Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 267
ÂL -İ İMRAN SURESİ TEFSİRİ 175-178.AYETLER
29.08.2004
1105 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜZEN   267

ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi      27-29 Ağustos 2004     Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline)  www.akevler.org

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 267. SEMİNER    (CUMA-C.TESİ-PAZAR)     İst. - Ank., 27-29 Ağustos 2004

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL              Tel: (0212) 452 76 51

ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL  (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği)             Tel: (0532) 246 68 92

*HAFTALIK TEFSİR SEMİNERİ  (CUMARTESİ GÜNLERİ “YENİBOSNA”; Saat:18.00-21.00)

ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ – 47

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 18.00 – 21.00 saatleri arası okunacak ve tartışılacaktır.

(Hasan Özket, Yasin Kılar, Hasan Çetinkaya, Reşat Nuri Erol ve Lütfi Hocaoğlu, … dersi okumuş olarak geleceklerdir.)

Cuma günü Üsküdar’da bir kısmı ilk yarım saatte Reşat Nuri Erol tarafından özetlenecektir.

Pazar günü Anakara’da bir kısmı yarım saatte Sabri Tekir tarafından açıklanacaktır.

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

 

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

إِنَّمَا ذَلِكُمْ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ فَلَا تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِي إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ(175)

وَلَا يَحْزُنْكَ الَّذِينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ إِنَّهُمْ لَنْ يَضُرُّوا اللَّهَ شَيْئًا

يُرِيدُ اللَّهُ أَلَّا يَجْعَلَ لَهُمْ حَظًّا فِي الْآخِرَةِ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ(176)

إِنَّ الَّذِينَ اشْتَرَوْا الْكُفْرَ بِالْإِيمَانِ لَنْ يَضُرُّوا اللَّهَ شَيْئًا وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ(177)

وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّمَا نُمْلِي لَهُمْ خَيْرٌ لِأَنْفُسِهِمْ إِنَّمَا نُمْلِي لَهُمْ لِيَزْدَادُوا إِثْمًا

وَلَهُمْ عَذَابٌ مُهِينٌ(178)

إِنَّمَا (EnNaMAv)  “Yalnız.”

İnne” isim cümlesinin başına gelir. İsmini nasb, haberini ref eder; Yani ismini üstünlü kılar, haberini ötreli yapar. “İnne zeyden kaimün” dersin, Zeyd ayaktadır. Bunu, karşı taraf aksini biliyorsa söylersin. Yani, onun oturduğunu biliyorsa, sen yanlış biliyorsun, o oturmuyor, ayaktadır denir. Burada düzeltilen bilgi cümlenin tamamıdır. Tahsis yoktur. Yani, Zeyd ayaktadır. Oturmuyordan çok, Zeyd’in ayakta olması anlatılmaktadır. Yatmıyor manâsında da olabilir. Sonra Zeyd ayaktadır, Amr da ayaktadır anlamı çıkmaz. İsim veya haberde hasr yoktur. Sadece tahsis vardır.

Ma” ilave edilince “İnneMa” olur. O zaman fiil üzerine de gelebilir. Artık ismi de merfu olur, yani ötreli olur. “İnnema zeydun kaimun” dediğimizde sadece Zeyd ayaktadır, başkası ayakta değildir anlamından çok, sadece Zeyd ayaktadır, oturmuyor anlamı çıkar. Hasr cümlededir. İsim veya haberde değildir.  

“Şeytan sizi sadece korkutmaktadır.” şeklinde midir?

Yoksa “Sizi sadece şeytan korkutmaktadır.” şeklinde midir?

Daha çok birinci anlam çıkmaktadır.

ذَلِكُمْ الشَّيْطَانُ (ÜavLıKuMu elŞaYOANu)  “Bu şeytan.”

Buradaki “Küm/Siz” muhatabın çokluğundandır, yoksa şeytanın çokluğundan değildir.

“Za/Bu”, “Zake/Şu”, “Zalike/O” anlamında işarettir. Yani “Za” yakına, “Zake” ortada olana, “Zalike” uzağa işaret eder. Buradaki “Ka” muhataba göre “Ke, Ki, Kuma, Küm ve Künne” olarak tasrif olunur. Görünmeyen birisine işaret edecek olursanız o zaman “Zalike” dersiniz.

Burada işaret edilen, bundan önce mü’minleri korkutan kimselerdir “Kale lehumu’n-nâsu”deki “Nâs/insanlar”dır. Kur’an bunları “şeytan” olarak adlandırmaktadır.

Bir şeytan ortaya çıkıyor, müslimlerin arasında dolaşıyor ve müslimlerin içlerine korku salıyor; “Akevler seminerlerine katılmayın, yoksa, işte sonra mimlenirsiniz, kamu görevini alamazsınız!” diyor. İnsanların ağzından buna benzer sözler sokaklarda dolaşıyor.  

Bu âyet bize açıkça gösteriyor ki, şeytan bizimle insanların ağzıyla konuşur.

Nasıl benim ruhum benim ağzımla konuşursa, aynı şekilde şeytan da fırsat bulursa beynime girer, oturup benim ağzıma oradan hükmederek konuşur. Eğer şeytan çoğul olsaydı, konuşanlar şeytan olurdu. Müfret yani tekil olduğunda şeytan tektir. Ama ağızlardan çıkan sözler aynıdır.

“Derin devlet” yahut “derin güç” dediğimiz zaman, biz zannederiz ki insanlardan oluşmuş bir yer var ve orası gizli talimat vermektedir. Oysa öyle değildir. “Derin devlet” veya “derin güç” dediğin şey şeytanın kendisidir. O beyinden beyine dolaşır, yahut kabilesini dolaştırır ve aynı fitne dedikodusunu yayar.

Muhakkak ki bu şeytan, insanlara nâs size karşı cem oldu diyen, insanların ağzı ile konuşan ve bu işleri organize eder şeytandır. Şeytanların ağzı olan insanlar vardır. Toplulukta önce onlar konuşurlar. Sonra halk onların iğvalarına uyar. Bu şeytanların ağızlarını, basında ve yayında yani medyada da görürsünüz. Haberleri ve yorumları onlar yapar, diğerleri onlara uyarak korku hâlinde onların dediklerini yayarlar.

يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ (YuPavVıFu EaVLıYAEaHu)  “Kendi velilerini tahvif eder.”

Bu şeytan yani nâs sizin aleyhinize toplandı diyen şeytan, sadece kendi yandaşlarını korkutabilir. Mü’minlerin ise bu tür dedikodularla ve bu tür tehditlerle bir korkuları yoktur. Onlar ölmekten değil, öldürmekten korkarlar. Onlar cezalanmaktan değil, suç işlemekten korkarlar. Onlar için şehit olmak en yüce mertebedir. Sıkıntı ise mertebelerinin artmasına vesiledir. Kazançtır, kârdır. Onlar korkmazlar.

Bu korkutmanın mü’minlere ne faydası vardır?

Faydası vardır. Böyle korkaklar yani şeytanın yandaşları mü’minlerin cemaatlerine girmez ve mü’minleri ifsat etmezler. Bu çok önemlidir. İslâm’ın kapısı herkese açıktır. Kimseden vize, pasaport, izin belgesi sorulmaz. Bu kapıdan herkes girer. İsteyen de çıkar. Burada olan hiç kimse buranın sahibi değildir. Buranın sahibi Allah’tır. Ama kapıda Allah şeytanları diker ve onlar yandaşlarını geri çevirirler.

Mason localarına yabancıları almazlar. Mü’minlerin locaları ise yani mescitler herkese açıktır. Oralarda olan şeytan bekçiler kendi adamları dışında oraya kimseyi sokmazlar.

فَلَا تَخَافُوهُمْ (Fa LAv TaPAvFUvHuM)  “Onlardan havf etmeyin. Onlardan korkmayın.”

Şeytan tekil olduğu halde, “ondan korkmayın” denmiyor, “onlardan kokmayın” deniyor. Şeytanın yandaşlarından korkmayınız; yahut şeytanın onlarla sizi korkuttuğu kimselerden korkmayınız. Kimlerdir onlar?

Onlar kimlerdir? Ordudur, polistir, jandarmadır, savcıdır, hakimdir!.. Sanki onların hepsi bir olmuşlar ve size karşı cephe almışlardır! Şeytan onları da korkutmaktadır. Öyle görünmek zorunda kalmaktadır.

Siz işte onlardan korkmayınız. Çünkü onların içinde şeytanın dostu olanlar olabilir. Şeytandan korktukları için size eziyet yapmak isteyebilirler. Ancak “devlet” şeytanın halifesi değil, Allah’ın halifesidir.

“Derin devlet” diye bir şey yoktur, sadece “devlet” vardır. Devlet, devlet olmak zorundadır. Öyle şeytanın korkuttukları ile devlet yönetilemez. Onlardan korkmayınız. Onlar size bir şey yapamazlar. Ordu, polis, jandarma, savcı, hakim, rektör, dekan… vs. her kim varsa; ya şeytanın emrinin dışına çıkarlar, ya da helâk olup giderler. Allah kendi düzenini zulüm üzerine oturtmaz.

Mü’minler cesur olursa, şeytanın korkuttuklarından korkmazlarsa, göreceksiniz ki ordu da, polis de, savcı da, hakim de, rektör de, ….. de hep sizin yanınızda yer alır. Derin devlet, derin güç yani şeytan çekilip gider. Ama siz korkak olursanız, Allah derin devlet diye şeytanı, gizli localar diye şeytanı ortaya çıkarır ve size musallat eder.

