ADİL DÜZEN 282
“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 10-12 Aralık 2004 Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 282. SEMİNER (CUMA-C.TESİ-PAZAR) İst. - Ank., 10-12 Aralık 2004
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği) Tel: (0532) 246 68 92
*HAFTALIK TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00), Cumartesi Yenibosna (18.00-21.00)]
NİSÂ SÛRESİ TEFSİRİ - 8
Bu dersin tamamı Yenibosna’da 18.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır.
(Hasan Özket, Yasin Kılar, Hasan Çetinkaya, Reşat Nuri Erol, Lütfi Hocaoğlu, ve ………..… dersi okumuş olarak geleceklerdir.)
Cuma günü Üsküdar’da Reşat Nuri Erol tarafından; Pazar günü Ankara’da anlatılacaktır.
Süleyman KARAGÜLLE
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ
وَاللَّاتِي يَأْتِينَ الْفَاحِشَةَ مِنْ نِسَائِكُمْ فَاسْتَشْهِدُوا عَلَيْهِنَّ أَرْبَعَةً مِنْكُمْ فَإِنْ شَهِدُوا فَأَمْسِكُوهُنَّ فِي الْبُيُوتِ حَتَّى يَتَوَفَّاهُنَّ الْمَوْتُ أَوْ يَجْعَلَ اللَّهُ لَهُنَّ سَبِيلًا(15) وَاللَّذَانِ يَأْتِيَانِهَا مِنْكُمْ فَآذُوهُمَا فَإِنْ تَابَا وَأَصْلَحَا فَأَعْرِضُوا عَنْهُمَا إِنَّ اللَّهَ كَانَ تَوَّابًا رَحِيمًا(16) إِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللَّهِ لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ السُّوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوبُونَ مِنْ قَرِيبٍ فَأُوْلَئِكَ يَتُوبُ اللَّهُ عَلَيْهِمْ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا(17)
وَ (Va) “Ve”
“Bunlar Allah’ın hudutlarıdır.” dedikten sonra, hududa riayet edenlerin âhiret saadetini zikretti.
Ondan sonra hududu aşanlar için âhiret azabını zikretti.
Şimdi de dünya azabını ele aldı. Dünyada yapılan her amelin âhirette hesabı vardır. Tam adalet orada sağlanacaktır. Ancak caydırıcılık olmak üzere de dünyada cezası vardır.
Bu sûre aile hayatı ile ilgili hükümleri anlatmıştır. Önce küçüklerin büyütülmesi ile işe başlamıştır. Sonra erginlerin mufavada şirketi içinde yaşamalarını dile getirmiştir. Sonra da miras hükümlerini vazetmiştir. Doğma, yaşama ve ölme ile insan ömrünü tasvir etmiştir.
Ne var ki, bütün bu hükümlerin hepsi evlilik müessesesine dayanmaktadır. Eğer evlilik müessesesi olmazsa aile olmaz, aile olmazsa bütün bu hükümler havada kalır. İnsanları evlenmeye zorlayan bir müessesenin olması gerekir. Evliliği koruyan bir müessese olmalıdır. Bu da serbest cinsi ilişkinin yasak olmasıdır.
Bu yasakla iki şey sağlanmaktadır. Önce aile müessesesi korunmaktadır. İnsanlar serbest cinsi ilişki kuramayınca evlenmek zorunda kalırlar. İkincisi de, bu sayede neseb tesbit edilmiş olur, yani doğan çocuğun annesi ve babası belirlenir, ailesi belirlenir.
Sosyal yuvalar kurarız, nesebi belirleriz diyebilirsiniz. Ne var ki, yuvalarda büyüyen çocuklar kardeş olabilir ve bunlar evlenebilir. İşte o zaman yakın evliliklerden dolayı neslin dejeneresi söz konusudur.
Bunun dışında, serbest cinsi ilişkiler sebebiyle zührevi hastalıkları yani frengi, AİDS ve daha bilmediğimiz nice hastalıkları önlememiz mümkün değildir.
a) Bu sebepledir ki gizli yapılan cinsi ilişki suçtur ve 100 sopa atılmaktadır.
b) Akrabaların birbirleri ile yaptıkları cinsi ilişkiler de suçtur ve 100’er sopa atılır. Aileden de olsa atılır ve erkek kadının bulunduğu ilçeden sürülür.
c) Kadın bir erkekle cinsi ilişkide bulunduktan sonra üç ay beklemeden başka erkekle cinsi ilişkide bulunursa o zaman bu fuhuş yapmış olur. Böyle bir kadına ve buna iştirak eden erkeğe 100’er sopa vurulur. Erkek nefy edilir. Kadın ise evinde hapsedilir.
d) Bu cezalardan da etkilenmeyen kadın ve erkek serbest cinsi ilişki kurmaya devam ederlerse, artık zina fuhşa dönüşür ve bunlar köleleştirilir. Bunu alışkanlık hâline getiren erkekler hadım edilir. Kadınlar da zorunlu çalışma beytlerine imsak edilir.
اللَّاتِي يَأْتِينَ الْفَاحِشَةَ (elLATIy YaETIyNa ElFAPıŞata) “Fahişeye varan kimseler.”
Bir kadının zina yapması fuhuş değildir. “Fuhuş” kadınların örgütlenerek fuhuş evi işletmeleri demektir. Onun için çoğul kullanmıştır.
“Fuhşu yapanlar” denmemiş de, “fahişeye varırsa” denmiştir.
Fuhuş evi işleten kadın ile fuhuş evinde çalışan kadının yaptığı fahişeye varmaktır. İşte bunların cezası evlerinde hapistir. Bunlara varan erkeklere zina cezası uygulanır.
Eğer bir erkek kendisi için bir ev açsa, gelen kadınlarla cinsi ilişkide bulunup para verip bıraksa, yani kadınları para ile gizli cinsi ilişkiye zorlasa, kıyasen o da aynı şekilde cezalandırılır. Hadım yapılır.
مِنْ نِسَائِكُمْ (MiN NiSAEıKuM) “Karılarınızdan.”
Evli olmayan kimsenin başkası veya yakını ile cinsi ilişkide bulunması onun 100 sopa ile cezalandırılmasını gerektirir. Ama kadın birisiyle cinsi ilişki kurmuş ve dört ay geçmediği halde veya geçtiği ama boşandığını beyan etmeden başka erkekle cinsi ilişki kurması fuhuştur.
İşte bu sebeple “Nisa” kelimesini izafetle kullanmaktadır.
“en-Nisa” dense kızlar da girer ama “Nisaiküm”e yalnız evli kadınlar girer.
فَاسْتَشْهِدُوا عَلَيْهِنَّ أَرْبَعَةً مِنْكُمْ (Fa iStaŞHıDUv GaLaYHınNa EaRBaGaTan MinKuM)
Onların aleyhinde sizden dördünü istişhad ediniz.”
Bir kimsenin zina ettiğine şehadet ayrıdır, fuhuş yaptığına şehadet ayrıdır. Fuhuş evini işlettiklerine şehadet edilecektir. Zinada olduğu gibi burada da dört şahit gerekmektedir. Dört şahidin şehadeti ile bütün fuhuş fiilinin üyeleri belirlenmiş olur.
“İstişhade etme” demek, soruşturma demektir. Yani, dört soruşturmacıya bunların fuhuş evi işletip işletmediğini tesbit görevi verilir. Bu görevi dayanışma ortaklıkları başkanları verirler. Dinî ve siyasî dayanışma ortaklıkları böyle bir olayın tesbitini şahitlerden yani polislerden isterler. Bu görevi yerine getirenlerin ücretleri kamu bütçesinden bunlar aracılığı ile verilir.
“Aleyhinne” çoğul olarak gelmiştir. Hepsinin birden o suçu işlediğinin ispatı gerekir Tek bir kadının fuhuş yapması sözkonusu olmaz.
Soruşturma aşağıda anlatacağımız şekilde yapılır.
Önce gerekli kişilere gördüklerini sorar. Kişiler ne görmüşlerse onu söylerler. Sanıklara da kendilerine gidilerek ifadeleri alınır. Bu konuşmalar kayda alınır ve bunların tamamı gizlidir. Bu kayıtları kendilerinden başka kimseye vermezler; mahkemeye de vermezler. Eğer kanaat getirirlerse bu soruları kendilerine yazılı olarak sorarlar. Yazılı cevapları dosyalarlar. Bu soruşturma da duruşmalı yapılamaz, karakol soruşturması yapılamaz. Her polis soruşturmayı ayrı ayrı kendisi yapar, kendi dosyasını tanzim eder. Bu soruşturmada verilen beyanlar suç oluşturmaz. Dışarıdaki konuşmalar suç oluşturur ve kazıf cezasına mucip olur. Dört şahit de böyle bir fuhşun yapıldığına kanaat getirirlerse, onlara bu görevi veren akile sorumlusuna şahitlik yapacaklarını bildirirler. O zaman dosyalar hakemlere gider. Hakemler şehadetin kabul edilip edilmeyeceği hususunda karar verirler; baş hakem karar verir. Dört kişi dolunca duruşma yapılır ve birlikte duruşmaya gelen dört şahit isimlerini sayarak “Bunlar fuhuş yapmıştır.” derler. Hakim şehadeti tescil eder. Kararı vermiş olur. Bundan sonra şahitler veya hakemler aleyhine dava açılabilir. Bu davanın açılabilmesi için akile sorumlusunun muvafakati gerekir.
فَإِنْ شَهِدُوا (Fa Ein ŞaHıDUv) “Şehadet ederlerse.”
Fahişeliği yaptıklarına “şehadet ederlerse”, buraya giden erkekler zina cezasına çarptırılıp nefy edilirler, kadınlar ise zina cezasına çarptırılıp hapsedilirler.
“İstişhad etmek” demek, soruşturma yapmalarını istemek demektir.
“İşhad etmek” demek, şehadet etmelerini istemek demektir. Şehadete dâvet etmek demektir.
Şahitlik yapmak için siyasi haklara sahip ve şahitlik yapmak üzere tezkiye edilmiş olmak gerekir. Tezkiyeyi dayanışma ortaklıkları yaparlar.
فَأَمْسِكُوهُنَّ فِي الْبُيُوتِ “Onları beytlerde imsak ediniz.”
Yani, hapishanelerde tutunuz demektir. “Fî buyutihinne” denmiş olsaydı, kendi evleri olurdu.
“Sicn” denmeyip “Beyt” denmiş olmasının sebebi, İslâmiyet’te işkence çektiren hapis hayatı yoktur. Çalışma siteleri veya tecrit siteleri vardır. Burada iskân edilirler, orada çalışırlar, serbestçe yaşarlar. Akrabaları ile her zaman görüşebilirler, eşleri ile birlikte yaşayabilirler. Sadece onların hürriyetleri kısıtlanmıştır. Hareketleri göz altındadır. Hattâ bu kendi evlerinde de olabilir.
“El-Buyût” marife geldiğine göre, bilinen belirlenmiş evdir. İşkence yeri değildir. Tecrit yeri değildir.
“Misk” yapıştırıcı demektir.
“İmsak etmek” demek, tutmak demektir. Salıvermemek demektir. Boş bırakmamak demektir. Nikâhın devamı demek, kadını imsak etmek demek olur. Dolayısıyla imsak etmek herhangi bir kötü durumu tasvir etmez. Göz altında bulundurun demek olur.
Aile müessesesinin yaşaması, nesebin belirlenmesi bakımından zinanın yasak olması gerekir. Hele fuhuş mutlaka önlenmelidir. Aslında bugün bu sadece sağlık bakımından müeyyide altına alınmıştır.
حَتَّى يَتَوَفَّاهُنَّ الْمَوْتُ (XatTAy YaTaVafFAyHunNe eLMavTu)
“Ta ki mevt (ölüm) onları tevfiye etsin.”
Bu müebbet sürgün demektir. Çünkü bunlar serbest bırakılsalar bu tür işletmelere yine tevessül ederler. Yaşlı olsalar da başka kızları ayarlarlar. Dolayısıyla bunlar kendi yurtlarında kalacaklardır. Kendilerine orada çalışıp geçinecek iş verilecektir. Bunlar köle durumuna getirilmişlerdir.
Biz kısas yoluyla böyle erkekleri ve eşcinselleri de aynı durumda hapsederiz. Kendilerini hadım yaparız. Bize göre erkek eşcinseller hadım yapılırlar ve kendi sitelerinde yaşarlar.
Ölüme kadar onların evlerde tutulması sayesinde, bunların sadece fuhuş yapan kadınları değil, fuhuş yerlerini işletmelerini engelleme meselesini de içine alır.
İnsan nesli fuhuş sebebiyle dejenere olmakta, genler bozulmaktadır. Buna tedbir almayan topluluklar kısa zamanda helâk olurlar.
