ADİL DÜZEN 271
“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 24-26 Eylül 2004 Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 271. SEMİNER (CUMA-C.TESİ-PAZAR) İst. - Ank., 24-26 Eylül 2004
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği) Tel: (0532) 246 68 92
*HAFTALIK TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00), Cumartesi Yenibosna (18.00-21.00)]
ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ – 51
Bu dersin tamamı Yenibosna’da 18.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır.
(Hasan Özket, Yasin Kılar, Hasan Çetinkaya, Reşat Nuri Erol, Lütfi Hocaoğlu, ve ………..… dersi okumuş olarak geleceklerdir.)
Cuma günü Üsküdar’da Reşat Nuri Erol tarafından; Pazar günü Ankara’da Sabri Tekir tarafından anlatılacaktır.
Süleyman KARAGÜLLE
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ
وَإِذْ أَخَذَ اللَّهُ مِيثَاقَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلَا تَكْتُمُونَهُ فَنَبَذُوهُ وَرَاءَ ظُهُورِهِمْ وَاشْتَرَوْا بِهِ ثَمَنًا قَلِيلًا فَبِئْسَ مَا يَشْتَرُونَ(187) لَا تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ يَفْرَحُونَ بِمَا أَتَوا وَيُحِبُّونَ أَنْ يُحْمَدُوا وَيُحِبُّونَ أَنْ يُحْمَدُوا بِمَا لَمْ يَفْعَلُوا فَلَا تَحْسَبَنَّهُمْ بِمَفَازَةٍ مِنْ الْعَذَابِ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ(188) وَلِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ(189) إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَآيَاتٍ لِأُولِي الْأَلْبَابِ(190)
وَإِذْ أَخَذَ اللَّهُ (Va İJ EiÜaZe elLAHu) “Allah ahz etmişti.”
“Hazı” düz çizgidir. “Hiza” kelimesi buradan gelir. “Ehaze” kendisini ona sıraladı anlamına gelir. Kendine çekip getirmek de “Ahz” olur. “Ehazme” de huzmelemek demektir. Avuçla tutmak demek olur.
Bu tahlillerden şuna varırız. “Ahz etmek” avuçla bir şeyi tutmak demektir.
Türkçede “el” kelimesinden “almak” olarak kullanılmaktadır. “Almak” el içine koymak demek olur.
“Allah ahz etmişti. Allah söz almıştı.” Vesika almıştı.
Burada “İz” geçmişte olanı hikâyedir. Kur’an şimdi bize nâzil oluyorsa, o zaman buradaki “İz” Kur’an’ın ilk nâzil olduğundan itibaren başlamaz, bugünden itibaren gerisin geriye başlar. “Kitabı verilenler”i yazılı metin verilenler şeklinde anlarsak, Hz. Nuh aleyhisselâmdan beri gelen Müslüman halk kastedilir. Bunlara Mekkeli Kureyşliler ve ondan sonra gelenler de dahildir. Kur’an onlara gelmiş, Allah onlardan misak almıştı.
Onlar Allah ile sözleştikleri içindir ki Allah onlara imkân verdi ve I. Kur’an Uygarlığı’nı kurdular. Bize onları haber vermektedir. Kur’an şimdi bize, II. Kur’an Uygarlığı, III. Bin Yıl Uygarlığı kurma çabasında olan biz Adil Düzencilere de onları haber vermektedir. Allah bizden de aynı misakı istemektedir. Bu misakı yaparsak o zaman bize “Adil Düzen”i uygulama imkanını verecektir.
مِيثَاقَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ (MIyÇAvQa elLaÜIyNa EUvTUv eLKiTAvBa)
“Kendilerine kitap verilenlerin misakını almıştır.”
“Kitab ehli olanlar”, kendileri yapmamış olsalar da kanunları olan, şeriatları olan kimselerdir. “Kendilerine kitap verilenler” ise Tevrat ve İncil gibi kitaplara sahip olan kavimlerdir. Allah bu kitapları onlara peygamberler vasıtası ile göndermiştir. Kuran ehli de Ehl-i Kitap olmakla beraber, aralarında fark vardır. “Kitap verilenler” peygamberlere inandılar, onların mucizelerine inandılar, ondan sonra kitaplarına inandılar. Oysa “Kur’an”a ise önce inanıldı. Kur’an mucizesi ile Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamber olduğuna inanıldı.
Şimdi de kimse bize inanmayacak; önce Kur’an’ın getirdiği “Adil Düzen”e inanacak, ondan sonra bize inanacaklardır. Bunu nasıl yapacağız?
Kur’an’ı yeniden çağımızın gereklerine cevap verecek şekilde yorumlayacağız...
Ondan sonra biz onu yani yorumları yaşayarak ve aramızda uygulayarak göstereceğiz...
Ondan sonra bunu görenler, çağın problemlerini çözdüğünü görenler Kur’an’a inanacaklardır…
Artık peygamber olmadığı için bize inanmaları gerekmeyecektir.
Biz bu çalışmalarımızın karşılığını Allah’tan almış olacağız.
Parti kuracağız; ama iktidar olmak için değil, “Adil Düzen”i anlatmak için. “Adil Düzen”de ekseriyet iktidarı olmadığı için biz iktidar olmayacağız, iktidarda temsilcilerimiz olacaktır.
“Misak” vesika demektir. Yükü bağlayan sicim demektir. “Vasaka” bitişti, yapıştı demektir; bağlandı demektir. “Misak almak” demek, söz almak demektir; bağlayıcı söz almak demektir.
Allah geçmişte kitap verilenlerden ve Kur’an verilenlerden söz almıştı, öylece onları başarılı yapmıştı. Şimdi de II. Kur’an Medeniyeti’nin yolculuğuna çıkan Adil Düzencilerden aynı sözü almayı murad ediyor.
Duamız odur ki; bu misakı veren biz olalım. Çalışmalarımız bu yönde ve buna göredir.
لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ (La TuBayYıNunNaHUv Lı elNASı)
“Onu insanlara beyan edeceksiniz. Onu insanlara açıklayacaksınız. Kitabı açıklayacaksınız.”
Burada ne öğreniyoruz? Bize verilen görev Kur’an’ı insanlara öğretmek değil, Kur’an’ı bütün insanlara beyan etmektir. Bunu nasıl başaracağız? Önce kendi halkımıza açıklayacağız. Bize bu emrediliyor. Bu görev, Arapça’yı öğrenmek ve Türkçe olarak halkımıza açıklamaktır. Bunu başarmak için belli ilimleri öğrenmemiz gerekir. Bunları tekrar sıralıyorum.
Artık genç-yaşlı demeden bu ilimleri öğrenmeye, bunlara ait kitapları yazmaya başlamalıyız.
a) Mantık, Matematik, Gramer ve Usul ilimlerini öğrenmeliyiz. Bunları Türkçe ve Arapça dilleri ile öğrenmeliyiz.
b) Geometri, Mekanik, Fizik, Kimya, Hayvanat, Nebatat, Psikoloji ve Sosyoloji ilimlerini öğrenmeliyiz.
c) Dil, Bediiyat, Teknik ve Hukuk yani Fıkıh ilimlerini öğrenmeliyiz.
d) Hikmet, Askerlik, Ekonomi ve Kur’an’ı öğrenmeliyiz.
Bundan sonra bunları uygulamaya geçmeliyiz.
Önce “bir aşiret” kurup “bir market” açmalıyız…
Sonra bir arada “bir site” kurup “ahşap evleri” yapmalıyız...
Sonra ülkede “mala-mal marketleri” kurup “ekonomik hamle” yapmalıyız…
Buradan elde ettiğimiz gelirlerle “ilmî araştırmalar” yapıp ihtisas sahibi kişileri yetiştirmeliyiz…
Sonra “bir siyasi parti” kurup diğer partilere “Adil Düzen”i öğretmeliyiz… Onlarla koalisyon yapıp “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”nı ülkemizde tatbik etmeliyiz… Ondan sonra tüm dünya ülkeleri ile ittifaklar arayışına girip “Adil Düzen Devletleri Birliği”ni kurmalıyız…
İşte hedefimiz bellidir, işte yolumuz bellidir, işte yapacaklarımız bellidir. Geriye çalışmak kalıyor.
