Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 305
NİSÂ SÛRESİ 78-80.AYETLER TEFSİRİ
23.05.2005
2141 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜZEN   305

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi          20 - 23 Mayıs 2005          Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ;     305. SEMİNER

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL  (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği)             Tel: (0532) 246 68 92

*TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00);  Cumartesi Yenibosna (17.00-21.00);  Pazartesi Ümraniye (19.00)]

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

(Hasan Özket, Yasin Kılar, Hasan Çetinkaya, Lütfi Hocaoğlu, Reşat Nuri Erol ve …………… dersi okumuş olarak geleceklerdir.)

Üsküdar ve Ümraniye’de Reşat Nuri Erol tarafından;    diğer yerlerde ilgili ve sorumlular tarafından anlatılacaktır...

Hedefimiz; bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul’da 200, Türkiye’de 1000 yerde okunmasıdır. Süleyman KARAGÜLLE

 

NİSÂ SÛRESİ TEFSİRİ – 30

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

أَيْنَمَا تَكُونُوا يُدْرِكُّمْ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنتُمْ فِي بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍ وَإِنْ تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ

يَقُولُوا هَذِهِ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ وَإِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُوا هَذِهِ مِنْ عِنْدِكَ قُلْ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ

فَمَالِ هَؤُلَاءِ الْقَوْمِ لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَدِيثًا(78)

مَا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنْ اللَّهِ وَمَا أَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ

وَأَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولًا وَكَفَى بِاللَّهِ شَهِيدًا(79)

مَنْ يُطِعْ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللَّهَ وَمَنْ تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا(80)

 

أَيْنَمَا تَكُونُوا (EaYNa MAv TaKUvNUv)  “Nerede olursanız.”

Her canlının tesmiye edilmiş bir ömrü vardır. Bugünkü insan için bu ömür 100 yıldır. Ne var ki, ortalama ömür 60 ile 70 yıl arasındadır. Kimi 100 yıldan daha fazla yaşamaktadır, kimi de çok erken ölmektedir. Buna ‘eceli kaza’ denmektedir. İnsan eceli müsemmadan kurtulamaz, onu değiştiremez. Ama eceli kaza değişir mi, uzar mı, uzamaz mı? Bu hususta kesin bilgimiz yoktur.

Nerede olursanız olun ölüm size idrak edecektir.

Ama eceli kaza muayyen midir, yoksa tedbirlerle veya hasene ile değişir mi? Bu bizim yorumumuza bağlıdır. Gerçek olan şudur. Allah’ın yaşatmak istediklerini kimse öldüremez. Kıl payı ölümden kurtulan pek çok kimseler vardır ve bunlar sonra tarihin seyrini değiştirmişlerdir.

يُدْرِكُّمْ الْمَوْتُ (YuDRikKuMu eLMaVTu)  

“Mevt sizi idrak edecektir. Ölüm size ulaşacaktır.”

DeReKe” derece anlamındadır. “İdrak etmek” demek, yerine koymak, sıralamak demektir. Herkes için ölüm mukadderdir. Herkesin dünyada bir görevi vardır. O görev bittiğinde ölüm onu idrak eder. Çünkü Allah hiçbir şeyi boşuna var etmemiştir. Bir ağacın görevi bitince o ağaç yıkılır, çürür ve yerine yenileri gelir. Sonbaharda yaprakların işi bitince dökülürler. Çiçekler böcekleri çekmek için açılır, tozlaşma olunca işleri biter ve dökülürler. Kâinatta her şey bir şey için yaratılmıştır. Görevi bitince ömrü dolar ve ortadan kalkar.

Devletler de böyledir. Osmanlıların görevi vardı. Görev bitti, ömrü doldu ve gitti. Yahudi sermayesinin de görevi vardı. İnsanlığı ilkel sanayiden uygar sanayiye geçirecekti. Görevini yaptı. Ömrü doldu. Şimdi “Adil Düzen”den sonra ya yok olacak, ya da yeni görev yüklenecektir; ya faizsiz düzene geçecek, ya da yok olacaktır.

O halde, eğer görevimizi ihmal ediyorsak varlığımız da sona erer.

Ordular ne içindir? Ordular dünyadaki siyasi dengeyi korumak için vardır. Askerler bu dengenin bozulmaması için savaşırlar. Savaş olmadığı zaman, ordular caydırıcı olsunlar diye ulus tarafından finanse edilirler. Eğer gerektiğinde savaş yapmazlarsa, görevleri bitmiş olur. Artık kimse onları beslemez. Galip gelen ordular onların görevini yüklenirler ve onlar bu işi yürütürler. Irak ordusu gibi savaşmaz ve düşmana teslim olursa, sonra Amerikan askerleri imiş gibi varlıklarını sürdüremezler.

Demek ki, nerede olursak olalım, görevimizi yapmayacaksak, savaşmayacaksak asker olamayız. Yapacağımız iş, eğer savaşmayı düşünmüyorsak orduya katılmamaktır. Katılmışsak, ordudan ayrılıp ülkeyi terk etmektir. Şeriat düzeni o kadar makul ve yerinde oturmaktadır ki, bunun dışında başka türlü bir düzen sözkonusu değildir.

Bugün bilhassa okumuşlar yani yüksek tahsil yapanlar askerliği istemeye istemeye yapmaktadırlar. Çünkü ‘bedelli sistem’ yoktur. Bir devlet içinde yaşayan kişiler ya ‘müslim’ olup bedel verirler, bedenen savaşa iştirak etmezler, onlara savaş emredilmemiştir; ya da ‘mü’min’ olup asker olurlar ve bedel ödemezler. Bunların artık savaştan kaçmaları sözkonusu değildir. Savaştan firar edenler öldürülürler.

Burada iki mânâ ortaya çıkıyor.

1) Savaşsanız da, savaşmasanız da, sonunda öleceksiniz. Ölümden kurtuluş yoktur. Savaşta ölürseniz, dünyevi vazifeleri bitirmiş olursunuz.

2) Yahut, savaştan kaçarsanız; nerede olursanız olun, mü’minler zafer kazanınca öldürülürsünüz. Savaştan kaçan, savaş bitmiş olsa bile, sonra nerede bulunursa bulunsun öldürülür. Bunun dışında başka hiçbir suç savaştan sonra takip olunmaz.

وَلَوْ كُنتُمْ فِي بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍ  (Va LaV KuNTuM Fıy BuRUvCın MüŞaYYaDaTin)  

“Teşdid edilmiş burcda bulunmuş olsanız bile.”

Burç” bir devletin varlığını gösteren bayrağının dikilmiş olduğu tepedir. Tepeler içinde en yüksek tepedir. “Müşeyyede” de korunmuş anlamındadır. Yani, sağlam kale tarafından çevrilmiş ve orada güçlü muhafızlar da olsa, yine orada da mevt sizi idrak eder. Yani, hiç kimse ölümden kurtulamayacaktır. Kendisini ne kadar sağlama alırsa alsın, sonunda ölecektir. Çünkü Allah bir ecel koymuştur.

Diğer taraftan da, savaş kaçkınlarını saklayan böyle devletler veya kentler olursa, zaferden sonra onlar da takip olunur ve oralar fethedilir. Orada savaş kaçkını varsa öldürülür demek olur.

Burada “muhassana” denmemiş olup “müşeyyede” denmiş olması, tüm korunma imkânlarını da içermesidir. Siyasi ve askeri savunma tedbirleri “müşeyyede burç”tur.

وَإِنْ تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ (VaEıN TuÖıBHuM XaSaNaTun)  “Onlara bir hasene isabet ederse.”

Kur’an’a göre bir ‘halk’ var ve bir de ‘başkan’ vardır. Başkanı halk başa getirir. Onlardan her biri yani başkanı seçenlerden her biri, başkanın kendilerine farklı muamele yapmasını ister. Oysa başkanın bunu yapabilmesi mümkün değildir. O zaman da isteyerek başa getirdikleri kimseye karşı herkes bir olup cephe alır.

Nitekim Türkiye’de Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in durumu böyle olmuştur. Parti başkanları ittifakla onu cumhurbaşkanı yapmışlar, sonra birlikte cephe almışlardır.

Ondan sonra başkan ile halkı arasında didişme başlar. Başkan bir taraftan topluluğunu dışa karşı korur, diğer taraftan da içteki halkına karşı kendi makamını korumak durumunda olur.

Bu sebepledir ki, Kur’an başkanlara hep halkıyla nasıl muhatap olacağını öğretmektedir. Yani, Kur’an yöneticilerin yapacaklarının da fıkhını getirmektedir. Eğer bir kimseye veya bir gruba kamudan bir iyilik gelirse, ‘bu Allah’tandır’ derler; kötülük gelirse başkanlarına ‘bu sendendir’ derler. ‘Allah’tandır’ demek, aynı zamanda ‘topluluktandır’ demektir.

Mesela; Mustafa Kemal’den gelen iyilikler Allah’tandır, ama kötülükler ise kendisindendir derler. Oysa, ya iyilikler de Allah’tandır, millet yapmıştır, kötülükler de; ya da aksidir. Tek taraflı hüküm adil değildir.

يَقُولُوا هَذِهِ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ (YaQUvLUvNa HaÜıHı MıN GıNDı elLAHı) 

“Bu Allah’tandır, bu millettendir derler.”

Cumhuriyetçiler de böyle derler. Eğer iyi bir şey olmuşsa bunu Türk milleti yapmıştır. Kötü bir şey olmuşsa, onu da Osmanlılar yapmıştır. Cumhuriyet için de aynı adil olmayan hükümler vardır. İyilikler Allah’tan, milletten; kötülükler ise Mustafa Kemal ve arkadaşlarından olmuştur.

