ADİL DÜZEN 288
“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 21-24 Ocak 2005 Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ 288. SEMİNER
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği) Tel: (0532) 246 68 92
* TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00), Cumartesi Yenibosna (17.00-21.00), P.tesi Ümraniye]
Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 20.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır.
(Hasan Özket, Yasin Kılar, Hasan Çetinkaya, Reşat Nuri Erol, Lütfi Hocaoğlu, ve ………..… dersi okumuş olarak geleceklerdir.)
Cuma günü Üsküdar’da Reşat Nuri Erol tarafından; diğer yerlerde ilgili ve sorumlular tarafından anlatılacaktır.
Hedefimiz; bu “Seminer Notları”nın İstanbul’da 200, Türkiye’de 1000 yerde okunmasıdır. SÜLEYMAN KARAGÜLLE
NİSÂ SÛRESİ TEFSİRİ - 13
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ
وَمَنْ لَمْ يَسْتَطِعْ مِنْكُمْ طَوْلًا أَنْ يَنكِحَ الْمُحْصَنَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ فَمِنْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ مِنْ فَتَيَاتِكُمْ الْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِإِيمَانِكُمْ بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍ فَانكِحُوهُنَّ بِإِذْنِ أهْلِهِنَّ وَآتُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ مُحْصَنَاتٍ غَيْرَ مُسَافِحَاتٍ وَلَا مُتَّخِذَاتِ أَخْدَانٍ فَإِذَا أُحْصِنَّ فَإِنْ أَتَيْنَ بِفَاحِشَةٍ فَعَلَيْهِنَّ نِصْفُ مَا عَلَى الْمُحْصَنَاتِ مِنْ الْعَذَابِ ذَلِكَ لِمَنْ خَشِيَ الْعَنَتَ مِنْكُمْ وَأَنْ تَصْبِرُوا خَيْرٌ لَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ(25)
يُرِيدُ اللَّهُ لِيُبَيِّنَ لَكُمْ وَيَهْدِيَكُمْ سُنَنَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَيَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ(26)
***
وَمَنْ لَمْ يَسْتَطِعْ مِنْكُمْ طَوْلًا (Va MaN LaM YasTaOıG MıN KuM OaVLan)
“Sizden kim bir tavla istitaa edemezse.”
Önce İslâm nikâhı anlatıldı. Sonra muta nikahından bahsedildi.
Şimdi de köle nikâhından bahsedilmektedir. Hür kimselerin köle olan kimselerle evlenmeleri de meşru kılınmıştır. İslâm nikâhında mihir ve miras hükümleri geçerli idi. Muta nikahında ise mihir yoktu, miras yoktu. Ancak nafaka zorunluluğu vardı. Koca fakir de olsa, kadın zengin de olsa nafaka kocaya aittir. Koca kendisi bunu temin edemediği zaman nafakayı kocanın âkilesi (dayanışma ortaklığı) temin etmek zorundadır. Bu âkile dinî âkiledir. Bu sebepledir ki evlenmelere âkilelerin yani dinî dayanışma birliklerinin veya ilmî dayanışma ortaklıklarının izin vermesi gerekmektedir. Ancak evlendirmek de bunlara farz kılınmıştır.
“Evlenmeye gücü yetmiyorsa”, yani muta nikâhında olan nafaka yükümlülüğünü bile yüklenecek durumda değilse, o zaman âkilesi yani dayanışma ortaklığı onun nikâhlanmasına izin vermemektedir.
O takdirde bu durumda olanların kölelerle evlenmelerine izin verilmektedir.
Bu evlilikte velinin iznine gerek yoktur. Çünkü erkeğe herhangi bir yükümlülük yüklenmemektedir.
“Tûl” boy, uzunluk anlamındadır. Mecaz olarak mâli imkânı müsait olmayanlar demektir.
أَنْ يَنكِحَ الْمُحْصَنَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ (EaN YaNKiXA eLMuXWaNATı eLMuEMıNAvTı)
“Mü’min muhsanâtı nikâhlamaya gücü yetmeyen kimse.”
“Muhsan” kale demektir. “Hisar” da bu kelimeye akrabadır.
Kur’an’da tek başına “Muhsan” kelimesi geçmemektedir, “Muhsanât” geçmektedir. Bu kelime kurallı dişi çoğuldur. Bir adamın muhsanâtları nikâhlamaya gücü yetmezse deniyor. Bir muhsan kadınla evlenmeyi bütün kadınlarla evlenme şeklinde ifade etmektedir. Bunun anlamı ne demektir?
Adeta kadınlar karar almışlar, işbirliği yapıp bir cemaat olmuşlardır. Biz rahimlerimizi koruyacağız. Rahimlerimiz topluca bir birlik oluşturmaktadır. Biz bir rahme ancak bir erkeği yaklaştıracağız. Böylece erkekleri evlenmelere zorlayacağız. Sonra biz zengin de olsak, aile bütçesine mâlî katkıda bulunmayan erkeklerin cinsi ilişki yapmalarına imkân vermeyeceğiz.
İşte buna karar almış olan ve nikâhsız cinsi ilişkileri kabul etmeyen kadınlar topluluğu tek bir varlık gibidir. Onlardan birisiyle nikâhlanmak demek, bütün muhsanatla nikâhlanmak hükmündedir. Çünkü erkeklerden istedikleri başka bir şey vardır. Bir erkek bir, iki, üç, dört kadınla evlenebilir, ama evlilik dışı ilişki kuramaz. Kurarsa, o zaman bu kadınlardan birisiyle evlenmek ona haram olur.
Muhsanların mü’min olmaları şartı da getirilmiştir. Ehli Kur’an olsun, Ehli Kitap olsun, mü’min bir erkekle evlenen kadın Hıristiyan kalabilir, ama mü’min olmak zorundadır. Mü’min erkekler ancak mü’min kadın alabilirler. Mü’min kadınlar da mü’min erkekle evlenince mü’min olmak durumundadırlar. Müslim kadınla evlenmek haram kılınmamıştır. Ama statüsü mü’min olur.
فَمِنْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ (Fa MıN MAv MaLaKaT EaYMANuKuM) “Yeminlerinizin mülküyle.”
Burada da yeminlerinizin mülkü ile denmektedir. Köle kadınlar bütün erkeklerin yeminlerinin mülkü kabul edilmiş olmaktadır. Köle kadınların kendileri değil de rahimleri yeminlerinizin mülkü kabul edilmiştir.
Her kadının bir velisi (sahibi, efendisi) vardır. Onu çalıştırıp geçimini temin etmekle yükümlüdür. O kimse efendisinin aile fertlerinden biridir. Erkeği baştan onu kendisine cariye kabul etmişse, cariye olduğu için o ailenin ferdidir. Cariye kabul etmemişse, o zaman da akrabalık ortaya çıkmaktadır. O sebeple akrabadır. Aile içinde çalışacak ve geçinecektir. O artık sahibi ile cinsi ilişkide bulunamaz. Bütün erkeklerin memlükü durumundadır ki satılabilmektedir. Bunun dışında birinin kölesi olduğu halde başkasının kölesi ile evlenebilmektedir. Karı koca arasında herhangi bir nafaka mükellefiyeti doğmamaktadır. Erkek kendi efendisinden, kadın da kendi efendisinden geçimini temin etmektedir. Bunlardan doğan çocuğa bakmak kadının efendisine ait olmaktadır. Sonunda kadının efendisinin kölesi olmaktadır.
İşte yoksul olan hür erkekler de böyle kadınlarla evlenebilmektedirler. Bunların üzerinde herhangi bir maddî külfet de doğmamaktadır. Kadının doğurduğu çocuk yetim hükmünde olup kamudan nafaka almaktadır. Babası hür olduğu için kendisi de hür olarak büyümektedir. Anası da hürün annesi olduğu için hür olmaktadır. Satılsa bile cariye yapılamamaktadır ve kocasından ayrılmasına izin verilmemektedir.
مِنْ فَتَيَاتِكُمْ الْمُؤْمِنَاتِ (MıN FaTAyYAvTıKuMu eL MuEMıNAvTı) “Mü’min fatalarınızdan.”
Mü’min kızlarınızdan köle olanlarla evleniniz. Sadece kızlarınızdan denmiş olsaydı, mü’min olarak anlardık. Kızlarınız mecazi olarak mü’minler denmiş olurdu. Oysa burada “mü’min kızlarınızdan” denmektedir. Hem de kurallı dişi çoğul getirilmektedir. O halde bu kızlar savaş esiri olan kızlar değildir. Savaşsız elde edilen esirlerdir.
Fahişeleri ölünceye kadar evlerde hapis ediniz. Yahut Allah onlara bir yol kılasıya kadar denmektedir. Ölünceye kadar hapsetmek demek, kişiyi köleleştirmek demektir. Artık o serbest tasarrufta bulunamamaktadır.
Bizi fahşa olan kadınlarla erkeklerin köleleştirildikleri görüşündeyiz. Bir defa zina yapan, iki defa yapan kimselere zina cezası uygulanıp serbest bırakılmaktadır. Ama zinayı meslek hâline getirip değişik erkeklerle iddete bakmadan buluşan kadınlar fahişedir. Kadınları icaz edip böyle kadınlarla ilişkide bulunmayı âdet hâline getiren erkek de fuhuş yapmaktadır. Bunlar köleleştirilir. Savaş dışı köleleştirme yalnız burada vardır.
Kadınlar hapsedilir. Kısırlaştırılmazlar. Çünkü bunların kısırlaştırılmaları fuhşu önlemez.
Erkekler ise hadım yapılır. Bunu da Kur’an’ın “Ğayri Uli İrbet” diyerek hadımlığı müessese olarak kabul etmesinden çıkarıyoruz. Cezasız uzvun itlafı meşru olmadığına göre kol kesmeye kıyasen erkeklik uzvu kesilir. Nasıl kol insanı hırsızlık yapamaz hâle getirirse, hadımlık da insanı zina yapamaz hâle getirir.
Biz “mü’min kızlarınızdan” bunu anlamış olduk. Bir başkası bizim açıklamalarımızdan daha iyi bir açıklama getirirse o tercih edilir. Ama biz şimdiye kadar yapılan açıklamaların en iyisini getirdik. Bundan dolayı buna yapılacak itiraz şimdilik geçersizdir.
وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِإِيمَانِكُمْ (Va elLAHU EaGLaMu Bı EIyMANıKUM) “İmanınızı Allah en iyi bilmektedir.”
Yani zâhiren iman ettim demesi yetmiyor. Onun kalbinde imanın olup olmadığına siz ıttıla etmeye çalışmayın. Erkeklerin imanını denemek kolaydır. Askerlik hizmetlerine katılıyorsa, nöbetlere geliyorsa, cemaatle namazlara devam ediyorsa o mü’mindir. Sonra diyet taksitlerine katılacaktır.
Ama kadın için bunlar zorunlu olmadığı için sadece beyanı ile yetineceğiz. Ondan başka bir hizmet istemeyeceğiz. Hattâ sükût etmesini yeterli sayıp onu mü’min addedeceğiz.
Mü’min ile evlenen Ehli Kitap kadın Ehli Kitap olarak kalabilir, ama kendisi mü’min olur. Mü’min kadın da mü’min Ehli Kitapla evlenebilir, ama Müslim ile evlenemez.
بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍ (BaGWuKuM MıN BaGHWın) “Birbirinizdensiniz.”
Yani, birbirinizden herhangi bir üstünlüğünüz yoktur. Bütün insanlar eşittirler. Birinin diğerine tahakküm etme hakkı yoktur. Köle de olsa beyanı geçerlidir. Sen kölesin, senin beyanın benim beyanımdan üstündür denemez. Dolayısıyla beyan etmesi yeterli olup, ondan başka herhangi bir ispat külfeti istenemez.
Bu husus bütün insanlar için geçerlidir. Kimsenin kimseye tahakküm etme yetkisi yoktur.
Köle hak sahibidir. Evin içinde bir mufavada ortağıdır. Diğer fertler gibi haksızlığa uğradığı zaman efendisine karşı da olsa dava etme hakkı vardır. Efendi kölesine dövme cezasını uygulayamaz. Nafakada farklılık cezasını verebilir. Tembelse elbise almayabilir. Ama buna karşılık köle de efendisine karşı hakemlere gidebilir. Haklı ise o uygulamalarını da kaldırabilir.
Bu hükümler açısından burada birbirinizdensiniz, aranızda insan olarak fark yoktur denmektedir.
فَانكِحُوهُنَّ بِإِذْنِ أهْلِهِنَّ (FaNKıXUvHunNa Bi EiÜNi EaHLiHinNa)
“Onları ehillerinin izni ile nikâhlayınız.”
Burada “Biizni Mevlahunne” demiyor, “Biizni Ehlihinne” diyor.
“Ehl” aile demektir; “ailelerinin izni ile nikâhlayınız” diyor. Yani, bunlar savaş esiri köleler değildir. Kur’an’da onların sahibine “Mevlahunne” denmektedir. O halde bunlar tamamen fahişe oldukları için köleleştirilen kölelerdir. Bunların mü’min hürlerin arasında çalışması sözkonusu değildir. Bunlar hapsedilmişlerdir. Kendileri çalışıp kendileri yerler. Bunlarla hür yoksul kimselerin evlenmelerine izin verilmiştir. Bunlar cariye olacaklardır. Bunlar ancak velilerinin, ailelerinin izni ile evlenebilmektedirler.
Harb esiri olan kadın kölelerin evlenmesi de kıyas yoluyla mevlalarının iznine tâbi olacaktır.
وَآتُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ (Va EAvTUvHunNa EuCUvRaHunNa) “Ve onlara ücretlerini veriniz.”
“Ücretlerini vermek” demek, onların hür olması demektir. Memlüklere velileri nasıl ücret verecektir? Eğer onlar ücrete müstahak olsaydılar, o ücretlerin onların mevlalarına verilmesi gerekirdi. Oysa, “hürlerle evlenmeye gücünüz yetmezse” deniyor; sonra da “ücretlerini veriniz” denmektedir.
Bu ücret geçinmeleri için verilen ücrettir. Onların çalıştırılması caiz olmaktadır. Yani, koca karısına iş bulmak zorundadır; yahut topluluk onlara iş bulmak zorundadır. Onun için emir cem’ yani çoğul gelmektedir. Yani, âkile nafaka ile mükellef değilse de, âkilenin bu tür kölelere iş bulma zorunluluğu vardır.
Buradan çıkan hüküm şudur. Fahişe olan kadınlar eve hapsediliyor. Orada kendilerine iş veriliyor ve kendi yaşamalarını kendileri temin ediyor. Bunların evlenmelerine müsaade ediliyor. Mihir gerekmiyor, kocasının ücret ödemesi gerekmiyor. Ancak, kadına iş verme, onu çalıştırma ve nafakasını öyle sağlama zorunluluğu vardır.
Masrafları ortak kazançları ile sağlayacaklardır. Muta nikâhında kadın ücret almaktadır. Ancak çalışmak zorunda değildir. Burada ise kadın çalışmak ve iş yapmak zorundadır.
Kadının evlenmesinin sebebi cinsi arzuları tatmin, bir de çocuk yapmadır. Çocuk yaptığı zaman da çocuk babasınındır. Babasının üzerinde nafaka farz olmaktadır. Babası nafaka vermediği veya veremediği zaman dinî âkilesi o nafakayı sağlamaktadır.
بِالْمَعْرُوفِ (Bi eLMaGRUvFı) “Maruf ile ücretlerini verin.”
Kur’an’da zekâtın miktarı beşte bir olarak tesbit edilmiştir. Yarılama suretiyle onda bir, yirmide bir ve kırkta bir olarak da kıyasla yine Kur’an’ca tesbit edilmiştir. Bazı miktarlar için “maruf ile” denmektedir.
“Maruf” kelimesi meşru anlamındadır. Hukuki geçerliliği olan bir kural ve hüküm üzerine ona göre davranmak demektir. Marufun kaynağı dörttür:
1. Marufun birinci kaynağı kişinin baştan kendi içtihadına göre ilân ettiği kurallardır. Mesela, otobüs sahibi ‘ben bu şartlarla yolcu taşırım’ diyor. Bu artık maruftur. Başka bir akde (sözleşmeye) gerek kalmaksızın onun arabasına binen o kurallara uyar. Apartman yönetimi, bucak yönetimi de böyledir. Tek taraflı ilân edilen kurallar, onlara fiilen davranıldığı takdirde tarafları bağlar.
2. Marufun ikinci kaynağı sözleşmelerdir. Sözleşmeler kişileri bağlamaktadır. Sözleşme maruf durumdadır. Taraflar sözleşmeleri tek taraflı sona erdirebilirler ama sona erdirinceye kadar onlara uymakla yükümlüdürler.
3. Marufun üçüncü kaynağı temsilcinin istişarî kararlarıdır. Birçok ortak birini kendilerine ortak vekil seçerler. Konuyu müvekkilleri ile istişare eder, sonunda onlara vekâleten karar alır. O karar maruf olmuş olur. Kişinin kararı değiştirme yetkisi olduğu için bu karara karşı hakemlere giderek itiraz eder. Hakemler kararı iptal etmezler, varsa o kişinin mağduriyetini giderirler.
4. Maruf kararların dördüncüsü ve en kesini hakemlerin kararlarıdır. Hakem kararlarına uyma zorunluluğu vardır. Topluluk terk edilse de hakem kararlarına uyulması gerekir.
Demek ki ücretleri maruf şekilde verilecektir. Analaşma olmuşsa anlaşmaya göre, anlaşma olmamışsa hakemlerin takdiri ile verilecektir.
مُحْصَنَاتٍ (MuXÖaNAvTın) “Muhsan olarak.”
“Muhsan” korunmuş olarak demektir. Yani, açık akit yaparak onlarla evleniniz demektir. Akitsiz veya gizli akitle cinsi ilişki kurmayınız demektir. Onlar muhsan olmalıdırlar, korunmuş olmalıdırlar. İddet içinde başka erkekle cinsi ilişki kurmamış olacaklardır. Bu hususta kadınların oluşturdukları denetimden vizeli olmalıdırlar.
Demek ki gerek köle evlerini, gerekse muta evlerini işleten kadınlar olacaktır. O evlere dahil olan kimseler, Muhsanattandırlar. Siz de oralardan alınız. Yani, o evlere gelinceye kadar böyle bir evlenme caiz değildir. Zani ile nikahlanamaz demek, muhsanat evinin denetimine alınmadan evlenilemez demektir.
Erkekler için “Muhsin” ism-i fail olarak getirilmiştir, oysa kadınlar için “Muhsanât” ism-i mef’ul olarak getirilmiştir. Böylece asıl olan kadın rahminin korunmasıdır. Erkek kendisinin menisini akıttığı rahmi korumakla mükellef olduğu gibi; başkasının menisini akıttığı rahme de kendisinin mensini akıtmayarak muhsin olacaktır. Kadın da bir erkekten başkasına rahmini açmayarak muhsan olacaktır.
Burada kadın muhsan olarak görüldüğü için kadının kendisini başka erkekten koruması gerekmektedir. O halde kadın için iki erkekle cinsi ilişki kurmak haram olduğu gibi sevişmek de haram kılınmıştır.
غَيْرَ مُسَافِحَاتٍ (GaYRa MuSAvFıXATın) “Musafih olmaksızın.”
“Muhsan” ifadesini rahmi başka erkeklere karşı korumak olarak kolayca tanımlayabiliyoruz.
“Musafih” de uzak durmak anlamına gelir. “Musafih” kelimesi hem erkek için hem de kadın için ism-i fail olarak getirilmiştir. Burada olan olay iki taraf için de aynı olmaktadır. Bunu şöyle ifade edebiliriz.
Çocuk yapmamak üzere yapılan akit geçerli değildir. Kadın veya erkekten biri çocuk yapmak istediği zaman diğeri kaçamaz. Bu haramdır. İkisi birlikte, o da geçim dışındaki sebeplerle çocuk yapmak istemezlerse, o zaman çocuk yapmayabilirler. Gebe kaldıktan sonra aldıramazlar. Çocuk yapmayan taraf kusurlu olmuş olur.
Çocuk yapma insanın devredilmez haklarındandır.
وَلَا مُتَّخِذَاتِ أَخْدَانٍ (Va LAv MutTaPıÜAvTı EaPDAvNın) “Ehdân ittihaz etmeksizin.”
İslâm nikâhı ile nikâhlanmaktan bahsederken sadece “Muhsinîne Gayra Musafihîn” olarak kayıt koymuştur. Burada köle nikâhlanırken ise “Ehdân” kaydını getirmiştir. “Ehdân”ı hem erkek ve hem de kadın için ism-i fail olarak getirmiştir. Dolayısıyla iki taraf için eşit hüküm ifade etmektedir.
Cinsi ilişkilerde sevişme dahil konan şartlar şunlardır:
a) Yakınlın olmayacaktır. Yakınla yapılan cinsi ilişki şekli ne olursa olsun zinadır ve tecziyeyi gerektirir. Süt kardeşle de yapılsa, baldızla da yapılsa zinadır. Evlenmeleri bile onları zina cezasından kurtaramaz. Bunun açık veya gizli olması bunu suç olmaktan çıkarmaz.
b) Bir kadın iddet içinde iki erkekle cinsi ilişki kurarsa bu da zina sayılmaktadır. Tecziye edilmektedir.
c) Üçüncü olarak, gizli yapılan cinsi ilişki zinadır. Zina cezası ile tecziye edilir. Evli olduklarını beyan ederlerse cezadan kurtulurlar. Biz buna belge tanzim edip karşılıklı imzalamışlarsa zina suçundan kurtulurlar diyoruz. Ama haramlık devam eder.
d) Bunun dışında zina olmasa bile bu şartla yapılan sözleşmeler sâkıt olur. Cinsi ilişkiler, evlenmeler çocuk yapmak içindir. Bir tarafın diğer tarafı bu haktan mahrum etmeye hakkı yoktur.
Bu âyet mutlak olarak anlaşılacak olursa azl yani iki tarafın rızası ile çocuk yapmama da haram olmuş olmaktadır. Çünkü sefh gibi gelmektedir. Hattâ evlenmeme de aynı haramlık içine girer.
Âyetin mutlak delâleti budur.
Biz hadislere de bakarak ve anne veya baba çocuğu için zarara sokulmaz âyeti ile sınırlayarak, tarafların rızası olmak şartı ile azilde günah olmadığını istidlâl edip kolaylık yoluna gidiyoruz. Ama “Ahsen olan evlenmek ve ahsen olan azl yapmamaktır” ifadesini burada söylemek zorunluluğu vardır.
فَإِذَا أُحْصِنَّ (Fa EıÜAv EuXWınNa) “İhsan ettiklerinde.”
Yani “evlendiklerinde” demektir. Bu şekilde evlenen fahişeler de rahimlerini korumak zorundadırlar. Bu sebeple bunlar muhsenat arasına girmemiş iseler de ihsan olmuş olurlar. Bununla beraber bunlar artık fahişe değildirler. Diğer kadınlar gibi ihsan olmuş olmaktadırlar.
“İzâ” ile getirilmektedir. Bu tür kadınların evlendirilmeleri normal olaydır. Yoksa “İzâ” yerine “İn” getirilmiş olurdu.
Şimdi şu soru sorulabilir. Yoksul olan kimseler böyle kadınlarla evlenebilirler mi? Oysa zina yapan kadınlarla evlenmeler haram kılınmıştır. Zayıf olma şartıyla yani yoksul olma şartıyla böyle bir evliliğe izin verilmiştir. Oradaki “zani zaniyeden başkası ile evlenemez” ifadesi ile zanileri birbirleri ile zorlama durumudur. Burada ele alınan fahişedir. Bunların köleleştirilmiş olanlarıdır. Zaruret olunca bunlarla evlenmelere müsaade edilmiştir. Zinalı kadınla evlenmek de bâtıl değildir, meşrudur ama haramdır. Günahtır, ama nikâh geçerlidir.
فَإِنْ أَتَيْنَ بِفَاحِشَةٍ (Fa EıN EaTaYNa Bi FAvHiŞaTın) “Bunlar yine fahişe ile gelirlerse.”
“Bunlar tekrar zina ile gelirlerse” demek olur. Burada neden “fahişe” kelimesini kullanmıştır? Fahişe olanların zina yapmaları onların fahişe sayılmaları için yeterlidir. Fahişe olmayan bir kimse bir defa zina yaparsa o zanidir, cezası verilir ve geçilir. Ama bir kimse başka başka erkeklerle birden fazla ilişkide bulunursa, bir iddet içinde üç ayrı erkekle ilişkide bulunursa o fahişe olur. Aynı erkekle yaptığı gizli ilişkiler zina sayılırsa da fuhuş sayılmaz. Yakın kimselerin zina yapması da fuhuştan addedilir. Ama bir defa fahişelikten dolayı mahkum olan sonra bir defa zina yapsa da o fahişe olmuş olur. Yine ev hapsine alınır. Ayrıca zina cezası verilir. Ama buna uygulanacak zina cezası daha hafiftir. Kıyas yoluyla diğer köle kadınların da zina yapmaları durumunda cezaları yarım olur.
فَعَلَيْهِنَّ نِصْفُ مَا عَلَى الْمُحْصَنَاتِ (Fa GaLaYHınNa NIÖFu MAv GaLAy eLMuXWaNAvTı) “Muhsanâta verilen cezaların yarısıdır.”
“Muhsanât” olan hür kadınlara verilen cezaların yarısı verilir.
Burada “fuhuş” kelimesi kullanılmış ve cezanın yarısı olacağı belirtilmiştir. O halde, demek ki recm cezası yoktur. Çünkü fahişe ile gelen bir kadın zinadan ağır ceza ile cezalanmalıdır. Bu da eğer varsa recm olmalıdır. Oysa onun yarılamasından bahsedilmektedir. O halde fuhşun cezası recm değildir. Ölünceye kadar hapistir ve köleleştirilmesidir. Burada bu sabit olduğu gibi, birkaç soru daha sorulabilmektedir.
Bir kadın zina yaptı, cezasını çekti. Aynı kadın ikinci kez zina yaptı, ona yarım ceza yani 50 sopa mı vuracağız, yoksa100 sopa mı vuracağız? Çünkü o henüz köleleştirilmemiştir.
Burada uygulayacağımız kural şudur. Eğer bu ikinci zinayı da nikâhlı kadın iken işlemişse, o zaman tam ceza vereceğiz. Ama nikâhlanmadan yaparsa o zaman 50 sopa vuracağız. İki hâle de kıyasta tercih yaparken yakın olana yapacağız. Kıyasta hangi tarafa yakınsa o tarafa yapacağız.
Böyle tercihli hükümler genel olarak kullanılmaktadır. Ayakların meshi, yahut kadının yıkanmadan önce kocası ile yatabilmesi, ağzın çalkalanması gibi birçok yerde böyle tercihli hüküm verilmektedir. Kadın on günü doldurmuşsa yıkanmasına gerek kalmamaktadır. Ayaklar giyinmişse yıkanmaya gerek kalmamaktadır. Boy abdestinde ağzı yıkamak farz olmakta, el abdestinde ise ağza su vermek farz değildir.
Eğer bir yerde tereddüt hâsıl olursa şartlara göre değişik hükümler uygularız.
مِنْ الْعَذَابِ (MiNa elGaÜaBı) “Azabdan muhsanatta olanların yarısı uygulanır.”
Burada “azap” kelimesi marifedir. 100 sopa kastedilmektedir. Sopa vurma ceza olarak ifade edilmektedir. Arapçada “ceza” karşılık demektir. Hem iyilik hem de kötülük için kullanılır. Türkçedeki ceza karşılığı Kur’an’da “azap” kelimesi geçmektedir. Bu âyet bunu açıkça ifade etmektedir.
Kur’an’da “azap” kelimesi sıfatlarla ifade edilmektedir. Azabın çeşitlerini Kur’an’daki vasıflarla tasnif ederek ceza çeşitlerini ortaya koymalıyız. O cezalarla tecziye ederiz. Fıkıhta bu hususta inceleme yoktur. Mevcut cezaları da yeterli görmedikleri için keyfi ta’zir cezaları ihdas ettiler ve şeriat devletini şahsi devlete çevirdiler. Kur’an bu hususta ele alınıp incelenmelidir.
Sopa cezası yarılandığına göre kıyas yoluyla diğer sopa cezaları da yarılanabilir demektir.
100, 50, 25 ve 80, 40, 20, 10, 5 sopalı cezalar ihdas edilebilir.
Sarhoş olana 40 sopayı uygun bulmuşlardır. Tahfif olduğu gibi teşdit de geçerlidir demektir. O halde 200 ve 400 sopa vurulabilir demektir. 80, 160 ve 320 sopa da vurulabilir. Sopa cezaları diyetlere çevrilmezse de, hakaret davalarında da sopa cezaları uygulanır. Tazminat meşru değildir. Hakarette maddî zarar vermemiştir ki maddî zararla karşılansın. Aksi halde sonra para sızdırmak için hakarete zorlarlar.
ذَلِكَ لِمَنْ خَشِيَ الْعَنَتَ مِنْكُمْ (ÜAvLıKa LiMan PaŞiYa elGaNaTa MiNKuM)
“Sizden anetten haşyet edenler için bu böyledir.”
“Anet” kelimesi “GAnad” kelimesine akrabadır.” GUd” yayadır. “Avdet” de oradan gelir. Yani, siz bükersiniz, o tekrar eski yerine gelir. Bırakırsınız, tekrar eski yerine gelir.
“İnatkâr” insanlar da böyledir. Nefsin inadına “Anet” denmektedir. Yani, siz yapmak istemezsiniz ama devamlı olarak sizi kendisine çeker. Sigara içenin sigarası böyledir. Erkeklerden bazılarında böyle cinsi arzu vardır. Bir türlü kendisini zaptedemez. Bu durumda sıkıntıdan korkan ve evlenmeden duramayacak durumda olan kimselerin böyle mü’min köle kızlarla evlenmeleri meşru kılınmıştır.
Bu kayıt şunu ifade etmektedir. Fakir olanların evlenmelerinde zorunluluk yoktur. Yoksul olanlar zengin olmaya çalışmalıdırlar. Zengin olduktan sonra evlenmelidirler. “Nikâhlayınız” emrini yerine getirmemiz için önce onları zengin edeceğiz. Bunu beklemeden de onları evlendirmeyeceğiz.
Kur’an’ın bu âyetlerini okuduğumuzda anlıyoruz ki, sonunda “herkese aş ve herkese iş” verecek kurumları kurduğumuz zaman bunları çözmüş oluruz. Aksi halde bu âyetlerin gereklerini yerine getirmek son derece zor olmaktadır.
Burada şunun üzerinde de durmak gerekir. Neden “Sizden kim anetten haşyet ederse onun için bu meşrudur.” denmektedir. “Sizden” ifadesine neden gerek görülmüştür?
Evlenmeler normal olarak Cuma Cemaati içinde olacaktır, yani kabile içinde olacaktır. O halde bu tür evliliklerde tercihler bucak içinde olmalıdır. Dıştan evlenmeler de elbette meşrudur, hattâ merguptur. Ancak, aşiret içinde evlenme içten evlenme mahiyetinde olup mahzurludur. Haram değildir. Rağbet edilen bir şey değildir. Dıştan evlenmeye hasebdir. Kabile dışına çıkma da meşrudur ama kabile içinde olmasa ahsendir.
Buradaki “Küm” “Ey iman edenler”e hitab etmektedir. Bu da Cuma Cemaatidir. Çünkü “Ey iman edenler” diye başlamıştır.
وَأَنْ تَصْبِرُوا خَيْرٌ (Va EaN TaÖBıRUv PaYRun LaKuM) “Sabretmeniz sizin için hayırdır.”
Yani fakir olanların evlenmemeleri daha iyidir.
Fakir olanlar zengin olmalıdırlar, ondan sonra evlenmelidirler. Bu çok önemli bir kuraldır.
Doğum kontrolü nesli dejenere ettiği için meşru değildir. Ama mâli imkânı olmayanların evlenmemeleri ise doğaldır. Böylece nüfus kontrol edilmiş olmaktadır. Ayrıca neslin de ayıklanma yoluyla gelişmesi sağlanmaktadır. Kim zengin ise demek o daha kabiliyetlidir. Onun genleri daha faaldir. Dolayısıyla onun nesli çoğalmalıdır. Miras da bunun içindir. Zengin kimsenin genleri daha üstündür demektir. Demek ki onun çocuklarının daha çok çoğalmasını istemek doğal bir şey olacaktır. Zenginlikle uğraşacaklarına, ilim veya sanatla uğraşanlara da bu sebeple müellefei kulubdan pay verilmektedir. Onlar da o sahada kabiliyetlidirler. Ama üç dört evlenme sadece zenginlerin hakkı olmalıdır. Bir de kabile başkanlarının. Çünkü onların çocuklarına bütçeden bakılacaktır.
وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ (VBa EalLAHu ĞaFUvRuN RaXIyMun) “Allah ğafurdur, rahimdir.”
İnsan sabrederken nefis onu devamlı olarak zorlayacaktır. Her zaman harama gözü kaçmış olacaktır. Bu durumda günah işlemiş olacaktır. Basarları ğaddetmeye aykırı hareket etmiş olacaktır.
Bir kimsenin evlenme amacıyla birine bakması haram değildir. Ama onun dışında bakışmak haram kılınmıştır. Çünkü karşı tarafı kandırmış oluyorsun. Yoksulluktan dolayı evlenemeyecek kimselerin evlenmek maksadıyla olmayacağı için onlar başkasına bakamayacaklardır. Bakarsa haram işlemiş olacaktır.
İşte Kur’an bu tür lemelerin ğafur olduğunu bildirmektedir. Ama nefsine hâkim olduğu ve ileriye gitmediği için de ayrıca sevap işlemiş olacağı için Allah ona rahmet etmektedir.
Burada “ğafur ve rahim”in nekire gelmesinden dolayı da, topluluğun bu hususlarda ğafur ve rahim olması gerektiği anlamı çıkar.
Tarih boyunca uygarlıklar daima iki şey üzerinde yükselmiştir.
Bunlardan başta geleni kadındır. İnsanlar evlenebilmek, sevgililerine kavuşabilmek için hep savaş vermişlerdir. Büyük şairler, edipler hep kadın sevgisi üzerinde eserlerini oluşturmuşlardır. Diğeri de savaştır. İnsanlar savaşarak nesillerini yaşatmışlardır. Sosyal düzenlemeler de hep bunun üzerinde oturmuştur.
Bu sûre hep bu konuları esas alarak işlemektedir. İnsanın en zayıf yaratıldığı konulardır bunlar.
Bizim de bugün en çok tehlikede olduğumuz sahadır. Bugün Türk ailelerinden binde biri bile kızlarının zina yapmasına izin vermemektedir. Bütün zorlamalara rağmen başarılamamıştır. Aile iffetini korumaktadır. Kızlarımız iffetli kalmaktadır. Türk ailesi çökmemiştir. Bu sayede ekonomik krizleri aile dayanışması içinde çözmektedir. Savaşları kazanmaktadır. Türkiye’nin nüfusu artmaktadır.
Oysa Avrupa kızları iffetlerini kaybetmişlerdir. Aile ile bağlarını koparmışlardır. Sonunda aile müessesesi çökmüş, nüfus azalmaya başlamıştır. İçki, uyuşturucu ve AİDS onları yıkıp yok etmektedir. Düşen düşeni sevdiği için, Türklerin de kendileri gibi düşmelerini istemektedirler. Kız ve erkek çocukların birlikte okumalarını istemek, 19 Mayısta kızlarımızı soymak, başörtüsü yasağı, çıplaklık modası, evlenmeme modası, ekonomik krizler hep bu amaçla faaliyettedir. Basın yayın, eğitim, moda ve diğerleri hep birlikte seferber olmuş Türk ailesini, İslâm ailesini çökertmektedirler. Bütün bunlara rağmen Türk ailesi direnmektedir.
Bu direnç uzun zaman devam etmez. Gerekli tedbirleri almak zorundayız. Herkese aş, herkese iş ve herkese ev, herkese eş sorunlarını çözmeliyiz. Mala-mal marketleri ve ahşap evler siteleri bunu hedeflemektedir.
Siz şimdi bunları okuyanlar ve dinleyenler; siz kendi sorunlarınızı çözmüş olabilirsiniz. Çocuklarınıza iş bulmuş olabilirsiniz. Onları evlendirmiş olabilir, hattâ ev sahibi de yapmış olabilirsiniz. Ne var ki, 70 milyon Türkiye ve bir buçuk milyarlık İslâm âlemi bu sorunları çözememiştir. Her tarafı yangın sarmıştır. Aile düşmanları işbirliği yapmış, durmadan saldırıyorlar. İktidarda olanlar onlarla işbirliği içindedirler. Böyle büyük bir yangına, sele, tufana karşı nasıl dayanacağız? Çocuklarımıza iş bulduk, onları evlendirdik; ama torunlarımız büyüyüp yetişmiyor mu? Onları selin içine nasıl terk edeceğiz? Bu tufana karşı durmak tek yolla mümkündür; Adil Düzene göre kurulacak marketler ve Adil Düzene göre kurulacak ahşap dinlenme siteleri. Bu âyetler bize bu sitelerde ve bu mahallelerde nasıl aileler oluşturacağımızı öğretmektedir. Bu sebepledir ki artık haftada bir okuma yerine, her gün okuma seviyesine yükselmelisiniz. Yoksa bu seli, bu tsunamiyi, bu tufanı durduramazsınız.
يُرِيدُ اللَّهُ لِيُبَيِّنَ لَكُمْ (YuRIyDu elLAHU LıYuBayYiNa LaKuM)
“Allah size tebyin etmeyi murat etmektedir.”
Bir insan doğduğu günden itibaren şunları düşünmektedir:
a) Yetişmekte olan insan ‘okuyayım’ diyor. Okumayı sadece meslek sahibi olmak için değil, topluluk içinde okumuş olmanın kazandırdığı statüyü elde etmeye çalışmaktadır. Adil Düzencilerin burada yapacakları iş, okumayı beşikten mezara kadar genişletmek ve okumayı günlük hâle getirmektir. Devletin verdiği diplomaların yanında özel öğrenim sertifikaları vermektir. Böylece insandaki okuma zevki hem her zaman tatmin edilmiş olur, hem de öğrenilenler yararlı şeyler olur.
b) Yetişmekte olan gencin ikinci gayesi ise iş sahibi olmaktır. Adil Düzencilerin burada yapacakları şey iş kuracak hâle gelen kimseye işyeri ve sermaye teminidir. Bunun için dayanışma içinde bunu sağlamalıyız. Bizim cemaate mensup olan kimse ben işsiz kalacağım diye korkmamalıdır. Kendisine iş bulması için imkân sağlamalıyız, işi olmadığı zaman bize gelmelidir. Daha iyi iş bulduğu zaman da oralarda çalışmalıdır.
c) Yine her gencin bir ideali de ev sahibi olmaktır. Bunu da şöyle sağlamalıyız. Evlenecek çiftlere bir ev satın almalıyız. Aramızda toplayacağımız paralarla ev almalıyız. Bize taksit taksit ödediği zaman ev onların olmalıdır. Ödeyemediği zaman da ölünce o ev bize kalmalıdır. Bu ev dayanışması içine girmeliyiz.
d) Evlenmek; bütün bunlardan sonra da asıl hedef evliliktir. Bu hususta kurallar koymalıyız. Erkekler evlenmiyor, kızlarımız kocasız kalıyor; kızlarımız evlenmiyor, erkekler karısız kalıyor!.. Bu durum da ileride patlamaya neden olacaktır. Bu tehlikeye düşmemek için 15 yaşına gelen her kız ve erkek hiç olmazsa nişanlanmalıdır. Biz bu örfü topluluğumuza getirmediğimiz müddetçe akıbetimiz Avrupa topluluğunun akıbetine dönecektir.
İşte Allah bize bunları beyan etmektedir.
وَيَهْدِيَكُمْ سُنَنَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ (Va YaHdıYaKUM SuNaNa elLaÜIyNa MiN QaBLıKuM)
“Size sizden öncekilerin sünnetine hidayet etmeyi murad etmektedir.”
Burada şu sorulur: Bizden öncekiler kimdir? Onların sünnetleri nedir?
Bizden öncekiler evvela atalarımızdır. Osmanlılardır, Selçuklulardır, Abbasilerdir, Emevilerdir…
Allah bizi bunların yollarına götürmek istemektedir. Bunlar şeriatın hükümlerine uydular ve 1400 yıl aile yapısını korudular, uygarlıkları geliştirdiler. Gerçekten İslâm âleminde birçok yanlış ve eksiklikler olmuştur ama, aile müessesesi bozulmadan günümüze kadar gelmiştir. Yunanistan’da veya Avrupa’da olduğu gibi genelevler açılmamıştır. Asla İslâm ailesi bozulmamıştır. Sosyal baskı zinayı önlemiştir. Hâlâ o anlayış sayesindedir ki biz yaşayabiliyoruz.
Demek ki aile yapısına işaret etmektedir. Aile yapısında Kur’an ahkâmını uyguladıkları içindir ki tüm siyasi ve ekonomik çöküntüye rağmen aile müessesesi sapasağlam durmaktadır.
Bizden önce olanlardan ikincisi ise Avrupalılardır.
Bugün Avrupa bizden önce uygarlığa geçmiş, şimdi biz onların peşinden koşuyoruz.
İşte Allah onları da size göstermeyi murat ediyor. Yani, atalarımızın sünnetine götürmeyi, Batılıların sünnetini de göstermeyi murat ediyor. Çünkü hidayet iki anlamdadır. Götürmek veya göstermek. Size biri yol sorar, siz de gösterirsiniz; bu hidayettir. Yahut önlerine düşer götürürsünüz; o da hidayettir. Demek ki Allah bizi atalarımızın aile yapısına götürmek istiyor, Avrupalıların da ailesini ibret alalım diye göstermeyi murat ediyor.
Avrupa kurtulmak için Tevrat’ın, İncil’in ve Kur’an’ın öğrettiği aile tipine dönmek zorundadır. Yoksa soy kırımına uğramakta olan Avrupa başka türlü nasıl kurtulacaktır?
وَيَتُوبَ عَلَيْكُمْ (VaYaTUvBa GaLaYKuM) “Size tevbe etmeyi murad ediyor.”
Bu Allah’ın en büyük müjdesidir. Allah yaşlanmış olan İslâm âlemini birkaç asırdır çöküşe terk etmiştir. Aile yapısından başka her şey bozulmuştur. Ama şimdi Allah bize döneceğini bildiriyor, yeniden İslâm âlemini ekonomik ve sosyal yapısı ile yine dünyanın en yüksen ümmeti hâline getirmeyi murad ediyor. Ama bizden istediği bir şey vardır. Aile yapınızı bozmayın, düzeltin diyor. Yani, Adil Düzeni kurmaya başlayın, ben sizin yanınızdayım. İşte döndüm geldim, sizi kurtarmak yüceltmek istiyorum diyor.
Burada çok önemli bir husus vardır ki, o da aile yapısı bozulmuş olan toplulukları düzeltmek hayli zordur demektir. Biz Avrupa’dan bunun için ümitli değiliz. Bizi Avrupa Birliği’ne giriyoruz demek, pisliğe giriyoruz demektir... Biz de pisliklerin içinde çürüyüp gideceğiz demektir...
Allah bize döndü ama biz de O’ndan yüzümüzü çevirdik demektir. Buna “Allah tevbenizi kabul edecektir” şeklinde manâ verenler de vardır. Öyle ise Allah bizden günahlarımızı terk etmemizi istiyor. Evlenmelerdeki modalardan vazgeçmemizi istiyor.
وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ (Va elLAHU GaLIyMun XaKIyMun) “Allah alîmdir, hakîmdir.”
Bir makine yapmak istersiniz. Birçok fizik ve kimya kanunlarına dayalı olarak projesini çizersiniz. Sonra onu yaparsınız, ama makine çalışmaz. Tekrar gözden geçirirsiniz, tekrara takrar bakarsınız; nihayet çalıştırırsınız.
İnsanlık bugünkü uygarlığa ulaşmak için kaç on bin yılını harcamıştır? Onlar yapamıyordu, çünkü bilmiyorlardı. Ama bugün bizim yaptıklarımızın çok daha karışığını Allah yapmıştır. Kuşlar havada uçuyor, balıklar denizlerde yüzüyor, armut ağacı meyvesini imal ediyor, kelebek daldan dala dolaşıyor... Çünkü O fizik, kimya, biyoloji kanunlarını çok iyi biliyor, çünkü kendisi koymuştur. Onlara çok iyi bir şekilde hükmediyor. Allah sosyal kanunları koyan olarak onları biliyor. Bize de ona göre emretmiş oluyor. Bizi yapıp yapmamakta serbest bırakıyor.
O halde yukarıda emredilen tabii ve sosyal kanunların gereğidir. Bize onları öğretmektedir. Mayın tarlasından geçerken dedektörle arama yapar ve geçebilirsiniz. Ama bilmeden geçerseniz mayın patlar ve sizi helâk eder. Bu dünya işte böyle bir mayın tarlasıdır. Şeriat, mayınları tasfiye eden kurallardır. Şeriata uyarsanız dünya mayın tarlasını geçersiniz, yoksa cehenneme yuvarlanırsınız.
Bizim ‘Allah bunları niçin yaptı’ diye sorma yetkimiz yoktur. O öyle istemiş ve öyle yapmıştır. Sebeplerini ister açıklar, ister açıklamaz. Ne yaptığını, nasıl yaptığını bize öğretmekte ve kurtulma yollarını da göstermektedir.
Bugün bütün insanlık nereye gidiyor? Ölüme gidiyor. Bunu bilmeyen yoktur. Çevre kirlenmekte, nesil dejenere olmakta, dünya patlamak üzere olan silah deposu hâline gelmekte, mafya terörü dünyanın bir numaralı sorunu hâline gelmektedir. İşte bu çöküşten kurtuluş ancak “Adil Düzen” ile mümkündür.
İşte bu yolların başında geleni de aile müessesesini korumadır.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 288. SEMİNER Yorum-118 İstanbul, 21 Ocak 2005
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI (Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)
ADİL DÜZENCİLERİN GAYESİ
İstanbul’da yapmak istediğimiz bir ‘Adil Düzen İşletmesi’ni kurmaktır.
Bu hususta giriştiğimiz teşebbüsler başarılı olamamıştır.
a) Ahşap Evler yapmaya başladık. Bu çalışmalarımızı zamanla İstanbul’dan Sapanca’ya, oradan Düzce’ye, oradan Çatalca’ya, oradan İzmir’e taşımak zorunda kaldık... Bu arada pek çok sıkıntılar yaşadık, katkılar yaptık, bugünlere geldik. Şimdi İzmir’de 10 000 metrekarelik yerimiz vardır. Orada iki lojmanımız var, yerleştik. Makinaları oraya taşıma çabası içindeyiz. Yerimiz olacak, ama henüz ne zaman ne yapacağımızı bilemiyoruz.
b) İstanbul’da marketçilik yapalım dedik. Dükkanı tuttuk, rafları yaptık, yerimiz hazır. Ancak değişik sebeplerden dolayı henüz başlamış ve bir sonuç elde etmiş değiliz. Ama oradaki başka çalışmalar devam etmektedir.
c) Akevleronline kurduk. Yayın yapıyoruz. Ancak henüz istediğimiz düzeye çıkamadık.
d) Dergi çıkaralım dedik, henüz başaramadık.
Görülüyor ki, Adil Düzen teşebbüsleri başarısız oluyor. Neden?
Çünkü imtihan olunmaktayız. Allah sabrımızı deniyor.
Bu arada başardıklarımız yok mudur? Vardır.
ADİL DÜZENCİLER OLARAK NELERİ BAŞARDIK?
a) Adil Düzen Çalışmaları devam ediyor. 20 000 sahifelik bir birikim vardır. Bunlar tashih ediliyor ve bilgisayar ortamına sokuluyor. Bunlar şimdilik bizim en büyük başarımızdır. Allah’ın bize lütfettiği kevserdir.
b) Her hafta Üsküdar’da, Ümraniye’de, Yenibosna’da, Ankara’da, İzmir Selâmet Konağı’nda Adil Düzen anlayışı içinde Kur’an okuma ve yazma çalışmaları devam etmektedir. 288’inci semineri yapmamız küçük ve basit bir olay değildir. Bunlar Adil Düzen Çalışmalarının ana nüvesidir.
c) Hazırladığımız projeleri belli kişilere, kurumlara, bilhassa belediyelere tebliğ etmiş bulunuyoruz. Bunun şimdilik bize bir yararı yoktur. Biz Allah’ın bize verdiği emirleri yerine getirmiş oluyoruz. Buradaki tebliğ vazifemizi tam yapmış olmasak bile, yeter derecede uyarıyı yapmış oluyoruz.
d) Teşebbüslerimiz başarısız olmakla beraber, varlıklarını sürdürmektedir. Ümitsizliğe düşüp işin peşini bırakmış değiliz. Bunlar varlıklarını sürdüreceklerdir.
Durumumuzu böylece özetledikten sonra, kısaca neler yapmamız gerektiğine temas edelim.
‘ADİL DÜZEN İŞLETMESİ’ NELERİ HEDEFLER?
a) HERKESE İŞ: Adil Düzen Adil Düzencilerin iş bulmalarını hedefler. Yani, bize katılan hiç kimse işsiz kalmasın ister. Yalnız burada Adil Düzencilerin diğer teşebbüslerden farkı şudur. Başkaları işsiz kalsın, onların yapacağı işe biz atanalım istemez. Aksine, her insan bağımsız bir ekonomi ünitesidir. Başkalarının işlerini eksiltmeden kendimize yeni iş yapalım isteriz. Dolayısıyla mevcut işlere tâbi olma yerine, yeni iş yapmayı hedefliyoruz.
“Mala-Mal Marketi” projesi yenidir, kimseyi rahatsız etmez…
“Ahşap Evler Siteleri” projesi de yenidir, kimseyi rahatsız etmez…
b) HERKESE AŞ: Bunu yaparken de asla başkalarının aşı azalsın, bizim aşımız çoğalsın şeklinde değildir. Yeni üretim imkânları ile yeni üretim yapalım ve kimseye yük olmadan karnımızı doyuralım diyoruz. Adil Düzenciler başkalarının lokmalarına ortak olarak değil, onları kendi lokmalarına ortak ederek herekse aş peşindedirler.
c) ÇEVRE İMARI: Çevremizi daha çok insanı besleyecek şekilde imar edelim. Yani, bugün bu topraklardan 10 kişi geçiniyorsa, biz öyle işler yapalım ki öldüğümüz zaman 12 kişi geçinir hâle gelsin. Böyle işler yapmak istiyoruz. Gelecekteki nesillerin haklarını çalarak değil, onlara bir şeyler bırakarak bu dünyadan ayrılmayı hedefliyoruz. Ayrıca biz diyoruz ki; benim yerim mamur olunca, komşuların ve dünyadaki herkesin yerlerinin de mamur olması gerekir. Onlardan bir şey çalmamamız gerekir. Çevreyi kirletmeme de en titiz olduğumuz konuların başında gelmektedir.
d) NÜFUS ARTIŞI: Nihayet nüfusumuz artmalıdır. Bu artış iki şekilde olur. Çocuklarımız çoğalır, nüfusumuz artar. Adil Düzenciler bu nüfus artışına son derece taraftardırlar. Ancak ikinci nüfus artışını da teşvik eder. O da göçlerle nüfusu artırmadır. Göç kabul edeceğiz. Nüfus artarsa göç vereceğiz. İnsanlık içinde çözümler üreteceğiz.
Adil Düzenin ekonomik hedefi budur. Herekse iş, herkese aş, daha fazla imkân ve daha fazla nüfus.
Bugün bu hususlarda adımlar atamıyorsak, bunun sebebi bilgilerimizin yeteri kadar tamamlanmaması sebebiyledir. Allah hata yapmamızı istemiyor. Yapılacak iş, yapmakta olduğumuz bu çalışmaları artırmadır.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 288. SEMİNER Yorum-118 İstanbul, 21 Ocak 2005
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI
(Selahattin Öztürk Üsküdar’da değerlendirecektir.)
TÜRKİYE’DEKİ SİYASİ OYUNLAR VE AK PARTİ
Her topluluğu yöneten bir arka güç vardır. ABD’nin arkasında Yahudi sermayesi vardır, ABD’yi o yönetir. İngiltere’nin arkasında Lortlar Kamarası ve krallık vardır, İngiltere’yi onlar yönetir. Fransızların arkasında Fransız devrim ekibi vardır, ateist bir oluşumdur, Fransa’yı o ekip yönetir. İtalya’nın arkasında Papalık vardır, İtalya’yı orası yönetir. Türkler asker millettir, Türkiye’nin arkasında da Türk Ordusu vardır, Türkiye’yi o yönetmektedir.
Böylesine arkasında kendi güçleri olmayan ülkeler dışarıdan yönetilirler. Bugün Çin ve Hindistan çok büyük iki güç olmalarına rağmen, arkalarında millî güç olmadığı için etkinlikleri yoktur.
Türkiye’yi yıkmak isteyenler Türk ordusuna düşmandırlar. Türk ordusunu zayıflatmak, Türk ordusunu halktan koparmak için çeşitli tertipler ve oyunlar oynamaktadırlar. Türk ordusunu ilk önce Osmanlı Devleti’ne düşman ettiler ve onlara Osmanlı Devleti’ni yıktırdılar. Ancak vaat ettikleri Misakı Millî sınırları içinde millî devlet kurdurmadılar, Sevr’i dayattılar. Bunun üzerine uyanan Türk generalleri Türk halkı ile birleşerek İstiklâl Savaşı’nı yaptılar.
Sonra ne yaptılar? “Lâiklik” adı altında Türk ordusu ile Türk halkının arasını açtılar. Mahalli isyanlar oldu. Halk silahtan tecrit edildi. Esas hedefleri de bu idi. Çünkü İstiklâl Savaşımızı halkımızın çok iyi silah kullanması ile başarmıştık. Türk ordusu ile halkın arasını açma hikâyesi sürüp geldi.
1930’larda kıyafet, içki, kumar, balo gibi İslâmiyet’e aykırı dayatmalarla Müslümanlar devlet yönetiminden ayıklandı. Tam ateist bir ordu oluşturma hedeflendi.
1940’larda Köy Enstitüleri ile köylü dinden koparılacaktı…
1950’lerde demokrasi bahanesiyle Türk ordusu horlanmaya başlandı. Bir albaya limon satan tezgâhtar kadar bile maaş verilmedi. Ondan sonra Türk ordusu on senede bir müdahale ederek Türk halkından uzaklaştırılmak istendi. Kenan Evren’in yüksek politikası sayesinde 1990 darbesi olmadı; ama 1997 darbesi gecikmiş olarak yapıldı. Türk ordusu müdahale ettikçe her seferinde halkıyla olan arası daha da açılıyordu.
2002 yılında Batı Türk ordusunun bitirilmesi kararını aldı. Batı hayranı Mesut Yılmaz Avrupa’ya çağrıldı ve ona; “Biz sizi AB’ye alacağız ama ordu engeldir, orduyu tasfiye edin!” dendi. Mesut Yılmaz “MHP var, tasfiye edemiyoruz!” deyince; “Hükümeti bozun ve Çiller ile hükümet kurun!” dendi. Mesut Yılmaz Türkiye’ye geldi, Tansu Çiller’e bunları anlattı.
Yapılan plana göre Çiller ile hükümet kurulacak ve Türk ordusu tasfiye edilecek! Genel Kurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu ekibi gidecek, Genel Kurmay Başkanlığı Konya’ya taşınacak ve Millî Savunma Bakanlığı’na bağlanacak, hattâ müsteşardan sonra gelecek. Millî Güvenlik Kurulu’nda askerlerin etkisi azaltılacaktı.
Hâsılı, Türkiye kolay yenen ve yutulan bir lokma durumuna getirilecekti.
Tansu Çiller bu öneriyi kabul etmedi. Askerlere haber verdi.
İşte o tarihten itibaren Türk ordusu siyasetini değiştirdi.
Daha önce dışa bağımlı sermaye ile işbirliği hâlinde olan ordu devamlı olarak Müslümanlara saldırır gibi yapar, halkıyla arasını açardı. MİT de bu iki gücün emrinde faaliyet gösterir, seçimler ona göre sonuçlanırdı. Ecevit hükümetleri hep böyle sermaye ile ordunun işbirliği ve MİT’in faaliyetleri ile iktidar olmuştur.
Tansu Çiller’den bu haberi alan ordu artık siyaseti değiştirdi. 3 Kasım seçimleri için Devlet Bahçeli’ye talimat verdi. Büyük bir özveri ile Bahçeli erken seçimi ortaya koydu. Ecevit’in de dirayetli kararları ile 3 Kasım seçimleri oldu. Benim korkum MİT üzerinde idi. MİT şimdi ne yapacaktı? Askeri mi, yoksa sermayeyi mi dinleyecekti? Askeri dinledi, böylece Türkiye Cumhuriyeti Devleti büyük bir imtihanı başarı ile aştı.
Ordu ve MİT müdahale etmedi. Seçimler serbest olarak yapıldı. Maalesef hakimler sermaye tarafı olmaya devam ettiler. Hiç de hukuki olmayan kararlar aldılar. Ama onların etkisi ordunun tarafsız kalması sonucunda bertaraf edildi. Türkiye böylece ordusunu kazandı. Türk halkı ile Türk ordusu arasındaki çatışma sona ermeye başladı.
Bizim tahminimiz CIA’nin Türkiye’yi rahat bırakmayacağı şeklinde idi. Gerçekten öyle oldu.
Resepsiyon krizi yaratılarak AK Parti ile ordunun arasını açmak istediler. Memnuniyet verici olmuştur ki, CHP dışındaki siyasi partiler AK Parti’nin yanında yer aldılar. Devlet Başkanı da CHP’nin yanında yer alınca, ordu da onların yanında yer aldı. Çok tehlikeli gerginlik ortaya çıktı. Ne var ki, askerlerin AK Parti’ye tavsiyeleri ve krizin büyümemesi sayesinde bugünlere geldik. Düşmanlarımız Türk halkı ile ordunun arasını açamadılar.
Türkiye en büyük krizi tezkere meselesinde yaşamıştır.
Eğer tezkere geçseydi, şimdi Türkiye’de her tarafta ABD askerleri olacak, Mustafa Kemal’in dediği gibi; tersaneler işgal edilmiş olacaktı. Irak’la savaş durumunda olacaktık. Avrupa ile müzakere tarihi alma yerine, görüşmeler bile kesilecekti. Allah orada Türk milletini korudu. Yine askerler sayesinde kıl payı kurtulduk.
Bu tezkerenin yüzü suyu hürmetine AB müzakere tarihini verdi. Böylece şimdilik AK Parti Hükümeti başarılı bir dış siyaset içinde gibi görünmektedir.
Ekonomiye gelince, AK Parti de ekonomide hiçbir şey yapmamıştır. Ne var ki, İMF’nin Türkiye’yi batırmak için 1997’den beri uygulattığı program hedefe ulaşmamış, halkın kendi ekonomisi sayesinde başarılı sonuçlar elde edilmiştir. Batı dünyasının ekonomik formülleri Türkiye’ye uygulanamaz. Onun için Türkiye’yi ekonomi bakımından çökertme programı işlememiştir. Ekonomide AK Parti Hükümeti başarılı olamamıştır. İki yıl böyle dolmuştur.
Bizim tahminimiz de böyle idi. Türkiye’de eğer devlet halkın önünde engel teşkil etmezse Türk halkı kendi sorunlarını kendisi çözer. Geç de olsa ekonomi rayına oturur. On yılda bir yapılan darbeler sebebiyle Türk ekonomisi bugünkü perişan haldedir. ABD’nin iki yıl sonunda bir oyun oynayacağını ve Türkiye’nin istikrarını bozacağını hesaplamıştım. İki yıl önceki tahminim bugün yanlış çıkmıştır. Bunun sebepleri nelerdir?
a) ABD’de iç çatışma başlamıştır. CIA devre dışı edilmek istendiği için CIA bir operasyon yapamamıştır.
b) Irak Savaşı beklendiği gibi gitmemiş, ABD’nin Birleşmiş Milletler üzerindeki etkisi kırılmıştır.
c) ABD ile AB arasında Türkiye’deki tezkereden sonra çekişme su yüzüne çıkmış, Rusya ve Çin de AB’nin yanında yer almışlardır.
d) Dolar beklenmedik bir şekilde tökezlemeye başlamıştır.
BU sebeplerden dolayı ABD Türkiye’de yapacağı operasyonu yapamamıştır.
Böylece Türkiye’nin ve AK Parti’nin önü açılmıştır.
Şimdi bu anlattıklarımdan sonra diyebilirsiniz ki AK Parti başarılı olarak iktidarını sürdürecektir.
Burada yanılma vardır. AK Parti esas sorunları çözememiştir. Bunlar aynen duruyor.
Nedir bu esas ve temel sorunlar?
a) Türkiye’de 18 milyon insan işsizdir. Bu işsizler hâlâ iş bulmuş değildirler.
b) Türkiye çok ağır dış borç yükü içindedir. Osmanlıyı yıktıkları gibi bu borçlarla Türkiye’yi de yakında yıkacaklardır.
c) Türkiye’de bağımsız, yansız, etkin ve saygın yargı yoktur. Yargı yok demek, devlet yok demektir. Bu hususta hiçbir şey yapılamamıştır.
d) Dış sermayeye bağlı basın Türkiye için her an tehlike olmaya devam etmektedir. Düzelme yolunda en küçük bir adım bile atılmış değildir.
O halde Türkiye hâlâ komadadır ve ağır bakıma muhtaçtır.
Tehlike nereden ve nasıl gelebilir?
Şimdi CHP’de oynanan oyun Kemal Derviş’i başkan yapma oyunudur. Ondan sonra AK Parti bölünecek ve CHP ile Derviş’in başbakanlığında bir koalisyon kurulacaktır. Ondan sonra Türk ordusunun tasfiyesinden işe başlanacaktır. Türkiye Avrupa Birliği’ne hemen alınacak, İngiltere ile birleşen Türkiye Avrupa Birliği’ni bölecektir.
***
Bunların hepsi tahmindir. Hiçbirisi doğru çıkmayabilir. Ama bir şey var ki, işte o tahmin değildir.
“Faizli Düzen” asla başarılı olamayacaktır. AK Parti’nin başarılı olma şansı sıfırdır.
Hele bir de zinacılarla bir olduktan sonra artık en küçük bir başarı şansı bile tanımıyorum.
Tabii tevbe etmezlerse bu böyle olacaktır.
Ama tevbe eder, Adil Düzencilerle bir olur, faizli zalim düzen yerine “Adil Düzen”i kurarsa, o zaman sadece AK Parti’nin değil, her partinin başarı şansı vardır.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92