İşte bunları yaptığımız zaman bize inzâl edilmiş olan Kitab’ı tüm insanlığa tebliğ etmiş oluruz.
Bunun için basını, yayını, okulları ve mabetleri kullanırız. Kur’an’ı diğer dinlerin alimlerine anlatırız; onların kitaplarını da biz öğreniriz.
İşte o Kitap Ehlinden Allah benzer misak almıştı. Ne var ki, onların dünyaları bizim dünyamızdan çok küçüktür. Burada çok önemli bir hususa daha işaret edilmiştir. Bütün Kitap verilenler, tüm insanlığa hitap etmekle mükelleftirler. Yahudiler de bununla mükelleftirler. Oysa onlar kitaplarını gizliyorlar.
وَلَا تَكْتُمُونَهُ (Va Lav TaKTuMUvNaHUv) “Onu ketmetmeyiniz.”
“Ketebe” deriyi torba hâlinde dikmedir.
“Keteme” bir şeyi torbanın içine koyup kimseye ne olduğunu göstermedir. Eşyanın üzerini kapatmadır.
“Kitab’da yazılanları ketmetmeyiniz.”
Topluluklar zamanla kendilerine gelen kitapların gösterdiği yoldan çıkar ve uzaklaşırlar. Yanlış uygulamaları doğru göstermeye başlarlar. Kitabı okudukça o yanlışları görürler ama bir türlü onu açıklamazlar. Onları duymamazlıktan gelirler. Bugünkü din ve tarikat ehli de aynen böyle yapıyor.
Allah’ın bildirdiğini gizlemek yoktur.
Bu sebepledir ki İslâmiyet’te kapalı toplantılar yapılmaz, özel ayinler icra edilmez. İnsanların bildiklerini para ile satması yoktur. Allah’ın her öğrettiğini başkalarına öğretmek farzdır.
Allah insanlara kitap veya hikmetle öğretir. Burada Kitap için farz kılınan şey illetle, hikmetle öğrenilen ve öğretilen şeydir. Patent hakkı, telif hakkı diye bir şey “Adil Düzen”de olamaz. Öğretmenlerin öğrettikleri kimselerden ücret almaları da haramdır. Bu sebepledir ki paralı okullar açılamaz. Öğretmenlerin maaşlarını ya devlet karşılar ya da vakıflar karşılar. Adil Düzenciler bedava ders veren dershaneler açmalıdırlar. Bunun için camilerin altındaki yerler vakıf olarak konmalı ve buralar dershane yapılmalıdır. Ehliyetli öğretmenler de buralarda boş saatlerinde gelip Allah rızası için ders vermelidirler. Öğrenciler gelip sorularını buralardaki öğretmenlerine sormalılar veya birlikte çalışarak kolektif olarak öğrenmelidirler.
Kur’an Kursları veya İmam-Hatip Okulları yeterli değildir.
Muasır medeniyetin üstündeki ilimleri buralarda çocuklarımıza vermeliyiz. Dondurulmuş resmî programları öğrenmeliyiz, ama bunlarla yetinmeyip daha ileri dersler almalıyız. Özel okul açmamalıyız. Tedrisatta ikilik ortaya çıkarmamalıyız.
Mevcudu öğreneceğiz; bu arada daha fazlasını ve ilerisini de öğreneceğiz.
Bu âyetin bildirdiği eğitim sistemini kurmalıyız. Buna kanunlar mâni değildir; cehalet mânidir.
فَنَبَذُوهُ (Fa NaBaÜuHUv) “Onu nebz ettiler.”
Yani misakı, sözleşmeyi fırlatıp attılar denmektedir.
“Nabız” kolumuzda duyulan kalbin atışlarıdır. Fırlatıp atmak nebz etmek demektir. “Remy”de gaye hedefi vurmaktır. “Nabz”da gaye mevcut olanı dışarıya atmaktır. Kitap verilenler bunu nebz ettiler.
Burada “Fa” harfi ile gelmiştir. “Hemen atmaya başladılar.”
Gerçekleşen şudur. Kitab Ehli peygamber aralarından gider gitmez Kitab’ın dediklerini kenara iterler. Mesela, Hz. Ebu Bekir Hz. Peygamber’in (s.a.v.) yapmadığını yaptı; yerine Hz. Ömer’i seçtirdi. Hz. Ömer ise kadılık müessesesini icat etti. Hz. Osman bürokrasiyi getirdi. Hz. Ali devlet merkezini Küfe’ye taşıdı. Emeviler saltanatı kurdular. Abbasiler Yunan felsefesini İslâmiyet’e soktular. Türkler içtihat kapısını kaldırdılar. Osmanlılar şeyhülislâmlığı icat ettiler…
Hâsılı, daha Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) ölümünün hemen arkasından İslâm’ın öğrettikleri atılmaya başlandı. Elbette bunun karşısında oluşan medrese ve tekkeler bu bozulmaya karşı direndiler ve onların sayesinde bizi İslâmiyet’i kaynağından öğrenme imkânına ulaştırdılar.
وَرَاءَ ظُهُورِهِمْ (Va RAEa JuHUvRıHıM) “Zahırlarının arkasına attılar.”
Yani görmezlikten geldiler. O yasakları ve emirleri hiç düşünmediler. Önce Yahudiler ve Hıristiyan alimleri, sonra İslam âlimleri ve uygulayıcıları bunları yaptılar. İktidarlar böyle olanlarla işbirliği içine girdiler.
İslâmlığı ve Hıristiyanlığı iki din arasındaki mücadele şekline dönüştürdüler. Müslümanlar yahut Hıristiyanlar cennete gider, diğerleri cehenneme diyorlardı! Oysa Kur’an böyle yazmıyordu; Tevrat ve İncil böyle yazmıyordu. Ama onlar yazılanı değil, kendi yazdıklarını halka ulaştırıyorlar! Hadis uyduruyor ve tahrif ediyorlar! Kur’an’ı kendi reyi ile kim tefsir ederse, ibadet etse de kâfir olur diyorlar! Oysa bunu söyleyenler Kur’an’ı kendi oyları ile değil, kendi çıkarları ile tefsir edenlerdir. Onlar çıkarlarına göre Kur’an’ı tefsir ediyor, sonra gerçek müfessirleri kâfir yapıyorlardı! Oysa Kur’an çıkarlarına göre onu tefsir edenleri tel’in ediyordu.
وَاشْتَرَوْا بِهِ ثَمَنًا قَلِيلًا (VaEıŞTaRaV BıHı ÇaMaNan QaLIyLan)
“Onunla kalil semeni iştira ettiler.”
Bir maaşa Kur’an’ı sattılar. Bir derecelik makama Kur’an’ı sattılar.
Burada neden “Kalil/Az” denmektedir?
Burada şuna işaret ediliyor ki, bu satanlar büyük zengin olanlar değil, doğrudan halktır. Parası olan büyük kapitalistler bunları satın almakta, bunlara “Kalil” yani az para vermektedir.
Kur’an o para verenleri, makam verenleri değil; menfaat karşılığı parayı alanları, makamı kabul edenleri lânetlenmektedir. Para veren veya makam dağıtanlar ise zaten şeytan taifesi oldukları için onları bir arada zikretmektedir. Rüşvet alan değil, rüşvet veren suçlanmaktadır. Zaten rüşvet yasağında ‘rüşvet vermek için koşmayın’ denmektedir. Rüşvet almak haram değil, zulüm yapmak haramdır. Zulüm etmek için rüşvet getirenin rüşvetini alır da bir de isteneni yapmazsan, bu rüşvet müessesesini çökerttiği için bir daha kimse rüşvet vermeye cesaret edemez veya rüşvet verme ortamı kalmaz.