وَخَافُونِي (Va PavFUvNIy)  “Benden havf edin. Benden korkun.”

İşte görülüyor ki, iki yol vardır; Allah’tan korkmak veya şeytandan korkmak.

Allah’tan korkanlar kendilerini Allah’la güven altına alırlar, o ne diyorsa onu yaparlar. Onun için de devamlı Kur’an okurlar, Kur’an okumada birleşirler. Kur’an ne söylüyorsa onu yaparlar.

Hiçbir zaman zalim de olsa, şeytanın emirlerine girmiş de olsa; ordusuna, polisine, hakimine, savcısına, valisine, rektörüne, vs. isyan etmezler. Zulme sabreder, Allah’ın yardımını beklerler. Onları uyarırlar. Onları doğru yola çağırırlar, ama kendileri asla karşı çıkmazlar. Dayanamıyorlarsa, oradan hicret ederler.

Önce ortaklıklar kurup ekonomilerini düzeltirler. Yalnız kendilerini değil, komşularını da doyurmaya çalışırlar. Yalnız mü’minleri değil, bütün komşularını doyurmaya çalışırlar.

Sonra partilerini kurarlar. Diğer partilerle işbirliği yaparak anayasalarını “Adil Düzen”e göre tanzim ederler. Eğer o ülkede demokrasi varsa, demokrasiden başka herhangi bir yol denemezler. Bunu korktukları için değil, Allah emrettiği için öyle yaparlar. Eğer o ülkede demokrasi yoksa, barış yoluyla demokrasiyi getirmeye çalışırlar. Bu da mümkün olmuyorsa, hicret eder ve başka yurtlarda Allah’tan korkmaya devam ederler.

إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ (EıN KuNTuM MuEMıNIYNa)  “Mü’min iseniz.”

Müslim değil de, “mü’min iseniz”, bu böyledir. Müslimler için bekleme zamanı verilmiştir. Onlar mü’minler gelip de şeytanı kovuncaya kadar şeytanın şerrinden korunurlar.

Şimdi burada bir sorunu daha çözmüş oluyoruz. İslâmiyet’te takiyye var mıdır sorusuna geliniyor.

İslâmiyet’te müslimler için takiyye vardır. Hazreti Ömer iman etmeden önce mü’minler takiyye yaptılar. Ama mü’minler için takiyye yoktur.

Müslimler, İslâm düzeni içinde olmayı kabul eden kimselerdir.

Mü’minler ise İslâm düzenini tesis edecek veya etmiş kimselerdir.

“Onlardan korkmayın” ifadesi müslimlere de söylenmiştir. Korkmayın, mü’minler gelecek ve sizi derin devletten kurtaracaktır diyor. Mü’minlere de benden korkun diyor. Cihadınızı tam yapın, yoksa size en büyük azabı yaparım diyor. Biz iman yoluna girdik, bizim için artık geri dönmek yoktur.

Mü’minler artık şeytanın yandaşlarından korkmazlar, takiyye de yapmazlar.

“İn küntüm mü’minîn/ mü’min iseniz” sonunda gelince, yalnız son cümlenin şartı olur. “Âtini gaden ükrimüke in radiye zevcuk./ Yarın bana gel, zevcin razı olmuşsa ben sana ikram ederim.” Cümlesinde zevcin rıza şartı ikramadır, gelmeye değildir. Dolayısıyla burada da onlardan korkmayın dendiğinde, bütün müslimlere hitab olabilir. “Benden korkun” hitabı ise sadece cihat yapan mü’minleredir. Çünkü onlar artık geri dönemezler.

وَلَا يَحْزُنْكَ  (Va LAv YaPZuNKa)  “Seni mahzun etmesin.”

Hazan” sonbahar demektir. Sonbahar olunca yapraklar sararır ve dökülür. İnsana ölüm hissini yaşatır. İnsan sonbahar mevsiminde kendisini yalnız ve hüzünlü hissetmeye başlar. İşte bundan dolayı bu duyguya “hüzün” denmektedir. Ümitsiz hâle gelen insanın duyduğu hislerdir.

Ahşap evleri seri şekilde üretemedik… Poşet imalâtı teşebbüsümüzü yapamadık… Marketi açamadık… Dergiyi çıkaramadık… Konferans(lar)ı organize edemedik… Bir araya toplanamadık…

Bütün bunlar beni hüzünlendirmiştir.

Kur’an bunlardan dolayı mahzun olmamamızı tavsiye ediyor.

Burada “Sen mahzun olma” deniyor; “Siz mahzun olmayın” denmiyor. Çünkü hüzün insanın kendisini yalnız hissetme duygusudur. “Küm/Siz” olsa mahzun olmaz zaten.

Savaşa girişmişsen mahzun olmazsın. Çünkü savaşıyorsun. Galip gelirsen zaten galip gelirsin. Ölürsen de zaten artık senin dünyadaki görevin biter. Ama insan savaşamıyorsa, mücadele edemiyorsa, işte bu durum insanı mahzun eder. Bu sebepledir ki Mekke imanı Medine imanından daha zordur ve daha mübarektir.

Ümitsizlik içinde cihattasın. Hiçbir çıkış yolu görünmediği halde sen yolunda ısrar ediyorsun…

1960’larda siyaset yapmaya başladığımız zaman, en küçük bir ümit içinde bile değildik. Oylarımızı içkicilere ve sarhoşlara vereceğimize, bari kendimize oy verelim dedik. Bağımsız adaylıklarımızı bu amaçla koyduk. Sadece oyumuzu gönlümüzün istediğine verelim dedik. İşte o zaman bağımsızlara oy verenler, ümitsizlik içinde verdiler. O günlerden bugünlere geldik ve bugün anayasa ekseriyetine ulaştık.

Buna rağmen hâlâ “Adil Düzen Partisi”ni kurma cesaretini bile gösteren yok!..

İktidarda olanlar, -hem de tek başlarına iktidarda olanlar- faiz içinde, anti demokratik yasaklar içinde halkı ümitsizlikler içinde bırakıyorlar. Ülkemizde hâlâ inkılâp kanunları vardır. Anayasamızda inkılâp kanunları sayılmış, bunların iptali için “Anayasa Mahkemesi’ne gidilemez” denmiştir; ama bunlar kaldırılamaz, bunlar değiştirilemez denmemiştir. Bunlar değişmez maddelerden sayılmamıştır. Bunlar basit ekseriyetle her zaman kaldırılabilir, her zaman değiştirilebilir.

Ama mevcut hükümet maalesef kısa zamanda artık çoktan fonksiyonunu doldurmuş ve o kanunlar hâlâ yürürlükte!.. Bu neye benzer? Yirmi yaşındaki delikanlıya bez bağlamaya benzer. Bez çocuklara sarılır. Ama iki veya üç yaşına geldi mi artık çözülür.

İşte şimdi bu durumda bu Millî Görüş kaynaklı partilerden ümit eksilmiş, ama yeni parti de kurulmuyor. Bugün “Adil Düzen”in geleceğine inanmak, Mekke’de İslâm devletinin kurulmasına inanmak gibi yücedir.

الَّذِينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْر (EalLaÜIyNa YuSARıGUvNa Fıy elKuFRı)

“Küfürde müsaraat eden kimseler. Küfürde birbirleriyle yarışan kimseler.”

Kimler küfürde yarışıyorlar? Adil Düzencileri susturmak için elbirliği olup yarışıyorlar. Siyasiler, din adamları, iş adamları, üniversiteler, … vs. elbirliği yapıp “Adil Düzen”i duyurmamak için yarışıyorlar.

Bu hususta İslâmiyet’i benimseyenlerle İslâmiyet’e karşı olanlar elbirliği içindedirler.

Bu yarışta kâfir olmayanlar, küfürde onlarla birlikte yarışıyorlar. Onun için “kâfirler” denmiyor da, “küfürde müsaraat edenler” diyor; yani küfürde müsaraat eden kâfir ve müslimler kastediliyor.

Bunlar neler yapıyorlar? 8 yıllık eğitim hokkabazlığı ile İmam-Hatip Okulları ve Kur’an kurslarını kapatıyorlar… Okullarda ve televizyonlarda kadınları çırılçıplak yapmaya çalışıyor, böylece aile müessesesini yıkma yarışındadır… Sokakta cinsi ilişkide bulunmak serbest ama imam nikahı yapmak yasak; yani evlenmek yasaklanıyor!.. Belediye nikahı ile evlenmeyenler boşanmıştır deniyor. Dolayısıyla kimse kolayca evlenmeyecek. İmam nikahı da yasak olacak! Zina suç olmaktan çıkarılmıştır! İmam nikahı ise hâlâ yasak! Bunların hepsi küfürde müsaraattır. 

Faiz serbestliği içinde ülke 200-300 milyar dolar borca sokulmuş. Bu serbesttir de, vakıf kurup halka yardım etmek suç olmuştur. Kamu görevlileri vakıf kuranlara veya kurup yönetenlere kan kusturuyorlar. Gelecekte bu zulümler piyeslere, tiyatrolara, romanlara, filmlere konu olacaktır.

Küfürde yarışanların müsaraatı bununla da bitmiyor.

