ADİL DÜZEN 285
“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 31 Aralık 2004 Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 285. SEMİNER (CUMA-C.TESİ-PAZAR) İst. - Ank., 31 Aralık 2004
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği) Tel: (0532) 246 68 92
*HAFTALIK TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00), Cumartesi Yenibosna (17.00-21.00)]
NİSÂ SÛRESİ TEFSİRİ - 11
Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 20.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır.
(Hasan Özket, Yasin Kılar, Hasan Çetinkaya, Reşat Nuri Erol, Lütfi Hocaoğlu, ve ………..… dersi okumuş olarak geleceklerdir.)
Cuma günü Üsküdar’da Reşat Nuri Erol tarafından; diğer yerlerde ilgili ve sorumlular tarafından anlatılacaktır.
Hedefimiz; bu “Seminer Notları”nın İstanbul’da 200, Türkiye’de 1000 yerde okunmasıdır. SÜLEYMAN KARAGÜLLE
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ أُمَّهَاتُكُمْ وَبَنَاتُكُمْ وَأَخَوَاتُكُمْ وَعَمَّاتُكُمْ وَخَالَاتُكُمْ وَبَنَاتُ الْأَخِ وَبَنَاتُ الْأُخْتِ وَأُمَّهَاتُكُمْ اللَّاتِي أَرْضَعْنَكُمْ وَأَخَوَاتُكُمْ مِنْ الرَّضَاعَةِ وَأُمَّهَاتُ نِسَائِكُمْ وَرَبَائِبُكُمْ وَرَبَائِبُكُمْ اللَّاتِي فِي حُجُورِكُمْ مِنْ نِسَائِكُمْ اللَّاتِي دَخَلْتُمْ بِهِنَّ فَإِنْ لَمْ تَكُونُوا دَخَلْتُمْ بِهِنَّ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ وَحَلَائِلُ أَبْنَائِكُمْ الَّذِينَ مِنْ أَصْلَابِكُمْ وَأَنْ تَجْمَعُوا بَيْنَ الْأُخْتَيْنِ إِلَّا مَا قَدْ سَلَفَ إِنَّ اللَّهَ كَانَ غَفُورًا رَحِيمًا(23)
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ (XurRıMaT GaLaYKuM) “Size haram kılınmıştır.”
“Haram” kelimesi “Helal” kelimesi ile karşılıklı olarak kullanılır. “Hulul etmek” içine girmek demektir. “Harb” silahların saklandığı kapalı oda demektir. Özel odalara “Mihrab” denmektedir. “Harem” de yabancıların girmesine kapalı bulunan yer anlamına gelir.
Kur’an’da bu kelime “Helal” karşılığı kullanılmaya başlanmıştır. İnsanın yapması istenmeyen şeylere “Haram” denmiştir. Hukuki hükmü kamu tarafından korunmamış, yani mahkemeler o tür davalara bakmamıştır. Haram ve helalin sonuçları Allah’a aittir. Onun hesabını dünyada ve âhirette Allah görecektir. Emir ve nehyin hükümleri ise kazaidir, yani devletçe uygulatılır.
Bundan önceki âyette nikâhlamayınız diye nehy edilmiştir. Burada arada atıf harfi de getirmeden nikâhlamayınız denmektedir. Daha önce kadınlara vâris olmayı yasaklamıştır.
Buradan şu sonuç çıkmaktadır. Kur’an’da mirasçı olarak sayılan kimseler birbirleri ile evlenemezler.
“Anneleriniz size tahrim edilmiştir.” deniyor. Bu “Haram” kelimesinin iki anlamı vardır.
Biri, onlarla evlenmeniz yasaklanmıştır demektir. Diğer manâsı da, onlarla mahremsiniz demektir. Yani, haremde beraber kalabilirsiniz demektir. O halde mahrem olanlar birbirleriyle evlenemedikleri gibi, onlarla birlikte bir yerde yalnız bulunabilirler demektir. Her mahrem mirasçı değildir, ama her mirasçı mahremdir.
Burada şöyle bir kural getirebiliriz. Eğer bir kadının amca çocuklarından başka kimsesi yoksa ona amca çocukları vâris olurlar. Ama onlarla evlenmeleri de haram olur. Onlar kıyas yoluyla vâristirler. Daha yakın akrabaları varsa, kardeşi varsa, amcası varsa, o takdirde amca çocukları ile evlenilebilir. Bu baldızı ile evlenmeye benzer. Evli iken evlenemiyorsun ama ayrılmış isen o takdirde evlenebilirsin.
أُمَّهَاتُكُمْ (EumMaHaTuKuM) “Analarınız size haram kılınmıştır.”
“Anne” anne olduğu gibi annenin annesi de annedir. “Valide” ise yalnız öz annesidir.
Burada “Ümm” kelimesi kullanıldığına göre, demek ki anaların anası da haram kılınmıştır. Kıyasen veya nass ile babaların anaları da haram kılınmıştır. Nassan diyoruz, çünkü bundan sonra “kızlarınız” diyecektir. Kızların kızları da dahildir. Oğulların kızları da dahildir.
Yakın evlilik neden haram kılınmıştır. Bunun sebeplerini şöyle sıralayabiliriz:
a) Biyolojik sebepten dolayı yakın döllenme haram kılınmıştır. Bunun için canlılarda istisna yoktur. Bitkiler de eşleşirler ama başka çiçeklerin tozları ile eşleşirler. Anaç arılar da başka kovan erkekleri ile eşleşirler. Bunun sebebi şudur. Eşleşme ne demektir? Elimizde proje olmasın, ama atölyemiz olsun. Atölyeye parça versek imal edebilirler. Sağlam bir arabamız olsa, onun parçalarını versek, bezerini yapabilirler. Sonra o parçaları monte ettiğimiz zaman araba ortaya çıkar. Bir parçadan istediğimiz kadar üretebileceğimiz için artık bizim fabrikanın o arabayı üretmesi çok kolaydır. Ama elimizde sağlam parçalar yoksa, bir parça bile yoksa, kendimiz proje yapamadığımız için veya ustalarımız proje okumayı bilmedikleri için araba üretemezler. Şimdi elimizde sağlam arabamız olmasa arabalar üretmeyiz. Ama şöyle bir şey yapabiliriz. Elimizde iki sakat araba varsa; sağlam parçalarını birleştirip sağlam araba üretebiliriz. Ancak yeni ürettiğimiz arabanın sağlam olması için arabalarda aynı tip arızalar olmamalıdır. O halde parçaları arabadan üretilmiş arabalardan değil de; değişik arabaları, birleştirilmiş arabaları birleştirirsek, gittikçe sakat parçalar elenmiş olur. İşte canlılarda bundan dolayı başka başka hücrelerden üretme zorunluluğu vardır. Nitekim bugün yakın evliliklerin çocukları üzerinde görülen sakatlıklar herkes tarafından görülmekte ve bilinmektedir. Hattâ amca çocuklarında, teyze çocuklarında bile bu yakın evlilik kusuru görülmektedir. Bunun için yakın evlilik haram kılınmıştır.
b) Yakın evliliğin başka bir zararı da topluluğun oluşmamasıdır. Uzak evlenme sayesindedir ki bir kabilede yaşayanlar hep birbirinin akrabasıdırlar. Böylece irsî yapı bakımından kabile halkı ortak bir nesil oluşturmaktadır. Farklı kabileler farklı yapılara sahip olmaktadırlar. Her kabile kendi içinde bir birlik oluşturmaktadır. Bu biyolojik birlik oluşturmakla kalmaz, aileler ve aşiretler birbirine akraba hâline gelmekte, birbirine gidip gelmekte ve böylece sosyal dayanışma ortaya çıkmaktadır. Aşiretler arası kavgalar dostluklarla sona erdirilmektedir. Bu sebepledir ki dıştan evlenme önemli sosyalleşme aracıdır. Bugün büyük şehirlerde bu yapı zayıflamıştır. Halk birer yığın hâline gelmiştir. Bucak yapıları kalkmıştır. Oysa 3.000 ile 10.000 nüfuslu bucaklar oluşturulmalıdır. Bunlar Cuma namazlarını birlikte kılmalıdır. Hukuk düzenleri kendilerine ait olmalıdır. Bunlar ortak sosyal faaliyetleri sayesinde birbirleriyle tanışmalıdır. Bunlar arasında dıştan evlenmeleri bunları aynı zamanda biyolojik ve sosyolojik topluluk hâline getirir. Birçok sorunlar böyle çözülür. Demokrasi de ancak böyle kurulur. Bu kuralın şeriatını ve yönetimini beğenmeyenler başka bucağa hicret ederek istedikleri şeriata ve yönetime katılmış olurlar. Asrımız “tarım dönemi”nden “sanayi “dönemi”ne geçmekte olduğu için daha istikrarlı bir düzen kurulamamıştır. “Adil Düzen” bunu çözecektir. Başka bir çözüm de yoktur.
c) Diğer taraftan eğer hukuk bakımından birbirlerinin evine gitmek ve baş başa kalmaları gerekli kimseler varsa, onlar arasında da evlenme haram kılınmıştır. Onlar arasında cinsi ilişki zina cezasını gerektirir. Böylece birbirine akraba olanlar birbiriyle evlenemeyen kimseler olmaktadır. Onlar kardeş gibi olma durumunda bırakılmıştır. Bunları da şöyle sayabiliriz: Eşlerin akrabaları. Eşlerin akrabaları eve gelip gideceğinden bunlar arasında evlilik olsaydı zinaya gidilirdi. Birbirlerine gidip gelmede çekingenlik olurdu. Süt akrabaları. Bunlarla arsında da böyle akrabalık tesis edilmiştir. Evlenmeleri yasaklanmıştır. Bir de köle ile efendi arasında da böyle akrabalık tesis edilmiştir. Kadın kendi kölesi ile evlenemez, çünkü mahremdir. Onunla beraber baş başa evinde kalacaktır. Bunlar doğal akrabalıklardır. Mahremdirler. Kur’an akdî akrabalığı kabul etmektedir. Çünkü akrabalık sadece birbirini akraba sayanlar arasında diğer insanları da ilgilendirmektedir. Bu sebepledir ki evlat edinme yoktur. Karısının çocukları onun da çocuklarıdır. Kocasının çocukları da onun çocuklarıdır. Süt annenin çocukları da çocuktur. Kölelikte de bu tür akrabalık vardır. Mirasın taksimine gelince, vasiyet yoluyla bunlara pay bırakılabilir. Hayatta iken de mal verilebilir.
d) Psikolojik olarak, cinsel sevgi ile yakınlık sevgisi farklıdır. Evinizde bir tabakta güzel elma olsa, ona karşı ruhi bir his duyar, onu yemek istersiniz. Oysa saksıda bir gül olsa, onu korumak, onu devamlı öyle görmek istersiniz. Burada eşyaya duyulan duygu budur. Karı-koca duygusu yabancıları yaklaştırma duygusudur. Yakınlar zaten yakın olduğu için onlara karşı yaklaştırma duygusu yoktur. Eşler arasında cezbetme duygusu hakimdir. Yakınlar arasında ise kaybetmeme duygusu hakimdir. Bu iki duygu bir arada yaşamaz. Biri varolunca diğeri yok olur. Biri doğal olarak varsa diğeri oluşmaz. Zorla oluşturulmaya kalkışılırsa yenisi teessüs edemez, eskisi de kalmaz. Böylece tatsız bir hayat olur. Eşlerin gözleri dışarıda olur. Bu sebepledir ki suni akrabalık veya suni yabancılık meşru kılınmamıştır. Evlat edinme bu sebeple meşru sayılmamıştır.
وَبَنَاتُكُمْ (Va BaNATuKuM) “Ve bintleriniz,”
“Veled” kız olsun erkek olsun öz çocuğun adıdır. “Bint” ise kız ve kızların kızları, hattâ oğulların kızları da dahildir. Anneleriniz haram kılındığı gibi kızlarınız da haram kılınmıştır.
Aslında kıyas yoluyla “kızlarınız” denmesi gerekmeyebilirdi ama, babalarının anası ile anaların babaları da dahil olsun, kızların oğulları ile oğulların kızları da dahil olsun diye böylece bunu zikretmiş oluyor.
Evlilikte şu kuralı getirmiş oluyoruz. Kız erkek erkek kız olsaydı, haram ise onlar da birbirine haramdır. Bu kuralın teşrii için zikredilmiştir. Bunlar usul ve fürudur. Miras da yakını varken uzağa gitmez, ama nikâhta ne kadar uzak olursa olsun usul da füru’ da birbirine haram kılınmıştır.
وَأَخَوَاتُكُمْ (Va EPaVaTuKuM) “Ve uhtlarınız,”
Usul sayılmış, füru’ da sayılmış, bundan sonra civar akrabalığa geçilmiştir. Bunlar da kardeşlerdir. Erkek kardeş kız kardeşe haramdır. Mahremdir. Burada karşı tarafı söylemeye gerek yoktur. Çünkü zaten ifade kendiliğinden erkek kız kardeşe haram olunca, zorunlu olarak kızkardeş de erkek kardeşe haram edilmiş olur.
Burada şu sorulabilir. Neden erkekleri muhatap almış da kadınları muhatap almamıştır?
Bunu şöyle izah edebiliriz.
Erkeklere yapılan hitap kadınlara da yapılmış olur; ama kadınlara yapılan hitap erkeklere yapılmamış olur. Bu sebeple ortak hitap Arapçada erkek sığası ile yapılmış olur.
İkincisi de, hukuk düzeni tesis etmek erkek cemaate farz kılınmıştır. Kadınlar katılabilirler ama katılma zorunlu değildir. Dolayısıyla hitap erkek sığası ile yapılmaktadır. Çoğul olarak da bunun için getirilmiştir.
Annelerin sana haramdır denmiştir. Kızların sana haramdır denmiştir. Kardeşlerin sana haramdır denmiştir. Bunun hikmeti ise; evlilik işi sosyal bir olaydır. Sığa içinde kadınlar da dahildir. Emir onlara da gitmektedir. Yani, böyle bir haram işlenmiş olsa, kadın da erkek kadar günah işlemiş olur, zina cezası ona da uygulanır. Yoksa eğer bu hitap sadece erkeğe ait olsaydı, o zaman onlar yani kadınlar günah işlememiş ve zina cezası onlara uygulanmamış olurdu.
Bu âyetler bize aynı zamanda şunu öğretmektedir.
Hitapta “Küm” dediğimiz zaman kadınlar da bu hitabın içindedirler. Bu yalnız erkeklere ait bir hitap değildir. Bu sebepledir ki “EhevatuKum” ifadesi ile yetinmiştir. “Va’l-Ihvanu Lehum” denmemiştir.
Kardeşler üç türlüdür. Anadan kardeşler, babadan kardeşler, hem anadan hem babadan kardeşler. Mahremlikte bunlar arasında bir fark yoktur. Zaten miras âyetinde de anadan kardeşleri kastederken anadan demeye gerek görülmemiştir. Çünkü “Uht” kelimesi ile her iki kardeşe de aynı derecede kardeş denmektedir. Bu açıkça gösterir ki akrabalıkta anadan veya babadan akraba olma arasında fark yoktur.
وَعَمَّاتُكُمْ (Va GamMAvTuKuM) “Ve bibileriniz. Va baba kardeşleriniz.”
Arapçada “Amm” babanın erkek kardeşine, “Amme” de babanın kız kardeşine denmektedir.
“Hâl” annenin erkek kardeşine, “Hâle” de annenin kız kardeşine denmektedir.
Türk toplumu aşiret toplumudur. Aşiret toplumlarında baba ile amca veya anne ile teyze arasında ayırım yapmazlar. Gençler onları hep aynı derecede yakın olarak görürler. Amca çocukları da birlikte yaşarlar. Dolayısıyla birbirleriyle evlenmezler. Bundan dolayı Türkçede bunların ayrı adları yoktur. Buna karşılık Türkçede başka dillerde olmayan “abla” ve “ağa” kelimeleri vardır. Büyük kardeşlere denmektedir.
Türkler bu kelimeleri başka uluslardan aldıkları için “hala” yanlışlıkla babanın kardeşine denmektedir. Doğuda ise babanın kızkardeşine “bibi” derler. Annenin kızkardeşine doğru olarak “hala” derler. Benim köyümde bu böyledir.
Babalarınızın kızkardeşleri de haram kılınmıştır. Önce babaların kız kardeşlerinden başlamıştır. Çünkü amca dayıyı da içerebilir ama dayı amcayı içermez.
وَخَالَاتُكُمْ (Va PAvLAvTuKuM) “Ve halalarınız,”
Annenin kızkardeşleri de haram kılınmıştır.
Şöyle söylenebilirdi; halalarınız ve erkek kardeşin kızları, böylece karşılıklı getirebilirdi. Öyle yapmadı.
Önce bibi ve teyzeyi saymıştır. Sonra erkek ve kız kardeşin kızlarından bahsetmiştir. Böylece erkekle kadın arasında yani bibi ile teyze arasında akrabalıkta fark olmadığını ifade etmiştir.
Burada kıyas yoluyla dedenin kız kardeşi ile üvey anneannenin kız kardeşi ile de evlenmek haram kılınmıştır. Bunlar da mahremdirler.
Usul, füru’, usulün kardeşleri haramdır. Kardeşlerin füruu da haramdır denmiş olmaktadır.
وَبَنَاتُ الْأَخِ وَبَنَاتُ الْأُخْتِ (Va BeNAvTu elEaPı Va BaNAvTu eLEuPTı)
“Ve kardeşinizin kızları ve kızkardeşinizin kızları da mahremdir.”
“Benât” kelimesi “Bint”in cem’i yani çoğuludur. Yukarıda söylediğimiz gibi, kızın kızlarını da içine almaktadır. Kız kardeşinin oğullarının kızları da bunlara dahildir. Çünkü kızla erkeğin akrabalıkta fark etmediğini burada kızkardeşin kızları ifadesi ile de teyit etmektedir. Tamamen simetrik olarak erkek ve kadın ikisi de ifade edilmektedir. Erkek kardeşin kızları gibi oğullarının kızları da böylece dahil olmaktadır.
Kur’an bunları ayrı ayrı saymakla her birine ayrı bir konum vermektedir. Çünkü yasalarda kural şöyledir. Bir ad geldi mi o kavram yasal olur. Ona varlık izafe edilmiştir.
Kur’an için bu çok önemlidir. Eğer bir kelime geçmekte ise o asıldır. Mesela, Kur’an’da “domuz eti haramdır” denmektedir. Böylece “domuz” hayvanlar arasında örnek olmaktadır. “Kurt” da geçmektedir, ama ayı geçmektedir. “Esed” yani aslan geçmemektedir. Demek ki onlar bunlara kıyas edilecektir.
Akrabalar arasında erkek kardeşin kızları, kız kardeşin kızları demekle; erkek kardeş ile kız kardeşe ayrı örnek yaratık olarak aldığını ifade etmektedir.
Biz bu sebeple “Kur’an Lügati” yazmaya başladık. Önce “kökleri” sıraladık. Sonra da müştak ve harflere geçeceğiz. “Adil Düzen Uygarlığı”nı kurmak isteyenlerin önünde yığılmış görevler vardır. Kur’an’daki kelimeleri ayrı ayrı asıl kabul ederek bütün ilimleri ona göre kurmamız gerekmektedir.
Mesela, elektron ile pozitron “eh ile uht”durlar. Hidrojen ile oksijen “ezvac”dırlar. Toplulukta kişi atoma benzer. Aile ise moleküldür. Molekülde her atomun başka atom ile ilişkisi farklıdır. Ailede de fertlerin diğer fertlerle ilişkisi tamamen farklıdır.
Analoji ilmi geliştirilerek bütün terimler Kur’an Arapçası ile ifade edilmelidir.
Eğer “Adil Düzen”in erken gelmesini istiyorsanız, artık gece gündüz Kur’an’a göre bu ilimleri ifade etmek için çalışınız.
وَأُمَّهَاتُكُمْ اللَّاتِي أَرْضَعْنَكُمْ (Va EumMaHAvTuKuMu elLAVTı EaRWaGNaKUM)
“Ve sizi irda eden umlarınız.”
Neseb akrabalığını bitirdikten sonra, süt akrabalığına gelmiştir. Süt akrabalığını sıhri akrabalıktan öne almıştır. Süt akrabalığı nedir? Onu açıklamaya çalışalım.
Bugün bildiğiniz gibi organ nakli yapılmaktadır. Çift ikiz kardeşlerin organları birbirine uymaktadır. Çift ikiz olmayanlar da uymaktadır. Ancak onlar kadar garantili değildir.
Bir beden oluştuğu zaman tamamen kendine ait aminoasitler üretir ve har tarafta onları bulundurur. O vücuda ait olmayan bir yabancı madde geldiği zaman o DNA faaliyete geçer ve vücuda haber verir, ‘yabancı var’ der. Canlı onu dışarı atar.
Arılarda da böyle antikorlar vardır. Kovandaki her arının kokusu kovanın içine sinmiştir. Yabancı arı gelirse hemen kokusu ile tanınır, bütün arılar harekete geçerek onu yok ederler.
İşte organ naklindeki zorluk buradadır.
Tıpta süt kardeşliği en iyi bir şekilde kanıtlayan bir keşif olmuştur. Eğer çocuklar doğar doğmaz organ nakli olursa bunu kabul etmektedir. Yani yeni besin almamış, sadece anne sütü ile beslenmiş ise, henüz antikorlar teşekkül etmemiş veya az etmiş ise. Dolayısıyla bebeğin vücudu başka bebeğin organını dışlamaz. Ama biraz sonra başka annelerin sütünü almışsa veya dışarıdan gıda alarak beslenmişse onu dışlar.
Çok önemli bir tesbit de, doğan çocuklardan organ veren veya alan diğer bebek, ikisi büyüdüklerinde artık bunlar yine organlarını kabul etmektedirler.
Bu durum şunu gösterir.
Demek ki süt bedende değişiklik yapmaktadır. Süt annenin bedeni ile akraba olmaktadır. Hattâ küçükken yediği besinler de onun besini olmaktadır. Herkes kendi memleketinin yiyeceklerini özler ve sever. Çünkü kendi bedeni ona göre kodlanmaktadır. Kur’an bunu ifade ederek kendilerine haram ettiklerinden başkasını haram etmedik diyor. Hazreti Peygamber de keler (kertenkele) yiyen Selman-ı Farisi’ye “kavmimin yiyeceği değildir” demiştir.
Süt anne dediğimiz zaman sadece bir defa süt vermiş anne demek değildir. Kur’an’ın başka yerinde de ifade edildiği gibi, süt anaya verilen çocuk o annenin sütü ile büyür. Daha ilk günlerde süt anneye verilirse çocuk o annenin sütüne alışır, sonra anne sütü gibi yararlanır. Sonra, mesela bir yaşında iken başka kadının sütü ona haramdır. O halde süt anne dediğimiz zaman devamlı olarak süt veren anne demektir.
Kur’an bunlara anne demektedir.
İşte bu konuda ilmî araştırmalar yapılıp süt annenin çocuğa ne etkileri olduğu tesbit edilmelidir.
Serbest cinsi ilişkiyi meşru gören zinacı batı şimdi AİDS ile karşı karşıyadır. Ama buna rağmen hâlâ zinayı takdis etmektedir. Bunlar gark olacaklardır.
Yarın süt kardeşle veya süt anne ile evlenmenin de ne kadar kötü bir şey olduğu çok kesin delillerle ispatlanacak, ancak kâfirler âyetin küllisini görseler bile iman etmeyeceklerdir.
“Ummehatukum”da herkesin kendi annesi olduğu gibi herkesin kendi süt annesi de olacaktır. İşte kirvelik müessesesi gibi boş akrabalık müessesesi yerine süt annelik ve kardeşlik gibi doğal müessese getirilmiştir. Bundan dolayıdır ki Kur’an’daki hükümler kıyamete kadar değişmeden sürecektir.
وَأَخَوَاتُكُمْ مِنْ الرَّضَاعَةِ (Va EaPaVAvTuKuM MıNa elRaWAGaTı)
“Ve radaadan olan uhtlarınız da size haram edilmiştir.”
Anneden bahsedilmiş, sonra da anneden kardeşler denmiştir. Bunlarda hem sütten dolayı biyolojik yakınlık doğmakta, hem de bir arada büyüyen çocuklar kardeş kabul edilmektedir.
Yetim kalan çocuklar için bu çok önemlidir. Küçük çocuk süt annesine verilmektedir. Orada büyüyünce onların kardeşi hâline gelmektedir. Bilhassa herhangi bir sebeple başka kadın tarafından büyütülen çocuklar sonra gerçek annelerini öğrendikleri zaman şok olurlar. Süt anne ve babaları ile olan akrabalıkları sanki yalanmış gibi gelmektedir.
Oysa Kur’an süt anneden anne olarak bahsetmekte, süt kardeş olarak bahsetmektedir. Dolayısıyla akrabalıklar devam etmektedir. Yetim çocuklar da büyütüldüklerinin akrabası hâline gelmektedir.
Burada kabul edilen şey budur. Süt annesi ve süt babası oluşmaktadır. Süt verirken evli bulunduğu koca da süt baba sayılmaktadır. Kur’an’da “süt kardeşler” denerek yetinilmiştir. Süt halalar, süt teyzeler, süt yeğenlerden bahsedilmemektedir. Kıyas yoluyla onlar da haramdır.
Mefhumu muhalefetle onlar haram olmayabilir. İşte mezhep farkı böylece ortaya çıkmaktadır. Hanefilerin usûlüne göre haramdır. Şafiilerin usûlüne göre helal sayılabilir. Şafiilerin görüşü bu değildir. Çünkü Hz. Peygamber neseble ne haramsa sütle de o haramdır diyor. Ebu Hanife Kur’an’a bu şekilde aykırı hadisi kabul etmez, Şafiiler kabul etmektedirler. Bizce de kıyas mefhumu muhalefetten öncedir. Dolayısıyla haramdır. İllet bir arada bulunmadır.
وَأُمَّهَاتُ نِسَائِكُمْ (Va UmMaHJaTu NiSAEıKuM)
“Ve kadınlarınızın ümleri de haram kılınmıştır.”
İllet tamamen birlikte olmadır. Ayrıca akrabalıklarda çatışma oluşur. Çünkü yeğen kardeş olur.
Sütte anneleriniz ve kardeşleriniz diye bahsettiği halde, burada haram olanın değil de eşinin kardeşi olarak zikredilmiştir. Eşin bütün akrabaları neseb akrabaları gibi sıhri akrabalardır. Damat kayınvalidesi ile evlenemediği gibi, gelin de kayınpederi ile evlenemez. Bunu ileride “ebnalarınızın halaları” ifadesi ile anlatmaktadır. Kayınvalideyle evlenmek veya gelinlerle evlenmek mutlak haramlığı ifade etmektedir. Yani, boşansalar veya ölümle dul kalsalar da yine evlenemezler. Bir defa evlenmiş olsalar haram kalmaya yeterlidir.
İhtilaf şurada vardır. Zina yapsalar da haramlık doğar mı? Hattâ sevişme de bu haramlığı getirir görüşünde olanlar vardır.
وَرَبَائِبُكُمْ (Va RaBAEıBuKUM) “Ve rabaibinizi. Ve terbiye edenlerinizi.”
“Rab” terbiye etme demektir, yetiştirme demektir. Üvey kızlarınız demektir. Eşlerin kızları demektir.
Çocukları büyütme annenin hakkıdır ve anneye aittir. Başka koca ile evlense bile anne çocuğunu yanında bulundurma durumundadır. Gerçi bazı mezheplere göre hıdane hakkını evlenmeyle kaybeder diyenler varsa da, buradaki “Rabib” kelimesi bunu ortadan kaldırır. Sizin yetiştirdiğiniz denmektedir. Üvey kızlar üvey babalara haram olduğu gibi üvey oğullar da üvey analarına haramdır.
وَرَبَائِبُكُمْ اللَّاتِي فِي حُجُورِكُمْ (Va RaBAEıBuKUM elLaTIy FıY XuCUvRıKuM)
“Ve hücrelerinizde olan rebaibleriniz.”
Burada aynı odalarda yaşadığınızı üvey kızlarınız denmektedir.
Bu kayıt illeti göstermektedir. Yani, neden haram kılınıyor? Çünkü birlikte yaşama hukuku içindedirler. Hukuken birlikte yaşayacaklardır. Yoksa fiilen veya akdî birlik hürmeti doğurmaz. Akitlerle helal haram hâle getirilemez, haram da helal hâle getirilemez. Fiilen hücrede olma şartı yoktur. Seferde de oruç bozmak için meşakkatte olma şartı yoktur. Başka zaman meşakkatte olsa da yine oruç bozulamaz.
Buralarda ismen illetler, manen illetler hâline getirilmiştir. Tesbiti mümkün olmayan hususlar şer’î hükme bağlanmıştır.
مِنْ نِسَائِكُمْ اللَّاتِي دَخَلْتُمْ بِهِنَّ (MiN NıSAEıKuM elLAvTıY DaPaLTuM BiHinNa)
“Duhul ettiğiniz nisalardan olan hücrelerinizeki rabibler de haram kılınmıştır.”
“Nisaiküm” demek, duhul ettiğiniz eşleriniz demektir. Nişanlılar duhul edilmiş sayılmazlar. Dolayısıyla onlarla evlenmek meşru kılınmıştır. Yani, üvey anneler için duhul şartı getirilmemiştir. Çünkü onlar üvey annedir. Zaten duhul vardır. Üvey kızlar için ise duhul şartı getirilmiştir. Aynı şekilde kızlar da üvey babaları ile evlenemezler. Ama üvey kızlarından annelerine duhul varsa evlenemezler.
فَإِنْ لَمْ تَكُونُوا دَخَلْتُمْ بِهِنَّ (FaEıN LaM DaPaLTuM BıHınNa) “Duhul etmemişseniz.”
Yukarıda duhul etmemişseniz eşlerinizin kızları size helal edilmiştir. Eğer mefhumu muhalefet geçerli olsaydı bu âyetin getirilmemesi gerekirdi. Demek ki mefhumu muhalefetle hüküm caiz değildir.
Buna karşı şu söylenebilir. “Fa” harfi getirilmiştir. “Fa” harfi tafsil harfidir. Mefhumu muhalefetin meşruluğunu ispat için getirilmiş olabilir.
Biz şunu söylüyoruz. Üvey Anne için de aynı şart koşulmamıştır. Oysa üvey kız için koşulmuştur. Hangisi asıldır, hangisi istisnadır. Kıza ait hükmün asıl olduğunu göstermek asıldır. Yani haramlığa ait hükümler başka delil yoksa duhul şartı vardır demektir.
Bir örnek verelim. Bir kimsenin baldızıyla evlenmesi meşru değildir. Nişanlının kızkardeşi ile nikâh yapabilir mi? Bu kuralı çalıştırdığımızda yapabilir. Hangisi duhul ederse diğeri fasit olmuş olur demektir.
Bu anlatım da hikmete uygundur. Halvet olmayan kardeşle halvet zorunluluğu olmayacağı için bunun mahremiyeti doğurmaması gerekir.
Hukuk duyguların üzerinde oturmaz. Hukukta kutsiyet yoktur. Her şey şeriata ve akla göre tanzim edilmiştir. Gerekli olanlar haram kılınmış, gereksiz olan tamamen serbest bırakılmıştır.
فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ (FaLAv CuNAXa GaLaYKuM) “Sizin için bir cunah yoktur.”
Üvey anne için duhul şartı getirilmediği halde, üvey kız için duhul şartı getirilmiştir. Yaşlı kadınların evlenme ihtiyaçları yerine kendilerine bakacak akrabaya ihtiyaçları vardır. Dolayısıyla damatları olunca yakınları olmaktadır. Oysa genç kadının evlenmeye ihtiyacı vardır. Dolayısıyla genç kadının kocasız kalmamasını sağlamak için böyle istisnai hüküm getirmektedir.
Evlenmede bütün gaye çocuk yetiştirmedir. Yaşlı kadının evlenmesi bu ana hedefi taşımamaktadır.
Allah’ın helal ettiğini helal, haram ettiğini haram kabul etmek, O’nun koyduğu sınırlar içinde yürümek, her türlü nizaları ortadan kaldırır. Aklen veya hissen daha iyi olan bizim için daha iyi olabilir, ama başkaları için olmayabilir. Şartlar zorunlu kılabilir. O zaman kavgalar başlar.
Mesut hayat, herkesin şeriata teslim olması ile başlar.
وَحَلَائِلُ أَبْنَائِكُمْ (Ve XaLAiLu EBNAEıKuM) “Ve oğullarınızın halâili de”
Karılarınızın kızları, öbür taraftan oğullarınızın helalleri denmektedir. Burada da “Halail” denmiş, “Ezvac” denmemiştir. Dolayısıyla nasıl damat duhul etmemişse de kayın validesine haram olmakta ise; aynı şekilde oğlu ile nişanlı olan kız da kayınpederine helal değildir. Helal olması yeterlidir.
Nikahlanmak demek, helali olmak demektir. Yalnız nikahlanmak değil, cariye de böyledir. Onunla cinsi ilişki meşru olan hiçbir kadınla evlenmek caiz değildir.
Buradaki “Ebnâ” içinde oğulların oğulları girdiği gibi, kıyasla kızların oğulları da girmektedir.
Burada bir soru akla gelir. Erkeğin nişanlısının kızı ile evlenmek caiz midir? Tabii ki nişanlısından ayrılmış olması gerekir. Kadın da nişanlısının oğlu ile evlenebilir mi? “Ma nekaha abaukum” âyetinde nikâhladığı tabiri kullanıldığı için haram hâle gelmektedir. Ama arkasından “Min’e-Nisa” dendiği için kayıt altına almıştır. O zaman duhul yoksa oğlu evlenebilir manâsı çıkar. Kıyas da bunu gerektirdiği için, kadın nişanlı kocasının oğlu ile ayrıldıktan sonra evlenebilir demektir.
الَّذِينَ مِنْ أَصْلَابِكُمْ (elLaÜIyNa MıN EaWLABıKuM) “Sülbünüzden olan”
“Sülbünüzden olan evladınıza” demek olur.
Burada öz evlat olması gerektiğine işaret etmiştir. Evlat edinilen kimseler arasında böyle bir akrabalık ve mahremlik doğmadığı gibi, üvey evlat veya süt evlat ve kölelikten gelen akrabalıklar böyle haramlığı ortaya çıkarmaz. Yani, kişi süt evladının boşanmış ve dul kalmış eşiyle evlenebilir. Kadın da süt kızının boşanmış veya dul kalmış oğlu ile evlenebilir.
Toplayıcılık dönemlerinde insanlar yakınları ile evleniyordu. Çünkü küçük aile tipi vardır. Avcılık döneminde kadınlar ava gidemediler. Eşlerini ava gönderince kendileri kayınpederleri ile birlikte kalma durumunda kaldılar. Büyük aile tipi doğdu. O zamanki şeriat yakın evliliği hattâ amca çocukları ile bile evlilik yasaklanmıştır. Dolayısıyla avcılıkla geçinen topluluklarda veya ona yakın birlikte yaşanma zorunda olan topluluklarda uzak akrabalarla dahi evlenme haramdır.
Kur’an sanayi toplumunu hedeflemiştir. Dolayısıyla haramları asgariye indirmiştir. Zorluk olmasın diye sınırları en aza indirmiştir. Bu sadece evlenme meşruiyeti nedeniyledir. Yoksa kimse buna zorlanamaz.
Acaba bir bucak amca kızları ile evlenmeyi yasaklayabilir mi? Yasaklayabilir. O bucakta oturanlar o evliliği yapmamak durumundadırlar. Ancak böyle bir evlilik yaptıkları takdirde zina cezası verilemez. Sadece ilçelerinden sürülebilirler.
وَأَنْ تَجْمَعُوا بَيْنَ الْأُخْتَيْنِ (Va EaN TaCMaGUv BaYNa elEuHTaYaYNı)
“Ve iki uht arasını cem etmek de size haram kılınmıştır.”
Şimdiye kadar süresiz haram olanlar sayılmıştır. Bir defa haram olduktan sonra şartlar değişse de artık haram devam eder. Boşansa da insan kayınvalideleri ile evlenemez. Gelinleri ile de evlenemez. Onlar artık birbirlerinin akrabaları olmuşlardır.
Şimdi ise erkeğin akraba olan iki kadını birlikte alması haram kılınmıştır.
Bunun için iki kız kardeşi cem etmek de haram kılınmıştır.
Burada fazla açıklamalar yapmamıştır. İki kızkardeşin cemi caiz değildir. Ama teyze ile yeğenin cemi caiz midir? Kıyas yoluyla caiz olmaması gerekir. Mefhumu muhalefetle caiz olması gerekir.
Kur’an yukarıda haramları sayarken kardeşle teyzeyi aynı grupta toplayarak saydı. Dolayısıyla burada fark itirazı yapılamaz. Çünkü Kitap onlar arasında fark vazetmedi. O halde kadının neseben akrabası ile evlenilemeyeceğini kesin kıyasla sabit olarak görebiliriz.
“Uht” demesi, yukarıda zaten teyzelere de bintlere de “Uht” demiştir. Yani, “Uht” kelimesi onları da içine almaktadır.
Süt kardeşlerle de evlenmek caiz midir? Onlarla da caiz değildir. Çünkü onlar için de “Ehevatukum Mine’r-Redaa” denmiş, orada onları da kardeş olarak zikretmiştir. İki süt kardeşi birleştiremeyeceğine göre hüküm onlara da şamildir. Hattâ kıyasla değil nassla şamildir. Çünkü burada “Uht” mutlak olarak kullanılmıştır.
Bütün bunlar göz önüne alınarak şöyle kural getirmişlerdir. Bunlardan biri bir erkek olsaydı birbirleri ile evlenemeyecekler ise onların cemi caiz değildir. Burada tahfif şurada yapılmış, birinden ayrıldıktan sonra evlenebilme tahfifi yapılmıştır. Ondan başka tahfif yapılmamıştır. İkinci, üçüncü evlilik asıl olmadığı için orada kolaylık aranmamıştır. Demek ki haramlık hususunda çok net ve açıklık sözkonusudur.
إِلَّا مَا قَدْ سَلَفَ (EilLAv MAv QaD SaLaFa) “Selef edenler bunun dışındadırlar.”
Şimdi haram kılınanları yukarıdan aşağıya doğru sıralayalım:
a) Usul. Bunlar birinci derecede yakındırlar. Sıhri akrabalıkta duhul olsun olmasın birinci derecede yakındırlar.
b) Füru’. Bunlar da usul ile aynı derecededirler. Ancak duhul yoksa bunların boşanmış eşleri ile daimi haramlık doğmaz. Demek füru’ ile akrabalık usul ile akrabalıktan sonra gelir.
c) Kardeşler, usulün kardeşleri ve kardeşlerin füruu. Bunlar Kur’an’da eşitlik içinde sayıldığı, farklı herhangi bir hüküm getirilmediği için haramlıkta eşit uzaklıktadırlar.
d) Süt anneler ve süt kardeşler. Süt anneleri ayrı saymıştır. Süt kardeşleri ayrı saymıştır. Dolayısıyla fark yapmıştır, ama farklı hüküm getirilmemiştir.
e) Eşlerin usulü.
f) Eşlerin füru.
e) Eşlerin mahremlerinin cemi.
Şimdi soru şudur. Bu “İllâ Mâ Kad Selef/ Selef edenler bunun dışındadır” istisnası nereden sonra geçerli olacaktır. Eğer hepsi için geçerli sayacak olursak, insan bilmeden kızıyla evlenmiş olsa bile, hattâ bilerek evlenmiş olsa bile haram işlemiş olur, ama evlilik meşru olur. Zina cezası verilmez. Aralarında tefrik yapılmaz. Bunu böyle kabul ettiğimizde fuhuş içine girmemiş olur.
Bunu meşru saymamız mümkün değildir. Çünkü sıhri akrabalık bile müebbet haramlığı getiriyor. Müebbet haramlık demek, şartlarla helal kılınmayacaktır demektir. Tesbit nasla olduğuna göre istisnayı oraya kadar götürmemiz meşru olmaz.
Biz bunu nereye kadar götürebiliriz? Duhul şartına kadar götürürüz. Yani, usul ve füru’, kardeşler ve yeğenler, süt yakınları ile evlilik gerçekleşmiş olsa bile feshedilir. Bilerek nikâhlanıp cinsi ilişkilerde bulunsalar bile zina cezasını veririz. Bu istisnayı oraya kadar götüremeyiz. Duhul şartı koşulan evliliklerde, iaw işw surm ne olacaktır?
Eğer bir kimse karının kızı ile de nikah yapsa ve evlense ne yapacağız? Önce bu zinadır, cezası verilecektir. Anası haram hâle gelecektir. Çünkü kaynana olmuştur. Kızı ile nikâh devam edecektir. Eğer “İllâ” istisnasını buraya kadar götürürsek. Yok eğer bu istisnayı buraya kadar götürmezsek her ikisiyle akraba olduğu için mahremiyet doğmuştur, artık evlilikleri sona erer.
İşte mezheplerin oluşmasına bunun için gerek vardır. Değişik bucaklarda değişik hükümler uygulanacak. “İllâ”nın değişik yerlere kadar götürülmesi denenecek. Hangisinde başarılı sosyal yapı oluşursa o hüküm üzerinde icma olacaktır.
Biz zorlama yapmadan istisnayı sadece vemetem üzerinde kabul ediyoruz. Ancak bu bizim için nass mertebesine yükselmiş içtihat değil, zâhir mertebesinde olan içtihattır. Yani, şimdilik bununla amel edeceğiz ama, belki bu hatalı olabilir. Araştırmamıza devam edeceğiz.
O halde eğer bilmeden iki yakınlı cem olmuşsa, bunlar arasında birisiyle müebbet haramlık da yoksa artık bu evlilik sürdürülür. Müebbet varsa o zaman ondan ayrılınır. Diğeri ile nikâh sabit kalır. Bilerek böyle bir evlilik gerçekleşmişse zina cezası uygulanır ama nikâh sahih sayılır ve artık evlilik devam eder. İki kız kardeşle yapılan nikâh haram ama nikâh sahihtir. Bu gasp edilmiş bir toprakta namaz kılma hükmünün benzeridir.
إِنَّ اللَّهَ كَانَ غَفُورًا رَحِيمًا(23) (EınNa EalLAHa KAvNa ĞaFUvRan RaXIyMan)
“Allah gafur ve rahim bulunmaktadır.”
Haram âyetlerden sonra mağfiret ve merhamet ile ilgili ayet ile kapatılmaktadır. Nekire olarak kullanılmıştır. Topluluk hukukunda gafur ve rahim olunması gerekmektedir.
Genel olarak, ceza hukukunda kesin ispat külfeti getirilmiştir. Kesin olarak sabit olmayanları cezalandırmama bir mağfirettir, bir merhamettir. Zina duhulle tamamlanır ve ceza o zaman verilir. Sevişme ise zina suçu ile cezalandırılmaz. Belki nefye (sürülmeye) sebep olur. Bu da mağfiret ve merhamet gereğidir. Haram evliliklerin de sahih sayılması mağfiret ve merhamet gereğidir.
Bunun dışında hakemler kararlarını verirken katı kuralların uygulanması yerine adil olana karar vermeleri gerekir. Özel hallerde kurallar adil olmayabilir. O zaman o kuralları adil olan yeni kurallarla tahsis veya takyid edeceklerdir demektir. Bu sebepledir ki İslâmiyet’te kanun sistemi yoktur. Bütün deliller hakimler için bir danışma mahiyetindedir. Hakimler kanunlara uymadılar diye sorumlu olmazlar. Hakimler içtihatlarından sorumlu olmazlar, kasıtlarından sorumlu olurlar. Kararları kesindir. Temyizi caiz değildir. Onun için atanmış hakimin yargılama görevi vardır. Ama ispat soruşturmacılar tarafından yapılacak, kararlar da hakemler tarafından verilecektir. Kendisi resen ne soruşturma yapabilir, ne de karar verebilir. Kararları kabul edip etmeme yetkisi üzerinde değişik durumlar vardır. Adil olan şahidin ve hakemlerin kararlarını kabul etmek durumundadır. Mecruh olanları kabul edemez. Meçhul olanları kabul edip etmeme yetkisine sahiptir. Ama kendisi ancak yeni şahit yeni hakem ister, kendisi karar veremez. Şahitlerin şehadetini değerlendirecek olan tarafların seçeceği hakemlerle, onların seçeceği baş hakem tarafından karara bağlanacaktır. Kadı sadece davaları yürütür, kararları infaz eder. Hakemler ise en üst karar merciidirler. Adaletin gereği olarak konmuş olan kurallara istisna getirebilirler. Buradaki “İllâ” ile bu teşri edilmiştir. İllet olarak da mağfiret ve merhamet getirilmiştir.
Bugün yapılan hata şudur. Karar hakemlerce verilmiyor, soruşturma şahitlerce yapılmıyor. Hakimin verdiği karar da kesin olmuyor. Yargıtay başkanı devlet içinde devlet oluyor.
Bunun sonucunda yargı etkin, saygın, yansız ve bağımsız olmuyor.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 285. SEMİNER Yorum-115 İstanbul, 31 Aralık 2004
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI
(Reşat Nuri Erol ve Selahattin Öztürk Üsküdar’da değerlendirecektir.)
KUR’AN VE AVRUPA BİRLİĞİ
Kur’an’da Hazreti İsa’ya tâbi olanları kıyamete kadar küfretmiş olan kimselerin fevkinde tutacağız denmektedir. “Allah buyurmuştur ki: Ey İsa! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni kâfirlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım.” (Âl-i İmrân[3],55)
Buradan şu anlaşılmaktadır; kıyamete kadar yeryüzünün süper gücü devamlı olarak Hıristiyanlar ve Müslümanlar olacaklardır. Çünkü Hazreti İsa aleyhisselâmı peygamber olarak tanıyan yalnız Müslüman ve Hıristiyanlar vardır. Kur’an’ın verdiği haber I. Kur’an Uygarlığı döneminde gerçekleşmiştir. Önce Arap müşrikleri yenilmiş ve tarihten silinmişlerdir… Sonra İranlılar (Persler) yenilmiş ve tarihten silinmişlerdir… Daha sonra 751’de Orta Asya’daki Talas Savaşı’nda Çinliler yenilmiş ve sedlerinin arkasına çekilmişlerdir.
Komünizm dini, ateizmi yani dinsizliği ancak 70 yıl tutunabilmiştir.
Amerika’nın keşfinden sonra dünyanın her tarafı çağımız Hıristiyanları tarafından işgal edilmiş ve 20’inci yüzyılda dünyada Hıristiyanlar hükümran olmuşlardır.
“Avrupa Birliği” Avrupalıların ve Müslümanların birlikte kuracağı “İslâm ve Hıristiyan Birliği” şeklinde anlaşılıyorsa, “III. Bin Yıl Kur’an Uygarlığı”nın da bunlar tarafından yani bu birlik tarafından kurulacağı öngörülebilir.
Kuvvet uygarlığı da ABD ile diğer Çin ve Hint uygarlıklarına kalabilir.
***
MÜSLÜMANLARIN AVRUPA’DAN NE GİBİ ÜSTÜNLÜKLERİ VARDIR?
a) Müslümanlar dinde Avrupalılardan üstündürler. Bunu birçok bakımdan karşılaştırabiliriz. Hıristiyanların şeriatları olmadığı halde, Müslümanların çağımızın ihtiyaçlarına cevap verecek şeriatları vardır. Kur’an ile İncil karşılaştırıldığı zaman Kur’an’ın üstünlüğü hemen ortaya çıkar. Kur’an son kitap, İslâm son dindir. Kur’an ve İslâmiyet diğer dinleri de meşru olarak tanımaktadır. Elbette bu Hıristiyanlar dinlerini terk etsinler ve Müslüman olsunlar anlamında ortaya konmamaktadır. Hıristiyanlar ‘Gerçek Hıristiyan’ olmak istiyorlarsa, kendi dinlerindeki eksikliklerini İslâmiyet’i örnek alarak tamamlayabilirler. Kur’an, İslâmiyet ve Müslümanlar bu konuda onlara yardımcı olacaktır.
b) Müslümanlar Avrupalılardan çok üstün hukuk sistemine ve ilmine sahiptirler. Batılılar ‘ekseriyet kuralı’ içinde körebe oynama dışında hiçbir hukuk bilimine sahip değildirler. Oysa İslâmiyet’te Fıkıh tamamen müsbet ilmin metotları içinde ele alınmıştır. Usûlü Fıkıh İlmi tamamen aklî bir ilimdir. Batı dünyası bu ilmin sadece çok basit parçalarını ele almış, bu sayede bugünkü Batı teknolojisi oluşmuştur. Ama Batı’nın bilhassa ‘Usûlü Fıkıh İlmi’nden öğreneceği çok şey vardır. Batı henüz Usûlü Fıkıh İlmi’nin ne olduğunu dahi bilmemektedir; en büyük ve en önemli eksiklikleri de buradan kaynaklanmaktadır. Batı bugün müsbet ilimde ve teknikte Doğu’dan ne kadar üstünse, Doğu da hukuk yani usulde ve yönetim sisteminde Batı dünyasından o derece çok çok ileridedir.
c) Müslümanlar, Müslüman olmayanlarla beraber yaşamada hem felsefe hem de demokraside Avrupalılardan çok ileridirler. Çünkü Müslümanlar on dört asırdır demokratik (içtihat ve icmaya dayalı şeriat) ve lâik (çoğulculuk ve dinde zorlama olmayan) düzen içinde yaşamaktadırlar. Batılılar ise ‘ekseriyet sistemi’ içinde ne gerçek demokrasiye yani halk yönetimine, ne de gerçek lâikliğe ulaşamamışlar; hattâ bunları henüz gereği gibi kavrayamamışlardır bile. Bu hususta Batı dünyasının Müslümanlardan öğreneceği pek çok şey vardır. Müslümanların bu alanda Batı’dan üstün olduğunu görmemek için sadece kötü niyetli olmak yeterlidir. Yönetim sistemi hususunda Müslümanların Batı’dan çok çok ileride olduğunu 70 senelik sosyalizm ve ABD işgalleri çok iyi bir şekilde kanıtlamıştır.
d) Müslümanların ‘kişisel ahlâkları’ Hıristiyanlardan üstündür, ‘aile yapıları’ çok daha sağlamdır. Kişisel ahlâklarının ve aile yapılarının zayıflaması veya çökmesi sebebiyledir ki, Hıristiyanların nüfusları azalmakta, oysa Müslümanların nüfusları çoğalmaktadır. Hıristiyanları Müslümanlardan kişisel ahlâk ve aile yapısı alanında öğrenecekleri çok şey vardır.
***
Bunlara mukabil,
BATILILARIN DA DOĞULULARA ÜSTÜNLÜKLERİ VARDIR:
a) Müsbet ilimlerde Batılılar Doğululardan çok ileridirler. Bunun sonucu olarak teknolojide ve ekonomide de çok üstün bulunmaktadırlar. Bu alanlarda kısa zamanda Doğuluların onlara yetişeceklerini sanmak hatalıdır. Dinde Doğulular üstün, ilimde de Batılılar üstündür.
b) Batı dünyası gerek siyasi güç gerekse ekonomik güç bakımından Doğululardan ileridedir. Yani, hukukta ve yönetimde Müslümanlar ne kadar ileri iseler; Avrupalılar da ekonomik güç ve siyasi güç olarak daha güçlüdürler.
c) Batılılar sosyal güvenlik sorunlarını bizden çok daha ileri bir seviyede çözmüşlerdir. Önce işsizlik kontrollü olarak var olup, sosyal hastalık şeklinde işsizlik yoktur. Batılılar sömürü sistemine dayanarak düzenlerini kurdukları için dış borçları ve dışa bağımlılıkları yoktur. Genel sigorta müesseselerini oluşturmuşlardır. Batı’da yargı da bizden iyi çalışmaktadır.
d) Nihayet, Batı’daki sosyal ahlâk Doğu’dan ileridedir. Kurallara uyarlar, rüşvet almazlar, yolsuzluk yapmazlar, polise son derece saygılı davranırlar... Oysa Doğu’da ‘kişisel ahlâk’ ne kadar iyi ise ‘sosyal ahlâk’ o derece bozuktur.
Görülüyor ki, her iki tarafın birbirinden daha üstün olan tarafları vardır ve bugüne kadarki varlıklarını sürdürebilmelerini de bu üstün taraflarına borçludurlar.
Her iki ümmet arasında ‘kriz’ vardır. Zaten bu krizler sebebiyledir ki bu ümmetlerin halkları birleşmek istiyorlar. Çünkü birbirlerinden yararlanacak pek çok olumlu taraflar vardır. Avrupa Parlamentosu’nun (AP) olumlu kararı Avrupa halkının kararıdır. Bu karar Avrupa’nın kurtulacağını gösterir.
Şimdi şöyle bir sorunla karşı karşıyayız:
-Ya bu iki uygarlık karışınca birbirini bozarlar, ikisinin de üstün tarafları yok olur, o zaman “sosyal tufan”ı gecikmeksizin beklemek durumunda kalırız; ki Kur’an’ın söylediği de budur.
-Ya da bu iki uygarlık birleşerek eksikliklerini tamamlar ve kötülüklerden uzaklaşmış olarak yüksek uygarlığa ulaşırız. O zaman da “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı insanlığa büyük acılar çektirmeden getiririz.
Biz Kur’an’ın söylediklerini söylüyoruz.
Bu çözüm yalnız ve yalnız Kur’an’da vardır.
Bu çözümü de biz “Adil Düzen” olarak ortaya koyduk.
Açık ifademiz şudur; ya “Adil Düzen”i kabul edecek Avrupa Birliği aziz olacaktır, ya da “Adil Düzen”e cephe alıp ‘zina’ ve ‘faiz’ içinde boğulup gidecektir.
***
BU İZDİVAÇ NE ZAMAN BAŞARILI OLUR?
a) Türkiye ve Avrupa ‘zina’yı terk edecek, zinayı haram yapacak ve ortadan kalkması için savaşacak. Kur’an Allah’ın fuhuş medeniyetini nasıl yok ettiğini Hz. Lut Peygamber’in kıssasında anlatmaktadır.
b) Avrupa ve Türkiye fuhuş kadar, hattâ ondan daha kötü olan ‘faiz’i bırakacak. Böylece Allah’la savaş etmekten uzaklaşacaklardır. Faizsiz adil düzen ekonomi sistemini benimseyeceklerdir.
c) Tekelciliği yani sömürüyü oluşturan ‘ekseriyet sistemi’ni bırakacaklar, onun yerine ‘ortak vekâlet sistemi’ olan adil düzeni getirecekler. Yani, ‘kuvveti üstün tutan’ yerine, ‘Hakkı üstün tutan uygarlığı’ benimseyip kuracaklardır.
d) Merkezî yönetimi bırakacaklar, ‘yerinden yönetim’i benimseyecekler; merkez ‘hâkim’ değil ‘hâdim’ olacaktır. Merkezi taşra oluşturacak ve kendisine hizmet ettirecektir. Hüküm yalnız Allah’ın, yani hakemlerden oluşan yargının olacaktır.
İşte bunları yaparsanız hayırda birleşmiş olursunuz, o zaman size ‘mübarek olsun’ denir.
Ama şimdiki halde zinada, faizde, tekelde, zulmetmekte birleşiyorsunuz.
Size kalsa, siz dünyayı bu gücünüzle ezebileceksiniz! Ama Allah sizden büyük ve güçlüdür.
Bundan dolayı Hakkı ve O’nun yeryüzündeki halifesi olan halkı ezemeyeceksiniz.
Bu halinizle sizi tebrik etmiyor, sadece; “Allah’ım, bizi zâlim işbirlikçilerden kurtar.” diye dua ediyor ve elimizden geldiğince gereğini yapıyoruz…
Gerisini Allah ve Kur’an halledecektir.
Mukadder akıbetinizi bekleyiniz…
“De ki:
Bekleyin, şüphesiz biz de beklemekteyiz!..”
(Kur’an;En’âm[6],158)
***
NİMETTEN YARARLANMAK
“Rabbinin nimetini tahdis et. Rabbinin nimetini hadise yap, değerlendir.” (Duhâ[93],11)
Avrupa Birliği’ne girme hayır mıdır, şer midir? Şimdi onu tartışamayız, tartışsak da fayda sağlayamayız. Çünkü Avrupa Birliği’ne kısmen girilmiştir; hâlen de girilmeye devam edilmektedir…
Bu durumda onun şerrinden korunmamız, hayrından da yararlanmamız gerekir.
Bunu nasıl gerçekleştireceğiz?
-Şerrinden korunmamız halkımızın güçlü olması ile sağlanır.
-Hayrından yaralamamız ise ondan doğan nimetten yararlanmaktır.
AVRUPA BİRLİĞİ ÇABASI TÜRKİYE’YE ÖNEMLİ KAZANÇLAR DA GETİRMİŞTİR
a) İslâmiyet ve Hıristiyanlık düşmanlığı sona ermiştir. Bunu 1970’lerde CHP ile Koalisyon yapmakla ilk olarak Millî Görüş Lideri Necmettin Erbakan başlatmıştır. Sonra 1990’larda yine 54. Hükümet Başbakanı Erbakan ‘Çekiç Güç’ün önce müddetini uzatmak, sonra da kaldırmakla ABD Başkanı Clinton’ı İslâm dostu yapmış, Amerika’daki Demokratlarla sömürü sermayesinin arası o sebeple açılmıştır. Bu arada önemli bir olay daha olmuştur. Türkiye’de -her ne kadar Millî Görüş gömleğini çıkarsalar da- eşlerinin ve kızlarının başlarını açmayan, namazlarını kılmaya devam eden, içki içmeyen AK Parti iktidarı AB’ye talip olmuştur. Yani, Türkler İslâmî kimliklerini koruyacak, ama Avrupa Birliği’ne de gireceklerdir. Türk halkı bu güvenceye inanarak AB’ye topyekün karşı çıkmamıştır. Avrupa’daki büyük çatışma da, Türkleri Müslüman olarak kabul edip etmeme şeklinde olmuştur. Papa resmen vize vermiştir. Avrupa Parlamentosu da büyük ekseriyetle ‘EVET’ deyip kabul etmiştir. Böylece Türk müteşebbislerinin eline büyük nimet gelmiştir.
b) Avrupalılar bu sancılı katılım döneminde her gün Müslüman Türkiye’nin adını duymuşlardır. Dolayısıyla bütün bunlar Türk müteşebbisleri için reklam olmuştur. Milyar dolarlar harcansa bu reklam yapılamazdı. Şimdi Avrupa’da Müslüman Türkler ve Türk malları merak edilecektir. Türkiye mal satmak için herkese satış yeri arayacaktır. Bu heyecan biraz sonra geçer. Bu fırsattan yararlanılmalıdır. Bir defa alış-veriş başladı mı, sonra biraz gerilese de kopma olmaz.
c) Avrupa’da hakim büyük sermaye Yahudi sermayesidir. O firmalar Türkiye’ye gelip yatırım yapmaz. Çünkü onların hedefi Türkiye’yi parçalamaktır. Bundan vazgeçtiklerini sanmıyoruz. Ancak Avrupa’da bizim gibi mazlum müteşebbisler vardır. Onlar bizimle şimdi ortak girişimler yapmak isterler. Onlar faizsiz veya enflasyonu karşılayacak krediler bulabilirler. Bu değerlendirmeyi yapmak zorundayız.
d) Avrupa Birliği’ne girince ABD ve Rusya açık veya kapalı şekilde cephe alacaklardır. Ekonomimizin büyük krize girmesi ihtimali ile karşı karşıyayız. Avrupa bürokrasisi de Yahudilerin elindedir. AB bize resmen yardım yap(a)maz. Ancak halklar arası girişimlerle gelecek olan krizi atlatabiliriz.
BUNUN İÇİN NE YAPMAMIZ GEREKİR?
Çok basit, elimizde imkânlar ve fırsatlar vardır, bunları değerlendirmeliyiz. Köln’de veya Berlin’de bir “Mala-Mal Marketi” açmalıyız. İstanbul’da da bir “Mala-Mal Marketi” açmalıyız. Bunu Köln veya Berlin Belediye Başkanı ile İstanbul Belediye Başkanı rahatlıkla yapabilir.
Avrupa Millî Görüş Teşkilâtı (AMGT) da bunu organize edebilir. Bu “Mala-Mal Marketi”ni İstanbul Ticaret Odası da yapabilir. ASKON veya MÜSİAD da yapabilir.
Bu vesileyle bu hususta her türlü bilgiyi vermeye hazır olduğumuzu duyururuz.
Alman halkının ürettiği mallardan Türkiye’de satılacaklar buradaki markete satılacak, Türkiye’den gelen mallar ile takas yapılacaktır. Türkiye’den Almanya’ya satılacak mallar burada satın alınacak ve Almanya’dan gelen mallarla takas yapılacaktır.
Burada ‘serbest fiyat’ korunacaktır. Fiyatı satıcılar tesbit edeceklerdir. Nakliye ve mağaza kârları maktu olacaktır. Muhataplar daima on rakip firma olacaktır. Nakliye de serbest nakliyeciler tarafından yapılacak, ancak nakliye ücretlerini işletme tesbit edecektir. Ortak nakliyecilerden kim boş ise nakliye ona yaptırılacaktır.
Hattâ bunun için büyük organizasyona gerek yoktur. Türkiye’de bir bilgisayar merkezi kurulur; Almanya’ya gidilir ve orada da bir bilgisayar merkezi kurulur. Önce bir çeşit ‘standart mal’ Almanya’ya sevk edilir. Oradan da bir çeşit ‘standart mal’ Türkiye’ye getirilir. Oradakiler orada dağıtım yaparlar, Türkiye’dekiler Türkiye’de dağıtım yaparlar. Sonra yavaş yavaş malların çeşitleri artırılarak istediğimiz büyük mala-mal marketlerinin kurulmasını sağlamış oluruz. “Adil Düzen Müteşebbisleri” harekete geçmelidirler. Onlar yapmazsa, sonra yine Türkiye’deki Yahudiler ve Masonlar faaliyete geçer ve yine onlar İslâm düşmanlığı yaparlarsa, bunun sorumlusu uyuyan Müslüman müteşebbisler olur.
Ey Müslüman! Uyan, fırsatları değerlendir, nimetten yararlan ve;
“Rabbinin nimetini tahdis et. Rabbinin nimetini hadise yap, değerlendir.” (Duhâ[93],11)
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92