Halkın özelliği ve psikolojik yapısı gereği, başkana itaat ederler ama devamlı olarak ona saldırırlar. Böylece kendilerine iltimas yapmasını isterler. Oysa başkan adil kararlar vermeli, ondan sonra Allah’a teslim olmalıdır. Başkan iktidarını kendisi korumamalı, topluluk korumalı, Allah korumalıdır. Korumadığı zaman da gitmelidir. Biatı yenilemek, yani zaman zaman seçimi yenilemek bunun için gereklidir.

Hazreti Peygamber de Hudeybiye’de biatı yenilemiştir. Hudeybiye Mekke fethinden bir sene önce olmuştur. Yani hicretin yedinci senesinde yenilenmiştir.

Demek ki, yedi senede bir devlet başkanı seçimi olacaktır.

Kur’an’da bu Haccı Ekber ile ifade edilmektedir. Haccı Ekber, cumaya rastlayan kurban bayramı günüdür. Bu da yedi senede bir olmaktadır.

Bu yedi senede bir Kurban Bayramı Cuma ile birlikte kılındığında biat yenilenmelidir.

Başkan adil davranmak zorundadır. Herkes başkanın kendi tarafında olmasını ister ama, başkan adil hükmettikçe teslim olur. Karşı faaliyete geçmez. Ama kendisine ayrıcalık tanınması için aleyhte konuşur.

Ben Akevler’de bu duruma hep şahit oldum. Üyelerimiz yönetimimiz aleyhinde bulunurlar ama seçime gelince birkaç oy ancak muhalif olarak çıkardı. Ortaya çıkan iyilikleri başkandan saymazlardı.

Kur’an bu hususta onları tasdik ediyor.

وَإِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ (Va EıN TuÖıBHuM SayYıEaTun)  

“Onlara bir seyyie isabet ederse.”

Bu dünyada seyyielerle hasenelerin birlikte yürüdüğü bir dünya vardır. Sağlıkla hastalık mücadelesi vardır. İnsan her an birtakım zorluklar ve ağrılar içindedir. Çocuk ağlayarak doğar. O kadar ağlar ki, anne babasını bile bezdirir. Gülmeye çok sonra başlar. Çok az güler. Sonra sıradan arıza ve hastalıkların yanında bir de yaşlılık gelir. Peş peşe arızalar sıralanır. Tüm hayat ıstıraplarla doludur. Ama bütün bunların sonunda sözkonusu olan bir hayat vardır. Yaşanmıştır. Nesil yetiştirilmiştir. Hasene olmuştur. Hele âhiret hazırlığı da tamamsa, o acıların hepsi rahmet olmuştur. Sosyal hayat da böyledir. Hele ilk kuruluşlar hep ağlamakla geçer.

Adil Düzen çalışanlarının yaşadıkları hep beşikteki çocuğun çektiği ıstıraba benzer.

Topluluk yaşananlar sayesinde olgunlaşacak, ileride eşüddüne, güçlülüğe, güce erecektir.

Dünyadaki seyyieler de haseneler içindir. Seyyie olmazsa hasene olmaz. Bu sebepledir ki daima hâlimize şükretmeliyiz. Sıkıntılara giriyorsak, yoksulluk çekiyorsak, bu bize Allah’ın lütfüdür. Biz bize düşenleri yapacağız. Ondan sonrası ise bize ait değil, bizi yaratana aittir. Savaş için bile böyle düşüneceğiz. Ölürsek O’nun takdirdir. Biz görevimizi gerektiği gibi yapıyor muyuz, ona bakmalıyız.

İstanbul’da başlattığımız yedi yılı aşkın faaliyetimiz birçok başarısızlığımızla sonuçlanmıştır. Başta Ahşap evlere başladık, sonuç alamadık. Marketlere başladık, sonuç alamadık. İzmir’de kerestecilik yaptık, sonuç alamadık. Poşet teşebbüsünde bulunduk, sonuç alamadık. Bütün bunlar bize isabet eden seyyielerdir.

Ama biz sabredip devam ediyoruz. Önce, dersleri aksatmadan yürütüyoruz. Redakteler yapılmakta, internete kısmen de olsa girebilmektedir. Onun dışında pek çok kimselere ulaştık ve tebliğde bulunduk. Bunlar başarılarımızdır. İsabet eden seyyielerimiz bizi yıldırırsa ve bizi çalışma azmimizden vazgeçirirse, asıl hüsran o zaman olacaktır. Ama çalışma azmimiz kırılmaz, sonuç Allah’a aittir dersek ve devam edersek, işi yarım bırakmazsak, Allah bizi mutlaka muvaffak kılacaktır. Allah’a hamd olsun ki, her hafta yazılıyor, düzeltiliyor, okunuyor. Kısmen de olsa internete giriliyor. Bu çok büyük başarıdır.

Hazreti İsa’ya sadece on iki kişi inandı. Ama bugün iki milyar insan onun arkasından gitmektedir. Ebu Hanife bir kitap bile yazmamıştır. Bize ulaşan üç öğrencisinin yazdıklarıdır. Ama Ebu Hanife bugün bile etkisini sürdürmektedir. Ekol oluşturulmalıdır. Ümit ediyorum ki bu ekol oluşmuştur. Benden sonra daha da gelişmiş olacaktır. Belki de değişik kollardan ilerleyecektir. Bu da O’nun işi, bizim işimiz değildir. Bizim duamız odur ama O ne isterse onu yapar.

يَقُولُوا هَذِهِ مِنْ عِنْدِكَ (YaQUvLUvNa HaÜiHi MıN EıNDıKa)  

“‘Bu senin indindendir’ derler.”

Yani, gelen iyilikleri topluluktan yani Allah’tan bilirler, kötülükleri de sana yüklerler.

Türkiye’de III. Selim, II. Mahmut, Abdülhamit, Mustafa Kemal, İnönü, Menderes, Demirel, Özal, Erbakan ve Çiller etkili olmuşlardır. Fatih’ten beri Türkiye’de birçok haseneler ve seyyieler olmuştur. Bir bakarsınız haseneleri millet yapmıştır, seyyieler ise hep bu kişilere yüklenmiştir.

Oysa, eğer seyyieler onlardansa, haseneler de onlardandır.

Millî Görüş için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Millî Görüş sonunda Türkiye’yi bugünkü hâle getirmiştir. Bu iyilikler Millî Görüşçülerin, kötülükler varsa Erbakan’ınmış! İşte halkta böyle çarpık bir anlayış vardır. Evde karı koca da ‘ben demedim mi’ deyip kendisini temize çıkarır, eşini suçlu bulur. Ortaklar da böyledir. Biz bile böyle yanlış düşüncelere düşebiliriz.

İstanbul’daki faaliyetlerimizden olan Pendik Kaynarca’daki başarısızlığı kimse üzerine almıyor. Oysa orada hepimizin ihmali ve hatası vardır. Herkes kendi hatasını görmelidir. Kötülükleri başkalarına atmamalıyız. Herkes kendisinde eksiklik aramalıdır, gelenin takdir-i ilâhi olduğunu bilmelidir.

قُلْ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ  (QuL KulLun MıN GıNDI EalLAHı) 

“Söyle, hepsi Allah’tandır.” 

Mü’minler, geçmişte olanların hepsinin Allah’tan olduğuna inanır ve kadere teslim olurlar. Allah’ın izni olmadan hiçbir şey olmaz. Başka kimseleri suçlamazlar. Eğer başımıza kötü bir yönetici gelmişse, Allah onu bizim başımıza getirmiştir. Biz müstahak olduk ki getirdi. Elbette o insanlar niyetlerine göre sevap veya günah işlemişlerdir. Dolayısıyla cennete veya cehenneme gideceklerdir.

Türkiye’deki harf inkılâbını Mustafa Kemal değil, Allah yaptırmıştır. Dolayısıyla kaderdir. Onu hayır kabul edip yararlanmamız gerekir. Ama bu Mustafa Kemal’in mükâfat görmeyeceği veya ceza çekmeyeceği anlamına gelmez. Onun niyeti, kastı ne ise ona göre mükâfat veya mücazata duçar olacaktır. Bu da Allah ile onun arasındadır, biz bilemeyiz.

Mü’min, geçmişte cereyan eden olaylarda ne kadar kaderci ise gelecek olaylarda da o kadar iradecidir. Yani, kendi yapacaklarından sorumlu olduğunu bilmektedir. Gelecekte olacakları bizim hakkımız kabul edip öyle davranmamız gerekir. Asla, nasılsa Allah ne istiyorsa onu yapacaktır, bizim çalışmamıza gerek yoktur demememiz icap eder. Bu imanın şartıdır. Geçmiş için hayır ve şer Allah’tandır diyeceğiz, gelecek için de hayır ve şer elimdedir diyeceğiz.. Herkes kendisini sorumlu bulacak ve elinden geleni yapacaktır. Bedenen yapamazsa bile kavlen yapacaktır. Bizim zaman zaman gidip tebliğlerde bulunmamız bundan dolayıdır.

لِ هَؤُلَاءِ الْقَوْمِ فَمَا (Fa MAv Lı Hav EuLAEı elQavM)  

“Bu kavme ne oluyor, nesi var?”

Kavm” kelimesi burada marifedir. Hem de işaretlenmiştir. “Bu kavme” diyor.

Şimdi bize hitap eden bu Kur’an’a göre, bu kavim Türk kavmidir. Türkiye’deki Türk kavmidir.

Bu kavme Allah ne haseneler, ne seyyieler isabet ettirdi. Alpaslan Suriye’ye sefer yaparken, Bizans ordusu onları yok etmek için hareket etmişti. Türk ordusu sayı bakımından düşmandan çok azdı. Komutanlar savaşa girilmemesini önerdiler. Alpaslan, bu durumda karılarının yanında rahat edenler geri dönsünler, ben savaşacağım demiştir. Bizans ordusunda bulunan Peçenek gibi kavimler savaşta cephe değiştirdiler de böylece galip gelindi ve Anadolu kapıları açıldı. Bu kavimlere cephe değiştirten kimdi?

Türkler asırlarca Haçlılarla savaştılar. Bu yetmiyormuş gibi Moğollar Anadolu’yu istila edip hilafeti berhava ettiler. Ama sonra aynı Moğollar Müslüman oldular. Onları Müslüman eden kimdi?

Haçlılar Bizans’ı tehdit edince Bizans Türklerin yardımı ile korundu.

Asırlar süren Avrupa ile savaşlarda Viyana bozgunu ile Batılılaşma başlamış, hep yenilgi ile karşı karşıya kalınmış, düşman tâ Sakaryalara kadar gelmiştir. Hangi güç Türkiye’yi yeniden Türklere verdi? Ondan sonra girişilen inkılâplar. Irak Savaşı’ndaki tezkereye kadar tarih musibetlerle ve hasenelerle doludur. Ama sonunda 70 milyonluk Müslümanlardan oluşmuş güçlü bir devlet var. Bu hasenedir.

Buna karşı işsizlik, dış borç, çalışamaz halde olan yargı, dışa bağımlı basın seyyieleri vardır. Bunlardan kurtulmak için onlara haydi gerçeklere kulak verin, ihtida edin diyoruz. Ama bu kavim tarihin bu tecrübelerinden hiç etkilenmeden dilsiz, sağır ve kör olarak aval aval bakıyor!

İşte Allah bu kavme diyor; “Bu kavme ne oluyor?”, Türk ulusuna ne oluyor?

لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَدِيثًا(78)  (LAv YaKAdUvNa YaFQaHUvNa XaDİyÇan) 

“Hadisi fıkhetmeye keyd etmiyorlar.”

Keyd etmek” demek, tuzak kurmak demektir. Fiilin başına gelince yardımcı olur ve mânâsı o işin yapılması için hazırlık yapmak demektir. Mesela, dinlemeye hazır olmak demektir. Başka bir ifade ile, yaklaşmak veya yanaşmak demektir. Olayı anlamaya yanaşmıyorlar mânâsı ortaya çıkar.

Fıkhetmek” demek, delillere dayanarak gelecekte olacakları veya olması gerekeni bulmak demektir.

Hadis” kelimesi, olayları anlatan sözler demektir. Doğrudan olay da demektir.

Türkiye’nin nereye gittiğini gözleriyle görmeye, kulaklarıyla işitmeye, beyinleriyle anlamaya yanaşmıyorlar. Türk Milleti Allah tarafından “Adil Düzen”i kendi içlerinde tesis etmeye ve dünyaya örnek olmaya memur edilmiş bir kavimdir. III. Bin Yıl Uygarlığını bunlar başlatacaklardır. Hakka dayalı ve adil İslâm şeriatı düzenini bunlar kuracak ve örnek olacaklardır. Batı diliyle ifade edecek olursak; demokratik, lâik, liberal ve sosyal hukuk düzenini bunlar tesis edeceklerdir.

Bu kavim ancak bu suretle dünyanın saldırısından kurtulabilir.

Çünkü Avrupa kendisini yutmak istiyor... ABD Ortadoğu’da onu yaşatmak istemiyor... Rusya’nın tarihî emeli Türkiye’de... Çin kendi Müslüman halkından korktuğu için Türkiye’nin yok olması arzusunda... Hindistan, Pakistan ve Keşmir olayıyla İslâm düşmanı... Komşular, ne yapacaklarını bilmeden, dıştan gelecek emirle saldırmaya hazır... İçte de lâik-mürteci, Türkçü-Kürtçü, Alevi-Sünni ve ilerici-gerici grupları ile bölücülüğe sürüklenmektedir... Bu devleti mucize dışında ne yaşatabilir?.. O mucize de şüphesiz “Adil Düzen”dir…

Üç ay içinde işsizliği, altı ay içinde yargı sorununu, bir yıl içinde basın sorununu ve iki yıl içinde dış borcu bitirelim diyoruz... Ama ne olayları anlamaya, ne de bizim sözümüzü anlamaya yanaşıyorlar!..

Bu kavim böyle değildi. Şimdi ne oluyor da böyle acayip oldu? Allah bunu soruyor.

***

مَا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ (MAv EaÖAvBaKa MıN XaSaNaTın)  

“Haseneden sana ne isabet ederse.”

Bundan önce topluluğa isabet eden musibetlerden, hasene ve seyyielerden bahsetmiştir. Orada başkan veya uyarıcıya karşı halkın davranışlarını anlatmıştır. Müslümanların başına bir şey gelir, bunu Erbakan yapmıştır derler… O arının kovanına çomak sokmuştur… O öyle yapmasaydı Nurcuların, tarikatçıların, başörtülülerin başına gelenler gelmezdi derler. Ama eğer iyilikler olmuşsa, tarikatlar faaliyet göstermişse, imam hatipler açılmışsa, ilâhiyat fakülteleri olmuşsa, o Erbakan’dan değil, kendiliğinden olmuş veya Allah yapmıştır.

Bu çarpık zihniyeti anlattıktan sonra; şimdi de bizzat tebliğcilere, Adil Düzencilere, yahut Erbakan’a, Erdoğan’a hitap etmektedir. Kişinin başına gelenlerin neden öyle olduğunu anlatmaktadır.

فَمِنْ اللَّهِ (Fa MıNa elLAHı)  “Allah’tandır.”

Eğer biz bir şey yaptıksa, bir iyilik olmuşsa, bu bizden değil; Allah bize bu ihsanı yaptığı için, bu lütfü yaptığı için olmuştur. Kimse ‘ben yaptım’ deme hakkına sahip değildir. Malazgirt’ten beri olmuş olan olaylar, İstiklâl Savaşı’ndaki bütün zaferler, cumhuriyet dönemi mücadeleleri, Millî Görüş, Adil Düzen hep ilâhi takdirin sonucudur. Kimse bunu ben yaptım diyemez. Allah’ın takdiri ve ihsanı ile böyle oldu der. Orada Allah ona vazife tevcih ettiği için hamd eder. O’na ihsan ettiği için şükrünü edaya çalışır.

وَمَا أَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ  (Va MAv EaÖAvBaKa MıN SayYıEaTin) 

“Seyyieden sana ne isabet ederse.”

Seyyieden sana ne isabet ederse veya etmiş ise o da Allah’tan mıdır?

Topluluğa isabet edenlerin de Allah’tan olduğu yukarıda bildirilmişti. Ama kişilere ve tebliğcilere ise böyle değildir. İnsanlara da kötülükler isabet edebilir.

Nitekim yukarıda savaşta ölüm gibi dünyevi en büyük musibet isabet eder. Ancak kötülüğü birlikte düşünmek gerekir. Bir imtihana girersiniz, soruları cevaplamakla uğraşırsınız, bu sıkıntıdır. Ama yine de girersiniz, çünkü sonra gelecek hasene o seyyieyi yok edecektir. Bir kadın evlenir, çocuk doğururken ölüm kadar sıkıntı çeker, sonra onu büyütürken sıkıntı çeker, ama sonunda bir insan yetiştirmiş olur. Seyyieler hasenelere dönüşür. Seyyieleri böyle doğuracağı hasenelerle birlikte düşünmek gerekir. Birçok şer vardır ki o hayırdır.

İnsanın toplam hasene ve seyyiesi âhirette sonuçlanacaktır. Ve orada seyyie sadece insanın kendisinin yaptıkları ile ilgilidir. Azabı kendi ellerinin yaptığı ile çekecektir. Cennete gelince, o Allah’ın bir lütfüdür. Çünkü seni de cenneti de O yaratmış, hayrı sana O işletmiş, bire on sevap yazmış ve seni oraya koymuştur.

فَمِنْ نَفْسِكَ (FA MiN NaFSiKa)  “Senin nefsindendir.”

İnsan günahsız yaratılmıştır. Hayatta hiçbir sevap işlemese bile yine cennete gider. Nitekim çocuklar cennete gideceklerdir. Mü’minlerin olsun, kâfirlerin olsun, kimin çocukları olursa olsun, cennete gideceklerdir. Eğer birisi cehenneme girmişse, mutlaka kendi iradesiyle işlediği günahtan dolayı gidecektir. Bu dünyada ise insana işlediği bir günahın cezasını bu dünyada çeksin, âhirete günahı kalmasın diye isabet etmiş olur. Yahut bir hata yapmıştır, yaptığı hatanın hata olduğunu bildirmek için musibet isabet eder.

Bir yerde başarıya ulaşamıyorsak, mutlaka kendimizin bir hatası vardır da o sebeple başarısız oluyoruz. Kusuru başkalarında değil, kendimizde aramamız gerekir.

1) İstanbul’daki teşebbüslerimizde, ahşap evde, markette, İzmir’deki kavaklarda ve poşet teşebbüslerinde başarıya ulaşamamışsak, hatayı kendimizde aramamız gerekir. Her birimiz hatayı kendimizde aramalıyız. Ben kendimde aramalıyım. Hatalarım ne oldu ki başarısızlığa uğradım.

2) Benim baştaki günahım, inanmamış insanlarla iş yapmaya kalkışmamdır. Oysa yapacağımız iş, önce çalışıp kendimizi yetiştirmektir. Ustasıyla, çırağıyla, işçisiyle inanmış insanlar oluşturduğumuzda teşebbüste bulunmalıydık. Bir numaralı hatamız bu olmuştur. Bununla beraber bu denemelerle pek çok bilgiler edindik. Dolayısıyla o hata da yine bana ve bize rahmet olmuştur. Dolayısıyla ben onu musibet saymıyorum. Herkes başına geleni kendisinin hatası olarak görmelidir.

3) Üçüncü olarak, Allah bizi yetiştirmek için, musibetlere dayanabilmemiz, zorlukları aşabilmemiz için bizi küçük belalara uğratmaktadır. Aynen aşı gibi. Aşı zayıf mikroplarla yapılmaktadır. Bu sayede vücut muafiyetlik kazanmakta, sonra gerçek mikroplar geldiğinde ona karşı vücut direnmektedir. Bizim başımıza da bundan dolayı seyyieler gelmektedir.

4) Bir de, Allah bize bu musibetleri isabet ettiriyor ki, buradaki dayanmamıza ve direnmemize göre bizim derecemizi yükseltmektedir. İmtihan niçin yapılır? Öğrencinin bilgisini ölçmek için. Biz belalara uğrayarak imtihan olmaktayız. İmanımız ölçülmekte, derecemiz tesbit edilmektedir.

Dolaysıyla mü’min bütün belaları nimet bilir ve şükreder.

وَأَرْسَلْنَاكَ (VaEaRSaLNAvKa)  “Seni irsal ettik.”

Burada irsal olunan birinci derecede Hazreti Muhammed’dir. Kur’an ilk defa ona indirilmiştir, o insanlara tebliğ etmiş, başkan olmuş ve kurduğu devleti yönetmiştir. Bundan sonra onun yerini alan ona halife olan bütün Cuma imamları, bucak başkanları birer resuldür. Kendi bucak halkına tebliğde bulunur, onlara hakemlik yapar ve onlara emirlik yaparlar. Ondan sonra da her mü’min resulün halifesidir, Kur’an’ı tebliğ etmekle yükümlüdür. O da çevresine Kur’an’ı ulaştırmakla yükümlüdür. Başkanı olmayan topluluğa başkanlık etmekle yükümlüdür. Tek başına da olsa ezan okur, kamet getirir ve kendi başına imam olur, yani resul olur.

Bu husus yalnız mü’minlere değil, müslimlere de emredilmiştir. Müslimler, mü’minler varsa savunmak durumunda değildirler, başkanlık yapmak zorunda değildirler. Farzı kifayedir. Ama eğer mü’min yoksa, o zaman her müslim mü’min olmakla yükümlüdür. Nitekim herkes ezan okuyup cemaate davet etmekle yükümlüdür. Beş vakit namazı ikame etme durumundadır. Eğer belde saldırıya uğrarsa, o zaman müslimler de savunmaya katılmakla yükümlüdürler. Müslimler arasında erkek kadın ayırımı da yoktur.

لِلنَّاسِ (Lı elNAvSı)  “Nâsa irsal ettik.”

Bu hitap Hz. Muhammed aleyhisselâma düşünüldüğü zaman, bütün insanlara demektir. Kur’an gelinceye kadar topluluklara devrelerle ayrı ayrı kitaplar ve resuller gönderilirdi. Kur’an’la bu uygulamaya son verildi. Bütün insanlara tek mübelliğ olarak Hz. Muhammed (s.a.v.) gönderildi ve Kur’an indirildi. Başka hiçbir kavme yeni kitap ve nebi resul yani vahiy alan resul gönderilmeyecektir.

Ama eğer bunu Cuma namazı kıldıran imam olarak anlarsak, o zaman Cuma cemaatine gönderilmiş olur. Harfi tarif ahd için olur. Çünkü konuşan “Ey nâs” dediği zaman, orada kendisini dinleyen kimselere hitap etmiş olur. “Ey beşer” denmiş olsaydı, o zaman bütün beşeri ifade etmiş olur.

Kur’an’daki “Ey nâs” bütün beşerdir. Çünkü o yazılıdır. Bütün insanlığa gönderilmiştir. Bununla beraber, bütün aşiretlere ve bütün kabilelere ayrı ayrı hitap etmektedir. Nasıl Medeni Kanunumuz İsviçre Medeni Kanunu’nun tercümesidir ama bizim kanun bize onların kanunu olarak hitap ediyorsa, onun gibi Kur’an hep aynı kitaptır ama her kabileye ayrı ayrı hitap etmektedir. Kısmen her aşirete de ayrı ayrı hitap alır. Kişilere de ayrı ayrı hitap eder. İçtihat budur. Mahalli icmalar budur. Devlet ortak kabiledir; savunma hizmetlerini yapan kabiledir. Tüm ülkeyi kapsayan ortak bir topluluk değildir. Bu sebepledir ki merkez bucakların taşra bucaklarının iç işlerine karışma yetkileri yoktur. Merkez ‘ümme’l-kura’dır, ülke bir kura değildir.

رَسُولًا (RaSuLen) “Nâsa bir resul olarak irsal ettik.”

Bu âyet sadece Hz. Muhammed’e hitap etseydi marife olurdu. Çünkü tüm nâsa tek resul olarak irsal edilmiş olurdu. Hz. Muhammed aleyhisselâm da kendi kabilesinin resulü idi. Mübelliğ olarak bütün insanlara hitap etmiştir ama hâdi olarak yani yönetici olarak sadece Medine’yi yönetmiştir.

Medine Arapların ümmü’l-kurasıdır. Mekke ümmü’l-beşerdir.