Kâinatı Allah var etti demek müsbet ilme aykırı oluyor da, Yunanlıların tanrılara tapma şekilleri uygarlık sporları hâline getiriliyor. Ne tarafa bakarsanız bakınız, kâfirler olsun müslimler olsun küfürde müsaraat hâlindedirler. Herkes modada yarışıyor, herkes israfta yarışıyor, herkes gösterişte yarışıyor, herkes tekâsürde yarışıyor. Bütün bunlara bakıldığı zaman insanlar ne diyor? Dünyanın işi bitmiştir. Artık düzelmesi mümkün değildir. Bir kısmı ‘Allah yoktur’ deyip dinsizleşiyor, bir kısmı da ‘kıyamet yakındır’ deyip teslim oluyor.

Allah Kur’an’da bunların hepsine cevap veriyor. 

إِنَّهُمْ لَنْ يَضُرُّوا اللَّهَ شَيْئًا (EınNaHuM LaN YaWuRu elLAHa ŞaYeEan)  

“Allah’a hiçbir zarar vermezler.”

Oh! Artık rahat bir nefes alabiliriz. Kâfirlerin ve müslimlerin elbirliği yapıp “Adil Düzen”e karşı onu yok etmeleri için birleşmeleri Allah’a, O’nun düzenine, “Adil Düzen”e zarar vermez.

Biz “Adil Düzen” dediğimiz zaman elbette kendi düzenimizden bahsetmiyoruz. Allah’ın düzeni ne ise ondan bahsediyoruz. Demokratik, lâik, liberal ve sosyal hukuk düzeni Allah’ın düzenidir, “Adil Düzen”dir.

Bizim söylediklerimiz bizim anladıklarımızdır. Başkaları da başka türlü anlayabilir. Ama esasta benimsenmesi gerekir. Birbirimize dayatmamamız gerekir. Kendi düzenimizi Allah’ın düzeni, milletin düzeni diye yutturmamalıyız. Milletin iktidarına başka iktidarı koyanlar şirk içindedirler. Onlar ilâhî iktidara bir zarar veremezler. Bizim bu hususta endişelenmemize, üzülmemize gerek yoktur. Bizim görevimiz kendi Adil Düzenimizi öğrenip uygulamamızdır. Ondan sonrası bize değil, Allah’a aittir.

يُرِيدُ اللَّهُ  (YuRIyDu eLLAHu)  “Allah irade ediyor.”

Allah bu Kâinatı insanlar için yarattı; cinler için yarattı, melekler için yarattı, ruhlar için yarattı.

Allah’ın kendisinin bunlara bir ihtiyacı yoktur. Bu Kâinatı öyle yarattı ki bu şuurlu varlıklar onlardan yararlanarak yaşasınlar. Onun için Kâinat kurallar içinde yaratılmıştır. Değişmez, tabii ve sosyal kanunları vardır. Allah kendi iradesini de bu kanunları içinde kullanır, yani o kurallara uygun olarak yapar.

Bu dünya imtihan dünyasıdır. Okullarda da bilmek veya bilmemek imtihanı yapılmaktadır. Oysa dünyada iyi veya kötü insan olma imtihanı yapılmaktadır. Kötülerin kötülüklerini yapmalarına izin verilmezse o zaman imtihan olmaz. Dolayısıyla onlara kötülük yaptırmaktadır ki âhirette azab edilirken hak etmiş olsunlar.

Mü’minler de imtihan edilmektedirler. Acaba kâfirlerin bu üstünlükleri karşısında Allah’tan ümitlerini kesecekler midir? Bundan sonra ne olacak diye sorulduğunda cevap hazır olmalıdır. Kâfirler mağlup olacaklar ve cehennemde haşr olacaklardır. Mağlup olacaklardır sözüne inanmayanlar iman etmiş olmaz.

O halde bu durum, Allah’ın onları ve bizi başka başka yönlerden imtihan etmesidir.

أَلَّا يَجْعَلَ لَهُمْ حَظًّا فِي الْآخِرَةِ  (EaN LAv YaCGaLa LaHuM Fıy elEaPıRatı)

“Onlara âhirette bir haz bırakmasın diye böyle yapmaktadır.”

Çünkü Allah her iyilik yapana karşılığını verecektir. Kötülükle iyilik dengelenecektir. İyilik yaparlarsa cennete, kötülük yaparlarsa cehenneme gideceklerdir.

Gerek kâfirlerin gerekse müslimlerin yaptıkları iyilikler vardır. Ama “Adil Düzen”e karşı elbirliği edip müsaraat ediyorlar. Allah da onlara o kadar izin veriyor ki, bu sayede dünyadaki sevapları tükensin, bu suretle müsaraat edenler cehenneme gitsin.

Bilhassa müslimlere tavsiye ederiz, “Adil Düzen”e karşı küfürde müsaraat etmesinler, Adil Düzencilere saldırmasınlar. Mü’minlerin cephesine geçsinler, onları desteklesinler, onların aleyhinde gıybet etmesinler, iftiralarda bulunmasınlar. Söyleyecekleri varsa mü’minlerin yüzlerine söylesinler. Hakka dâvet etsinler. Yoksa yarın yaptıkları sevaplar tükenmiş ve işbirliği içinde oldukları kâfirlerle birlikte cehenneme girmiş olurlar.

وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ (Va LaHuM GaÜABun GajIyMun)  “Ve onlar için azim azap vardır.”

Bu “azap” dünyadaki mağlubiyetleri olabilir. Dünyada kendi başlarına gelecek felaketler olabilir.

28 Şubat olayı tamamen “Adil Düzen”in terk edilmesinden dolayı olmuştur.

Kâfirler “Adil Düzen” aleyhinde müsaraat ettiler. Bu müsaraatta tarikatları yanlarına aldılar, diyanet teşkilâtını yanlarına aldılar; bu yetmedi, Refah Partisi mensuplarını bile yanlarına aldılar!..

İşte ondan sonra olan oldu… 28 Şubat oldu… Beş sene Türkiye kan kustu...

Beş sene sonra nefes alındı, ama hâlâ “Adil Düzen” aleyhindeki müsaraat devam etmektedir…

Bunları “azim azap” beklemektedir.

“Azim azap” nekire gelmiştir. Her durumda değişik olabilir. Âhirette onların büyük azapları vardır anlamına gelir. Âhiret azabı da suça göredir. Herkes aynı cehenneme tıkılıp eziyet edilmeyecek, herkesin cezası ayrı ayrı olacak. Gerek kalınan zaman, gerekse oradaki sıkıntılar fazla veya eksik olacaktır.

إِنَّ الَّذِينَ اشْتَرَوْا الْكُفْرَ بِالْإِيمَانِ (EinNa elLaÜIyNa iŞTaRaVu elKuFRe Bi eLEIyMaNı) 

“İman ile küfrü iştira ettiler.”

İmanı verdiler, karşılığında küfrü satın aldılar. Bu nasıl olacaktır? Kim küfrü verip karşılığında imanı satın alır ki, bunlar imanı verip küfrü satın aldılar? Küfür ile iman nasıl mübadele edilir?

Küfür” ile “iman” birbirine zıt olan şeylerdir. Biri varken diğeri olmaz. O halde küfür ile iman böylece değişmiş oluyor. Şöyle ki, küfür sahibi olanların avantajları vardır, dezavantajları vardır. İmanı olanların da avantajları vardır, dezavantajları vardır. İman, aceleden acilde zararlı, ecelden acilde yararlıdır. İman bu dünyada sıkıntılı, âhirette ferahlıktır. Oysa küfür bunun aksidir.

Birini bıraktığınız zaman diğerini almış olursunuz.

Dünyayı tercih edenler, yakın harcamaları tercih edenler, imanı verip küfrü satın almışlardır.

İnsanların dünya saadetini istemeleri günah değildir. Ama bu âhiret saadetini vererek olmamalıdır.

Günlük nafakalarını temin etmek onlar için meşrudur. Ama bu geleceklerini karartmamalıdır.

Herkes bir işyerine girip maaş almış olabilir, bu maaş ile geçinebilir. Bu geçinmede şartlar değişmediği için aslında meşru olmayanlar zaruret içinde yapılabilir. Ama bu işten artırdıkları zamanlar ve artırdıkları imkânlar meşru kazancın temini için, faiziz düzen için, şeriatı öğrenmek için harcanmalıdır. Böyle yapılmaz da gayrimeşru davranışlar meşru sayılırsa, işte o zaman küfrü iman ile satın almış olurlar.

AK Partililer şimdi “Adil Düzen”i uygulayamazlar, ama “Adil Düzen”i uygulamak için zemin hazırlamalıdırlar. Bunun için Adil Düzencilere yapılan zulmü durdurmalıdırlar.

Mesela, İzmir Akevler’in dört bin dönümlük gasp edilmiş yeri vardır. Kırk milyon dolar değerindedir. Devlet değişik bahanelerle bunu gasp etmiştir. Zalimane gasp etmiştir. Bunun böyle olduğu dosyaların tetkikinden çok kolay anlaşılır. Bizden arazinin %50’sini rüşvet olarak istediler!.. Vermedik... Duruyor... %20 de verecektik, ama vermedik... %50’si devlete kalsın, devlet yarısını bize versin yeter.

Ama Adalet Bakanlığı’nda oturup bizim hakkımızı korumamak ve bakanlık koltuğu için bize yapılan zulme devam etmek, küfrü imanla satın almaktır.

“Bu zalim düzeni değiştirelim.” diyoruz; “Olmaz!” deniyor.

“Peki, o zaman bu düzende hakkımızı verin.” diyoruz; yine “Olmaz!” deniyor.

“Peki, sizin biricik işiniz AB’nin Türkiye’yi yıkacak olan hile kanunlarını geçirmek midir?!.”

لَنْ يَضُرُّوا اللَّهَ شَيْئًا (LaN YaQurRU elLAHa ŞaYEan)  “Allah’a bir şey zarar vermezler.”

İslâmiyet’e, “Adil Düzen”e asla zarar olmayacaktır. Adil Düzenciler asla endişelenmesinler.

Türkiye borçlandırılıyor… Ülkemiz yıkılmak isteniyor... Yöneticilerimiz bu oyuna âlet oluyor!..

Bunların hepsi IMF üzerinden bize borç veriyor. Gelin, diyeceğiz. Siz bize 200 milyar dolar borç verdiniz. Biz de ülkemizi koyduk, emeğimizi koyduk. Sizin para sermayeniz yanında, bizim de arazi ve emek sermayelerimiz vardı. Ne arttı, hesaplayalım. Ne eksildi, hesaplayalım. Artandan eksileni çıkaralım. Emek payımızı çıkaralım. Arazimizin kirasını çıkaralım. Kalan sermaye payı sizin olsun.

Kabul etmezler.

O zaman kendi şeriatımızı uygularız. Borcun anasını öderiz, faizi ödemeyiz. Bizimle savaşırlar mı?

O zaman da bizde varolan bir atasözünü onlara hatırlatırız: “Pilavdan kaçanın kaşığı kırılsın.”

Savaşırız ve ülkelerini ganimet yaparız…

Onların yaptıkları işler bizi hiç endişelendirmesin. Onlar bizi borçlandırmıyorlar, kendilerini yağlı ipe bağlıyorlar. Uluslararası savaşta haklı-haksız yerine, galip-mağlup vardır. Bizi yenerlerse, biz ne kadar haklı olsak da zaten her şeyimizi alacaklardır. Galip gelirsek her şey bizim olacaktır.

Biz borçlanmak istemiyoruz, çünkü bunun sonu aramızda savaştır. Ama onlar bizim müsriflere borç veriyor, onların rakı parası için bizi borçlandırıyorlar. Öyle yağma yok! Ciddi olmayan hiçbir borcu ödemeyeceğiz, faizi ödemeyeceğiz. Bizimle savaşırsanız, sizi yenip cehenneme göndereceğiz.

Sizin iyiliğiniz için diyoruz ki; bu müsriflere, bu mirasyedilere borç vermeyin. Sonra alamazsınız.

Türkiye Osmanlıların borçlarına sahip çıktı. Çünkü Yahudileri darıltmak istemedi. Ama isteseydi bu borçlara sahip çıkmayabilirdi. Biz kendilerinin yıkacağı bir devletin borçlarına sahip çıkmayacağız.

Biz diyoruz ki;

Gelin, “Adil Düzen”i barış içinde Türkiye’de kuralım. Sizin alacaklarınızı da tasfiye edelim:

a)       Dış borcu iç borca çevirelim. Türkiye zenginleri alacaklarınızı size ödesinler.

b)       Nakit borcunu mal borcuna çevirelim. Selem farkı koyun, bizden mal isteyin, ödeyelim.

c)       Borcu iştirake çevirelim, üretimden pay alın. Hisse senetleri satarak borcu tasfiye edin.

d)       Faizli borcu faizsiz borca, karz-ı hasene çevirelim. Biz sizin paranızı altın cinsinden ödeyelim, sonra biz de size altın cinsinden bizim paramızı borç verelim.

Yok, bunları kabul etmez de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yıkmış olursunuz; biz II. Cumhuriyetimizi kurarız. Şimdiden söylüyoruz. O zaman I. Cumhuriyetimizin bir kuruş borcunu bile ödemeyiz. Haberiniz olsun!

Bu devleti yıkmakla biz değil siz zarar edersiniz.

وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ (VaLaHuM GaÜABun EaLIyMun)  “Ve onlar için elim azap vardır.”

Yukarıda “onlar için büyük azap vardır” denmiştir; burada “onlar için elim azap vardır” denmiştir.

Yukarıda “küfürde müsarat”tan bahsedilmişti; burada “küfrü imanla satın alanlar”dan bahsedilmiştir.

Bu âyet yukarıdaki âyetlere “Va/Ve” harfi ile bağlanmıştır. Dolayısıyla bu âyet yukarıdaki âyetlerin açıklamasıdır. Küfürde müsaraat etmekle, küfrü imanla satın almak aynı şeydir. “Büyük azap” aynı zamanda “elim azap”tır. Yine bu azap bu dünyada da olabilir, âhirette de olabilir.

AK Parti’nin iktidarda olması onları ne kadar sıkmıştır, ne kadar üzmüştür. Bu azap onlara yeter.

Milli Görüş belediyeleri elde ederken kahroldular. Belediyeler başarılı olunca daha fazla kahroldular.

Darbelerle Millî Görüş partilerini iktidardan uzaklaştırdılar ama yine kahroldular. Çünkü onların iktidarları her zaman sefalet iktidarı oldu. Cumhuriyet döneminin en başarılı hükümeti, Başbakan Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın Refahyol Hükümeti olmuştur. En başarısız hükümeti de 28 Şubat hükümetleri olmuştur. Birincisi maaşlara zam yaparak enflasyonu düşürmüştür. Diğeri zam değil, yatırım bile yapmadı ve enflasyon kabarıp gitti. Bu onlara elemli azap olmuştur. Rezil oldular, kepaze oldular. Amerika’dan atanan valilerle de Türkiye’yi yıkamadılar.

وَلَا يَحْسَبَنَّ (VaLAv YaXSaBanNa)  “Hesab etmesinler. Sanmasınlar. Öyle düşünmesinler.”

Hesab” “hisbe”den gelmektedir. “Hisbe” huzme, demet demektir. “Hizb” ise bir parça demektir. “Demet” yığının parçası olduğu gibi; “Hizb” bir bütünde grup demektir. “Hisbe” yeterli grup demektir.

Hesab etmek” demek, yeterini bulmak demektir. Nişan alırken yeter derecede kaldırmak demektir. Ne fazla, ne eksik etmek demektir. Hesab, sayılar üzerinde yapılmaktadır. Saymak insana has bir şeydir. Bir hayvan çok beyaz olarak görür. İnsan da baktığı zaman ona göre görür.

Dışardan görünmeyen yere bal koyalım. Ayı balı tatlılıkla yemektedir. Silahlı insan içeri girince ayı girmiyor. Ama içeride kimse olmayınca giriyor. İki kişi giriyor, sonra teker teker çıkıyorlar. Ayı iki kişinin girdiğini biliyor. Üç kişinin girdiğini biliyor. Ama dört kişi girince, kaçının çıktığını bilemiyor ve hiç girmiyor veya bir kişi içeride iken de girebiliyor. Demek ki ayı ancak üç veya dört sayıyı kavrayabiliyor.

Halbuki insan milyonlara varan sayıları kavrıyor. Bu insanın diğer canlılardan farklı oluşudur.

Hattâ Kâinatta sonsuz yoktur ama insanın zihninde vardır. Sonsuzun tersi olan sıfır da yoktur ama insan zihninde vardır. İnsan Kâinattan kurtulup zaman ve mekân dışında olan Allah’a ancak sonsuz küçük ve sonsuz büyük kavramları ile ulaşabilmektedir. Madem ki Kâinatta olmayan bir şey insan beyninde vardır, öyleyse Kâinatın dışında insan beyninin irtibat kurduğu bir varlık vardır. Sosyal kavramlar Kâinatta yoktur, insanın zihninde vardır. Küfredenler hesab etmesinler, sanmasınlar, öyle düşünmesinler deniyor.

الَّذِينَ كَفَرُوا (elLaÜIyNa KaFaRUv)  “Küfretmiş olanlar.”

Hangi küfretmiş olanlar? “Adil Düzen”e karşı müsaraat edenler, Müslimleri de yanlarına alarak Allah’ın nûrunu söndüreceklerini zannedenler; onlar zannetmesinler.

Müslimler bir kötülük yaparlarsa Allah onlara mühlet verir, belki bu arada tevbe ederler de kurtulurlar diye. “Adil Düzen”e karşı olanlara, Allah’tan başkasından korkanlara, faizli ve fuhuşlu düzene devam edenlere Allah mühlet veriyor. Onlara zaman veriyor, onlara destek veriyor; onlar tevbe etsinler de cehennem azabından ve dünya âfetinden kurtulsunlar diye.

Diğer taraftan kâfirlere de mühlet veriyor, daha çok günah işlesinler de daha fazla azab çeksinler diye.

Burada önemli bir şeye daha işaret edilmektedir. Allah imanlarından dolayı azab etmeyecektir, günahlarından dolayı azab edecektir. Eğer küfretmek sonsuz olarak cehennemde kalmak için yeterli ise, daha fazla günah işlemek için niçin onlara mühlet vermiş olsun? Niyetli ameller önemlidir. Küfür insanlara kötülükler yaptırdığı için cehenneme götürür. İman da insana iyilikler yaptırdığı için cennete götürür. Kuru iman insanı cennete götürmeye yetmez. Küfür de günah işlenmezse insanı cehenneme götürmez.