أَوْ يَجْعَلَ اللَّهُ لَهُنَّ سَبِيلًا (EaV YaCGaLe elLAHu SaBIyLan)
“Yahut Allah onlara bir sebil ca’ledinceye kadar.”
Yani, müebbet sürgünden kurtulma yolları vardır.
“Sebilen” kelimesi nekiredir. Bir tek kurtuluş yolu değil, birçok kurtuluş yolları vardır. Elbette bunun biri evlenmedir. Bunlar köle durumunda olduğu için bunlarla evlenenler bir nevi cariye almış olurlar. Kocaları bunlara bakmakla yükümlü olmaz. Kendileri çalışıp geçinirler. Onlara iş verenler onun sahibi olurlar. Kocaları da kocalık yaparlar. O halde bunlara yol şöyle bulunacaktır.
Bunlar satılacaktır. Kime? Erkeklere. İşyerlerinde çalışacaklardır. Ya cariyelik yapacaklar, ya da birisiyle evleneceklerdir. Hür kadınlardan farkı; hür kadınların geçimleri kocalarına ait olup, kocaları veya başkaları onları işe zorlayamazlar.
Bunun dışında tekrar o şeni fiili işleyemez durumda olmaları şartı ile başka çözüm yolları da üretilebilir. Ancak bunlar için meclislerden içtihat ve icmaa dayalı mevzuat geliştirilmelidir.
Buradaki “Allah” kelimesi topluluk anlamındadır.
Burada önemli bir konuyu tartışmak durumundayız.
Bu önemli konu da İslâmiyet’te uygulaman recim cezasıdır.
Kur’an’da zina eden erkek ve zina eden kadın hakkında verilen ceza çok açık olarak ifade edilmiştir. O da yüz sopadır. Mutlaktır. Yani, evli olsun olmasın, ceza kesindir. Yüz sopadır. Burada ise zina değil fuhuştan söz edilmektedir. Fuhşun tarifi değişik şekilde yapılabilir. Biz çoğul olmasından, ismi fail gelemsinden, “Fahişe” kelimesinin marife olmasından hareketle, fuhşu bir zina müessesesi olarak tanımlıyoruz.
Kur’an’ın hiçbir yerinde biz recimle ilgili bir âyete rastlamış değiliz. Hadislerde ise Hazreti Peygamber aleyhisselâmın değişik zamanlarda recm ettiği ifade edilmektedir. Bunların hemen hiçbirisi dört şahitle sabit değildir. Hepsi itirafa dayanmaktadır. Hemen bütün zaniler gelip ısrarla itiraf etmektedirler. Hz. Ebu Bekir’e gitmiş, o kimseye söyleme demiş; Hz. Ömer’e gitmiş, o kimseye söyleme demiş; Nebi aleyhisselâma gitmiş, o da üç defa kovmuş, sonra akıl hastası olup olmadığını soruşturmuş, sonunda recm etmiş.
Bunun böyle olduğunu kabul etsek, hadisi doğru kabul etsek bile, bu olaylar bu âyet nâzil olmadan önce olmuş olabilir. Bu âyet nâzil olduktan sonra da bir olay cereyan etmediği için o hüküm öyle kalmıştır.
Halifeler sorunları Kitap ile değil, Sünnet ile çözdükleri için bu uygulama halifeler zamanında da devam etmiştir. Çünkü o zamana kadar Arap fıkhı ve usûlü fıkıh kuralları ortaya çıkmamıştır.
İmamı Malik Kur’an’dan çok Medine uygulamasını esas aldığı için recme ait haberleri naklederek müesseseyi kabul etmiştir. Ebu Hanife ise Kur’an’a aykırı da olsa, eğer icma varsa, sükuti icma da, olsa onu kabul etmiştir. Dolayısıyla açıkça Kur’an’a aykırı olan ve Kur’an’da asla yeri bulunmayan bir müesseseyi sürdürmüşlerdir. Abdestin nasıl alınacağına dair iki yerde açık tarifler yapan Kur’an’ın, recimle ilgili konuyu değinmeden geçmesi kabul edilir bir şey değildir.
Hele, Kur’an’da recim âyeti vardı, sonra nesh oldu rivayeti ise asla kabul edilemez. Böyle bir şeyin kabulü, Kur’an’ın tahriften masun olduğuna dair kesin âyetleri inkâr olur. Zaten zina cezasını seksen sopa ile, fuhşu ise ölümle sonuçlandırmak hiç makul değildir. Kur’an öyle bir kitaptır ki mutlaka itirazlara cevap verir. Kur’an ölüm cezalarının yalnız katil ve salb ile olacağını da bildirmiştir.
O halde recim cezasının olmadığını Kur’an açıkça söylemektedir.
Bu âyette de onlara verilecek cezanın müebbet imsak olduğu çok açık bir şekilde bildirilmektedir. Bundan dolayı geçmişte yapılan bir hatayı sürdürmemizin bir anlamı yoktur.
Biz tarihe değil Kur’an’a inanıyoruz. O zaman olanların hesabı bize ait değildir. Bizim kesbimiz bize, onların kesbi onlara aittir.
Demek ki recm cezası Kur’an’a tamamen aykırıdır.
وَاللَّذَانِ يَأْتِيَانِهَا مِنْكُمْ (Va elLaÜAvNı YaETıYAnNıHAv MıNKuM) “Sizden bunlara varırsa.”
Fahişeye varırsa denmektedir. Yukarıda da “Minküm” denmiştir.
Buradaki bu kayıt da şunu gösteriyor ki, olayın bizim topraklarda olmasından çok, kişilerin bizden olmaları önemlidir. Dolayısıyla bu fiili irtikap eden bunu başka yerde de yapsa biz onu cezalandırırız.
Bu suçun cezası bizde olmasından ziyade, bizden olması önemlidir. O halde eğer bizim bucağımızda sakin olan biri gidip başka bucak ve ilçelerde aynı fiili işlerse biz onu cezalandırırız.
Yukarıda yalnız kadınlar için konan fuhuş yasağı burada teşmil edilmiştir. Kadın-erkek bir hâle getirilmiştir. Yani, fuhuş evi işleten kadın ve orada sermaye olan kadınlar cezalandırılacaktır. Zina cezasına çarptırılacaktır. Böyle bir eve giden erkek de cezalandırılacaktır.
Bu ceza yüz sopadır. Erkeğin o ilçeden sürülmesidir. Sürülmeyi neden söylüyoruz. Çünkü evlerde imsak da sürülmedir.
فَآذُوهُمَا (Fa EazÜUvHuMAv) “Onlara eziyet ediniz.”
Burada eziyet tarif edilmemiştir. Bu eziyet kıyas yoluyla veya delâlet yoluyla zina cezasıdır.
Demek ki fuhuş yapan kimselere 100 sopa vurulacaktır. Başka yerde tarif edildiği için burada tarif edilmedi. Yani fuhuş bir zinadır. Zinanın cezası verilecektir. Ayrıca ağır bir zina olduğu için imsak edilecektir.
Fuhşun tanımını şöyle yapıyoruz. Zina, akitsiz ve gizli yapılan bir cinsi ilişkidir. İddet beklenmiş olabilir. Fuhuş ise iddet beklenmeden yapılmış zinadır, örgüt olarak yapılmalıdır. Zinanın kazanç hâline getirilmiş olması gerekir. Evli kadın iddeti bekler, dört ay kocasından uzak kalır ve ben ayrıldım derse, onun yeni erkekle buluşmasında bir mahzur yoktur.
فَإِنْ تَابَا وَأَصْلَحَا (Fa Eın TavBAy Va EaÖLaXAy) “Tevbe eder ve ıslah olurlarsa.”
Suçu işleyenlere eziyet edilecektir. 100 sopa vurulacaktır. Ne var ki bunların böyle bir fiili işlemeleri baştan dört şahitle tesbit edildikten sonra artık tek şahidin şehadeti ile bunlara bu ceza uygulanacaktır. Muhakemenin metodu kesin ispat olmalıdır.
Ne var ki, eğer bunlar tevbe eder ve ıslah olurlarsa, hakemler buna karar verirlerse, o zaman bunlar serbest bırakılırlar. Ölünceye kadar olan ceza biter. Yalnız bunun için tevbe etmiş olması gerekir. Bunu da hakemler tesbit eder.
فَأَعْرِضُوا عَنْهُمَا (FaEaGRıWuv GaNHuMAv) “Onlardan i’raz ediniz.”
Yani, artık onlara eziyet etmeyiniz ve onları aşağılamayınız. Hakemlerin ibrası tevbelerinin geçerli sayılması ve onların eski hâle dönmeleri için yeterlidir.
Demek ki Kur’an burada yeni bir müessese getiriyor. Bir kimse kötü alışkanlığa düşmüşse, diyelim ki sigara içiyor, içki içiyor, uyuşturucu kullanıyor, fuhuş yapıyor. Buna karşı müeyyide uygulayacaktır. Bunun için iki yol var; biri sürgün, diğeri ise her fiil işlemesi hâlinde dayak atılır. Bunlar ceza sistemidir. Dayak yerine para cezasına mahkum edilir. Mesela, bir odada sigara içilmiş ise ve orada o da varsa o sigarayı içmiştir. Ceza verilir. Oysa içmeyen için onun içtiğini ispat gerekir. Kişi ağzıyla tevbe etmiş, fiilen de uygulamışsa, hakemler tevbe edip ıslah olduğuna karar verebilir. İşte bu yenidir.
Zorla çalışma yerlerinde bu kurallar uygulanmalıdır. Böylece mahkumlar ıslah olma yarışına girerler.
Bu husus “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”na girmemiştir. Ceza kısmına eklenmelidir.
إِنَّ اللَّهَ كَانَ تَوَّابًا رَحِيمًا (EınNa elLAHe KAvNa TevVaBan RaXıYMan)
“Allah tevvab ve rahim bulunmaktadır.”
“Tevvab” dönüşleri kabul eden anlamındadır. Vazgeçen anlamınadır. Önce ben bundan vazgeçtim diyecektir. Suçunu itirafta bulunacak, cezasına razı olacaktır. Varsa, birinin hakkı telafi edilecektir. Borçlu olduğunu kabul edip ödemeyi taahhüt edecektir. O zaman Allah da onun tevbesini kabul eder.
Tabii ki ibadetler ait tevbeyi Allah kedisi kabul eder.
Ama burada eve kapatılmış bir kadınla dört şahit aranmaksızın 100’er sopa yiyen suçlunun tevbesini topluluk nasıl kabul edecektir? Başkanın kabulü yeterli değildir. O zaman bu görev resule verilmiş olurdu. Verilmediğine göre, demek oluyor ki topluluk bir müessese kuracak ve o müessese tevbeyi kabul edecektir. O da hakemlik sistemidir.
Burada yine “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”nda yer almayan bir husus daha ortaya çıkmıştır. Anayasamıza eklenmelidir. Kötü alışkanlıklara alışkın olan kimselerin suç işlediğini ispat için adil bir şahidin şehadeti yeterlidir. Bu da yenidir.
“Rahmet”e gelirse, Allah kimseye eziyet etmek istemez. Onun için herkesin tevbe edip kötü durumdan kurtulmasını ister. Bu cehennem halkı için de doğrudur. Yani, biz ceza verirken intikam hissi ile vermeyiz, ama şefkat hissi ile veririz. Allah âhirette de insanları cehenneme koyarken aynı şekilde koyar.
إِنَّمَا التَّوْبَةُ (EınNaMAv elTaVBaTu) “Tevbe sadece”
Yukarıda tevbe müessesesini ortaya koymuştur. Cezalar iki şekildedir. Bir defa uygularsınız, cezası biter. Bazı cezalar ise ömür boyu sürer. Mesela, zina iftirasında bulunan kimsenin şehadeti ömür boyu kabul edilmez. Mesela, fahişenin eve imsak cezası ömür boyu sürer. Kötü yollara düşeceğinden korkulan kimseler veli gözetimine alınırlar. Borçlu borcunu ödemedikçe itibarı iade edilmez.
İşte bunlar için tevbe müessesesi getirilmiştir. Ben vazgeçtim diyecek, hakemlere başvuracak, hakemler de durumunu inceleyip ıslah olduğuna karar verecekler ve tevbe kabul olunmuş olacaktır.
Şimdi de tevbenin kabul şartlarını anlatmaktadır. Tevbe ancak şu hallerde kabul edilebilir denmektedir.
عَلَى اللَّهِ لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ (GaLAy ElLaHı LelLaÜIyNa YaGMaLUvNa)
“Amel eden kimseler üzerinedir.”
Burada çok önemli olan husus, müzekker çoğul kullanmasıdır. Yukarıdaki âyette “Eğer tevbe ederlerse” denmektedir. Oysa şimdi “cemaatin tevbesi”nden bahsetmektedir, “topluluğun tevbesi”nden bahsetmektedir.
Topluluğun zinayı meşru görmesi, topluluğun faizi meşru görmesi, toplulukta ekseriyetin ekalliyeti (çoğunluğun azınlığı) ezmeyi meşru sayması, merkezin taşrayı sömürmesi gibi büyük günahları yapan topluluklar burada ele alınmaktadır. Topluluğun tevbesi sözkonusu olmaktadır. Kişinin tevbesi de buna kıyas edilir. “İnnemâ”dan önce “Ve” harfi getirilmemiş olması buna delâlet eder.
Burada işaret edilen başka bir husus daha vardır. O da “amelde tevbe”dir, imanda tevbe değildir. İman zaten eski küfrü yok eder. Ayrıca tevbeye gerek yoktur.
السُّوءَ بِجَهَالَةٍ (EalSUvEa Bi CaHALaTin)
“Suu cehaletle amel eden kimselerin tevbesi kabul edilir.
“Sû’e” kötülük demektir. Zina bir se’vettir, faiz bir se’vettir, ekseriyetle azınlığın hukukunu yok etmek bir se’vettir, merkezi yönetim bir se’vettir. Bu kötülükler genellikle bilinmeden işlenir. Kötülükleri yeterince kavranmamış olur. Kavranınca tevbe edilirse kabul edilir.
İşte tebliğ bunun için gereklidir. Tebliğ sonunda uyanabilir ve tevbe edebilirler. Ama biz uyarmazsak onlar cehalet içinde olarak bu günahları işlemektedirler.
Avrupalıları kurtulmuş kabul etmek, Avrupalı olmakla makamımızın yükseldiğini sanmak; işte bunlar cehalettir. “Cehalet” aslında bilmemek değildir, cehalet küfürdür. Bilmemek mazerettir. Oysa cehalet mazeret değildir. “Cahil” demek, bilmiyor ama öğrenmek de istemiyor demektir.
AK Partililer veya diğer partililer “bilgisiz” değil “cahil”dirler. Bâtıl düzenden milyarlar vererek mütehassıs getirmektedirler; ama Allah’ın kendilerine parasız gönderdiği ve Kur’an’ı parasız anlatanlara kulak vermiyorlar. İşte bu cehalettir. Böyle bir cehalet aslında küfürdür. Çünkü Kur’an “cahil” ile “kâfir”i aynı saymaktadır.
-Peki, bundan kurtuluş nasıl olur?
İmanla olur, birden uyanmakla olur. Gaflet içinde iken birden bire iman nûru kalplere doğar ve aydınlanırlar, işledikleri günahların farkına varırlar.
ثُمَّ يَتُوبُونَ مِنْ قَرِيبٍ (ÇumMa YaTUvBUNa Min QaRIyBın)
“Sonra karibden tevbe ederler.”
Burada “Sümme” kelimesi geçmektedir. Bu “Sümme” nedir?
İkaz ederler, anlatırlar, hakka dâvet ederler. Bir gün onlar yanlış yaptıklarının ve dalâlette olduklarının farkında olurlar. Batı dünyasının peşinde koşmakla bir yere varamayacaklarını bilir hâle gelirler. Faiz ile ekonominin kurtulamayacağını bilirler. Zinayı alkışlamakla topluluğun selâmete eremeyeceğini öğrenirler.
İşte Adil Düzencilere yüklenen görev budur; bunları onlara anlatmak.
-Peki, bunu nasıl yapacağız?
Biz okuyacak ve öğreneceğiz. Bu okuma yerlerini çoğaltacağız. İstanbul’un 200 (ikiyüz) yerinde bu dersler okunmalıdır. Göreceksiniz, o zaman onlar bunları duyacaklardır. İşte o zaman onlara tevbe imkânları doğacaktır. Yalnız onlara değil, sağır olup kabuklarına çekilmiş olan tarikatlar da bunları duyacaklardır. Din adamları, iş adamları, askerler, siviller, siyasiler duyacaklardır.
İstiklâl Savaşı’nda olduğu gibi halk birlikte hareket etmelidir. Artık körü körüne zavallı siyasilerin peşinde koşmayı bırakıp kendimizin peşinde koşmalıyız. Biz ne yaparız diye uyanmalı ve yapmalıyız.
فَأُوْلَئِكَ يَتُوبُ اللَّهُ عَلَيْهِمْ (FFa EuLAEıKa YaTUvBu elLAHU GaLaYHıM)
“Allah bunlara tevbe eder.”
“Tevbe etmek” demek, geri dönmek demektir. İnsanlar iyiye dönmektedir. Bir kimse eğer bırakır, gider, işi terk eder, ayrılırsa isyan etmiş olur. Sonra pişman olursa, tevbeye sığınırsa, “tâbe ileyhi” ona geri döndü olur. Kendisine döndüğü kimse onu kabul ederse tâbe aleyhi olmuş olur.
“Tevbe” tek başına da lâzım fiil olarak kullanılır. “Filan tevbe etti” demek, tüm kötü alışkanlıkları bıraktı demek olmuş olur. Allah onların tevbelerini kabul eder. Yani, hakemler böyle olan kimselerin tevbelerini kabul edeceklerdir.
Kur’an’da “tevbenin kabul edilmesi” tabiri de geçmektedir.
Bizim tefsirimiz daha çok fıkhî tefsirdir. Kur’an’ı bu dünyada nasıl uygulayacağımızı anlatan tefsirdir. Tabii ki Allah’ın tevbeleri kendisinin kabul edip dünyada ve âhirette onu affetmesi, mükafâtlandırması da şer’î değil de minhaci tefsirdir. Biz onların tefsirlerini başkalarına bırakıyoruz.
Tevbenin zahirî alâmeti aksini yapmadır.
Mesela, bir adam borçlandı, borcunu ödeyemedi. Bugün böyle birine ne yapıyorlar? Malına, evine, işine el koyuyorlar. Hem kendisine, hem ailesine, hem de onunla iş gören insanlara zulmediyorlar.
İslâmiyet’te böyle bir şey yoktur. Borcunu ödeyemeyen kimse müflis kabul edilir. Borçlanma ehliyeti elinden alınır. Ama mallarına asla el konmaz, işine el konmaz. Kendisi normal iş hayatına devam eder. Sadece artık ona borç verenler mahkemeye gidip de borcun tahsilini isteyemezler. Önce öder, sonra alır. Önce teslim eder, sonra parasını alır. Önce çalışır, sonra ücretini alır. Önce ücreti öder, sonra çalıştırır.