Burada bize illetlerin tesbitinde bazı ipuçları verilmektedir.
فَبِئْسَ مَا يَشْتَرُونَ (Fa BıESa MAv YaŞTaRUvNa) “İstira ettikleri ne denli beisdir.”
Adil Düzenciler bildiklerini gizlemek veya para ile satmak şöyle dursun, para vererek tebliğ ediyorlar. Allah’ın emirlerini yerine getiriyorlar.
Allah onları Adil Düzencilerin ağzı ile selâm diyarına çağırmakta; onlar ise fitne diyarına gidiyorlar. Batı mantığı ile İslâm mantığı arasında ne kadar büyük bir fark var.
Biz bedava yol gösteriyoruz; kimse dinlemiyor!..
Onlar dalâlet yolunu para ile satıyorlar; sonra da dönüp ‘biz başaracağız’ diyorlar!..
Eğer Allah yoksa, eğer Allah’ın sünnetleri yoksa, Kur’an doğru değilse, tarih bizi kandırıyorsa, o zaman böyle bir şey mümkün olur. Tabii ki benim sözlerim her zaman isabetli olmayabilir. AB ve AK Parti, ABD ve sosyalizm başarılı olabilir! Tabii ki ben yanlış anlamış olabilirim.
لَا تَحْسَبَنَّ (Lav TaXSaBanNa) “Hesab etme.”
“Hasa” çakıl demektir. İlk hesaplamalar çakıl taşları ile yapılırdı. Çakıl taşlarını bir tarafa alıp koymak, öbür tarafa geçirmek suretiyle insanlar ilk hesap makinesini yapmışlardı. Sonra bunları ipe dizdiler ve tesbih yaptılar. Rusya’da kullanılan ‘abak’ dedikleri hesap aracı buradan çıkmıştır.
“Hasa” kelimesi iki şekilde gelişti, “Sad” “Sin” oldu, “Y” “B” oldu, “Hesab” ortaya çıktı.
“Hisbe” ok atarken bakılan nişangâhtır. Oku menziline ulaştırmak için biraz yukarıya kaldırmak gerekmektedir. “İhsa etmek” toparlamak demektir. “Hesab etmek” ise tahmin etmek demektir.
“Zannetme” ile aynı manadadır. “Hesab”da isabet tarafı çok fazladır. “Zan”da daha azdır. “Şek”de eşittir. “Reyb”de olma ihtimali daha azdır.
Kur’an okuyucuya “Sen hesab etme” diyor. Asla hesab etme, çünkü sonunda “benne” kelimesi vardır. İsim cümlelerinde “İnne” başa gelir. Fiillerde ise fiilin sonunda gelir. Üstünlü olursa müfred ,ötreli olursa çoğul olur. “Tahsabunne” denir.
الَّذِينَ يَفْرَحُونَ بِمَا أَتَوا (elLaÜINa YaFRaXUvNa Bı MAv EaTaV)
“Ety ettikleri ile ferahlananları.”
Burada “Bima Etev Bihi” anlamındadır. “Bihi” hazf olmuştur. “Ety ettikleri şeylerle ferahlananlar.” Baştaki “Bi”nin tekrar etmesi için hazf edilmiştir. “Ma” “Men” olmadığı için “Etev”deki zamir ona raci olmayacağından onun “Bihi” olduğu kolayca bilinir. “Yaptıkları şeylerden ferahlananları sen hesab etme.”
Çok önemli bir hususu açıklamaktadır. İnsanlar başka bir şey yaparlar. Kötü ve yersiz işler yaparlar, sonra iyi giden işler olabilir, onu da kendilerinin yaptığını ileri sürerler.
Ülkemiz 1920’den beri iyiye doğru gitmektedir. Bütün sıkıntılara rağmen bir bakıyorsunuz ilerleme kaydediliyor. İstiklâl Savaşımızı kazanmış olmamız dahi belli yöneticilerin veya zümrenin değil, halkın Allah’ın ilhamı ile şahlanışı ile olmuştur. Demokrat Parti de öyle geldi. ANAP da öyle geldi. AK Parti de öyle geldi.
Bu değişmeler sayesinde ülkede kendiliğinden düzelmeler oldu.
Gelen partiler bunları kendilerinin yaptıklarını sandılar ve ferahlandılar.
وَيُحِبُّونَ أَنْ يُحْمَدُوا بِمَا لَمْ يَفْعَلُوا (VaYuXıbBUNa EaN YuXMaDUv Bı MAv LaM YaFGaLUvv “Fi’letmediklerine karşılık hamd edilmelerini hubbediyorlar.”
Kendileri yapmamış ama kendileri yapmış gibi seviniyorlar. Tarihteki başarılar böyle hilelerle doludur.
Birileri Allah rızası için canı gönülden çalışırlar… Akıllılar dışarıda kalır ve beklerler… O çalışanlar tam mahsul olacağı zaman yorulmuşlardır, kenara çekilmişlerdir... Alanı boş bulan bu kenarda bekleyenler onu değiştirerek sahip çıkarlar. Anadolu ve Ortadoğu Hıristiyanları uzun çileler ve sabırdan sonra Romalı Pavlus Bizans’la anlaşarak Hıristiyanlığın nimetlerini toplamıştır. Dört halifenin meyvelerini Emeviler toplamıştır. Hazreti Ali taraftarlarının çilesine Abbasiler konmuşlardır. Selçukluların zaferleri üzerine Osmanlılar oturdular. Cumhuriyet dönemine gelindiğinde de İstiklâl Savaşı’nı Müslümanlar kazandılar, ama başaranlar lâikler oldu.
Kıbrıs’ı Erbakan aldı; baştan karşı olan Ecevit ise sonra ‘Kıbrıs fatihi’ kesildi!..
Adil Düzencilerin zaferine AK Partililer yerleştiler. Geçmişte yapılanların sonunda elde edilen sonuçların kendilerinin eseri olduğunda öğünüyorlar. AB’nin kanunlarını geçirtip halkı uyutma dışında hiçbir şey yapmadıkları bugünlerdeki “Ceza Kanunu” çalışmaları ile tam olarak ortaya çıkmıştır.
Tarihin anlattığına göre başkalarının çalıştığını gasb ile mirasına konanlar ferahlanmaktadırlar.
Atalarımız “Eşeğin çalıştıklarını at yer” diyorlar. AK Partili zavallılar da günümüzde böyle inanıyorlar. “Adil Düzen”le iktidara gelen Millî Görüşçüler de öyle sandılar. “Nasılsa atı aldık, Üsküdar’ı geçtik!” dediler ve “Adil Düzen”e cephe aldılar. Ama sonra CIA ajanları onları mefluç hâle getirdi. Kalplerine Allah korkusu yerine derin devletin korkusunu düşürdü.
Millî Görüşe karşı olanlar şimdi iktidardadırlar. ANAP ve Doğru Yol’dan buraya gelenler hükümetlik yapıyorlar. Bütün uyarılarımıza sırt çevirmişler, kendilerini Avrupa Birliği’nin kurtaracağına inanıyorlar; Allah’ın değil, Avrupa Birliği’nin kurtaracağına inanıyorlar! Bu küfür değil, şirktir.
Bu âyete başka mana veren olabilir mi acaba?
فَلَا تَحْسَبَنَّهُمْ (Fa Lav TaXSaBanNAHuM) “Sen onları hesab etmeyesin.”
“Tahsebenne”yi tekrar etmiştir. Hem da “Fa”dan sonra ard arda sadece te’kit değil, iki defa hesab etmeyesin. Görünüşteki bu durumları sebebiyle onları feraha götürmeyiniz.
Demokrat Parti zamanında “Bu memleketi Mustafa Kemal değil Allah kurtardı.” dedi diye DP coştu, diyeni milletvekilliğinden sildi. Mekke müşrikleri Allah’ı inkâr etmiyor, Allah’a putları da ortak ediyordu. DP müşriklerinin ona da tahammülleri olmamıştır. Ama sonra sehpalarda can verdiler; âhiretteki hesapları bir tarafa.
