ADİL DÜZEN 286
“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 07-09 Ocak 2005 Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 286. SEMİNER (CUMA-C.TESİ-PAZAR) İst. - Ank., 07-09 Ocak 2005
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği) Tel: (0532) 246 68 92
*HAFTALIK TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00), Cumartesi Yenibosna (17.00-21.00)]
NİSÂ SÛRESİ TEFSİRİ - 12
Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 20.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır.
(Hasan Özket, Yasin Kılar, Hasan Çetinkaya, Reşat Nuri Erol, Lütfi Hocaoğlu, ve ………..… dersi okumuş olarak geleceklerdir.)
Cuma günü Üsküdar’da Reşat Nuri Erol tarafından; diğer yerlerde ilgili ve sorumlular tarafından anlatılacaktır.
Hedefimiz; bu “Seminer Notları”nın İstanbul’da 200, Türkiye’de 1000 yerde okunmasıdır. SÜLEYMAN KARAGÜLLE
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ
وَالْمُحْصَنَاتُ مِنْ النِّسَاءِ إِلَّا مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ كِتَابَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَأُحِلَّ لَكُمْ مَا وَرَاءَ ذَلِكُمْ أَنْ تَبْتَغُوا بِأَمْوَالِكُمْ مُحْصِنِينَ غَيْرَ مُسَافِحِينَ فَمَا اسْتَمْتَعْتُمْ بِهِ مِنْهُنَّ فَآتُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ فَرِيضَةً
وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فِيمَا تَرَاضَيْتُمْ بِهِ مِنْ بَعْدِ الْفَرِيضَةِ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيمًا حَكِيمًا(24)
وَالْمُحْصَنَاتُ (Va elMuÖaNATu) “Ve muhsanât”
Buradaki “Va” “Hurrimet” fiiline atfetmektedir, yani haram kılınmıştır.
Bununla beraber “Cem”e de atfedilmiş olabilir. Yani bir erkek iki kızkardeşi cem edemediği gibi bir kadın da herhangi iki erkeği cem edemez. Çünkü onun rahmi ondan doğması muhtemel olan çocuk adına korunmuştur. Bir yumurtayı ayrı iki erkek dölleyemez. Bu hususta ilkel canlılarda bile tedbir alınmıştır. Çiçekler kendi çiçeklerindeki erkeklerle döllenmezler. Arılar kendi kovanındaki erkek arılarla eşleşmezler. Canlılar birbirine benzerler. Ancak her canlının DNA’sı ayrıdır. Bugün DNA testleri ile her canlı birbirinden ayrılabilmektedir. Babası veya anası veya kardeşi tanınabilmektedir.
Yumurta başka erkek ile döllenecektir. Çocuğun genleri artık anneye de tesir etmektedir. Bu sebepledir ki kadın zamanla kocasına benzer hâle gelir. Çünkü o çocuğun faal olan genleri kadının bedeninde faaliyet göstermeye başlar. Baba anneye yalnız sperm vermez, aynı zamanda o sperm ile uygunluğun sağlanması için hormonlarını da akıtır. Hattâ milyonlarca erkek hücreden yalnız biri annenin yumurtasını döller. Geri kalan milyonlarca sperm rahimde sindirilerek kadının tüm vücuduna dağılırlar. Oradaki asitler tüm vücutça tanınır ve hücreler haberdar edilir, buna göre hazırlıklı olun denir. Eğer değişik erkeklerin hormon ve menileri rahimde sindirilirse hücreler hangi genlere göre hazırlık yapacaklarını bilemezler. Böylece burada çocuk ile anne arasında âhenkli bir yaşama tarzı gelişemez. Hattâ bu zıt hormon ve sperm asitleri birbirini etkileyerek vücutta bulunan kromozomları bozarlar ve yeni tür virüsler faaliyete geçer.
“Muhsenât”ın manâsı budur. O halde kadın hamile ise veya hamile olma ihtimali varsa, her ne olursa olsun erkekten korunmalıdır. Bunun içindir ki boşanmada “iddet” konmuştur. İddet için şunlar söylenmiştir:
a) Kadın son cinsi ilişkide bulunduğu tarihten itibaren üç defa hayızdan temizlenmelidir. Şafii’ye göre üç defa kirlenme yeterlidir. Ebu Hanife’ye göre yeterli değildir.
Ebu Hanife’ye Göre Şafii’ye Göre
Temizken boşanmıştır : Kirlenecek Temizlenecek Kirlenecek Temizlenecek
Kirlenecek Temizlenecek Kirlenecek Temizlenecek
Kirlenecek Temizlenecek Kirlenecek (Gerekmez)
Hayızlıyken boşanmıştır : Temizlenecek Kirlenecek Temizlenecek Kirlenecek
Temizlenecek Kirlenecek Temizlenecek Kirlenecek
Temizlenecek Kirlenecek Temizlenecek (Gerekmez)
b) Aybaşından kesilmişse bir üç ay (89) gün beklerler.
c) Kadın hamiledir.Üç ay içinde doğurdu. Üç ayı dolduracak. Hamiledir. Üç ay sonra doğurdu. Doğurduğu tarihten itibaren evlenebilir.
d) Koca öldü. Dört ay on gün (128 gün, ikili sistem) beklerler. Psikolojik ve sosyolojik ara gerekir.
Sonuç olarak rahmi korunmuş kadın demektir.
Bu kadın kız olabilir. Bu kadın evli olabilir. Bu kadın başkasının cariyesi olabilir.
Kadının “muhsen” olması için nikâhlı olması gerekir mi?
Bunun cevabı bundan sonraki kelimede verilmiş olacaktır.
مِنْ النِّسَاءِ (MıN enNıSAEı) “Nisâdan muhsanât olanlarla evlenmeyiniz.”
Buradan “Nisânızdan” denmemiş, “Nisâdan” denmiştir. Dolayısıyla din ve ülke gözetilmeden başkasının eşleri ile evlenmek haram edilmiştir. İddet talak vuku bulduktan sonra geçmelidir.
Uzakta bulunan bir kimse boşama yapsa da boşama tarihinden itibaren iddet başlayacaktır. Çünkü iddet sadece çocuğun olup olmadığının belirtilmesi için değildir. Boşayan üç ay içinde vazgeçebilir. Yeniden nikâh yapması gerekmez, yeniden mihir vermesi gerekmez. Üç ay sonra ayrılık tamamlanmış olur.
İşte bu pişmanlık dönemi cinsi ilişkiden sonra değildir. Boşanma vuku bulduktan sonra başlamış olur. Kadın boşanmak isterse yine iddet mutlaka beklenecektir. Kadının rücu etme hakkı vardır.
“Nisâ” kelimesi daha çok evliler için kullanılır. Mefhumu muhalefetle evli olmayan kızlara elbette talip olunacaktır. Onlar da muhsendir, ama kadın değildir.
Kadının iffetine erkekler sahip çıkmalıdır. Erkekler kadınları korumalıdırlar. Bu sebepledir ki kadınlara iki erkekle evlenmeyin denmiyor da; erkeklere evli kadınla bir daha evlenmeyin deniyor.
Şimdi bazı sorular sorabiliriz.
-Nişanlı birisi kadın mıdır, yoksa kız mıdır?
Nişanlı olan kimse bir başkası ile nişanlansa, hattâ evlense caiz midir?
-Önce haramdır. Ancak zina cezası uygulanmaz ve nikâh sahihtir. Ama kişi günah işlemiş olur.
Bu âyetlerin özelliği haram ve helalden bahsetmesidir. Zina cezası başka âyetlerde geçerlidir. Hangi nikâh olursa olsun, kiminle yapılmış olursa olsun, kim olursa olsun, bir erkekle nikâh olmuş olan yani sahip olunan kimse muhsendir. Onunla evlenilmesi, sözleşme yapılması haramdır.
Meşruluğu bir örnekle ifade edelim. Kırmızı ışıkta geçmek yasaktır. Ama geçen kimseyi polis geri çeviremez. Sadece kırmızıda geçme cezasını yazabilir. Eğer geçmesi meşru olmasaydı, polisin onu geri çevirme yetkisinin olması gerekirdi.
إِلَّا مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ (EilLAv MAv MaLaKaT EaYMaNuKuM)
“Yeminlerinizin mülkü böyle değildir. Yeminlerinizin mülkü helaldir.”
“Yemin” sağ eldir. Bunun mülkü ne demektir? Kur’an’da, “sağ elinizin mülkü helaldir” ifadesi geçmektedir. Kadınlar kocasız bırakılmaz. Bunun için tüm tedbirler alınmıştır. Çok evlilik getirilmiştir.
Satan kimsenin cariyesi olabilmektedir. Olmazsa onun evlenmesine izin verilmektedir. Ancak erkekler için böyle mutlaka evlenebilme imkânı getirilmemiştir. Bunun için istimna imkânı sağlanmıştır. Erkek kendi kendisini tatmin edebilmektedir. Bu âyet bunun da helal olduğunu ifade etmiş olmaktadır. O zaman sağ elin mülkü gerçek anlamda kullanılmış olmaktadır.
Kur’an’da ayrıca köleler için sağ elin mülkü tâbiri kullanılmaktadır. Buradaki âyette bunlar için cariye olarak alınması hususu için boşanma şartı aranmamaktadır. Esir düşen kimse ile boşanma vuku bulmadan da evlenilebilir demektir. Bunun ifade ettiği başka manâ ise esir düşen eşler cariye yapılmazlarsa evlilikleri devam eder demektir. İstisnanın asıl manâsı budur. Karı-koca esir olmuşlarsa, bunların evlilikleri ve akrabalıkları devam eder demektir. Sadece eğer sahipleri isterlerse onlarla evlenebilirler demektir.
Burada sorulacak bir soru vardır.
-İddet beklenmesi gerekir mi?
-Âyetin zahiri delâleti gerekmemesi doğrultusundadır. Böylece eski kocasından olan çocuğu da kendi çocuğu olur. Kadın da ümmi veled olur. Yani böyle hamile kadını cariye olarak alabilir. Doğacak çocuğu da kendi çocuğu olarak tescil ettirebilir. Çocuk soy ile olmasa da hukuken yeni sahibi olan kimsenin olur.
Bu hüküm esirleri fazla mağdur etmemek içindir. Yoksa böyle kadınları kim kendisine alır?
Bununla beraber esir edilen bir kadın erkeğe verildiği zaman, sahip olan erkek bir tarafını tercih etmek durumundadır. Ya onu kendisine cariye yapar ve onunla cinsi ilişkide bulunur, ya da kendisine akraba yapar ve artık onunla evlenemez. Cinsi ilişki de kuramaz. Azad ederse onu akrabası olarak azad etmiş olur. Azat ettiği ile evlenmesi haramdır, ama eğer böyle biriyle nikâh yapılırsa geçerli olur.
İstisna ile getirilen ifadelere kıyas caiz olmadığı için “MâMeleke”ye herhangi başka birisi kıyas yapılamaz. Mesela, muta nikahlılar kıyas yapılamaz.
كِتَابَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ (KiTABa elLAHı GaLaYKuM)
“Size Allah’ın kitabı olarak mâlik olduğunuz müstesnadır.”
Bu hâldir. Acaba neyin hâli olarak böyledir? Tâ başa kadar götürülerek bunlar size haram kılınmıştır. Allah’ın kitabı olarak haram kılınmıştır.
Bu haramlar “Ey iman edenler” içinde anlatılmıştır. Bu hususta değişik mezhepler değişik haramlar getirebilirler. Süt kardeşi yasaklamazlar da evlatlığı yasaklayabilirler. Bizim onların bu husustaki haramlarına karışmamıza yetkimiz yoktur.
Oysa fuhuş ile ilgili hükümler “Ey Nâs” hitabının altında verilmiştir.
O halde zina cezası geneldir. Zinayı meşru yapan topluluklarla savaşma hakkımız vardır. Çünkü zina bulaşıcı hastalık gibidir. Eğer serbest bırakacak olursak bizim erkeklerimiz oralara gider. Evlenmezler. Bu sefer bizim kızlarımız da zina yapmak zorunda kalırlar. Bu da aile müessesesini çökertir.
Yahudiler insanlığa işte bu oyunu oynamaktadırlar. Zinayı meşrulaştırarak insanları aşağı ırk hâline getirmekte, sonra kendileri seçkin ırk olarak dünyayı yönetmek istemektedirler. İmam nikâhını bunun için yasaklamakta; zina yasağını bunun için kaldırmakta; çok evliliği bunun için suç saymaktadırlar. Hattâ eşcinselliğe de teşvik koymaktadırlar.
İmam nikâhı yapmayı yasaklamak insan haklarına aykırı değildir de, eşcinselliği yasaklamak insan haklarına aykırıdır, öyle mi?!.
İnsanlar gelecekte İsrail oğullarını takdir edeceklerdir; ne güçlü adamlarmış diye!..
Yahudiler de diğer din mensuplarına güleceklerdir; ne aptal adamlarmış diye!..
Bu nesiller lânetle anılacaklardır... Torunlar dedelerinden utanacaklardır...
Yahut bu hâl sağ elin mülkü için söylenmiştir. Yani, köleliği Allah teşri etmiştir. Kimse bunu ortadan kaldıramaz. Bunu kaldırmanın tek yolu vardır, savaşları ve terörü ortadan kaldırmak.
Bunun kalkmayacağını Kur’an haber veriyor. Bugün de kimse bu doğrultuda adım atmıyor. Her devletin ordusu vardır ve devlet terörle savaşmaktadır.
Gerçi sermaye bu oyunu da oynamaktadır. Her ülkede paralı asker olacaktır. O askerleri sermaye kendisi finanse edecektir. Tek para sistemi ile bunu sağlayacaktır. Tabii o zaman köleliğe gerek kalmayacaktır.
Batı’da köleliğin kaldırıldığını sanmayın. Önce iki çeşit köle anlayışı vardır.
Bu kölelik konusunu çok iyi bilmemiz gerekmektedir.
a) Roma’da kölelik çeşitli nedenlerle oluşturulabiliyordu. Alacaklı borcunu alamadığı zaman borçluyu köle yapabiliyordu. Oysa İslâmiyet’te sadece savaş esiri köle yapılabilir. Biz Adil Düzen Anayasasında recm cezası yerine köleleştirme müessesesi getiriyoruz. Bu husus istenirse kabul edilmeyebilir. Kimse savaş dışı köle yapılamaz.
b) Roma’da kölenin kişiliği yoktur. Köleyi öldürmek, kısas şöyle dursun, cezayı bile gerektirmez. Köle sahibinin devesi gibidir. İster bağışlar, ister istediği cezayı verir. Kölenin mahkemeye başvurup dava açma hakkı yoktur, kimse de onun aleyhine dava açamaz. Çünkü insan değil, eşyadır. Oysa İslâmiyet’te köle insandır. Her zaman hakemlere giderek herkese karşı dava açar; sahibine karşı da dava açabilir. Evlenme, kiralama, satın alma gibi bütün kişilik haklarına sahiptir. Köle mülk de edinebilir. Ama öldüğü zaman mülkü akrabalarına değil sahibine kalır.
c) Roma’da köleye herhangi bir hak tanınmamıştır. Sahibi dövebilir, aç bırakabilir. Hasta olursa tedavi etmeyebilir. Oysa İslâm hukukunda köle yaşamada aile ferdi gibidir. Kendisi ne giyiyor ve ne yiyorsa, onları kölesine de kölenin çocuklarına da giydirmeli ve yedirmelidir. Yani kölenin tüm yaşama hakkı sahibinin seviyesinde tutulmuştur. Bu ne sağlıyor? Köleye sahip olanlar halktan daha müreffeh yaşıyorlar demektir. Bu haklar yargı tarafından teminat altına alınmıştır.
d) Roma’da kölenin herhangi bir statüsü ve hukuku yoktur.
Oysa İslâmiyet’te köleler dört sınıftadırlar:
1- Akraba köleler. Bunlar esir alındıkları gün eve alınırlar. Cariye veya akraba olur ve bu akrabalık azad edilinceye kadar sürer. Satmaları hâlinde sıhri akrabalıklar gibidir.
2- Mezun köleler. Bunlar efendileri ile aynı evde yaşamazlar. Akraba da sayılmayabilirler. Bunlar hür insanlar gibi bağımsız çalışır ve yaşarlar, sadece efendilerine aylık veya senelik ücret öderler. Bu statü ilk esir alındığı zaman veya satın alındığı zaman kabul edilebildiği gibi sonra da verilir. Akrabalık devam eder. Mezun olandan izin geri alınamaz. Satılırsa düşer.
3- Mükatep köleler. Bunlar da mezun köleler gibidir. Bir fark vardır. Belli miktarda ödeme yapıldığı zaman kölelik kalkar ve hür olur. Mükatep olmak isteyen hakemlere giderek bu hakkı talep edebilir. Ölünceye kadar doldurmazsa köle olarak ölür. Malları eski sahibine kalır. Mükatep kölelere bütçeden pay verilir. En az borcu kalanlar her yıl hür hâle getirilir.
4- Mdebber köleler. Bunlar sahibi ölünce hür hâle gelen kölelerdir. Bir şey ödemeden hür olurlar. Bunun için ya sahibi böyle bir beyanda bulunur, artık geri dönemez; ya da cariye ise veya hür ile evli ise çocuk hür olacağından sahibinin ölümü ile hür hâle gelir. Akraba köleler hemen hür hâle gelir.
Avrupa’da kaldırılan kölelik Roma tipi köleliktir.
İslâm tipi köleliğin çağımızda ismi yoktur ama kendisi devam etmektedir. İşçiler böyle köledirler. Kadınlar ve kızlar böyle köledirler. Kocadan ayrılmış kızların emekli maaş almaları bu kölelik zihniyetinin devamıdır. Batı ‘köleliği kaldırdık’ demişse de; ne köleliği tarif etmiş ne de yeni statüler hakkında, işçi statüsü hakkında bir hukuk geliştirmiştir. Köleliğin yasaklanması sadece siyasi bir olaydır.
-Asıl hedef ne idi?
Tarım döneminde köylü toprak ağalarının kölesi durumunda idi. Topraklar ağalarındı, halk ise İslâmiyet’teki mezun işçi durumunda idi. Efendilerine belli haraç ödüyordu. Amerika’da güneyde tarlalar verimli olduğu için tarım dönemi devam ediyordu. Kuzeyde ise tarım elverişli değildi. Ama sanayileşme başlamıştı. Zenginler işçi bulamıyordu. Fabrikalar çalışmıyordu. Hıristiyan ağaların elinde olan köleleri karşılıksız alabilmek ve kendilerine işçi yapmak için köleliği yasakladılar. Amerika’daki güney halkı buna karşı çıktı. Savaş oldu. Güneyliler mağlup oldu. Böylece köleler zorla halktan alınarak kuzeylilerin fabrikalarına işçi yapıldı.
Sonra Amerika’daki bu usul önce Avrupa’da, ondan sonra tüm dünyada yaygınlaştı.
Tarihte ekonomi evreler geçirmiştir.
1- Toprak kapitalizmi. Kapitalizmin ilk devresidir. Halk topraklarını tamamen kaybetti.
2- Tüccar kapitalizminde topraklar halka satıldı ve altın para tekeli doğdu. Böylece yine ekonomide kriz başladı. Köleliğin kaldırılması bu dönemde başlar.
3- Sanayi kapitalizminde halktan toprak alınarak halka para iade edildi. İşyerleri kuruldu. Sanayi tekelleri oluştu.
4- Banka kapitalizmi. Fabrikalar halka iade edildi. Banka tekeli doğdu. Kâğıt para icat edildi.
Bugün bu banka tekeli de can çekişmektedir. Ortaklık ekonomisi doğmaktadır. Halk ekonomisi doğmaktadır. Böylece sermaye uygarlığının çökmesi de başlayacaktır.
Demek ki, her şeyden önce kölelik insanlık adına değil, sermaye sömürüsü olarak kaldırıldı.
Sonra, kaldırılan Roma köleliğidir. İslâm köleliği ise her yerde “işçilik” olarak devam etmektedir. Yani, İslâmiyet’in savaşla meşru saydığını, Batı hukuk düzeni olarak her şey için meşru saymaktadır. Cariyeliği kaldırmış, genel evler tesis etmiştir.
“Adil Düzen” bütün bunları silip süpürecektir.
وَأُحِلَّ لَكُمْ مَا وَرَاءَ ذَلِكُمْ (Va EuXılLa LaKuM Ma VeRaE ZaLıKuM)
“Bunun dışındakiler size helal edilmiştir.”
Mefhumu muhalefet yeterli olsaydı burada bunun dışındakiler helal edilmiştir denmezdi.
Burada bir sorun ortaya çıkmaktadır. Kıyas geçerli olacak mıdır?
Dışındakilere bir asıl örnek verilmemiştir. Oysa haram kılınanlar tadat edilmiştir.
O halde, demek ki evlenmesi haram olanlara kıyas yapılabilmektedir. Helal kılınan kıyasla sabit olanların dışında olanlar demektir. Yani, bu ifade ile kıyas da kitabın içindendir demektir. Kıyas kitabın içinde olmasaydı, mesela süt teyze haram olmayacaktı. Kızdan torunlar veya onların çocukları helal olmayacaktı. Onların haramlığında ittifak ettiğimize göre mefhumu muhalefetin delil olamayacağını istidlâl edebiliriz.
Kıyas ile sabit olanların da Kur’an’la sabit olduğunu öğrenmiş oluruz. Buna göre kitap ve sünnet şeklinde tasnif yerine; lafzan delâlet, kıyasen delâlet şeklinde ifade edebiliriz; yahut nass ve kıyas olarak delâlet şeklinde anlamamız gerekir. Re’yen delâlet veya cemaan delâlet diyebiliriz. Sünneti de fiilen delâlet şeklinde yorumlayabiliriz.
أَنْ تَبْتَغُوا بِأَمْوَالِكُمْ (EN TaBTaĞUv Bı EaMVAvLıKuM)
“Mallarınızla ibtiğa etmeniz size helal kılınmıştır.”
Evlilik çocuk yetiştirme ortaklığıdır. Ortaklığın hükümleri şeriatça belirtilmiştir. Taraflar akit yapıp yapmamakta serbesttirler. Ama akit yaparlarsa şeriatın ortaya koyduğu hukukla yapacaklardır.
Bunlar Allah’ın insanlar üzerindeki kitabıdır. Hangi çeşit evlenme olursa olsun, mutlaka kadın rahmini koyacaktır. Erkeğin de malını koyması gerekir. Kadın doğuracak ve büyütecektir. Erkek ise nafaka temin edecek ve koruyacaktır. Bu sebepledir ki cizye sadece erkeklerden alınmaktadır. Yine bu sebepledir ki askerliğe yalnız erkekler zorlanmaktadır. Diyetin taksitlerini kadın ödememektedir.
Ortaya mal konmasa da nikâh sahih olur. Âyetle sabittir. Mihri misli gerektirir. Mihrin veya mutada yani muta nikâhında bedeli ödenmelidir. Bu bedeli asgari miktardan az ise sözleşme ne olursa olsun o miktar ödenir. Bu asgari miktar nedir? Vasat gelirin yarısından az olamaz. Ücret ve nafaka bu olmalıdır. Mihir ise mihrin yarısından az olmamalıdır. Mihir de kadının aile servetinin onda biridir.
مُحْصِنِينَ (MuXSiNiYNa) “Muhsin olarak yani rahmi koruyarak.”
Kocası izin verse de zina zinadır. Yapanlar tecziye edilir.
Batı’da zina eşlerin sadakat borcu olarak görülmektedir. Kadın kendisini koruyacağı gibi erkek de karısını korur. Dolayısıyla karısının dengesiz hareketini gördüğünde hakemlere giderek hacrettirilir ve artık hareketleri denetim altına alınır. Çünkü rahim topluluk için doğan çocuk için korunmalıdır.
Balıklar yumurtalarını suda döllerler. Yani, önce yumurtaları dişi balık bırakır. Sonra erkek balık spermleri bırakır. Spermler suda yumurtaları döllerler. Başka bir balığın spermleri karışmasın diye erkek önce bir yer ayarlar, bir-iki hafta bekler, başka erkek balıkları yanaştırmaz.
Kadınların iffetini korumak da erkeklere aittir; yalnız kocalara değil, tüm erkelere aittir.
Artvin Borçka’nın Camili bucağında örfe göre evlenme veya öldürme ile sonuçlanır. Yalnız kadına dokunulmaz. Bu işi yapan erkek öldürülür. Karısını veya kızını koruma erkeğin görevi sayılır.
Nikâhta rahmin korunması şarttır. Bir kimse eşinin başkası ile ilişki kurmasına göz yumamaz. Ona haram olur. Bu evlilik için ikinci şarttır.
غَيْرَ مُسَافِحِينَ “Müsafihsiz.”
“Safh etmek” demek, kan akıtmak demektir. Hayvan kesildiği zaman atar damarlardan çıkan kan demi mefsuhtur, mefsuh kandır. Meninin dışarı akıtılmasıdır. Evlenmelerde kadına sen çocuk doğurmayacaksın diye bir şart getiremezsin. Çocuk doğurma kadının yalnız hakkı değil, aynı zamanda görevidir.
Yalnız karı koca anlaşır da çocuk yapmak istemezlerse sorun yoktur. Ama kadın veya erkek çocuk yapmak istediği zaman diğer taraf itiraz edemez. Baştan sözleşmeye de koyamazlar. Böyle anlaşmalar yapsalar, nikâh sahih olur ama şart bâtıldır. Çocuk yapmak istemeyen kocayı kadın boşayabilir. Kusur erkekte olur. Aynı şekilde kadın da boşayabilir. Demek ki nikâhta çocuk yapmama şartı konamaz. Bu da üçüncü kayıttır.
Burada ‘müttehizatı ahdan’ dememiştir. Gizli ilişkiler zinadır. Ancak gizli nikâh zina değildir. Yani, ilişki kuruncaya kadar nikâhlarını gizli tutabilirler. Bunda bir günahlık yoktur. Kocasından ayrılacağını söz vererek anlaşma yapan kadın kocasından ayrılmayı sonra talep eder. Eski kocasından ayrılmayı istemeyebilir.
Gelecek dünyanın nikâhı Kur’an hükümleri üzerinde kurulmak zorundadır. Yoksa Avrupa’nın düştüğü fuhuş çukuruna tüm insanlık düşer.
فَمَا اسْتَمْتَعْتُمْ بِهِ مِنْهُنَّ (FaMAv EıSTaMTaGTuM BiHi MiNHunNa)
“Ne ile istimta’ etmişseniz.”
Burada “Men” yerine “Mâ” getirilmiştir. Çünkü ödenen ücrettir. Kiralanan veya ortaklığa konan insan değildir. Nefis değildir. Sadece rahimdir. Veya bedenin bir kısmıdır. Onun için “Men” dememiş de “Mâ” demiştir. “Minhunne”deki “Min” teb’iz içindir. Yani, kadınların hangi cüzlerinden yararlanmış iseniz onun ücretini onlara veriniz.
Burada “Ellezî” değil de “Mâ” gelmiş olması, cinsi ilişkiler dışında da yararlanma olmuşsa, onun da ücreti verilmelidir. Böylece iki muta anltılmaktadır. Biri kadınla muta nikâhı yapmaktır. Diğeri kadınla cinsi ilişki kurmadan sevişmedir. Önce böyle bir sevişme zina değildir. Gizli de yapılsa zina suçunu oluşturmaz. Ancak “Zinaya takarrub etmeyin” âyeti ile sevişme de haram edilmiştir. Ancak akitle yapılabilir. Akit de açık olmalıdır. Sözleşme yapıp birbirine teslim ettikten sonra sevişmeye başlayabilirler. Duhul olursa ilân etmekle yükümlüdürler. Gizlerlerse zina olur ve zina cezasını giymiş olurlar.
Şimdi çağımızdaki olayları tahlil edelim ve neyin helal neyin haram olduğunu ortaya koyalım.
Önce bir kadın bir doğurma devresinde iki erkekle buluşuyorsa bu zinadır. Eğer bu sanat hâline gelmişse fuhuştur. Genel evler fuhuştur. Genel eve giden erkek haram işlemiştir. Namuslu kadınla evlenmesi ona haram kılınmıştır. İster resmi ister gayri resmi olsun, genel evlere asla müsaade edilmez.
Kadın arkadaş varsa ve cinsi ilişkiler kurmuyorlarsa; birden fazla da olsa zina değildir. Onunla evlenmek haram olmaz. Ancak biri ile duhul olunca hemen aleniyete çevrilmelidir ve tekleştirilmelidir.
Kadın ile erkek cinsi ilişkide bulunuyorlar ama bir kadın iki erkekle bulunmuyor. Bunu açık yapıyorlar. Bu muta nikâhıdır. Haramlığı yoktur.
Kadın ile erkek İslâm nikâhı ile evleniyorlar. Bu nikâh ibadettir.
Şimdi muta nikâhı ile İslâm nikâhı arasındaki ayrılıkları ve birliktelikleri sıralayalım:
1- Helal ve haram olma bakımından İslâm nikâhı ile muta nikâhı arasında hiçbir ayrılık yoktur. Her iki nikâhta aynı kimseler haramdır.
2- Sıhri akrabalıklar arasında da hiçbir ayrılık yoktur. Aynen birbirlerine akraba olurlar. Doğan çocuklarla olan akrabalıklar arasında da bir fark yoktur. Aynı nafaka ve mirası istihkak ederler.
3- Zina cezası bakımından da her iki nikâh arasında fark yoktur. Aynı şartlarda aynı cezalar verilir.
4- İslâm nikâhı ile muta nikâhı arasında sadece mâlî bakımdan farklar vardır.
a) İslâm nikâhında erkek ne yerse karısı da onu yer. Miktar artar veya eksilebilir. Muta nikâhında ise nikâh esnasında nafaka olarak ne tesbit edilmişse odur. Sonra ne erkek ne de kadın değiştiremez.
b) İslâm nikâhında mihir alındığı halde, muta nikâhında mihir yoktur. Kadın ücret olarak ne gibi sözleme yapmışsa ondan fazlasını isteyemez. Erkek de eksiltemez. İslâm nikâhında nafaka ve mihir âkilenin teminatındadır. Oysa muta nikâhında adi alacak mahiyetindedir. Yani, kadın alamadığı halde devam ederlerse âkile sorumlu olmaz. Ama geçmiş borçlar çocukların nafakasına âkile teminatı vardır. Oysa İslâm nikâhında kadın boşanmaz ve nafakayı âkilesinden almaya devam eder.
c) Muta nikâhında mihir olmadığı için sonunda karı koca arasında miras da yoktur. Basit işçi ve işveren akdinden başkası değildir.
d) İslâm nikâhında erkek karısı ile beraber yaşama hakkına sahiptir. Dolayısıyla karısının yaptığı yemeklerden yararlanır ve temizliğinden istifade eder. Oysa muta nikâhında kadın evini paylaşma durumunda değildir.
Görülüyor ki, muta nikâhı ile İslâm nikâhı arasında mâlî ve hissî fark vardır.
İslâm nikâhı ibadettir. Muta nikâhı mübahtır.
Burada bir hususu daha belirtelim.
Müçtehitler muta nikâhını kabul etmiyorlar. Muta nikâhını da İslâm nikâhı olarak sayıyorlar. Mihri ve mirası zorunlu kılıyorlar. Ebu Hanife mefhumu muhalefeti kabul etmediği göre ‘ücretlerini veriniz’ demekle mihirleri vermeyiniz manâsı çıkmaz. Muvakkat nikâh geçerlidir ama muvakkatlik şartı bâtıldır.
Müçtehitlere biz diyoruz ki; muta nikâhı haram bile olsa sahihtir. Bu hususta Ebu Hanife ile aynı görüşteyiz. Mihir ve miras ise bucaklara kalmış bir sorundur. Bucaklar istedikleri gibi tedvin edebilirler.
Bana sorarsanız, her iki türlü bucak olmalıdır. Halk istediği bucakta oturmalıdır.
فَآتُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ (Fa EATUvHunNa EuCVuRaHunNa) “Onlara ücretlerini veriniz.”
Verilen ücret rahmin hapsine karşılıktır. Sizinle muta yaparken rahimlerini başka erkeklerden korumuşlardır. O halde iştirak ediniz ve rahme hizmet verdiği için onlara ücretlerini veriniz.
Bu âyet bize sevişen kimsenin de başka erkekle sevişmeye hakkı olmadığı, dolayısıyla ücreti istihkak ettiğini bildirmiş olmaktadır.
Kur’an bütün olarak okunmadıkça ve bütün olarak tefsir edilmedikçe sağlıklı sonuçlara varılamaz.
Yukarıda bir kadının birden fazla erkekle sevişebileceği hükmünü çıkarmıştık. Oradaki âyette ona delâleti mefhumu muhalefetle yapmıştık. Buradaki âyette ise iktizayı delâletle buna cevaz olmadığı ortaya çıkmaktadır.
Ücretin verilmesi rahmin hapsi demektir. Yoksa iki taraf da aynı zevki almıştır.
فَرِيضَةً (FaRıYWaTan) “Fariza olarak.”
Baştan belirtilerek. Bu belirtme iki şekilde olur.
Ya erkek ve kadın baştan anlaşırlar. Ne var ki bu asgari ücretten az olmayacaktır.
Ya da o bucakta misil ücret belirlenmiştir. O ücret anlaşmış olmasalar kararlaştırılmış olmaktadır.
Bu durum her bucakta değişir. Ne var ki muta bucakları kurulmalıdır. İslâm nikahı ile yaşayan kimseler arasında farklı statüler oluşmamalıdır. Her ilde veya bölgede bir muta evi kurulabilir. Genel evlerin yerini bunlar alacaktır. Bu beldelerde kadınların yapabilecekleri işyerleri tesis edilir. Burada tesisler olur. Kadın istediği işi alarak burada çalışır ve hayatını sürdürebilir. Muta nikahı ile nikâhlanması nedeniyle aldığı ücret ise ayrıdır.
Muta evinin statüsü şöyledir.
a) Önce, yalnız kadınların çalıştıkları işyerleri olacaktır. Zorunlu çalıştırma olmayacaktır. İsterlerse çalışacaklardır. Çalışma kredilerini alacaklardır.
b) Sonra, her kadına mutfağı, tuvaleti ve banyosu olan tek odalı ev tahsis edilecektir. Burada kocası ile birlikte yaşayabilirler. Eğer çocukları olursa; 7 yaşından küçük her iki çocuk için ek olarak bir oda verilir. 7 yaşından sonra kız ve erkek çocuklar için ayrı odalar verilir. Bu çocukların aynı kocadan olması da gerekmez. Bunların ücretleri erkeklerin dayanışma ortaklıklarınca giderilir. Böyle dayanışma ortaklığının teminatı yoksa o kişi muta nikâhı ile evlenemez.
c) İki ayrı salon bulunur. Yahut farklı elbise giyerler. Kocalı kadınlar o salonda otururlar. Kocasız kadınlar ise diğer salonda otururlar. Erkekler bu salona gelerek kendilerine muta nikâhı yapacak kadınları seçebilirler. Kocalı kadınların olduğu yere erkekler giremezler. Kadınların her tarafa gitmeleri serbesttir. Ancak kocalı olduklarını gösteren elbiselerinin olması gerekir.
d) Evlenecek erkek sağlık muayenesinden geçirilerek evlenmeye mani hastalıkları yoksa, bulaşıcı hastalıkları yoksa talip olabilirler. Kadınların normal sağlık muayeneleri yapılır. Her kadının bir doktoru vardır. Bu doktor kadın olabilir. Onun sorumluluğunda sağlık korunmuş olur.
Muta nikâhı ile evlenenlerin veya böyle nikâh yapmak isteyenlerin başörtülü olmaları gerekmez. Yani, onlar için başlarını açma günah değildir. Giyim şeklini her bucak kendisi belirler.
Muta nikâhında kasame var mıdır? Yani, koca eşit şartlarla mı karıları ile beraber kalacaktır?
İslâm nikâhı ile evli olan bir kimse dört geceden birini karısının yanında geçirmek durumundadır. Diğer gecelerini muta nikâhlı karılarına bölüştürür veya bölüştürmez. İslâm nikâhı ile evlendiği kimseden daha fazla geceyi ona tahsis edemez. Ederse kusurlu olur. Kadın tam mihrini alarak ayrılır.
وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ (Va LAv CuNaXa GaLaYKuM) “Üzerinizde bir cunah yoktur.”
“Cenah” kanat demektir, koltuk demektir. İnsan bir suç işlediği zaman onu gizlemeye çalışır. İşte “Cunah” demek, koltuk altında saklanan demektir. “Zenb” ise kuyruk demektir. O da arka tarafta gizlenen demektir. “Zenb” daha çok bedenî suçlardır. “Cunah” ise sosyal suçlardır.
Kur’an’da “cunah yoktur” tâbiri ile meşru olduğunu ifade etmiş olur.
“İsm” ise içki gibi kişisel suçtur. Kendine yapılan zulümdür.
Aslında geri alınmaması gerekir. Ancak müsaade edilmiştir. Çünkü mihir veya ücret sadece kadını korumak için değildir. Erkeğin erkek olduğunu göstermek için kadına ikramda bulunması gerekmektedir. Bunun sadece maddî değeri yoktur. Kazanabilen erkek evlenmek veya muta yapmak durumundadır. Düğünlerde yapılan israf da bunu sağlamaktadır. Düğün masraflarını karşılayamayanlar evlenmesin, çocuk yapmasın. Bu da doğum kontrolünü sağlar. Eğer yeter derecede zenginlik varsa, bu demektir ki o topluluğun daha fazla nüfusa ihtiyacı vardır. Yeter zenginlik yoksa çocuk yapılmamalıdır. Evlenenlerin çocuk yapmamasından çok, evlenemeyenler çocuk yapmamalıdırlar.
Bununla beraber bazı ilim veya sanat adamları, din adamları zengin olmayabilirler ama gösterdikleri sosyal faaliyetlerden dolayı evlenmeyi hak etmiş olurlar. O zaman işte bu şekilde fedakârlık yapacak kadınların kocalarına mihri ve nafakayı bağışlamaları sevap bile olur. Nitekim Hazreti Peygamber (s.a.v.) için bu özel olarak teşri edilmiştir.
Ama bu baştan kararlaştırılamaz. Kararlaştırılsa bile geçerli olmaz. Ertelenmiş mihir ve o günkü nafakayı almamaktır. Bağışlarsa sonra isteyemez. Mihir tecil edilir. Bağışlanamaz. Çünkü her zorluğun bir kolaylığı vardır.
فِيمَا تَرَاضَيْتُمْ بِهِ (FıYMAv TaRaWaYTuM BıHı)
“Teradi olduklarınızda sizin için cunah yoktur.”
Arapçada kök fiillerden yeni filler üretmek için kalıplar vardır. Türkçede nasıl “görmek”ten “görüşmek” yapıyorsak; Arapçada “reyetmek”ten “reyleşmek” yapılmaktadır. Arapçada ikili sığa çoğul kabul edilmektedir.
Buna benzer ikili görüşme ile çoklu görüşme de farklıdır. Tefaul bâbı çoklu görüşme içindir. Fâale bâbı ikili görüşmedir. Burada çoklu razı olma kullanılmıştır.
Buradan öğreniyoruz ki bu karı-koca arasındaki alış-veriş veliler arasındaki müsaadeye bağlıdır. Çünkü sonra meydana gelecek sorunlar velileri ilgilendirecektir.
Bir de bu artık yalnız karı-kocayı değil, aynı zamanda çocuğun hukukunu de ilgilendirir. Bu sebeple yakınların müdahale hakları vardır. İzin alınmaz. Anlaşmalar yapılır, geçerli olur, ama diğer yakınları anlaşmaya itiraz ederek bu tür bağışlamaları iptal ettirebilirler. Yani, bu tür anlaşmalar yargı denetimindedir. Ancak yargı re’sen karar alamaz, mutlaka davacı olması gerekir. Bu davacılar da kadının yakınları olur veya siyasi velisi olur.
. مِنْ بَعْدِ الْفَرِيضَةِ (MıN BaGDı eLFaRIyWaTi) “Farizadan sonra.”
Yani ücret, nafaka veya mihir tesbit edilirken tam olarak tesbit edilir. Asgari veya misl kurallarına uyulur. Borç ve alacak belli olur, ondan sonra istenirse karşılıklı ikramlarda bulunulabilir. Mihirde tecil yapılır. Peşin istenmez. Ücret ve nafakada ise o günkü haklardan feragat edilir veya daha fazlası verilir. Geleceğe ait kararlar alınmaz.
“Fariza”dan maksat tahakkuk eden alacak demektir.
Burada çok önemli bir hukuk kuralı ortaya çıkmaktadır. Tahakkuk etmemiş bir alacak bağışlanmaz. Borç yoktur ki bağışlansın. İnsanın böyle hayali borçları silmesi kişilik üzerinde etki eder. Kısasa mahkum etmeden yapılan aflar da geçerli değildir. Dolayısıyla maktul ‘ben affettim’ dese bile, öldükten sonra kardeşi affetmeyebilir. Çünkü kısas ölüm üzerine tahakkuk etmiştir. Hattâ daha mahkeme karar vermeden kardeş afv etse bile mahkeme bittikten sonra affedecektir. Daha önceki aflar geçersizdir. Doğmamış haklar üzerinde tasarruflar yapılamaz. Genel af olsa bile soruşturma devam eder, suç sabit olur. Ondan sonra affedilir veya edilmez. Af ancak sabit suçlar için geçerli olabilir.
إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيمًا حَكِيمًا(24) (EinNa elLAHa KAvNa GaLIyMan XaKIyMan)
“Allah alîm ve hakîm bulunmaktadır.”
Yani, yukarıda konmuş olan hükümler hep topluluk için geçerli ve gerekli kurallardır. Konan kurallar ilim ve hikmete dayanmaktadır.
“İlim” tabiî ve sosyal kanunlardır. Bunu bilerek ona göre kurallar koyacaksınız.
“Hakim” de yararlı kurallar koyan demektir. Sonunda topluluğu saadete ulaştıracaktır.
Bucaklar oluşturacağız ve bu bucaklarda farklı şeriat hükümleri olacaktır. Sonra da bu bucağı diğer bucakla kıyas edeceğiz.
Acaba bir bucak ile diğer bucak arasında nasıl bir fark ortaya çıkacaktır?
1- O bucakta bir günlük yiyecek olan bir fitrenin tutarı kaç saatlik çalışmaya tekabül eder? Yani, o toplulukta ücretler ne kadar yüksektir? Ancak bu ücretler buğday ile ölçülecektir.
2- Ortalama ömür nedir? Yani, nüfusun o yıl ölenlere oranı nedir? Nüfusa göre ne kadar az insan yılda ölmektedir. Bu ortalama ömrü verir.
3- Nüfusa göre suç işleme oranı nedir? Ne kadar az suç işleniyorsa o topluluk o kadar ileridedir. Faili meçhul cinayetlerin azlığı da ileriliğe delâlet eder.
4- Kişi başına buğday cinsinden kamu geliri nedir? Yani ne nisbette zekât toplanabiliyor? Toplanan zekâtın kişi başına değeri nedir? Başka bir şekliyle, o bucaktaki nisab nedir?
İşte, görülüyor ki, objektif kurallarla bucakların seviyeleri görülebilir. Bunların değişmesi de önemli rol oynar. Sonunda enflasyonun tesbiti gibi bucakların ilerilik veya ilerleme dereceleri ortaya çıkar.
İşte o şeriat daha iyi bir şeriattır.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 286. SEMİNER Yorum-116 İstanbul, 07 Ocak 2005
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI
(Reşat Nuri Erol ve Selahattin Öztürk Üsküdar’da değerlendirecektir.)
SOSYAL GÜVENLİK
İnsanlık, toplayıcılık döneminde iken halk meyveleri topluyor ve yiyordu. Kış zamanları için de kurutma, turşu, reçel, pekmez, sirke yapma gibi değişik metotları kullanarak sıkıntılı günleri atlatıyordu. Eğer meyveler olmazsa oradan göç edip başka muhitlere gidiyor ve kendisine yiyecek temin ediyordu. Avcılık döneminde işler biraz daha kolaylaştı, yaz-kış av bulunabiliyordu. Çobanlık döneminde hayat tamamen garanti altına alınmıştı. Çünkü hayvanlar yaz-kış süt veya et verebiliyordu. Tarım dönemimde ise hayat adeta tam sigortalı hâle gelmişti. Herkes yazın eker ve elde ettiği mahsulle kışı ve hattâ yıllarını yaşarlardı.
Çağımızda ise bu garantilerin hepsi ortadan kalkmıştır. Artık kimse kendi ektiğini biçip yaşamıyor. Herkes bir şey yapıyor, üretiyor, onu satıyor, sonra kendisine gerekli olanları alıyor. Böylece insanlık bugüne kadar yaşamadığı bir güvensizlik içinde yaşamaktadır.
İstanbul’da 12 milyon insan yaşıyor, ama hiç kimse kendi işinde güven içinde değildir. Buna rağmen yine dünyada 10 milyonlara ulaşan kentler var olmaya ve yaşamaya devam ediyor.
Herkes almak zorundadır, almak için de satmak zorundadır. Ne var ki, doğal olmayan para ile sermaye istediği zaman oyun oynayıp kriz ortaya çıkarmaktadır.
-Bu durumda Adil Düzenciler ne yapmalıdırlar? Asıl bunu konuşmak durumundayız.
Gelecekte insanlar sosyal güvene kavuşacaklardır. Bu hiçbir zaman “primli sigorta sistemi” olmayacak, “dayanışma ortaklığı” olacaktır. Dayanışma ortaklığını mü’minler kurarlar. Daha doğrusu “iman etmek” demek, “dayanışma ortaklığını kurmak” demektir.
-Dayanışma ortaklığını kimler kuracak?
Yaptığımız bütün çabalara ve görüşmelere rağmen; ne devlete ne de belediyelere böyle bir şeyi yaptırmak mümkün olmamıştır. İnsanlığı büyük bir ‘tufan’ bekliyor.
Varsayınız ki, herhangi bir sebeple İstanbul’a su gelmedi; İstanbul şehri bu duruma kaç gün dayanır? Elektrik kesildi; kaç hafta yaşayabilir? Yahut yiyecek gelmedi; mevcut olan mutfak stokları kaç gün yeter?
Belki bir yerde stok edilmiş yiyecek olacaktır, ama biz bilemeyeceğimiz için onu alamayacağız; yahut bilsek bile paramız olmadığı için alamayacağız.
İşte bunun için Adil Düzenciler “ortak bir muhasebe” kuracaklardır. Herkes almak istediği malları oraya bildirecektir. Satmak istediği malları da oraya bildirecektir. Hayat bugün olduğu gibi devam edecektir. Ancak bir kriz olduğu zaman bu ortak muhasebe sayesinde nerede ne olduğunu bilecektir.
Ayrıca, parası olmayan kimselere kredi ile mal verilecektir. Bunu kişi verdiği zaman ödeyemezse çöker gider. Oysa bu kişiye ortak hesaptan kredi verirsek, kredi borçlarını ödeyemeyenlerin borçları yaygınlaştırılır ve yük bir insanın sırtına binmemiş olur.
Esnaf birliği veya kurulacak kooperatif bankalarda ortak hesap açtıracaktır. Herkes eline geçen nakdi bu hesaba yatıracaktır. Kooperatifin vereceği çek ile bu hesaptan parasını çekecektir. Herkes burada kendi parasının durduğu kadar parayı kredi olarak alma hakkına sahip olacaktır. Yani aramızda kredileşmeyi gerçekleştireceğiz. Bir de herkes imkanları nisbetinde kooperatife mamul kadar kredi kullandıracaktır. Yani, mesela ceket diken bir üretici veya satıcı kooperatife bildirerek ‘ben 50 ceket kredi kullandırırım’ diyecek. Kooperatif 50 ceketten fazlasını istemeyecek, ama esnaf da 50 ceketin parasına bir vade koymayacaktır.
Böylece kooperatifin banka hesabında bir para birikmiş olacaktır.
Ayrıca kooperatifin muhasebesinde bir mal stoku oluşacaktır.
Kredilerin kullandırılması hususunda kurallar getirilecektir.
a) İşçi olsun, esnaf olsun, önce kooperatife kaydolup parasını bu hesaba yatırmayı taahhüt edecektir. Emekli maaşını da bu hesaba yatıranlar ortak olmuş olacaklardır. Kadınlar, gelirleri varsa onlar da ortak olurlar.
b) Kooperatife ortak olmayan ve gelirleri de bulunmayan eşleri ile çocuklarını da kooperatifin güvenliğinden yararlandıracaklardır.
c) Kooperatifin kredisi ile çalışan herkes cirosunun yüzde birini sosyal fona ayıracaktır. Böylece bir yardım fonu oluşacaktır. %1 ile kredi bulmuş olacaktır.
d) Ortak eğer iş yapıyorsa ona kredi verilecektir. Bu kredinin miktarı bakmakla yükümlü olduğu kimselerin sayısı ile orantılı olacaktır. Ayrıca kooperatif bunlara bir şey ödemeyecektir. Ortak isterse kredi almaktan vazgeçecektir. Yerine sosyal güvenlik fonundan pay alacaktır. Bu pay da bakmakla mükellef olduğu kişiler nisbetinde olacaktır.
e) Gerek kredilerin paylaşımı, gerekse sosyal fonun paylaşımı mevcut imkanlar nisbetinde olacaktır. Yani, kooperatif hiçbir zaman acziyet durumuna düşmeyecektir. Fondan yararlananlar çoğaldıkça pay azalacağı için kredi alarak iş yapmayı tercih edecekler, böylece kendi arasında da denge oluşacaktır.
İşte böyle bir kuruluş “herkese iş ve herkese aş” kuralını hayata geçirecek, çağımızdaki sosyal güvensizlik sistemi kendiliğinden ortadan kalkacaktır.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 286. SEMİNER Yorum-116 İstanbul, 07 Ocak 2005
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI
(Reşat Nuri Erol ve Selahattin Öztürk Üsküdar’da değerlendirecektir.)
PARTİLER
Topluluklar mıknatıs gibidir, mutlaka kutuplaşırlar. Halk iki kutuptan birine yaklaşır. Böylece çok kutupluluk iki kutupluluğa dönüşür. İki kutuplu topluluk dengededir. Hiçbir tarafa hareket etmez. Dışarıdan uygulanacak küçük bir kuvvet onu o tarafa götürür.
Bunu bilen Tevrat Ehli dünyayı yönetmek için siyasi partileri organize etti. İki partili sistem kurdu. Bu iki partiden hangisini isterse onu iktidar etmektedir. Bunu yapabilmesi için de bu partilerin güçleri eşit olmalıdır.
Sermaye önce şunu yaptı. Avrupa’daki federal devletleri krallık adı altında yıktı. Bir derebeyini destekleyerek ulus devleti ortaya çıkardı. Protestanlıkla da her devleti ayrı dine kavuşturdu. Böylece Avrupa’yı parçaladı.
Sonra demokrasiyi icat etti, krallıkları ortadan kaldırdı. Ulusal devletleri oluşturdu. Lâiklik adı altında dinsizliği yaymaya çalıştı.
Ondan sonra halka düşman diktatörleri başa getirerek halkın dinine, namusuna, servetine ve sosyal yapısına saldırttı; böylece dinsiz, milliyetsiz, mülkiyetsiz ve devletsiz bir dünya oluşturmak istedi. Karl Marx’ı bunun için destekleyip finanse etti. Artık halkın elinden zorla alınan servetler Yahudi sermayesine peşkeş çekilmektedir.
Bu arada iki partili siyaseti denedi. Her ikisini de kendisi finanse etti. Güçlü partiler ortaya çıktı. Kendisi kimi isterse onu iktidar etmektedir. Arada istemediği parti biraz fazla rey alsa bile, mahkemeler var, o mahkemeler kararları ile yine istediğini iktidar yaparlar! Sonra ordular ne güne duruyor, gerektiğinde darbeler yaparlar!
TÜRKİYE’DE NELER OLDU?
1- Osmanlı ordusunu dağıtmayı, hukuk düzenini yıkmayı, ekonomiyi çökertmeyi ve sonunda imparatorluğu ortadan kaldırmayı denedi. 19’uncu yüzyılda yaptığı operasyonla bu işi başardı. Ne var ki, bu arada beklenmedik olaylar ortaya çıktı.
a) Yeniçeri ve sipahi teşkilatı kaldırıldı ama yerine çok daha güçlü ‘millî ordu’ ortaya çıktı. Şimdi bu millî ordu sorununu çözemiyor.
b) Osmanlı hukuk sitemini berbat etti, ama halkta ‘yeni hukuk anlayışı’ gelişmeye başladı. Dolayısıyla düzen devam etti. Anarşiye gidemedi.
c) Ekonomiyi çökertti, ama Türkiye’de ‘devletçilik’ ortaya çıktı ve asrın ekonomik inkılâbını yaptı.
d) İmparatorluk yıkıldı ama onun yerine ‘Cumhuriyet’ kuruldu.
2- Bütün dünyada uyguladığı tek parti sistemini, halka düşman dikta rejimini Türkiye’de de uyguladı. Ne var ki bu uygulama diğer ülkelerden çok farklı oldu. Bunun iki sebebi vardır. Biri, yöneticilerin başarılı uygulamaları, ikincisi ise halkın sabırlı olmasıdır. Türkiye’de ateist bir Türk devleti oluşacaktı. Oluştuğu zannedildi. Ama 1950’lere gelindiği zaman Türklerin dinlerinden asla vazgeçmedikleri anlaşıldı.
3- İşte bundan sonra yeni gelişmeler olmuştur. Sermaye Türkiye’de iki parti bulunduracak, her ikisini de kendisi finanse edecek, istediğini istediği zaman iktidar yapacaktı. Ancak bu konuda beklenen olmadı. DP kahir ekseriyetle iktidar oldu. Sermaye bu durumdan rahatsız oldu. Çünkü DP kendisinden izin almadan Türkiye’yi kalkındırmaya başladı. Bu arada Millet Partisi’ni kapattırdı. Çatlak ses istemiyordu. 1960 darbesini yaptırarak Demokrat Parti’yi parçaladı. Yani, iki parti sistemi tutmayınca sağda çok partili sisteme geçti.
4- Bu parçalama operasyonu devam etti. Ne var ki, sağ parti ikiye ayrıldığı halde her ikisi yine Cumhuriyet Halk Partisi’nin önünde oldular. Plan bir türlü tutmuyordu. Bir taraftan sol çöküyordu, artık denge olmaktan çıkmıştı. Diğer taraftan sağda da yeni partiler ortaya çıktı, milliyetçi partilerle Millî Görüşçü partiler oluştu. Her iki parti her seçimde aldığı reyini artırıyordu. 1973 yılında Ecevit ile Erbakan’ın koalisyon yapması dengeyi alt üst etti Çünkü çok başarılı bir hükümet ortaya çıktı. Tansu Çiller’in de yine Erbakan’la koalisyon yapması dengeyi büsbütün karıştırdı. Çünkü o da Cumhuriyet tarihindeki en başarılı koalisyon ve hükümet (54. Hükümet) olmuştu.
5- 1997 seçimlerinde şöyle bir taktik uygulandı. Ecevit desteklenecek ve en büyük parti yapılacaktı. Onun araksından ANAP ikinci parti yapılacaktı. Bunların oyları hükümet kurmaya yetmezse MHP yedek olacaktı. DSP %18, ANAP %16, MHP %12, DYP’nin %12 oy alması hesapları yapılmıştı. Refah Partisi’nin devre dışı kalması için gayret gösterilecekti. Bunun için Amerika’dan talimat geldi, sermaye ve MİT faaliyete geçti. Sonunda beklenmeyen sonuçlar alındı. Ecevit %23 oy aldı. Böylece şımarma tehlikesi içinde olundu. MHP ikinci parti oldu. Refah Partisi %15’leri aldı. ANAP en az oy alan parti oldu. Zoraki koalisyon kurdular.
6- 2003 seçiminde ise ordu MİT’in siyasete karışmasını önledi. Halk kendi hallerinde bırakıldı. Bu durumda sermaye ve basın istediği hedefe olaşamadı. Hedef şu idi. Genç Parti barajı geçecek, ANAP ve DYP barajın altında kalacak... Sonra Çiller, Yılmaz ve Bahçeli tasfiye edilip güçlü CHP ile güçlü ‘merkez parti’ kurulacak… En sonunda Genç Parti, AK Parti ve Saadet Partisi kapatılacak… Sonuç olarak ANAP eridi, DYP de Mehmet Ağar’ın elinde pek güvenilir durumda değil.
Peki, acaba sermaye bundan sonrası için ne planlıyor?
Bu arada beklenmedik bir olay cereyan etmiştir. Amerika’da Başkan Clinton Yahudilerin talimatını dinlemeden, Erbakan’ın tesiriyle Müslümanlarla dostluk kurmaya başladı. Sermaye harekete geçti. Mahkemelik durumlar icat etti. Böylece sermaye ile Demokratlar arasında bir gerginlik oluştu, hâlen devam etmektedir. İki dönemden beri ABD’de seçimi Demokrat aday kazandığı hâlde, mahkeme kararı ile başkanlık Cumhuriyetçi Bush’a veriliyor. Bu dert yetmemiş gibi bir de Irak’a asker çıkarmayı Birleşmiş Milletler’e kabul ettiremedi. Fransa ve Almanya Irak işgaline karşı çıktı. Türkiye’de teskere geçmedi. Rusya ve Çin de bu ülkelerin yanında yer aldı. Türkiye de Avrupa Birliği ile müzakerelere başladı.
Şimdiki durumda sermaye şaşkın durumda, henüz ne yapacağını planlayamamıştır. Dolayısıyla AK Parti’nin ömrü bir yıl daha uzamıştır sanıyorum. AK Parti’nin mukadder akıbetinden kurtulması için;
a) Ak Parti “Adil Düzen”i kabul etmelidir. Zinayı, faizi, merkezî yönetimi ve ekseriyet sistemini terk etmelidir.
b) Avrupa Birliği müzakerelerini yürütürken kendisi hem Türkiye için hem Avrupa için iyi olan çözümler üretip sunmalıdır.
c) Avrupa Birliği’ni desteklerken; ayrıca Çin Birliği, Hint Birliği, Afrika Birliği ve Güney Amerika Birliği’ni de desteklemelidir.
d) ABD’ye hakkını alarak Ortadoğu’dan çekilmesini önerecektir. ABD artık süper devlet değildir. Osmanlı için Viyana bozgunu ne ise ABD için de Irak bozgunu odur. ABD insanlığa hizmet etmeye devam etmelidir. Artık sömürü düzeni ortadan kalkmıştır. Demokrasi bunların hepsini silip süpürmüştür.
AK Parti Avrupa Birliği’ne girdim ve kurtuldum diyorsa, yanlıyor…
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92