İşte böyle bir kimsenin tevbesi, bu hâli üzerinden kaldırmadır. Yani, tekrar borçlanır ve kredi alır hâle gelmesidir. Bu tevbenin kabulüdür. Bunun için önce borçlarını ödemesi gerekir.
Böyle kimseler bucak ve il bütçelerinden desteklenir. Bütçenin altıda biri (sekizde biri de olabilir) her yıl bunlara ayrılır. En az borcu kalanlara verilerek iflastan kurtarılır.
وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا (Va KAvNa elLAHu GaLiMan XaKIyMan)
“Allah alim ve hakim bulunmaktadır.”
“Allah alimdir”, bu hükümleri koyarken bilerek koymaktadır. Fuhuş ve zinaya verilen ceza ve bunların affedilmesi hususunda koyduğu hükümler O’nun bilgisi içindedir. Tabiî ve sosyal kanunlara tamamen uygundur.
Bu bize koyacağımız hükümlerin bilgi içinde olması gerektiğini, tabiî ve sosyal kanunlara uygun olması gerektiğini ifade eder.
Allah insanları yaratırken onlara ne gerekiyorsa onun da dürtülerini vermiştir. İnsanın çocuğunu sevmesi ve kim olursa olsun, dini ne olursa olsun çocuğunu büyütmek istemesi, ona verilen bir duygudur.
Bugün kullandığımız kâğıt para aslında hiçbir değere sahip değildir, sadece bir kâğıt parçasıdır. Ama bazen % 500 enflasyon olsa da herkes onu genel olarak kabul eder ve malını verir. Bu bir duygudur. Bu duygu olmazsa ekonomik hayat olmaz.
Konan cezalar da böyledir. 100 sopa mantıki olarak fazla müessir olmamalıdır. Ama öyle değildir. Yüz sopa yalnız maddi eziyet değildir. Size biri tokat atsa, onun acıması fazla bir şey değildir, ama bu harekete karşı infialiniz çok büyük olur. Köylerde bu gibi olayların sonu öldürmelerle biter.
İşte Allah’ın koyduğu cezalar böyle etkin cezalardır.
Kadının evlere imsak edilmesi böyle önemli caydırıcılığı olan bir konudur. Görüşmelerin serbest olması ise bu ibreti biraz daha etkili yapıyor. Bundan dolayı hapishaneler her gün herkese açık olmalıdır. Herkes oraya gidip onları ziyaret etmelidir. Sadece dışarı çıkamamalarının caydırıcılığı çok büyüktür. Şimdi yaptığımız uygulamada ise sadece hapsediyoruz, kimse onları görmüyor. Dolayısıyla caydırıcılığı da yoktur. Çocuklar ve gençler onu orada o halde görünce, ona göre kendilerine ve davranışlarına dikkat ederler.
“Allah hükmedicidir. Bilerek hükmedicidir.” demektir.
Hakemlerin bilerek hükmetmeleri gerekir. Bunun için de istişare mekanizmasını geliştirmiş bulunuyoruz. Mahkemeler bucaklarda kurulur. İlçe merkezinde bulunan teminatlı hakemlerden seçilirler. Bucağa gidip davalara bakarlar. Bunlar yüksek tahsil görmüş kimselerdir. Ama bunlar pratisyenlerdir. Yani, bütün fıkhın konularını bilirler.
Ayrıca bölge merkezlerinde mütehassıs hakemler vardır. Madenci, gazeteci, ticaretçi, idareci gibi. Bu ilçe hakemleri onlara danışır, onlardan gerekirse fetva alır öyle hükmederler.
Ayrıca kıta merkezlerinde de otoriteler vardır, rasihler vardır. Bölge danışmanları da onlara danışırlar. Onlar da birbirlerine danışırlar. Böylece insanlık ulaşabildiği kadar bilgiye ulaşır.
Bucaktaki hakem o bilgilere dayanarak hükmünü verir. Son karar elbette hakemindir ama danışmanlara dayanmak zorundadır. Çünkü yarın aleyhine dava açıldığı zaman, onların fetvasıyla hareket etmişse fetva verenin akilesi (dayanışma ortaklığı) tazmin eder.
“Alîmen Hakîmâ”nın anlamı budar.
Birinci “Alîmen” hâl, ikinci “Hakîmen” ise “Kâne”nin mef’ulüdür.
Yani, Allah bilen hükmedendir demektir.
“Hükmeden” nekire geldiği için buradaki hüküm hakemlerin Allah adına hükümleridir. Allah adına, yani topluluk adına hükmettikleri ifade edilmiş oluyor. Hakemlerin adilane hükmetmeleri için de danışma müesseselerinin çalıştırılması gerekir.
“Adil Düzen Anayasası” buna göre düzenlenmiştir.
Elbette daha iyisi de olabilir. O zaman ona gidilir.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 282. SEMİNER Yorum-112 İstanbul, 10 Aralık 2004
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI
(Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)
İNSANLIĞIN UYANIŞI
İnsanlar zannederler ki, dünyada kendilerinden daha büyük ve daha ‘güçlü insanlar’ vardır; onlar bizi bu çıkmazdan kurtaracaklardır. Bunun için ‘teşkilat’ kurar ve ilçede üye olurlar. İl merkezini oluştururlar, onlar da devlet merkezinde teşkilat olurlar. Onlar da Avrupa veya Amerika’ya bağlanırlar. Onlar da bir ‘başkan’ seçerler. Ondan sonra da hep ondan yani ‘Başkan Bush’dan kurtuluş beklerler. Başkan Bush da kendisini bir şey zanneder ve insanları kendisine taptırmaya başlar; başka hiçbir şey yapamaz!..
Diktatörler kendilerine acziyetlerinden dolayı taptırırlar, böylece kendi acziyetlerini örterler.
Böyle bir birliğe belki ihtiyaç vardır. Ancak bu sadece birliktelik için gerekir.
Aslolan herkesin kendi işini kendisinin görmesidir.
1. Bir defa şu bilinmelidir ki; bütün insanlar aynı hamelere, aynı genlere sahiptir, aynı kabiliyete sahiptir. Hiç kimsenin diğerlerinden bir farkı yoktur. Herkes şuna inanmalıdır ki; ben de orada görevli olsam en az ben de onun kadar bu işi yapabilirim. Bu bir.
2. İkincisi, herkes şunu bilmedir ki; kendisinin işini kendisinden başka hiç kimse ondan daha iyi bilemez ve yapamaz. Dolayısıyla merkezden yardım almalı ama hiçbir zaman merkezin emrine girmemelidir. Merkezin emrine girdiğiniz gün artık siz “insan” değil “hayvan” olursunuz ve bir şey yapamazsınız. Bu iki.
3. Üçüncü olarak da, önce herkes kendi işini yapacak, ondan sonra birlik isteyecek, yani yapanlar birleşecektir; birleşenler yapmayacaktır. Önce sen kazanacaksın ve zekâtını vereceksin. Birleşip kazanmayacaksın. O halde herkes kendisini kurtarma yoluna gitmelidir; kimseyi beklemeden gitmelidir. Sonra birlikteliği gerçekleştirmelidir. Bu da üç.
4. Dördüncü ilke de; insan sorunları ancak bilgi içinde çözer, gayba inanmakla çözer. Bu ne demektir? Bir kimse size bir şey anlatıyor. Siz onu görmediniz. Belki de hiçbir yerde o yoktur. Ama sizin beyninizde oluştu. İşte buna inanacak ve harekete geçeceksiniz. Görünmeyene inanacaksınız. Başkalarının yapmadığına inanacaksınız ve onu yapacaksınız. Herkes yapıyor diye siz de yapmayacaksınız. Kimse yapmadı, ben yapayım diyeceksiniz. Kur’an buna “gayba iman” diyor. Bu da dört eder.
İşte bu dört melekeye sahip olan kimse “mü’min”dir.
Nedir bunlar? Tekrar ayrı ayrı sayalım:
a) Kendinize güveneceksiniz. Siz Hak yolda iseniz Allah yanınızdadır. Korkacak bir şeyiniz yoktur. Allah’tan daha güçlü kimse yoktur. O sizi yalnız bırakmaz.
b) İkincisi, kendi aklınızla yani kendi içtihadınızla hareket edeceksiniz. Danışacaksınız ama kararı daima siz bağımsız olarak vereceksiniz. Merkez size emretmeyecek, size yardım edecektir.
c) Önce kendi işinizi yapacak, kendiniz başarılı olacak, diğer yapanlarla sonra birleşeceksiniz. Birleştikten sonra yapalım anlayışını atacaksınız.
d) Nihayet, asıl sorun başkalarının yapmadığı, başka yerde olmayan çözümleri deneyeceksiniz. Onlar çözmüş olsaydı sorunlar olmazdı. Bu gayba imandır. En önemli ilkedir.
Tarih boyunca insanlık ağır krizler yaşadı, “toplayıcılık dönemi”nde yaşarken kriz oldu. Herkes aç kaldı. Ama mü’minler “avcılığı” buldular ve çok daha başarılı bir hayat başladı. Sonra yine kriz geldi. Yine mü’minler gayba inandılar, yeni çözümleri denediler ve “çobanlığı” buldular, insanlık çok daha büyük refaha erişti. İnsanlık bir müddet sonra yine krize girdi. Mü’minler başkalarının yapmadıklarını yaptılar ve “tarım dönemi”ne geçtiler. Saadet daha çok arttı. Yine krize girdiler. Bu sefer mü’minler “mübadele”yi denediler ve refah yine arttı. Tekrar krize girdiler. Bu sefer “ticaret”i denediler, yine refah arttı. Sonunda “işçiliği” denediler ve refah arttı.
Görülüyor ki, tarihte hep krizler gelmiş, mü’minler o krizlere çareler aramışlar, gayba inanmışlar ve refaha ermişlerdir.
İşte şimdi de krizler dönemindeyiz.
“İşçilik sistemi” krizdedir. Ülkemizde ve bütün dünyada işsizlik, açlık, yolsuzluk, terör kol geziyor...
Çözüm olarak yine mü’minlerin yani Adil Düzencilerin Allah’a inanarak her birinin ayrı ayrı faizsiz, “mal mübadelesi ilkesi”ne dayalı ekonomiyi ayrı ayrı uygulamaya başlaması gerekir. Bunların sonra birleşmeleri gerekir. Adil Düzenciler için artık “para”ya değil de “Allah’a inanma” zamanı gelmiştir. Artık kımıldamaya başlasınlar. “Mala-Mal Mübadelesi” demek, “para” denen puttan kurtulma demektir. Hele bir herkes kendi hayatında bunu uygulamaya bir başlasın. Gerisi kendiliğinden gelecektir…
İnsanlık uyanacaktır; insanlık uyanıyor… Dünya uyanacaktır; dünya uyanıyor…
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 282. SEMİNER Yorum-112 İstanbul, 10 Aralık 2004
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI
(Üsküdar’da Selahattin Öztürk değerlendirecektir.)
HASTAHANE PROJESİ/ Biz Zorluğu Kolaylaştırırız…
1969 yılında Aydın’da bağımsız milletvekili adaylığımı koyduğum zaman Hacı Emin Özalp bana büyük destek vermişti. Bir ara beni 30 metrekare olarak tahmin edeceğim pulluk imalathanesine götürmüştü. Benden mühendis olarak lisans almaları için yardım talep etmişti. Ben o zaman şu soruları sordum:
- Niçin lisans almak istiyorsunuz? Bilginiz mi yok?
- Bilgimiz var. Biz en kaliteli pulluk imal ediyoruz.
- Müşteriniz mi yok?
- Müşterimiz var, biz talepleri yetiştiremiyoruz.
- Sermayeniz mi yok?
- Sermayemiz var, bizim sermaye konusunda sıkıntımız yok.
- O halde niçin lisans istiyorsunuz? Lisans sizin elinizi kolunuzu bağlar, size bir şey yaptırmazlar. Demode modelleri hep size verirler. Dünya piyasasını ikinci el olarak takip edersiniz dedim.
Sonra, belki yirmi yıl sonra, kendilerini ziyaret ettim. Özdemir Çelik Döküm Fabrikamız için iştirak talep ettim. Sağ olsunlar, iştirakte bulundular. Bu arada Hacı Emin Beyin Oğlu Tevfik Özalp bu hikâyeyi anlattı ve dedi ki; “Sizin o zamanki sözünüzü dinlediğimiz için bugün Türkiye’nin %25 pulluk ihtiyacını biz karşılıyoruz. Büyük miktarda da ihracat yapıyoruz.” dedi.
Bu firma geçmişte olduğu gibi günümüzde de Aydın’ın vergi birincisidir.
Şimdi Türkiye hızla “Avrupa Biriliği”ne koşmaktadır! IMF belâsı ülkemizi işsiz ve borçlu hâle getirmiştir. Bu yetmedi! Şimdi arkamıza bir de AB denetimini alacağız!..
Türkiye’yi yıkmayı planlayan düşman ne zaman can ciğer dost oldu?!.
Ben bunlarla yıllarca çalıştım. Bunlar şunu yaparlar. Dinsizlere ve solculara yaptıramadıkları işler için sağcı veya Müslümanları getirirler, onlara gerekli olanları yaptırırlar, ondan sonra bir tekme vururlar ve kendileri afiyetle sömürürler! Türk halkını Avrupa Birliği’ne girmek için ne solcular, ne milliyetçiler, ne de merkez partileri ikna edemezdi. Müslüman parti sahte vaatlerle ikna etti. Baş örtüsü vaat etti. Halka özgürlükler vaat etti. Halk teslim oldu. 17 Aralık’ta müzakereler başladı mı AK Parti’nin işi biter. Ondan sonra ona bir tekme vururlar, yerine Kemal Derviş misali birini getirip Türkiye’yi yıkarlar.
Bunun böyle olduğunu nereden biliyorum. Dikkat ediniz, AK Parti sadece Avrupa Birliği’nin istediği kanunları okumadan geçirdi. Onun dışında ne yapmak istediyse karşısına dikildiler, bir tek kanun bile geçirtmediler, atamaları yaptırmadılar. Siz zannedersiniz ki şimdi yapılanları AK Parti yapıyor. Bunların daha önce hazırlanmış dosyaları vardı. MHP’lileri kırmamak için o atamaları yapmadılar, solcuları kırmamak için o atamaları yapmadılar. Şimdi renksizleri, solcuları ve milliyetçileri AK Parti atıyor ve onlara karşı kötü yapılıyor!..
Aydın Doğan’ı destekleyen iktidar Cem Uzan’ın üzerine yürüyor. Çünkü Cem’e verdikleri bir görev vardı; ANAP ve DYP’yi barajın altında bırakmak. Böylece bu iki partinin liderlerini tasfiye etmek, onları tek parti hâline getirmek. O görevi GP yaptı, artık ona gerek yok, onu şimdi AK Parti’ye tasfiye ettiriyorlar. Böylece merkez ve sol güçlenmiş olacaktır. Bahçeli de tasfiye edilecektir. CHP’nin başına Kemal Derviş getirilecek ve başbakan yapılacaktır. CIA’ya yapılan ihale budur.
İşte görüyoruz; AK Parti ne yapsa yaptırmıyorlar. Baykal’ı ortaya çıkarıp din düşmanlığı yaptırıyorlar!.. AK Parti’ye hiçbir iş yaptırmıyorlar!.. Böylece bir taşla iki kuş vuruyorlar... Bir taraftan AK Parti yıpratılıyor, diğer taraftan Baykal düşürülüyor. Aptal Müslümanlar da kendilerini yıkacak olanları desteklemeye başlıyorlar.
Hastahanelerin Sağlık Bakanlığı’na devrini önleyen işte bu zihniyettir. İşler yolunda giderse sonra AK Parti nasıl parçalanacak, nasıl ülke yok edilecek?!. Hastahanelerin tek elde toplanmasının amacı da belli değildir. Belki de devletin elinde toplayıp sonra özelleştirme adı altında tüm sağlığı felce uğratıp devleti daha kolay yıkma hedefleniyor. Bunu AK Parti’den beklemek için bir sebep yoktur. Çünkü canhıraşane millî serveti özelleştirme adı altında heba etmektedir. Askerler Kur’an kurslarına kıyamet koparıyor da; ülke batırılıyor, ses yok!..
Biz zorluğu kolaylaştırırız...
AK Partililere “Adil Düzen”e göre hep ders verdik… Hep söyledik...
Ama hiç duyan oldu mu?!.
1) Bir yenileme yapılırken önce yeni kurumlar kurulur, sonra eski kurumlar kaldırılır. Yeni kurumlar kurmadan eski kuruma dokunulmaz.
2) Bir kurumun eğer %10’u bozulmuşsa o kurum artık ıslah edilemez. Yeni kurum kurup o kuruma görevleri devretmek gerekir.
3) Yeni kurumları zorlamadan, halka inandırarak, onları destekleyerek kurmak gerekir. Dışarıdan kopya edilen kurumlar hiçbir zaman başarıya ulaşamaz. Hep geriden koşmayı ve bozuk düzen içinde olmasını gerektirir.
4) Eski kurumları siz kaldırmayacaksınız, serbest rekabet içinde kendileri kalkacaktır.
Bunlar yine zavallıca mevcut hastahanelerle oynuyorlar. Batı dünyasında olanları taklide çalışıyorlar, ilgilileri ikna etmeden harekete geçiyorlar, ıslah edilmez, tamir görmez yapıları tamire kalkışıyorlar. Bize de oh demek düşerken üzüntü düşmektedir. Kendilerinden çok bu perişan hallere üzülüyoruz.
Yapılacak iş çok basittir. 1000 dolar veren bir kimse sağlık sigortası yaptırmış olur. Bir daha hiçbir şey vermeden bir kişi ömür boyunca sağlığına bedava bakılabilmektedir. Öldüğü zaman da bu pay birisine vasiyet edilebilmektedir. Bunun için fazla bir şey istemiyoruz. TRT’de bize reklam yaptırsınlar. İstanbul’da yolsuzlukla tapuları dağıtılan yerler var. Biz devlete onu gösteririz. Devlet mal sahiplerinden bu yerleri alsın, 20 000 dönümlük veri “Sağlık Vakfı”na versin. Bakanlık bundan sonra desteklesin. Biz kendilerine “Sağlık Vakfı” kuralım. Buraya katılanların sağlık sigortaları yapılsın. İşverenden de bir şey kesilmesin. Kendilerinden de hiçbir aidat alınmasın.
Devletin desteğine ihtiyaç vardır. Çünkü devlet desteği olmadan bir şey yapıyoruz, sonra devlet bize saldırıyor ve işimiz perişan oluyor. Halk bunu bildiği için artık devlet garantisi olmayan hiçbir işe girişmiyor. Bu garanti yine devlete karşı isteniyor. Ona da güvenemiyor. Bu sefer de özelleştirme belası ile çökertirler. Vakıflara yapılan saldırılarla vakıflar bugün ne hâle gelmiştir? Yoksa vakıflar değerlendirilse zaten sağlık için bu yeter.
Dr. Lütfi Hocaoğlu ile bu hususta proje yapmıştık. Bakanlık onunla temas kurabilir.
Adil Düzen Çalışanları! Gece gündüz çalışıp hazırlıklı olun. İktidarınız yakındır.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92