İşte böyle zahiri başarılarından dolayı geleceklerinin parlak görünmesine bakma. Sanma.
Avrupalılar Türkleri içlerine alıp eritmek için can atıyorlar. Bunu yapmak son derece kolay bir iştir.
Romanya’da, Polonya’da kuracakları fabrikalara Anadolu halkını taşırlar, orada iş verirler; Türkiye’de kuracakları fabrikalara da Almanları, Fransızları ve İtalyanları taşırlar; böylece 900 yıldır savaşlarla kurtaramadıkları Anadolu’yu aziz AK Parti sayesinde kurtarırlar.
Bunlar Avrupa Birliği’ne girmiyor; bunlar Avrupa Birliği’ne Anadolu’yu teslim ediyorlar!..
Halk Partisi de ses çıkaramıyor!.. Saadet Partisi de ses çıkaramıyor!.. Diğerleri de ses çıkaramıyor!..
Bizim korkumuz yoktur. Bunlar hep ülkeyi “Adil Düzen”e teslim etmek için yaptıkları çalışmalardır.
بِمَفَازَةٍ مِنْ الْعَذَابِ (Bi MeFaZaTın MıNa elGaZABı) “Azabdan fevz olacaklarını hesab etme.”
Burada “Azap” marifedir. Böyle yapmaları sebebiyle dünyada uğradıkları azap zikredilebilir.
Bir topluluk olduğu için kişiler değil de topluluk azaba duçar olacaktır. Nitekim Cumhuriyet Halk Partisi’nin, Demokrat Parti’nin, ANAP’ın, Refah Partisi’nin başına gelenler bilinmektedir. AK Partililerin başına bunlar gelmeyecektir sanma. Bu iktidardan düşme ve zulüm görmedir.
İktidarda olanların adaleti getirmeleri gerekir. İzmir Akevler’e yapılan zulme son vermeleri gerekir. 40 milyon dolarlık arazimizi gasp ettiler. 10 milyon dolarlık arazimiz de hâlen sit alanlarına çevrilmiş ve hapsedilmiştir. Başörtüsü zulmü devam etmektedir. Daha da ağırlaştırarak ceza kanununa sokmaktadırlar.
Bunların kendilerine kalacağını zannediyorsan, yanılıyorsun, böyle sanma.
İki yıl ya da yirmi ay önce yazdığım bir yorumda, AK Parti’nin iki yıllık ömrü var demiştim. Sonra işlerin iyi gittiğine bakarak bunun ertelendiğine kanaat getirdim. Ümit ettim ki, belediye seçimlerinden sonra belki bir düzelme olur. Belediye başkanlarıyla görüşmeler yaptık. CIA ajanları Antalya’da toplantı yaparak belediye başkanlarına ‘şirketlere sakın katılmayın’ dendi! Kooperatifler de şirket yapıldı! Hepsi derin kuyuya daldılar! Hasan Hacıbektaşoğlu da bizi unuttu!..
Ama şimdi bu âyeti okuduktan sonra o iyimser düşüncelerim yine kayboldu ve AK Partili kardeşlerimizin adına yine üzülmeye başladım. Duam; uyanmalarıdır… Allah onları gafletten uyandırsın…
Burada marife olan “Azap” âhiret azabı da olabilir, cehennem azabı da olabilir. O zaman dünyada böyle yapanlara karşı belirlenmiş bir azap olmayabilir.
Demokrat Parti’de Halk Partisi korkusu vardı. Şimdi aynı korku AK Parti’ye musallat olmuştur.
Sonuçlara bakarak bu azabın âhiret azabı mı, dünya azabı mı olduğu anlaşılır.
وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ (Va LaHuM GaZABun ELIyMun) “Bir de onlara elîm azap vardır.”
Buradaki “Azap” nekiredir, yani birinci azaptan farklıdır. Birinci azap dünya azabı ise bu âhiret azabıdır; birinci azap âhiret azabı ise bu dünya azabıdır.
O zaman AK Partisi’ne gelecek olan azap bundan öncekilere gelen azaplardan farklı olacaktır. Yahut onlardan biri olacaktır. Bunu AK Parti’nin başına gelecek azaptan anlayacağız. Maruf azap olursa bu âhiret azabıdır. O zaman âhirette değişik tür azaplar vardır. Yok eğer AK Parti’ye yeni azap gelirse âhiretteki azap tek tiptir. Her ikisinin dünya azabı olması da anlaşılabilir. O takdirde AK Parti’ye iki çeşit azap gelecektir. Ancak âhirette azaba uğramayacaklardır. Azabı burada çekmiş olacaklardır.
Mesela, Adnan Menderes’in başına gelen azabın ikisi dünyada olmuştur. Düşmüştür, asılmıştır. Bayar ise düşmüştür, asılmamıştır; onun ikinci azabı âhirete kalmıştır. Erbakan iktidardan düşmüş ve çeşitli cezalara çarptırılmış; âhirete azabı kalmamıştır diyebiliriz.
Gerek AK Partililere gerek Saadet Partililere tek tavsiyem vardır:
Adil Düzen Ekibi ile birlikte “Adil Düzen”i kabul edin. Bu sizi gelecek azaplardan kurtaracaktır. Sizin aranızdaki hasımlığı da bitirecektir. Bizden kaçtınız, birbirinize düşman oldunuz!
Bizden kaçmayın ki Allah sizi birbirinize dost yapsın. Saadetçiler sizi uzak tuttu, iktidara geldiniz. Şimdi siz onları uzak tutuyorsunuz. İkiniz de Akevler’i uzak tutuyorsunuz.
Biz zarar etmiyoruz. Siz zarar ediyorsunuz. Azap sizleri bekliyor. Gelin, Adil Düzencilerle beraber olun, selâmete erişin. Yoksa iki azap sizi bekliyor. Daha kötüsü azabınızın âhirete bırakılmasıdır.
وَلِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ (Va Lı elLAHı MüLKü elSaMAVAvTı Va eLEaRWı)
“Semavat ve arzın mülkü O’nundur.”
“Mülk”, krallık demektir, hükümdarlık demektir. Türkçede “mülk” mala sahip olma anlamındadır. Oysa Kur’an’da ve Arapçada “mülk” kişilere ve mallarına sahip olma demektir. Kur’an’da “Sağ elinizin mâlik olduğu” denmektedir. Çünkü insan insana mâlik olmaz, sadece insanın varlığı başkasının mülküne sahip olur. İnsan Allah’ın halifesidir, memlük edilemez. Melik olan yalnız Allah’tır. O sebepledir ki Kur’an’da başkana “elçi” denmekte, “imam” denmekte, “yetkili” denmekte ama hiçbir zaman “melik” denmemektedir. Firavun’a “melik” denmektedir; ama sahte tanrılara tanrı dendiği gibi denmektedir.
İnsanın hiçbir zaman bir şeyi yaptığında onunla öğünme hakkı yoktur. Çünkü onu yapan kendisi değil, Allah’tır. Kendisini yaratan ve ona o imkanı veren kimdir? Allah’tır.
Türkiye’yi Mustafa Kemal yaratmadı. Bu 1950’ye kadar böyle idi. 1950’den sonra Demokrat Parti çıkardığı kanun ve yaptığı uygulamalarla Mustafa Kemal’i tanrılaştırdı. Oysa Mustafa Kemal’i de Allah yarattı. Kimsenin Mustafa Kemal’e tapacak bir borcu yoktur. Lâik düşüncede de bu böyledir. Mustafa Kemal’i Fransızlar doğurup yetiştirmedi, Tükler arasında doğdu, Türkiye’de yetişti. Türk milleti onu orgeneral yaptı. Türk milleti onu başkomutan yaptı, emrine girdi ve İstiklâl Savaşı’nı bir kişi değil, Türk milleti kazandı. Türk milletinin ona borcu yoktur. Varsa, onun Türk milletine borcu vardır.
İşte böylece Adil Düzencilerin de, partilerin ve partililerin de hiçbir zaman hiçbir suretle hiçbir şeyden dolayı öğünmeleri hakları değildir. Çünkü onlara bütün onları yaptıran Allah’tır. Olsa olsa Allah’a hamd etmelidirler. Zaten “Elhamdülillahirabbilâlemîn” kelimesi ile “Hamd yalnız âlemlerin Rabbi Allah’ındır” derken, bunu söylemiş oluruz.
وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ (Va elLAHu GaLAy KülLi ŞaYEın KaDIyRun)
“Allah her şeyin kadiridir.”
Yapan Allah’tır. İnsanlar sadece O’nun aracıdır. Bugünkü başarılar da O’nun eseridir. İnsanlar sadece bütün bunlardan imtihan olmaktadır.
Allah Türk milletini “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı, İslâm düzeni olan “Adil Düzen”i tesis etmeye memur etmiştir. Bunu nereden biliyoruz? Çünkü her yeni uygarlık için Allah bir kavmi iki-üç asır önceden yetiştirir. Osmanlı ıslahatları ve Cumhuriyet inkılâplarıyla Türk milletini batı ile doğuyu sentez etmek için hazırlamıştır. Adım adım “Adil Düzen” hazırlanmıştır. Bugün “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”nı hazırlayanlar da Adil Düzencilerdir. “Adil Düzen” Türkiye’den dünyaya duyuruldu. III. bin yıl da gelmiş bulunuyor.
Amerikancılar ne yaparlarsa yapsınlar, Avrupa Birlikçileri ne yaparlarsa yapsınlar, solcular nasıl bağırırlarsa bağırsınlar; Kitap Ehli yani tarikatlar, Nurcular, Millî Görüşçüler, Diyanet Teşkilatı ne söylerse söylesinler “Adil Düzen” iktidar olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkabilirler. Ama Türkiye’de “Adil Düzen”in gelip yerleşmesine kimse mani olamayacaktır.
إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ (EınNa FIy PaLqı elSaMAVAvTI VeLEaRDı)
“Semavat ve arzın halk edilmesinde âyetler vardır.”
“Semavat ve arz” Kâinatımızın adıdır. “Sema” hayvanın sırtıdır. “Arz” da hayvanın karnıdır. Alt ve üstü demektir. Kâinatın yaratılışı ilk özelliğin verilmesidir. Binanın yapılmasıdır. Çamurun yoğrulmasıdır. Elbisenin biçilip dikilmesidir. Bir canlının kromozomlarında bulunan genlerin dizilişi “hilkat”tir.
Hilkat birden oluşturulur. Kâinatta büyük hilkat birkaç defa olmuştur. İlk hilkat büyük patlamanın olduğu dönemdir. Bundan iki kusur milyar yıl önce olmuştur. Ondan önce ne zaman vardı ne de mekân vardı. Kâinat belki bir ceviz büyüklüğünde bir sıvı idi. Onun adı “arş”tı. Çünkü en yüksek yer o idi. Aslında ondan başka bir şey yoktu. Nasıl yağmur yüksekten aşağı yağarsa, ilk patladıktan sonra her şey ondan uzaklaşmaya başladı. Sanki yüksek olan o merkezden her şey çevreye yağmaya başladı. Onun için o yüksek yere “arş” denmektedir. O merkez dört boyutun merkezinde hâlâ duruyor. Ama orada yalnız negatif kitleler vardır. Buradaki kitleleri itmiştir. Bizde ise yalnız pozitif kitleler mevcuttur. Bu ilk hilkatte atomlar, yıldızlar, galaksiler, moleküller kotlandı. Tabiî kanunlarla yeryüzü oluştu, galaksiler oluştu, Kâinat oluştu.
Buna ikinci hilkat eklendi. O da yeryüzünün tanzimidir. Güneş etrafında belli hızla dönmesi, belli uzaklıkta olması, eksenin eğimi, suların ve havanın miktarı, atmosferin yapısı ikinci hilkattir. Bu ilk yaratılış kanunları ile kendiliğinden oluşmazdı.
Üçüncü hilkat ise zamanı gelince ilk canlının yaratılmasıdır. Ona bütün canlıların genlerinin konmasıdır. Bu da yeni hilkat olmadan olmazdı. İnsanın yaratılışı ise dördüncü yaratılıştır. Bu da insanın yaratıcı özelliği ile yaratılmasıdır. Yani insan bugün yeniden planlama yaparak uçakları yapabilmektedir.
Semavatın ve arzın hilkati bu dört hilkati de içine almaktadır.
وَاخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ (VaEıPTıLAFı elLayLı ve elNaHARı)
“Leyl ve neharın ihtilafında, madde ve enerjinin değişmesinde.”
Bir makine yaparsınız, bu halk etmektir. Onu kullanmak ise ihtilkaftır. Bir bina yaparsınız, bu hilkattir. Ama onu kullanmak ihtilkaftır. Miktarlar değişmez, ancak şekiller değişir, durumlar değişir.
Kâinatta sayılı ışık parçacıkları yaratılmıştır. Bunların sayılı hızları vardır. Hızların karelerinin toplamı da sabittir. Hızların toplamı da sabit olur. Bunların değişmesinden, yanı ihtilafından, yani bazı parçacıkların yavaşlaması, bazı parçacıkların hızlanması, parçacıkların bir araya gelmesi, birleşmesi, yarılması, aralarında denge kurması, madde ile enerjinin ihtilafı olmaktadır. Einstein’ın “Enerji eşittir madde ve ışık hızın karesi” şeklindeki formülü bunu ifade etmektedir. Kâinat öyle yaratılmıştır ki, bunlar değişsin ve bu sayede canlılar yaşasın. İnsan da iradesini kullansın. Melek, cin, ruh ve insan amel etsin ve yaşasınlar.
Bu düzen göz önüne alındığında müthiş bir durum vardır.
لَآيَاتٍ لِأُولِي الْأَلْبَابِ (La EAvYAvTun Lı EuLı eLBAvBı)
“Lub sahiplerine âyetler vardır.”
“Lob” ceviz içindeki girinti çıkıntılara benzeyen insan beynindeki girinti ve çıkıntılardır. İnsan zekâsının burada olduğu öğrenilmiştir. Kur’an ve Arap dili ise bunu 1400 yıl önce açık bir şekilde ifade etmiştir.
“Lub sahipleri” demek, zeki olanlar demektir. İçtihat yapabilenler demektir. Bunlar için “âyetler” vardır. “Âyet” açık kanıt demektir. “Âyât/Âyetler” denerek bunların hepsi bir araya getirilince bir bütün olmaktadır. Şimdi diyelim ki bir elektronun elektrik şu kadar kulombdır. Buna göre bu Kâinat kurulmuştur. Diğerlerinin hepsini aynı bırakıp da sadece elektronun yükünü değiştirdiğimizde acaba ne olur, diye bugün rahatlıkla hesap yapabiliriz. O zaman düzenin tamamen bozulacağı, mesela hidrojenin artık suyu oluşturamayacağı yani sıfır derecede eriyen bir suyu oluşturamayacağı, artık eritken olamayacağı, artık buzun sudan hafif olamayacağı ortaya çıkar ve hayat olmaz. Bütün bunları kim ayarladı?
Burada şuna işaret edilmektedir.
Kâinatta oluşmakta olan her şey Allah’ın takdiri ile olmaktadır. Biz birer sanatçı gibi rolümüzü oynamaktayız. Rolümüzü iyi veya kötü oynamakla takdir ve tekdir edilmekteyiz. İyi oynayamadığımız zaman antrenör bizi almakta ne yerimize başkalarını koymaktadır. Oynadığımız oyuna göre ceza görmekte veya mükâfat almaktayız. Yani, oyundan çıkarılma dünyevi cezadır. Sonraki mücazat ve mükâfat ise âhiretteki karşılıktır. Oyunda galip gelme ve mağlup olma başka bir şeydir. Doğru oynayıp oynamama önemlidir.
Bundan sonra elbâb sahiplerinin kimler olduğu anlatılacaktır.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 271. SEMİNER Yorum-101 İstanbul, 24 Eylül 2004
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI (Üsküdar’da Selahattin Öztürk değerlendirecektir.)
Avrupa Birliği Komisyonu Genişleme Sorumlusu
Sayın Günter Verheugen’e Açık Mektup
Sayın Günter Verheugen!
Türkiye’ye geldiniz ve çok memnun bir şekilde ayrıldınız! Dört konuda Türk yöneticilere hatırlatma yaptınız. Doğu’nun geri olduğu, azınlıkların dinî haklarına riayet edilmediği, Kıbrıs yönetiminin gümrük birliği içinde davranması gerektiği ve en önemlisi zina cezasının ülkeye gelmemesini önerdiniz.
Sayın Ekselansları! Bir olay hakkında hüküm vermeden önce mahkum ettiğiniz kimselere savunma hakkını vermelisiniz. Askeri dikta anlayışı ile karar vermeniz bize değil, Avrupa Birliği’ne zarar verir.
a) Sayın Günter Verheugen!
Geri kalmış olan yalnız Güneydoğu değildir. Tüm Anadolu geri bırakılmıştır. Bunun sebebi şudur. Türkiye ekonomisinin yüzde doksanını sayıları yüzde bir olan azınlıklar ellerinde tutmaktadırlar. İslâm’ın adil mülkiyet anlayışı bunların elinden bu tekelini almamaktadır. Bunlar da İstanbul’da toplanmışlardır. Bunlar işyerlerini İstanbul ve İzmir’de açtıkları için halk İstanbul ve İzmir’e göç etmiştir. Devletin yaptığı yatırımlar bile oraları kalkındıramamıştır. Anadolu’ya kredi veren (54. Erbakan Hükümeti gibi) iktidarlar CIA’nın oyunları ile alaşağı edilmiştir. O halde yapacağınız ilk tavsiye CIA’nın Türkiye’den elini çekmesi olmalıdır. Türkiye’de müdahaleyi askerler yapmakta, ancak CIA askerleri müdahaleye zorlamaktadır. Türkiye Güneydoğu’ya 200 milyar dolarlık yatırım yapmıştır. Borçlanmış, yememiş, içmemiş ve oraları mamur etmiştir. Ne var ki yerli halka bir şey kazandırmamış, azınlık sermayesi bu yatırımlardan yararlanma yoluna girmiştir. Halk yine işsiz ve güçsüz olarak İstanbul ve İzmir’lerde sürünmekte; İstanbul ve İzmir’de yine mutlu azınlıklar tarafından sömürülmektedir. Her tekel sömürür. Başka bir önemli husus da, iyi biliniz ki Kürtlerle Türkler arasında herhangi bir çekişme yoktur. Biz kardeşiz ve birbirimizi ayırmayız. MİT ile işbirliği yapan CIA PKK’yı oluşturmuş ve Kürtleri değil, bulduğu işsiz güçsüz insanları organize ederek Türkiye’ye yirmi yıldır kan kusturmuştur. Bunun sorumlusu biz değil, onları destekleyen sizsiniz. Kendinizin özür dilemesi gerekir. Ülkelerinize gelen her Güneydoğuluyu mülteci kabul ettiniz. Güneydoğulu olmayanlar da Güneydoğudan pasaport alarak size iltica ettiler. Siz de onları ‘mülteci’ diye kabul ettiniz. Türkiye’de onları aç bıraktınız, Avrupa’ya ilticaya zorladınız, şimdi de biz suçlu olduk! Sayın Günter Verheugen! İyi bilin ki Allah vardır ve O zulmü asla tasvip etmez.
b) Sayın Günter Verheugen!
Biz bin yıl Hıristiyanlarla birlikte yaşadık. Hiçbir sorunumuz olmadı. Onların ne dinerline ne de ekonomilerine karıştık. Onları askere almadık. Ağır vergilerin altında ezmedik. Sonra sizin kışkırtmalarınızla onlar bize karşı katliama ve soykırıma kalkıştılar. Müslümanları camilere doldurup yakmaya başladılar. Biz de mecburen savaştık ve zafer kazandık. Biz onları katletmedik, mübadele yoluyla onları kendi dindaşları ile birleştirdik, yani zorunlu göçü getirdik. Savaşın hangi galibi böyle bir lütufta bulunur? Onların maddî zararları, isyanlarının cezasıdır. Bu arada aynı şekilde Müslümanlar da cezalandırıldılar. Burada bizim bir kusurumuz yoktur. Fırsat ele geçti diye Türk halkını katliamdan geçirmeye başlayanlar Hıristiyanlarındır. Bununla beraber İstanbul’u barışla aldığımız için orada yaşayanları zorunlu tehcire tâbi tutmadık. Hâlen ekonomimizin %90’ı onların elindedir. Halkımız onarın yüzünden açlıktan kıvranmaktadır. Onların ibadetlerine karışmadık, dillerine karışmadık, kiliselerini yıkmadık. Ama siz bize ateist düzeni empoze ettiğiniz için Müslümanların tekkelerini yıktık, medreselerini kapattık. Hâlâ Müslümanların Kur’an okumaları yasak! Düşünün ki Almanya’da İncil okumak yasak! Lâiklik gereği böyle imiş! Sizin bunları söylemeniz gerekirken, hâlâ azınlıkların dinî haklarının olmadığı iddia ediliyor! Müslümanların vakıfları ne oldu? Müslümanların tekkeleri ne oldu? Müslümanların medreseleri ne oldu? Siz Türkiye’yi alıp Hıristiyanlaştırmak isteyebilirsiniz. Bunun için sizce Hıristiyanlar dokunulmaz, Müslümanlar soykırıma lâyık görülebilir. Ancak, iyi bilin ki bunu başaramayacaksınız. AK Parti’ye bunları kabul ettirebilirsiniz, Cumhurbaşkanına kabul ettirebilirsiniz; hattâ orduya bile kabul ettirebilirsiniz. Ama başaramayacaksınız. Çünkü Allah vardır, O kendi nûrunu mutlaka tamamlayacak ve payidar edecektir. Bizim Hıristiyanlarla bir sorunumuz yoktur. Siz zaten bir Hıristiyan olarak bunları yapmıyorsunuz, Hıristiyanlığı sömürü aracı olarak kullanıyorsunuz. Adil Düzenciler tüm dinlere İslâm ülkesinde tam serbestlik vermek zorundadır. Zaten İslâm budur. Bizim sorunumuz; sizin herkesi Hıristiyan yaparak Roma benzeri tek din altında insanlığa hâkim olma arzunuzdur.
c) Sayın Günter Verheugen!
Kıbrıs sorunumuz bir sorun değildir. Siz baştan hukuk dışı davrandınız. Sorunu olan ülkeyi içinize aldınız. Bizi de sömürmek için Gümrük Birliği’ne aldınız. Ekonomimizi çökerttiniz. O zaman Türkiye’nin borcu 70 milyar dolardı. Türkiye tarım döneminden sanayi dönemine geçti; 70 milyar dolar borçlandı. Ondan sonra hiçbir şey yapılmadı ama; şimdi Türkiye’nin 200 milyar dolar dış borcu vardır! Gümrük Birliği sayesinde Türkiye’yi mahvettiniz. Şimdi de bizim paramızla Güney Kıbrıs’ı zengin edeceksiniz. Kuzey Kıbrıs lehinize oy kullandı, cezalandırdınız; Güney Kıbrıs aleyhinize oy kullandı, Türkiye eliyle zengin ediyorsunuz! Tekrar ediyorum: Allah vardır. Zalim olanların cezasını O verecektir. Güney Kıbrıs Kuzey Kıbrıs’ı tanısın ve siyasi münasebetleri kursun; biz de Güney Kıbrıs’ı tanıyalım. Ancak tanımak istemiyor, çünkü yutacak! Bu sizin yaptığınız yalnız zulüm değil, aynı zamanda saygısızlıktır. AK Parti de sizinle birlikte gark olup gidecektir.
d) Sayın Günter Verheugen!
Gelelim zina konusuna. Getirilen Ceza Kanunu AB’yi memnun etme amacındadır. Türkiye’yi anarşiye ve ahlâksızlığa sürükleyecek durumdadır. Çıkmasını istemiyoruz. Bunu desteklediğiniz ve bu vesileyle gerçek yüzünüzü gösterdiğiniz için biz Allah’a hamd ediyoruz. Ancak, siz zina yasağını kaldırdınız da ne haldesiniz? Her yıl nüfusunuz azalıyor. Varlığınızı sürdürmek için Türkiye’den ve diğer ülkelerden işçi ithal ederek yaşıyorsunuz. Bunun anlamı nedir? Bir asır sonra Almanya bir Türkiye olacak, iki asır sonra Alman ırkı soykırımına uğrayacaktır. Siz kendi kendinize intihar ediyorsunuz. İdam cezasını kaldırıyorsunuz, böylece katilleri üretiyor ve koruyorsunuz. Fuhşu serbest bırakıp aile müessesesini yıkıyorsunuz, AIDS gibi en tehlikeli hastalıkları dünyaya musallat ediyorsunuz. Siz zannediyorsunuz ki, bu fuhuş devam edecek, biz fuhuştan doğan hastalıklara çare bulacağız ve yaşayacağız! Oysa bundan bir asır evvel AIDS yoktu, zührevi hastalık vardı, frengi vardı. Frengiye çare buldunuz ama Allah AIDS’ı getirdi, daha beterini getirdi. Şimdi de AIDS’e çare arıyorsunuz. Çare bulduğunuzda Allah daha beterini size musallat edecektir. Allah’la savaşmaktan vazgeçin, O’nu yenemezsiniz. O vardır ve O sizin inkârınızla yok olmaz. Şimdi siz AIDS yoktur deseniz, o yok olur mu, var olan yok olur mu? Allah’ı nasıl yok ediyorsunuz?!.
Sayın Günter Verheugen! Siz bize ders vermeyin, bizimle tartışın.
Sizinki iyiyse biz onu kabul edelim, bizimki iyi ise siz onu kabul edin.
Süleyman KARAGÜLLE
Elektrik Yüksek Mühendisi
“ADİL DÜZEN” Çalışanı
“ACIMAYIN, YIKIN!”
Türkiye’de niçin gecekondu vardır? Her şeyden önce, krediler yalnız büyük şehirlerde verilmektedir. Halk Anadolu’da iş bulamamakta, büyük şehirlere göç etmekte ve büyük şehirlerde devletin mutlu azınlıklara verdiği kredilerle kurulan fabrikalarda çalışmaktadır. Devlet bu şehirlerdeki fabrikalarda çalışanlara ise ev değil, arsa bile vermemektedir! Tarihî sit alanı(!), doğal sit alanı(!), orman(!), kamu arazisi(!) gibi birtakım uydurmalarla ruhsat vermemektedir. Halk ise Anadolu’da işsiz ve aç olduğu için İstanbul’dadır, İzmir’dedir... Barınmak ve yaşamak için de gecekondu yapmaktadır. Böylece sefil hayata razı olmakta ve dış borçlarla kurulan fabrikaların çalışmasını sağlamaktadır. Onlar olmasa fabrikalar nasıl çalışacak? Devlet veya belediyeler gecekonduda yaşamaya razı olan vatandaşlarına her gün teşekkür edeceğine; acımadan bu mütevazi evlerini başlarına yıkıyor!..
Türkiye’ye kredi verenler Türkiye’yi borçlandırmak istiyorlar ama borcunu ödeyemez hâle getirmek için o kredilerin verimli şekilde değerlendirilip çalıştırılmasını istemiyorlar. Fabrikaları açtırıyor ama, onun işçisini buralardan kovuyor ki Türkiye iflas etsin ve Osmanlılar gibi yıkılsın. Çıkarttığı kanunlarla belediyelerin ellerini bağlamış, inşaat ruhsatını verdirmiyor, şehrin sağlıklı planlanmasını önlüyor. R. Tayyip Erdoğan Başbakan olunca Türkiye’yi böyle yönetiyor, yönettiğini zannediyor. Halbuki, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde, eski belediye başkanlarının yaptığı gibi o da başkanlara ve bürokratlara rüşvet aldırarak inşaatlara göz yumdu. Yapılan evlere elektrik ve su verdi. Rüşvet gelirini de belediyenin başka işlerinde kullandı, kendisine almadı. Eski belediyecilerden farkı bu idi. Belediyeler bunu yaptılar. İşte belediyecilikteki başarıları budur. Halktan aldıkları rüşveti yine halka harcadılar. Tabii bal tutan elbette parmağını da yaladı!
Böylece Türk Milleti kendine has direnişle sanayileşmeyi ve kalkınmayı başardı.
Şimdi İstanbul’un dörtte üçü gecekondudur; yani ruhsatsızdır; yani sekiz milyon insan buralarda barınmaktadır… Sayın Erdoğan’ın işkembeyi kübradan attığı talimatı belediyeler dinleseler ve bunları yıkmaya başlasalar, -yıkamazlar çünkü mevzuat müsait değildir- sekiz milyon insanı ne yapacaklardır?!. Marmara Denizi’ne dökemezler, çünkü deniz kirlenir!..
“Acımayın, yıkın!” Bu insafsızca söylenmiş saçma bir sözdür…
Biz belediyelerle görüşüp gecekondu sorununu, kaçak inşaatları çözme yollarını gösterirken; ANAP’tan transfer başkan yardımcıları talimat veriyor; “Kooperatiflerle ilgilenmeyin!” diyor!..
Sonra da Türkiye’nin yarısını denize dökmeye kalkışıyorlar!..
“Adil Düzen”e karşı olan AK Partili dostlarım da ben bunları söylüyorum diye canları sıkılıyor. Ben bunları sizin kötülüğünüz için değil, iyiliğiniz için söylüyorum. Sizlere tavsiye ederim. AK Parti iktidarının böyle cinayetlerine ve saçmalıklarına sakın ortak olmayın. Uyarın!.. Uyarın!.. Uyarın!..
Siz partiden gitmeyin ama onlar sizi AK Parti’den atarlarsa Allah’a hamd edin.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 271. SEMİNER Yorum-101 İstanbul, 24 Eylül 2004
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI
(Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)
“ADİL DÜZEN”İN DÖRT DAYANAĞI
“Adil Düzen” deyince; zalim olmayan hak düzenini, İslâm düzenini, şeriat düzenini kastediyoruz.
“Adil Düzen” deyince; demokratik, lâik, liberal ve sosyal hukuk düzenini kastediyoruz.
“ADİL DÜZEN”İN DAYANDIĞI DÖRT KRİTER VARDIR:
1- İnsanlık büyük sorunlarla karşı karşıyadır: I) 1. Hava, 2. su, 3. toprak ve 4. canlı kirliliği gittikçe tüm hayatı yokluğa doğru götürüyor. II) 1. Serbest cinsi ilişki, 2. tedavi tababeti, 3. kitle imha savaşları ve 4. doğum kontrolü insan neslini dejenere etmektedir. III) 1. Biyolojik, 2. kimyasal, 3. tahrip edici ve 4. atom silahları dünyayı patlamak üzere olan barut fıçısı hâline getirmektedir. IV) 1. Rüşvet mafyası, 2. iş mafyası, 3. uyuşturucu mafyası ve 4. terör mafyası tüm sosyal yapıyı kanservari yok olmaya sürüklemektedir.
Türkiye’mizi de işsizlik, dış borç, bağımlı yargı ve dışa bağımlı basın tekeli ölümün eşiğine getirmiş bulunmaktadır. Hâsılı, gerek insanlık, gerekse Türkiye uçuruma doğru gitmektedir. Bu sorunların çözümü ve kurtuluş nedir? Renksizler kurtuluşu Avrupa Birliği’nde; kapitalistler kurtuluşu Amerika Birleşik Devletleri’nde; sosyalistler kurtuluşu Marksizm’de görmektedir.
“Adil Düzenciler” kurtuluşu Allah’ta görmektedirler. Ancak Allah dünyayı ve insanlığı kurtarabilir. İnsanlığı ve Türkiye’yi ne AB, ne ABD, ne de Marksizm kurtaramaz diyor. Kurtuluş Allah’ın düzeninde, yani yukarıda saydığımız “Adil Düzen”dedir.
2- Renksizler, kapitalistler, sosyalistler ve müslümanların fanatikleri kurtuluşu sadece inanmak, o sistemi benimsemek ve onu sevmekle sorunun çözüleceğini sanıyorlar. Müslümanların fanatikleri; “Allah’a dua edersek bizim çalışmamıza gerek yoktur, Allah bizi kurtarır!” diyorlar. Renksizlerin fanatikleri; “Biz Kopenhag Kriterleri’ni yerine getirir de Avrupa Birliği’ne girersek kurtuluruz, onlar gelir ve bizi cennete götürürler!” diyorlar. Kapitalistlerin fanatikleri de “ABD’nin gönlünü yaparsak kurtuluruz, yoksa jenoside uğrarız!” diyorlar. Sosyalistlerin fanatikleri de “Sosyalistler iktidar olursa sorun biter!” diyorlar.
“Adil Düzenciler” şu görüştedirler: “Sadece dua ile Allah insanlığı ve Türkiye’yi kurtarmaz. O’nun şeriatını yerine getirir ve O’nun emirlerini yaparsak kurtuluruz.. Yani, inanmak yetmez, dua etmek yetmez; ayrıca Allah’ın emirlerine uymamız, O’nun dediklerini yapmamız gerekir. ‘Allah’ı seviyorsanız bana tâbi olun, o zaman Allah sizi sever.’ Yani sadece sevme yeterli değildir, O’na tâbi olmak gerekir. Yani, Adil Düzenciler sadece mistisizmin yeterli olmadığına, pozitivizmin de gerekli olduğuna inanırlar. Yani, sadece İslâm dini yeterli değildir, İslâm düzenine de gerek vardır.” diyorlar.
3- Kapitalistler, ABD ne derse o kapitalizmdir diyorlar. Renksizler, AB ne diyorsa o doğrudur diyorlar. Sosyalistler, Marx ne demişse o doğrudur diyorlar. Müslüman fanatikler de, eski müçtehitler ne diyorsa o doğrudur diyorlar. Biz Adil Düzenciler, Allah ne diyorsa doğrusu odur diyoruz. Allah bize iki şekilde hitap etmektedir. Menkul ve makul deliller ile sorunların çözüleceğini emretmektedir. Menkul Kur’an’dır, makul da müsbet ilimdir, yanı içtihadımızdır, icmalarımızdır. Biz geçmişteki bütün çalışmalardan yararlanırız, ama çağımızın sorunlarını içtihat ve icmalarımızla biz çözeriz.
4- Kapitalistler, sosyalistler, renksizler ve fanatik müslümanlar, başkalarını dalâlette görüp onları güçleri yeterse zorla düzeltmek isterler. Başkalarını iktidardan indirip kendileri geçmeye çalışırlar. Oysa Adil Düzenciler zalim düzenci olanlara sadece anlatırlar. “Bu Kâinatın bir Allah’ı vardır, bu zulmünüzle devam ederseniz O sizi yaşatmaz, helâk eder.” derler. Ama kendileri asla onlara karşı cephe alıp helâk olmaları için çalışmazlar. Evinizde bir hastanız var. Ona ilaç alıp içirmek istersiniz. İçmediği takdirde öleceğini söylersiniz. Ama ilaç içmiyor diye hastayı öldürmezsiniz. Adil Düzenciler “Adil Düzen”e karşı olanlara saldırmazlar, onları zorla düzeltmezler. “Siz iktidardan inin biz çıkalım!” demezler. “Böyle giderse Allah sizi kendi tabiî ve sosyal kanunları ile helâk edecektir.” derler. Ondan sonra beklerler. Onlar kendileri yapmış olduklarından dolayı helâk olurlarsa, -ki düzelmezlerse olacağı budur- o zaman Adil Düzenciler yönetimlerini kurarlar. İstiklâl Savaşımız bunun tipik örneğidir. İmparatorluğu biz yıkmadık, kendi zulümleri onları yıktı. Sonra biz Cumhuriyet’i kurduk. Bugün de bu ateist devlet düzenini biz yıkmayacağız. Düzelmezlerse, zalim düzenden vazgeçip “Adil Düzen”e gelmezlerse, yıkılacaklardır. Ondan sonra biz II. Cumhuriyet olarak “Adil Düzen”i kuracağız.
Allah’a inanmayanlar, Allah’a şirk koştukları tanrıları da fos çıkınca; sosyalizm, kapitalizm, karma düzen başarısız olunca; ondan sonra kendi inançsızlıkları içinde çöküp gideceklerdir. Dıştan saldırıya uğramasalar bile, panikleyip kaçacaklardır.
İşte Adil Düzenciler o zaman yeniden İstiklâl Savaşını yaparak “Adil Düzen” kuracaklardır. Biz şimdi onlara siz iktidardan inin, biz “Adil Düzen” kuralım demiyoruz; size yardım edelim, “Adil Düzen”i siz kurun, iktidarda siz olun diyoruz. Ama ne yazık ki onların kulakları tıkalı, gözleri kapalı ve beyinleri çalışmaz olmuştur.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 271. SEMİNER Yorum-101 Ankara, 26 Eylül 2004
PAZAR GÜNLERİ YAPILAN ANKARA PROGRAMI (Ali Erişen, Ankara’da değerlendirecektir.)
TANIMLAR 0 1 = =/ * + ( )
İKİLİ ÇİFT (0 1 = =/)
(0 = 0) (0 =/ 1)
(1 =/ 0) (1 = 1)
İŞLEM ÇİFTİ (* +)
(0 * 0 = 0 ) (0 * 1 = 0) (0 + 0 = 0 ) (0 + 1 = 1)
(1 * 0 = 0 ) (1 * 1 = 1) (1 + 0 = 1 ) (1 + 1 = 1)
1 = 0 0 = 1
HARFLE İŞLEM
(a*0=0) (a*1=a)
(a+0=a) (a+1=1)
ANA KURALLAR
(a = b) = (b=a) (a =/ b) = (b=/a)
(a*b) =( b*a) (a+b) =( b+a)
(a*b)*c = a*(b*c) (a+b)+c = a+(b+c)
a*(b+c) = (a*b)+(a*c) a+(b*c) = (a+b)*(b+c)
KÜMELER 10 = /01
TANIM
1A = (1 0)
2A = (11 10 01 00)
3A = (111 110 101 100 011 010 001 000)
4A = (1111 1110 1101 1100 1011 1010 1 001 1000
0111 0110 0101 0100 0011 0010 0001 0000)
1I= (1) 2I= (11) 3I=(111) 4I=(1111) 5I=(11111)
1O= (0) 2O= (00) 3O=(OOO) 4O=(OOOO) 5O=(OOOOO)
KÜMEDE İŞLEMLER
(A*A=A) (A+A=A)
(A*B) =(B*A) (A+B) =( B+A)
(A*B*)*C) = A*(B*C) ( A+B)+C = A+(B+C)
A*(B+C) = (A*B)+(A*C) A+(B*C) = (A+B)*(B+C)
I*A=A O*A=O
O+A=A I+A=A
ALT KÜMELER
A*B= (11) A*B = 10 A+B= (11 10 01 ) A+B = 11, 10, 00
A*B= (01) A*B= 00 A+B= ( 11 01 00) A+B= 00, 11 01
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92