya bırakılmalıdır.

b)      Merkezi plânlama uygulayıcı için emredici değil, bilgi verici mahiyetinde olmalıdır. Uygulayıcı son kararı kendisi vermelidir.

c)      Merkezi plânlama istişareye dayanmalıdır, uygulayıcılardan alınacak görüşlere göre telif edilerek birlik sağlanmalıdır.

d)      Plânlar alternatifli olmalıdır. Uygulayıcı istediğini seçmelidir.

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                        (0532) 246 68 92

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3453 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2648 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2137 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2517 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2517 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2160 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2567 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2469 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1974 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2333 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2238 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2385 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2605 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2424 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3025 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2659 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2973 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2657 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2730 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2941 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3120 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3409 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5459 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3530 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3061 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3848 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3697 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3401 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3858 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3820 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4096 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4607 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3004 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3102 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3953 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3808 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2837 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2930 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3938 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7693 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5579 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4162 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3562 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3708 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4717 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4429 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4724 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4646 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4798 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4538 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3384 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4460 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3610 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5154 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3839 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5135 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 4991 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4916 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3518 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3467 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3682 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5141 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4195 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5402 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4076 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5254 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4405 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4416 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4560 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4756 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5307 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4107 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5250 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4512 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3832 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4364 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4575 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4103 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4085 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4075 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4533 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5634 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9792 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4636 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3690 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3842 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3351 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3374 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3736 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5688 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4239 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3437 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler