ADİL DÜZEN 290
“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 04-07 Şubat 2005 Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 290. SEMİNER
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği) Tel: (0532) 246 68 92
* TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00); Cumartesi Yenibosna (17.00-21.00); Pazartesi Ümraniye (19.00)]
Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 20.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır.
(Hasan Özket, Yasin Kılar, Hasan Çetinkaya, Reşat Nuri Erol, Lütfi Hocaoğlu, ve ………..… dersi okumuş olarak geleceklerdir.)
Üsküdar ve Ümraniye’de Reşat Nuri Erol tarafından; diğer yerlerde ilgili ve sorumlular tarafından anlatılacaktır.
Hedefimiz; bu “Seminer Notları”nın İstanbul’da 200, Türkiye’de 1000 yerde okunmasıdır. SÜLEYMAN KARAGÜLLE
NİSÂ SÛRESİ TEFSİRİ - 15
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ
إِنْ تَجْتَنِبُوا كَبَائِرَ مَا تُنْهَوْنَ عَنْهُ نُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَنُدْخِلْكُمْ مُدْخَلًا كَرِيمًا(31)
وَلَا تَتَمَنَّوْا مَا فَضَّلَ اللَّهُ بِهِ بَعْضَكُمْ عَلَى بَعْضٍ لِلرِّجَالِ نَصِيبٌ مِمَّا اكْتَسَبُوا
وَلِلنِّسَاءِ نَصِيبٌ مِمَّا اكْتَسَبْنَ وَاسْأَلُوا اللَّهَ مِنْ فَضْلِهِ إِنَّ اللَّهَ كَانَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا(32)
وَلِكُلٍّ جَعَلْنَا مَوَالِيَ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْأَقْرَبُونَ وَالَّذِينَ عَقَدَتْ أَيْمَانُكُمْ فَآتُوهُمْ نَصِيبَهُمْ
إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدًا(33)
إِنْ تَجْتَنِبُوا (EiN TaCTaNıBUv) “İctinab ederseniz.”
“Cenb” yan demektir. Bedeninin yan tarafı cenbdir. “Câri zi’l-kurba ve câri zi’l-cünübi” denmektedir. Bunun iki manâsı vardır. Biri yakın, diğeri uzak komşu demektir. Akraba komşu ve akraba olmayan komşu anlamlarına gelir. “Sahibi’l-cenbi” demek, yatalak kimse demektir.
“İctinab etmek” uzak durmak demektir. Ama büsbütün uzak olmak demek değil, bulaşmamak demektir. Bir şey hem komşu olabilmekte hem de cenb olmaktadır.
“İctinab etmek” demek, komşu kalmak ama bulaşmamak, sakınmak demektir.
İki türlü eğitim sistemi vardır. Kötülerden uzak durarak kendini korumak vardır. Allah bunu istemiyor. Kötülerden değil, kötülüklerden uzak olacaksın, kötülerle beraber olacaksın, onları iyiliklere çağıracaksın.
Türkiye’de yaşamak zordur. Çünkü faizli müesseselerin içindesin. Avrupa’da yaşamak daha zordur, çünkü hem faizli hem zinalı bir düzende yaşayacaksın. En iyisi ne faizin ne de fuhşun olduğu bir dünyaya gidelim diyebilirsin. Ama Allah bizden bunu istemiyor. Bu düzende yaşayacaksın ama faizsiz iş yapacaksın. Avrupa’da yaşayacaksın ama zina etmeyeceksin.
“İctinab etme” kelimesi bu bakımdan çok önemlidir. Kaçmak yerine korunmak, kötülükler içinde iyi kalabilmektir. Kalabildiğin kadar kalacaksın. Cihad edeceksin. Gücünün yettiğinden fazlasından sorumlu değilsin. Evlenmek de böyledir. Evlenip de günahkâr olacağıma ‘evlenmem’ demeyeceksin. Evleneceksin ve günah işlemeyeceksin. Ne kadar gücün yeterse o kadar günah işlemeyeceksin. İçki içenlerden değil, içki içmekten uzak olacaksın. O halde sarhoş olmadan içki içenlerin sofrasında oturursun, yemek yersin ama kadeh kaldırmazsın. Şerefe içmek küfürdür. Allah’a hamd etmek yerine, kişinin şerefine kadeh kaldırılıyor!
كَبَائِرَ مَا تُنْهَوْنَ عَنْهُ (KeBAEıRa MAv TuNHaVNa GaNHu)
“Nehy olunduğunuzun kebairinden ictinab ederseniz.”
Bu âyet önce şuna delâlet eder ki, ne nehy olunmuşsa o haramdır. Nehy de nehy sığasıyla olur.
Burada şerde kurbet etmeyin diye nehy sığasını kullandı. Sonra da ben sizi bundan nehy etmedim mi diye soruyor. Demek nehy sığası nehye delâlet eder. Kur’an’da olumsuz emir sığasıyla söylenen kelimelerin hepsi nehydir. Emirden faklıdır. Emri bir defa yerine getirirsen emir yerine gelmiş olur. Nehyi asla yapmayacaksın. Emri yerine getireceksin. Emirde faalsin. Nehiyde ise sakinsin. Emirdeki cemi müzekkeri sâlim o işin birlikte yapılmasını âmirdir. Nehyde ise toplulukta yasak hâline getirilmesidir. Cemaatçe o yapılmamalıdır. Zina topluluk içinde yapılmayacaktır.
Büyük günahlara gelinirse, iki türlü büyük günah vardır.
1) Birincisi, bir defa yapılan fiil aslında küçük günahtır. Sigara böyledir. Bir defa, iki defa içerseniz, bu küçük günahtır. Ama küçük günahı devamlı olarak işleyip de alışkanlık hâline getirdiniz mi, sigarayı bırakamaz oldunuz mu, büyük günah işlemiş olursunuz. Bu âyet şunu söylemektedir. Alışkanlık hâline getirmediğiniz küçük günahları affederiz. Ama işleye işleye onun müptelası olmuş iseniz, artık onun affı kendisine kalmıştır. Kumar oynamak, şans oyunları oynamak böyledir. Futbol seyretmek zaman israfı olduğu için küçük günahtır. Ama alışkanlık hâline getirip de seyretmeden duramıyorsanız büyük günaha dönüşmüş olur. Böyle bir tehlike ile karşılaştığınızda onu terk edebiliyorsanız küçük günahlar tekfir edilecektir.
2) İkincisi, bazı günahlar büyük sayılmıştır. O günahı bir defa işlemeniz böyledir. Bir defa adam öldürmek büyük günahtır. Bir defa zina yapmak büyük günahtır. Büyük günahlar değişik hadislerde sayılmıştır. Bunların Kur’an’dan çıkarılması gerekir. “İsmen azima” diyorsa, o büyük günahtır. “Azaben şediden” veya “Azaben elimen” diyorsa büyük günahtır. Biz burada hadislere de dayanarak büyük günahları sayacağız. Ancak bunun için Kur’an’da araştırma yapılması gerekmektedir.
a) Allah’a şirk koşmak. Bunun pratikte anlamı, yaşadığın topluluğu bölmeye çalışmaktır. Yaşadığın topluluğu her zaman düzeltmeye çalışırsın, ama onu parçalamak, dağıtmayı istemek başta gelen günahtır. Hicret ettikten sonra normal komşuluk içinde savaşabilirsin, ama içte savaş yoktur.
b) İkincisi ise kısas ve fesat dışında bir insanı, herhangi bir nefsi öldürmek de büyük günahlardandır. Kur’an’da bir nefsi haksız yere öldüren bütün insanları öldürmüş gibi olur deniyor. Haklı öldürme de kısas ve fesadı deftir.
c) Zina da büyük günahlardandır. Çünkü zina insanın dayandığı temel yapıyı yani aileyi yok etmektedir.
d) Yalandan şehadet de büyük günahlardandır. Çünkü tüm topluluk, düzen ve adalet şehadete dayanmaktadır.
e) Savaşta askerlikten firar etmek de büyük günahlardandır. Çünkü savaşa sana güvenilerek gidilmiştir. Sen onları terk etmekle büyük günah işlemiş olursun.
f) Bakmakla mükellef olduğun anne, baba, çocuklar ve eş gibi kimseleri terk etme, akrabalık hukukuna riayet etmeme de böyledir.
Bu altı yasağı işleyen büyük günah işlemiş olur. Bunların küçüğü yoktur.
Ayrıca devamlı işlenmesi hâlinde büyük günaha dönüşenler vardır.
1- İçki içmek.
2- Hırsızlık yapmak.
3- Faizli işler yapmak.
4- Kumar oynamak.
5- Rüşvet almak.
Acaba bunların dışında da büyük günahlar var mıdır? Mesela, ibadetleri terk etmek, domuz eti gibi yasak şeyleri yemek... Bunların üzerinde araştırma yapılmalıdır. Siz de bir liste yapabilirsiniz.
نُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ (NuKafFiR GanKuM SeyYiEAvTıKuM)
“Sizden seyyielerinizi tekfir ederiz.”
Yani seyyieleriniz tekfir olunur. Büyük günahlardan uzak durursanız Allah küçük günahlarınızı silecektir. Keffaret olacaktır. Bunu şöyle açıklayabiliriz.
Bir kimse sigaraya alışmamışsa, ona sigara içmediği için bir sevap yazılmaz. Günahı da yoktur. Ama bir kimse sigaraya alışmış da sigarayı bırakırsa, ona sevap yazılacaktır. Bıraktığı için eskiden işlediği o günah tekfir edileceği gibi sevap da almış olur ve hiç içmeyenden fazla olarak sevaba da ulaşabilir. Bir kimse zina yaptığı kadınla evlenir ve yuva kurarsa, Allah yaptığı zinayı affedebilir. Böylece seyyieleri ictinab etmiş olmasından dolayı tekfir edilecektir. İçkicilerle oturup kalkıldığı halde içki içmemek sevap olmuş olur.
Türkiye’de yaşayıp faizli iş yapmamak insan için ibadettir, ona sevap yazılacaktır. Faizli deyince, faizin tarifini yapmak gerekir. Faiz demek, bir muamelede biri zarar ederken diğeri kâr ediyorsa o faizdir. Kazançlı işlerde sabit kira faizdir, sabit ücret faizdir, sabit kâr faizdir ve sabit vergi de faizdir.
İşte bunları bugün yapmayan, namaz kılmasa da cennete gidebilir. Ama Kanuni Sultan Süleyman zamanında bunları yapmamanın bir sevabı yoktur. Genel olarak şu kaideyi koyabiliriz. İslâm düzeninin olduğu, adil düzenin olduğu yerde bir günah işlersen cehenneme gidersin. Zulüm düzeninde ise bir sevap işlersen cennete gidersin. Bu bakımdan siz Adil Düzenciler cennetle müjdelenmiş oluyorsunuz.
وَنُدْخِلْكُمْ مُدْخَلًا كَرِيمًا(31) (Va NuDPıLuKuM MüDPaLan KaRIyMan)
“Ve sizi kerim bir müdhale idhal edecektir.”
Büyük günahlardan sakınma, küçük günahların affına sebep olduğu gibi ayrıca büyük günahlarla haşır neşir iken sabredip dayanabilenler müdal kerime/ keremli bir duhule dahil olacaklardır.
“Kerem” iyilik demektir. “Hasen” de iyilik demektir. Kerme, asmadır, üzüm asmasıdır.
Besinler iki kısma ayrılmaktadır. Biri enerji kaynağıdır. Onu yakarak tüm hayatı sürdürürüz. Diğeri ise vücudun yapısında kullanılır. Yapı saikidir. Cansızlarda da vardır. Ancak enerjiyi yakarak mekanik üretme mekanizması canlıda ve insanın yaptığı makinelerde vardır. Diğer nişasta ve şekerler, hattâ yağlar sonunda üzüm şekere dönüştürülerek kullanılır. Dolayısıyla en kıymetli besin üzümdür. Üzümü veren de asmadır.
Keremli bir yer demek, hiçbir değişikliğe gerek kalmadan hemen yaşanabilen yer demektir. Kötülükler işlendiği halde, kendileri kötülükleri işlememişlerse, buna sabretmişlerse, onlar Adil Düzen içinde yaşayabilecek ve o düzeni yaşatacaklar demektir. Dolayısıyla Allah böyle bir yere onları idhal edecektir.
Bizim Adil Düzen İşletmeleri kurmamız gerekmektedir; Adil Düzen Siteleri kurmamız gerekmektedir. O düzeni bu kötü çevrede yaşatmamız gerekmektedir. Herkes vergi kaçırırken, siz vergi kaçırmadan bir işletme kurabilirseniz “Adil Düzen”in temelini attınız demektir.
Akevler’de biz bunu nasıl başardık? Araziyi aldık, parselledik. Araziyi tarla fiyatıyla aldık. Arsa hâline gelince kıymetlendi. İnşaattaki zararları onunla kapattık. Zarar dediğimiz maliyetimiz ona göre düştü. Dolayısıyla vergi kaçırmadığımız halde ortaklarımıza ucuz verebildik. Arsa payı %50 olmuştur. Oysa biz %10 ile arsalara sahip olduk. Vergideki fazlalığımızı biz böylece kapattık.
İşte bu çalışmamız sayesindedir ki bugün anayasa ekseriyeti ile iktidar olan hükümetimiz vardır.
Henüz vatanımız kerim müdhal olmamıştır, ama cehennem olmaktan çıkmak üzeredir. Türkiye’de bir iş yapmaya başladınız mı, hortumcuların kışkırtmasıyla kamu üzerinize çullanır ve sizi iflas ettirir. Bugün bu durumdan kurtulmak üzereyiz. Daha çok çalışmamız ve büyük günahlardan uzak durmamız gerekmektedir. O zaman “Adil Düzen” gelecek ve kerim müdhale idhal edilmiş olacağız.
Bu kerim müdhal yer ülkemiz olacağı gibi başka ülke de olabilir. ABD İran’a saldırmaya hazırlanıyor. Eğer Türkiye de ABD tarafını tutarsa Türkiye yok oluyor demektir. Sonunda İran muzaffer olacak ve kerim müdhal İranlıların ülkesi olacaktır. Belki başka yer olacaktır. Ama Türkiye “Adil Düzen”i kabul eder ve saldırganlara karşı komşularla bir olursa, o zaman bu kerim müdhal Türkiye olacaktır.
Onun için nekire gelmiştir. Bu cennet değildir. Cennet olsaydı marife gelirdi.
***
وَلَا تَتَمَنَّوْا (Va LAv TaTaManNaV) “Temenni etmeyiniz.”
“Temenni” “Mena”dan gelen bir kelimedir. “Mena” evler arasındaki alandır. Karşılıklı evler kurulur, ortası güvenli olarak bulundurulur. İnsanlar dışarıda iken bir an önce buraya dönmek isterler. Menanın dışında olanlar güvenlik içinde değildirler, sürekli korku içinde olurlar. Menaya dönünce güvene girerler.
Ama asıl temenni insan psikolojisiyle ilgilidir. İnsan yorulduğu veya sıkıldığı zaman evini özler. Eve gelince rahatlar. İşte temenni etmek, eve dönüş duygusunu yaşamak demektir. Ona kavuşmayı istemektir.
Tefaul bâbı, ikiden fazla kimselerin birbirlerine karşı bir şey istemeleridir. Bu eğer hepimizin olsun şeklinde olursa kevser olur, benim olsun başkalarının olmasın şeklinde olursa tekasür olur. Burada men edilen tekasürdür, kevser değildir.
مَا فَضَّلَ اللَّهُ بِهِ (MAv FawWaLa elLAHu) “Allah’ın onun için tafdil ettiğini istemeyiniz.”
“Fadl” üstünlük demektir, fazlalık demektir. İçtikten sonra bardakta kalan su fadldır. Tasarruf edilen kısımdır. İnsanının muhtaç olduğu kısımlar hâcettir. Onun dışında elde ettiği kısımlar fadldır. İnsanlar günde diyelim 5 saat çalışıyor, geçiniyor ve 3 saati de artıyor, onunla biriktiriyor, işte o fazldır. İnsan bu fazlalığı ile ilim yapmakta, sonra o ilmi uygulayarak evrim yapmaktadır. İnsanların ihtisaslaşması ile evrim olmaktadır.
Allah insanları eşit yaratmamış. Kimine bir sahada üstünlük vermiş, kimine de diğer sahada üstünlük vermiştir. Böylece aralarında işbölümü oluşturmuştur. İnsanlar değişik işlerde değişik kimselere üstün olmakta ve o hususlarda birbirlerine tâbi olmaktadır.
Kâinatta eşitlik ilkesi yoktur. Güneş ile Yer benzer olsaydı hayat olmazdı. Güneş güçlü ve ışık verendir. Yer de küçük ve ışık alıp kullanandır. Şimdi hangisi hangisinden daha faziletlidir; Güneş mi Yer mi? İkisi de farklıdır ve değişik sahalarda birbirlerinden üstünlükleri vardır. İşte Güneş Yer, Yer de Güneş olmaya kalkışırsa düzen bozulur. İnsanlar da değişik üstünlüklere sahiptirler. Herkes kaderine razı olmalıdır. Kadın erkek olmaya veya erkek kadın olmaya kalkışırsa o zaman düzen olmaz. O halde kimse kimsenin yerine göz dikmemelidir.
Bir kapıcı müdürlük yapamaz, ama müdür de kapıcılık yapmaz. Köylü ticaret yapamaz ama şehirli de tarlayı ekip biçemez. Herkes kendi yerini v konumunu bilmelidir. Kimse diğerine tahakküm etmemelidir.
بَعْضَكُمْ عَلَى بَعْضٍ (BaGWaKuM GaLAy BaGWın) “Bazınızı bazınız üzerine tafdil etmiştir.”
İnsanlar nerelerde birbirine eşit değildirler?
a) İnsanlar değişik yaştadırlar ve eşit değildirler. Önce hem zihnen hem bedenen zayıftırlar, çocuklar babaları gibi değildirler. Kimse ben niye babamdan küçüğüm diyemez. İnsan önce bedenen güçlenmeye başlar. Sonra yavaş yavaş gelişerek güçlü hâle gelir. 25 yaşlarında en güçlü durumdadır. 40 yaşına geldiği zaman zihnen en gelişmiş durumdadır. 50 yaşlarında beden olarak çökmeye başlar. Zihnen de 63 yaşından sonra gerilemeye başlar. Ama insanda bilgi ve beceri birikimi artmıştır. Dolayısıyla eski işleri yapmaya daha mahirdir. Bu yaş farkıdır.
b) İnsanlar arasında ikinci fark ise ilimde ve beceridedir. İlim sonsuzdur. İnsan hangi sahada âlim olmak isterse orada ilerler. İnsanların çoğu ya öğrenmekten hoşlanmazlar, ya da ihtisas yapmazlar. Daldan dala konarlar. Dolayısıyla onlar vasat kimseler olurlar. Ama bazıları bir sahada çalışmada sebat ederler. Zamanla bilgileri gelişir. Diğerlerinden o sahalarda üstün olurlar. Ama onlar diğer sahalarda vasatın altında olurlar. Ayrıca beceri de böyledir. Eğer bir insan meslek değiştirmezse ihtisas sahibi olur ve diğerlerinden üstün olur.
c) İnsanlar bir de daha çok kadere bağlı olarak zengin veya yoksul olabilirler. Mesela bir kimseye babasından miras kalmış olabilir. O insan onu daha iyi kullanmayı bilir ve zengin olabilir. Babasından servet kalmamışsa veya kullanmayı bilmiyorsa zengin olamaz. İlme meraklı olanlar zengin olamaz. Makama meraklı olanlar da zengin olamaz. Hazreti Peygamber aleyhisselâmın hayatı hep yoksulluk içinde geçmiştir. Aslında hayatta çok imkanlar yakalamıştır, ama o zengin olmak istememiştir. Allah’a o kadar mütevekkildi ki, kendisine bir mal geçince onun üzerinden geceyi geçirmez, o gün dağıtırdı. Kur’an’da bu hususta ihtar almıştır.
d) İnsanlarda en büyük fark karı-koca arasındadır. Allah kadına başka, erkeğe başka özellikler vermiştir. Herkes kendi dünyasından hoşlanır.
1- Kadın çocuk doğurmakta, süt verebilmektedir. Oysa erkek çocuk yapamamakta ve süt verememektedir. Kadın ve erkek hiçbir zaman birbirine eşit değildir.
2- Kadın temizlik yapmak, düzenlemek, yemek pişirmek, çocuk bakmak gibi insana hizmetten zevk alır. Erkek ise bunları kadın kadar becerememektedir. Erkek daha çok iş yapmaktadır.
3- Kadın daha merhametli ve barışçıdır. Sorun çıkarmamak ve yatıştırmakla uğraşır. Erkek ise daha cesurdur ve direnç gösterir. Bu durum kadının bedenen zayıf, erkeğin güçlü yaratılmasından doğan bir farklılıktır.
4- Kadınlar harcamaktan hoşlanırlar. Ekonomik ve yarayışlı harcama yaparlar. Genellikle israftan kaçınırlar, ama harcamak isterler. Erkekler ise kazanmaktan hoşlanırlar. Çalışarak servet sahibi olmak isterler. Harcamaktan zevk almazlar. Harcadıkları zaman da israfı severler.
İşte kadın ve erkek böylesine farklı yaratılmıştır. Onlara yaratılışlarına uygun olarak farklı görevler verilmiştir. Kadınlar çocuk doğurup büyütmekten zevk alırlar. Erkekler ise çalışıp kazanmak ve çatışıp savaşmaktan zevk alırlar. Kadınlar arasında aşiret seviyesinde dayanışma vardır. Daha sosyaldirler. Erkekler ise gerek kazanmak, gerekse savunmak için insanlık çapında organize olmak zorundadırlar.
Devleti erkekler kurmuşlardır. Kadınlar da isterlerse kendi devletlerini kurabilirlerdi. Ama buna ihtiyaç duymuyorlar. Erkeklerin devletlerini kontrol altında tutmaktadırlar. Erkekler kadınları memnun etmekle uğraşırlar. Kadınlar ise erkekleri kırmamak için tedbir alırlar. Çok evliliğe karşı olmaları da daha çok kendilerinin ihmal edileceklerinden korkmuş olmaları dolayısıyladır.
Allah insanlara farklı kabiliyetler ve görevler vermiştir. Bunu sorun yapmadan bu geçici dünyada bulunduğunuz yerde kalbi selime sahip olmaya çalışmalıyız. Bizi ebedi hayatta üstün yapacak olan budur.
لِلرِّجَالِ (Lı elRiCALı) “Erkekler için”
Erkekler için kesbettiklerinde bir pay vardır.
“Rical” demek çalışan erkekler demektir. Savaşa katılan veya cizye veren erkekler demektir. Çoğul olarak gelince de nisaya karşı kullanılır. Erkeklerin payları vardır.
Baştan beri kadın-erkek ilişkisi anlatılmaktadır. Buraya gelinceye kadar aile müessesesi üzerinde durmuştur. Şimdi ise erkek-kadın ayırımı üzerinde duruluyor. Kadınlar kendi aralarında işbirliği yapabilir, dayanışma içine girerler. Erkekler de kendi aralarında dayanışma içine girerler. Üretimde elde edilen payların bölüşmesinde kadın-erkek katkıları nisbetinde pay alırlar.
نَصِيبٌ (NaÖIyBun) “Bir nasib”
“Nasib” pay demektir. “Nasb etmek” demek, hudut taşı dikmek demektir. Sonra her türlü paya nasib denmiştir. Erkekler için paylar vardır denmemiş de, erkekler için bir pay vardır denmektedir. Nekire (tekil) geldiğine göre başkalarının da payı vardır demek olur.
Bir işletmede aslında dört çift girdi vardır.
Altyapı ve üstyapı bir çifttir. Ham madde ve yardımcı madde ikinci çifttir. Kamu görevleri ile genel hizmetler de üçüncü çifttir. Dördüncü çift ise üretim emeği ile bakım emeğidir. Böylece ürün girdiler arasında bölüştürülür. Bu sebeple burada nekire olarak gelmiştir. Pay deyince de mirasta olduğu gibi bir paydır. Üretim yerlerinde sabit kira, sabit kâr, sabit ücret ve sabit kamu payı faizdir. Haramdır. Üretimden pay alınmalıdır.
مِمَّا اكْتَسَبُوا (MınMAv iKTaÖaBUv) “Kesbettiklerinde erkeklere bir pay vardır.”
Burada kesbeden erkeklerdir. Bu çok önemli bir ifadedir. Okullarda bütün insanlar muhtelittir. Mabetlerde bütün insanlar kadın-erkek, yaşlı-genç, sağlam-sakat ayırdetmeksizin muhtelittir. Dolayısıyla orada “mimma üktüsübe” denmesi gerekir. Ama işyerlerinde kadınların işyerleri ayrıdır, erkeklerin işyerleri ayrıdır. Herkes ne iş yapabilecekse o işi yaparlar.
Buna dayanılarak çocuklar için ayrı, sakatlar için ayrı iş yerleri açılabilir; hattâ açılmalıdır.
Biz bu sebeple diyoruz ki, öğrenci ve öğretmenlerin ayrı işyerleri olmalı, sübvanse edilmelidir. Mesela onlardan vergi alınmaz, elektrik bedava verilebilir.
Erkekler ise kendilerine iş kurarlar. O zaman oranın gelirlerinden emek payları onlara aittir.
“İktisab edilen” denmemiş de, “iktisab ettikleri” denmiş; o halde bunlar kendileri iktisab edeceklerdir.
وَلِلنِّسَاءِ نَصِيبٌ مِمَّا اكْتَسَبْنَ (Va LielNıSAEı NaÖIyBun MınMav iKTaÖaBNa)
“Nisa için de iktisab ettiklerinde bir nasib vardır.”
Kadınlar için ayrı işyerleri kurulacaktır. Bu işyerleri kadınların meskenlerine yakın olacaktır. Gerekli olduğunda evlerine gidip yemek yapabilecekler, çocuklarına bakabileceklerdir. Kadınların işleri hafif olacak, temiz olacak, bu arada çevreyi de kirletmeyecektir. Kadınlar isterlerse iş yapacaklar, isterlerse yapmayacaklar. Onlara öyle işler verilecektir. Kadınlar kendi aralarında bu ürünleri bölüşeceklerdir.
Kur’an ekonomisini düzenleyen iki mekanizma vardır. Biri kredi, diğeri vergidir. Krediler çalışanlara verilir ama işyerlerinde verilir. Kadının da erkeğin de kredi alma hakkı vardır. Ancak kadınlar bu kredilerini kadınların işyerlerinde kullanmalıdırlar. Erkekler de erkeklerin işyerlerinde kullanmalıdırlar. Kadınların erkeklerin işyerlerinde çalışmaları yasak değildir, ancak orada kredi istihkak etmezler. Erkekler de kadınların çalıştıkları yerlerde çalışabilirler ama orada çalışma kredisini istihkak etmezler. Diğer taraftan karışık kimseleri çalıştıranlar da vergi muafiyetinden yararlanamazlar. Mesela, ağır işler vergiden muaftır. Yeraltı ocaklarından çıkarılan kömür vergiden muaf olabilir. Ancak burada da çocuklar ve kadınlar çalıştırılamaz; çalıştırılırsa vergi muafiyeti kalkar.
Bu âyet İslâm’da çalışma ile ilgili düzenlemenin esasını içerir.
Bunun gibi sakatların üretim yaptığı yerlerde de benzer uygulamalar yapılır.
Burada da “Nasib” kelimesi nekire (tekil) gelmiştir. Bu bize şunu gösteriyor ki, bir işletme girdileri önce girdiler şeklinde paylaştırılır. Alta yapı, üst yapı, ham madde, yardımcı madde, bakım işçiliği, üretim işçiliği ve genel hizmet ile kamu görevi paylarını alırlar. Sonra bunlardan her biri kendi aralarında verdikleri ile orantılı olarak alacaklarını paylaşırlar. “Nasib” kelimesinin nekire ve müfret olması bunu icab ettirmektedir.
وَاسْأَلُوا اللَّهَ مِنْ فَضْلِهِ (VaıSEaLu elLAHa MıN FaWLiHi)
“Allah’ın fazlından sual ediniz.”
Bir iş yaparsınız. Yaptığınız iş kadar karşılık alırsınız. Bu insan için yeterli değildir. İnsan kazançlı iş yapmalıdır. Yani bir verip beş alabilmeli, on alabilmelidir. Bu nasıl mümkün olacaktır?
Toplulukça yapılan işlerde bereket vardır. Bire on, bire yüz alınabilir. Siz tek başına bir odada bir lamba yakarsanız onun ışığından sadece siz yararlanmış olursunuz. Bu bire bir almadır. Oysa aynı odada on kişi de çalışabilir. O zaman lambanın ışığından on misli yararlanılmış olur. Sadece kendinize yol yapsanız ondan kendiniz yararlanırsınız, ama ortak yol yaparsanız binlerce defa verim artmış olur.
“Allah’ın fazlından istemek” demek, topluluğa katılma ve topluluktan yararlanma demektir.
İlim de böyledir. 100 kilo patates olsa, 1 kilosunu birisine verseniz eksilir. Ama ilim öyle değildir. İlminizi istediğinize kullandırırsınız, sizde eksilmez, aksine daha da artar. İşbölümü yaparız ve hepimiz ayrı ayrı öğreniriz. Ne öğrendiklerimizi biliriz, o zaman hepimiz öğrenmiş gibi oluruz. O da onun fazlından istemedir.
Allah bir şey emrediyorsa sadece edebiyat olsun diye emretmez, bundan dolayı onu yapmamız gerekir. Bunu gerçekleştirmek için de somut mekanizmalar üretmemiz gerekir. “Allah’ın fazlından isteme” demek, topluluğun bereketinden isteme demektir. Biz bunu şöyle formüle ediyoruz:
a) Bir çözüm üretirken öyle bir çözüm üret ki bu çözüm sana her zaman yarasın. Sadece o sorunu çözen değil, benzer sorunu her zaman çözen çözümler üret. Çözümde süreklilik olmalıdır.
b) Bir sorunu çözerken sadece kendini düşünmeyeceksin, başkaları da o çözümden yararlanmalıdır. Böylece birimizin çözdüğü herkesin çözümü olacaktır. Dolayısıyla topluluğun fazlından istemiş oluruz.
c) Topluluktaki çözümlerden yararlanarak kendi sorunumuzu çözmeliyiz. Yani sâlihât amel etmeliyiz. Benim yaptığım sizin yaptığınızı tamamlamalıdır. Ama benim sorunumu ben çözmeliyim. Yani, icma içinde kalarak içtihat yapmalıyız, kendi sorunumuzu kendimiz çözmeliyiz. İcmaları işlerimize adapte etmeliyiz. Böylece icmanın desteğiyle içtihadın fazlından istemeliyiz. İçtihat yapmak demek, Allah’ın fazlından istemek demektir. Buna “zâtî çözüm” diyoruz.
d) Nihayet çözüm ilmî olmalıdır. Projeyi kâğıt üzerinde çizersiniz... Onun üzerinde düşünürsünüz... Uygularsınız... Sonuç hesapladığınız gibi çıkmazsa, üzerinde tekrar çalışarak hesabınızı düzeltirsiniz... Yani; ilmî, sonra amelî, sonra yine ilmî, sonra yine amelî olmak üzere sürekli gelişme içinde olursunuz. İşi makinelere yaptırmış olursunuz. Yaya üç ayda gidemediğiniz yere üç saatte gidersiniz. İşte bu “Allah’ın fazlından istemek”tir. Buna “ilmî çözüm” diyoruz.
Biz Adil Düzende ilmî çalışmalar yapıyoruz... Deniyoruz... Yaptığımız bu denemeler başta israf gibi geliyor. Ama biz bu ilmî çalışma ve denemelerimizle Allah’ın fazlından istiyoruz demektir.
Denemeler yapmak, “Allah’ın fazlından istemek” demektir. Çünkü sual etmek hem sormaktır, hem de istemektir. Bir şeyi deniyoruz demek; hem istiyoruz, hem de soruyoruz demektir.
Allah burada bize deneyerek araştırma yapmamızı emretmektedir. Bu hususta yaptığımız harcamaları Allah fazlından fazla fazla verecektir.
إِنَّ اللَّهَ كَانَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا(32) (EınNa elLAHa KavNa Bı KulLi ŞaYEın GaLIyMan)
“Allah her şeyi alîm bulunmaktadır.”
“Alîm” kelimesi sıfatı müşebbehedir. Hem fail hem de mef’ul anlamındadır. Yani bilen anlamında olduğu gibi aynı zamanda bildiren anlamındadır. Allah her şeyi bildirendir manâsına gelebilir. Bundan dolayı nekiredir. Çünkü bir kimseye her şeyi bildirmez. İstediği şeyi istediği kimseye bildirir.
Yani, siz Allah’ın fazlından isteyiniz... Denemeler yaparak araştırınız… Allah lâzım olan her şeyi size bildirecektir. Şimdi “Adil Düzen”i kurarken de böyle denemeler yapmalıyız… Araştırmalar yapmalıyız...
İzmir’de kurulan “Akevler Kredi ve Yardımlaşma Kooperatifi” böyle bir deneme merkezi olmuştur. O denemelerden pek çok kimse yararlanmıştır. Bugün İslâm âleminin eriştiği durum bu tür denemelerin mahsulüdür. Bundan sonra da denemelerimize devam edeceğiz… Araştırmalarımıza devam edeceğiz...
Ortaklıklar kurarız, deneriz, bilgi ediniriz... Bizim ömrümüz dolar ve artık gücümüz yetmez olur. Ancak bizden sonra başkaları çıkar ve o çalışmalardan onlar yararlanırlar. Bu bizi sevindirmelidir. Çünkü “Allah’ın fazlından sual etme”de katkımız olmuştur.
Allah bize bu hayrı işletmiş ve onun mükâfatını âhirete bırakmışsa, Allah’a hamd edeceğiz.
Hazreti İsa’ya hayatında sadece on iki kişi inandı. Şimdi iki milyar insan onun ardından koşuyor. Hıristiyanlara yaptığı zulüm ile şöhret bulan Roma sonunda kendisi Hıristiyan oldu. Bugünkü Hıristiyan Avrupa da yeniden dirilmeye çalışıyor…
Bizim yapmamız gereken deneyerek araştırma yapmamızdır. Eğer biz bugün Kur’an’ı bugünkü hayatın sorunlarını çözecek şekilde anlayabiliyorsak, bu Akevler’deki “Allah’ın fazlından isteme” çalışmalarımız sayesinde olmaktadır. Allah bize tâlim etmiştir.
Akevler’e katılarak mâlî ve bedenî destekte bulunan mü’minlerin duası berekettir. İleride daha çok bereketleri görülecektir. Biz bu çalışmalarda maddî başarı elde edemedik. Ama Allah bize ilmi lütfetmedi mi? Ondan istedik de vermedi mi? O halde hamd etmemiz gerekir. İleride maddî imkânlar da gelecektir. Allah’ın nasrı (yani yardımı) ve fethi gelecektir.
“Allah’ın fazlından istemek” demek, kadınlar için ayrı, erkekleri için ayrı, çocuklar için ayrı, sakatlar için ayrı işyerleri kurma demektir. Yani işbölümü yapma demektir. Çünkü kadınların yapacakları işleri erkekler yaparlarsa verimsiz olur. Erkeklerin yapacakları işleri kadınlar yaparsa verimsiz olur. Hele bugün olduğu gibi öğrenci, öğretmen ve askerlerin üretici olmaktan çıkmış olmaları Allah’ın fazlından istememe demektir. Hem okumalı ve öğretmeli, hem de üretim yapmalı. Askerler de bir taraftan savunma hazırlığını yaparken, aynı zamanda yararlı işler de yapmalıdırlar. Mesela, yolları onlar imar etmeli, trafik onlara ait olmalıdır. Haberleşme araçları ve Telekom onların olmalıdır. Halk karşılıksız olarak onlardan yararlanmalıdır.
Biz geçmişteki uygulamalara bakarak “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”nda bunları yazdık. Âyetin bu uygulamayı nasıl teyid ettiğini görüyoruz. Demek ki Kur’an doğru anlaşılmış… Uygulanmış...
Denemeler daha çok üretimde olacağı için bu emri buraya getirmiştir.
***
وَلِكُلٍّ (Va LıKulLin) “Herkes için”
“Liküllin” herkes için anlamındadır. Yani bütün insanlar içindir. Yahut kadın için, erkek için, sağlam için, sakat için, büyük için, küçük için eşitlik içinde haklar vardır. İnsanlar arasında bu hususta fark gözetilmez.
Miras böyledir. Herkes vâris olur. Hattâ mirastan mahrum etmek bile yoktur. Hazreti Peygamber aleyhisselâm, “vârisler arasında vasiyet yoktur” diyor. Bu âyetin bir uygulaması olur.
Can güvenliği de aynıdır ve böyledir. Bütün insanlar arasında eşitlik içinde kısas vardır. Diyetler eşittir. Cezada da eşitlik vardır. Bir fiili kim işlerse işlesin, aynı cezayı veriyoruz.
Davalı ve davacı olma bakımından da bütün insanlar eşittir.
O halde insanlar tarak dişleri gibi nerelerde eşittirler?
a) Mahkemede insanlar eşit kişiliğe sahiptirler. Kimseye farklı muamele yapılmaz.
b) Nefsin masumiyetinde eşittirler. Kısas uygulanır. Eşit diyet ödenir.
c) Mirasta eşittirler. Herkese mefruz hak verilir.
d) Cezada eşittirler. Aynı suçu işleyenlere aynı ceza verilir.
Miras uluslararasıdır. Taşınır mallar aynen bölüşülür. Taşınmaz mallarda da yararlanma mülkiyeti bölüşülür.
جَعَلْنَا مَوَالِيَ (CaGaLNAv MaVAliYa) “Biz herkes için bir mevali ca’lettik.”
“Ca’lettik”, koyduk anlamındadır. Türkçede “kıldık” şeklinde de kullanılır. Günümüzde namaz kılmanın dışında bu kelime pek kullanılmaz. Bazı şeyler vardır ki hariçte ca’ledilmiştir. İnsanın dik yaratılması bir ca’ldir. Bazı ca’ller ise hukuki kural olarak ortaya çıkar.
Tereke üzerinde mevaliye konmuş olması bize gösteriyor ki, vârisler üzerine konan hükümlerden bahsedilmektedir. Ca’ledilen mevaliyedir. “Mevâlî” mefail veznindedir. “Mevlâ”nın çoğuludur. “Mevlâ” meflâ vezninde ism-i zaman, ism-i mekân ve masdar-ı mimîdir. Velâyet yeri yaptık anlamına gelmektedir. Terk edilen mirastır. Miras üzerinde velâyet hakkı yani yönetme hakkı vardır. Kıyam mülkiyeti verasetle değil vasiyetle intikal eder. Ancak kıyam mülkiyeti intifa mülkiyeti içindir. Dolayısıyla intifa mülkiyetine sahip olanların kıyam mülkiyetine sahip olanları denetleme yetkileri vardır. Biz bunu şöyle oluşturuyoruz.
Mesela, bir fabrikanın sahibi olarak bin ortak vardır. Bunlar hisse senetlerinin kira payından yararlanırlar. Bunlar yönetime karışmazlar. Ancak kıyam mülkiyetine sahip kılmak bunların işidir. Ortaklar temsilciler seçerler. Bir temsilci ortakların %20’sinden fazlasını temsil edemez; en az %5’ini temsil etmek durumundadır. Temsilciler fabrikayı bir ehliyetliye vereceklerdir. Bu ortak da olabilir, olmayabilir de. Sözleşme yaparak fabrikanın işletmesini verirler. İşletme üretim üzerinden olacaktır. Sözleşmede asgari üretim şartı konur. Bu şartı yerine getirmediği zaman mukavele feshedilir; getirdiği müddetçe feshedilmez. Bu hak başkasına devredilebilir.
Vârisler terekenin ortaklarıdır. Vasiyet edilmişse vasiyet edilen kimseye, edilmemişse bunlar birisine bu kıyam hakkını devrederler. Ortaklar daima bilgi alma hakkına sahiptirler. Her zaman hakemlere giderek mukaveleyi feshettirebilirler. İşte “mevaliye hakkı” denetleme ve yargıya gidip feshettirme hakkıdır. Yani burada anlatılan miras değil de, kıyam mülkiyetinin devri ile ilgili bir hükümdür. Bugün nasıl sen kiracıyı istediğin zaman çıkaramazsan, aynı şekilde kıyam mülkiyetine sahip olanı da sebepsiz çıkaramaz.
مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْأَقْرَبُونَ (MinMAv TaRaKa eLVaLiDAvNı Va eLAqRaBUvNa)
“Anne baban ve en karib olanların terk ettiği kimselerin bıraktığı.”
Kur’an bazı deyimleri isim gibi kullanır. Mesela, “Semâvât ve’l-erd” dediği zaman, üç boyutlu uzaydan bahsediyor demektir. Bunun gibi “anne-baba ve akrabalar” deyince, mirasçılardan bahsediyor demektir. Mirasçı olan akrabalar kastedilmektedir. Yakını varken miras uzağa gitmemektedir. Babası varken dedesi vâris olmaz. Oğlu varken torunu mirasçı olmaz. Ama çocukları yoksa kardeşleri vâris olur.
Genel kural olarak şunu koyabiliriz. İntifa mirasına kimler mâlik ise kıyam mülkiyetinde de söz onlarındır. Devlet veya yerel yönetim bunlara karışamaz. Son söz yargınındır.
وَالَّذِينَ عَقَدَتْ أَيْمَانُكُمْ (ValLaÜIyNa GaQaDaT EaYMANuKuM)
“Eymanı akdettiğiniz kimseler de.”
“Yemin” sağ el demektir. Sözleşmeler el tutuşarak yapılır. El tutuşurken söylenen sözler bağlayıcıdır. El tutuşmadan söylenen sözler müzakere safhasındadır. Her zaman rücu caizdir. Yahut yazıp sağ elinizle imzalamanız demektir. Solakların sağ eli sol kollarıdır. Buradaki “sağ el”den maksat, kullanabildiği koldur. Ekseriyetle şarka dönüldüğünde güney kutup tarafında olan kol sağdır. Ama bazıları için ise sağ kol kuzey tarafında olandır. Onlar da o kolları ile imza atarlar. Tokalaşmada bu mümkün olmaz. Kolları yoksa olabilir.
Anlaşama yapılanlar kimlerdir? Vasiyet yoluyla mirasçı kılınanlardır. Bütün mallar üzerinde vasiyet yapılmaz. Vasiyetin hükümleri şöyledir:
a) Gelir getiren işletmelerdeki işletme mülkiyeti vasiyetle intikal eder. Ölecek olan kimse kime isterse işletme hakkını ona bırakır. Vârislerin onları denetleme hakları vardır. Hakemlere gidip vasiyeti iptal ettirebilirler. Eğer vasiyet yapılmamış veya iptal edilmişse ortaklık hükümleri içinde bir kayyum atarlar. Her ortak bir aday gösterir. Sıralama usulü ile seçimlerini yaparlar. Hakemlere her zaman gidilebilir.
b) Babanın altıda bir hakkı vardır. Eğer daha önce ölmüşse onun payı vasiyet edilebilir. Ananın payı da daha önce ölmüşse vasiyet edilebilir. Böylece demek ki vasiyet ancak üçte birinde olabilir. Bu Hazreti Peygamber aleyhisselâmın hadisine de uymaktadır. Anne ve baba sağ iken vasiyet yapılmaz. Ancak hayrın yönetim payında vasiyet geçerli olur.
c) Eş daha önce ölmüşse mihrini almıştır. Onun payı üzerinde ancak onun bundan çocukları yoksa vasiyet yapılabilir. Burada kıyas yapılarak vasiyetin onlar için altıda bir olarak yapılması gerekir. Onun üzerinde de vasiyet yapılabilmelidir. Biz buna bir kayıt koyuyoruz. Eğer daha önce ölen kadının bundan çocukları yoksa vasiyet yapılabilir, ama çocukları varsa o zaman onun payında vasiyet caiz olmamalıdır. Dolayısıyla eşin payına daha önce ölmüş olsa da vasiyet yapılamaz.
d) Bir bucakta mülk sahibi olmak için o bucakta yaşayan birinin onu bucak hemşeriliğine kabul etmesi ve başkanın da izin vermesi gerekir. Bucağa girmek için kişinin izin vermesi yeterlidir. Ama yerleşmesi ve mülk edinmesi için bir bucaklının izin vermesi gerekir. Başkan tasdik eder. Mesken için aşiret başkanının yani ocak başkanının da izni gerekmektedir. İşte ister köleyi azat etmek, ister herhangi başka bucaktakinin gelip o bucakta yerleşmesi için bir bucaklının izin vermesi gerekir. Bunlar başka mirasçıları olmazsa vâris olurlar. Bunlar sözleşme ile oluşmuş mevalidirler. Eğer biri ölür vârisi kalmazsa, bugün bu devlete gitmektedir. Oysa bu âyet bize dayanışma ortaklarına gideceğini bildirmektedir. Mallar dinî dayanışma velilerine, işletme mülkiyeti ise meslekî dayanışma velilerine gitmiş olur. Yeminlerin akitleri içine bunlar da girmiş olur.
فَآتُوهُمْ نَصِيبَهُمْ (Fa EAveTUvHUM NaWIyBaHuM) “Onlara nasiplerini veriniz.”
Buradaki zamir “Küllün/Herkes için” kelimesinin kapladığı kimseler, yani anne, baba, akrabalar ve kendilerine akit yaptığınız kimseler denmiş olmaktadır; yani mufavada ortakları demek olur.
Herkese kendi payını veriniz denmiş olur. “Nasib” kelimesi aynı zamanda çoğul anlamını da kök itibariyle taşımaktadır. Yahut, her gruba kendi nasibini veriniz. Buradaki “Hum/Onlar” zamiri sebebiyle yeminlerinizin akitlerine nasiplerini veriniz anlamı da çıkar. İskan edilen veya azat edilenlere de paylarının verileceğini ihtar etmiş olmaktadır.
إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدًا(33) (EinNa EalLAHa KAvNa GaLAy KulLi ŞaYEın ŞaHIyDan)
“Allah her şeye şehid bulunmaktadır.”
Bundan önceki ayeti “alîmen” ile; bu âyeti de “şehîden” ile sonlandırmıştır. İkisinde de nekire olarak getirilmiştir. Oysa Allah her şeyi alîmdir. O her şeyi bilmektedir. Harfi tarifle gelmiş olması gerekli değil miydi?
Biz şimdi konuşurken birisiyle konuşabiliriz. Bir anda birden fazla kimse ile konuşamayız. Bakarken de bir yere bakabiliriz. Oysa Allah bir anda bütün zîşuur (şuur sahibi) kimselerle, hattâ bütün canlılarla ayrı ayrı konuşabilir. Hitap eder ve onların söylediklerini duyar. Her zerreyi de her an ayrı ayrı duymakta ve görmektedir. Cüzleri ayrı ayrı bir anda müşahede etmektedir.
Filozoflar buna itiraz etmişler; Allah külliyi bilir, cüz’iyi bilmez demişlerdir. İşte bu âyette “her şeyi” tâbiri küllünü içermektedir. Nekire getirmekle de onların ayrı ayrı cüzlerini görmektedir demektir.
Bu âyet filozofların Allah’ı bizim gibi düşünmeleri şeklindeki hatalarını reddetmektedir.
(وَ) عطف على"لِلرِّجَالِ نَصِيبٌ مِمَّا اكْتَسَبُوا وَلِلنِّسَاءِ نَصِيبٌ" بعد قوله تعالى "للرجال نصيب مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْأَقْرَبُونَ وللنساء" لان النكاح لتبين النسب وهو للموالاة فىالارحام كما قال تعالى "الذى تسائلون به و الارحام" ثم قال "وَاسْأَلُوا اللَّهَ مِنْ فَضْلِهِ" فالارحام فضل (لِكُلٍّ) من الرجال و النساء بالنص ولغيرهما من الصغراء والشيوخ ومن الضعفاء و ذوىالعليل او من الامم او من الاشياء او من المتروك بالقياس (جَعَلْنَا) خلقنا او شرعنا (مَوَالِيَ) جمع مولى اسم مفعول اصله مولووَ الذى يولى اليه وهو السيد او عليه وهو العبد فالكل منهم نفسا او امة تملك الاموال و الارحام فلا ينفك عنها اهلية الملك والارحام (مِمَّا تَرَكَ) هو من الاموال بالارث ومن الخير بالوصية وهم اي الموالي ذوى الارحام (الْوَالِدَانِ وَالْأَقْرَبُونَ) يرثون الاموال فيتقاسمونها ويجعلون القيوم على الخير فينتفقون منها (وَالَّذِينَ عَقَدَتْ أَيْمَانُكُمْ) بالوصية فى الخير وفىالاموال من نصيب الام فريضة لاارثا مات قبله او الاب كذا ومن نصيب الوىج كذا ان لم يكن له ولد منه او بالتملك عبدا اذا عتق بالاعتاق او الكتابة اوالامية بولد سيده او بالتدبير (فَآتُوهُمْ) اي الوارثين والذين يوصى لهم و الذين عقدتم الايمان (نَصِيبَهُمْ) الذى فرض لهم (إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدًا) من افعالكم والتنكير لشهوده تعالى الاجزاء ردا على من قال الله تعالى يعلو الكل ولا يعلم الجزء ولا يشهده فيجوز ان تقول لكل من الاشياء او المتروكين الولدين وا لاقربين او من الدين عقدتم الايمان فلها موالي عليه ويجوز ان تجعل ضمر نصيبهم للدين عقدتم الايمان (33)
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 290. SEMİNER Yorum-120 İstanbul, 04 Şubat 2005
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI
(Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)
K U R B A N (2)
Kurbanın avcılık dönemi zekât sistemi olduğunu, kamu payının hayvan kesilerek ifa edildiğini, bunun da iki şekilde yerine getirildiğini daha önce yazmıştım. Hayvan kesilir, et olarak dağıtılır veya hayvan kesilir, orada pişirilir ve birlikte yenirdi; buna pişirilen kurban denirdi, demiştim.
Hazreti İsa kurban kesme mecburiyetini kaldırmıştı. Çünkü artık tarım dönemine geçilmişti.
Kur’an ise kurban müessesesini kaldırmadı ama senelik ibadet hâline getirdi. Kurban Kur’an’la, sünnetle, icma ile sabit olan bir ibadettir. Ne var ki ibadetler zamanla ruhlarını kaybederler, fonksiyonlarını kaybederler, karikatürize edilirler. Böyle bir ibadet insanın şahsına ve topluluğa bir yarar getirmediği gibi manevi zevkini de kaybeder; istemeye istemeye yapılır, riyaen yapılır ve âhirette de işe yaramaz hâle gelir.
O zaman akılcılar çıkar, dinin abes işlerle meşgul olduğunu, insanlar için zararlı olduğunu, afyon gibi insanları uyuşturduğunu söylerler. Bir bakarsınız ki mü’minler de bir yol yolup ibadeti tahrip eden fetvalar verirler. Hele Sünniler bazı farzlara sünnet dedikleri için o sünnetleri terk ederler. Cemaatle namaz böyledir. Kurban böyledir. Bunlar aslında Sünneti Hüda’dır, yani farzların bile üstündedir. Sünnet denmiş olması, cemaatçe yapılması ayrı farz olmakla beraber, cemaatçe yapılmasının ibadet için şart olmamasıdır. Yani cemaatle namaz kılmak farzdır, ama münferiden kılınsa da geçerlidir.
Gelecekte ne olacaktır? Kimilerine göre insanlar kurbanın artık ibadet olmadığına inanacaklar, hattâ vahşilik olduğunu iddia edecekler, kurban yerine hayır yapacaklar. Sonra o hayıra da kimse inanmayacak ve kurban müessesesi terk edilecektir. Öyle ya, kurban etini halka bedava dağıtırlarsa et sanayi çöker! Parasız bir şey olur mu?! Nitekim, Hazreti Peygamber aleyhisselâm “su, ateş ve ot satılmaz” dediği halde; İstanbul’un Hamidiye Suları’nı kapattık, halka su satıyoruz! Çünkü şimdilik belediye su satıyor, yarın özelleştireceğiz, sermayeye yem bulacağız.
Kurbana cephe alınmış olmasının sebebi de budur. Kurban kesilmeyecek. Et ihtiyacını sermaye giderecek, böylece sermayenin faizine yeni kazanç yerleri ihdas edilecektir. Şeytanın öğrettikleri bu kadar da değildir. Şimdi güvenilir derneklere, vakıflara havale edin, onlar kessinler, size biraz et versinler, bir kısmını da öğrencilere yedirsinler. Sonra, sonra et almaya ne gerek var?! Gidip gelmeye değmez, herkesi kendilerine bırakırız. O dernekler böyle bir husus icat ettikten sonra sermaye bir dernek kurar, diğer dernekleri yasaklatır, şimdi deriye el koyduğu gibi etlere de el koyar! Böylece kurban sermayenin kazancı hâline gelir. Karadan Hacca göndertmemenin hikmeti de budur. Maksatları kendi devlet hava yollarını korumak, sonra da bunu özelleştirerek sermayenin beslenmesini sağlamak.
Eğer devlet veya basın ibadetlere karışıyorsa, resmi müftüler veya profesörler fetva veriyorlarsa, bilin ki orada mutlaka şeytan vardır. İnsanlardan ve cinlerden şeytan vardır. Din devlete karışmasın kuralını değişmez kural hâline getirenler, devleti ibadetlere neden karıştığından hiç bahsetmiyorlar. İşte bu zihniyetin tesirinde kalarak kurbanın ortadan kalkacağına, İslâmiyet’in can çekişmekte olduğuna, dinlerin de yok olacağına inananlar hâlâ vardır. Bundan elli-altmış sene önce herkesin kanaati şu idi. İslâmiyet artık bir daha canlanamaz, tekrar güç elde edemez şeklinde inanıyordu. Müslümanlar da lâikler de bu kanaatte idiler. Müslümanlar kıyameti bekliyorlardı. Lâikler ise sevinç içindeydiler. Bugün İslâmiyet’in tekrar yeryüzüne hakim olacağına inanan Müslümanlar çoğalmıştır. Lâiklerin çoğu da ümitlerini kesmiş şekilde mahzun oluyorlar. Papa Türklerin Avrupa Birliği’ne alınmasına resmen fetva verdi. Avrupa Parlamentosu Türklerin Müslüman hüviyetiyle alınması için büyük ekseriyetle oy verdi. Kilisenin fetvasına dayanılarak Avrupa halkının da artık Müslümanlarla ve iman içinde birleşmeye meylettiklerini ifade eder. Yirmibeş ülke ittifakla bunu tasvip etti. Bu neyi ifade eder. Ateizm artık tarih oluyor demektir. Bizim Avrupa Birliği’ne girmemiz önemli değildir. Önemli olan dindarların işbirliğidir.
Evet, şunu bilmeliyiz. Yeryüzündeki bütün dinler müsbet ilmin hakemliğinde İslâmlaşacaklardır. Yani onlar da barışçı din olacaklardır. Kur’an bütün bu dinlere ışığını ulaştıracaktır, dünya Hakkın nûru ile aydınlanacaktır, Allah’ın nûru tamamlanacaktır. Kimse onu söndüremeyecektir.
Kurban da Allah emrettiği için kesilecektir.
a) Kurban senelik ibadettir ve farzdır. Kur’an’ın indiği ayın bayramı olan Ramazan Bayramı’nda “fitre”yi; Kur’an’ın inişinin tamamlandığı ayın bayramı olan Kurban Bayramı’nda “kurban” ziyafetini teşri etmiştir. Ayrıca hem fitre hem kurban keffaret cezaları için birer ölçüdür. Kurbana sünnet denmiş olmasının sebebi, kurbanın İslâmiyet’in hüdası olmasıdır. Kurban kesen topluluklar Müslümandır, zenginleri keser.
b) Kurban bedenî ibadettir. Mâlî ibadet değildir. Kurbanı kesip bütün eti dondurup evde yiyebilir, kurban sevabını alırsınız. Çünkü emredilen kurbanın kesilmesidir, etlerin dağıtılması değildir. Çünkü Kur’an “Venhar/Kes” diyor. “Yedir emri ise Hac kurbanına veya ceza kurbanına aittir. Kurban kesenler bunu bilsinler. Bedeni ibadetlerde vekâlet yoktur. Hiç olmazsa kurban keserken başında bulunulacak ve tekbir getirilecek, etin parçalanmasında bir bacağından tutacaktır.
c) Kurban etinin dağıtılması da meşrudur, yani ayrıca sevaptır. Bunu Hacdaki kurbana kıyasla tesbit ediyoruz. Kurban bir bayram ziyafetidir. Bunu kendi çevrende yapacaksın. Zekât da başka beldelere gönderilemez. Humus da başka devletlere verilemez. Bunlar o çevredeki yoksulların veya halkın hakkıdır. Hattâ bu senenin zekâtı gelecek e nenin fakirlerine verilemez. Dolayısıyla ısmarlama hacılık olur da ısmarlama kurban olmaz. Hiçbir dernek veya vakfa kurban kes diye sipariş verilemez. Kestiğiniz eti gönderebilirsiniz. Çocuğu askerde olan aile parasını gönderir ve arkadaşlarınla kes ve orada birlikte yeyin diyebilir. Yahut yurtta öğrencisi olan aile parasını öğrenciye gönderir, orada keser ve arkadaşları ile yiyebilirler.
d) En önemlisi kurban kesmek niye ibadettir? Kurban kesmenin hikmetlerini şöylece sıralayabiliriz:
1) Hayvan kesmeyi öğrenmeliyiz. Böylece hem helal kesim yapmış oluruz, hem de savunma eğitimini almış oluruz.
2) Hayvancılık sektörünü canlı tutarız ve yaşatırız. Hayvancılığı sübvanse ederiz.
3) Hayvanları birlikte keseriz, etleri karıştırırız, sonra bölüşürüz. Bütün payımızı evimize götürsek bile, değişik hayvanların etlerini götürmüş oluruz. İnsanın değişik gıda alma ihtiyacını karşılarız. Kentleşmede tek tip besin alındığı için buna ihtiyaç vardır. Etin dağıtılması farz değildir, sevaptır. Bunu ben söylemiyorum, bütün fıkıh kitaplarında bulabilirsiniz.
4) Birlikte iş yapmayı öğrenmemizdir. Harun Özdemir arkadaşımız, bayramın ertesi günü; “Allah’ın neden 7 kişinin bir kurbanı kesebileceğini teşri ettiğini bu bayramda öğrendim, insanlara ortaklığı öğretme hikmetidir.” demiştir. Bakınız, bu hikmeti bu bayramda keşfettik. Kim bilir deha keşfetmediğimiz ne hikmetleri vardır. Bu sebepledir ki müçtehitler hikmetle tahlil edip hüküm çıkarmayı usulde kabul etmemişlerdir. Hikmet, illetle bulunanları açıklamak için gereklidir. Hikmet illet olmamaktadır.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
290. SEMİNER: TÜRKİYE EKONOMİSİ Yorum-120 , 04 Şubat 2005
Reel ekonominin düzeldiğini gösteren göstergeler vardır. Harcanan kilovat saat enerji o ülkenin reel ekonomisi hakkında bilgi verir. Haberleşme sayısı ikinci olarak ekonomik canlılığı gösterir. Üçüncü olarak yolcu sayısı, mesela İstanbul köprülerinden geçiş sayısı ekonominin nereye gittiğini ifade eder. Kahvehane ve eğlence yerlerinin azalması da o ülkenin refahta olduğunu ifade eder. İnsanlar günlerini işte ve öğrenmede geçirmeye başlarlar. Bunlar reel ekonomiyi ifade etmektedir.
Türkiye’de 28 Şubat 1997’den itibaren reel ekonomi çökmeye başlamıştır. 3 Kasım 2002 tarihinde ise bu çökme duraklamaya geçmiştir. Günümüzde ise gittikçe canlanmaktadır. Bunu şöyle tahlil edebiliriz.
Türkiye’nin ekonomisinde uygulanan siyaset şudur; borçlanarak kıt kanaat hayat sürdürülecektir. Bunun için her on yılda bir darbe gerçekleştirilecektir. Orta ve küçük sermaye krizlerle çökertilecek, büyük sermaye çökecek duruma gelince krizler kaldırılacaktır. Bu plan 1990’a kadar sürdü. 1990’da Özal-Evren dayanışması sayesinde Batı askeri müdahale gerçekleştiremedi, dolayısıyla Türk ekonomisi gelişmeye devam etti. 1994’de Tansu Çiller ekonomik darbe yaptı ve ekonomiyi çökertme yolunda adım attı ise de, dışa açılma sayesinde ülke ekonomisi kurtuldu. Bunun ikinci denemesini 28 Şubat müdahalesi ile yaptılar. Krizler oldu ama ekonomi çökmedi. Hedefleri Türkiye’yi tümden çökertip işgal etmekti. Krizleri sürdürdüler ve büyük sermaye de çökme merhalesine girdi.
Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Türkiye ekonomisi çökmedi. Çünkü:
a) Ülkede kayıt dışı ekonomi vardı, bu ekonomi bir müddet bocaladıktan sonra kendisini toparladı. Türk halkı kayıt dışı faaliyetini artırdı. İşyerleri işçileri işten çıkardılar. Onları asgari ücretle ve sigortasız tekrar işe aldılar. Faturasız mal sattılar. KDV’siz satışlar meşru hale geldi. Böylece maliyetler düştü. Maliyetler düşünce üreticiler pazar bulmaya başladı. Hattâ yurt dışına da kaçak olarak mal çıkmaya başladı. Böylece reel ekonomi kayıt dışılık sayesinde canlanmaya başladı.
b) Eskiden Türkiye ekonomisi İstanbul’dan yönetiliyordu. Dışa bağımlı sermaye Türk ekonomisini istediği istikamete götürüyordu. Yatırımlar buraya yapıldığı için İstanbul’a akın oldu. Halk sanayiyi öğrendi. 28 Şubat krizinden sonra İstanbul’da iş yapma imkânı kalmadı. Halk tekrar Anadolu’ya dönmeye başladı. İstanbul’da öğrendiklerini Anadolu’da yapmaya başladı. Bu sayede mâliyetler daha da düştü. Çünkü halk tarlasında da çalıştı. Kira parasından kurtuldu. Kendi işyerlerinde de çalışarak ek para kazandı. Böylece ekonomi Anadolu’ya taşındı. Prof. Dr. Necmettin Erbakan baştan beri hep bunu hayal etmişti. Kendisi yapamadı ama onu düşürenler bu tuzağa düştüler. Şimdi Türk ekonomisi hem halk ekonomisine dönüşmüş, hem de yaygınlaşmıştır. Böylece ekonomi merkezî yönetimin dışına çıkmıştır.Bu da reel ekonomide canlanmayı sağlamıştır.
c) Batı güçleri devlet bütçesini çökertmek için erken emeklilik, herkese çalışmadan emeklilik gibi bir siyaseti devlete uygulatmıştır; hâla da uygulatmaktadır. Böylece devlet borca girmiştir. Ancak halkın eline az da olsa emeklilik maaşları ve devlet görevlilerinin maaşları geçmiştir. Bunlar dayanışma içinde krizleri atlatmaya vesile olmuştur. Bu maaş sahipleri manava ve bakkala gitmiş, alışveriş yapmışlar. Küçük esnaf üretip satmış ve onların eline de para geçmiştir. Böylece ekonomi çarkı stop etmemiştir.
d) AK Parti’nin iktidara gelmesiyle müteşebbisler harekete geçmiş, kendileri güven içinde bulunmuştur.
Biz Akevler’i kurduk ve 150 senelik tapulu yeri satın aldık. Bin ortaklı site yapacaktık. Bu yerin ormanla hiçbir ilgisi yoktu ama Orman Bakanlığı yerimizi gasbetti. Şimdiki değeri 40 milyon dolardır. Kooperatifi şeriatla idare ediyorsunuz diye yönetim kurulu her hafta karakollarda ve savcılıklarda süründürüldü. Yenilmedik, ama gelişmemiz önlendi.
Batı Türkiye’nin gelişme formüllerini üretmektedir. Biz ise savunma formüllerini bile üretemiyoruz. İşte Ak Parti iktidarı bu nevi oyunları durdurdu. Halk cesaretlenip yeniden faaliyete geçiyor.
Şimdi CHP’ye bu saldırıları yapmayı deniyorlar. CHP yolsuzlukların üzerine gidecekmiş. Yani CHP intihar edecek. Yolsuzluk üzerine ekonomik kurallarla gidilebilir, merkezî baskı ise yolsuzluğu sadece azdırır.
Demek oluyor ki reel ekonomi iki yıldır gerçekten düzelmektedir. AK Parti’nin buradaki biricik etkisi güven sağlamasıdır. Yani halk devlet bize saldırmaz diyor, güveniyor ve çalışmaya devam ediyor.
Ekonomide dört şey esastır; enflasyon, işsizlik, dış borç ve bütçe açığı.
Enflasyon sorunu şimdilik çözülmüştür, ancak her an yeniden hortlayabilir. Enflasyon sorununun çözülmesinin sebebi yine IMF formülleridir. IMF Türkiye’yi batırmak için parayı piyasadan çekmiş ve işsizliği ortaya çıkarmıştır. Satın alma gücünü düşürmüş ve insanları aç bırakarak enflasyonu yok etmeyi denemiştir. Türkiye’de kayıt dışı ekonomi olduğu için bu azaltma enflasyonu durdurmuş ama halk kendisi para üretmiş ve ekonomi çarkı dönmeye devam etmiştir. Böylece enflasyon sorunu çözülmüştür.
İşsizlik sorunu devam ediyor. Dış borç artamaya devam ediyor. Bütçe açığı artarak devam ediyor. İthalat-ihracat açığı devam ediyor. Demek ki finans sahasında sadece enflasyon durmuştur. Onun dışında ekonomide hiçbir düzelme yoktur.
Türkiye’nin bu eksiklerine rağmen gelişmesinden CIA son derece rahatsızdır. Türk ekonomisinin çökertilmesi için tedbirler aranmaktadır. Geçtiğimiz iki yıl içinde neler yaptı?
a) Türkiye’yi Irak ve İran’la savaştırarak ekonomisini çökertmek istedi; hâlen de istiyor. Hem de “At pazarlığı yapıyorsunuz!” diye bedava savaştırmak istiyor. Yani savaş desteğini dahi vermeyecek! Türkiye bu şekilde durdurulmazsa daha da gelişebilir. TBMM’den geçmeyen tezkerenin yüzü suyu hürmetine bunda başarılı olamamıştır.
b) Resepsiyon krizi çıkarmış, askerlerin müdahalesi ile ekonomik gelişmemizi durdurma denemesine girişmiştir. Ancak askerler bu oyuna âlet olmadı. AKP sorun çıkarmadı. Deneme başarısız oldu. İki sene içinde iki deneme yaptı, sonuç alamadı.
c) Şimdi de CHP’yi ele geçirmek istiyor. Önce Kemal Derviş’i CHP’nin başına getirecek, sonra AK Parti’yi parçalayacak ve CHP’yi iktidar yapıp ona istediklerini yaptıracaktır. Gürcistan’da ve Ukrayna’da bunu başardı. Bakalım CHP’de de başarılı olacak mı? Dolarlar delegeleri satın almaya yetecek mi? Türkiye bu dolar krizini 3 Kasım Seçimleri’nde gördü. Eğer Genç Parti barajı geçseydi Türkiye’nin işi tamamdı. Bu Uzanlar’ın kötü olmalarından değil, yanlış yol tutmaları sonucu böyle olacaktı. Sermaye Uzanlar’ı kullandı, kullandı; sonra da itiverdi! Hapislerde süründürmek istiyor. Şimdi de CHP delegeleri arasında para konuşacak. Bakalım Türk Milleti bu imtihanda da başarılı çıkacak mı? Türkiye’nin kaç milyar dolarla devralınacağının hesabını daha yapamadı. CIA şimdi de bunun provalarını yapıyor.
d) Bir dördüncü saldırı da Türk Lirasını alıp doları piyasaya sürüp değerini düşürmek olacaktır. Türk Lirasını kıymetli hâle getirip, sonra piyasaya sürerek veya çekerek doları aniden yüzde yüz değerlendirmek. İşte bunun için şimdi durmadan dolar plase ediliyor. Buna karşı tedbir almak son derece kolaydır. O Türkiye’de dolar sürdükçe sen de TL sürersin. Doları Merkez Bankası’nda stok edersin. O dolarları çekeceği zaman sen doları piyasaya sürer, kendi paranı çekersin. Böylece oyun çok kolay bir şekilde bertaraf edilir. Ama Merkez Bankası bunu yapmıyor. Bu çok tehlikeli bir oyundur. Ben iktidarda olsam sıkıyönetim ilân eder, Merkez Bankası’na el koyarım.
Merkez Bankası’nın yaptığı fahiş hata nedir? Reel faizi çok yüksek tutmasıdır. Durmadan yüksek reel faizle borçlanıyor. Yabancı sermaye doları satıyor, TL alıyor. Döviz giriyor ama bu bir işe yaramıyor. Tam tersine ihracatı frenlediği için ikinci defa zararlı oluyor. İleride doları çekmeye başladığı zaman Türkiye faizi karşılamak için emisyon yapacaktır. Bu durum Türk Lirası’na daha büyük etki yapacaktır. O darbeye Türkiye dayanacak mı? Bilemem.
Demek ki CIA şimdi çift tuzakla Türk ekonomisini çökertme yolundadır.
CHP’yi ele geçirdikten sonra AK Parti’yi parçalamak istiyor. Sonra TL’yi kıymetlendirip, kıymetlendirip birden düşürerek Türk ekonomisini çökertmek peşindedir. Bizden söylemesi. AK Parti ve ordu kulaklarını tıkar, sözlerimize kulak vermezlerse, bizim yapacağımız bir şey kalmaz. Akıbetlerini görmek için bekleriz. Tabii ve sosyal kanunlar değişmez. SÜLEYMAN KARAGÜLLE – REŞAT NURİ EROL