Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 272
ÂL -İ İMRAN SURESİ TEFSİRİ 191-194.AYETLER
3.10.2004
1074 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜZEN   272

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi        01-03 Ekim 2004        Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 272. SEMİNER      (CUMA-C.TESİ-PAZAR)       İst. - Ank., 01-03 Ekim 2004

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL              Tel: (0212) 452 76 51

ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL  (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği)             Tel: (0532) 246 68 92

*HAFTALIK TEFSİR SEMİNERİ  [Cuma Üsküdar (19.00-21.00), Cumartesi Yenibosna (18.00-21.00)]

ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ – 52

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 18.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır.

(Hasan Özket, Yasin Kılar, Hasan Çetinkaya, Reşat Nuri Erol, Lütfi Hocaoğlu, ve ………..… dersi okumuş olarak geleceklerdir.)

Cuma günü Üsküdar’da Reşat Nuri Erol tarafından;   Pazar günü Ankara’da Sabri Tekir tarafından anlatılacaktır.

Süleyman KARAGÜLLE

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللَّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذَا بَاطِلًا سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ(191)

رَبَّنَا إِنَّكَ مَنْ تُدْخِلْ النَّارَ فَقَدْ أَخْزَيْتَهُ وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ أَنْصَارٍ(192)

رَبَّنَا إِنَّنَا سَمِعْنَا مُنَادِيًا يُنَادِي لِلْإِيمَانِ أَنْ آمِنُوا بِرَبِّكُمْ فَآمَنَّا رَبَّنَا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّئَاتِنَا وَتَوَفَّنَا مَعَ الْأَبْرَارِ(193)

رَبَّنَا وَآتِنَا مَا وَعَدْتَنَا عَلَى رُسُلِكَ وَلَا تُخْزِنَا يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّكَ لَا تُخْلِفُ الْمِيعَادَ(194)

 

الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللَّهَ (elLaÜIyNa YaÜKuRu elLAHa)  “Onlar Allah’ı zikrederler.”

Bundan önceki âyette; göklerin ve yerin yaratılışında, leyl ve neharın ihtilâfında “lub”lular için âyetler vardır denmişti. “Lub” beyin demektir; “Beyin sahipleri için âyetler vardır.” denmektedir.

Sûrenin başında da muhkem âyetlerden ve müteşabihlerden bahsettikten sonra, “Ancak elbâb sahibi olanlar zikreder.” denmiştir. Burada da sûrenin sonuna yaklaşırken “Onlar için âyetler vardır.” denmiştir.

Orada Kur’an âyetlerinden bahsetmişti. Burada Kâinat âyetlerinden bahsetmiştir.

İşte o kimseleri anlatırken “Onlar Allah’ı zikrederler” diye tavsif etmektedir.

Zikretmek” anmak demektir. Orada “Elbabı olmayanlar tezekkür edemezler” demişti. Burada “zikrederler” diyor. “Zikretmek” anmak, üzerinde düşünmek ve konuşmak demektir.

Zekera” hatırladı demektir. “Zekera indehum” onlara anlattı demek olur. 

Burada elbâb olanların birlikte zikretmelerini istemektedir. “Ellezîne yezkürûne” gelmiştir.

Allah’ı zikretmek” demek, O’nu düşünmek, O’nu hatırlamak demektir. Her hareketimizde, her davranışımızda Allah aklımıza gelecek ve ona göre davranacağız. Yaşadığımız topluluğumuz aklımıza gelecek, o topluluğu düşüneceğiz. O topluluğun düzenine uyacağız, bir de o topluluğun sorunları varsa onları çözmeye çalışacağız, yanlış yolda iseler onları uyaracak, onların doğru yola gelmeleri için elimizden geleni yapacağız.

Allah’ı zikretmek” demek, O’nun Kâinat içindeki düzeni, topluluk içindeki düzeni içinde kendi görevlerini hatırlar ve ona göre çalışırlar ve davranırlar demektir.

قِيَامًا (KıYAvMan)  “Kıyamda iken.”

Bu âyette insan için dört hal tasvir edilmektedir. “Kıyam” ayakta, “kade” oturmakta, “cenb” yatmakta. Hayatımız üç şekilde geçer; ayakta, oturarak veya yatarak. Bu arada namazda “rüku” ve “secde” de yapmaktayız. Onlar hayatımızın sürekli parçasını teşkil etmez. Rüku kıyama dahildir. Secde cenbe dahildir.

Ayakta daha çok dolaşırız. İş yaparken de ayakta oluruz. O halde iş yaparken ve seyahat ederken Allah’ı zikredeceğiz. Nereye gidiyorum, niçin gidiyorum? Bileceğiz. Bu davranışım Allah’ın rızasına uygun mudur? O’nun halifesi olan insanlığa, insan topluluğuna, aileye hizmet ediyor mu?

Babalar ve anneler daha çok aileyi düşünürler. Ama gençlerin ve evli olmayanların ise böyle kaygıları yoktur. Allah bunlar için de böyle yapmaları gerektiğini hatırlatıyor. İnsan kendi kendisini yaratmadı. Anne babası onu doğurdu, büyüttü ve yetiştirdi. Şimdi onların da görevidir. Evlenecekler ve çocukları olacak, onları büyütecekler. O çocukların yaşayabilmeleri için, çalışabilmeleri için, korunabilmeleri için topluluklara, devletlere ihtiyaçları vardır. Ona göre davranacaklardır.

وَقُعُودًا (Va QuGUvDan)  “Ve kuudda iken. Ve otururken.”

Arapçada oturmak için iki fiil vardır. Biri toplantı amacı ile oturmak demektir. Kur’an’da bir yerde geçmektedir. Diğeri ise genel oturmadır. Gerek kıyam, gerek kuud müfrettir. Oysa bir cemiin hâlidir. Masdar olduğu için müfret getirilmiştir. Bir de bunları kıyamda ve kuudda birlikte zikretmektedir. Bir toplantıdadırlar ve orada zikrediyorlar. Ayaktadırlar, yahut oturmuşlardır. Ayakta iken birlikte iş yapmak suretiyle Allah’ı zikretmektedirler. Topluluğu düşünmektedirler. Aileyi ve insanlığı düşünmektedirler. Diğer insanları düşünmektedirler. Bu sebepledir ki bunlar müfret masdar olarak gelmişlerdir. Kalkarken, otururken manâsı da çıkabilir. Ayakta hareket hâlindedirler, otururken de sohbet hâlindedirler. Namazda hem kıyam, hem de kaade farzdır. Namaz hayatın bir misalidir. Kur’an’da namazdaki kadeye ait başka âyet yoktur.

وَعَلَى جُنُوبِهِمْ  (Va GaLAv CuNUvBıHıM)  “Ve cenblerinde iken.”

İnsanın üçüncü hali yatmaktır. İnsan kendi yatağında yatmaktadır.

“Fî Medacıhım” denmemiş de “Alâ Cunubihim” denmiş. Burada yatarken daha çok sırt üstü veya yüz üstü değil de, yan yatma gerektiğine işaret etmektedir. Bunun dışında “Cenb” sağ veya sol yerine dört yandır. Yani, ön ve arka da yandır. Bu durumda burada secdeye işaret etmiş olabilir. Ama genel manâda yatakta yanlarına yatmış iken Allah’ı tezekkür ederler. Burada “Cenb” çoğul olarak gelmiştir. Artık burada toplu düşünme yoktur, toplu davranma yoktur. Kişi kendisi ile baş başa kalmaktadır. Herkes kendi kendine düşünmektedir. Dolayısıyla cem’ yani çoğul olarak gelmiştir. Her halükârda kıyam ve kuud ayrı, cenbler ayrı zikredilmiştir. Burada ikili değil de üçlü zikredilmiştir ama 2 ve 1 olarak zikredilmiştir. Tekil, çoğul, sonra tekil olanlar kıyam ve kuud olarak zikredilmiştir. Böylece üçlü görünürse de gerçekte ikilidir.

Bu âyete dayanarak günümüzü üçe ayırıyoruz. Sekiz saati uyku, sekiz saati yaşama, sekiz saati de çalışma olarak belirtebiliyoruz. Yahut günü ikiye bölüyoruz. Yarısı çalışma ve okuma, diğer yarısı da yeme, içme ve uyku. Gündüzün yarısını işte, diğer yarısını ilimle ve sohbetle geçiriyoruz.

Namaz bizim bu saatlerimizi tanzim eder:

a)       Saat dörtte kalkar, vitir namazını kılarız, yemek yeriz, sabah namazına gideriz. (2 saat)

b)      Güneş doğmadan önce sabah namazımızı kılarız, işe gideriz. Öğleye kadar çalışırız. (6 saat)

c)       Öğle namazımızı kılarız, eve gideriz, yemek yeriz, uyuruz. Öğleden sonra yarısında yeniden toplanırız. (3 saat)

d)      İkindi namazını kılarız. İsteyenler öğleden sonra özel işlere gitmek isteyenler giderler, isteyenler ilim yaparlar. Resmi mesai 6 saattir. Devlet memurları öğleden sonra özel iş yapar ve geçimlerine katkıda bulunabilirler. Sonra akşam toplantısı yapılır. (3 saat)

e)       Akşam yemeği yendikten sonra herkes tekrar toplanmaya ve sohbet etmeye başlarlar. Bu herkes için zorunlun olan zikir vaktidir. (4 saat)

f)        Ezan okunur, yatsı kılınır, herkes evine döner ve uyku dönemine girer. (6 saat)

Buna göre 6 saat uyku ile evde geçirilmektedir. 3 saat öğleyin evde geçirilmektedir. Sabah vitirden sonra 1 saat evde geçirilmektedir. Akşamleyin yatsıya kadar 2 saat evde geçirilmektedir. Toplam 6 saat evde geçirilmektedir. Diğer taraftan 6 saat resmi çalışma saati vardır. 2 saat da akşam okuma vardır. 8 saat toplu halde geçirilmektedir. Diğer saatler ise kişilerin kendi kullanımlarına bırakılmış bulunmaktadır.