أَنَّمَا نُمْلِي لَهُمْ (EanNaMAv NuMLı LaHuM)  “Onlara imla ediyoruz.”

Meliy” kelimesi uzak demektir, mil demektir. Ama belli uzaklıktaki uzaklık demektir.

“Metre” “mezree”den alınmış Arapça kelimedir. “Mil” de “meliyye”den alınmış Arapça kelimedir.

“Mola vermek” demek, biraz durup dinlenmek demektir. Gecelemek için konaklanacak yere “menzil” denir. 40-50 kilometrelik mesafedir. “Mil” ise yolculuk esnasında dinlenecek yerlerdir. Bir-iki saat yürüdükten sonra oturulup dinlenir, sonra yola devan edilir. 

Mola” kelimesi de Arapça imiş. “İmla etmek” demek, mola vermek demektir. Yani, bunlar helâke doğru yol alıyorlar. Onlara mola veriliyor. Biraz bu yolculukta dinlensinler diye mola veriliyor.

Allah bunu niçin yaptığını açıklamaktadır.

İslâmiyet’in Batı dünyasına ne derece etki ettiğini anlamak için Batı dillerine geçmiş olan kelimeleri tahlil etmemiz gerekir. Sadece Kur’an’ın kelimelerini tahlil etmek yeterlidir. Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarının etkisi altında gelişen Arapça’daki bazı kelimeler de vardır ki, Yunanca ve Latince’de bulunur. Çünkü o uygarlıklar da Tevrat aracılığı ile Yunan ve Roma’ya geçmiştir.  

Lehum/Kendilerine” mola veriyoruz.

Adil Düzencilere mola vermiyor, onları kendi yerlerinde olgunlaştırıyor.

Demek ki kâfirlerin zaferleri bir mola kadardır.

خَيْرٌ لِأَنْفُسِهِمْ (PaYRuN LaHuM)  “Kendileri için hayırdır.”

“Hayrun Lahum” denmemiş de, “Hayrun Lienfusihim/ Kendileri için hayırdır” denmiştir. “Onlara hayırdır” denmemiş de, “kendilerine hayırdır” denmiştir. “Lehum” ile “Lienfusihim” arasında ne fark vardır?

“Lehum” dediğimizde topluluğu kastetmiş oluruz. “Lienfusihim” dersek, kendi kişiliklerini kastetmiş oluruz. Onlar topluluklarını değil de, sadece kendi nefislerini düşündükleri için bu ifade kullanılmıştır.

Onlar şöyle düşünmektedirler. “Bu bizim yaptığımız topluluğumuz için doğru değildir, belki partimiz için doğru değildir; ama kendimiz için doğrudur! Bakan kalabilmem için böyle yapmam gerekir! Eğer ben böyle yapmazsam bakan olamam! Kimse olamaz! Başkaları yararlanacağına ben yararlanayım!..”

Benzer düşünceler aynen iş hayatında da görülmektedir. “Ben rüşvet vermezsem bir iş yapamam! Ben çalmazsam, hile yapmazsam iş yapamam! Ben vergi kaçırmazsam iş yapamam!..”

Böylece kendilerine uydurulan mazeretleri hayır sananlar vardır.

Oysa öyle yapanlar da sonra helâk olup giderler. Malları mülkleri kalmaz.

Müslimler de böyle düşünebilirler, ama “Adil Düzen”in gelmesi için çalışmalıdırlar. Küfürde müsaraat edenlere katılmamalıdırlar. Bugün faizli işlem yapanlar, eğer kazançlarını faizli sistemi kaldırmak için harcarlarsa, o zaman o onlara helal olur. Bugün rüşvet verenlerin gayesi eğer rüşveti yok etmek için ise, o zaman o da onlara helal olabilir. Kâfir ile müslim arasındaki fark budur. Kâfir, başka çare yok, bu böyle devam etsin der. Müslim bunun düzeleceğine inanır. Mü’min ise düzelmesi için harekete geçer.

إِنَّمَا نُمْلِي لَهُمْ  (EınNaMAv NuMLi LaHuM)  “Biz mola veriyoruz.”

Mola” kelimesi “mehil” kelimesi ile de akrabadır.

Mehil verme, alacağı ertelemedir. Mola verme ise, faaliyetlerine izin verme demektir.

Bugün kâfirlerin yaptıkları zulümlere Allah izin vermektedir de öyle yapabilmektedirler. Kimse sanmasın ki Allah’a karşı herhangi bir iş yapmaya güçleri yetecektir. İlâhi kanunlarla yürümektedir her şey.

“Adil Düzen”in doğru olarak tam anlaşılması için “Adil Düzen” alternatiflerinin denenmesi gerekmektedir. Aksi halde insanlar o alternatiflerin de işe yaradığını sanmaktadırlar. 

Cehennem olmadan cennetin manâsı bilinmez. Onun için herkes cehenneme bir uğrayacaktır.

Bu kötü denemeler insanları akıllandıracaktır.

D-8’lerin İslâm âlemini kurtaracağı sanılmıştır.

Oysa İslâm âlemini de, dünyayı da yalnız ve yalnız “Adil Düzen” kurtaracaktır.

“III. Bin Yıl Uygarlığı” başlamıştır. O gelmeden kurtuluş yoktur.

 Günü geldiği halde erginleşemeyen insan hastadır. Kimse çocuk kalabilme şansına sahip değildir.

لِيَزْدَادُوا إِثْمًا  (Lı YaZDADUv İsMen)  “İsm izdiyad etsin diye.”

Buradaki birinci “Dal” harfi “T”den dönüşmüştür. İftial bâbındandır. İsim burada müfret gelmiştir. Çünkü günah kollektif işlenmektedir. Günah içinde tam yaşasınlar, böylelikle faizli düzenin, fuhuşlu düzenin ne kadar kötü olduğu görülsün diye mola veriyoruz. Kötülükleri artsın diye mola verilmektedir.

Komünistliğin dünyayı yetmiş senede sarmış olması, dünyaya onun ne kadar kötü olduğunu göstermektedir. Kapitalizmin kötülükleri de bütün çehresiyle ortaya çıkmaktadır.

Bu arada sosyalizmin veya kapitalizmin değil de, sosyalistlerin ve kapitalistlerin kötü olduğunu ileri sürenler vardır. Bir de bu kötü düzenler iyi insanlar eliyle denensin istenmiştir. Bugünkü AK Parti iktidarı budur.

Kâfirler sanmasınlar ki kendi düzenleri iyi insanların eline geçtiği zaman başarılı olacaktır.

Bu sebepledir ki hiçbir zaman Refahyol iktidarına şans tanımadığımız gibi, aynı şekilde AK Parti iktidarlarına da bir şans tanımıyoruz. Her mü’min iyi bilsin ve anlasın ki, bunlar gideceklerdir; hem de çok kötü gideceklerdir. Bunlar kendileri kötü oldukları için gitmeyecekler, düzenleri bozuk olduğu için gideceklerdir.

Bu âyetler çok açık ifadelerle bunu beyan etmiş oluyor.

وَلَهُمْ عَذَابٌ مُهِينٌ (Va LaHuM GaZAvBun MuHIyNun) 

“Onlar için mihan eden bir azap vardır.”

Bundan önce “azim azab”, “elim azab” geçti; şimdi de “mühin azab” geçmektedir.

Azab” kelimesi Kur’an’da ceza karşılığı olarak kullanılmaktadır. Ceza, verilen karşılık demektir. “Azab” ise çektirilen acıdır, sıkıntıdır. Ceza hukuku bakımından bu kelime alınıp tasnif edilmelidir.

Havn” sıkıntı demektir. Aynı zamanda gevşeten demektir. Yani, onlara öyle azap gelecektir ki, sıkıntı çekecekler ve çökeceklerdir. Artık kendilerinde dayanma ve direnme gücünü bulamayacaklardır.

Sosyalistlerin durumu bu olmuştur. Sömürü sermayesi şiddetli şekilde zulüm yaptırarak onların yaşamasına imkan veriyordu. Gayesi diğer ülkeleri korkutmak, kapitalizme karşı daha kötü bir alternatif olarak bulundurmaktı. Sermayenin keyfi için kırk milyon insan öldürüldü. Çünkü Allah öyle istedi.

O zulüm düzenleri gelip geçmeseydi “Adil Düzen”e zemin hazırlanamazdı.

Sonra ne oldu? Sovyetler birden gevşedi ve çöküp gitti. Ama Sovyet ülkeleri refaha ermediler. Yine aynı sıkıntılı hayatı yaşamaktadırlar. Zulümler devam etmektedir. Halk huzur ve saadete kavuşamamıştır.

28 Şubat’ın sıkıntıları 3 Kasım’da resmen bitti ama, aynı sıkıntıları iki yıla yakın oluyor yaşamaya devam etmekteyiz. Daha da sıkıntılı günler yaşanacaktır. Tâ ki “Adil Düzen” gelsin.

Avrupa Birliği’nin onları kurtaracağını sanıyorlar. Oysa Avrupa Birliği de hiçbir zaman refaha eremez. Şeriat düzeni gelmeden, “Adil Düzen” gelmeden sorunlar çözülmeyecektir. Avrupa’ya da insanların beklediği huzur ve saadeti kilise getirecektir.

“Adil Düzen”i destekleyen mezhepler gelişecek, diğerleri ise sönüp gidecektir. 

