ADİL DÜZEN 299
“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 08-11 Nisan 2005 Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 299. SEMİNER
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği) Tel: (0532) 246 68 92
* TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00); Cumartesi Yenibosna (17.00-21.00); Pazartesi Ümraniye (19.00)]
Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...
(Hasan Özket, Yasin Kılar, Hasan Çetinkaya, Lütfi Hocaoğlu, Reşat Nuri Erol ve …………… dersi okumuş olarak geleceklerdir.)
Üsküdar ve Ümraniye’de Reşat Nuri Erol tarafından; diğer yerlerde ilgili ve sorumlular tarafından anlatılacaktır...
Hedefimiz; bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul’da 200, Türkiye’de 1000 yerde okunmasıdır. Süleyman KARAGÜLLE
NİSÂ SÛRESİ TEFSİRİ - 24
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَنْ يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُوا أَنْ يَكْفُرُوا بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالًا بَعِيدًا(60) وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْا إِلَى مَا أَنزَلَ اللَّهُ وَإِلَى الرَّسُولِ رَأَيْتَ الْمُنَافِقِينَ يَصُدُّونَ عَنْكَ صُدُودًا(61) فَكَيْفَ إِذَا أَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ ثُمَّ جَاءُوكَ يَحْلِفُونَ بِاللَّهِ إِنْ أَرَدْنَا إِلَّا إِحْسَانًا وَتَوْفِيقًا(62)
أَلَمْ تَرَ (Ea LaM TaRa) “Re’yetmedin mi, görmedin mi?” Yani gördün.
Olmuş ve görülmüş olan olay anlatılmaktadır. Buna en çok muhatap olan bugünkü dünyadır.
20. yüzyılın ortalarına gelinceye kadar, dünyadaki asırlık moda ateizm idi. Onlar Tevrat’a, İncil’e, Kur’an’a ve Furkan’a inanmıyorlardı. 21. yüzyılda dünya dine dönüş yaptı, kendi kitaplarına inandıklarını iddia ettiler. Ama hukuklarını kapitalizmin ve sosyalizmin sömürücü hukuku olarak benimsiyorlar.
Kur’an şimdi bize, her birimize hitap ederek diyor ki; “Görmedin mi?”
AK Parti iktidarında olanlar inandıklarını iddia ediyorlar ve güya bunun savaşını da veriyorlar, ama diğer taraftan Avrupa’nın ateist kanunlarını Meclis’ten geçiriyorlar! Kur’an işte bunlara ‘bak ve dikkat et’ diyor.
إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ (EıLay elLAÜIyNa YaZGuMUVNa)
“Zum etmekte olan kimselere bakmadın mı, onları görmedin mi?”
Gördün, ona göre değerlendir.
“Zi’b” kurt demektir. Kurtlar birleşerek birden saldırırlar. Dayanışma içinde olurlar.
Grup oluşturup savunmada birbirlerine dayanışan kimselere “Zeim” denmektedir. Sonraları bu kelime ‘vekil’ veya ‘kefil’ anlamlarına gelmiştir. “Zum etmek” demek, kesin iddialarla savunmak demektir. Bugün Avrupa Hıristiyanlığı savunmakta, Türkiye’yi Müslüman olduğu için AB’ye almak istememektedir. Ama o Hıristiyan ülkeler zinanın yasaklanmasını ilkellik kabul etmektedir! Oysa İncil’de deniyor ki; ‘Sana zina etmeyeceksin dediler, ben de sana derim ki, gözlerin eğer harama kaçacaksa onu oy da bütün bedenini kurtar.’ Ben bir bakana; ‘Siz faizi meşru görüyorsunuz, Allah ile savaş içindesiniz’ dedim, benimle selam sabahı kesti!
Dine bağlı olduklarını iddia ediyorlar, ama diğer taraftan ne yaptıklarını aşağıda Kur’an anlatacaktır.
أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ(EanNaHuM EAvMaNUv BıMAv EuNZıLa EıLaYKa)
“Sana inzâl olunana îman ettik diyorlar.”
Burada “Ellezî” değil de “Mâ” kullanılmıştır. Yani, bu inzâl olunan yalnız kitap değil, dört delildir: Kitap, sünnet, icma ve kıyastır. Hattâ üzerinde icma edilmeyen diğer dört delildir: İstihsan , istishab, örf ve mesalihtir. İslâmiyet’in kendisidir. Bunlara inandık derler. Hattâ, sizi klasik anlayışlara muhalefet ediyorsun diye tekfir ederler, size Vahhabi derler, size zındık derler!..
وَمَا أُنزِلَ مِنْ قَبْلِكَ (Va MAv EuNZıLa MıN QaBLıKa)
“Senden öne inzâl olunmuş olanlara da inandık derler.”
Araştırmalar ilerledikçe Tevrat, İncil ve Kur’an’ın ilâhi kitaplar oldukları ilmen ortaya çıkmaktadır. Henüz dinler ilmî bir şekilde incelenmiş değildir. İncelendikçe, doğunun büyük dinleri dahil bütün dinlerin ilâhi kaynaklı olduğu tasdik edilmektedir. Artık Batı da Tevrat’a inanmaktadır, İncil’e inanmaktadır. Kur’an’ı da onlardan ayrı saymamaktadır. Yani, zamanla, yakın gelecekte müsbet ilim sayesinde, bu kitapların ilâhi kaynaklı olduğu ilmen sabit olacaktır. Olmasa bile, bunlar sayılmadan insanlığın yaşayamayacağına insanlar inanacaktır. Yahudi sermayesi de artık dinsizliği finanse etmekten ya vazgeçecek, ya da iflas edecektir.
Ne var ki, insanlık inandıklarını iddia ettikleri bu kitapların hükümlerine rıza göstermeyeceklerdir. Burada özellikle bugünkü Müslümanlara hitap edilmektedir. Çünkü bugün Kur’an’a ve diğer kitaplara iman eden topluluk yalnız Müslümanlardır, ama hemen hepsi şeriatı bırakmışlardır. Şeriatı samimiyetle uygulamak isteyen tek yönetim vardır, o da İran’dır. Ama İran’da devlet yönetiminde asla şeriat yoktur. Biz İran’da iken kendilerine ‘İslâmiyet’i devlet yönetimine neden uygulamıyorsunuz’ dediğimizde; ‘Bunlar ihtisas işidir!’ dediler. Bize orada çalışanların bunu yapacaklarını ileri sürdüler. Hukuk Fakültesi Dekanı ile görüştük. Azeri idi. ‘Kanunların hemen hepsi Fransız Medeni Kanunu’ndan tercümedir, noktası ve virgülüne kadar bir şey değişmemiştir!’ dedi.
يُرِيدُونَ (YuRIDUvNa) “İrade ediyorlar.”
“İrade etmek” demek, yapmak istemek demektir. Bir taraftan Allah’tan indirilenlere inanıyor ama, diğer taraftan uygulamada şeriata göre değil, Kur’an’a göre değil, Tevrat’a göre değil, şeytanın öğrettiklerine göre hareket ediyorlar. Avrupa’nın kilise kanunlarını değil, Avrupa’nın Marksist ve ateist kanunlarını Türkiye’ye aktarıp zinayı takdis ediyor, faizi mabut yapıyorlar. Şaşılacak bir şey vardır. Adil bir hüküm söylersiniz, bu böyledir dersiniz, sizi dinlerler, tasdik ederler, hattâ anlaşmalara imzalarını koyarlar. Biraz sonra ikisinin de aleyhine olan bir hükmü aralarında uygulamaya geçerler! Baştan razı olurlar. Sonra da birbirlerine girerler.
Dünyanın kötü yere gittiğini kimse inkâr etmiyor. Çevre kirleniyor, fitne kol geziyor, kitle imha silahları fıçısına dönüşüyor dünya, nesil dejenere olup kuruyor... Bütün bunlara rağmen, insanlar hâlâ zinanın yaygınlaştırılması çabası içindedirler! Hâlâ faizli sistem içinde açlıktan gebermenin arkasında koşuyorlar!
أَنْ يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ (EaN YaTaXaKaMUv EıLay elOAVĞUTı)
“Taguta muhakeme olmayı irade ediyorlar.”
Burada dikkat edilecek bir husus vardır. Taguta muhakeme olmak istiyorlar denmiyor, taguta muhakeme edilmek istiyorlar deniyor. Tağut olan müessesedir. Mesela, rüşvet müessesesi tagut müessesesidir. İşlerini rüşvetle halletmeye çalışmak, taguta baş vurmak demektir. Ülkemizde rüşvet mafyaları oluşmuştur. Önce yalancı paralı şahitler şebekesi vardır. Bana şahit lazım dendiği zaman, o şebeke size yalandan şahitlik yapacak kimseleri bulmaktadır. Sonra rüşvet şebekeleri vardır. Siz bir yere rüşvet vermek isterseniz, o şebekeye baş vurursunuz, o size gerekli yerlere rüşvet verdiğini söyler. Verip vermediğini bilemezsiniz; ama rüşvet verirseniz işiniz olur, vermezseniz işiniz olmaz. Avukatlar vardır. Kendileriyle pazarlık yaptığınızda ‘benim kullanmam gerek’ der, rüşvet vereceğini ima eder. Siz o parayı ona verirsiniz, ama o parayı nereye kullanır, bilemezsiniz. Ama verdiğiniz zaman işiniz olur, vermezseniz işiniz olmaz, davanız bitmez, sonunda kaybedersiniz! Mahkemede savcı ve hakimler pişmiş senaryolarla karşı karşıya kalırlar. Rüşvet alarak mı, yoksa rüşvet almadan mafyanın istediği gibi mi hükme varmışlardır; bilemezsiniz. Bir hakim, bir savcı, bir polis mafyanın istemediği bir karar alsın; mafyanın basını hazırdır. Gerçekle ilgisi olsun olmasın, yaygarayı basar ve hükümet de üzerine gitmek zorunda kalır. Bilemez ki, gerçek mi yanlış mı? Onun üzerine hele bir gitmesin, o hükümet gider!..
İşte görülüyor ki, tagut kişi değildir. Orada hakim zavallıdır, orada savcı zavallıdır, orada polis zavallıdır, hattâ avukat da zavallıdır. Çünkü avukat eğer şebekenin istediği gibi savunma yapmaz da gerçekleri dile getirirse, artık bir daha dava kazanamaz. İşte insanların başvurdukları gayrimeşru müessesenin adı tagut olmaktadır. İnanmış insanlar da ne yapalım deyip bu çarkın içine girişmektedirler. Hattâ adalet bakanı olur, mesela Oltan Sungurlu, mesela Şevket Kazan, mesela Cemil Çiçek, bunların hepsi samimidir. Allah’a ve âhirete inanmaktadır. Kur’an’a inanmakta, Tevrat ve İncil’e inanmaktadır. Hepsi de bilirler ki, ülkedeki yargı böyle çalışıyor. Ama bunu düzeltmekle uğraşmaz, bu düzen içinde kendi işlerini yürütmeye çalışırlar.
Bülent Arınç Meclis Başkanı olmuş bir eski avukat olarak bütün bunları hep görmüş ve yaşamıştır. Orada oturmakta, ama eşinin başörtüsünü o şebeke sebebiyle savunamamaktadır. Eğer bunları yapmayacaksan, orada ne işin var? Hepsi bilmektedirler ki, her gün Meclis’ten geçen kanunlar Batı’nın ateist düzeni kanunlarıdır. Onun için düzeltme yerine bozulma aracı olmaktadır. Batı Türkiye’yi yıkmak için bunları çıkartmaktadır. İyi ki Türkiye hukuk devleti değil de çıkan kanunlar uygulanmıyor, böylece Türkiye yıkılmıyor. Ancak, bu durum ne zamana kadar devam edecektir? İnsanları yolsuzluğa ve rüşvete zorlayan nedir? Tağut. İnsan normal yollardan hakkını alamayınca tağuta başvurmaktadır. Karnını doyuramayınca yolsuzluk yapmak zorunda kalmaktadır.
Bu sistemden kurtulmak için Allah’ın öğrettikleri vardır, “Adil Düzen” vardır.
Bu “Adil Düzen”dir diye reddediyorlar. Sorsanız, “Adil Düzen” demek şeriat düzeni midir; ‘evet’ diyecekler. Şeriat düzeni Allah’ın düzeni midir; ‘evet’ diyecekler. Siz Allah’a inanıyor musunuz; ‘evet’ derler. Ama sonra da tagutun peşinden koşarlar!.. İşte Allah Kur’an’da, bunların böyle yapacaklarını haber veriyor.
وَقَدْ أُمِرُوا أَنْ يَكْفُرُوا بِهِ (VaQaD EUvMıRUv EaN YAKFuRUv BıHı)
“Oysa onlara ona küfretmeleri emrolunmuştur.”
Bugün yeryüzünde yaşayan dört büyük din vardır; Yahudilik, Hıristiyanlık, İslâmiyet ve Budizm dinleri vardır. Bunların hiçbirinde ‘zina’ meşru değildir. Bunların hiçbirinde ‘faiz’ meşru değildir. Bunların hiçbirinde ‘rüşvet’ meşru değildir. Bunların hiçbirinde ‘zalim düzen’ teşri edilmemiştir. Siz bu ilâhi kaynaklı kitapları bir tarafa bırakın, filozofların içinde de bunları meşru görenler enderdir. Bu fikirlerin tek kaynağı Marx’tır. Marx da inandığı için bunları yazmadı, sermaye onu bu yönde finanse ettiği için bunları söyledi.
Hem kitaplara inandıklarını söylüyor, hem de hepsi birden tagutun peşinde koşuyorlar! Oysa bugün Türkiye Cumhuriyeti kanunları ile taguta mahkum olmadan da yaşamak mümkündür. Ne yapılacaktır? Önce iman etmiş olan kimseler örgütlenecekler, kooperatifler kuracaklar ve ortaklığın şu kurallarını koyacaklardır:
a) Kooperatif içinde hakemlik, soruşturmacılık, bilirkişilik ve avukatlık müesseseleri kurulacaktır. Türkiye Cumhuriyeti mevzuatı içinde bunlarla faaliyette bulunacaklardır.
b) Ortaklar yaptıkları her anlaşmanın altında mutlaka hakemlik maddesini koyacaklardır. Ortak olsun olmasın, ortaklarla niza hâline geldikleri zaman hakemlere başvurulacaktır. Hakemler de kooperatiflerin hakemleri olacaktır. Kabul etmeyenlerle alışveriş yapmayacaklar, evlenmeyecekler, sözleşmeler yapmayacaklar.
c) Aralarında çıkacak ihtilafları, kendilerinin kooperatifin hakemleri arasından seçecekleri kimselere götürecekler ve herkes hakemlerin kararına uyacaktır.
d) Hakem kararlarına uymayanlara karşı kooperatifin avukatları mahkemelere gidecektir. Bu avukatlar başka dava almayacaklardır. Bunların ücretleri kooperatifçe karşılanacaktır.
İşte böyle bir dayanışma içine girildiğinde görülecektir ki, taguta muhakeme edilmek ve mahkum olmak zorunluluğu ortadan kalkar.
وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ (Va YUvRIyDu elŞaYOAvNu) “Şeytan murad ediyor.”
Yukarıda taguttan bahsedildi. Tagutun da bir insan veya insanlar değil de, bir müessese olduğu izah edildi. Orada yer alan insanlar da zorunlu olarak görev görmüş olabilirler. Gemide kürek mahkumlarının kürek çekmeleri gibi çekerler bunlar. “Va” harfi ile atfederek şeytanın da şaşırtmakta olduğunu belirlemiş bulunuyor. Arada “Va” harfi olmasaydı, şeydandan maksadın tagut olduğunu söyleyebilirdik. Ama aralarında “Va” harfi olduğundan şeytan taguttan başkasıdır. İns ve cinden olan şeytanların organize ettiği bir şebekedir ama onlardan farklıdır. Bu müesseseyi şeytan yönetmektedir. Bu tagut onun iradesi ile çalışmaktadır.
Sanki AB cennetmiş gibi gösterilmekte, onun hatırı için her türlü olmaz işler yapılmaktadır.
Oysa, AB kendi sorunlarını çözmüş değildir:
a) Avrupa, I. ve II. Dünya Savaşları’nda birbirine girdi. ABD imdadına koştu da Avrupa’yı kurtardı.
b) Avrupa’nın hâlâ kendisini savunacak bir savunma teşkilatı yoktur. NATO ile yine ABD savunmaktadır.
c) Avrupa Birliği’nin ortak dili yoktur. İngilizce yavaş yavaş Avrupa ülkelerine hâkim olmaktadır. Bunun anlamı, sonunda Avrupa da ABD ile tek devlet olacak, İngiltere imparatorluğu büyüyecek demektir. Diğer uluslar yok olacak demektir. Ulusu ulus yapan dildir.
d) AB daha kendi anayasasını oluşturamamıştır. Lâikliği tanımlayamamıştır.
Ama şeytan boş şeylerin arkasından koşturmakta ve bâtıl hükümleri zorla koydurmaktadır.
أَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالًا بَعِيدً (EN YuWılLAhUM WaLaLen BaĞıyDen)
“Onları ıdlal etmeyi murad ediyor.”
“Dalâlet” sık ormanlıktır. “Dalâlet etmek” demek, hayvanın ormanda kaybolması demektir. Şaşırmak, kaybolmak demektir. “Baid dalâlet” demek, çok uzaklara düşmek, artık yolu bulamamak demektir.
Şeytanın Batı modeli hükümlerini kopyalatarak anlamayarak getirmekle ne hâle geldiğimizi görüyoruz. Tevrat ve Kur’an’a inanmamış kimselerin böyle şeyler yapması mâkul görülebilir ama, bunlara inanan kimselerin faiz ve zina kanunlarını Türkiye’ye aktarmadaki şaşkınlığını akılla izah etmek mümkün değildir.
‘Avrupa müktesebatı’ diyorlar! Ne imiş Avrupa müktesebatı?!.
Marx’ın, Mussolini’nin, Hitler’in, Lenin’in, Stalin’in müktesebatı değil mi?!. Sonuçlar meydanda.
Dinler dünyayı binlerce sene yönetmişler. Bunlar ise bir asır bile varlıklarını sürdüremediler.
وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ (Va EıÜAv QIyLa LaHuM) “Onlara kavl olunca.”
Kur’an Mekke’de nâzil olmuştur. Orada insanlara tebliğ yapılmıştır. Henüz devlet oluşmamıştır. Ancak ‘hakemlik sistemi’ her zaman -devlet aşamasından önce de- vardır. Yukarıdaki âyette ‘hakemlik sistemi’ne işaret edilmiştir. Medine’ye gelindiğinde devlet kurulmuştur. Artık hakemliğin resmi teminatı vardır. Hakemlerin kararlarına uymayanlar zorlanırlar.
Burada ‘onlara’ dediğinde onlar kimlerdir, onlara kim diyecektir?
Önce diyenler mü’minlerdir; her mü’minin vazifesidir. İnsanlar şeriata ve yönetime itaat etmelidirler. Ancak başkanın kendisinin ‘bana itaat edin’ demesi yerine, çevredekiler ‘başkana itaat edelim’ diyecekler. Başkan kendi başkanlığını savunmamalı, çevresi onun başkanlığını halka kabul ettirmelidir. Hazreti Muhammed, Hazreti Ebu Bekir ve Hazreti Ömer böyle başkan olmuşlardır. Onlara karşı halk hareketi olmamıştır.
Oysa Hazreti Osman ve Hazreti Ali’den sonra halk hareketi ile fitne ortaya çıkmıştır. Bunların sebepleri arasında, Hazreti Osman için yaşlanmış olması ve devlet işlerine kendi yakınlarını yerleştirmesini söyleyebiliriz.
Başkan mutlak surette tarafsız olacak ve bütün grupların başkanlarını kendisine muhalif yapmayacaktır.
Hazreti Ali’nin dinlenmemesinin sebebi, devletin büyümesi, yerinden yönetimin olmamasıdır. Oysa, şeriata göre her kavim kendi başkanını kendisi seçmelidir. Fitnenin olmaması için başkanın yanındakilerin başkanı isteyerek dinlemeleri gerekir. Söylenenler bütün mü’minlerdir.
تَعَالَوْا إِلَى مَا أَنزَلَ اللَّهُ (TaGAvLaV EıLAy MAv EaNZaLa EalLAHu)
“Allah’ın inzâl ettiğine teal edin.”
“Teal” kelimesi, yukarı çık demektir, gel demektir, saygınlık ifade eden bir çağrıdır. Türkçedeki ‘buyur’un karşılığıdır. Yani, insanların şeriata ve yönetime gelmelerine dâvet ederken, saygılı bir şekilde dâvet etmeliyiz. Şeriata ve yönetime gelmeleri için çağırdığımızda, şeriat ve yönetime karşı onları nefret ettirmemeli; şeriat ve yönetimi onlara sevdirmeliyiz. Şeriatın ve yönetimin onların yanında olduğunu daima anlatmalıyız.
Bu saygınlığı kazandırabilmemiz için yönetimin suçluları cezalandırma yetkileri yoktur. Yöneticiler yardımcıdırlar. Suçlulara karşı dâvâ ikame etme yetkisi siyasi partilere verilmiştir. Siyasi partiler arasında yarışma olur. Yöneticiler kamu davası açma hakkına ve yetkisine sahip değildirler. Yargı da yönetimden bağımsız hakemlerden oluşur. Hakemlerin kararı başkanları ilzam etmez. Hattâ infaz dayanışma ortaklıklarına ait olup, yönetim sadece insanların hizmetinde olur. Hele başkan tamamen hakem durumunda olup, adalet içinde dengeyi sağlar. Bunu böyle yaptığınız takdirde o ülkede halk ayaklanması olmaz. Bir başkan bunları yapamadığını görünce, yerine başkan seçtirip çekilmesi gerekir. Fitne ancak böyle önlenebilir.
وَإِلَى الرَّسُولِ (Va EıLay elRaSUvLı) “Ve Resule”
“Resul” demek, yönetim demektir. Başkan var ve başkanın emrinde emir sahipleri var.
Yönetime itaat edilecektir. Kanunlara yani şeriata itaat etme mükellefiyeti yanında, başkana ve görevlilere de itaat etmek gerekir. Ne var ki, bu itaatte eğer biri haksızlığa uğramış ise; o haksızlığa uğrayan kişi hakemlere giderek haksızlığın giderilmesi hakkına sahiptir. Emir aldığı zaman başkana itaat eder ama, sonra bu kararın yanlış olduğunu ve haksızlık yapıldığını hakemlerin yanında ispat ederse, mağduriyeti giderilir.
Demek ki, fitnenin olmaması için adil bir yargı sisteminin işlemesi gerekir. Eğer bir kimse tarafsız, bağımsız, etkin ve saygın yargının varlığına inanmazsa ve kendisi ihkak-ı hakka kalkarsa; böyle yapanlar çoğalınca kitle oluşur. Şeytan tagut müessesesini faaliyete geçirir ve işte orada fitne alıp yürür.
Gelişen ve sorunları artan dünyanın tek çıkar yolu vardır; Kur’an ve Kur’an’dan önce nâzil olan Tevrat, İncil ve Furkan’a inanmak ve onların çözümlerini hayata geçirmek. “Adil Düzen İnsanlık Anayasası” bu şekilde hazırlanmıştır. Elbette eksiklikleri var, yanlışları var. Kur’an okudukça eksikler ortaya çıkıyor, yanlışlar bulunuyor. O halde yapılacak iş; “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı sadece okuyup öğrenmek değil, eksiklerini tamamlamak, yanlışlıklarını gidermek her mü’minin, hangi ilâhi dinden olursa olsun her mü’minin aslî görevidir. Mü’minler kendi aralarında başkan seçmeliler ve o başkanın kararlarına uymalıdırlar.
Yine mü’minler aralarında çıkan nizaları, başkanın yaptığı yanlışlıkları hakemler yoluyla halletmelidirler. Demokratik ülkede İslâmiyet’i yaşamak için iktidar olmak gerekmiyor; mü’min olup bir araya gelmek gerekiyor. Sonrasını o topluluk Kur’an’dan öğrendiklerini uygulayarak geliştirecektir.
Hemen ilâve edeyim ki; Türkiye belki dünyanın en gelişmiş demokrasisine sahiptir.
Daha lise sıralarından (yani 1940’lardan) beri şeriat düzeninin Türkiye’ye gelmesi için aleni faaliyet gösteriyorum. Sadece bir elektrik kazası nedeniyle dört gün gözaltında bulunduruldum. Hayatımda ne hapse girdim, ne de işkence gördüm. Asla takiyye de yapmadım. Eğer başarısızlığımız varsa; bu başarısızlık Türkiye’nin antidemokratik bir ülke olmasından değil, tam tersine bizim İslâmiyet’i hatalı uygulamamızdan ileri gelmektedir. İçtihattaki hatamız âhiret için mağfurdur. Mü’minler hatalı içtihatlarından dolayı ölseler, şehid olup cennete giderler, ama içtihattaki hata dünyada affedilmez.
رَأَيْتَ الْمُنَافِقِينَ (RaEaYTa eLMuNAFıKıNe) “Münafıkları görürsün.”
“Münafık” kimdir? Çıkar için Müslüman olup neresi güçlü ise o tarafa meyleden kimse münafıktır.
Uzlaşma şartlarına göre hareket etme ayrı şeydir, inanmadığın halde inanmış görünmek ayrı şeydir.
Bir kimse İslâmî olmayan bir ülkede yaşıyor ve yöneticilere diyor ki; “Bu yaptıklarınız yanlıştır, ben iştirak etmiyorum, ama madem ki sizin ülkenizde yaşıyorum, sizin şeriatınıza ve sizin yöneticilerinize itaatkârım.” dese ve günah olan bir şeyi işlese; mesela başını açsa, o asla günah işlememiş olur.
Ama; “Ben size itaat ediyorum.” diyerek peruk takıp girse, işte bu münafıktır.
Müslüman kızlar ve kadınlar, eğer bu ülkede kanunlar öyle emrediyorsa; ya bu ülkeden gidecekler, ya da başlarını açacaklar; ama, bu arada başlarını açma yasağını kaldırmak için meşru mücadelelerini verecekler. Eğer şimdi olduğu gibi kanunen suç olmadığı halde birileri suç sayıp anayasayı ve hukuku çiğniyorlarsa, hukuk mücadelesini verecekler. Bunun için bir avukatlık bürosunu kuracaklar, Müslümanlar bu büroyu finanse edecekler, bu avukatlar hayatlarında başka avukatlık yapmayacaklar, sadece bu meseleyi savunacaklar. Bunlara kredi verilip ev ve dükkan sahibi yapılacak, kredi karşılığı borçlandırılacaklar. Bu verilen kredi o kadar olmalıdır ki, emekli oluncaya kadar olan maaşın tamamını şimdiden almış olacaklar ve hizmetleri ile ödeyecekler.
Bir televizyon cesaret göstersin, bankalarda bir hesap açalım. Başörtüsü cihadını verenlere orada paralar toplansın. Böyle bir büroyu ben kurmaya hazırım. Göreceksiniz, birkaç sene içinde sorun çözülmüş, bugün okula öğrenci almayan dekan, rektör veya müdür yarın hapis cezası ile mahkum olmuş olur. Çünkü suç işliyorlar. Yasalara aykırı olarak insanları giyinme ve okuma haklarından mahrum ediyorlar. Yargısız infaz yapıyorlar. Giyinen suçlu ise; savcısı, yargıcı var. Başörtülü kızları okula girmekten men edenler alenen suç işliyorlar.
İşte mü’minler meşru yoldan organize olacaklardır. Bin aileye yakın kimselerin kendilerinin seçtiği bir başkanları olmalı, ona itaat etmelidirler. Bunu böyle yapan kimse var mı? Hayır! Herkes mevcut yönetimi veya devleti suçluyor. Partiler oluşmuş, hepsi dinleri istismar ediyor.
Saadet Partisi rahatlıkla bu örgütlenmeyi yapacak güçtedir; ama yaptığı iş AK Parti’ye saldırmak! Dâvet etmek yerine, saldır! Hakkı anlatacağına, bâtılı kamçılıyor! Bâtıl kamçı ile gitmez, Hak gelince gider.
يَصُدُّونَ عَنْكَ صُدُودًا (YaÖudDUvNa GaNKA ÖuDUvDan)
“Münafıkların senden iyice uzaklaştığını görürsün.”
İzmir’de Akevler’i kurduğumuzda bizim düşüncemiz şu idi. Hani şu insanlar mü’min değil mi? Bunlar Kur’an’a inanmıyorlar mı? Sorun yok. Bunları yan yana getirip sorunları Kur’an’a göre çözdüğümüzde, İslâm şeriatını aramızda getirmiş oluruz dedim. Kooperatifi kurduk... Müslümanları bir araya getirdik...
Önce Kur’an’ı okuyup öğrenmeye yanaşmadılar! Her biri kendi tarikat veya ustaları peşinde gitti. Kur’an’ı zorla anlatsanız bile, aklı erse bile; insanları Kur’an’a değil, âdetlerine uyar gördüm! Hata yaptım demiyorum ama, eğer ben genç olsam, yeniden bir kooperatif kursam, bunu namaz kılanlardan ve Müslüman olanlardan değil de, Müslüman olmak isteyen namaz kılmayanlardan oluştururdum. Hattâ Yahudi, Rum ve Ermenileri, solcuları ve ateistleri tercih ederdim. Neden? Çünkü onlar hiç olmazsa benimle görüşüp tartışırlardı. Birleşip beni dışlamazlardı. Kâfirlerle mücadele kolaydır, Müslümanlarla mücadele ise çok zordur.
Şimdi CHP iktidar olsa, bütün olumsuzlukları onlara yükler, ‘bunların yapacakları budur’ derdik. Saldırırdık, düşürmek için uğraşırdık. Şimdi AK Parti iktidarda, Halk Partisi’ni mumla aratacak şekilde çirkinlikler yapıyor. Ama yine onların bu hâliyle iktidarda kalmasını istiyoruz. Bir şey olduğu zaman üzülüyoruz. Neden? Çünkü onların içinde samimi olanlar var. Onlar da gidiyor; kurunun yanında yaş da gidiyor. Oyumu veremiyorum ama, CHP iktidarda olsa ben kendimi daha güvende hissedeceğim. Çünkü o yapacağını açıkça yapar. Beridekinin ne yapacağını kendisi bile bilmiyor. Çünkü takiyye yapıyor.
Ben yanlış söylüyorsam, çıkın karşıma, delillerinizi getirin. Yok, ben haklı isem, bir ucundan benim dediklerimi değil, Allah’ın dediklerini uygulamaya başlayın. Hiçbirisini yapmayanlar münafıktır.
Demek ki, yapılan münafıklıktır. Tartışmaya gelmeyen, uygulamaya yanaşmayan, ama ben ilâhi kitaplara inandım diyenler münafıktırlar. Kur’an’ı sadece namaz, oruç ve hacdan ibaret sayanlar münafıktırlar.
فَكَيْفَ إِذَا أَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ (Fa KaYFa EıÜAv EaÖABaTHUM MuÖıBaTun)
“Başlarına bir musibet isabet ettiğinde.”
1969’da Millî Görüşçüler adaylıklarını koydukları zaman, bize en yakın olanlar bize en büyük hasım kesildiler. Başta Süleyman Demirel dolaşıp MNP, daha sonra MSP kapatılmalı diye beyanlarda bulundu. CHP’liler ise bizi destekledi. Sonra CHP ile koalisyon yapınca, başta bir numaralı muhalifken, baktım, Nurcular, Süleymancılar, Nakşiler ‘Selâmetçi’ kesildiler ve hep birden iktidarı istismar etmeye başladılar!.. Millî Selâmet Partisi kapatılınca fır diye dağıldılar!.. Sonra tekrar iktidar olunca, onlar yine baş köşede oturdular!..
Bir gün gelecek, Adil Düzenciler millî mutabakat içinde yönetimi ele alacaklar. Ancak onlar münafıklıklarına devam edecekler. Allah o zaman onları çarpacaktır. Bir gün onlar musibete uğrayacaklar ve sizlere gelip yardım isteyeceklerdir. En büyük muhalefet yapan Aydın Doğan, zora girince AK Parti’den kredi istemiş, AK Parti de Uzanlar’ı mahvederken, onu desteklemiştir. Bunlar onun sahtesidir. “Adil Düzen” geldiği zaman, Adil Düzenin adil yargı sistemi onları yakalayacaktır; hem de geçmişleri ile değil, adil düzen içinde de çirkinliklerini yapmaya devam edecekleri için yakalayacaktır. Çünkü onlar meşru iş yapmayı bilmezler.
Tabii musibet isabet edince size başvuracaklardır. Siz de AK Partililer gibi yapmazsınız; Millî Görüşçülere cephe alıp renksizlerin yanında yer almazsınız.
بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ (BıMAv QadDAMaT EaYDıYHıM) “Elleriyle yaptıklarının karşılığında.”
“Adil Düzen” geldiği zaman insanların çoğu inanmayacak, eski yaptıklarını yapmaya devam edeceklerdir. Ağzı var rüşvet yer alışkanlığı ile sizleri de AK Parti iktidarına benzetmek isteyeceklerdir. Bir taraftan güya hortumcuklara savaş açarken, diğer taraftan diğer hortumcuları devam ettirmektedirler. Bir firma bir tane televizyonu zor edinebildiği, bir tane gazeteyi zor çıkarabildiği halde; medya patronları bu imkânları nereden buldular? Devleti hortumladılar, böylece o servete sahip oldular. Aynı hortumlamaya devam ediyorlar…
Türkiye’de hortumlama yapmayan hiçbir işletme yaşayamaz.
Sistemi değiştireceklerine, güya hortumculara karşı çıkanlar onlara karşı göstermelik savaş açtılar. Oysa kendi tuzaklarını kendileri kazıyorlar. Uzanlar yolsuzluk yaptılar ama, size uzaktan teminat veririm ki, en namusluca yolsuzluk yapanlar onlardır. Onun için üzerlerine yürüdüler. Yolsuzluk yaptılar ama yatırım da yaptılar. Ya yolsuzluğu sadece İsviçre bankalarına para transfer etmek için yapanlar ne oluyor?
İşte o zaman “Adil Düzen” yönetimine gelecekler ve diyecekler ki; “Biz ettik, siz etmeyin!..”
ثُمَّ جَاءُوكَ “Sonra sana gelecekler.”
İktidarda olduğu zaman Adil Düzencilerin başkanına gelecek ve başvuracaklar… Sineklerin leşlere üşüştüğü gibi; iktidarı da bir leş olarak gördükleri için üşüşecekler…
Biz bunu Demokrat Parti iktidar olunca, Millî Selâmet Partisi iktidara ortak olunca, Refah-Yol iktidar olunca hep gördük… Gelecekler... Adil Düzenci başkanlar, o zaman siz bunların yalanlarına sakın inanmayınız.
يَحْلِفُونَ بِاللَّهِ (YaXLıFUvNa BilLAHı) “Allah’a yemin edecekler.”
Çünkü münafıkların özellikleri, sık sık yalandan yemin etmektir. Nasılsa inanmıyorlar. Mü’minlerin imanlarını istismar ediyorlar. Siz hiçbir zaman karşı tarafı inandırmak için yemin etmeye kalkışmayın. Karşı taraf teklif ederse; iyice düşünerek, abdest alarak, diz çökerek, kıbleye dönerek, Allah’tan istiğfar ederek, Allah’ın iznini alarak yemin edin: “Ey Allah’ım! Ben karşı tarafı ikna için yemin etmiyorum, o talep ettiği için yemin ediyorum.” deyin. Oysa münafıklar konuşurken ‘vallahi billahi’ deyip, lafın gelişine yemin ederler.
İşte bunlar münafıklardır. Böyle alışkanlığınız varsa, derhal terk ediniz.
إِنْ أَرَدْنَا إِلَّا إِحْسَانًا (EıN EaRaDNAVv EılLAv EıXSANan)
“Biz ihsandan başkasını murad etmedik. İyilik olsun diye yaptık derler.”
Bu sahtekârların başka bir deyişleri de budur.
Kendi çıkarları için her türlü günahı işlemekten kaçınmıyorlar. Kendi çıkarları için değil de, memlekete hizmet için işler yaptıklarını söylüyorlar. Yani, kötülüklerini iyiliklerle kapatıyorlar. Bir-iki okul, bir-iki yardım ile vurgunlarını örtmek istiyorlar. Doğrudan rüşvet veremeyince, insanları böylece kandırmaya çalışıyorlar…
Devlet kimseye muhtaç değildir. Herkes devlete muhtaçtır. Devlet borç almaz, devlet iane toplamaz. Parayı devlet basıyor. Paraya ihtiyacı varsa, baskı makinelerini çalıştırsın. Devlet borç verir, devlet ihsan eder.
Böyle kamuya ihsan ettiklerini söyleyenler münafıktırlar.
Vergi ihsan değildir. Devletin imkânlarının kullanılması nedeniyle ödenen ücrettir, paydır.
Toprak devletindir. Altyapısını o yapmıştır, güvenliği o sağlamaktadır, adaleti o tesis etmektedir. Karşılığını bu şekilde almaktadır. Devlete yardım edecek hâle gelenler, devleti soyanlardır. “Adil Düzen” iktidar olunca bunların bu tür sözlerine asla kulak vermeyecek ve onlara bu yalanlarından dolayı acıyacaksınız.
وَتَوْفِيقًا(62) (Va TAVFIKan) “Ve uyumu murad ettik.”
Ne yapsaydık, herkes vergi kaçırıyordu, biz de uyum sağladık. Herkes rüşvet veriyordu, uyum sağladık. Herkesin yaptığının dışına çıkamazdık. Söyledikleri son derece doğrudur.
Kooperatif olarak biz tapuya gidip ‘Arazinin değerini tam gösterelim.’ dediğimizde, tapu memuru; “Yapamam, çünkü biz herkesinkini beşte bir olarak gösteriyoruz! Sizinkini böyle göstersek ne denir? Ya sizi arada para yedi diye mahkemeye verirler, ya da bizi değerleri eksik gösterdik diye mahkum ederler.” dedi.
Biz de bu uyumu yapmak zorunda kaldık. Ama bu rüşvet örgütünü çökertmek için kooperatif kurduk, parti kurduk, vakıf kurduk, dernek kurduk... Başarabildik mi? Hayır! Bu sistemi daha çökertemedik.
Sonra öğrendik ki yanlış yapıyormuşuz. Düzeni değiştirmemiz gerekir.
“Adil Düzen” gelmedikçe, tapu memurunun belki de rüşvet alarak yaptığı doğru idi. Çünkü %8 gerçek değeri ile alınıp satılsa, sadece vergisi o arsanın değerini birkaç sene içinde yer ve bitirir. O kadar pahalı olur ki, kimse alıp satamaz. Oysa “Adil Düzen”de taşınmazların alış-verişi vergiye tâbi değildir. Alış ve satışlardan vergi alınmaz. Sadece ticaret mallarından yılda kırkta bir zekât alınır. O halde mevcut bozuk düzende iyiliği getirmeniz mümkün değildir. Yapacağım derken bozarsınız.
Eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, askerlerin baskısı ile yolsuzlukların üzerine yürüdü. Kendisine mektup yazdım; bu yolla çözüm bulunmaz, gelin hukuki çözüm bulalım, yoksa sen gidersin dedim. Biraz sonra gitti. Çocukça, parti kurmaya kalkıştı. Kendisine o parayı kim verdi? Kendisi hortumlayınca günah olmuyordu!
Şimdi AK Parti aynı çocukça işi yapıyor. Onu götürmek için olmaz yollarda herkesle kötü ediyorlar.
Eğer gerçekten hortumculuğun kalkması isteniyorsa, yapılacak iş çok basittir:
a) Devlet tüm borç ve alacaklarını altın değerine kota edecek, faizi sıfırlayacaktır.
b) Devlet cebri icraların üzerine yürümeyecektir. Borçlanma ehliyetini alacak, ödeyince iade edecektir.
c) Devlet, karşılığını göstermek şartıyla herkese istediği kadar faizsiz borç verecektir. Karşılığı var demek, enflasyon yok demektir. Ondan sonrası devlet için kâğıt parçasıdır. Faizler kendiliğinden sıfırlanır. Bankalar kredileşme sistemi ile çalışırlar. Batarlarsa da batarlar. Alışveriş yapan batarsa devlet katılmıyor; faizci batarsa devlet ödüyor! Bu nasıl mantıktır.
d) Kayıtları gizleyen hırsız demektir. Kolunu kesersiniz. Ama kayıtları açık tutmak şartı ile yaptıklarının hepsi gasptır. Cezası, sadece borçlanma ehliyetini ortadan kaldırırsınız.
Demek ki, tevfikan iş yapmak mazeret olsa da, o düzeni değiştirmek için çalışmak gerekir. Hele değiştirdikten sonra, “Adil Düzen” geldikten sonra, artık bu tür mazeretler mesmu olmaz, kimse dinlemez.
Bunlara karşı nasıl davranılacağı bundan sonraki âyetlerde beyân olunacaktır.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 299. SEMİNER Yorum-129 İstanbul, 08 Nisan 2005
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI
(Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)
TAKİP HİZMETİ
Kur’an; “Siz anlayasınız diye biz her şeyi çift yarattık.” (Zâriyât;51/49) diyor.
Biz bu âyete dayanarak herhangi bir oluşumu, sekiz yüzlü dediğimiz bir şekil üzerinde izah etmeye çalıştık. Böylece 25 HİZMET ortaya çıktı. Bu hizmetlerden biri de ‘TAKİP HİZMETİ’tir.
Günümüzün ana meselelerinden biri de takiptir. Takip ne demektir?
Bir işi bir kişi yapmıyor. Mesela, arabanızı tamir ettirecekseniz, belki de yüz çeşit dükkan ve atölyeye uğramak zorundasınız. Mesela, akücü hiçbir zaman tekerlekleri şişirmez veya onarmaz. Şanzımanı değiştiren arabanın karbüratöründen anlamaz. Şu şekilde olmaktadır. Siz arabanızı bunlardan birisine verirsiniz. O tamirci ya bunlarla işbirliği içinde bütün tamirleri yaptırmaktadır. Ya da size deniyor ki, buralara sen götür. Yani bu işler takip edilmekte ve takip sayesinde iyi sonuçlar elde edilmektedir. Benzer olaylar hastahanelerde de vardır.
Hayatın her safhasında bir işin sonuçlanması için o işin takibi gerekmektedir.
İşte bu takip hizmeti 25 genel hizmetten biridir. Her işletmenin büyük olsun küçük olsun bir takipçisi vardır. Bu takipçi o işletmeye gelen işleri müşterileri adına takip eder. Bir de o işletmenin başka işletme veya kişilerle takip edilecek işleri varsa onları takip eder. Küçük işletmelerin takipçisi bir tanedir. Büyük işletmelerde ise bunlar birkaç kişiden oluşmaktadır. Küçük işletmelerde bir takipçi birkaç işletmede takipçi olabilir.
İşletme takipçileri, takipçilik hizmetlerine karşılık üretimden pay alırlar. Ham madde payı düşüldükten sonra, beşte bir ‘genel hizmet payı’ olarak alınır; bunun 25’te biri de ‘takip hizmet payı’dır.
Bu alınan takip payının yarısı o işyerinde takipçilik yapanlara bölüştürülür. Geri kalan yarısı da ortak fonda toplanır. Kişilerin işlerini takip edenlere bölüştürülür. Halkın takipçilik işi karşılıksız yapılır.
Şimdi organizasyon mekanizmasını oluşturmak için ele alacağımız birime ‘SEMT’ adını kullanacağız. SEMT, nüfusu 300 ile 1000 arasında olan topluluktur. Köylerimizin nüfusu ortalama bu kadardır. Kentlerimiz de böyle bölünecektir. Yaklaşık yüz hane bir köy gibidir. Ortak ad olarak ‘semt’ kelimesini kullanıyoruz.
Ayrıca 100 (yüz) semt de bir ilçeyi oluşturacaktır. 100 ilçe de bir bölgeyi oluşturacaktır.
TAKİPÇİLİK HİZMETİ şöyle örgütlenmiştir: Her semtte (köyde) 10’a yakın ‘takip temsilcisi’ vardır. Bunlar ilçe merkezindeki takipçilere bağlıdırlar. İlçe merkezindeki takipçilerin bölge merkezlerinde 10 kadar yüksek takipçi danışmanı vardır. Her yüksek danışmanın kıta merkezlerinde birer üstün danışmanı vardır.
Semtte herkesin böylece 25 hizmetlisi vardır. Yine araba örneğini kullanarak meseleyi anlatalım.
Araba kaza yaptı. Kişi hemen tamircisine haber verir. Tamirci arabayı kontrol eder ve ilçedeki tamircisine haber verir. Herkesin nakliyecisi vardır. Arabanın nereye gideceğini ilçedeki tamirci karar verir ve araba oraya naklolur. Yerinde onartılacaksa yerinde onarılır. İlçe merkezinde onarılacaksa ilçe merkezinde onarılır. Bölge merkezinde onarılacaksa bölge merkezinde onarılır. Bütün bunlar yapılırken sadece parça bedeli alınır. Eskiyen parça değiştirilir. Farkı alınır. İşçilik alınmaz. Arabanın bakımı genel hizmettendir. Sonunda kaza yapan veya araba sahibi hiç ilgilenmeden araba garantili olarak onarılmış olur.
Ne var ki, bütün bu işlemler yapılırken bu işleri takip eden, bu hizmetleri yapan kimselerin bu hizmetleri yerine getirip getirmediklerini takip eden birine ihtiyaç vardır. Buna ‘TAKİPÇİ’ diyoruz. Köydeki takip temsilcisine haber verir. Ondan sonra yapılacak bütün işleri takipçi takip eder. Tamir temsilcisine haber verir. İlçedeki tamirciye haber verir. Nakliyeciye haber verir. Sonuç alınamıyorsa, ilgili dayanışma ortaklığı sorumlusuna haber verir. Akıştan kişiyi haberdar eder.
Bu takip işi teşkilat içinde cereyan eder. Eğer semtte yapılacak bir iş varsa, bu işi bizzat temsilci yapar. Komşu semtlerden de yararlanılır. Komşu semtlerde olup ilçede bir takipçiye bağlı olanlar birbirleri ile ilişki kurup sorunu yerinde çözerler. Yoksa sorun ilçeye intikal eder. İlçede çözülürse ilçede çözülür. Komşu ilçelerden yararlanılır. Çözülmezse, bölgede çözülür. Komşu bölgelerden yararlanılır. Orada da çözülemezse, kıta merkezinde çözülür. Diğer kıtalardan yararlanılır.
-Şimdi biz ne yapmalıyız? Hizmet kooperatifimizin takipçileri olacaktır. Bir sorunumuz olduğu zaman takipçimize bildireceğiz. Ondan sonrasını o çözecek ve takip edecektir.
Araba mı almak istiyorum: o bulacak. Hasta mı tedavi etmek istiyorum; o bulacak. Avukat mı gerekiyor; o bulacak. Baştan küçük olarak bir mahallede başlayacağımız bu hizmet sonra tüm İstanbul’da örgütlenmiş olacaktır. Sonra ülkede örgütlenecektir. Sonra da tüm insanlıkta örgütlenecektir. Ama ilk önce 100 (yüz) kadar esnaf bir araya gelerek net ciromuzdan diyelim ki binde ikisini takipçilerimize vereceğiz diyecek. Böylece takipçilik teşkilâtının çekirdeğini oluşturacağız. Bilgisayarla bu hizmetler görülmeye başlanacak.
İnsanlık daima evrim içindedir. Evrime ayak uyduranlar yaşar, uydurmayanlar helâk olup giderler.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 299. SEMİNER Yorum-129 İstanbul, 08 Nisan 2005
CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI (Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)
HALK HAREKETİ VE…
İnsanlık günümüze gelinceye kadar ne merhale ve maceralar yaşamıştır… Tarihte devletler kurulmuş, devletler yıkılmıştır... Aynı devlet içinde hanedanlar yıkılmış, yeni hanedanlar gelmiştir... Bir hanedanlıkta krallar tahttan indirilmiş, başka krallar getirilmiştir... Cumhuriyetler döneminde seçimlerle iktidarlar değişmiştir... Çoğu zaman seçimlerde baskı yapılmıştır. BASKI ARAÇLARI NELERDİR?
a) Basın yoluyla yanıltma ve baskı yapılmaktadır. Sermaye tekelinde olan ülkelerde bu uygulama sayesinde sonuçlar alınır. Ancak basın zamanla yıpranır ve artık halka etki etmez hâle gelir. b) İstihbarat teşkilatı ile bu baskıyı yaparsınız. Provokasyon yaparsınız. Onu sonra söylenti hâline getirirseniz sonunda baskı olmaktadır. c) ‘Devlet desteğinden mahrum bırakma’ tehdidi ile baskı yaparsınız. Bu durumda halk iktidara gelecek lehine, güçlü lehine oy kullanır. Kredileri de bu baskı içinde meşru araçları gayri meşru kullanmakla olur. d) Asker ve polis aracılığı ile baskı yaparsınız. Polisin ve askerin göz yumduğu mafya teşkilatı da baskı unsuru olur.
Bütün bu baskı araçlarını kullandığınız halde yine sonuç alamayabilirsiniz. Demokrasi(!)lerde çareler tükenmez! En demokratik yönetim olsa bile, seçim en adil bir şekilde yapılsa bile, ‘seçimde hile yapıldığına’ halkı inandırırsınız, halktan bir grubu organize eder, iktidara gelenleri iktidardan düşürürsünüz. Başka bir yöntem olarak da sahte seçim yaparsınız ve yine iktidarı indirirsiniz.
Gürcistan’da, Ukrayna’da ve Kırgızistan’da yapılan ve olan budur...
Afganistan ve Irak’taki devrim ise alenen kaba güç kullanmak suretiyle yapılan silahlı devrimdir...
Meselâ; önce zalim iktidarı desteklersiniz; halk onlardan nefret eder, sonra onu devirirsiniz, halk sizi güllerle karşılar!..
Osmanlılar gibi yapıp halkı yanınıza alarak ülkeler fethedersiniz. Osmanlılar savaştıkları ülkeleri öyle aldılar, ama aldıktan sonra ‘Adil Düzen’ kurarak -yıllarca değil- asırlarca orada sorunsuz yerleştiler… Kırgızistan’dan sonra sıra nerede ve kimde? Lübnan’da başladı bile. Sanıyorum sıra Suriye’de; çünkü Suriye’de bu işi başarmak kolay görünüyor… Sonra sıra Türkiye’de olmalıdır; çünkü Türkiye’de on yılda bir bu tür iktidardan indirmeler hep kolaylıkla tekrar edildi... AK Parti’yi halk hareketiyle indirip Kemal Derviş’i iktidara getirme denemelerini yapabilirler... Sonra sıra İran’a gelecektir. Şiiler bu ülkede iyi bir yönetim kuramazlarsa, İran’da hareket gerçekleştirebilirler… Olacakları herkes yaklaşık olarak tahmin ediyor. Peki, bu durumda çare ve çözüm nedir? Aslında, öyle görünüyor ki, şimdilik kimse çare ve çözümü bilmek istemiyor! Herkes teslim olmuş zavallı kurbanlık koyun misalidir. Biz bir gün lazım olur diye yine de yazalım. ŞİMDİ “ADİL DÜZEN”DE BU SORUN NASIL HALLOLUR? ONUN ÇÖZÜM YOLLARINI ORTAYA KOYALIM.
a) DEVLET, nüfusu 30 milyon ile 100 milyon arasında olan ülkenin en üst organizasyonudur. Görevi, ülkeyi dış saldırılara karşı korumak ve işler arasında dengeyi sağlamaktır. Ordu, ülkenin gönüllü vatandaşlarından oluşur. Asker olmak istemeyenlerden sadece bedel alınır. Ordular bölgelere yerleştirilir. Her bölgede başka bölgelerden kendi istekleri ile katılan birer ordu bulunur. Ordu illerin iç işlerine karışmaz ama illerden isyan gelirse, isyanı bastırmak o orduya aittir. Devlet başkanı askerlerden seçilir ve aynı zamanda bölge merkezinin yöneticisi olan ordu komutanlarını atar ve alır. Ayrı genel kurmay başkanı bulunmaz. Ordulara doğrudan doğruya devlet başkanı komuta eder. Meclisler halk tarafından seçilirler. Devlet başkanını askerlerden seçerler. Hükümeti meclis oluşturur. Ancak ordu komutanları hükümete karışmaz, hükümet de ordu komutanlarına karışmaz. Asker başkan bunların aralarında denge kurar. Devletin iç güvenlikle ve yönetimle hiçbir ilgisi yoktur.
b) İLLER bağımsızdır. Nüfusları 300 000 ile 1 000 000 arasındadır. Bir ülkede yaklaşık 100 kadar il vardır. Bunlar kendi içlerinde tamamen bağımsızdırlar. Merkezde yapılan kanunlar illerde geçerli değildir. Ordu bu illere giremez. Her il kendi başkanını kendisi seçer. Kendi meclisi ve hükümeti vardır. Kendine özgü dili vardır. Lise öğrenimini her il kendi dili ile yapar. Ayrıca kendi halkından oluşan jandarma teşkilatı vardır. Bunlar ilçelerde bölükler hâlinde teşkilatlanmıştır. Bir ilçede o ilden ama başka ilçeden halktan oluşturulur. Oranın iç güvenliğini sağlamak o jandarma teşkilatına aittir. İl bölgeden yardım isterse örfi idare olarak girebilir. Çık dediği zaman da çıkar. Halk askerliğinin bir kısmını orduda, bir kısmını da ilde jandarma olarak yapar.
Devlet sadece devlet merkezi ve bölge merkezi illerin güvenliğini orduya sağlatır. Merkez halkı silahsızdır. Onlar bulundukları bölgenin ordusu içinde askerlik yaparlar.
c) BUCAKLAR da il içinde tamamen bağımsızdır. İller içinde 3000 ile 10 000 arasında nüfusu olan bucaklar vardır. Ceza hukuku dahil her türlü kanunları kendileri yaparlar. Bucak tamamen bağımsız olarak kendi hukuk düzenini kurar. Hakemlerden oluşan mahkemeleri vardır. Kararları kesindir. Temyizi yoktur.
d) HAKEMLER: En önemlisi, her türlü ihtilaflar, ister kişiler arasında ister kurumlar arasında çıkacak anlaşmazlıklar ‘HAKEMLER’ yoluyla çözülür. Hakemlerden birini bir taraf diğerini diğer taraf seçer, baş hakemi hakemler seçer. Hakemlerin aldıkları kararlara uyulur. Yargı tarafsız ve bağımsızdır, etkin ve saygındır. Devlet başkanı tasarruflarında yargı denetimindedir. Yasama, yürütme ve yargının hepsi hakemlerin denetimindedir. Böylece kimse ben haksızlığa uğradım diyemez. Kimse yalan haberler yayamaz. Çünkü bağımsız yargı yakasına yapışır.
Böyle bir devlette halkın devlet başkanına karşı hareketinin sözkonusu olmayacağı aşikârdır.
“ADİL DÜZEN”DE DAHA BAŞKA TEDBİRLER DE ALINMIŞTIR.
a) Yöneticiler hâkim değil hâdimdirler. Yani yöneticiler halka emretmezler, sadece onlara hizmet verirler. Dolayısıyla yöneticiler halk tarafından suçlanmazlar. Çünkü yöneticiler görevde bir yanlışlık yapsalar yargıya gidilir. Devlet başkanı da olsa, hakemler tarafından görevden alınabilir. Demek ki, bağımsız ve tarafsız yargı iktidarın sigortasıdır.
b) Kamu adına dava açma hakkı devletin savcısına verilmemiştir. Hakemleri devlet atamadığı, taraflar kendi seçtikleri gibi; kamu haklarını koruma da siyasi parti başkanlarına verilmiştir. Her kademede siyasi parti başkanları vardır. Hakemler onlara giderler. Devlet taraf olmaz. Devlet tarafsızdır. Böylece halk mahkemede haksızlığa uğrasa bile, yöneticilere değil, kendi partilerine ve kendi hakemlerine kusur bulur. Halkı devlete karşı organize etmek için onu suçlandıran bir şey bulunmalıdır.
c) Hakem kararlarının infazı da devlet kuvvetlerince yapılmaz. Bucaklarda suçlular kendileri gelip teslim olur ve infaz gönüllü olarak yapılır. Teslim olmayanlar jandarma kuvvetleri tarafından infaz edilir. Bunlar da yönetici değil, siyasi parti başkanları demektir. Çünkü ordu komutanları aynı zamanda siyasi parti başkanlarıdır. Bölük komutanları illerde siyasi parti başkanlarıdır. İnfaz onlar tarafından yapılmaktadır.
d) İcra hükümet tarafından yapılır. Başkanlar işlerle doğrudan ilgilenmezler. Gerekli gördüklerinde, eğer bir kurum halkın nefretini kazanmışsa, başkan o kurumu dağıtıp yeni kurum oluşturabilir. Böylece halk hışmını o kurumla tatmin eder. Osmanlı İmparatorluğu’nda hanedan değişmemiştir. Çünkü halkın hışmı sevdikleri vezirlerin başları ile yatıştırmıştır. Sadrazamlar da devletin selameti için başlarını verdikleri için bir askerin cephede ölmesi gibi seve seve başlarını celladın önüne koymuşlardır.
Şimdi bu anlattıklarımız size hayal gibi gelebilir; dilsiz, sağır ve kör olarak söylenenleri duymazsınız.
Bizi dinlemeyip kulak vermiyorsanız, o zaman George Soros’u bekleyin!.. O gelince uyanırsınız!..
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92