İşte bu âyet bunu göstermektedir. “Zikretmek” aynı zamanda namaz kılmaktır. Ama namazın öğrettiklerini yaşamaktır. Yani, namazda temizleneceksin; ama tüm vakitlerini temiz geçirmeğe çalışacaksın. Namazda giyineceksin; ama yaşarken tüm vakitlerde giyinmiş olacaksın. Sadece yatakta elbiseni çıkarabilirsin.

Burada iki hususu belirtelim:

1)       Kur’an’da namazın şartları olarak ne zikredilmiş ise tüm hayatımızda o şartlar içinde olmamız gerekmektedir. Namaz cemaatle kılınıyorsa işleri de cemaat içinde yapmalıyız. Çarşıya herkes gelir, kendi işini yapar, ama herkes aynı zamanda gelir, aynı zamanda tatil eder. Çünkü çarşıda herkes iş yaparken birbirleriyle alışveriş yaparlar. Biri gelmezse işler aksar. Bunun gibi namaz bize bir örnektir. Nasıl yaşayacağımızı öğretir. İslâmiyet’te çocukları okutup büyüdüklerinde salıvermek yoktur. Beşikten başlayıp mezara kadar öğrenmek zorundayız, eğitilmek zorundayız. Namaz yaşayışımızı düzenler, zekât ekonomimizi düzenler, oruç bize irade eğitimini verir, hac da seyahat etmemizi düzenler.

2)       Bunun yanında ikinci bir kural daha vardır. Eğer bir ibadet Kur’an’da emredilmiş ise mutlaka o namazda yapılacaktır. Mesela Kur’an’da “Allah’ı zikrederler” diyorsa, namazda zikredilecektir. Kur’an’da “istiğfar ederler” diyorsa, namazda istiğfar edilecektir. “Tesbih ederler” diyorsa, tesbih edilecektir. Bu durumda “cenbleri üzerinde zikrederler” âyetini namazdaki uygulanmasını secde ile ifade edebiliyoruz. Yahut teheccüd namazı, yatmadan önce veya yatakta uyandıkları zaman kalkıp kılarlar anlamına gelir ki, o zaman mecazi olur.

وَيَتَفَكَّرُونَ (VaYaTaFakKaRUvNa)  “Ve tefekkür ederler.”

Bundan önce “tezekkür” geçti. Burada da “tefekkür” geçmektedir.

Zikr” demek, yaş bir dalı eğdiğiniz zaman size gelir, serbest bırakınca tekrar eski yerine gider. Avrupalılar buna “elastiki” diyorlar, Araplar “zekera” diyorlar. Buna mukabil bir çamuru sıkıştırırsanız artık kendiliğinden eski şekline dönmez. Latince’de “plastik”, Arapça’da “unsa” denmektedir. Yumuşak demire “zeker”, çeliğe “unsa” denmektedir. “Zikretmek” hatırlamak demek, tekrar eski yerine gelmesi demektir. Hafızanın adı Arapça’da “zakire”dir.

Fikr” kelimesi ise “Bikr” kelimesinden dönüşmüştür. Meyvelerden ilk olgunlaşanlara “bikr” denmektedir. Sonra bu olgunluk “erme” anlamına gelmiştir. “Bakire” demek, henüz evlenmemiş kız demektir. İnsanın ilk olgunluk günleri demektir. Bu dönem insanın ilk akıllanması dönemidir. Sorumluluğu yüklenme dönemidir. İşte bu durumda iken yapılan düşünmeler “Fikr”dir. “Zikr” ise geçmişte olanları bilmektir.

Fıkh” insanın ne yapması gerektiğini tesbit etmektir. “Akl” ise halka demektir. Develerin ayaklarını kazığa bağlayan halka demektir. Zincirin her bir halkası “yuk”dur. “Akletmek” demek, halkalardan ibaret olan cümleleri dizerek bir sonuca varmak, zincir oluşturmak demektir. Tümevarım, tümdengelim veya şer’î kıyas şeklinde olur. Hangi sebeplerin hangi sonuçları doğurduğunu tesbit etme demektir.

Fikr” ise oluşların hikmetlerini aramaktır. Ben neden yaratıldım? Kâinat neden yaratıldı. Bana niye göz verildi? Kuşa neden kanat verildi? Yılanın görevi nedir? Nereden geldik, nereye gidiyoruz? gibi hikmete ait sorular üzerinde durmaktır. Allah bizim bunlar üzerinde durmamızı istemektedir. Abdesti nasıl alacağımız fıkıhtır. Abdesti niçin alacağımız hikmettir. Abdestin yararlarını tesbit etmek tefekkürdür.

فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ (Fıy PaLQı elsSaMAVAvTı Va EleRWı)  

“Semâvât ve arz üzerinde tefekkür ederler.”

Kâinat on küsur milyar ışık yılı çapındadır. Hâlen ışık hızı ile genişlemektedir. Aralarında 2 milyon ışık yılı mesafesinde yıldız yığınları bulunmaktadır. Kur’an bunlara “hubuk” demektedir. Bu en yüksek semadır. Bu üç boyutlu sema dört boyutlu uzay içinde büyümektedir. Onun adı “kürsi”dir. O da “arş” içinde olmaktadır. O sayede biz iradi hareketlerimizi yapabilmekteyiz. O semanın altında yıldızların burçlar oluşturduğu sema vardır. Bu sema disket gibidir Çapı 100 milyon ışık yılıdır. Kalınlığı ise on milyar ışık yılıdır. Burada her biri birer güneş olan yıldızlar vardır. Bu disk de merkezi etrafında dönmektedir. Ondan sonra güneşimiz gelir.

En yakın yıldızın bizden uzaklığı 2 ışık yılıdır. Yani, biz oraya “alo” desek, onlar da cevap verse, ancak dört yıl sonra cevap gelebilir. Bu güneş seması da üstten üçüncü semadır. Bunun çevresinde gezegenler vardır. Bu gezegenlerin biri de dünyamızdır. Dünyamıza güneşten sekiz dakikada ışık gelmektedir. 2 sene ile 8 dakika uzaklığı kıyaslayabilirsiniz. Bundan sonra kamerin seması gelmektedir. Bu dördüncü semadır. Bizden uzaklığı güneş uzaklığının dötyüzde biridir. Ondan sonra yerden üçüncü sema gelir. Işık semasıdır. Elektrik semasıdır. Güneş ışığı devamlı olarak bunu besler. Havanın kaçmasını engeller. Uzaya karşı da koruyucudur.

Atmosferin tam kalınlığı yer yarıçapının altıda biridir. Yerin atmosferli çapı ay uzaklığının ellide biridir. Buranın kalınlığı 1000 kilometredir. Onun altında birinci tabaka vardır, onun kalınlığı 100 kilometredir. Hava tabakasıdır. Onun altında da yağmurlu tabaka gelir, 10 kilometredir. Tüm denge bunların üzeride kurulmuştur.

Su tabakası olmazsa biz yaşayamayız. Hava tabakası olmazsa su uçup gider, ayrıca gök taşları bizi parçalar. Elektrik tabakası olmazsa hava tabakası uçup gider, ayrıca atmosferin öldürücü ışıkları hayatı bırakmaz. Ay sayesinde dünya düzgün dönmektedir, yoksa sürtünme ile kısa zamanda duruverirdi.

Ay olmasa hayat olmaz. Güneş zaten enerji kaynağımızdır. Yıldızların neşrettikleri ışıklar dünyamıza gelerek bilhassa çimlenmelere imkan vermektedir. Yıldız kümeleri sayesinde ısı dengesi sağlanmaktadır.

Yeryüzüne geldiğimizde yine hep hayata uygun bir şekilde düzenlenmiştir. Mesela, havada bırakın diğer maddeleri, çok az miktarda bulunan helyum olmasa nefes bile alamayız. Tuz biraz fazla olsa çorak olur, az olsa hayat olmaz. Görülüyor ki, her şey bir işe yarasın diye yaratılmıştır.

İnsanın ve canlıların vücudu da böyledir. Hiçbir şey gereksiz ve lüzumsuz değildir.

İşte insanlardan lüb sahipleri Kâinatta her şeyin gereği kadar ve ince hesaplara dayalı olarak yaratıldığını düşünürler. Bu bize neleri emretmektedir? Bütün ilimleri öğrenmemizi emretmektedir. Demek ki hepimiz bir fakültede tahsil yapmalıyız, hepimiz mastır ve doktora yapmalıyız. Kâinatı kül içinde öğrenmeliyiz.

Bir yanımızı derinleştirip tefekkürde katkımızın olması gerekir. Bunun için cem’ yani çoğul sigası ile getirilmiştir. Bir şeyi birimiz bilirsek hepimiz bilmiş oluruz. Çünkü gerekirse sorup öğrenebiliriz. Bunun için işbölümü yapmamız, her birimizin bir şey üzerinde derinleşmemiz, ama sonra onu topluluğa mâl etmemiz gerekir. Mesela, her birimiz bir teleskop alıp burçlardan birini gözetler ve farklılıkları kaydedebiliriz. Her birimiz birer madde alıp onun üzerinde derinleşme yapabiliriz. Her birimiz bir hayvanı veya bitkiyi, her birimiz bir kazayı ele alıp öğrenme konumuz yapabiliriz.

“Adil Düzen” eğitim sisteminde bu çalışmaları yapanlara kamu gelirlerinden bir pay ayrılır.

رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذَا بَاطِلًا (RabBaNAv MAv PaLAQTa HavÜAv BaOıLan) 

“Rabbimiz, bunu bâtıl olarak halk etmedin.”

Kâinatta bizden başka daha üç çeşit varlık vardır. Bunlardan ikisi bâtın âlemin varlıklarıdır. Bunlar ruh ve meleklerdir. O Kâinatı biz göremiyoruz, dolayısıyla onların Kâinatı üzerinde düşünemiyoruz. İki yaratık da zâhir âlemde vardır. Bunlar insan ve cindir. Cinler ateşten yaratılmışlardır, güneşte ve yıldızlarda yaşarlar.

Biz onları görmüyoruz. Biz şuurlu varlık olarak yalnız kendimizi görüyoruz. Diğer varlıkların kendi varlıklarından bile haberleri yoktur. Biz öyle görüyoruz. Bir apartmanı yaparsınız ki içinde insanlar otursunlar. Bu Kâinat kimin için yaratılmıştır? İnsanlar otursunlar diye yaratılmıştır. Çünkü bilinçsiz varlıklar için bir şey yapmak abesle uğraşmaktır. İnsan yalnız yeryüzünde değildir. Diğer yıldızların hepsi birer güneştir, onların çevresinde de gezegenlerin olduğu tesbit edilmiştir. Kur’an’da oralarda da insan olduğu bildirilmiştir. Uzak galaksilerde de olması gerekmektedir.

O halde biz bu Kâinatın yaratıcısına hitap ederken “Rabbimiz” diye hitab ederiz. Çünkü Kâinatı bizim için var etmiştir. Cennet ve cehennem de bizim içindir. Melek, ruh ve cinlerle beraber “Rabbimiz” diyebiliriz. Buradaki “biz” ile sadece biz insanları değil de, onları da bir arada kastederek söyleyebiliriz. “Ey cin ve ins maşeri” diye bize birlikte hitap etmektedir. “Sen bunu boş yere yaratmadın.” denmektedir.

‘Bunları’ değil de ‘bunu’ deniyor. Yer ve göklerin hepsine bir zamir gönderiyor. “Semâvât ve arz” birleşik bir ifadedir, Kâinatın adıdır. Üç boyutlu genişleyen Kâinatın adı semâvât ve arzın adıdır. Biz bunu böyle anlamaktayız. Burada da açık delil vardır. Zamir müfret gelmiştir. Çünkü Kâinat bir bütündür. Her şey o bir makinenin parçalarıdır. Nasıl bir apartman içinde çok daireler vardır diye çoğul zamiri gönderilmezse, nasıl bir trenin vagonlarına çok zamir gönderilmezse, burada da tekil zamir gönderilmiştir. Daireleri kastedecek olursan o zaman çoğul zamir gönderebilirsin.

“Rabbimiz, bunu bâtıl olarak yaratmadın.”

Bâtıl” çürük, içi boş demektir. Aslında “bâtın” kelimesine akrabadır; karın demektir. Karın, vücudumuzda göğsün altındaki yerin adıdır. Aynı zamanda “cevf” boşluk demektir. “Bâtın” içi dolu olan, “bâtıl” da içi boş olan cevftir. Eğer içi gereksiz şeylerle dolu ise o da “bâtıl” olur. Bakarlar ve düşünürler ki; bu Kâinat boş yere yaratılmamıştır. Yaratmış olan Rab her şeyi bizim için var etmiştir. Bir zamanlar yeryüzü de boştu. Bizim için hazırlanıyordu. Bizim yaşayacağımız duruma gelince Allah bizi yarattı. Şimdi bize teknik imkânlar verdi, göklere açılıyoruz. Gelecekte diğer gezegenlerde de insanlar yaşayacaktır. Denizlerde insanlar balıklar gibi dolaşacaklardır. Onlar da bizim için yaratılmıştır. Onlar olmazsa yerin hareketleri bu düzende olmaz.

سُبْحَانَكَ (SuBXAvNaKa)  “Senin sübhanın.”

Yer ve gökler Sen’in sübhanındır. “Sübhan” nidadır. Senin mahlukun demektir. “Sabh etmek” yüzmek veya uçmak demektir. Mecazi olarak zamanla yere, mekâna ihtiyacı kalmamak demektir. Mekân ve zaman dışında olmak demektir. Kainat Allah’ın sübhanıdır. O’nun öyle bir yaratığıdır ki, kendi dışında bir şeye muhtaç değildir. Kendi içinde mükemmel cisimdir. Kürsi arşı ile bir bütündür.

Bunu bugün matematikte şöyle ispat edebiliyoruz. Küçük sayıyı büyük sayıya bölemiyoruz. Kesir sayılarını icat ettik. Küçük sayıdan büyük sayıyı çıkaramıyoruz. Menfi sayıları, – sayıları icat ettik. – sayının kökünü alamıyoruz. Buna karşılık bâtınî sayıları, sanal sayıları icat ettik. Bundan sonra artık yapamayacağımız işlem yoktur. O halde tam, kesir, eksi ve sanal sayılar dörtlüsü sübhandır. Kendi içinde yeterlidir, bir başkasına ihtiyacı yoktur. Kâinat da böyle kendi kendine yeter bir Kâinattır. İnsanı ele alalım. İnsan sübhan değildir. Çünkü yemek, içmek, hava almak, bir yeri işgal etmek ihtiyacındadır.

“Senin sübhanın” demek, Sen’in mükemmel, eksiksiz eserin demektir. Bunu var eden Allah’ın kendisi ise bu özelliği taşır, ona da “samed” denmektedir. Bu mükemmelliği görünce de; bâtıl olsaydı, içinde eksik çürük şeyler bulunsaydı, makine sağlam olmasaydı sübhan olmazdı.

Eskiden Kâinatta birtakım eksiklikler, yanlışlıklar buluyorlardı. Ama artık 21. yüzyılda Kâinatta bir eksikliğin, bir yanlışlığın olmadığı çok açık bir şekilde tesbit edilmiştir. Şimdi insanlar aynı eksikliği ve yanlışlığı sosyal kanunlarında, O’nun şeriatında buluyorlar. III. bin yılda bunların saçma düşünceler olduğu anlaşılacak ve insanlar O’nun sosyal kanunlarında mükemmellik bulunduğunu göreceklerdir. Savaşların mükemmellik olduğunu, çok evliliğin mükemmellik olduğunu, giyinmenin mükemmellik olduğunu göreceklerdir. Köleliğin mükemmellik olduğunu göreceklerdir. Kimse Allah’ın kanunlarını değiştiremez.

فَقِنَا عَذَابَ النَّار (Fa QıyNAv GaÜAvBa eLnNARı)  “Bizi nâr azabından vikaye et.”

Meyve ağacını dikersiniz, meyvesini versin diye; boş olarak büyüsün demezsiniz. İnsan da Kâinatın meyvesidir, canlının meyvesidir. Kâinat onun için var edilmiştir. Tohum nasıl tekrar canlanmak içinse, insan da tekrar dirilmesi içindir. Bu dünyaya getirip, birtakım sıkıntıları çektirip, sonra da öldürüp yok etmek bâtıl bir yaradılış olur, abes olur. Diğer canlılar insan için varolmuşlar, görevlerini yapıp giderler.

İnsanlar kim için varolmuşlardır? Gelecek nesil için diyelim. Eğer Kâinat ebedi olsaydı, sonu gelmez olsaydı, bugünkü insanlar yarınkiler için vardır diyebilirdik; ama Kâinatta entropi büyüyor, Kâinatın sonu olduğu kesin olarak biliniyor. İnsanın da sonu var demektir. O halde yine abeslik içinde olacağız. İşte bu düşüncelerden hareket ederek şu sonuca varırlar; biz görevli isek sorumluyuz da. Nitekim görevini yapmayan canlı ortadan kaldırılmaktadır. Biz de görevli olduğumuza göre hesab vereceğiz.

İşte bundan dolayı insanlar “Bizi ateş azabından koru” diyerek dua ederler. Akıl yoluyla da âhiret azabına ulaşılacağına hükmederler. Soğuk azab olmaz. Çünkü soğukta durgunluk vardır, hareket yoktur. Hayat kalmaz ki azab olsun. Soğuğun canlıları yoktur. Oysa sıcakta cinler yaşıyor, molekül yapıdan atom yapısına geçilmektedir. Cinlerle beraber orada eğitilmektedir. Cinler molekül yapıya geçebiliyorlar. Cehennemdekiler de atom yapılardan tekrar molekül yapılara geçebilecektir.

Sorumsuzluk içinde olduğumuzu düşünmek ve sübhanı reddetmek demek, Kâinatı bozabileceğimizi sanmak demektir. İyilerle kötüleri bir tutmak demektir. İnsanlar arasında bu dünyada adalet olmadığı için sübhan olabilmesi için âhirette hesapların görülmesi gerekir. Herkes yaptığının hesabını vermezse sübhanlık olmaz.

رَبَّنَا (RabBaNAv)  “Rabbimiz!”

Kur’an’da 110 yerde “Rabbena” olarak geçer. Bunun onda biri Bakara’da geçer. Dördü Bakara’nın son dua âyetlerinde geçmektedir. 11 adedi de bu sûrede (Âl-i İmrân) geçer. Böylece beşte biri bu sûrelerde geçmektedir. Bu son dua âyetlerinde ise 5 defa geçmektedir. 10,11,12,13,14. âyetlerinde eşit aralıklarla geçmektedir. Satırların son yarılarının başında yer almaktadır. Dua kısmını beşe bölmektedir.

a)       “Rabbimiz, Sen bunu boş yere yaratmadın.” Böylece görevli olduklarını beyan ediyorlar.

b)      “Rabbimiz, Sen kimi nâra idhal edersen ihza edersin.” Tefekkür yoluyla insanların âhireti de idrak edebileceğine işaret etmektedir.

c)       “Rabbimiz, münadinin nidasıyla da imana dâvet edildiklerini işittik.” diyerek, aklın yanında nakli de tasdik ettiklerini arz etmektedirler.

d)      “Rabbimiz, mağfiret et, affet ve ebrar ile vefat ettir.” diyerek, kendileri için âhirette yer talep ediyorlar. Önce âhireti düşünüyorlar.

e)       “Rabbimiz, resullerine vaat ettiğini ver.” diyorlar. Yani, bu dünyanın zaferini de talep ediyorlar.

Böylece mü’minlerin nasıl davranacaklarını tekmil alarak Allah öğretmektedir.

Komutan bir emir verdiği zaman emir alana tekrar ettirir. Emri anladığını imtihan eder.

Allah da bize bu duaları söyletmekle emri tekrar ettirmektedir.

إِنَّكَ مَنْ تُدْخِلْ النَّارَ  (EınNaKa MaN TuDPıLı elNAvRa)  “Sen kimi nâra idhal edersen.”

Bundan önceki ifadede “Bizi ateş azabından koru” diye dua edilmişti. Burada da ateşin ne olduğu tarif edilmektedir. “Nâr” ve “nûr” vardır. Melekler nûrdan, cinler de nârdan var edilmişlerdir. İnsan ikisi arasındadır. Topraktandır. Aslında “nâr” da “nûr” da aynı köktendir ve aynı şeyleri ifade eder. Ateş sıcaklıktır, yüksek enerjidir. Daha çok hareketlilik ve canlılık vardır. Soğukluk ise düşük enerjidir. Ölüm demektir. Dondurma demektir. Âhiretteki azabın soğuklukla değil de sıcaklıkla tanımlanması bundan dolayıdır. Çünkü soğuklukta yeni bir hayat olmaz. Oysa sıcaklıkta atom çekirdekleri arası ilişkilerle hayat olur. Yoksa Arabistan’da sıcaklık sıkıntı veriyordu, onun için ateşten bahsediliyor iddiası tamamen yanlıştır. İnsan sözü olsaydı böyle çevre şartlarına göre konulurdu. Mamafih Allah Arapça’yı Kur’an için geliştirdi. Sıcak yeri de onun için seçti ki ifadeler doğru olsun. Biz eğer ateşe atılsak yanıp kül oluruz. Oysa cehennemde ölüm yoktur. Deriler kavrulduğu zaman yenileri çıkar. O halede ateşe dayanmak için iki yol vardır. Ya ateş mecazdır. Nitekim yakıtı taş ve insandır deniyor. Oysa taş yanmaz. İnsan da yanıp kül olmayacak. O halde bu bizim bildiğimiz ateş değildir. Ya da bizim bildiğimiz ateştir, ancak orada insan cinleşecektir. Çekirdek yapısına dönüşecektir. Aynı genlere sahip olacaktır. Orada olgunlaştıktan sonra tekrar molekül yapısına dönüştürülecektir. Akıl yoluyla bulunan ateş mecaz anlamdaki ayeştir. Burada “ateş” hakiki anlamda değil, mecazi anlamda gelmiştir.

فَقَدْ أَخْزَيْتَهُ  (FaQaD EaPZaYTaHuv)  “Onu ıhaza edersin.”

Hızy” seviye düşüklüğü demektir. Hizanın alt tarafıdır. Bu kelimenin “hazine” kelimesi ile akrabalığı vardır. “Hazine” depo demek, gömü demektir. Çukurda yapılan ambar demektir. “Hüzün” yani üzüntü de buraya düşen kimselerin duyduğu duygulardır.

Bir toplulukta insanın bir değeri vardır. O değer sayesindedir ki insan toplulukta yaşar. Topluluk eğer bir kimseyi alçak görürse o kişi o toplulukta yaşayamaz. Burada görülüyor ki, nârdan maksat aşağılanan ateştir. Düşkün olmadır. İnsanlar ancak akıl yoluyla böyle bir ateşi keşfedebilirler. Öldükten sonraki cennet ve cehenneme gelinirse, onları ancak gelen vahiylerin bildirmesinden öğrenebiliriz.

وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ أَنْصَارٍ (Va MAv Lı lJAvLıMIyNa MıN EaNWAvRın)

“Zalimlere bir ensar bulunmaz.”

Burada “kafirlere” demiyor, “zalimlere” diyor. Zulmedenlere bir ensar bulunmaz, yardımcı bulunmaz. Bunu biliyoruz. O halde ‘biz zulmetmeyeceğiz’ diye taahhütte bulunurlar. Şimdi bir adam eline bombayı almış, binayı uçuracak. Taksi tutmuş, taksi de bunu bile bile götürüyor. O bombayı götüren zalim olduğu gibi, birkaç kuruşuna ona şoförlük yapan taksici de zalimdir. O halde biz de madem bu zulüm yapan devlete vergi veriyoruz, askere gidiyoruz, o halde biz de zalimiz. Ne yapabiliriz?

Görevimiz, bombalı adamı oraya gitmekten caydırmaktır. Gemideyiz. Gemiden inemeyiz. Çünkü boğuluruz. Devletimizi yaşatmak zorundayız. Zalim yöneticiler varsa onları yola getirmeliyiz. Baş edemiyorsak, bir kayık bulup gemiyi terk etmeliyiz; ama asla gemiyi batırmamalıyız. Çünkü biz de boğuluruz.

AK Parti iktidar oldu. Görevi zulme mani olmak. Bir örnek olarak anlatalım: Akevler’in İzmir’de dört bin (4000) dönümlük bin (1000) ortaklı bir arazisi vardı. Şehrin kenarında çağın gereklerini karşılayacak bir site kıracaktık. 150 senelik tapusu vardı. İçinde belki on tane ağaççık vardı. Bu arazimiz “Orman!” diye gasp edildi.

Şimdi Adalet ve Kalkınma Partisi’nin vazifesi nedir? Bize bu arazimizi iade etmek. Ülkenin her tarafı böyle zulümlerle dolmuştur. Ya ormandır, ya meradır, ya sit, ya doğa sit alanıdır, ya tarihi sit alanıdır bahaneleriyle on milyonlarca vatandaş mağdurdur. İstanbul bunun için bir gecekondu şehridir. İnsanlık içinde Türklerin bir ayıbıdır. Bu güzelim yerleri bu halde çirkinleştirmeye ne hakkımız vardır?!.

İşte biz de bu kervana katılmak zorundayız. Bu ülkede yaşıyorsak, askerlik de yapacağız, vergi de vereceğiz; ama aynı zamanda bu zulme son vermek için de çalışacağız. İşte “Adil Düzen” bunun adıdır. “Adil Düzen” için çalışmayan zalimdir. Onun ensarı yoktur. Avrupa Birliği’ne gireceğiz diye okumadan zulüm kanunlarını Meclis’ten geçirtmenin anlamı nedir? Biz işte dua ederken zalimlerin ensarı olmayacağımızı Allah’a ikrar ediyoruz ve “Adil Düzen” için çalışmaya söz veriyoruz. Mevcut “Adil Düzen”e inanmayan ve zalim düzende de işlerin yürüyeceğini sananlar kâfir değil zalimdirler ve onların ensarı olmayacaktır.

رَبَّنَا إِنَّنَا سَمِعْنَا مُنَادِيًا يُنَادِي لِلْإِيمَانِ  (RabBaNAv SaMıGNAv MuNADiYan YuNAvDIy LıLEIyMANı)  

“Rabbimiz, iman için nida eden münadiyi sem’ ettik.”

Tefekkür yoluyla, akıl yoluyla gerçeklere ulaşan mü’minler, ayrıca nakil yoluyla da akıllarını tasdik edeni duydular. Bizim aklımız var, biz zaten aklımızla doğru yolun ne olacağını bulabiliriz. Buluyoruz da. Sonra görüyoruz. Karşımıza Kur’an çıkıyor. Okuyoruz. O doğrularımızı tasdik ediyor, yanlışlarımızı düzeltiyor. Elbette ona kulak vereceğiz. “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”nı okuduğumuzda, hepsi mâkul şeylerdir. Hepsinin müsbet ilimle ispatı mümkün olan şeylerdir. Kur’an’ı okuduğumuzda onun mâkul olan şeyleri söylediği görülür. Oysa insanlar dalâlet içindedirler.

“Köleliği kaldırdık!” diyorlar. “Tek eşliliği getirdik!” diyorlar. Ekseriyet sistemini ikame ediyorlar, merkezi yönetimde birlik buluyorlar. Bunların hepsi ilmen bâtıldır. Tabiî ve sosyal kanunlara aykırıdır.

Kur’an ise ütopik düşünceleri değil, gerçek hayatı bize veriyor.

İşte Kur’an’ın gösterdiği yoldan gitmez ve kendi aklımızı kullanmazsak hidâyete erişemeyiz.

أَنْ آمِنُوا بِرَبِّكُمْ (EaN EavMıNUv Bı RabBıKuM)  

“Rabbiniz ile iman edin. Sizi yetiştireninizle kendinizi güvene alın.”

Allah bizi yarattı ve yetiştirdi. Şimdi de yetiştirmektedir. Ölüme kadar yetişeceğiz. Cennete gideceğiz. Cehennem dahi cennete giden bir yoldur. Rabbin bir nimetidir. Biz davranışlarımızı ve düşüncelerimizi hep Allah’ın “rab” sıfatı içinde geliştireceğiz. Muasır medeniyetin seviyesi üstüne çıkma bu demektir.

Allah madem “rab”dır, devamlı gelişme içinde olmalıyız. “Bugünü düne eşit olan mağbundur.” hadisi budur. On seneye o büyük inkılâbı nasıl sığdırdılar? İşte böyle her gün imtihana girdiler. Yeni sorunlarla karşılaştılar ve çözdüler de öyle o büyük uygarlığı kurdular. Adil Düzenciler için de Mekke dönemi bitecek. Medine dönemine geldiklerinde her gün bir inkılâp yapacaklar ve on sene içinde “Adil Düzen”i getirecekler.

فَآمَنَّا (Fa EavManNAv)  “Biz de iman ettik.”

Çağıranın çağrısına uyduk ve biz de iman ettik.

Burada münadiyi tek kelime olarak kullanıyor, çünkü her topluluğun bir başkanı olacaktır, bir dâvetçisi olacaktır. Burada yapılan dâvet iman çağrısıdır, güven çağrısıdır. Siyasi parti başkanının çağrısıdır.

Böyle bir nida henüz Adil Düzencilere gelemedi. Ama yakında gelecektir. Bir ‘Adil Düzen Partisi’ kurulacaktır. Siz de ona kulak vereceksiniz. O size; “Rabbinize iman edin. ‘Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası’nı artık hayatınıza geçirin.” diyecek. Siz de ona; “İman ettik.” diyecek ve katılacaksınız.

İşte ondan sonra “Adil Düzen” gelecek ve ülkede zulüm bitecektir.

Bugün insanlar zalimdir, ama onları zulme götüren kendi kötülükleri değil, düzenin kötü olmasıdır. Bu düzen değiştiği zaman herkes ‘zalim Ömer’ iken ‘adil Ömer’ olacaktır.

رَبَّنَا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا (RabBaNAv FaĞFıR LaNAv ÜuNUvBaNAv) 

“Rabbimiz, zenblerimizi mağfiret et.”

Biz iman etmekle iş bitmez. “İman ettik” dedikten sonra bu zulüm düzeninde işlediklerimiz vardır, zenblerimiz vardır. Onların örtülmesini isteyeceğiz. Yaptığımız seyyielerimiz vardır, onların afv edilmesini isteyeceğiz.

Zunüb” nedir, “Seyyie” nedir?

Ğufretmek” demek, hufreyi yani çukuru kapatmak demektir. “Zenb” ise gizli yapılan fiillerdir. Kuyruk anlamındadır. Saklanarak yapılan işler demektir. Orada istenen; “Suçlarımızdan tevbe ettik, bizim eski ayıplarımızı ortaya çıkarma.” demektir. “Âhirete vardığımızda da onları fâş etme. Dünyada da öyle yap.”

Mesela, siz bir hırsızlık yaptınız. Sonra tevbe ettiniz. Malı bir yolla iade edersiniz, ama ‘ben hırsızlık yaptım’ diye fâş etmezsiniz. Zina da böyledir. Eğer evlenmeniz mümkünse evlenirsiniz. Değilse, yaptıklarınızı gizli tutar, kimseye duyurmazsınız. Allah da sizi afvedebilir. Bunlar için “mağfiret” ifadesini getirmektedir.

وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّئَاتِنَا (Ve KafFıR GaNAv SayYıEaTıNAv)  “Seyyielerimizi bizden tekfir et.”

Hufr, Kabr, Gufr ve Küfr. İkisi çukur, ikisi de kapatmadır. “Küfr” tohumu toprağa kapatma demektir. “Seyyie” ise kötülük demektir. “Zenb” bir kişiye karşı işlenir ve fiil o anda sonuçlarını verir. “Seyyie”de ise fiili işlersiniz, o anda kötülüğü görülmez ama sonra kötülüğü ortaya çıkar. İçki içme böyledir. Gıybet etme böyledir. Bunların tekfir edilmesi istenmektedir. Yani, kötülüğe karşı iyilik yapmak, kötülüğü iyiliğe çevirmek.

“Seyyielerimizi de tekfir et, ört.” Yani, kötülükler ortaya çıkmasın. Yani, bize öyle hareketler yaptır ki, zenblerimiz mağfiret olsun, seyyielerimiz tekfir olunsun.

“Hasenatlar seyyiatları götürür.” âyetinin de teyit ettiği gibi; şimdi bizim elimizden zulmü önlemek gelmiyorsa, zulmün mağdurlarına yardım edebiliriz. İşte “Adil Düzen”i şimdi kendi aramızda kurar, mağduriyetleri giderebiliriz. İşsizlere iş bulabiliriz. Mala-Mal Marketi kurmakla bunu sağlamış olacağız. Herkes ürettiği malı getirip bize satabilecektir. Böylece kimse işsiz kalmayacaktır.

Buradan yapılan kazançlarla açlara yardım imkanını bulacağız. Hasta olanları parasız tedavi edeceğiz. Mahkemelere düşenlerin avukatını tutacağız. Ortakların muhasebesini biz parasız tutacağız. Tam 25 (yirmibeş) hizmeti yapacağız. Böylece seyyiatlar tekfir edilecektir.

Enflasyona karşı mücadelede borçlanmayı altınla, ödemeyi Türk Lirası ile yapmakla sağlayacağız. Faizsiz kredileşme ile ekonomilerimizi düzelteceğiz. İşte “Bizim seyyielerimizi tekfir et” diye dua ederken, aynı zamanda bu işlerimizi yapacağımıza da söz veriyoruz demektir. 

وَتَوَفَّنَا مَعَ الْأَبْرَارِ (Va TavVafFaNAv MaGa elEaBRARı)  “Bizi ebrârla vefat ettir.”

Her birimiz ayrı ayrı vefat ettiğimize göre biz nasıl ebrarlarla vefat edeceğiz?

Burada “Mea” kelimesi “Fi’l-Ebrar” anlamındadır. Yani bizi ebrar arasında, birrler arasında vefat ettir, demek olur. “Birr” iyilik demektir. “Berr” de iyi demektir. “Berr” aslında kara demektir. Deniz karşılığı karadır.

Canlılar sularda yaratılmıştır. Uzun evrimden sonra karaya çıktılar. Böylece kara hayatı başladı. Bunlardan bir kısmı tekrar deniz hayatına döndüler. Balinalar böyledir, ciğerleri vardır. Karadaki hayat daha işbirlikçi bir hayattır. Çiçeklerle arılar arasında büyük bir dayanışma vardır. Biri bitki, biri de hayvan. Birbirinden genetik bakımdan çok uzak oldukları halde, ikisi birbirine uygun işler yaparlar. Çiçekler bal özü üretirler. Kendilerine bir işe yaramaz, ama onunla gelen arılara ziyafet verirler. Rengarenk halleri ile arılara güzel görünür ve kendilerine çekerler. Koku salarak onlara nerelerde olduklarını bildirirler. Çiçeklerin bunlardan hiçbir faydası yoktur. Arının da ayaklarında tüyler vardır. Oralara çiçek tozları yapışır. Bunda da arıların bir yararı yoktur. Bal özü karşılığı çiçek tozunu çiçeğe götürürler. İşte bu uyum, bu iyilik “berr”de vardır.

Bur” arpa demek, tahıl demektir. Ziraat yapılan ilk bitkidir. Tohumları insanları doyurur, ama insanlar da onları hazırlarlar. Böylece onlara yaşama ve gelişme imkânını sağlarlar.

İnsanlar mü’minler arasında yaşamayı, mü’minler arasında ölmeyi, mü’minler mezarlığında gömülmeyi isterler. Böylece âhirete vardıkları zaman cemaatçe Allah onların zenblerini affedecek, günahlarını tekfir edecektir. İşte bu âyet bize mü’minlerin bir mahalleye taşınmaları, kendileri için bir site kurmaları, sonunda bir il, bir ülke oluşturmaları gerektiğini ifade ediyor. Bu da savaşla değil, muhaceretle sağlanacaktır. İyiler birbirine hicret edeceklerdir. Böyle olanlar “ebrarlarla beraber vefat etmiş” olurlar.