Avrupa’da bin tarihlerinde kilise ikiye ayrılmıştı. Kimi Müslümanlardan alınan üniversiteleri destekledi, kimi ise karşı çıktı. Karşı çıkanlar tarih oldu. Destekleyenler ise şimdi “III. Bin Yıl Uygarlığı”na katkıda bulunmak üzere hazırlanıyorlar.

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                        (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 267. SEMİNER             Yorum-97         İstanbul, 27 Ağustos 2004

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI  

(Üsküdar’da Selahattin Öztürk değerlendirecektir.)

ELEKTRİK ENERJİSİ, ÜRETİMİ VE KULLANIMI

Elektrik enerjisi en üstün kalitedeki enerjidir. Diğer enerjilerden elektrik enerjisine geçmek zordur. Verimi düşüktür. Ancak elektrik enerjisinden diğer enerjilere geçmek son derece kolaydır. Elektrik enerjisi, bu üstün vasfının yanında çevre kirliliği yapmamaktadır. Dolaysıyla gelecekte tüm enerjisi tüketimi elektrik enerjisi şekline dönüşecektir. Evinizi elektrik enerjisi ile ısıtacaksınız, yemeklerinizi elektrik enerjisi ile pişireceksiniz. 

Elektrik enerjisinin en büyük eksikliği, depo edilememesinden dolayı uçaklarda ve gemilerde kullanılması mümkün değildir. Katı veya sıvı yakıt kullanma zorunluluğu devam edecektir. İçten yanmalı motorlar varlıklarını sürdüreceklerdir. Kara taşımacılığında ise “elektrikli trenler” devreye gireceği için enerji yükünü yine elektrik taşıyacaktır. Gaz yakıt olarak hidrojenin kullanılması da gelecekte beklenen bir durumdur. Çünkü elektrik enerjisi gelecekte belki de hidrojen enerjisi olarak depolanacaktır. Hidrojenin yakılması ile su ortaya çıkacağından kirlilik yapmayacaktır.

Enerji üretimi sanayi üretimi tipinden değildir. Sanayide üretimi merkezi sistemde yapabilirsiniz. Bir fabrika kurar, ham maddeyi oraya taşır, orada da büyük çapta üretim yapar ve dağıtırsınız. Bugün elektrik için de aynı usul geçerlidir. Büyük su santralleri ve büyük termik santrallerde üretilen enerjiler yüksek gerilim şebekeleri ile dağıtılmaktadır. Ne var ki, bu kaynaklar son derece kısıtlıdır. Dolayısıyla gittikçe elektrik enerjisi pahalılaşmakta, diğer katı ve sıvı yakıtlarla rekabet edememektedir.

Bundan dolayı elektrik enerjisinin tarım tipi üretimle üretilme zorunluluğu vardır. Nasıl tarım tüm topraklara yayılmak suretiyle topraklarda üretilmesi zorunlu ise, elektrik enerjisi de böyledir. Tüm yeryüzüne yayılmak ve oralardan buğday ekinleri gibi enerji ekinleri toplamak zorunluluğu vardır. Köylü mevsimlerinde tarım yaparken, diğer zamanlarda da enerji üretecektir. Bu üretim tarzı geliştirildiği takdirde elektrik enerjisi diğer enerjilerden çok daha ucuz olur. Çünkü diğer enerjilerin taşıma külfeti büyüktür.

Elektriğin elektrik tarlalarında üretimi için şunları söyleyebiliriz:

a)       Yaygın elektrik üretimi merkezî elektrik üretiminden daha büyük kapasiteye sahiptir. Kaynağı tükenmeyen bir üretimdir.

b)      Yoğun emek istemekle beraber, boş zamanların değerlendirilmesi şeklinde olacağı için nakit olarak emek maliyeti yok gibidir. Dolayısıyla çok ucuzdur.

c)       Yaygın olduğu için zelzele ve saldırı gibi âfetlere karşı son derece mukavimdir.

d)      Yeryüzünün enerji israfını önleyecektir. Boşa akan sular enerjiye çevrilecek, güneş elektrik olacaktır.

Yaygın tip elektrik üretimini kişiler küçük tipte yapacaklar ve elektrik şebekesine satacaklardır. Asenkron jeneratörlerle üretim için de son derece ucuz üretme imkanı olacaktır. Köylerde tarla sahipleri ziraat yaparken, eskiden değirmenlerde olduğu gibi elektrik santralcikleri olacaktır. Sadece onların bakımlarını yapacaklardır. Ay sonlarında ise ek gelir temin edeceklerdir.

Şimdi bu santraller nelerdir, onları görelim:

a)       Su santralleri elektrik üretecektir. Eskiden su değirmenleri vardı, un üretiyordu. Şimdi de su değirmenlerinde elektrik üretilecektir. Çok basit, kendilerinin bile yapabileceği değirmenlere sadece hat çekilecek, bir de birer jeneratör verilecektir.

b)      Rüzgar santralleri. Eskiden yel değirmenleri vardı, un üretiyordu, su çekiyordu. Şimdi aynı teknoloji ile biraz daha geliştirilmiş olarak elektrik üretilecektir. Köylü bu enerjiyi satıp ek gelir temin edecektir.

c)       Çalı santralleri. Yeryüzü otlarla kaplıdır. Bunlar sonbaharda dökülmekte ve çürümektedir. Oysa bunlar toplanır, kurutulur, öğütülür, toz yakıt hâline getirilir. Termik santrallerde elektriğe çevrilerek satılır. Kullanılmayan biyolojik gübreler de elektrik enerjisine çevrilebilir. Gaz üretme yerlerinde gaza çevrilir, artık yine gübre olur.

d)      Güneş santralleri. Eskiden otlar ve meyveler güneş altında kurtulurdu. Şimdi geliştirilecek teknoloji ile çatılarda elektrik enerjisi elde edilecek. Doğru akım enerjisi alternatif enerjiye çevrilip satılacaktır. Çatılar bunlarla kaplı olacaktır.

Bunların üzerinde teorik çalışmalar yapılmış ise de, petrol tekelleri bu çalışmaları desteklememekte, yahut sonuçları gizli tutmaktadırlar. Biz halk olarak organize olup en basit su değirmenlerinden işe başmalıyız.

Büyük belediyeler bu santralleri destekleyebilir ve elde ettiği ucuz enerji ile kendi kentinin elektriğini ucuzlatabilir. Elektrik enerjisini ucuz bedelle alınca maliyetler düşer ve sonunda hem kentin kirliliğini önler, hem de kentini ihracat kenti hâline getirir. Bunlar yapmıyor diye Adil Düzenciler üzülmesin…

Allah bu kadar basit şeyleri bu “faizcilere” nasip etmez. Sizin iktidar olmanız yakındır. Hazırlıklı olun.

“Adil Düzen”den kaçanlar bu kolaylıklara ve güzelliklere ulaşamazlar.

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                        (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 267. SEMİNER             Yorum-97         İstanbul, 27 Ağustos 2004

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI  

(Reşat Nuri Erol, Üsküdar’da yorum olarak anlatacaktır.)

 

GÜRCİSTAN ZİYARETİ VE GÖREVLER!

Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Başbakanı olarak Gürcistan’ı ziyaret etti.

Bunun hiçbir önemi yoktur. Gürcistan Devlet Başkanı Şaakaşvili ABD tarafından atanmış bir başkan; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da ABD tarafından desteklenen bir başbakan. Amerika ikisini de deniyor. Sözünde gezdirebilirse yerlerinde bırakacaktır. Gezdiremezse, onların yerlerine başkalarını getirecektir…

Ne var ki, ABD’nin bu iki devlet üzerinde uyguladığı politika farklıdır.

ABD’nin Recep Tayyip Erdoğan’a vereceği görev şudur:

Türkiye’yi parçala!.. Doğuda bir Kürt devleti kur!.. Kuzeyde bir Pontus devleti kur!.. Batıda bir Bizans devleti kur!.. Toroslar’ın ardında bir Türk devletçiği kurabilirsin!.. Onu da İsrail’e teslim edersen, sen Ürdün veya Kuveyt kralları gibi kral olarak kalabilirsin, Suudi Arabistan gibi bir devlet olabilirsin!..

İşte Tayyip Bey’den ABD’nin istedikleri bunlardır. Erdoğan bunları yapabilecek mi? Hiç sanmıyorum.

ABD’nin Mihail Şaakaşvili’den istedikleri ise tamamen farklıdır:

Önce Rus nüfuzunu ve hakimiyetini tüm Kafkaslar’dan temizle, Kafkasya’ya hakim ol!.. Ermenileri ve Azerileri yanına al!.. Batum yani Acaristan ve Abhazya başkaldırıları bitsin!.. Sonra da hazırlıklı ol, Güney Karadeniz topraklarını sana vereceğim, ABD’nin emrinde bir Pontus devletini kur!..

Görevler tamamen farklı olduğu halde, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Gürcistan’a neden gitti ve ne yapacaktır? Mihail Şaakaşvili’yi destekleyecek, Acara ve Abhazya isyanları Recep Tayyip Erdoğan’ın desteği ile bertaraf edilecek. Azerbaycan da Tiflis’in emrine girmeyi kabul edecek. İşte bu hizmetleri yapma görevi Sayın TC Başbakanı Erdoğan’a yüklenmiştir. Bunun ilk müzakereleri yapılmıştır.

Tayyip Bey beni yanına alsaydı ve bana ““Adil Düzen”e göre bu sorunlar nasıl çözülür?” deseydi…

Gürcistan ve Kafkasya için ne yapardım? Çözümü nasıl önerirdim?

1-       Kafkasya tedrici olarak bir federasyona gitmelidir.

2-       Kafkasya federasyonunun dili şimdilik Rusça olacaktır.

3-       Nüfusları 300 000 ile 1 000 000 arasında olan bölgelere “bağımsız il” statüsü verilecektir.

4-       Bağımsız iller kendi dillerinde lise öğrenimini yapacaklardır. İç güvenliklerini kendileri koruyacaklardır. Kendi il dilleri olacak, lise eğitimini onunla yapacaklardır.

5-       “Kafkasya Birliği”nin tek ordusu olacaktır. Kafkasya 10’a yakın bölgeye ayrılacak ve her bölgede bir ordu bulunacaktır. Ordular o bölgeden olmayıp, diğer bölge askerlerinden oluşacaklardır. Ordunun dili şimdilik Rusça olacaktır. Yüksek tahsil birlik tarafından yapılacaktır. Karayollarını birlik işletecektir. Her ilin kendi parası olacak ama birliğin parası olacaktır. İllerin paraları birlik parası ile konvertibl olacaktır. Dövizle yalnız birlik parası değiştirilebilecektir.

6-       “Kafkasya Birliği” kendi hududunu çizecek, Rusya’ya ve Türkiye’ye garanti verecektir: Ben bu toprakların dışında bir toprak istemiyorum, istemeyeceğim diyecektir. Rusya ve Türkiye de bu toprakları hem kendileri yönünden, hem de diğer saldıranlar yönünden garanti edeceklerdir.

7-       “Kafkasya Birliği” dünyanın her ülkesiyle her türlü ilişkilerde bulunabilir; ekonomik, sosyal, siyasi kültürel anlaşmalar yapabilir. Ancak ülkesine yabancı askerleri konuşlandıramaz. Türkiye ve Rusya da buraya asker sokamaz.

8-       Kafkasya devletine taarruz edilirse, Türkiye ve Rusya Kafkasya Birliği yanında yer alacaklardır. Ancak Türkiye veya Rusya ayrı ayrı savaşa girerlerse, Kafkas Birliği onlarla savaşa girmez. Ama eğer Rusya ve Türkiye birlikte savaşa katılırlarsa, Kafkasya Birliği bunların yanında yer alabilir.

Putin, Şaakaşvili ve Erdoğan bu deklarasyonu dünyaya duyuracaklardır.

Ondan sonra Türkiye Azerbaycan’ı, Rusya da Ermenistan’ı ikna etmelidir. 

Böyle bir anlaşma ne gibi yararlar getirir?

a)       Kafkasya siyasi istikrar kazanır. Artık Ermeni veya Abhazya sorunu kalmaz.

b)      Kafkasya’nın ekonomik sefaleti sona erer. Asker besleyeceğine kendisini geliştirir.

c)       Türkiye ve Rusya Kafkasya sınırlarını garanti altına almış olup güven içinde olurlar.

d)      ABD’nin Ortadoğu ve Pontus hayali de suya düşer.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki; yeryüzünde huzurun gelmesi için tek yol vardır, tek çare vardır, o da “Adil Düzen”dir. “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”nda buna ait hükümler vardır.

Biz yeni bir şey teklif etmiyoruz. Ne olur Recep Tayyip Erdoğan ABD görevlisi olarak Gürcistan’a gideceğine, biraz da “Adil Düzen” görevlisi olarak gitse… Ama böyle bir şey olmuyor, olamıyor!..

İşte biz bu sebepledir ki AK Parti’ye karşı küçük bir ümit bile beslemiyoruz.

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                        (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 267. SEMİNER             Yorum-97         İstanbul, 29 Ağustos 2004

PAZAR GÜNLERİ YAPILAN ANKAR PROGRAMI  

(Ali Erişen, Ankara’da değerlendirecektir.)

 

KUR’AN’a GİDEN YOL

Ben bu dünyaya geldim, çevrem beni büyüttü. Herkes bir şey söylüyor. O halde benim işim araştırmak. Nereden geldiğimi, niçin buralarda olduğumu, ne yapmam gerektiğini ve nereye gitmem gerektiğini öğrenmem gerekir. Geçmişte yaşayanların yazdıkları kitaplar vardır, onları araştırmam gerekir. İşe nereden başlayayım?

Bunun için geçmişte yazılanları ikiye ayırıyoruz: 1) Lâik kitaplar. 2) Din kitapları.

Bu kitaplar arasında şu farklar vardır: Din kitapları ben söylüyorum demiyor, Allah söylüyor diyor. Lâik kitaplar ise ben söylüyorum diyor. Bunlardan hangisinden başlamalıyım?

a) Din kitaplarında temelde birlik vardır. Esasta hepsi aynı şeyleri söylüyor. İnsanı iyiliğe çağırıyor. Lâik kitaplarda bir birlik yoktur. Kendi çıkarlarına çağırmaktadırlar. Önce iyi insan olmanın yolunu araştıran din kitaplarına yönelmeliyim. Dünyayı kan gölüne çevirmek için ihtilalleri körükleyen Marx’ın Kapital’i şimdilik işime yaramaz. Dolayısıyla araştırmama ondan başlamam benim için uygun olmaz.

b) Din kitapları, insanın gerek kişi olarak, gerek topluluk olarak yaşamak için ne gerekiyorsa onların hepsinden bahsettikleri halde; lâik kitaplar parça parça ve çelişkili dağınık olarak meseleleri ele almakta, lâik kitaplarda insanın nasıl yaşaması gerektiği hususunda bir bilgi bulunmamaktadır. Ellerin ve yüzün nasıl yıkanacağına dair dünyanın hangi anayasasında veya felsefe kitabında yer bulabilirsiniz?

c) Din kitapları onların milyarlara varan inananları tarafından her gün okunduğu, günlük hayatlarını onların yorumlarına göre oturttukları halde; lâik kitapların cemaatçe sahipleneni ya yoktur, ya da müntesipleri bile okumamaktadır. Hangi avukat Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na yılda bir defa olsun bakmaktadır? Hangi solcunun evinde Marx’ın Kapital’i vardır ve yılda değil, ömründe bir defa olsun onu okumuştur?!.

d) Nihayet, din kitapları yalnız bu dünya hayatını değil, ölümden sonraki hayatı da değerlendirmektedir. Geçmişi ve geleceği bir bütün olarak ele almaktadır. Önce din kitaplarını bir öğrenmeliyim. Sonra lâik kitapları hem daha kolay anlarım, hem de karşılaştırmayı kolay yapabilirim.

İşte bu dört sebepten dolayı tercihimi yapıyor ve dinî bir kitabı okumaya öncelik veriyorum.

Bu ilk adımdan sonra ikinci adımımı atıyorum. Dinî kitaplardan hangisini öne almalıyım?

DÖRT SEBEPTEN DOLAYI KUR’AN’I TERCİH EDİYORUM:

a) Kur’an benim topluluğumun kitabıdır. Çevrem onunla meşguldür. Ya bu topluluğu terk etmeliyim, yahut onların her gün okudukları kitabı önce ele almalıyım.

b) Kur’an nâzil olan son kitaptır. Diğerlerine ait bilgiler onda vardır. Oysa diğerleri önce olduğu için ona ait bilgiler onlarda yoktur. Dolayısıyla önce son kitabı ele almam gerekir.

c) Kur’an lafzıyla ve manasıyla bize ulaşmıştır. Hiçbir bozulma yoktur. Diğer kitaplarda ise böyle bir özellik yoktur. Onun için Kur’an’ı tercih ediyorum.

d) Kur’an bizzat kendisi kitap olarak mucizedir. Diğer kitapların Allah’ın sözleri olduğunu, peygamberlerin gösterdikleri mucizelerle biliyoruz. Yani, insanlar önce peygamberlere inandılar, sonra onların getirdiği kitaba onların sözleri ile inandılar. Oysa Kur’an önce kendisine inandırdı, sonra onun sayesinde Hz. Muhammed’in peygamber olduğuna inandılar. Bu Mekke’den beri böyle geliyor. Kur’an, ben Allah’ın sözüyüm diyor. Bana inanın, sonra bütün kitaplara ve peygamberlere ben haber verdiğim için inanın diyor. Mucize olduğunu iddia eden tek kitap Kur’an’dır. O halde oradan başlamalıyım.

Şimdi Kur’an’ı ele alıp okumaya ve onu tetkik etmeye başlayalım.

Kur’an bir daire misalidir. Nereden isterseniz oradan başlayabilirsiniz. Başladığınız yer merkez olur. Ancak bir usul ile başlamamız gerekebilir. Bu sıra şöyle konabilir:

a) Kur’an’ı bugün yazıldığı gibi esas alıp okumak.

b) Kısa sûrelerden başlayıp gerisin geriye gitmek.

c) İniş sıralarını gözetip yorumlamak.

d) Cereyan eden olaylara göre sûreler veya âyetler seçmek.

Sadece iki önemli hususa işaret etmek isterim:

1- Birincisi, yorumlamaya, okumaya nereden başlarsanız başlayın, hiçbir zaman Kur’an’ın sûrelerini veya âyetlerini kendinize göre sıralayıp yazmaya başlamayın. Bugünkü Kur’an nasıl yazılmışsa Kur’an’ı o olarak ele alın. 2- İkinci tavsiyem, Kur’an’ı istediğiniz dilde istediğiniz şekilde yorumlayın, ama hiçbir zaman onun Arapça metnini yazmadan yorumlamaya kalkışmayın. Tercümelerine dayanarak yorum yapmayın, kendi dili ile istediğiniz dilde yapın. Bu iki şarta riayet etmeniz gerekir. Bu uygulama her metin için doğrudur.

Şimdi bugünkü konuşmada Alak Sûresi seçilmiştir. İlk nâzil olan sûredir. Kısa sûrelerdendir. Bizim de ilk yaptığımız seminerdir. Bundan başlanması teklif edilmiştir. Biz de mahzuru olmadığı için uyuyoruz. Böyle topluluklarla karşılaştığımız zaman, o toplantıyı kim tertip etmişse onun tercihlerine uyma zorunluluğu vardır. Kabul edilmeyecek bir şey ise terk edip gidersiniz veya bir daha gelmezsiniz. Davetliler kendi görüşlerini dayatmamalıdırlar. Dolayısıyla Selâmet Konağı’nda yapılacak 20/08/2004 tarihli seminerin konusu bu olmuştur.

Hedefim, bu Kitab’ın ne demek istediğini anlamaktır. Onun söylediklerini peşinen doğru kabul etme diye bir şey yoktur. Önce şuna karar verdim. Okumam gerektiğine karar verdim. Sonra din kitaplarına öncelik vermem gerektiğine karar verdim. Sonra Kur’an’ı tercih ettim. Bunu arkadaşlarımla paylaşmak istedim. Burhan Erol’un dâvetine uydum. Alak Sûresi’nin ilk âyetinden başlamaya karar verdim. Burada ele aldığımız, bu sözlerin manâsını kavramaktır. Söyleyen ne kastetmiştir? Onu anlamaya çalışıyoruz. Söylediklerinin doğru olup olmadığı üzerinde durmuyoruz. O halde Kur’an’a ister inanmış olalım, ister reddetmiş olalım, ister kararsız olalım, bizim yapmak istediğimiz onun ne söylemek istediğini kavramamız olacaktır. Bunu yapmamız gerekir.

BAZI VARSAYIMLARLA İŞE BAŞLIYORUM:

a) Bu Kitap kendisinin Allah’ın sözleri olduğunu iddia ediyor. Söyleyenin ne demek istediklerini anlayabilmemiz için bizin O’nun bu iddiasını varsayım olarak kabul etmemiz gerekir. Yalan olabilir. Yanlış olabilir. O başka. Ama eğer bu varsayımı kabul etmezsek söyleyenin ne dediğini anlayamayız.

b) Kitab’ın, varsayım olarak, Allah’ın sözü olduğunu kabul ettim. Peki, muhatap kimdir? Bu sözleri kime söylemektedir? Yine varsayım olarak muhatap benim diyorum. Allah bu Kitab’ı bana göndermiştir, diyorum. Bu varsayımla okuyorum. Neden öyle değil de böyle? Bu başkasına yazılmış bir mektupsa, ben okuyup vaktimi niye harcayacağım? Kime yazılmışsa o okusun! Ben bu Kitab’ı bu varsayımlar içinde okuyorum. Şüphesiz bu yalnız bana değil, bize, hepimize, bütün insanlara gönderilmiş bir Kitap, ama ben de o insanlardan biri olduğum için ben de muhatabım.

c) Şimdi Allah kimdir? Ben kimim? Bu soru ile karşılaşırız. İşte burada yine Kur’an’ın öğretilerine göre varsayımımı koyuyorum. Kur’an’ı yorumlamak Allah’a ait olmalı, anlama da bana ait olmalı. Anlama ile yorumlama birbirinden ayrılmadığına göre, bunlar kumaşın iki yüzü olduğuna göre benim görevim nedir? Ben Allah’ın halifesiyim. O’nun adına yorumlama yetkisine sahibim. Varsayım olarak öyle kabul ediyorum. Yorumladıktan sonra da O’nun kuluyum. Uygulayıcısıyım. Bu sefer kul olarak yaptığım yorumu uygulamalıyım. Yani, Allah’ın halifesi olarak içtihat yapacağım, Allah’ın abdi yani kulu olarak da içtihadımı uygulayacağım. Bu varsayımla yola çıkıyorum.

d) Şimdi ben gerek halife olarak, gerek kul olarak benim kimliğimi ortaya koymalıyım.

Benim dört tane kimliğim vardır. Onlardan birisine göre okumalıyım:

1)       İnsanım, kişiyim. Bu Kur’an’ın da bütün insanlara hitap ettiğini farz ediyorum. O halde ben Kur’an’ın muhatabıyım diyorum ve ona göre okuyorum veya dinliyorum.

2)       Ben Kur’an’ın okuyucusuyum. Yani, ben onu öğrenmeye talibim. İnsan olarak dinlemekle yükümlüyüm. Ama bir araştırmacı olarak da okumak zorundayım. Zaten bu hüviyetimi kabul ettiğim içindir ki bu toplantıya katıldım. Arkadaşlarımla bu arzumu paylaşıyorum.

3)       Varsayımları deneyebilmem ve test edebilmem için onu uygulamalıyım. Sonuçları görmeliyim. Varsayımlar teoride kalırsa kanıtlanmış olmaz. Ama uygulanır da sonuçlar elde edilirse, o zaman varsayımların gerçek olduğu, doğru olduğu ortaya çıkar. Bir taşı alıp da bu buğday tohumudur der ve teori yürütürseniz, teoriniz doğrudur. Ama toprağa attığınız zaman taş buğday tanesi gibi bitmez. Oysa buğday tanesi gerçekse biter ve başak olur. Bu “müslim” olma mertebesidir.

4)       Varsayımları ortaya koydum, içtihatlarımı yaptım, varsayımlara dayalı içtihatları uyguladım, ürün elde ettim. Sonuçları aldım. Artık varsayımlara inandım. İşte bu “iman”dır, “mü’min” olmadır. Bundan sonra yeni vazifem ortaya çıkıyor, bunun için “cihat” yapmak. İman demek, malını ve canını uğruna verebilme demektir. Cihat yapmamız demektir.

Şimdi ben burada konuşurken sadece okuyucu hüviyetimle konuşuyorum. Size öyle hitap ediyorum. Sizinle -henüz- varsayımları birlikte uygulamaya geçelim demiyorum; yani, sözlerimi doğru kabul edin demiyorum. Varsayımlarımı söyledim, ona göre size Kur’an’ın ne dediklerini anlatmaya çalışacağım. Yani, benim anladıklarımı anlatmaya çalışacağım. Kur’an doğru diyor veya yanlış diyor diye bir şey söylemiyorum. Onun ne demek istediklerini anlatmaya çalışıyorum.

Deneme yapalım diyenler olursa, birlikte deneriz. Baktık ki sonuçlar doğru; o zaman varsayımlara inanırız, ondan sonra cihat yapmaya karar verenler olursa onlarla cihat yaparız.

Şimdi usûlümüz ne olmalıdır?

1- Konuşmacılar, konuşacaklardır. Herkes kendine göre yazılı bir metin ortaya koymalıdır. Bu görüşler tamamen serbesttir. Bunlar madde madde ve cümle cümle olmalıdır.

2- Diğer tebliğciler bu maddelere karşı şu tavırları takınırlar. Onaylarlar, sükut ederler veya reddederler.

3- Sonra bu metinleri ele alan bir sorumlu bunları tek metin hâline getirir.

a)        İttifakla sözlü onay almış olan maddeler. Buna “kavlî icma” denir. Bu madde sahiplerinin adları yazılmaz. 

b)       İtiraz edilmeyen maddeler. Bunlar “sükûtî icma” ile kabul edilmiş olur.Görüş sahibi belirtilir.

c)        Herkesin kendi bölümünde kendisine ait görüşleri belirtilir. En az bir muhalif gösterilir.

d)       Tartışılan ama çözüme ulaşılmayan maddeler. Sorun olarak konmuş ama çözümü kimsenin getirememiş olduğu maddeler.

4- Sonra bu haftalık çalışma olarak bilgisayara işlenir. İnternete girilir.

“İstanbul Akevler”in böyle bir merkezi vardır. Oradan bir site verebiliriz. Her hafta “akevler.org” sitesinde yayınlanır. Biz İstanbul ve Ankara’daki çalışmalarınızı “akevler.org”da yayınlıyoruz. Oradan takip edebilirsiniz.

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                        (0532) 246 68 92

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3453 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2648 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2137 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2517 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2517 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2160 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2567 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2469 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1974 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2333 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2238 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2385 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2605 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2424 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3025 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2659 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2973 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2657 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2730 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2941 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3120 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3409 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5458 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3530 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3061 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3848 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3697 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3401 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3858 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3820 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4096 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4607 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3004 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3102 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3953 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3808 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2837 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2930 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3938 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7693 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5579 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4162 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3562 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3708 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4717 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4429 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4724 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4646 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4798 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4538 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3384 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4460 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3610 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5154 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3839 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5135 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 4991 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4916 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3518 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3467 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3682 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5141 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4195 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5402 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4076 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5254 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4405 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4416 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4560 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4756 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5307 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4107 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5250 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4512 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3832 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4364 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4575 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4103 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4085 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4075 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4533 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5634 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9792 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4636 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3690 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3842 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3351 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3374 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3736 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5688 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4239 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3437 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler