ADİL DÜZEN 280
“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 26-28 Kasım 2004 Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 280. SEMİNER (CUMA-C.TESİ-PAZAR) İst. - Ank., 26-28 Kasım 2004
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği) Tel: (0532) 246 68 92
*HAFTALIK TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00), Cumartesi Yenibosna (18.00-21.00)]
NİSÂ SÛRESİ TEFSİRİ - 6
Bu dersin tamamı Yenibosna’da 18.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır.
(Hasan Özket, Yasin Kılar, Hasan Çetinkaya, Reşat Nuri Erol, Lütfi Hocaoğlu, ve ………..… dersi okumuş olarak geleceklerdir.)
Cuma günü Üsküdar’da Reşat Nuri Erol tarafından; Pazar günü Ankara’da anlatılacaktır.
Süleyman KARAGÜLLE
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ وَلَكُمْ نِصْفُ مَا تَرَكَ أَزْوَاجُكُمْ إِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُنَّ وَلَدٌ فَإِنْ كَانَ لَهُنَّ وَلَدٌ فَلَكُمْ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْنَ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصِينَ بِهَا أَوْ دَيْنٍ وَلَهُنَّ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْتُمْ إِنْ لَمْ يَكُنْ لَكُمْ وَلَدٌ فَإِنْ كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ فَلَهُنَّ الثُّمُنُ مِمَّا تَرَكْتُمْ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ تُوصُونَ بِهَا أَوْ دَيْنٍ وَإِنْ كَانَ رَجُلٌ يُورَثُ كَلَالَةً أَوْ امْرَأَةٌ وَلَهُ أَخٌ أَوْ أُخْتٌ فَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ فَإِنْ كَانُوا أَكْثَرَ مِنْ ذَلِكَ فَهُمْ شُرَكَاءُ فِي الثُّلُثِ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصَى بِهَا أَوْ دَيْنٍ غَيْرَ مُضَارٍّ وَصِيَّةً مِنْ اللَّهِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَلِيمٌ(12)
| | لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْأُنثَيَيْنِ | يُوصِيكُمْ اللَّهُ فِي أَوْلَادِكُمْ |
| مَا تَرَكَ | فَلَهُنَّ ثُلُثَا | فَإِنْ كُنَّ نِسَاءً فَوْقَ اثْنَتَيْنِ |
| | فَلَهَا النِّصْفُ | وَإِنْ كَانَتْ وَاحِدَةً |
| مِمَّا تَرَكَ | لِكُلّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ | وَلِأَبَوَيْهِِ إِنْ كَانَ لَهُ وَلَد |
| | وَوَرِثَه أَبَوَاهُ فَلِأُمِّهِ الثُّلُثُ | فَإِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُ وَلَدٌ |
مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصِي بِهَا أَوْ دَيْنٍ | | فَلِأُمِّهِ السُّدُسُ | فَإِنْ كَانَ لَهُ إِخْوَةٌ |
آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَاؤُكُمْ لَا تَدْرُونَ أَيُّهُمْ أَقْرَبُ لَكُمْ نَفْعًا فَرِيضَةً مِنْ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيمًا حَكِيمًا(11)
| مَا تَرَكَ اَزْوَاجُكُمْ | وَلَكُمْ نِصْفُ إ | اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُنَّ وَلَدٌ |
مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصِينَ بِهَا أَوْ دَيْنٍ | مِمَّا تَرَكْنَ | فَلَكُمْ الرُّبُعُ | فَإِنْ كَانَ لَهُنَّ وَلَدٌ |
| مِمَّا تَرَكْتُم | وَلَهُنَّ الرُّبُعُ | ْ إِنْ لَمْ يَكُنْ لَكُمْ وَلَد |
مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ تُوصُونَ بِهَا أَوْ دَيْنٍ | مِمَّا تَرَكْتُمْ | فَلَهُنَّ الثُّمُنُ | فَإِنْ كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ |
وَإِنْ كَانَ رَجُلٌ يُورَثُ كَلَالَةً أَوْ امْرَأَةٌ
| | فَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ | وَلَهُ أَخٌ أَوْ أُخْتٌ |
مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصَى بِهَا أَوْ دَيْنٍ | | فَهُمْ شُرَكَاءُ فِي الثُّلُثِ | فَإِنْ كَانُوا أَكْثَرَ مِنْ ذَلِكَ |
غَيْرَ مُضَارٍّ وَصِيَّةً مِنْ اللَّهِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَلِيمٌ
Miras âyetleri şirketi mufavadadan sonra gelmektedir. İki âyettir. Çocuklar ile anne ve babanın miraslarından bahsetmektedir. Baştan size Allah vasiyet eder demektedir. Miras kısmında temsililik vardır. Baba ölmüş, babanın babası sağsa ona intikal eder. Anne ölmüşse, anne annesi sağsa miras altıda bir ona intikal eder. Onlardan kimse sağ değilse çocuklarına kalır. Çocuklardan daha önce ölen varsa miras çocuklarına intikal eder. Oysa bundan sonra gelen âyetteki miras kendileri sağsa alırlar, değilseler almazlar. Bunlar da iki grupta toplanırlar; eşler ve kardeşler. Bunlarda esas eşitlik olduğu halde, eşte de durum farklıdır. Koca eşine boşanma tazminatı olarak mihir vermiştir, Boşanma olmadığı için alacaklıdır. Dolayısıyla eşi ölmüşse mihiri geri alması gerekir. Zorluk olmasın diye mihir alınmaz, onun yerine miras altıda birden dörtte bire yükseltilir. Buna karşılık eğer koca ölmüşse mihri iade etmez, o sekizde bir alır. Dolayısıyla mirastaki hükümler dört grupta toplanmıştır.
a) Anne, baba ve çocuklara ait mirasta temsil olunurlar.
b) Kocanın karıdan alacağı miras, mihir dolayısıyla altıda birden dörtte bire çıkar.
c) Karının kocadan alacağı mihir dolayısıyla altıda birden sekizde bire düşer.
d) Anadan kardeşler eşit bölüşürler. Kız erkek arasında fark olmaz.
İşte bu dört grubun sonunda vasiyet ve borç hükmü tekrar edilmiştir.
Anne, baba ve çocukların mirasında ölünün vasiyet ettiğinden sonra denmektedir, kardeşlerin mirasında vasiyet olunan denmektedir. Eşlerin mirasında ise sizin veya onların vasiyet ettiği deniyor. Eşlerin mirasını siz ve onlar şeklinde taksim etmiştir. Baştan da size vasiyet olunur denmektedir. Bu mirasın kamu hukuku ile ilgili olduğunu ifade eder.
Bizim bucağımızda bizim şeriatın hükümlerini uygularız. Hitap nâsa olduğu için din ve ırk farkı gözetilmez. Ancak, maldaki kıyam mülkiyetinde ölenin vasiyet hakkı olduğu halde, yararlanma mülkiyetinde bu hak yoktur. Bu sebeple vasiyet hakkı olan yerde ölenin vasiyet ettiği diyor, diğerinde vasiyet olunan diyor. Böylece iki hükme işaret etmektedir.
Yine burada iki yerde “Nısfu Mâ Terek Sülüsü Mâ Terek” denmektedir. Diğerlerinde “Mimmâ Terek” denmektedir. Bunlar en büyük pay alanları göstermektedir. Mirası taksimde seçmede en son en çok pay alan seçer. Çünkü onun hakkı nekiredir. Diğerlerinin payı marife olarak gelmiştir. Yani, onların seçtikleri pay manâsına gelir.
Çocukların, tek kızın, annenin altıda biri, anadan kardeşlerin payları sayılırken “Mimmâ Terek” kelimesini kullanmaktadır. Buna karşılık iki kız, anne baba payı ve eşlerinin payları sayılırken “Mimmâ Terek” kelimesi kullanılmamaktadır.
“Min” kelimesi tebizi ifade eder. Kullanılmayanların payları gözetilmektedir. Çocukların payları gözetilmelidir. Bu yarısından az olamaz.
وَلَكُمْ (Va LaKuM)
Burada “Ve” harfi ile atıf edilmiştir. “Le” tekrar edildiğine göre, bundan önceki “L”ye gitmek gerekir. Bu “Ve Li Ebeveyhi” cümlesine atfedilmiştir. Yani, anne babanın payları orada anlatıldı. Onlar aynı zamanda mirasçı olduklarından o âyetin içinde zikredildi. Oysa eşler hiçbir zaman mirasçı değildirler. Sonra eşlerin paylarında mihir borç alacağı söz konusudur. Saf miras değildir. Bu sebeple eşlerin payı tamamen ayrıdır.
Bu âyetin içinde ayrıca anadan kardeşler de zikredildi. Eşlerle beraber onların hükmünü beraber zikretmesi, bunların sadece eshabı feraizden olup mirasçı olmalarıdır. Mirasçı olma sadece pay bakımından önemli değildir. Akrabalık hukuku bakımından da önemlidir. Velayet ve hıdane hakları bakımından önemlidir. Velayet babanın ve onun erkek akrabalarının çocuk, yaşlı veya akıl hastası, hasta üzerindeki hak ve görevleri ifade eder. Hıdane de annenin bu hak ve görevlerini ifade eder. Eşler arasında böyle bir yetki sözkonusu olmadığı gibi, sırf anneden akrabalar için de böyle bir görev ve yetki yoktur. Kız ve çocuklar ile anne baba ayrı bir grup oluşturmakta, eşler ve anneden kardeşler ayrı grup oluşturmaktadırlar.
نِصْفُ مَا تَرَكَ أَزْوَاجُكُمْ (NıÖFu MAv TaRaKa EaZVACuKuM)
“Zevcelerinizin terk ettiğinin yarısı sizindir.”
Bu ifadede iki özellik vardır. Biri normal çocuklu olanın hukukunun ortaya konması gerekirken, çocuğu yoksa denmiştir. Çocuksuz olmasından başlamıştır. Bu husus kadının mirasında da aynı şekilde ifade edilmiştir. Eşler arasındaki payın çocuksuz olması hâli esas alınmıştır. Bu tercihin sebebi şudur. Genellikle çocuklu olan kadın ve erkeklerin hukuku değil de, çocuğu olmayan eşlerin eş bulmaları istenmektedir. Çocuğu olmayan kadın veya erkekle evlenme zor olmaktadır. Boşanmalara sebep olmaktadır. Bunlarla evli kalma mal sebebiyle cazip kılınsın diye miras iki kata çıkarılmaktadır. Çocuğu yoksa mirası iki kata çıkarılan başka bir hüküm mevcut olmamaktadır. Anne babasına zaten miras olarak kalmaktadır. Normal olarak eşlerin borçlanma esası olduğuna göre çocuksuzla çocuklu arasında fark olmalıdır. Ancak Allah bunu teşri etmiştir. İşe buradan başlamıştır.
Bir başka hususiyet de diğerlerindeki ifadeye göre “Elnısfu Mâ Tereke Ezvacüküm” olmalıdır. Burada “Vesulusa Mâ Tereke”de kızların payında izafe yapmıştır. Pay buralarda nekire yapılmıştır. Diğerlerinde ise paylar marife yapılmıştır. Bunu iki şekilde yorumlayabiliriz. İlk pay alanların payları nekiredir. Diğer paylar marife hâline gelir. Daha çok pay alanların payları bakiye mahiyetindedir. Önce diğerlerinin payları verilir. Bunların payları sonda kalır. Hangisi olduğu baştan belirsizdir. Köylerimizde baba mirasını büyük kardeş böler. Onların içinden onlar seçerler. Kalan bölene kalır. Demek ki bölecek olan en çok paya sahip olan kimsedir demektir. Bunu da kural olarak buradan çıkarabiliriz.
Bir başka karşılaştıracağımız nokta şudur. Kızlar ve çocuksuz kadının kocası için “Mâ Terek” denmektedir. Anne babanın ve eşlerin mirasında Mimmâ Terek” denmektedir. Annenin payında ve anadan kardeşlerinin altıda paylarında, bir kızın payında bu kayıtları getirmektedir.
İzafetin manâsını bölüşmede öncelik için manâlandırdık. “Mimma” getirilip getirilmeme hususunu ise “Min” teb’iz içindir. Dolayısıyla bunların payları Taksimden sonra kalan paylardır. Önce diğer belirlenen paylar çıkacaktır.
Anne altıda biri bütün terekede alacak, varsa anneden kardeşler altıda bir veya üçte bir paylaşacaklar. Kalandan yarım veya dörtte bir alınacaktır.
إِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُنَّ وَلَدٌ (Eın Lam YaKuN LaHunNa VaLaDun) “Onların bir veledi yoksa.”
Yani kadın kısırsa ve çocuk doğurmamışsa, bu hâliyle vefat etmişse, bunun mallarının yarısı kocaya aittir.
Bu hüküm çocuk yapamayan kadınların da koca bulmasını sağlamaktadır.
“Lehünne” çoğul olduğu halde “Veled” kelimesi tekil olarak getirilmiştir. Onlardan her birinin ayrı ayrı birer veledi yoksa demek olur. Buradaki siz ve onlar gerçekte eşler olduğu için tek veledden bahsetmektedir. Menfi nekire umumilik ifade eder, aynı zamanda cinsi ifade eder. “Mâ Raeytü Racülen” dersek, racülden kimseyi görmedim, yani racülü görmedim demek olur.
Anne babanın payları evlat varken önce, yokken sonra zikredilmiştir. Çocuk varken şart sona, çocuk yokken şart öne alınmıştır. Buna karşılık eşlerin mirasında önce çocuksuz hallerden sonra çocuklu hallere geçilmiştir ve çocuksuz hallerde şart sona, çocuklu hallerde şart öne alınmıştır. Böylece anne baba mirası ile eşler arasındaki mirasta bu şekilde de fark belirlenmiştir.
Sonra çocuklu durumdan çocuksuz duruma geçilirken “Faİn” ile geçilmiştir. Eğer şartlar birbirinin zıddı ise “Fain” ile getirirsiniz. Diplomanız varsa işe alınırsınız, yoksa alınmazsınız. Diplomanız varsa işe alınırsınız ve iş müsaitse müdür olursunuz. “Fain” yoksa anlamındadır. Çocuğu yoksa yarısı sizindir, varsa dörtte biri sizindir. Yarısı olamaz. Dolaysıyla ikinci cümle yarısının olamayacağını nefy etmektedir. Anne babada çocuğun olmaması mirası götürür. Burada çocuğun olması mirası yarıya indirir. Bu eşlerin mirasının önce verilmesi gerektiğini ifade eder. Yani, önce eşlerin mirasını dağıtırsınız, sonra onun altıda birini anneye ve altıda birini de babaya verirsiniz.
فَإِنْ كَانَ لَهُنَّ وَلَدٌ (Fa EıN KavNa LaHunNa VaLaDun) “Eğer onların bir veledi yoksa.”
Yani, onlardan birinin evlâdı yoksa Terekeden dörtte bir sizindir. Yani eşinindir. Burada şart öne alınmıştır. Yani sizin payınız yarıya iner demektir. Asıl olan çocuğun olmaması, sizin yarısını almanızdır. Ama çocuk varsa sizin hisseniz dörtte bire iner yarısını almazsınız anlamı çıkmaktadır. Bu da kocanın öncelikle miras sahip olmasını ifade eder.
فَلَكُمْ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْنَ (Fa LaKuM elRuBGu MınMAv TaRaKNa) “Terk ettiklerinin rub’u sizindir.”
Burada rub’ marife kılınmıştır. Daha fazla pay sahibi varsa, mesela kızı varsa, kendisinden fazla miras aldığı için o daha sonra seçer. Önce payı seçme hakkı kocaya ait olmuş olur.
مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصِينَ بِهَا أَوْ دَيْنٍ (MıN BaGDı VaÖıyYatin YuvÖIyNa BiHAv EaV DaYNin)
“Vasiyet ettikleri vasiyyetten veya deynin ba’dinde.”
Burada zikredilen vasiyet diğerlerinde olduğu gibi kıyam mülkiyeti ile ilgili vasiyettir. Yani rakaba mülkiyetinin dağıtılması kıyam mülkiyetine tesir etmez. Önce kıyam mülkiyeti vasiyet üzerinde verilmelidir, sonra intifa mülkiyeti taksim edilmelidir. Çünkü hisseler ona göre seçilecektir. Sizin vasiyet ettiğiniz tabiriyle vasiyetin de resmi olması gerektiği anlaşılmaktadır. Resmilik yazılan yazının şahitlere teslim edilmesi ile sağlanır.
وَلَهُنَّ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْتُمْ(Va LaHunNa elRuBuGu MimMAv TaRaKTuM)
“Sizin terk ettiğinizde de onlar için rubu’ vardır.”
Kadın öldüğünde çocuğu yoksa yarım almaktadır. Erkek öldüğü zaman çocuk olmazsa dörtte bir almaktadır. Yakınlık mirasında eşitlik vardır. Kadın erkek aynı payı alırlar. Anne baba mirasçı değilseler altıda bir alırlar. Anadan kardeşler de eşit olarak aralarında paylaşırlar. Buna göre karı koca birbirlerine vâris olurken de eşit almalıdırlar. Ne var ki erkek kadına mihir vermiştir. Mihir boşanma tazminatıdır. Ölümle boşanma olmamıştır. Mihirin iadesi gerekmektedir. Bu da zorluk doğurur, çünkü mal o esnada olmayabilir. Bu sebeple bu mirastan payı artırıp eksiltmekle sağlanabilir. Böylece eşler arasında dayanışma ortaya çıkar, evliliklerini ölüme kadar sürdürürler.
Buna göre mihir ne olmalıdır? Hesaplayabiliriz.
1/6 (Erkek Terekesi + Mihir) = 1/8 Erkek Terekesi + Mihir Mihir = 1/20 erkek terekesi.
1/6 (Kadın Terekesi – Mihir) = 1/4 Erkek Terekesi - Mihir Mihir = 1/10 kadın terekesi.
Kadının serveti erkeğin servetinin yarısı olarak düşünüldüğünde bu oranlarda büyük bir isabet vardır demektir.
إِنْ لَمْ يَكُنْ لَكُمْ وَلَدٌ (EıN LaM YaKuN LaKuM VaLaDun)
“Sizin bir velediniz yoksa. Sizin bir çocuğunuz yoksa.”
Burada görülüyor ki kocanın hakkında olduğu gibi önce çocuğu olmayan eşin hakkından bahsediyor. Oysa anne babanın paylarından bahsederken önce çocuğu olanların hakkından bahsetmektedir. Bu önce eşlerin paylarının verileceğine delâlet eder.
فَإِنْ كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ (Fa EıN KavNa LaKuM VaLaDun) “Eğer sizin bir velediniz varsa.”
Buradaki “Veled” de kimin bir veledi varsa demektir. “Laküm” “Li Ehadin Minküm” demek olur.
Mirasın taksiminde erkek ve kadın için tamamen eşit bölüşme sistemi uygulanmıştır Sadece mihir farkı söz konusudur. Velediniz varsa artık o dörtte bir almaz. Veled onun dörtte bir payını sekizde bire indirir.
فَلَهُنَّ الثُّمُنُ مِمَّا تَرَكْتُمْ (Fa LaHunNa elÇuMuNu MimMAv TaRaKTuM)
“Terk ettiğinizin sekizde biri onlarındır.”
Sekizde bire inmesinin sebebi mihrin iade edilmemiş olmasından dolayıdır. Bundan yapılan hesapla bu sekizde biri kadardır. Mihir ise yirmide bir kadardır. Eşler önce ölmüşse hiçbir şey almazlar. Onlar temsil olunmazlar.
مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ تُوصُونَ بِهَا أَوْ دَيْنٍ (MıN BaGDı VaÖıyYaTin TuvÖUvNa BiHAv Ev DaYMın)
“Vasiyet ettiğiniz vasiyet veya deynden sonra.”
Buradaki vasiyet kıyam mülkiyeti ile ilgili olarak vasiyettir. Borç da mal karşılığı borçlardır. Harcanmış borçlar bunların paylarından ödenir. Vârislerin yani çocukların terekede yarı payları daima korunur. Yani, terekede önce şirket-i mudarabe hükümleri belirlenir. Sonra mallar üzerinde alacaklı olanların payları ayrılır. Sonra mutlak borçlar eş, anne ve babanın paylarından karşılanır. Daha önce ölen varsa onun payı tamamen borca gider. Yetmezse sağ olanların payından tenzil edilir. Sonra ölenin payından intifa mülkiyetinden vasiyet ifa edilir.
Bu hükümlerin nasıl çıkarıldığı daha önceleri açıklanmıştır.
وَإِنْ كَانَ رَجُلٌ (Va EıN KaNe ReCuLun) “Eğer bir reculse”
Burada “Va İn Kâne İmrüün” denmesi gerekirken “Racülün” denmiştir. Oysa, sûrenin sonunda “İmrüün” denmiştir. Çocuksuz kalma, kardeşler bırakma genel olarak yaşlılar için sözkonusudur. Bu sebeple burada “Racül” kelimesini kullanmıştır. Böylece kıyas yoluyla diğer miras bırakanlar için de aynı hükümlerin uygulanacağını öğretmiş olmaktadır. Mefhumu muhalefete kıyasın tercih edileceğini bize öğretmektedir.
Ebu Hanife mefhumu muhalefeti kabul etmez, kıyası tercih eder. Şafii ise mefhumu muhalefeti de kıyas kadar delil sayar. Burada “Racülün” kelimesi Ebu Hanife’yi teyit etmektedir.
يُورَثُ كَلَالَةً (YUvRaÇu KaLALaTan) “Kelalete vâris olunur.”
Yani, çocuklar bırakmadan ve anne bırakmadan ölen kimse demektir. İlk âyette biri ölür de çocuklar bırakmazsa anne baba vâris olur, üçte biri annenindir denmişti. Sonra da kardeşleri varsa altıda bire düşer denmişti. Şimdi burada o durumu biraz daha açık bir şekilde anlatmaktadır. Ya annesi de sağ değilse, daha önce ölmüşse, üçte birinin vârisidir. Eğer anne annesi varsa altıda birini o alacaktır. Kalan altıda bir bölüşülecektir. İştebu durumda anneden kardeşler mirasçı olacaklardır.
أَوْ امْرَأَةٌ (EaV ıMRaEaTun) “Yahutt mer’e”
Burada şu ifade ediliyor. Baba öldüğü zaman mirasın nasıl taksim edileceği yukarıdan beri anlatılmaktadır. Anne öldüğü zaman miras kızlar arasında, eşit mi dağıtılacak, yoksa yine erkek iki kız bir mi alacaktır? Daha önce ölmüş olan annenin mirası eşit paylaşıldığına göre buna kıyasla ölen kadının mirasının eşit bölüşülmesi gerekir. Kıyas bunu vermektedir. Ancak bu âyette anadan kardeşlere miras eşit verildiği halde, daha önce ölmüş anne ve babanın mirası aynı şekilde ya üçte bir anneye ve üçte bir babaya düşecek şekilde bölüşülmektedir. Burada bu hususta kadın ve erkeği ayırmamaktadır. Yani, ister kadının ister erkeğin fark ettirilmektedir. Fetva âyetinde de erkek kardeş kız kardeşe vâris olur denmektedir. Böylece artık kesin olarak diyebiliriz ki ölen kadının mirası ölen erkek gibi taksim edilir. Sadece eğer mirasçı kadın daha önce ölmüş ise onun vârisleri onu eşit şekilde temsil ederler. Oysa erkeğin varisleri bire iki olarak temsil ederler. Böylece icmaa uygun bir çözüme ulaşmış oluyoruz.
وَلَهُ أَخٌ أَوْ أُخْتٌ (VaLaHUv EaPun EaV EuPTun) “Onun kız ve erkek kardeşleri olursa.”
Burada kastedilen anneden kardeşlerdir. Anne ve babadan kardeş olanlar da dahil olduğu için tasrih edilmektedir. Ancak bölüşülen anne mirasıdır. Anne ölenin babadan kardeşleri varsa altıda bir alıyordu. Kalanı baba alıyordu. Şimdi anne önce ölmüşse getirilen hüküm şudur. Eğer iki çocuğu varsa mirasın tamamını alırlar. Daha önce ölmüş kızın çocukları buna kıyas edilir. Eğer bir çocuğu varsa anne mirasının yarısını altıda birini alır. Daha önce ölen kız da anne mirasının yarısını alır. Tek başına mirasın yarısını alıyordu. Kardeşlerde farklı durum ortaya çıkmaktadır. Bu da şudur. Anadan kardeşlerden her biri, babadan kardeşten daha fazla pay almamalıdır. Böyle bir durumda altıda bire düşer. Hem anneden hem babadan kardeşler iki taraftan da pay alırlar. Torunlarda da böyle durum olabilir, iki taraftan ayrı pay alırlar.
فَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ (Fa LıKulLı VaXıDın MınHuMAv eLsSuDuSu)
“Onlardan her birine altıda bir düşer.”
Böylece burada bir tanesine ne düşeceği söylenmiyorsa da “Ev/Veya” kelimesinin ifadesinden altıda bir verilecektir. Çünkü “Ev”de ikisi beraber olabileceği gibi ayrı ayrı da olabilmektedir. “Bana kalem veya defter al” dense, ikisinin alınması geçerli olduğu gibi birialınsa da olabilir. Bu “Ve” ve “Ev” kuralı Batıya o kadar etki etmiştir ki, bütün kanunlarda buna riayet etmektedirler, ayrıca modern mantık “Ve” ve “Veya” ile matematik hâle getirilmiştir.
فَإِنْ كَانُوا أَكْثَرَ مِنْ ذَلِكَ (Fa EıN KavNUv EaKÇaRa MıN ÜavLıKa) “Bundan fazla iseler.”
Bu ifadelerde neler yok. İkisi kızsa , ikisi erkek ise, yahut bunlar ikiden fazla iseler durum ne olacaktır. Genel hükmü koyacaktır. Aralarında eşit olarak bölüşeceklerdir. Görülüyor ki kıyas yapılmaksızın bizim şeriatın sorunlarına çözüm bulmamız mümkün değildir. Ama kıyas olunca tüm sorunlar eksiksiz çözülmektedir.
فَهُمْ شُرَكَاءُ فِي الثُّلُثِ (FaHuM ŞuRaKAEu Fıy elçÇuLuÇı) “Onlar sülüste şeriktirler.”
Yani, kız erkek farkı gözetilmeksizin eşit olarak paylaşırlar. Lügat manâsıyla şeriklerin eşit paylara sahip olması gerekmez ve böyle bir şey anlaşılmaz. Ancak tercihun bila müraccah olmaması için eşit dağıtmak zorundayız. Eşit tektir. Oysa farklı dağıtma sonsuzdur. Gereksiz tercih yapmak zorunda kalırız. Oysa eşitlikte denge vardır.
مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصَى بِهَا أَوْ دَيْنٍ (MıN BaGDı VaÖıyYaTın YuvOAy BıHAv EaV DaYNın)
“Yapılan vasiyet veya deynden sonra.”
Burada vasiyet edilen diyor, halbuki çocuk ve anne baba ile ilgili âyette ölenin vasiyet ettiği denmektedir.Kıyam mülkiyetinde vasiyetçinin yetkisi daha fazladır.Oysa meta mülkiyetinde mal sahibi vasiyeti son derece daraltılmıştır. Bu vasiyet meta borçlar tasfiye edildikten sonra geçerlidir. Ölen anne, baba ve annenin payını vasiyet olarak kullanabilir. Ayrıca bir de vârisleri zaruret içinde olmamalıdır. Onun için bu vasiyete topluluğun müdahalesi fazla olduğu için meçhul sığası ile kullanılmıştır. Varislerin, kocanın, karının ve kardeşlerin miraslarını vasiyet kaydı ile birbirinden ayırmış olmaktadır.
غَيْرَ مُضَارٍّ (ĞaYRa MUWarRın) “Mudar olmaksızın.”
Miras taksim edilirken zarar verilmiş olamayacaktır. Bu çok önemli bir kayıttır. Miras taksimi yapılmadan taksimden dolayı zarar olmamalıdır. Mesela, bir arsa yarıya bölünüp verilmez. Yahut bir araba parçalanıp verilmez. Kabili taksim olmayanlar bölünmemelidir. Bir de izale-i şuyu davasıyla tam fiyat bulunmadan mal satılmaz. Bu sebepledir ki izale-i şuyu davası İslâmiyet’te yoktur. Bölünebilen mallar bölünür, bölünmeyen mallar ortak kalır. Kıyam mülkiyeti ehliyetli olana kalır, meta mülkiyeti ise bölünür. Çünkü bunda zarar yoktur. Eğer ortaklardan her biri kıyam ehliyetine sahip ise sıra ile işletirler. Ortaklar kendi paylarını her zaman satabilirler. Toptan satışı asla isteyemezler. Kıyam mülkiyetine sahip olan işletemiyorsa hakem kararı ile ehliyeti elinden alınır.
Miras âyetinde bunun yerine babalarınız ve oğullarınız, ne de size kimin yakın olacağını bilemezsiniz denmişti. Burada ise zarar verilemez denmektedir. Zarar bir başka şekilde de vasiyet yoluyla yapılır. Öyle vasiyet yaparsınız ki gerek neseb, gerek yakınlık ilişkileri zarar görür. Bu sebepledir ki vasiyetin yerine getirilmesi borçların ifası zarara sebep olmamalıdır. Karşılıklı zararlaşma olmamalıdır. Hakemlerin kararlarına uymak gerekir. Yoksa iki taraf da zarar eder. Buna dayanarak biz diyoruz ki, vasiyet yapılırken mirasçıların durumları da göz önüne getirilerek yapılmalıdır. Yakınları muhtaç iken başkalarına yapılan vasiyetler hakemlerce iptal edilir. Taksimde yakın vesaillere de verin âyeti bunu ifade etmektedir.
وَصِيَّةً مِنْ اللَّهِ (VaSıyYaTan MiNa alLAHı) “Allah’ın vasiyeti olarak bu böyledir.”
Miras âyetinde “Farizaten Minellah denmişti. Yani, Allah tarafından taksim edilmiş ve farz edilmiştir. Ta baştan da Allah size böyle tavsiye eder demektedir. Burada da Allah’tan vasiyet denmektedir. Yani başta Allah size vasiyet eder. Bu Allah’tan gelen vasiyettir denmektedir. Bu ifadeler göstermektedir ki, âyetin içinde geçen vasiyetler kıyam mülkiyeti ile ilgilidir. Meta mülkiyeti son derece kısıtlıdır. Bununla beraber eğer bir topluluk Fıkıh kitaplarına veya Medeni Kanuna göre mirası bölüşüyorsa ona uyulur. Onun değiştirilmesi için çaba sarf edilir. Allah tarafından yapılan bu taksime uyulduğu zaman aile müessesesi huzur içinde olur. Miras çekişmeleri ortadan kalkar. Çok farklı bir miras taksimi hem aile müessesesini parçalar, hem de miras davaları bitmez.
Evet, şimdi biz Kur’an’a göre mirasın taksimini anlattık. Gelsinler şimdi bizimle tartışsınlar. Medeni Kanun yorumcusu bir profesörün görüşü şöyledir; eşe miras verip muhtaç olan anne babaya miras vermemek adil değilse de taksimi kolaydır demektedir. İşte bugünkü hukukçuların bütün mantığı budur. Kendileri matematik bilmiyorlar, kısa yoldan hükme varmak istiyorlar. Namaz kılan ama Akevler’i kapatma kararı veren Yargıtay üyesi uçakta Süleyman Akdemir ile konuşuyorlar, Akevler’in feshine karar veriyorlar; gerekçeleri şudur: Çok kabarık dosya vardır. Bir kooperatif bu kadar çok işlerle uğraşmaz diyor ve feshine karar veriyorlar! İşte bunların hukuk anlayışı budur. Kim okuyacak o kadar dosyayı! Siyasi rüzgâra göre ver kararı, gitsin! Aslında bu hakim doğru söylüyor, bütün dosyaları okusa sonu gelir mi? Bu emekli hakimin zulmü nerede? Üç tane en yüksek seviyedeki bilirkişi ittifakla kooperatifin konunun dışına çıkmadığına dair rapor yazıyor, İzmir’deki Ticaret Mahkemesi ittifakla kooperatifin herhangi eksiği olmadığına karar veriyor; Yargıtay bozuyor! Gerekçe; kabarık dosya! Ama asıl gerekçe Akevler düşmanlığı, şeriat düşmanlığı, hak düşmanlığı, İslâm düşmanlığı. Ama sonunda ne oldu? Akevler hâlâ devam ediyor. Ayrıca AK Parti de Anayasa ekseriyeti ile iktidardadır. Güçleri varsa gelsinler, Kur’an’ın bu hükümlerinde yanlışlık olduğunu söylesinler. Söyleyemezler, sadece dosya kabarık diye kapatırlar!
وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَلِيمٌ (Va elLAHu GaLIyMun XaLIyMun) “Allah halim alimdir.”
Miras âyetinde Allah Hakîm Alîm bulunmaktadır. Burada “Halîm” sözü getirilmiştir. Hükmeden ama aynı zamanda halîm olan demektir. Şeriatın hükümleri adaleti gözetmek yani zalimlerin zulmünü önlemek, bir de muhtaçların ihtiyaçlarını gidermektir. Devlet bir taraftan güvenlik sağlar, diğer taraftan insanlar arasında hakça bölüşmeyi yani adaleti tesis ederler. Güvenlik ve adalet. İşte “Hakîm” demekle güvenliği, “Halîm” demekle de insanlar için sosyal dayanışmayı ifade etmektedir. Her ikisi de nekire gelmiştir. Dolayısıyla bu aynı zamanda Allah’ın halifesi olan devletin de görevidir.
* * *
Bu âyet uzun âyettir. Ancak tekrarlar çoktur. Biz onların üzerinde fazla durmadık. Ancak burada miras hükümlerinde güdülen esasın ne olduğuna kısaca işaret etmemizde yarar vardır.
Her canlının iki görevi vardır. Biri yaşamaktır. Bunun için rızkını temin ederken canlılar da hizmet eder.
Solucan toprağı midesinden geçirerek içindeki canlıların artıkları ile geçinir. Bu arada toprağı çapalayarak daha verimli hâle getirir. Bitkiler karbondioksiti alarak havanın oksijenini artırırlar, hayvanlar ise soluyarak havanın karbondioksiti çoğaltırlar. Böylece canlılar tabiattaki doğal dengeyi bozmadan yaşarlar.
Canlıların ikinci özelliği de ölümlü olmaktır. Canlılar birbirlerini yiyerek yaşadıkları için ölüm olmasaydı hayat da olmazdı. İnsanlar da ölümlüdürler. Ölümü dengelemek için de yeni nesil yetiştirmek gerekmektedir. Yeni nesil sayesinde canlılık sürüp gitmektedir. Demek ki insanların iki görevi var; biri yaşamak ve yeryüzünü imar etmek, diğeri de çocuk yetiştirip soyu sürdürmek. Allah diğer canlılar gibi insanları öyle yaratmıştır ki, yaşamak ve nesli sürdürmek çabası içindedir. Bu da aile müessesesi ile mümkün olmaktadır. İnsanlar tüm hayatları boyunca cinsi arzu duyarlar ve birbirlerine her zaman muhtaçtırlar. İnsan tek başına zor yaşmaktadır. En rahat yaşamını aile içinde sürmektedir. Çok konforlu huzur evleri bile hapishanedir. Oysa en yoksul aile yuvası bile daha çok birbirini sevme ve birbirine bağlanma aracıdır. Yoksul aileler büyük aile olarak birlikte yaşarlar. Ancak dünyaya bağlılıkları, sevinçleri ve üzüntüleri çok daha yüksek seviyededir. Köyde ölüm yalnız aileyi değil, aynı zamanda tüm köy halkını derin üzüntü içine gark eder. Kentte ise insanlar aralarındaki sevgi ve özlem bağlarını kaybetmişlerdir.
İşte bu şekilde ailenin sağladığı saadeti ve dayanışmayı hiçbir müessese sağlamamaktadır. Kur’an’ın ilk emri şudur. Bütün içtimai faaliyetler ve her şey aile içinde çözülecektir. Bu ilk ailede de böyledir. Ama aile tek başına bırakılmayacak, topluluk tarafından desteklenecektir. Aileye sermaye desteği yapılmaktadır. Bu destek fakirler faslından karşılanmaktadır. Diğer taraftan yoksulluk desteği yapılmaktadır. Böylece yaşama güvenliği sağlanmaktadır. Ayrıca küçüklere yetimler desteği, yaşlılara da yakınlık desteği yapılmaktadır. Yaşlı bir yakınını evinde bulunduran ailelere kamu gelirinden pay verilmektedir.
Genel kural şudur. Kamu hizmetini ailede erkek ve kadın yapar, kamu bütçesinden bunlara pay verilir.
Aileye başka bir destek de mufavada şirketidir. Aile tek başına başaramıyorsa ortaklık şeklinde işletme tesis edilir, ortak işletme aile fertlerini desteklemiş olur. Bunun dışında ocaklarda yaşama dayanışması oluşturulur. Kadınlar temizlik, erkekler bekleme nöbetleri tutarlar. Kadınların aile içindeki görevlerini yapabilmeleri için ocak içinde teşkilatlanmaları yetmektedir. Oysa erkekler gerek savunma, gerekse kazanma işlerini başarabilmeleri için daha büyük topluluklar oluşmuş, bu bucak, il, ülke ve insanlığa kadar yükselmiştir. Bunlar erkeklerin topluluklarıdır. Çünkü onların görevleri ile ilgilidir. Ancak hizmeti erkekler yapmakta, hizmet ise kadınlara yapılmaktadır. Çünkü çocuğu doğurup büyüten odur. Bu sebeple onların bu kamu hizmetlerine katılma yükümlülükleri yoktur, ama kamu hizmetlerine katılma yetkileri vardır.
Ailede kadın ile erkek arasında işbölümü yapılmıştır. Doğurup büyütme kadın, geçindirme ve koruma ise erkelere aittir. İşte miras buna göre taksim edilmektedir.
Terekenin yarısı çocuklara ittir. Bir çocuk olsa da ona verilecektir. Geri kalanın yarısı anne baba ve eşlere altıda birer olarak verilir. Sadece kadın mihiri iade ermez, terekenin dörtte birini verir. Erkek de mihiri geri almaz, buna mukabil sekizde bir verir. Yakınlık mirası karşılıklı mirastır, burada kadın erkek eşittir. Daha önce ölmüşse onun yeri varsa babası veya anne annesi alır. Yoksa çocuklara kalır. Eşin mirası daha önce ölmüşse doğrudan tereke sahibinin çocuklarına kalır. Bu taksimde adalet vardır. Çünkü yakınlık mirası ile neseb mirasını tercih ettirecek bir durum yoktur. O halde eşitlik içinde bölünmüş olacaktır. Bu bölüşmeden daha makul bir şey yoktur.
Baba veya anne daha önce ölmüşse babaannenin veya annenin bunların paylarına sahip olacağı da son derece makuldür. Burada uygulanan sistem ya hep ya hiçtir. Ya üçte bir, ya da ikide bir paylara sahip olacaklardır. Başka oranlar kabul edilmeyecektir.
Bundan sonrası kıyasa dayanarak en makul bölüşme ortaya konabilir. Bundan daha ilmî bir bölüşmeye götürmek mümkün değildir.
Bilgisayar programı: Bilgisayar şunları sayar.
Envanter.
a) Terekede mevcut meta malları? (Liste)
b) Terekede mevcut kıyam malları? (Liste)
c) Mufavada ortaklığındaki mallar?
d) Mufavada ortaklığındaki paylar?
e) Mal ile ilgili borçlar?
d) Geçim ile ilgili borçlar?
f) Alacaklar?
g) Vasiyetleri?
Mirasçıları:
a) Hayatta olan erkek veya daha önce ölmüş ancak en az bir erkek torun bırakan oğullar.
b) Hayatta iki kız veya daha önce ölmüş ama en az iki çocuk bırakan kızlar ve çocuklar.
c)
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 280. SEMİNER Yorum-110 İstanbul, 26 Kasım 2004
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI
(Üsküdar’da Selahattin Öztürk değerlendirecektir.)
İLME DAYALI İŞLETME
Bir ressam eline kalemi alır ve kâğıt üzerinde bir çizgi çizer. O çizgi ona bir şeyin parçası olarak görünür. Bu bir ağaç, bir insan, bir ev veya bir dağ olabilir. Bunu anlatan birinin bir çizgisi olabilir. İşte bu benzetmeye dayanarak o çizgiyi şekle dönüştürür. Bir dağ ortaya çıkabilir. O sonra ona bunun çevresinde olacakları akla getirir. Böylece adım adım ilerleyerek sonunda tabloyu tamamlar. Kaderine ne çıkmışsa bazen kendisi de beğenmez ve atar. Bazen de asırlarca o resim seyredilir, elden ele alınıp sayılır. İşte bu tablonun yapılması insiyakı bir yapıdır. Sanatsal yapıdır.
Oysa bir mimar veya mühendis proje çizerken asla böyle akla geleni çizmez. Önce ne yapmak istediğine karar verir. Kafasında bir model tasavvur eder. Ondan sonra onun boyutlarını hesaplayarak tesbit eder. Yalnız bir mühendis çalışmaz, değişik mühendisler bir araya gelerek bir proje yaparlar. Bu proje sonra kontrolden geçirilir. Ondan sonra alınır ve o projenin parçalarını on binlerce kişi ayrı ayrı ikmal eder. Sonra bunlar monte edilir ve uzaya gidilir. Veya göklerde uçulur, denizin altlarına dalınır, bilgisayar olur. Buna “takdiri işletme” diyoruz. Başka bir deyişe duygulara dayanan eserler, hislere dayanan eserler.
İnsanlık tarihte duygulara dayanarak yaşamaya başlamış, zamanla düşünceye doğru kaymıştır. Doğuda sanayi duyguya dayanarak çok gelişmişti, insanların ihtiyaçlarına cevap veriyordu. Batıda ise çok geri idi. Haçlı Seferleri ile başlayan etkileşme sayesinde Batı da sanayileşmek istedi. Ancak beceremedi. Eli yatkın olmayınca makine sanayisine geçti, planlı sanayiye geçti. İşte Batı bundan dolayıdır ki dünyaya hakimdir. Türkiye ise çok geri bir durumdadır. Hâlâ el sanayii ile çabalıyoruz.
Gerek resmî işyerlerinde, gerekse özel işyerlerinde yaptığım değişmez müşahede şudur. Eğer siz ustaya veya işçiye bir proje verir de bunu yap derseniz, o yapamadığı için değil, inadına olsun diye mutlaka senin söylediğin projede yapılanı yapmaz, kendisi kafasındaki hissî seziye dayanarak değişiklik yapar. Belki parçayı senin verdiğinden daha iyi imal eder. Ne var ki sonra kapı yerine takılamaz ve işe yaramaz. İşte bu nedenledir ki Türkiye’de ancak kopya sanayii, o da bozuk bir şekilde olmaktadır.
İlk “Mühendis” olduğum günden beri bunu değiştirmek için uğraştım. Yarım asır gerçekten bunun için adeta savaş verdim. Türklerin tabiri ile; bir arpa boyu yol alamadım. Bunun için ürettiğim tüm teoriler boşa gitmiştir. Proje veririm, giderim bir de bakarım ki; benim söylediğimin tam tersini yaparlar! Bazen bağırırım, bazen gülerim, bazen ağlarım; ama çoğu kez derin düşüncelere dalar ve çözüm ararım… Adeta ümitsizlik içinde düşerim... Çünkü bu durum gerçekten kanser gibi bir hastalıktır. Neden böyledir? Çok bilmişlikten dolayı!
Yine de hayali de olsa beynimde projeler üretiyor, usuller koyuyorum.
a) Bir test usûlü geliştirmeliyiz. Proje üreten ile proje uygulayan kabiliyetleri seçmeliyiz. Normal cemiyetlerde proje üreten az, uygulayan çok olur. Ama cemiyetimizde tersi doğrudur. Proje üreten çok, şeyh çok da; mürit yok. İşte bu az olanlardan oluşmuş olan bir işyeri kurmalıyız.
b) Bir sermeye oluşturup mesela bir helikopter projesini yapmalıyız. Parçaların projelerini ayrı ayrı yapmalıyız. N e işe yaradığını yapana anlatmamalıyız. Montaj projelerini de göstermemeliyiz. Kim bu parçayı getirirse şu fiyatla alırız demeliyiz. Projedeki toleransları taşan hiçbir parçayı almamalıyız. Uyanları da fazla para ile almaya başlamalıyız. Üretim biçimlerine karışmamalıyız. Böylece işsizlik dönemlerinde zorunlu olarak proje ile çalışmaya halkımızı zorlamış oluruz.
c) Sonunda standart parçaları da halk monte edecektir. Biz sadece parça alıp parça satmalıyız. Mamul alıp mamul satmalıyız. Sermaye asla kendisi üretimle uğraşmamalıdır. Bu sayede kontrol ve deneme gelişecektir. Satın alıp satan kimse teminatlı kontrollere güvenerek mal almalıdır. Yani, bir malı ürettim mi bir kontrolöre götürüp kontrol ettirmeliyim. Onun damgasını aldıktan sonra ambara götürüp teslim etmeliyim. Tüccar makbuzu satmalıyım. Böylece çok iyi bildiğimiz el sanayiini onu bozmadan, onu bırakmadan proje sanayisine dönüştürebiliriz.
d) Standart mal imal edemeyişimizin başka bir sebebi de, bizim sanayi seviyemizin Batı standartlarına uygun mal imal etme durumunda olmamasıdır. Çünkü kalite toptan yükselir. Sadece bir imalatın kalitesini yükseltmek mümkün değildir. Onun için bizim yapabileceğimiz standartları geliştirmeliyiz. Bizden geri olan ülkelere satmaya çalışmalıyız. Onların ham maddelerini alıp mamul madde hâline getirmeliyiz. Zamanla onların da yüksek seviyeye çıkmaları için yardımcı olmalıyız. Yapamayacağımız standartların peşinde koşmak demek, tıkanıp kalmak demektir.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 280. SEMİNER Yorum-110 İstanbul, 26 Kasım 2004
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI (Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)
ABD’nin SONU
Osmanlılar Anadolu’yu fethettiler, Viyana’ya kadar gittiler. Osmanlılar halkla savaşmadılar. Halk Osmanlıları kurtarıcı kabul etti. Bunu yalnız halk böyle sayamadı, din adamları da kendi hürriyetleri için Osmanlıların gelişini nimet saydılar.
Bir kasaba yani kaleyi Osmanlı Ordusu muhasara eder; kale tekfurunun kızı Türk komutanına aşık olur, kale kapısını (güya gizlice) açar, Türk komutan da onunla evlenir. Kale Bizanslılardan ayrılmış, Türklerin eline geçmiş, Tekfur veya başka bir yakınlısı orada yine bey olarak kalmıştır. Türkler Balkan topraklarını ve Bizans İmparatorunu Lâtinlerden korumak için Bizans’ın dâveti ile gitmişlerdir. Kosova Savaşları Bizanslıları korumak için Katoliklerle yapılmıştır. İstanbul fethedildiği zaman Kilise bayram yapmıştır.
Moğol İmparatorluğu’nu kuran Cengiz Han, önce Müslümanlara esir düşmüş ve orada İslâm eğitim sistemini öğrenmiş, sonra memleketine döndüğü zaman imparatorluğunu onun üzerine kurmuştur. Din özgürlüğünü esas almış, karşı gelenlere acımasız baskı yapmış, ama kendisine tâbi olanlara ise asla dokunmamıştır. Bu sistemi Rus çarları ile İngiliz kralları da benimsediler ve dünyaya öyle hakim oldular. Sovyetler ise sorunları yalan ve şiddetle çözmeye başlamış, ömrü sadece yetmiş yıl olmuştur.
Amerika Birleşik Devletleri’nde seçimi kazanan parti dünyaya gözdağı vermek için Kadir gecesinde mabetleri bombalamıştır. ABD işgal ettiği hiçbir ülkeye barışı ve refahı getirememiştir. Bir yer silah zoru ile her zaman alınabilir; ama silah zoru ile hiçbir zaman yönetilemez. Sözde hükümran görünür, oysa asla zorla ülke yönetimi sürdürülemez. Niçin? Çünkü bunun çok basit bir sebebi vardır. Yönetim bir kadro ile yönetilmektedir. Bürokrasi dediğimiz bu kadro ile halk arasında devamlı çatışma vardır. Baştakiler halka kulak vermezler, çünkü sonunda bürokrasi çöker; bundan dolayı bürokratları dinlemek zorundadırlar. Onlar ise kendilerini üstün görmeye başlarlar. Ancak halka güçleri yetmez, halkla anlaşmak zorunda kalırlar. Böylece sahte bir yönetim doğar. Herkes bile bile yalan söyler.
Gidin ve herhangi bir dükkandan bir şey alın; “Fatura istiyor musunuz?!” diye sorar; “Hayır!” derseniz fatura kesmez ve KDV’yi almaz. Bunun böyle olduğunu herkes biliyor, ama ses çıkar(a)mıyor. Maliye Bakanı böyle faturaların şampiyonu olarak gelmiştir. Ne diyebilir ki?!. Herkes çok iyi bilir ki, gerçek fatura kesilse Türkiye batar. Çünkü vergiler ödenemeyecek kadar çok ağırdır. Batılılar işte böyle bir düzen kurmuşlardır. ABD’nin başarıya ulaşması sözkonusu değildir. Iraklılar ölebilir. Çünkü onlar da gittiler hiçbir gerekçeleri yokken İran’a saldırdılar. Onlar da yıllarca Saddam’a taptılar. Hani şimdi Saddam ile birlikte e nerdedirler? Şimdi o tanrıları nerede?..
O halde şu soru sorulur. Bu siyaseti ile gelecekte neler olacaktır? Tahminim şudur ki; tekel sermayenin yandaşları gelecek seçimi kaybedeceklerdir. Bush yönetimi dünyada yenilmiş olarak siyaset sahnesinden çekilecektir. Bu arada İsrail devleti de Müslümanların himayesinde bağımsız bir kuruluş hâline dönecektir. İsrail’de akan kan duracaktır.
GELECEK DÜNYADAN NELER BEKLENİYOR?
a) Yahudiler Tevrat ehli olmaya devam edeceklerdir. Ancak Tevrat’ı Kur’an’ın öğretileri içinde çağımızdaki müsbet ilme göre yorumlayacaklar ve tarihî olmuş olan hükümleri değiştirecekler, Hazreti İsa’yı ve Hazreti Muhammed’i Allah’ın Resulü olarak kabul edecekler; ancak onların kendilerine değil, diğer insanlara peygamber olduğunu söyleyeceklerdir! Böylece onların Hıristiyan ve Müslümanlarla dinî çekişmeleri sona ermiş olur. Çünkü Hazreti İsa Havarilere; Siz yeryüzüne dağılın ve İsrail oğullarını değil tüm insanları dâvet edin demişti. Kur’an da; Tevrat ehli Allah’ın indirdiği ile hükmetsin diyor. İman etmek ayrı, hükmetmek ayrıdır. Biz Tevrat’a inanıyoruz ama ona göre hükmetmiyoruz. Sonra İsrail oğulları üstün ırkı üstün mükellefiyet olarak anlamalı, insanlara hükmetme şeklinde düşünmemelidirler. Ticarette ve ilimde insanlığa hizmet etmek üzere üstün olduklarının bilmeli ve bu hizmeti yapmalıdırlar. Diğer insanlar da onların bu hallerine saygı duymalı ve onlarla hayırda yarışmalı ve onları örnek almalıdırlar. Nasıl peygamberler insanlar için örnek kişiler ise, İsrail oğulları da insanlar için örnek bir kavimdir. Sahabeler Müslümanlara ve insanlığa örnektir, ama Araplar örnek değildir. Bunlar Allah’ın hükmüdür. Bizim itiraza ne gücümüz ne de yetkimiz vardır.
b) Hıristiyanların da yapacakları şeyler çok açıktır. Önce teslis akidesini terk etmelidirler. İncil’de olmayan ve Kur’an tarafından şiddetle reddedilen bu anlamsız iddialarından vazgeçmelidirler. İncil’deki “oğlu” ve “oğullar” kelimeleri tevil edilmelidir. Ondan sonra da din olarak İncil’e sarılmalıdırlar. Ama şeriat olarak Tevrat’ı değil, Kur’an’ı esas almalıdırlar. Yani, artık İncil’i Ahd-i Atik il değil, Kur’an’ın meali ile beraber basmalıdırlar. Buna onların ihtiyacı vardır. Neden? 1) Tevrat yalnız İsrail oğullarına ait hükümleri içerir, insanlığa onun hükümlerini uygulamak mümkün değildir. Mümkün olmadığı içindir ki Roma Hukuku lâik hukuk olmuştur. 2) Tevrat tarım dönemi, hattâ çobanlık dönemi hükümlerini içerir. Bugünkü sanayi dönemi hükümleri yoktur. Oysa Kur’an sanayi dönemi hükümlerini de içermektedir. Saçmalıklarla dolu olan lâik hukuk dağınıklığından kurtulmak için Kur’an’a dönülmelidir. İbadetler yine İncil’e göre yapılsın, ama şeriat Kur’an’ın içtihat ve icma şeriatı olsun. Kendileri içtihat etsinler, kendileri icma yapsınlar. 3) Kur’an son kitaptır, Tevrat’ı ve İncil’i tasdik etmektedir. Oysa Tevrat bugünkü yorumları ile İncil’i tasdik etmemektedir. Dolayısıyla Kur’an’ı benimsedikleri zaman kendilerini inkâr edeni değil, tasdik edeni benimsemiş olurlar. 4) Nihayet, Kur’an değişmeden bütün usûl ve diliyle hazır bulunmaktadır. İnsanlık 1500 seneyi kaybederek gerisin geriye dönmez. Dolayısıyla Hıristiyanların yapacağı ikinci iş Kur’an şeriatını kabul etmektir. Bu İncil’i bırakmak değil, Tevrat’ı hukuki hükümlerde bırakmak olur. Hıristiyanlar neshi kabul ettikleri için bir sorunları olmaz. Hıristiyanlığı insanları sömüren Yahudi sermayesinin bir istismar aracı olmaktan çıkarmalıdırlar. Roma İmparatorluğu’nu yıkan, Bizans İmparatorluğu’nu yıkan Müslümanlar olmamıştır. Bunları o hâle getiren İsrail oğullarıdır. Eğer bir Ermeni soykırımı olmuşsa bunu onlar yaptırdılar. Batıyı ateist hâle getirenler onlardır. Birinci ve İkinci Cihan Savaşlarını onlar çıkardı. Sosyalizmi ve kapitalizmi Avrupalılara onlar sardı. Hıristiyanlar artık uyanıp onların bu fitnesine âlet olmaktan kurtulmalıdırlar. Bugünkü üniversite ve iletişim sistemine rağmen bu gaflet nedir?!. Ne var ki, bu savaş ABD’de başlamıştır. Bush’un durumu ve yaptıkları bu uyanıklığını habercisidir.
c) Kaynağı tek olan Budizm ve Hindu dinleri de kendi dinlerinde yenilik yapmalıdırlar. Her şeyden önce bunlar da Hazreti İbrahim Peygamberin üçüncü hanımı Ketura’dan doğan çocuklarının geliştirdiği dinlerdir. “Brahma” ile “İbrahim” kelimeleri arasında büyük bir benzerlik vardır. Kur’an’da bahsedilen “Furkan” bunlara indirilen kitaptır. Bu gerçek içinde onlar da kendi dinlerinde kalacaklar, ancak şeriat olarak Kur’an şeriatını benimseyeceklerdir. Böylece İnsanlık uygarlığına hizmet etmeye katılmış olacaklardır. Çin ve Hindistan böylece saldırgan sermayeye karşı birleşmiş olacaktır.
d) Bir de bugün dehriler yani ateistler vardır. Yine Yahudilerin ürettiği bu grup Tevrat’ın, İncil’in, Furkan’ın ve Kur’an’ın Allah sözü olduğunu kabul etmiyorlar. Bunlar müsbet ilmi kabul ettiklerini iddia ediyorlar. Var sayın ki bu kitaplar Allah’ın sözleri değildir. Bu kişilerin eseridir. O zaman Marx’ın kitabı ile eşit durumdadırlar. Çünkü insanlığa onbin yıldır yön veriyor ve insanlığın bugünkü seviyeye çıkmasını sağlamışlardır. Aramızdaki ihtilafları müsbet ilme çözdürelim. Tabiî ve sosyal ilimler ne diyorsa onu yapalım. 1) Zina yapmayalım, 2) Faiz almayalım, 3) İnsanlara tapmayalım. 4) Birbirimizi haksız yere öldürmeyelim. Savaş yerine barış olsun. Siz de lâik ahlâk içinde yaşayın. Sitelerinizi kurunuz, illerinizi kurunuz; hattâ devletinizi kurunuz. Ama giriş-çıkış serbest olsun. Yarışalım. Kim daha çok insanı ikna ederse o güçlü olsun.
İşte Bush’un zaferi bütün dünya İnsanlığını bu gerçeklerin etrafında birleştirecektir. Bu zulmün zaferinin hikmeti budur. Dünya o şeytanca düşünce karşısında birleşmiş olacak ve bu da ABD’nin sonu olacaktır.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92