Savaşa gidip şehit olanlar için de durum aynıdır.

Adil Düzen”i kurmalıyız ve “ebrar” ile birlikte yaşamalıyız. O zaman içimizde günah işleyenlerimiz de affedilecek ve mağfiret edileceklerdir. Biz insanların kötülük işlemelerini önleyeceğiz.

İyi toplulukta kötülük işlemek zordur. Türkiye’de müslümanların cemaatleşme hareketleri başlamıştır. Ama siteleşme hareketleri başlamamıştır. Bir apartmana sahip olduğumuzu düşünelim. Bunun için yapılacak iş herkesin evini satması, ama iki yıl içinde kiracı olarak oturmasını şart koşmasıdır. Sonra bunlar birleşir, bir arsada kooperatif olarak inşaat yapabilirler. Yarı fiyatla mâl ederler. Hepsi oraya taşınır. İşte böylece ebrarla beraber olurlar. Tapular kooperatifte durur. Eğer apartmanın veya sitenin kurallarına uymayan olursa, hakemler kararı ile çıkarılır. Çıkarılan ortağın parasını eksiksiz olarak apartmanda kalanlar öder, sonra birisine satar ve paralarını geri alırlar. Daha sonra ne yaparız? Böyle apartman sahipleri eğer 1000 (bin) aile olmuşlarsa, 1000 (bin) dönümlük yer alır. Orada 100 (yüz) apartmanlı bir site kurarlar, yahut 1000 (bin) villalı site kurabiliriz. O zaman kendi bucağımızı kurmuş oluruz. Ekonomi hayatımızı da düzenlemiş oluruz.

Bunları yapmak asla zor değildir. Biz İzmir “Akevler”de bunları yaptık.

Ancak o zamanki acemliğimizden dolayı hatalar yaptık, “Adil Düzen”i tesis edemedik.

Önce insanlara inandırmak gerekmektedir. İşte o siteye taşınmakla “Mea’l-Ebrâr” olacağız.

“Teveffenâ Mea’l-Ebrâr” demek, mea’l-ebrarda iken vefat ettir demek olmaktadır. Yani hâldir. Yani, beni o cemaatten ayrı iken vefat ettirme demektir. Bu ebrârlar müslimler olurlar, mü’minler olurlar.

Biz müslimlerle beraber olduk; ama mü’minlerle beraber olamadık. Sizler olacaksınız, inşaallah…

رَبَّنَا وَآتِنَا مَا وَعَدْتَنَا (RabBaNAv Va EaTıNAv MAv VaGadTaNAv)  

“Rabbimiz vâdettiğini de bize ita et.”

Burada “Va” harfi gelmiştir. Bundan önce yapılan dua âhiretle ilgilidir. Dünyadaki zafer değildir. Müminler önce âhireti isterler.Şimdi ise dünyada da zafer istiyorlar. Onun için “Va” harfi gelmiştir. Yani, biz hem dünyayı hem de âhireti istiyoruz. Kişi olarak biz cennet karşılığı malımızı ve canımızı sattık; ama cemaat olarak zafer istiyoruz. Açık olarak “Adil Düzen”i istiyoruz. Zalim düzenden bizleri kurtarmanı istiyoruz.

İşte böylece “Adil Düzen” için çalışacağımızı da taahhüt ediyoruz.

عَلَى رُسُلِكَ (GaLAy RuSuLiKa)  “Resullerine vaat ettiğini bize ita et.

Bakalım resullere neler vaat etmiş?

“Sonra resulleri ve iman etmiş olanları inca ettik (kurtardık). Böylece mü’minleri inca etmek üzerimize haktır (borçtur).” (Yûnus;10/103)

“Biz resullerimize ve iman etmiş olanlara dünya hayatında nusret edeceğiz.” (Mü’min;40/51)

İşte Allah kendi resullerine bunları vâdetmiştir. Allah bize diyor ki; resullerime vâdettiğimi isteyin.

Yalnız şunu unutmamalıyız ki, Allah bu vâdi “mü’minlere” yapmıştır; “müslimlere” değil!

Mü’min cemaat oluşursa, o zaman hem necâta erdirecek, hem de nusret edecektir. Bu O’na borçtur. Farzdır. O öyle diyor. “Hakkan aleyna” diyor.

Bilmem, biz daha ne bekliyoruz?! Allah borcunu ödemekten aciz mi kalacak?

Demek ki bizde eksik olan bir şey var; o da bizim “mü’min” olamayışımızdır.

Biz de şimdi dua ediyoruz:

Mü’min olmak için uğraşıyoruz, çabalıyoruz, ama olamıyoruz. Sen yardım etmezsen, Sen takdir etmezsen biz mü’min olamayız. Olamayınca da Sen’den resullere vâdettiğini isteyemeyiz.

Rabbimiz! Şimdi Sen’den şu duada bulunuyoruz. Bizi amelen destekleyecek Ebu Bekirleri gönder. Bizi siyaseten destekleyecek Ömerleri gönder. Bunları gönder ki imanımız ziyadeleşsin, tamamlansın ve artık “Adil Düzen”i kuracak bir mü’minler grubu oluşsun.

Biz Sen’den Karunları istemiyoruz, biz Sen’den Firavunları ve Ebu Cehilleri istemiyoruz. Biz Sen’den Ebu Bekirleri ve Ömerleri istiyoruz. Sen’in malını Sen’in uğrunda harcayacak olanları istiyoruz. Sen’in iktidarını Sen’in yoluna koyacakları istiyoruz.

Ya bize nusret et, mü’min cemaat olalım; ya da varsa bize mü’min cemaati göster, onlara tâbi olalım.

Rabbimiz! Artık fetret devri bitsin. Resullerine vâdettiğini bize ver, borcunu öde! Bizim alacağımız yok, ama Sen öde! Çünkü mü’min bir cemaat olamadık ama önce lütfünle borçlan, sonra da öde!..

وَلَا تُخْزِنَا يَوْمَ الْقِيَامَةِ  (Va LAv TuPZıNAv YaVMa elQıYAvMaTı) 

“Âhiret yevminde de bizi ihza etme.”

Allah’tan yardım alıyorlar, iktidar oluyorlar; sonra “Bizim programımızda faizsizlik yok!” diyorlar ve Allah ile harbe devam ediyorlar! “IMF ile yapılan eski anlaşmadır!” deyip işsizliğin zalimi oluyorlar.

Gün geliyor, anlaşma sona eriyor; ama onlar IMF ile yeniden anlaşma yapıyorlar! Mü’minleri ve Allah’ı kandırıyorlar! Kandırdıklarını zannediyorlar. Aslında onlar sadece kendilerini kandırıyorlar…

Rabbimiz!

Bizi onlar gibi yapıp da âhiretimizi elimizden alma, dünyayı verme!

Öyle iktidardan, öyle zenginlikten bizi koru.

Öyle olacaksak; bizi daha da fakir, daha da yoksul bırak.

Bu dünyayı verip de âhiretimizi zelil etme.

Biz böyle dua etmeliyiz. Biz böyle dua ediyoruz.

Biz bizim için ne iktidar, ne de zenginlik istiyoruz.

Biz Sen’in “Adil Düzen”in için zenginlik istiyoruz, biz Sen’in “Adil Düzen”in için iktidar istiyoruz.

Kendimize de istemiyoruz. Sadece böyle olup destekleyecek kullarını cemaatimize istiyoruz.

Burada Allah hep “ihza”dan bahsetmektedir. “Sen kimi ateşe sokarsan onu ihza edersin” diyor. Burada da “kıyamet gününde bizi ihza etme” diye dua ettiriyor. Çünkü dünya çıkarı için zenginlik isteyenlere, dünya çıkarı için iktidar isteyenlere Allah bu dünyada verecektir. Ama âhirette de onların o çıkarlarını yok ederek cezalandıracaktır. Orada alçaltacak, orada yoksul bırakacaktır. Biz Allah’a dua ediyoruz;

Allah’ım! Böyle bir makamı, böyle bir serveti istemiyoruz.

Daha da yoksul hâle getir, daha da mazlum kıl bizi, ama orada, âhirette huzy etme. 

إِنَّكَ لَا تُخْلِفُ الْمِيعَادَ (EnNaKa LAv TUPLıFu eLMıGADı)  “Sen vâdettiğin zamandan veya yerden hulfetmezsin. Günü gelince vâdini yerine getirirsin.”

Biz onu istiyoruz, sabırsızlıkla onu bekliyoruz. O yeri ve günü bekliyoruz. Bizim Sen’den bunu istemeye hakkımız yoktur, buna yüzümüz yoktur. Ancak böyle dua etmemizi Sen emrettin. Biz de Sen’in emrini yerine getirdik. Haddimiz olmadan artık vâdettiğin şartları Sen hazırla ve Sen bize vâdini yerine getir.

III. Bin Yıl Uygarlığı’nın ilk yıllarında “Adil Düzen” hiç olmazsa ülkemizde kurulmaya başlansın. Bir yerde başlansın. Onun için Ebu Bekirlere ihtiyacımız var, Ömerlere ihtiyacımız var. Kullarından uygun gördüklerine ilham et de bize katılsınlar. Vâdini böylece yerine getir. Yahut başka bir şey yap ama bizi bu cahiliye içinde yaşatma. Bizi ebterlerin içinde ölüme terk etme. Rabbimiz! Duayı Sen öğrettin, biz de yapıyoruz. Artık kapalı olan önümüzü aç. Kiralayacak ev bulamıyoruz. Bizi daha fazla imtihan etme. Çünkü sınıfta kalacağız. Yardım et de sınıfımızı geçelim. Kopya vermeyeceksen bize öğret, Rabbimiz!..

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                        (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 272. SEMİNER       Yorum-102         İstanbul, 01 Ekim 2004

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI   (Üsküdar’da Selahattin Öztürk değerlendirecektir.)

TERCÜME VAKFI

AK Parti iktidar oldu. Bizi yakından tanıyorlar. Belki bir destekte bulunur da hem kendilerini kurtarır, hem de ülkeye faydaları olur diye düşündük. Olmadı! Sonra belediye seçimleri oldu. Yeni belediye başkan ve yardımcıları ile görüşmeler yaptık. İşler ilerleme kaydederken, AK Parti’deki CIA ajanları alelacele Antalya’da belediye başkanlarını topladılar ve asla şirketlerle ilişki kurmayın diye karar aldırdılar. Sonra kooperatifleri de oraya soktular. Tayyip de bunları yuttu. Arkadaşlarım da bunlarla teması kesti. Ben yazmaya devam ediyorum…

AK Parti ne yapabilir? Belediye ne yapabilir?

Tarihte iki uygarlık hep iki ayrı medeniyetin sentezinden doğmuştur. Bugünkü medeniyet İslâm Medeniyeti ile Batı Medeniyeti’nin sentezinden doğacaktır. Bunun için “Tercüme Vakfı”nı kurmamız gerekir. Bu vakıf Avrupa’daki eserleri Türkçe’ye, Arapça’daki eserleri Türkçe’ye çevirecek. Bu klasikler sayesinde halkımız ikisini okuyacak ve sonra kendisi yeni eserler üretecektir.

BU TERCÜMELER NASIL YAPILACAK?

a)       Bu tercümelerin yapılabilmesi için iki kurumdan yararlanacağız. Üniversitelerden ve Diyanet Teşkilatı’ndan. Bunlar tercüme yapacak, vakıf satın alacaktır. Böylece tercüme furyası başlayacaktır.

b)       Tercümeler şöyle yapılacaktır. Vakıf bir kitabın tercümesini ilan edecek; “Bundan bir sahife tercüme edene on dolar veriyorum.” diyecek. Kim getirirse ona on dolar verecektir. Ancak tercümelerin birbirine uyumlu olması için tercüme talimatını koyacaktır.

c)       Önce sahife telif dilinin kelimeleri kullanılıp Türkçe ifade edilecek. Mesela, “Onlar her söze kulak verip en iyisine uyarlar.” Âyeti; “Onlar her kavli istima edip ahsenine tâbi olurlar.” diye tercüme edilecek.

d)       Sonra bir lügat hazırlanacak ve o dildeki kelimelere Türkçe karşılık tesbit edilecek, her kelime için bir ödül konacaktır.

e)       Sonra sayfa Osmanlıca metinden Türkçeleştirilecektir. Sahife başına yine on dolar verilecektir. Böylece bir metin ortaya çıkacaktır. Bu metin internet ile ilgili siteye girecektir.

f)        Rektörler çıkıp tümünü okuyup kendi dilleri ile tek metin hâline getireceklerdir. On kadar böyle tercüme ortaya çıktıktan sonra basılacaktır.

Bu şekilde oluşan tercümeler kitaplaştırılıp basılacak, CD’lere yüklenip satılacaktır. Böylece vakıf kendi kendini amorti edecektir. Bunun için vakfın ilk sermayesi de sadece bu vakfa tahsis edilecek hazine arazisinden oluşturulacaktır. Mesela bir dağ, mesela Sapanca’nın bir yaylası buna tahsis edilir. Bunun altyapısını arsa karşılığı kamu kuruluşları yaparlar. Arsalar satılır, tesisler kurulur, tercüme edenlere ilk sermaye sağlanır. Sonra vakıf kendi kendine çalışır.

Ülkemiz öyle bir yerdedir ki, her karışı altın pahasındadır. Bundan yararlanarak hiçbir masrafa girmeden uygarlığımızı kurabiliriz. Mesela, bunu bir belediye, hele büyük şehir belediyesi rahatlıkla yapar.

Tercümenin özelliği, tercüme edenlerin o medeniyeti öğrenmeleridir. Bir sahifeyi tercüme ederken o uygarlığı öğrenmek zorundasınız. Türkçe’ye çevirirken Türk uygarlığına katkıda bulunuyorsunuz demektir. Böylece sadece namaz kıldırmakla vakitlerini öldüren Diyanet mensuplarını üretici hâline getirmiş oluruz. Sadece ezberleyip ezberletmekle meşgul Üniversite ve Millî Eğitim camiasını üretici hâle getiririz.

Tarihte Abbasiler İslâm uygarlığını böyle kurdular. Avrupa uygarlığı da Arapça metinlerin Lâtince’ye çevrilmesi ile oluştu. Avrupa, Yunanistan’ı dahil tüm dünyayı Arapça’dan öğrendi. Cumhuriyet döneminde klasikler çevrilmeye başlanmış, ancak o yeterli değildir. On beş ciltlik bir “Lisanu’l-Arab”ı biz birkaç ayda Türkçeleştirmek zorundayız. Benzer şekilde Batı’nın da kitaplarını yayınlandığı tarihten itibaren bir-iki ay içinde Türkçe olarak okumalıyız. Öğrencilerimizin ömrünü lisan örenmekle harcamamalıyız. Türkçe’de İngilizce’den daha çok eser bulunabilmelidir. Dünya Türkçe öğrenmek zorunda kalmalıdır. Bakınız, formüller ne kadar basittir. Ama hiç duyan var mı?!. 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 272. SEMİNER             Yorum-102         Ankara, 03 Ekim 2004

PAZAR GÜNLERİ YAPILAN ANKARA PROGRAMI   (Ali Erişen, Ankara’da değerlendirecektir.)

ARAPÇA VE TERCÜME YEKNİĞİ

Konuşma dili bilgisayarla Türkçe’ye kolay kolay çevrilemez. Ama ilmî dil çok kolaylıkla Arapça’ya çevrilebilir. Her dilin kendine özgü özellikleri vardır. Mesela, Türk dilinde dili geçmiş kip vardır. Bu Arapça’da yoktur, Batı dillerinde yoktur. O halde biz bilgisayarda Arapça’ya nasıl çevirebileceğiz? Arapça’da dili geçmiş kip yoktur ama Arapça’da cümlelerin veya fiillerin başına gelen harfler vardır. Fiildeki çekimi ona yaptırabiliyoruz. Mesela İz, İza, Kad, Se, Sevfe gibi harfler; Kâne gibi fiil-i nâkıslar ile bu sağlanabilmektedir. Bunun için Arapça’ya yeni harf ithal edebiliriz, yahut yeni fiil-i nâkıs kullanabiliriz, veya mesela “İz” harfini iki şekilde yazarız; üstüne koyduğumuz cezimi farklı koyarız; yahut “Kad”ın üzerine farklı cezim koyarız. Telaffuz edilirken aynı şey söylenir ama okunurken farklı manâ anlaşılır.

Bu neyi sağlar? Dünyadaki bütün dillerde olan özellikleri Arapça’ya aktarabiliriz. Türkçe’deki sonra da o dikden Türkçe’ye çevirirken o dilde bazı ihamller yapabiliriz. Mesela, Arapça’da gelmem ile gelme aynı şekilde söylenir. Bunu eğer Arapça içine sokmak istersek, ya okunmayan bir harf ilave ederiz -Arapça yazılışta bu bilinmektedir- yahut değişik hareke kullanırız. Böylece dünya dillerinin bütün incelikleri bir dilde toplanmış olur. Bu sayede anlatma gücü son derece genişletilmiş olur. Bunları konuşma dilinde sağlayamayız. Bilgisayarımıza ancak Arapça öğretiriz. Arapça’ya tercüme kolaylaşır, Arapça’dan da diğer dillere tercüme ederken eksik tercüme şeklinde yaparız. Bilgisayara “A” ise “a” yap, “B” ise de “b” yap deriz. Bu teknoloji geliştirme işine kurulacak “Tercüme Vakfı”nda başlayabiliriz. Bu vakfın kurulması için bir dernek kurar ve o dernek adına devletten arazi isteriz. Araziyi değerlendirerek bu vakfı geliştirmiş oluruz. 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                        (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 272. SEMİNER            Yorum-102         İstanbul, 01 Ekim 2004

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI       (Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)

CEZA KANUNU MACERASI

Osmanlı İmparatorluğu’nu borçlandırarak yıktılar. Yerine borçlu ve tüm altyapısı yabancı şirketlere ait bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulmasına izin verdiler. İstanbul’un suyu ve elektriği, Türkiye’nin demiryolları yabancı şirketlere aitti. Türkiye bir taraftan dış borçları ödedi, diğer taraftan bu altyapı tesislerini millîleştirdi. Dış güçler Türkiye’nin gelişmesini önlemek için buna izin verdiler. 1950’ye gelindiği zaman dış borçlar bitmiş, tüm altyapı da millîleştirilmişti. KİT’ler kurulmuş ve Türkiye büyük ekonomik hamle yapma durumuna gelmişti. Demokrasi de geldiği için her türlü gelişme şartları hazırlanmıştı. Dış borca ihtiyaç yoktu. Türkiye’yi yıkamayı hedef hâline getiren dış güçler, Türkiye’de iktidar değişikliği yaptılar ve Demokrat Parti’yi iktidara getirdiler. Türkiye’yi borçlandırmaya başladılar. Maksatları, Osmanlı İmparatorluğu’nu yıktıkları gibi elli yıl sonra Türkiye’yi yıkıp parçalamak. Bulgar ve Yunanlıları birleştirip Bizans imparatorluğunu ihya etmek, Gürcü ve Ermenileri birleştirip kuzeyde Pontus devletini kurmak, güney ve doğuyu da İsrail imparatorluğuna vermek. Plan tam yürümedi. Bu arada Türkiyetarım dönemi”nden “sanayi dönemi”ne geçti.

Süleyman Demirel geldi ve altyapı yatırımlarını yaptı. Buna izin verdiler. Çünkü Anadolu’yu kullanabilmek için yola ve baraja ihtiyaç vardı. Bu yatırımlar Anadolu’yu kalkındırmaya başladı. Onu indirdiler, Turgut Özal’ı getirdiler; gayeleri İstanbul tekelini desteklemekti. Özal kapitalizm ekonomisine inanıyordu. Ona göre, bir memleketin kalkınması için o ülkede on-oniki tane büyük firma olmalı ve onlar ekonomiyi yönetmelidir. Orta sınıf ortadan kalkmalı, bütün halk bu on-oniki firmanın emrinde olmalıydı. Özal masonlarla anlaştı. Bunu yapacaktı. Bir şartla; o firmalardan biri de Özal ailesi olmalıydı. Ne var ki evdeki hesap çarşıya uymadı. Özel teşebbüs desteklendi. Bu sefer Türk müteşebbisleri de zengin olmaya başladı. Orta sınıf ve küçük müteşebbisler çökertilemedi. İşte bu sebepten dolayı Özal’ı da götürdüler!..

İhale Tansu Çiller’in üzerinde kaldı. Çiller aldığı kararla Türkiye’yi büyük krize soktu. Ancak halkın elinde birikmiş sermaye vardı. Çünkü 1990’da yapılacak müdahale 94’te yapıldı. Böylece Türkiye’de iş bulamayan halk sermayesi dışarıya taşındı, Türkiye dünyada iş yapan müteşebbisler kazandı. Bu arada Erbakan bütün çalışmaları ile sanayiyi Anadolu’ya taşıdı. Ne var ki ticaret hâlâ İstanbul’un elinde idi. Türkiye’yi çökertmek için 28 Şubat Müdahalesi ile Refahyol Hükümeti’ni indirdiler. Son ihaleyi Ecevit’e ayarladılar. Ecevit zamanında krizler en yüksek seviyelere çıktı, ama Türkiye yıkılmadı. Ters bir olay oldu. Artık İstanbul ticaret merkezi olmaktan çıktı ve Anadolu kendi iç ticaretini yapar hâle geldi.

Son planları; AK Parti’yi iktidara getirmek, onu krize sokmak ve Türklerin son ümitlerini tüketmek idi. AK Parti iktidara gelince ben yazı yazmış, AK Parti için Amerikalılar iki yıllık ömür biçmişlerdir, demiştim. Altı ayda bir deneme yaparak AK Parti’yi nasıl yıkabiliriz planlarını yapmaktadırlar. Daha kesin plan yapamadılar. İlk olarak “başörtüsü krizi” çıkararak Halk Partisi’nin, Cumhurbaşkanı’nın, Ordunun, Yargının AK Parti’ye cephe alıp almayacağını test ettiler. Bunu başardılar. Planlarını bu varsayım üzerinden yürüttüler. Sonra “Irak krizi”ni çıkardılar. Memleketi yıkacak taleplerde bulunarak AK Parti’yi bölüp bölemeyeceklerini denediler. Burada AK Parti’nin bölünebileceği varsayımına girdiler. Mahalli seçimleri de gözetlediler. Başarılı bir sonuca gidemediler.

Türkiye’nin ana sorunlarını hallettirmiyorlar. Türkiye’de patlama için hazırlıklar devam ediyor. Türkiye’nin dört ana sorunu vardır; işsizlik, dış borç, yargı ve basın. Bunlarda herhangi bir düzelme yoktur.

İşte TCK olayı budur. Ceza Kanunu’nun temelleri Roma hukukundan atılmıştır. Her bir madde ve kavram binlerce senedir oluşmuş ve gelişmektedir. Mesela, “şiddet” veya “tehdit” Mezopotamyalılardan beri oluşturulan kavramlardır. İtalyan Ceza Kanunu, İslâm hukukunun da etkisi ile oluşmuş ama tamamen mevcut hukuk terminolojisi üzerinde oturtulmuştur. Türk Ceza Kanunu onun çevirisidir. Hukukçular tarafından çevrilmiştir. Buna rağmen yorumlama yapılırken İtalyan Ceza Kanunu’na başvurulur. Türkiye’de Ceza Kanunu’nu tahrif ederek istedikleri şekilde uygulamak isteyenler böyle yapmaktadırlar. Ama bunu kolay yapamamaktadırlar. Çünkü dev gibi tarihî yorumlar vardır.

Şimdi yapılmak istenen nedir? Yeni ceza kanununu yeni dille yazmak, yeni kavramlar getirmek, yeni suçlar icat etmek, yeni yorumlara imkan vermek istiyorlar. Ceza Kanunu’nda “müessir fiil” vardır. Mesela adamı dövme demektir. Diğeri de hakarettir. Şimdi yeni kavram getirdiler; “işkence”. Bu nedir? Tabii ki yazanlar da bilmiyor. Şimdi “işkence” kavramı ile polisi, yargıyı, savcıyı iş yapamaz hâle getireceklerdir. Bu kavramları basın yoluyla çarpıtıp Türkiye’yi bir anarşi ülkesi hâline sokacaklardır. İşte bu Ceza Kanunu’nun hedefi budur.

Dışarıdan hazırlanıp getirtilen bu yasanın değiştirilmeden geçmesini sağlamak amacıyla Başbakan Tayyib’in yokluğundan da yararlanarak CHP ile uzlaşıp kılına dokunulmadan son maddesini de geçirdiler.

Şimdi son uygulama senaryosunu sizlere takdim etmek isterim: Hiçbir gerek yokken Meclis’i olağanüstü toplayıp kanunu yıldırım hızıyla geçirdiler. Bu arada Tayyib’i Türkiye’den uzaklaştırıp başbakanlığı Gül’e teslim ettiler. Gül saflığı ile gitti ve Ceza Kanunu teklifine dokunulmaması anlaşması yaptı. Gül’ün böyle hinliğe aklı ermez; Cemil Çiçek ise bunu anlayacak kadar akıllıdır, ama aynı oyunu oynadı. Çiçek’e güvenim vardı, çok üzüldüm! Tam son uygulama maddesinde Tayyip Türkiye’ye geldi. Öyle ayarladılar. Ona vahameti anlattılar. Kanunu geri çektirdiler. Maksatları neydi? Abdullah Gül ile Tayyib’in arasını açıp partiyi parçalamak. İşte bu da bir uygulamadır. Şimdi partide dört grup vardır:

a)       Erbakan’a karşı olan Refahçı grup. Bu Tayyib’in grubudur.

b)       Erbakan’a karşı olmayan Refahçı grup. Bülent Arınç’ın grubu.

c)       “Adile Düzen”e karşı Refahçı olmayan Abdullah Gül grubu.

d)       ANAP’tan gelenlerin grubu. Aralarında başkan seçilmemiştir. Cemil Çiçek, Abdülkadir Aksu gibi kişiler olabilir.

İşte şimdi düşündükleri senaryo şudur: Önce AK Parti’yi parçalamak ve dört parti hâline getirmek. Sonra Deniz Baykal’ı başbakan yapmak. Onu da diskalifiye ederek atanmış vali Kemal Derviş’i başbakan yapmak. İşte Ceza Kanunu macerası budur. Ceza hukuku karmaşasını yaratmak, sonra da AK Parti’yi parçalamak.

Başka izah varsa okuyucular göndersinler, bizim internet sitemizde yayınlayalım.

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                        (0532) 246 68 92

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3453 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2648 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2137 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2517 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2517 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2160 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2567 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2469 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1974 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2333 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2238 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2385 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2605 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2424 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3025 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2659 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2973 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2657 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2730 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2941 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3120 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3409 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5458 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3530 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3061 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3848 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3697 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3401 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3858 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3820 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4096 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4607 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3004 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3102 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3953 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3808 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2837 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2930 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3938 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7693 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5579 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4162 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3562 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3708 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4717 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4429 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4724 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4646 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4798 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4538 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3384 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4460 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3610 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5154 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3839 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5135 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 4991 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4916 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3518 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3467 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3682 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5141 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4195 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5402 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4076 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5254 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4405 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4416 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4560 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4756 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5307 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4107 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5250 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4512 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3832 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4364 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4575 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4103 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4085 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4075 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4533 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5634 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9792 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4636 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3690 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3842 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3351 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3374 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3736 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5688 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4239 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3437 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler