ADİL DÜZEN 273
“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 08-10 Ekim 2004 Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 273. SEMİNER (CUMA-C.TESİ-PAZAR) İst. - Ank., 08-10 Ekim 2004
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği) Tel: (0532) 246 68 92
*HAFTALIK TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00), Cumartesi Yenibosna (18.00-21.00)]
ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ – 53
Bu dersin tamamı Yenibosna’da 18.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır.
(Hasan Özket, Yasin Kılar, Hasan Çetinkaya, Reşat Nuri Erol, Lütfi Hocaoğlu, ve ………..… dersi okumuş olarak geleceklerdir.)
Cuma günü Üsküdar’da Reşat Nuri Erol tarafından; Pazar günü Ankara’da Sabri Tekir tarafından anlatılacaktır.
Süleyman KARAGÜLLE
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ
فَاسْتَجَابَ لَهُمْ رَبُّهُمْ أَنِّي لَا أُضِيعُ عَمَلَ عَامِلٍ مِنْكُمْ مِنْ ذَكَرٍ أَوْ أُنْثَى بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍ فَالَّذِينَ هَاجَرُوا وَأُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَأُوذُوا فِي سَبِيلِي وَقَاتَلُوا وَقُتِلُوا لَأُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَلَأُدْخِلَنَّهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ ثَوَابًا مِنْ عِنْدِ اللَّهِ وَاللَّهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الثَّوَابِ(195)
لَا يَغُرَّنَّكَ تَقَلُّبُ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي الْبِلَادِ(196)
مَتَاعٌ قَلِيلٌ ثُمَّ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمِهَادُ(197)
لَكِنْ الَّذِينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا نُزُلًا مِنْ عِنْدِ اللَّهِ وَمَا عِنْدَ اللَّهِ خَيْرٌ لِلْأَبْرَارِ(198)
فَاسْتَجَابََ لهُمْ (FaSTaCAvBa LaHuM) “Onlar için isticabe etti.”
“Ceyb” cep demektir. İçine eşyanın konduğu torbanın veya elbisenin gözü demektir. “Raf” da bir ceybdir. “Cibayet etmek” toplayıp cebe koymak demektir. “Vacib” toplayıp cebe koymasını istemek demektir. Teklif etmeye “icabet” denir. “İsticabet etmek” demek, sorulanları söyleyeceklerimle doldurmasını istemektir. “Dua etmek” sözle istemektir. Allah’ın bunlara verdiği cevabı ben isticabe ettim.
Sözlerinizi, dualarınızı işittim, anladım. Benden dünya ve âhiret saadetini istiyorsunuz, zafer istiyorsunuz, bunun için çalışıyorsunuz. Sizin işiniz budur, göreviniz budur. Bir iş yaparken var gücünüzle sonuç alacak şekilde çalışacaksınız. Bana da onların olması için dua edeceksiniz. Ama Ben şimdi sizlere gerçekleri söylüyorum. Ben sizi bu dünyada sadece zaferlere eresiniz, dünyada servet bulasınız diye yaratmadım. Bu amaçla çalışmanızı emrettim. Siz de çalıştınız. Sonuçlar ise Bana aittir. Kimi ne zaman ne şekilde muzaffer edeceğimi Ben takdir ettim ve takdirim yerine gelecektir.
“Onların lehine isticabe etti”, onlara olumlu cevap verdi demektir.
Türkçede cevap vermek, olumlu sonuç aldı demektir. Aspirin baş ağrısına cevap verdi demek, etki etti, matlup olan sonuç alındı demektir.
رَبُّهُمْ (RabBuHuM) “Rabları isticabe etti.”
Rabları onlara müsbet cevap verdi. Rabları onların dualarını kabul etti.
“Rabları” kelimesini kullanarak demek istemektedir ki; bütün bunlar hep insanları eğitmek, yetiştirmek, gelecekte yaşayabilecekleri hâle getirmek içindir. O bu dünyayı bunun için yarattı. Nitekim biz de insanlar olarak bir okul açar ve insanları orada eğitiriz, imtihan eder ve sınıfı geçiririz.
Kur’an nâzil olduğu zaman günümüzde olduğu gibi böyle okullar mevcut değildi. Ama bugün Kur’an’ın tasvir ettiği tipte okullar, imtihanlar, sınıf geçmeler ve mezun olmalar vardır
İnsanlığın ulaştığı seviye sayesinde bugün bu âyetler çok daha kolay anlaşılır hâle gelmiştir. İleride yeni imtihan şekilleri gelişecektir. Kur’an o zaman bugünkünden daha kolay bir şekilde anlaşılacaktır.
أَنِّي لَا أُضِيعُ عَمَلَ عَامِلٍ (EanNIy LAv EuWIyGu GaMaLu AvMıLın)
“Ben amilin amelini zayi etmem.”
Olumsuz sığadan nekire gelirse bu istiğrak için olur. Yani, hiçbir amilin hiçbir amelini zayi etmemek demektir. Bir kelime marifeyi tamamlarsa kendisi marife olur. “Amele amilin” dediğimizde, herhangi bir amilin herhangi bir ameli demek olur. Marife izafe edilirse bilinen kişinin bilinen ameli demek olur. Eğer nekire marifeye veya marife nekireye izafe edilecekse o zaman orada “Min” veya “Li” harfi kullanılır. Nekire nekireye izafe edilmiştir. Dolayısıyla anlamı “Hiçbir amilin hiçbir amelini zayi etmem” demek olur.
Adil Düzen Çalışanları “Adil Düzen”de bir başarı elde edememişlerse zannetmeyiniz ki bu ameller boşa gitmektedir. Bir sonuç elde edilememektedir ama Allah hiçbir amilin amelini zayi etmeyecektir.
مِنْكُمْ مِنْ ذَكَرٍ أَوْ أُنْثَى (MiNKuM Min ÜaKaRın EaV EuNSAv)
“Sizden erkek olsun kadın olsun kimsenin hiçbir amelini zayi etmem.”
Burada cevap verirken “Sizden” diyor. Dolayısıyla isticabeyi özelleştiriyor.
Allah Adil Düzen Çalışanlarının amellerini zayi etmeyecektir. Çünkü Allah onları Kur’an’ı, şeriat hükümlerini, barışı, hak ve adaleti dünyaya yaymak için görevlendirmiştir. ‘III. Bin Yıl Uygarlığı’nı kurmak için görevlendirmiştir. Bu hususta çalışanların amellerini Allah zayi etmeyecektir. Bu uygarlık kurulacaktır. Bundan dolayı için “Sizden” kelimesi ile tahsis yapmıştır.
Allah hiçbir kimsenin hiçbir amelini zayi etmeyecektir. Herkes zerre miskali hayır işlese karşılığını verecektir; on misli verecektir; yetmiş misli verecektir. Ancak Adil Düzen Çalışanlarına yani Kur’an’ı tebliğ etmeye ve yaşamaya azmetmiş cemaatin amellerini zayi etmemeye ayrı bir vurgu yapmaktadır.
Sizler neredesiniz biliyor musunuz? Hangi koltukta oturduğunuzdan haberiniz var mı?
Hazreti Nuh’un, Hazreti İbrahim’in, Hazreti Musa’nın, Hazreti İsa’nın, Hazreti Muhammed’in yerinde oturuyorsunuz; onun halifesisiniz. Size Cebrail gelmiyor; ama Kur’an ve ilim sizlere akıyor. Dolayısıyla onlar nasıl başarıya ulaştılarsa siz de başarıya ulaşacaksınız.
Hazreti İsa’nın sadece on iki arkadaşı olmuştu. Ama şimdi iki milyar cemaati vardır. Hazreti İsa’ya inananlara Müslümanları da dahil edebilirsiniz, o zaman dört milyar olur.
Siz de bugünkü azlığınıza ve zayıflığınıza bakmayın. Onlar gibi amel ederseniz siz de oradasınız.
Burada “Minküm”den sonra da “Erkek ve Kadından” olarak bedelini getirdi.
Burada çok açık olarak anlaşılıyor ki; “Adil Düzen” için çalışma yalnız erkeklerin işi değildir, yalnız gençlerin işi değildir, yalnız yaşlıların işi değildir. Erkek de kadın da nekire getirilmiştir. Sizden her kim olursa olsun; erkek veya kadın, kadının genci veya yaşlısı, erkeğin genci ve yaşlısı, hepsinden kim olursa olsun amelleri zayi olunmayacaktır. İstanbul Yenibosna cemaatinde kadınlar ve erkekler yer almaktadırlar, yaşlılar ve gençler yer almaktadırlar. Bu durum iyi haberlerin habercisi olmaktadır.
Burada erkek ve kadından kim olursa olsun haberi verilmektedir. İş’ari olarak ancak böyle bir cemaatin başarıya ulaşacağı bildirilmektedir. Yedi yaşından sonra yapılan her amel sevap defterine yazılmaya başlar. Günahlar ise onbeş yaşında yazılmaya başlar.
Burada çok önemli bir hususa işaret etmekte yarar vardır. Gerek Hazreti Peygamber, gerekse sahabeler evlenmelerde hep Allah rızasını aradılar. Siz de ey Adil Düzel Çalışanları; gerek genç kız veya genç erkek olarak evlenirken, “Adil Düzen” hedefi içinde evlilik yapacaksınız. Kız diyecek ki; öyle birisiyle evlenmeliyim ki “Adil Düzen” çalışmalarıma kocam engel olmasın, hattâ katkısı olsun. Erkek de diyecek ki; öyle birisiyle evleneyim ki “Adil Düzen” çalışmalarıma mâni olmasın, o da katkıda bulunsun. Anne baba da bu yolda onlara yardımcı olsun. Açık ve samimi olarak söylüyorum; imtihanlardan geçip mü’min olmanın bir şartı da eş ve çocukların, kardeş ve anne babanın engellerine takılmamaktır. Kimseyi zorlayıp da Adil Düzenci yapamayız. Ama eğer anne babanız sizi Adil Düzenci olmaktan alıkoyuyorsa, o engeli aşmanız gerekir. Eşiniz, çocuklarınız, kardeşleriniz engel olmaya çalışıyorsa, onları aşmanız gerekir. Daha evlenirken bunları düşünerek evlenmelisiniz.
Başka bir tavsiyem de; evlenmemiş olan erkek ve kızlar, bilhassa Adil Düzen Çalışanları mutlaka evlensinler. Böylece “Adil Düzen Çalışmaları daha da güçlenecektir. Baştan evlenirken taviz vermezlerse, onlar daha sonra artık herhangi bir tavizi talep edemezler.
بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍ (BaGWuKuM MıN BaGWı) “Birbirinizdensiniz.”
Kur’an yani Allah burada çok önemli bir hususa işaret etmektedir. Bir kadın ile erkek için “birbirinizdensiniz” demek suretiyle anlaşılıyor ki; kadınlara savaş farz değildir, ama cihad farzdır. Bütün insanların, kadın veya erkek herkesin cihad etmesi gerekir.
“Adil Düzen”de bu çalışmalar erkek veya kadın olsun fark etmez. Her ikisi de eşit şekilde yükümlüdürler. Sahabe hanımlar savaşlara bile farz olmadığı halde katılmışlardır. Bu bir heyecandır. Toplulukta bu heyecan bir doğdu mu, ondan sonra sel gibi onu durdurmak mümkün değildir.
1950’lerden beri ülkemizde böyle heyecanlar gelip geçti. Demokrat Parti, Adalet Partisi, Millî Selâmet Partisi, ANAP, Refah Partisi, AK Parti böyle heyecanların oluşturduğu akımlardır.
Adil Düzencilerin farkı; iktidar olmak için değil, “Adil Düzen” için, Allah’ın nûrunu tamamlamada katkıda bulunmak için kadın, erkek, çocuk, büyük olarak harekete geçecek olmalarıdır. O heyecanı duydukları anda sorun çözülmüş olacaktır. O heyecana doğru yaklaşmakta olduğumuzu sezer gibi oluyorum.
Bu âyetler bize o günlerin habercisi olacaktır, inşaallah...
فَالَّذِينَ هَاجَرُوا (Fa elLaÜIyNa HavCaRUv) “Muhaceret eden kimseler.”
Bundan önce kendilerine Kitab verilenlerin onu açıklayacaklarını, hiçbirini gizlemeyeceklerini taahhüt ettiklerini bildirmiştir. Kitap verilenlerin içinde Tevrat ve İncil verilenler olduğu gibi, Kur’an verilenler de dahildir. O Kitap verilenlerin içine biz de dahiliz. Çünkü Kur’an şimdi bize nâzil olmaktadır. Kur’an menkul kitap değildir. Kur’an vahyî bir kitaptır, her zaman vahy olunmaktadır. Tevatüren nakil şartı da bunun için vardır. Ondan sonra elbâb sahibi, lüb sahibi olanlardan bahsetmiş, onların dualarını öğretmişti. Sonra da dualarının kabul edildiğine işaret etmişti. Ancak duanın kabulü için “Adil Düzen Çalışanları”nın neler yapacaklarını çimdi açıklamaktadır.
“Fa” harfi getirilmiştir. Bundan önce söylenenleri açıklamaktadır. Duanın kabul şartlarını söylemektedir. Adil Düzencileri anlatmaktadır. Bunların ilk vasfı birbirine hicret etmektir.
Burada “Hecera” kelimesini kullanmaktadır. “Hâcerû” denmektedir. Yani, birbirine göç edenler demektir. Adil Düzen Aileleri bir araya gelip yaşamalarını, sonra çalışmalarını birleştirmedikçe mü’min cemaat olamazlar ve asla “Adil Düzen” uygulamasına geçemezler. Bizim şimdi yaptıklarımız “Adil Düzen Cemaati”nin oluşmasına hazırlık yapmak ve yardımcı olmaktır. Bu muhaceretin ilk adımları atılmaktadır.
Ümraniye’de gelişme olmuş, Reşat Erol bugünlerde ailesiyle birlikte muhacir olmuştur. Gürsel Kartal da ortağı ile birlikte ensar olmaya karar vermiştir. Japonya’da faaliyette bulunan bir derviş (Nimetullah Hoca) Gürsel Kartal’a konuk olmuş ve Reşat Erol ile karşılaşmıştır. Reşat ona hicret edeceğini ama ev bulunamadığını söylemiş; birlikte yapılan duadan kısa zaman sonra (ertesi gün) ev ile ilgili haber gelmiştir. Gürsel Kartal’ın mağazasının tam üstü boşalmıştır. Daha sonra Gürsel Kartal’ın delâleti ile ev üzerinde anlaşma olmuştur.
Oraya taşınma muhacerettir, birbirine göçtür, ‘muhacir’ ve ‘ensar’ olmaktır.
“Tehacerû” denmesi gerekirken, “muhaceret” bâbı kullanılmıştır. Bunun manâsını şimdi anlamış bulunuyoruz. Çünkü muhaceret iki aileyle de başlayabilir.
Sonra muhaceret iki cemaat arasında olur, ‘muhacir’ ve ‘ensar’ arasında olur.
Yenibosna’da yaptığımız çalışmalarla benzer muhaceretin olması istenmiştir. Nurettin Sarı ensar olmayı kabul etmiş, yazıhaneyi tahsis etmiş ama çocukları çalışmalara devam edememişler ve oraya hicret gerçekleşmemiştir. Bundan sonra ne olacağı bilinmemektedir. Ama hadiseler belki de orada da muhacereti gerçekleştirecektir. Hasan Özket’ler oraya yani Yenibosna’ya taşınacaklar, yahut Ümraniye’de toplanma olacaktır. Sonunda hedefimiz arazimiz bulunan Bahşayiş’te (Çatalca) siteleşmedir.
Ama Allah’ın bizleri nerelerde toplayacağı bilinemez. Belki de Türkiye’yi terk ederiz.
Bunları göze alamayanlar “Adil Düzen Mü’minleri” olamazlar.
وَأُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ (Va EuPRıCUv MıN DiYARıHıM) “Ve diyarlarından ihraç olundular.”
Burada “Va” harfi ile atfedilmiştir. Normal ifadede diyarlarından çıkarıldılar ve bunun üzerine hicret ettiler denmesi olurdu. Oysa Allah “Fa” harfi ile değil, “Va” harfi ile bağlamış, hem de çıkarılmayı sonraya almıştır. Reşat Erol için de bu çıkarılma sözkonusudur. Hicrete niyet etmiş ama bir türlü karar verememiş, ev sahibinin bir evlilik vesilesiyle gerçekleşen zaruri talebi ile 17 yıldır (1988-2004) oturduğu evden çıkmıştır.
Ben de 1960’larda çalışmakta bulunduğum resmi işi bırakmayı çok arzu etmiş ama bunu bir türlü başaramamıştım. Kesin karar vererek istifa edip ayrılamıyordum. Bir gün iş yerine gitmek için otobüs durağına giderken şöyle dua ettim: “Yarabbi! Ben istifa edemiyorum. Sen bana yardım et. Sen beni bu hizmete getir.” İşyerime geldiğim zaman masamda bir belge buldum; “İşimiz bittiğinden kendine on beş gün içinde iş ara!”
Mekke’den Medine’ye göç de böyle olmuştur.
Firavun’un zulmü olmasaydı İsrail oğulları Mısır’dan zor çıkarlardı.
Şimdi de Adil Düzen Çalışanları bir araya gelemiyorlar. Ama gelecekte en basit olarak her taraf anarşi yuvası hâline dönüşecek ve yardım talep etmek için komşu komşuya seslenemeyecektir. Biz beş yıl kaldığımız Kırgızistan’da bu durumu yaşadık. Teröristler apartmana gelip işkence yapıyorlar, ama kimse polise telefon edemiyor, çünkü polis de onlarla işbirliği hâlindedir. Telefon ederseniz, polis onlara telefon ediyor, sonra bu sefer sizi de haber verdiniz diye öldürüyorlar.
Türkiye’de de “Adil Düzen” gelmezse böyle olacaktır. Polisin elinden bütün yetkiler bunun için alınıyor, idam cezaları bunun için kaldırılıyor. İşte o zaman kurulmuş “Adil Düzen Sitesi” emin site olacaktır. Çünkü birbirine bağlı olanlar polise telefon edemezse belki kendileri çıkıp eşkıyaları etkisiz hâle getirecek, böylece bu siteler emin siteler olacaktır.
Bu anlattıklarımın örnekleri benim bucağımda (Artvin Borçka’da) cereyan etmiştir. Halk silahlı dayanışma içinde olduğu için Rus birlikleri ve Ermeni çeteleri gelip silah bile toplayamamışlardır. Yugoslavyalı bir subay mühendis orada da benzer taktikle savaş dönemlerini zararsız atlatmış olduklarını anlatmıştı. 1970’li yıllarda ülkemizde yaşanan anarşi zamanında “İzmir Akevler Sitesi” emin yer olmuştur.
İşte yarın bütün Adil Düzenciler emin yer olarak “Adil Düzen Sitesi”ni bulup oraya göç edeceklerdir. Tav’an ve kerhen, isteyerek veya istemeyerek Allah’a itaat edeceklerdir. Demek ki Allah mü’minleri doğru yolda harekete zorlamak için de askerdeki komutanın dayak atması gibi tokat atmaktadır.
وَأُوذُوا فِي سَبِيلِي (Va EUvÜUv Fıy SaBiYLIy) “Ve sebilimde eziyet edildiler.”
Yine ihraçtan sonra hicret zikredilmektedir. Çünkü bunlar birbirinin peşinden olmamaktadır. Birlikte veya önce ve sonra farklı zamanlarda olmaktadır. Türkiye’de mü’minlere tam seksen senedir eziyet edilmektedir. Ama Türk halkı bir taraftan bu eziyetlere sabrederken, diğer taraftan dininden vazgeçmiş değildir.
Türk milleti bugünlerde AB vesilesiyle gündemde olduğu üzere ‘zinacı’ olmuş değildir; hattâ ‘faizci’ bile olmamıştır. İşte bu cemaat içinde “Adil Düzen”i getirmek üzere göreve çağrılıyoruz. Celpname gelmiştir. Artık cihad ordusuna katılmalıyız. Bu arada savcılar hemen heveslenmesinler; ‘cihad’ gayret demektir, harb demek değildir. ‘Ordu’, örgütlenmiş topluluk demektir. Zaten örgüt ile ordu aynı köktendir. Hatta Batıdaki ‘organize’ kelimesi de aynı kelimeye akrabadır.
Etrüskler Kafkaslar’dan Anadolu’ya gelen ırktır. Türkler de Kafkaslar’dan Orta Asya’ya gitmişlerdir. Etrüskçe ile Türkçe akraba dildir. İtalya’ya geçen Etrüskler Lâtince’ye büyük bir şekilde etkili olmuşlardır.
Savaşı devletler yapar. “Adil Düzen” yönetime gelirse elbette devletin gereği ne ise yapacaklardır. Adaleti ve devleti kayıtsız şartsız koruyacaklardır. Ama Adil Düzenciler iktidar olmadan asla zor kullanmazlar. Yargı kararları olmadan da herhangi bir şekilde zor kullanmazlar.
وَقَاتَلُوا وَقُتِلُوا (QavTıLUv Va KuvTıLUv) “Mukatele ettiler ve katl olundular.”
Kur’an’ı okuyup düşündükçe Allah’ı gözlerinle göremesen de O’nu kulaklarınla işitirsin.
Biz bu cümleyi söyleseydik; “Katl ettiler ve katl olundular.” derdik.
Oysa Allah “Mukatele ettiler ve katl olundular.” diyor.
Müminler katl etmez. Sadece savunmaya geçer. Savaş yapar. Savaş fitnenin ve zulmün ortadan kalkması için yapılır. Gaye katl değildir; tam tersine katli ortadan kaldırmaktır. O halde maktuller vardır ama katiller yoktur. Katl olan savaştır. O sebeple burada “Kâtelû” denmiştir. Buradaki bu ifade bunu ifade eder. Mü’minlerin vasıfları bunlardır. Katletmek için savaşmazlar. Tam tersine katli durdurmak için savaşırlar.
Kangren olan uzvu nasıl kesiyorsak, kangren insanları da katletmek zorunda kalabiliriz.
“Katl olundular” denmiş olması, bize çok açık olarak mü’minlerin cemaat olarak galip geleceklerini göstermektedir. Ama içlerinden eziyete uğrayan ve öldürülenler olacaktır. Zaten bunlar olmazsa imtihan olmaz.
Hatırlanacağı üzere, şehitlerin gazilerden daha üstün mertebeli olduğunu, muhasebe yapılmadan yani hesaba çekilmeden doğrudan doğruya cennete götürüleceklerini daha önce açıklamıştık.
لَأُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ (LaEuKafFıRanNA GaNHuM SayYıEAvTıHıM)
Onların seyyielerini tekfir edeceğim.”
Dua ederken; “Zenblerimizi mağfiret et ve seyyielerimizi tekfir et ve bizi ebrârlarla birlikte haşret.” diye dua etmiştik. Allah şimdi burada ona cevap veriyor ve seyyieleri tekfir edeceğini söylüyor, kötülüklerini kapatacağını bildiriyor. Dünyadaki zulmün, açlığın, borcun, medya yalanlarının biteceğini haber veriyor. Ama buraya, bu merhaleye varmamız için daha yapacağımız pek çok işler vardır.
Önce “Adil Düzen aşireti”ni aynı mahalle göç ederek kuracağız. Sonra aynı sitede toplanıp kooperatif olarak bin haneli bir “Adil Düzen sitesi”ni kuracağız. Sonra “Adil Düzen partisi”ni kuracağız. Sonra diğer partilerle uzlaşarak “Adil Düzen anayasası”nı çıkaracağız. Sonra bize saldıracak düşmanların saldırılarını bertaraf edip onları yeneceğiz. “Adil Düzen”i ülkemize hakim kılacağız, dünyaya örnek olacağız.
Ya böyle olacak; ya da bugünkü devlet “Adil Düzen”in kurulmasına imkân sağlamazsa, Batı ile bir olup zulme devam ederse, o zaman bu devlet yıkılacaktır. Allah yıkacaktır, biz değil. Bundan sonra Adil Düzenciler meydanı boş bulacaklardır. Adil Düzenciler II. Cumhuriyet olarak “Adil Düzen”i İstiklâl Savaşı sonrasında olduğu gibi iktidara taşıyacaklardır; hakimiyet-i milliye ve kuva-yı milliye içinde taşıyacaklardır.
وَلَأُدْخِلَنَّهُمْ جَنَّاتٍ (Va La EuDPıLanNaHuM CanNaTın) “Onları cennetlere idhal edeceğim.”
Yani, cihad için muhaceret edenleri, ihraç edilenleri, eziyete uğrayanları, mukatele edenleri, katl olunanları idhal edeceğim. Nerelere? “Onları cennetlere idhal edeceğim.” diyor Allah.
Kur’an daha önce de şehitlerden bahsetmiştir. Burada cennetlere gelmiştir, hem de müennes cem’ (çoğul) olarak gelmiştir. Bunun anlamı şudur. Cennet grupları olacaktır. Bağlık ve bahçelik siteleri olacak, bu dünyada muhaceret edip site kuranlara Allah âhirette de kendilerine özel site kuracak ve orada yerleştirecek, onları orada toplayarak izzet ve ikram edecektir.
Türklerde bir söz vardır: “Dünyada mekân, âhirette iman.” Doğrudur. Ama dünyada iman edenler ve mekân hazırlayanlar âhiretleri için de mekânlarını hazırlamışlardır. Orada mekâna ihtiyaç vardır. Dünyada da imana ihtiyaç vardır. Biz burada “Adil Düzen”i inşa ederken Allah da âhirette bize bir cennet sitesini inşa ediyor. Cennet kelimesinin dişi kurallı çoğul olması siteyi ifade eder, nekire olması da özel olduğunu ifade eder.
تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ (TaCRIy MıM TaXTıHAv elEaNHARu)
“Tahtından nehirler cereyan eder.”
Âhiret hayatı rüya hayatı değildir. Bu dünyada olduğu gibi yeme, içme ve iş yapmanın olduğu bir hayattır. Cennette ceza yoktur, ama cennet ehlinin amellerine mükâfat vardır.
Burada “Nehir” kelimesi marife gelmiştir. Bu nehirler Kur’an’da tarif edilmiştir.
a) Orada bozulmayan sulardan ırmaklar vardır.
b) Orada tertemiz baldan ırmaklar vardır. Arılar çiçeklerden bal toplayıp depolara akıtacaklar. Bal borularla akıp bir bal gölünde toplanacak. Oradan seçerek alıp tekrar çiçeklerin bulunduğu küçük depolara taşıyacaklar. Böylece yağmurun döngüsü gibi ırmak halinde döngüde bulunulacak. Biz tertemiz balı kâselere dolduracağız. Burada “musaffa” kelimesi kullanılmıştır. Saflaştırılmış yani arıtılmış demektir. Birlikte saflaştıran arılar farklı arılar olacaktır.
c) Orada şarapların lezzetli üzüm hamrı vardır. Şarap aslında yüksek vitaminleri ve kalori içeren bir içkidir. Kötülüğü, sinirlere etki ederek insanı sarhoş etmesi ve alışkanlık getirmiş olmasıdır. İnsanın genetiğinde yapılacak küçük değişiklikle üzüm şarabının bu etkisi giderilmiştir. Artık lezzetli bir şekilde bu şaraptan nehir olacaktır. Bu nasıl olacaktır? Üzüm yine genetik olarak şaraplaşır, arılar bal yerine şarabı üretirler. Irmaklar olur ve göller oluşur. Biz de çeşmeden doldururuz.
d) Ve taamı tagayyür etmeyen süt ırmakları. İnekler otlayacaklar. Sütler ineklerin memelerinden akacak. Nasıl böbreklerde boşalma mekanizması varsa, öyle bir mekanizma da hayvanların memelerinde olacaktır. Gölcüklere akıtacaklar, süt denizi olacak ve denizden içen ineklerle geri dönecektir. Tam bozulmayacak çünkü süt denizinde sütü yoğurtta olduğu gibi bozmayacak bakteriler olacak. Bu sütten inekler içecek, arıtacak, tekrar arınmış süt hâline getirip o denize akıtacaklar.
Cennetteki hayatı yavaş yavaş kavramaya doğru gidiyoruz.
Böylece biz de balı dolduracağız. Su, vitamin, enerji, azotlu maddeler ve insanın bütün ihtiyaçlarını gideren bir düzen, ayrıca meyveler ve lahm-ı tayr (kuş eti) vardır.
ثَوَابًا مِنْ عِنْدِ اللَّهِ (ÇaVABan MıN EıNDı elLAHı) “Allah’ın indinden bir sevab olmak üzere”
“Sevb” elbise demektir. “Sad” harfi ile olduğu zaman isabet etmek, doğru olmak anlamındadır.
“Se” harfi ile olunca karşılık demektir. Allah tarafından dikilmiş bir elbise olmak üzere.
Terziler kişinin bedenine göre elbise biçerler. İnsana karşılık verirken, ona uygun ve onun ihtiyaçlarını karşılayacak karşılık vermek sevaptır. Başı ağrıyana aspirin verseniz sevap olur. Aç olana su verseniz değil, yemek verseniz sevap olur.
“Allah’ın indinden” denince, O’nun tarafından size uygun olarak biçilmiş elbise demektir.
وَاللَّهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الثَّوَابِ (Va elLAHu GıNDaHUv XusNu ellÇaVABı)
“Sevabın hasen olanı Allah’ın indinde olanıdır.”
“Kabih” çirkin demektir. Onun karşılığı “Hüsn”dür. “Sü’” kötülük demektir. Onun karşılığı da “Hüsn”dür. “Hüsn” demek, ideal olan demektir. İnsana en uygun olan karşılık Allah’ın yanındadır.
Cennet böyle bir cennettir.
Suda yaşayan hayvanlara koşar ayak vermek sevab olmaz. Karada yaşayan hayvanlara da galseme (solungaç) takmak olmaz. Ancak genel olarak herkesin yararlanacağı vasıtalar yaratılır. Kişiler oraya konur. Orada kimi daha rahat, kimi daha az rahat yaşar. Oysa Allah’ın indinde olan sevab herkese kendi kendilerine uygun cennetlerdir. Buna “cennet-i firdevs” de denir. Ferdî cennet. Kendisine uygun ve düzgün cennet.
Bunların birleşmesinden oluşmuş cennetler yani bağlıklar birliği de “cennât” olur. Hepsi de orada yerleşmiş olanların isteklerini karşılayacak bir cennet. Bu sebepledir ki tek tiplilik daima sıkıntı ortaya çıkarır. Parselasyon yaparken sadece sınır şartlarını koymalı, yapıları kişiler nasıl isterlerse öyle yapmalıdırlar. Kişiler tek tipteki bir uygulama ve anlayışa alınmamalıdırlar.
لَا يَغُرَّنَّكَ (LAv YaĞurRanNaKa) “Seni ğarr etmesin.”
“Ğavr” yere batan su demektir. “Ğâr” mağaradır. Su topraklı sahada ırmak olarak akarken kumlu yere gelince batar. Kayboldu sanırsın, ama ileride yeniden ortaya çıkar.
İşte insan böyle olabilir. Göründüğü gibi olmaz, söylendiği gibi değildir. Ayrıca “Gur” içi boş demektir. Cevizi, fındığı kırarsınız, içinden bir şey çıkmaz. Bazı böcekler kendilerine kozalak yapar ve onu dala asarak yaşarlar. Kendilerini koruması için benzer boş kozalak yaparlar ve onları da asarlar. Onlardan birine saldırı olunca sonra ona karşı tedbir alırlar. Yahut saldıranların da düşmanları var, bu sefer bu suretle ortaya çıkarlar.
İşte bunların hepsi ğurrdur, kandırmadır, aldatmadır. Şeytan en çok böyle tuzak kurar. Bir hayır işe başladınız mı önce caydırmaya başlar. Başaramadı mı bu sefer daha büyük iyilikleri vaat eder ve o işi bıraktırır.
İşte görünüşe bakarak aldanmayasın. Kumların altına dalan suyun kaybolduğunu sanma. Mü’minlerin sıkıntıya girmesi, kâfirlerin başarılı olması seni yanıltmasın.
تَقَلُّبُ الَّذِينَ كَفَرُوا (TaQalLuBy elLAÜIyNa KaFaRUv) “Küfretmiş olanların takallubları.”
“Kalb” yürek demektir. “Takallub etmek” demek, sıkışıp açılmak, toplanıp dağılmak demektir. Merkezî bir yerde toplanıp dağılmak anlamındadır. Böylece canlılık ortaya çıkar.
Denizlere varan sular takallub ederek yani buharlaşarak dağlara varır ve tekrar denize ulaşırlar. Canlıların yaptığı solunumla havaya salınan karbondioksit sonra bitkiler tarafından geri alınır. Devretmek suretiyle faaliyet olur. Bu devridaim ya evrimle ya da çökme ile sürer.
“Küfretmiş olanlar”, iman etmiş olanlar karşılığıdır.
Fizikte Newton’un bir kanunu vardır. Her etkinin bir tepkisi vardır. Tepki etkiye eşittir. Sosyal düzende de bir iman edenler cemaati oluştu mu, onun karşısında küfür cemaati de oluşur. Bunlar arasında başlayan çatışma imanın yerleşmesini sağlar. Onlar sürtünme kuvvetleri gibidir.
Adil Düzen çalışanlarına karşı hemen cephe oluştu; küfür cephesi oluştu. “Adil Düzen”i söndürmek için yarışa girildi. “Ben bunu bu hâle getirdim ve Adil Düzene engel oldum!” diyerek DYP Genel Başkanı Tansu Çiller öğünmüştü! 28 Şubatçılar şatafatlı saldırılara girişmişlerdi! Sonra ne oldu? Siyasiler siyasi mevta oldu. 28 Şubatçılar da tasfiye edildi. Şimdi de bize karşı direnenler, “Adil Düzen”e karşı olanlar yok olup gideceklerdir.
فِي الْبِلَادِ (Fıy elBıLADı)
“Beldeler içinde takallub etmeleri seni yanıltmasın.”
Küfrün gelişmesi şöyle olur. Merkez oluşacağına gövde oluşur. Bütün beldelere yayılır. Beyinsiz koskoca dev bir kuruluş olur. Halbuki Adil Düzencilerin ise önce beyni oluşur, bilgisi oluşur, merkezi oluşur; sonra gövde gelişir. Böylece beyinsiz gövdenin yerini beyinli gövde alır.
Onun için burada “beldelerde takallub etmeleri” ile ifade edilmiştir. “Belde” kuralların merkezidir.
Yani, bu kuruluşların özelliği şudur. Halka inmezler. Merkezleri yoktur. Ama beldelerde faal haldedirler. Çıkarcıların grupları oralarda yerleşmiştir. Sömürü grubu olarak organize olup faal haldedirler.
Adil Düzencilerin ise güçlü merkezleri vardır. Aracıların etkisinde değildirler. Kendi inançları ile her an “Adil Düzen”e katılmak üzere hazırdırlar.
Onların bütün beldeye, bütün ülkeye hakimmiş gibi takallub etmeleri seni yanıltmasın. Merkezin faaliyetlerine bakıp akıntıya kürek çekmektedirler; yoksa düşünüp planlayıp ne yapacaklarını bilerek hareket etmemektedirler. Nitekim Sovyetler de böyle yapmıştı. Sonra yıkıldılar. Halk içinden samimiyetle sizi tasvip etmektedir. Halk iktidara karşı gelemez, iktidara itaat eder. Ama gönlünden o zalimlerin gitmesini ve Adil Düzencilerin gelmesini ister. Beklerler. Günü gelince fevc fevc Allah’ın dinine yani düzenine hücum ederler.
İşte siz o zaman düşünen beyne sahip iseniz sorun kalmaz.
Demokrat Parti’den başlayıp bugüne kadar gelen iktidarlarda görüldüğü gibi; topluluğun beyni dumura uğramışsa ve ambale olan başkanların gafletleri ile yönetiyorsa, olacaklar daha baştan bellidir. İyi biliniz ki onların başlarına gelenler, aynı şekilde hareket ederseniz sizin başınıza da gelecektir.
مَتَاعٌ قَلِيلٌ (MaTAGun QaLIyLun) “Kalil bir metadır. Az bir yaşamadır.”
Bunun böyle olduğu 1950’den beri Türkiye’deki iktidarlar sayesinde fazlasıyla örnek olarak yaşandı. Sovyetler böyle çöktü. Yarın ‘faizci’ Amerika’nın başına gelecek olan da budur. Daha sonra ‘zinacı’ Avrupa’nın başına gelecek olan da budur. Onların dümen suyundaki faizci ve zinacı tavrı ile AK Parti’nin başına gelecekler de budur. Duamız, bunların tevbe etmeleri ve kalil metadan vazgeçip hâlid hayatı tercih etmeleridir.
Burada “Kalil Meta” nekire gelmiştir. Her küfür taifesinin ömrü farklıdır demektir.
ثُمَّ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ (ÇumMa MaEVAvHuM CeHenNeMu) “Sonra me’vaları cehennemdir.”
Burada “Sonra” denmiş olması şunu gösteriyor. Bu takallubdan sonra bu dünyada helâk olacaklar; âhirette de me’vaları cehennemdir. “Fa Me’vahum” denmiş olur. “Kalil” kelimesinin nekire olarak ifadesi, bunlardan her birerlerinin kısa veya çok kısa ömürleri vardır demektir.
Üçüncü bin yılın başına gelmiş bulunuyoruz. “Adil Düzen”in zaferi için daha çok bekleneceğini zannetmiyorum. Üçüncü bin yılın ilk otuz senesi içinde “Adil Düzen”in kendisini etkin bir şekilde göstereceğini zannediyorum. Bediüzzaman’ın işaret ettiği de doğrudur. Bin yılın üçte birinde II. İslâm uygarlığı zirveye çıkıp duraklamaya başlayacak, son üçte birine kala gerilemeye başlayacaktır
Buradaki beldelerin yerini orada cehennem siteleri alacaktır. Mü’minlerin kurdukları iman siteleri cennette bağlık siteleri olacaktır. Kâfirlerin beldeleri ifsat etmeleri karşılığı cehennemde barınakları olacaktır.
وَبِئْسَ الْمِهَادُ (Va BıESa eLMıHaDu) “Mihad bais olmuştur.”
Burada “el-Mihad” marife getirilmiştir. Cins isimdir. Mehdlerin en kötüsü denmiş oluyor.
“Mehd” beşik demektir. Ancak beşik demek yerleşip istirahat edilen yer anlamındadır.
“Temhid etmek” rahat ettirmek demektir. Cehennem böyle kötü bir yerdir denmiş oluyor.
لَكِنْ الَّذِينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ (LavKıNı elLaÜIyNa ltTaQaV RabBaHuM)
“Lâkin Rablarından ittika edenler.”
“Lâkin” menfi veya müsbet cümleden sonra aksi olan cümle gelir, eskisinden farklı bir haber gelir.
“Ben İstanbul’a her hafta gitmiyorum, lâkin yazılarımı gönderiyorum.” böyle bir cümledir.
Bazen “Lâkin” bazen de “Velâkin” olarak gelir. Sonunda Nunu teşdid de yapışır. “Velâkin” geldiğinde, ilk cümleden başka haber verilir. “Lâkin” olunca, daha çok o cümlenin açıklaması olur. Bir tür “İllâ” anlamındadır, istisnadır. Ancak “İllâ”da istisna edilen tâli cümledir. “Lâkin”de ise olunan cümle tâlidir.
Burada “Rablerine ittika edenler” takallub edenlerden daha önemli ve asıl olduğu için “Lâkin” kullanılmıştır. Bunlar kimlerdir? Bunlar cihad yapmış olsun veya olmasın, bütün müslimlerdir. Yani, mü’minlerin yanında yer almamış olsalar bile, eğer ittika etmişlerse onların hepsi cennettedir. Bu dünya hayatında cihad etmeyenler de helâk olabilirler ama âhirette ittika etmiş olduklarından dolayı cehenneme değil, cennete gideceklerdir.
Cihad yapan mü’minlerden bahsetmişti. Kâfir olmayan ama mü’min de olmayan müslimlerden bahsederek Allah onlara da cennet vaat etmektedir.
“İttika etmiş” demek, şeriata göre davranmış, cihat yapmamış ama hayatını fitne, ism ve isyan içinde geçirmemiş demektir. Tabii ki mü’minler de muttakidir.
لَهُمْ جَنَّاتٌ (LaHuM CenNAvTun) “Onlar için de cennetler vardır.”
Yine burada “Cennet” kelimesi nekire ve müennes cem’dir. Yani, yukarıda zikredilen mü’minler için kurulan siteler gibi müslimler için bağlık siteleri vardır. Ayrı olmasını nekireden anlıyoruz. Site olduğunu dişi kurallı çoğuldan anlıyoruz. Mü’minler birbirlerini sitelerde ziyaret edeceklerdir. Ancak meskenleri farklı olacaktır. Orada amel edenlerin dereceleri yükselerek ileri cennetlere gidebileceklerdir.
تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ (TaCRıY MıN TaPTıHav elEaNHAvRu)
“Onların tahtında da baldan, sütten, hamrdan ve sudan oluşan ırmaklar vardır.”
Bu ırmaklar değişik siteleri birlikte beslerler. Onun için burada “el-Enhâr” marife gelmiştir. Yukarıdaki ırmakların aynısıdır demektir. Siteler ayrı ayrı ama nehirler bir.
خَالِدِينَ فِيهَا (PavLıDIyNa FıyHAv) “Orada hâliddirler.”
Yani, onların cennetten çıkacakları yoktur, devamlı olarak orada kalacaklardır. Dünyadaki ittikaları onlara oradaki bu cennetlerde beraber kalmalarına yeter.
“Hâlid” kelimesi burada yalnız cennetliklere kullanılmıştır. Yukarıda ise “Me’vaları Cehennemdir. Orası ne kötü yerdir.” denmiştir. Hâlid olarak kalacaklarından bahsetmemiştir. Oysa burada hâlid olarak bahsetmiştir. Sadece bu âyete baktığınızda cehennemde devamlı kalınmayacaktır.
Başka âyetlerde cehennemliklerin de hâlid oldukları belirtilir. Burada zikredilmemesi, kiminin orada hâlid olmadıkları, kiminin de hâlid oldukları şeklinde tevil edilir. Esasen bütün büyük dinlerin inanışı da böyledir. Kâfirler hâlittirler, asiler ise cezalarını çekip çıkacaklardır. Yalnız burada küfretmiş olanlar içinde de cehennemden çıkacakların olduğu ifade edilmiş olur.
نُزُلًا مِنْ عِنْدِ اللَّهِ (NuZuLan MıN GıNDı elLAHı) “Allah’tan bir konuklama yeri olarak.”
“Menzil” yolcuların konakladığı yerdir. Yolculuk sıkıntılarını geçirdikleri bir yerdir.
“Hâlidîne fîha” denmiş ama burada da “Nüzülen” kullanılmıştır. Rahatlık bakımından hâlittirler. Ama daha iyiye yükselmede nüzülendirler. Bundan önceki mü’minlere vaat edilen cennete “sevâben” denmiş, burada “nüzülen” denmiştir. Yani, orada cennetler özeldir. Villalar vardır. Burada konaklamak için haneler vardır.
“İndellah” diyor; burada “Min İndillah”tır. Yani, orada özel olarak dikilmiş elbiseler, burada konfeksiyon elbiseler vardır demektir. Bugün hepimiz konfeksiyon giyindiğimize göre, bu cennete de biz çoktan rıza göstermişizdir. Tabii bu da bize çok yeter ama biz gene ne olur ne olmaz, daha ileriyi hedefleyelim ki burasını garanti edelim.
وَمَا عِنْدَ اللَّهِ خَيْرٌ (Va MAv GıNDa elLAHı PaYRun)
“Allah’ın indinde olan ise daha hayırlıdır.”
Yani, yukarıda mü’minlere vaat edilen cennet daha iyidir, daha hayırlıdır. “Nüzülen” olandan ise “Sevaben” olanlar daha hayırlıdır. Özel olarak Allah tarafından biçilmiş ve dikilmiş elbiseler daha hayırlıdır.
“Hayr” kelimesi nekiredir. Bu hayırlık da farklıdır.
لِلْأَبْرَارِ (Lı elEaBRARı) “Ebrarlar için böyledir.”
Yukarıdaki âyetlerde “mü’minler” demeyip “ebrâr” demiş, burada marife olarak aynı kelime getirilmiştir. Bunlar cihad yapan ama henüz dayanışma ortaklıkları kuramamış bizim gibi kimselerdir. Bunların mü’minlerin gideceği cennete gidecekleri burada vaat edilmiş olmaktadır.
“Ebrâr” kıtal yapmamış olsa da cihat yapan kimselerin vasıflarını içermektedir.
Bu âyetler bize cevap vermiştir. Allah dualarımızı kabul etmiştir. İstediklerimizi verecektir. Ama meyveler sonra toplanacaktır. Ektiğimiz mutlaka biçilecektir. Ama bu sonuçları bugün çalışanların hepsi göremeyecektir. Onlar âhiretteki makamlarında onlarla beraber olacaklardır. Ama çalışmalarımız kesin olarak bu dünyada değerlenecektir. Gelecekte mü’minler bunlardan yararlanacaktır.
Allah’ın bu vadi bizim hamdimiz için yeterlidir. O güne inanıyor ve şükrediyoruz.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 273. SEMİNER Yorum-103 İstanbul, 08 Ekim 2004
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI (Üsküdar’da Selahattin Öztürk değerlendirecektir.)
Sayın Tarım Bakanı Prof. Dr. Sami Güçlü’ye Önerilir
Durum:
1 a) Kimyada ışığı sağa kıran organik maddeler vardır. Bunların bir kısmı kimyasal özellikleri tamamen aynı olduğu halde ışığı sola kırarlar. Bir kısım organik maddeler ışığı kırmaz. Canlılar ışığı kıramayan maddeleri rahatlıkla kullandıkları halde, ışığı kıran maddelerden yalnız sağa kıranı kullanırlar. Sola kıranlar eğer DNA veya amino asitlerde kullanılırsa kanser gibi çok kötü sağlık sorunu ile karşılaşılır. Bu şekilde üretilen DNA’lara virüs etkisini yapmaya başlarlar. Ne var ki sanayi toplumu başlamadan önce bu bir tehlike yaratmıyordu. Çünkü organik molekülleri zaten canlılar üretiyordu. Onlar da bu molekülleri üretmiyordu. Olanlar da ilgili hücreler tarafından imha ediliyordu. Sanayi devriminde organik moleküller insanlar tarafından üretilmeye başlandı. Bunlar daha çok suni gübrelerde ve tarım ilaçlarında görüldü. Sola kıran moleküllerin sayısı sağa kıranlar kadar olmaya başladı. Bu da insan sağlığına etki etmeye başladı. Birçok vitaminleri zararlı hâle getirdi. Kanser gibi hastalıkların çoğalmasına sebep oldu. Bu amaçla bilhassa çocuklar ve hastalar için tabii gıda ile doğal besinlerin üretilmesi sözkonusu oldu. Ama bu da yine istismar konusu hâline getirildi. Etikette doğal gıda hâline gelmiştir.
1 b) Bütün canlılarda DNA zincirleri vardır. Bu zincirler kromozomda yazılı olduğu halde o canlıda işletilmez durumdadır. Atla komutu verilmiştir. Dolayısıyla o DNA’lar o canlıda okunmaz. Oysa suni organik moleküller bunlardan bir kısmından bu komutu kaldırıp yeni habis virüsün ortaya çıkmasına sebep olabilir. Veya faal bulunan DNA’ları kapatabilir. Bu sebepledir ki suni organik maddelerin vücuda girmesi daima rizikolu olmaktadır. Yine bunlardan korunmuş besinler üretmek zorundayız.
1 c) Bunun kötü tarafı besin zinciri içinde bir canlı topluluğunda eğer suni organik madde girmişse artık oradan onu söküp atmak mümkün değildir. O canlı topluluğunu toptan imha etmedikçe temizlemek mümkün değildir. Besin zincirinde aynı seviyedeki canlıların birbirinin etlerini yememeleri de bu sakıncadan doğmaktadır. Böylece tür korunacaktır. Bir çift bile korunmuş bulsak ondan sağlam nesil üretebiliriz. Domuz etinin dinler tarafından yasaklanması bu sebeple olabilir.
1 d) Bu sebepledir ki canlıların tümünün kirlenmemesi için korunmuş alanlara ihtiyacımız vardır. Oraya dışarıdan organik madde getirilmemelidir. Başka yerlerde yetişen türler oraya sokulmamalıdır. Oraya suni tarım ilaçları gelmemelidir. Orada suni gübre kullanılmamalıdır. Oradaki hayvanlara yem dışarıdan getirilmemelidir. Böyle korunmuş alanlarımızı saklamazsak genetik kirlenme ile tüm yeryüzü diğer gezegenler gibi ölü hâle gelecektir. Ancak böyle korunmuş alanları bulundurursak zamanla kirlenmiş canlı topluluğu tamamen buralardan taşıyacağımız türlerle yenileriz. O zamana kadar belki bu sağ-sol molekülü ayırt edecek bir teknoloji buluruz. Yahut anorganik gübre ve ilaç üretimini yasaklar ve denetim altına alabiliriz.
2 a) Benim doğduğum Artvin’in Borçka ilçesine bağlı altı köyden oluşmuş bir topluluk vardır. Buranın üç tarafı 2000 metreyi aşan dağlarla çevrilidir. Diğer tarafı da sanayileşmeden önce Sovyet hududu ile çevrilmiştir. 2000 den fazla nüfusu olan halk burasını terk ederek İstanbul ve Avrupa’ya gitmiştir. Hâlen oradaki evler duruyor. Halen 500 kadar insan yaşıyor. Yazın ise eski nüfusunu da geçiyor. Bu dağ ve Sovyet sınırı sebebiyle diğer kirlenmelerden ve genetik kirlenmeden uzak kalmıştır. Burada suni gübre kullanılmaz, burada ilaçlama yapılmaz, başka yörelerden canlı türleri getirilmez. Halk hemen hemen kendi ürettiklerini tüketirdi. Son zamanlarda yapılan yol, halkın sigortalanması, tarım desteği sebebiyle bu bozulmaya başlanmıştır. Ve şiddetli şekilde bu özelliği yok olmaktadır. Acil tedbir alınmalıdır.
2 b) Fırat ve Dicle havzaları ilk insanın yaratıldığı, yaz ve kış meyve veren bir yerdir. İnsanlar yazın yukarılara çıkar, kışın Basra Körfezi’ne inerlerdi. Fırat’ın bir kolu olan Murat’ın doğduğu Palandöken dağlarının kuzeyinden Çoruh, batısından Aras çıkar. Yazın buralara gelenler vadileri ilerleyerek Batum’a ve Bakü’ye kadar ilerlediler. İlk avcılık uygarlığı da burada doğmaya başladı. Şimdi Camili bucağında toplayıcılık dönemi devam ediyor. Çünkü hâlâ ormanlarda birçok meyve vardır. Kestane, fındık, ceviz, kiraz, armut gibi pek çok aşısız ve kendiliğinden yetişen meyve ile doludur. Ondan sonra keçi, kuş ve balık gibi av hayvanları da avlanmaktadır. Sulama ziraatı yoktur, ama orman ziraatı vardır. Gübreleme tekniği büyük bir şekilde gelişmiştir. Kendi ihtiyaçları olan giyim ve araçları kendileri imal etmektedirler. Yani, on bin yılın deneyimleri ile burada son derece doğal ürünleri değerlendirme teknolojisi gelişmiştir. Sıcaklık sıfırın altına nadir olarak düşer. Ama kışın birkaç metre kar yağar. Hayvanlar ancak dört ay otlayabilmektedirler. Tarım dört ay içinde yapılmaktadır. Hayvanlarını kışın iki şekilde beslemektedirler. Biri, az miktarda otları kesmektedirler, ama çoğunlukla ağaçlardan yaprakları kesmektedirler. Onları kurutup kışın bu ot ve yapraklarını vermektedirler. Bunun yanında kara yemiş, mercan otu, lahana gibi kışın yapraklarını dökmeyen geniş yapraklı bitkilerden yararlanırlar. İki-üç metre karın altından kestikleri yeşil yaprakları bir-iki saatlik yoldan getirip yeşil olarak hayvanlara vermektedirler. Böylece hayatlarını kapalı ekonomi içinde geçirirlerdi. Babam; biz iğne yapamayız, ama onun dışında dışarıdan bir şey ithal etmezsek yaşarız demiştir. İkinci Cihan Savaşı’nda bunu kendim yaşadım. Bu teknoloji de kaybolmaktadır. Burada önemli olan husus, mesela bu otlardan yararlanırken hangisinin et, hangisinin süt, hangisinin dölleme ile ilgili yem olduğunu bilmektedirler. Kurutma ve saklama şekilleri vardır. Bunlar on binlerce yılın deneyimleri ile elde edilmiştir. Bunları kaybolmadan tesbit etmek zorundayız.
2 c) İklimi mutedil yaz-kış dörtte üçü yağışlı geçen buralarda, binlerce çeşit bitkileri vardır. Kendine özgü arı, balık ve diğer hayvanları vardır. Bunlar daha sol organik maddeleri almamış; kokusuyla, sularıyla, besiniyle, havasıyla tam doğal olarak yaşama sahasını oluşturur. Askerliğe giden veya İstanbul ya da Avrupa’ya gidenler hastalanıp sararınca hava değişimi ile oraya gelir ve ilaçsız iyileşip dönerler. Orada bir-iki hafta kalırsanız kendinizde derhal değişikliği hissedersiniz. Şimdiye kadar yol olmadığı için buralar bozulmamış, tahrip edilmemiştir. Hava kirliliği gelmemiştir. Hemen korumaya almak zorundayız. Buraya motorlu araçlar da sokulmamalıdır. Halk bunun da teknolojisini geliştirmiştir. Hava hatları germiş ve elle çekerek veya aşağı kaydırarak yük taşımaktadır.
2 d) Buradaki en büyük sıkıntı, her gün yağış yağdığı için tarım yapılamamakta, otlar kurtulamamaktadır. Halk kestiği dalları ve yaprakları çürütmektedir. Oysa burası 40*40 kilometre olmak üzere 1600 kilometrekarelik bir yerdir. Biz sadece 1000 kilometrekareden yararlandığımızı kabul etsek, beş dönümden (5 dönüm = 5x10e-3 kilometrekare) bir ineklik yem alsak, toplam 1000*200 = 200 000 inek besleyebileceğiz demektir. Bir inek 20 kilo süt verse 4 bin ton süt sağabileceğiz demektir. Sütü 0.4 dolarla değerlendirsek, günde 1.6 milyon dolar ciromuz olacaktır. Bunun için acilen Yem Fabrikasını kurmamız gerekir. Halk yaprakları ağaçlardan toplayacak, otları biçecek, getirecek, bize kilo ile satacaktır. Biz onu en uygun bir şekilde yeme çevireceğiz. Ahırda beslenen süt inekleri veya et inekleri veya koyunları besleyen ağıllar yapacağız. Yem verip bunlardan süt alacağız. Sararmış yahut yem olmayan yaprakları da toz haline getirip hayvanların dışkıları ile karıştırıp doğal gübre yapmalıyız. Böylece tüm o yeşilliği doğal yapısına dokunmadan üretime çevirmeliyiz. Burayı o zaman koruma alanına koyarız, ora halkı da bunun bilincine çabuk ulaşır ve burasını korumuş oluruz.
3 a) Bu işi başarmak için orada bir araştırma merkezinin kurulması gerekir. Orada bir atölye kurulmalıdır. Gerekli araçlar orada denenerek, halkın bilgisinden de yararlanarak üretilmelidir. Bunun için beş milyon dolarlık bir sermaye yeterlidir. Mesela Yem Fabrikası dediğimizde bir kurutma fırını yapacağız. Bir tünele bir taraftan yüklü arabalar girecek karşı taraftan çıkacaktır. Aksi istikamette de sıcaklığı ve nemi ayarlı hava sevk edilecektir. Bizim için gerekli olan oradaki bu havayı ayarlayacak bir vantilatördür. Kalanı zaten oradaki imkanlarla ora halkı kendi teknikleriyle yapacaktır. Bu kredi şöyle verilecektir. Bugün bir kilo et canlı olarak beş milyon TL ise demek ki 5 milyon dolar için 1500 ton doğal et dönecektir. Doğal etin fiyatı en az iki katıdır. Biz aynı fiyatla sipariş alalım. İki sene sonra başlamak üzere beş sene içinde bu eti ödeyelim. Bugün oradan hiçbir vergi gelmemektedir. Bugün bura halkı bütün vergilerden 7 sene muaf olsun. KDV’yi bugün olduğu gibi buradan satın alan tüccar ödesin. İşletme KDV ödemesin.
3 b) Ben elektrik yüksek mühendisiyim, Kızım ve damadım mimardır. Diğer kızım kimya yardımcı doçentidir. Oğlum makine profesörüdür. Bura halkından her meslekten yeter sayıda emekli vardır. Ben bunları maaşsız olarak bir yıl çalıştırabilirim. Buraya dışarıdan teknik eleman getirmezsiniz. Kimse gelmez. Gelseler bile o kadar pahalı olur ki hem bir iş yapmazlar, hem de beş milyon dolar onların maaşlarına yetmez. Biz Akevler’i İzmir’de böyle atıl gücü faaliyete geçirerek kurduk. Bir yerden bir kuruş kredi almadık. O zaman bu bilgilere de sahip değildik. Biz kendimize maaş olarak bir şey istemiyoruz. Kredi orada kurulan Köyler Birliğine verilecektir. Bakanlığın denetim elemanları her türlü bilgiyi alırlar ama işimize müdahale edemezler. Biz sözleşmeye riayet etmezsek yargı çözer. Yargı da hakemlerle çözer. Camili emeklilerinde bulunan bu güç ancak birkaç yıl için geçerlidir. Sonra orada doğup büyüyenler ölünce orada bu imkanı kullanmak da mümkün olmaz. Ben iki sene oraya gidip bunu kurmaya hazırım. 22 senedir ancak bu sene gidebildim. O kadar meşgulüm. Ama bunu yapmaya hazırım.
3 c) Burada bir işe başlamak için önce proje yapılmayacaktır. Çünkü proje bilinenlerin uygulamasında yapılabilir. Yeni yapılacak ise ilmî araştırmalar şeklinde yapılacaktır. İlmî araştırmanın projesi olmaz. Bulunduğu yerde karşılaştığı sorunu çöze çöze gidilecektir. Dolayısıyla bunun için hemen Birlik ile bir protokol yapılacaktır. Borçka’da Ziraat Bankası’nda Birlik adına bir hesap açılacaktır. Birlik beş milyon kadar harcama yetkisi olacaktır. Tarım Bakanlığı tam yetkili elemanlar atayacaktır. Bu bir, iki veya üç kişi olabilir. Bunların maaşlarını Tarım Bakanlığı ödeyecektir. Bunun bedeli et fiyatı içindedir. Birlik elemanları ile Tarım Bakanlığı elemanları anlaşıp parça parça proje üretecekler, ona birlikte bir tahsis yapacaklardır. Karşılıklı imzalandıktan sonra uygulamayı birlik elemanları yapacaktır. Yapılan protokol Bakanlığa gönderilecektir. Bakanlık hata yapıldığına kanaat getirirse hakemler nezdinde yargıya gidebilecektir. Yargı kararlarına uyulur. Proje yaparken Bakanlar elemanları ile Birlik elemanları düşerlerse hakemlere giderler ve kararlara uyarlar.
3 d) Devletin yetkilileri her türlü kamu denetimini yapabilirler. Ancak müdahale edemezler. Bakanlıkların izniyle hakemler nezdinde yargıya gidebilirler. Yargı kararlarına uyulur.
4 d) Birlik içinde birlikle bakanlıklar arasında çıkacak her türlü ihtilaflar hakemler aracılığıyla çözülür. Borçka ilçesinde oturup yüksek tahsil yapmış olanlardan on kimseyi Bakanlık, on kimseyi de Birlik baştan atar. Bunlardan her iki taraftan birer birleşerek üçüncü olarak on hakem atarlar. Çıkacak ihtilafların çözülmesi için taraflar bunlardan birer hakem seçerler. Tarafların seçtiği hakemler yine bu hakemlerden birini baş hakem seçerler. Bunların verdiği kararlar temyiz edilebilir. Karar temyizin onayından sonra kesinleşir. Bozulursa yeni hakemler oluşturulur. Kararların uygulanması temyiz kararını beklemez.
PROTOKOL ÖNERİSİ
Madde 1- Borçka’da kurulmuş bulunan Camili Köyler Birliği ile Tarım Bakanlığı arasında iki yıl ödemesiz, beş yıl ödemeli (toplam yedi yıl) olmak üzere tarım kredi anlaşması yapılmıştır. Bakanlık Ziraat Bankası aracılığı ile iki sene içinde 500 kilo altın değerinde Türk Lirası kredi verecektir. Birlik bunu iki sene içerisinde yatırıma çevirip işletmeye alacaktır. Buna karşılık Birlik her gram altın değeri için 3 kilogram canlı inek eti verecektir. İki sene sonra başlayacak ve beş sene içinde ödenmiş olacaktır. 500 kilodan fazlasını kullanamaz, iki sene içinde kullanamadığı miktarı sonra kullanamaz. Tüm borç eşit taksitle beş yıl içinde ödenecektir.
Madde 2- Borçka ilçesinde orta ve yüksek öğrenimini görmüş on kişiyi Bakanlık, on kişiyi Birlik atayacaktır. Bakanlık hakemlerden bir ile Birlik hakemlerden bir anlaşmak şartıyla üçüncü bir hakemi de atayacaktır. 3 kişilik hakemlik heyeti oluşacaktır. Bunlar hakemlik sözleşmelerini kendileri yapacaklardır. Bunlar niza çıkıp hakemlik yapınca ücret alırlar. Bunun dışında ücret almazlar. Hakemlik ücretlerinin tarifesini Birlik yapar ve Birlik öder. Hakemlerden birini bir taraf, diğerini diğer taraf seçer. Hakemler baş hakemi seçerler. Hakemlerin kararları temyiz edilebilir. Tasdik edince kesinleşir. Bozulursa yeni hakemler seçilirler. Eskiler hakemlik yapmazlar. Uygulama temyizin tasdikini beklemez.
Madde 3- Kredinin kullanılabilmesi için Birlik kısmı projeler yapar. Bakanlığın atadığı Borçka ilçesinde oturan üç yetkili bu projelerden ödediklerine yetecek kısmın kredisi açılmış olur. Uygulama birlikçe yapılır. Bakanlık görevlileri uygulamaya müdahale edemezler. Proje Bakanlık elemanlarınca onaylanınca hemen uygulamaya başlanır. Proje bakanlığa gönderilir. Bakanlık eksik ve yanlış bulursa hakemlere giderek yargı yoluyla iptal ettirebilir ve zararları Birliğe ödetir. Bakanlık görevlileri Birlik yetkililerinin projelerini onaylamazsa Birlik yetkilileri hakemlere gidebilirler.
Madde 4- Birlik proje uygulamasını yaparken, proje üretirken Bucak içindeki her türlü imkanlardan yararlanma yetkisine sahiptir. Bu yetkiler mevzuata göre kullanılır. Kamu görevlileri her zaman gözetleme yaparak, gerekli bilgileri alarak mevzuata aykırı uygulamaları tesbit edebilirler. Bakanlık onayı aldıktan sonra hakemlere gidebilirler. Bunun dışında Birlik uygulamalarına asla müdahale edemezler.
Madde 5- Birlik yedi sene içinde tüm vergilerden muaftır. İhraç ettiği malların KDV’sini ödemez. Satın alan tüccar sattığı zaman öder. İthal edilen malların KDV’si ödenir. Birlik kooperatifler kurarak oradaki halkı Birlikte üretici olarak çalıştırır. Çalışanlar yıl sonunda kazançları nisbetinde kooperatifçe sigorta edilirler. Kooperatif ortaklarını ortak üretimde çalıştırdığı için onları çalıştıkları günler için sigortalamak zorunda değildir.
Madde 6- Bu protokol Bakanlık yetkilileri ile Birlik yetkilileri arasında yapılıp Bakanın onayına sunulmuştur.
Öneren :Yük. Müh. Süleyman KARAGÜLLE
Telefon: (0232) 231 43 31
Prof. Dr. Durmuş GÜLAY
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 273. SEMİNER Yorum-103 İstanbul, 08 Ekim 2004
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI (Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)
MEHMET ALİ BİRAND’a AÇIK MEKTUP
Yoğun çalışmalarım sebebiyle genellikle gazete okumam, televizyon seyretmem. Ara sıra elime geçen gazetelerde rastladığım makaleleri okur, televizyonlarda sadece konuşmaları seyrederim.
Genellikle bilmediğim şeyler söylenmez.
Bunun bir istisnası vardır. Mehmet Ali Birand’ın “Manşet” programını hemen hemen hep seyrederim. Mehmet Ali Birand gerçekten çok iyi bir programcıdır. O’nun hazırlayıp sunduğu program, bana olayları takip etmek için yetmektedir.
Elbette bu program ve programcının da eksik tarafları vardır.
Mehmet Ali Birand fanatik Cumhuriyet Halk Partilidir. Fehmi Koru kadar bile tarafsız kalamıyor. Halk Partili olmakla iftihar ediyor. Bu da onun seviyesini düşürüyor. Solcu olduğunu belirtiyor. Bu demode olmuş düşüncenin içinde gömülü kalıyor. Ayrıca sermayenin isteklerini alenen koruyor.
Bir de Adil Düzencileri istediği halde programına çıkaramıyor.
Bu konuda defalarca bize söz verdiği halde yerine getir(e)medi.
Artık sözünü yerine getirmesinin zamanı gelmedi mi?..
Dâvetini bekliyoruz…
Sayın Mehmet Ali Birand!
Hep Avrupa Birliği lehine konuşuluyor. Solun çarpık anlayışına göre bu doğrudur. Ama sizin de bildiğiniz gibi sosyalizmin teorisi Moskova’da değil Paris’te şekillenmiştir. Şimdi Sovyetlerin dağılmasından sonra günümüz dünyasında sosyalizmin savunulduğu ve iktidar olduğu ülkeler eski Sovyet ülkeleri değil, Avrupa’nın demokratik ülkeleri olmuştur.
Siz Avrupa Birliği’ni bütün yönleriyle tartıştırmazsanız, belki Türkiye Avrupa Birliği’ne girer ama bu Avrupa’yı da Türkiye’yi de yıkar. Yani sol mantıkla insanlık düşmanı olarak belki uygundur, ama insanlığa inanan bir kimse buna razı olmaz.
Sayın Mehmet Ali Birand!
Ben Avrupa Birliği’ne karşıyım.
Bunun için dört sebebim vardır:
1. Avrupa Uygarlığı faizci ve zinacı bir uygarlıktır; bu da tabiî ve sosyal kanunlara aykırıdır. Tabiî ve sosyal kanunları insanlar değiştiremez. Bunları değiştirmek isteyenler aynen Sovyetler gibi kendileri helâk olurlar. Bu meselelerden yani ‘faiz’ veya ‘zina’ konularından herhangi birini benimle siz tartışın; yahut karşıma tartışabilecek birini çıkarın. Mahzuru yok, ben mağlup olayım. Ama cesaretiniz varsa tartışınız, tartıştırınız. Bütün dinler benim dediğimi söylüyor. Tarih felsefesi bunu söylüyor. Buna itiraz eden tek düşünce Marksizm’dir, komünizmdir. Bakınız, ben suçlamıyorum; ama takiyye yaptığınız anlayışı suçluyorum. Açık olarak tartışalım. Batacak bir birliğe girmek demek, batan gemiye binmek demektir. Onun için karşıyım.
2. Avrupa siyasi birliğe gitmek istiyor. Bu birlik millî devletleri yok edecek midir; ya da millî devletlerin varlığını ve bağımsızlıklarını koruyacak mıdır? Yoksa Avrupa imparatorluğuna mı dönüşecektir. Bu husus Avrupa Birliği’nde henüz çözülmüş değildir. Taraflar bu hususta takiyye yapmaktadırlar. Yarın Avrupa Birliği millî hakimiyete müdahaleye başladığı gün Avrupa ikiye ayrılacaktır. Müdahale etmezse işler yürümeyecektir. İç ve dış savunma yapamayacaktır. Bu da Avrupa için III. Dünya Savaşı demektir. Türkiye buraya girip taraf olduğu zaman, iyi biliniz ki mağlup olacak taraf bizim tuttuğumuz taraf olacaktır. Tarihte öyle olmadı mı? Biz henüz anayasası bile olmayan bu birliğe katılamayız. Ama ‘Adil Düzen’i, tabiî ve sosyal kanunlara uygun düzeni benimseyelim; o zaman biz de hemen Avrupa Birliği’ne girelim. Yani, biz AK Parti anlayışı ile Avrupa Birliği’ne girilmesine karşıyız. Ama ‘Adil Düzen’ iktidar olursa, onu kabul ederlerse Türkiye memnuniyetle Avrupa Birliği’ne girecektir. Bu hususlarda yanılmış olabilirim. Karşılıklı tartışalım, bizi aydınlatın. Güneş yani gerçekler balçıkla sıvanmaz.
3. Biz ülke olarak dünyanın tam orta yerindeyiz. Süper güçler bizi aralarında paylaşamadıkları için rahatlıkla yaşıyoruz. Ama Avrupa Birliği’ne girdiğimizde sermaye Avrupa’ya karşı dünyayı organize edecektir. Eski Sovyetleri, ABD’yi ve Çin’i birleştirip Türkiye’ye saldırtacaktır. Bu saldırılar başladığında Avrupa bizi savunma gücüne sahip değildir. Bizi ortadan kaldırdıktan sonra Türkiye’yi paylaşıp otururlar! Trakya’yı Avrupa Birliği’ne verip sorunlarını çözerler! Kuzey Anadolu Sovyetlerin olur. Sovyetler doğuyu da alır, onlara başka yerlerde karşılık olarak toprak verir. O halde AB konusunda Türkiye için çözüm tarafsız kalmadır. Türkiye’deki her asker bu konuda benim gibi düşünür. Bunun aksini düşünen bir kurmay subay bulursanız benimle tartıştırın. Gerçekler ortaya çıksın.
4. Türkiye lâiktir. Kendisinin dinî sorunu yoktur. Ama Avrupa’da İngiltere ve Almanya lâik değildir. Fransa güya lâik olduğunu söylüyor ama ülkedeki Müslümanları ve Hıristiyanları güldürecek bir başörtüsü kararı çıkardı ve uygulamaya başladı! Bu nasıl lâiklik?!. Böylece Fransa da diğer bazı Avrupa ülkeleri gibi lâik olmaktan vazgeçti. Dine dayalı bir topluluğa onda bir olmayacak bir nüfusla hangi akılla katılıyoruz? Biz din değiştirip Hıristiyan olsak bile, iyi biliniz ki onlarda aslolan dinî inanç değil, ırkçılıktır. Böyle olmayıp gerçek Hıristiyan olsalar ‘zinacı’ olabilirler miydi?
Sayın Mehmet Ali Birand!
Bu dört sorunu çözüyorsanız, o zaman biz de Avrupa Birliği’ne girebiliriz.
Hazırlamış bulunduğumuz “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”nda bütün bu sorunlar çözülmüştür. Bizimle tartışırsanız sadece Türkiye’yi değil, Avrupa Birliği’ni de kurtarabilirsiniz.
Görüşebilmek dileğiyle…
Selâmlar…
‘Adil Düzen’ Çalışanlarından
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92