İnsanlar kabileler yani bucaklar olarak organize olacaklardır. Her bucak bir hücre gibidir. Her bucağın bir başkanı olacaktır. Bucağı bu başkan yönetecektir. Yukarıda geçen âyetler bu başkanla halkı arasındaki ilişkiyi düzenlemektedir. Başkan da bir musibete uğradığı zaman ‘bu musibet halktandır’ demeyecektir. Başarıları topluluk yapmıştır. Hataları ise kendinden bilecektir. Eksikliği kendisinde arayacaktır. 28 Şubat gibi Türkiye’deki olayların hepsini yöneticiler kendi kusurları olarak değerlendirmekle yükümlüdür.

Şüphesiz bizim ortaklıklarımızdaki başarısızlıklar da kendi eksikliğimizdir, olgunlaşmamız içindir.

وَكَفَى بِاللَّهِ شَهِيدًا(79)  (Va KaFAy Bi elLAHı ŞaHIyDan)  “Allah şehid olarak kifayet eder.”

Yani, insan başkanlık yaparken veya tebliğ yaparken elde ettiği sonuçlara bakmayacaktır. ‘El ne der’ demeyecektir; ‘Allah ne der’ diyecektir; ‘gerçek nedir’ diyecektir. Başkanlığını küçük hesaplarla yapmayacaktır.

Mesela, bir kooperatif başkanı ‘ortaklar ne der’ diye kararlar almamalıdır; ‘ortakların çıkarı nedir’ deyip ona göre karar almalıdır. İstişare etmelidir ama sonunda kendisi karar vermelidir. Bu arada başkanlığı gidebilir, bunun tasasını çekmemelidir. Savaşa giden asker nasıl ölümü göze alırsa, her tebliğci ve başkan da daima başkanlıkta şehit olmak da var demelidir. Cesaretle doğru bildiklerini uygulamalıdır.

Allah’ın şehadet etmesi kâfidir.

Herkes ayrı ayrı hep aleyhte konuşurlar, ama sonra uygulamaya gelince hepsi başkana itaat eder, değiştirmemeye çalışırlar. İşte burada “Allah” kelimesi bu mânâda da yorumlanmalıdır.

Başbakan haktan başka kimseden korkmamalıdır. Madem ki millet onu başbakan yaptı, Meclis onayı devam ediyor; istişare edecek ve kendi kararlar alıp korkmadan uygulayacaktır. ‘Germeyeceğim’ demek, ‘yönetmeyeceğim’ demektir. ‘Germeyeceğim’ demek; müslim ve mü’minlerin haklarını değil, eşkıyaların ve fitne sahiplerinin dediklerini yapacağım demektir. İktidar olmadan uzlaşma vardır. Ama iktidarda uzlaşma değil, adalet vardır, hak vardır. Katil ile maktulü uzlaştıramazsınız. Sizin göreviniz uzlaştırma değil; katili cezalandırmadır, asmadır. Yoksa uzlaşma ile iş olsa zaten iktidara gerek yoktur.

Ordu direnirse cevap kesin ve açıktır: “Ben başbakansam böyle yöneteceğim, ama siz başbakanlık istiyorsanız buyurun siz yönetin. Yönetimi meşru hâle getirmek için de sıkıyönetim ilân edip yönetimi teslim etmeye hazırız. Ama yönetimimize kimseyi karıştırmayız. Çünkü bunun sorululuğu bize aittir.”

İşte böyle denmeli ve gerekiyorsa böyle yapılmalıdır. Erbakan bunu diyemediği için gitti.

“Allah şehid olarak yeter” demek; ben Allah ne istiyorsa, topluluğun çıkarı ne ise onu yaparım demektir. Baskı gruplarının çıkarlarına veya güçlerine boyun eğmeme demektir.

***

مَنْ يُطِعْ الرَّسُولَ (MaN YuvOIyGı elRaSUvLa)  “Resule kim itaat ederse.”

Bir işe başlarken namaz kılarak başlamalıyız. Ortak işe başlarken karar verip birlikte bir işe başlamadan önce namaz kılarız. Namaz için önce aramızda imam seçeriz. İmam, yapacağımız işin alemi olacaktır. Eğer ikisinin o husustaki ilmi eşitse, yaşlı olan başkanlık yapar. Yaşları da eşitse, o işte kıdemli olan başkanlık eder. Kıdemlilikte de eşitlik varsa, o zaman güçlü olan başkan olur. Mesela, kol güreşi yapabilirler. Diğer namaza kadar o başkandır, yani resulün halifesidir.

Resul kendisi şeriat koymaz. Şeriat üzerinde vekâleten de olsa karar alma yetkisi yoktur. O şeriatı sadece uygular. Namazda olduğu gibi yetkileri vardır. Okuyacağı sûreleri kendisi seçer. Uzun veya kısa okur. Tesbih ve hareketleri yavaş veya çabuk yapar. Ama şeriatta tesbit edilmiş hususları aynen icra eder. Şeriatın dışına çıkarsa, ona itaat edilmez. İşte başkana hangi konularda yetki verilmişse, sadece uygularken o yetkileri kullanır, uyguladıktan sonra artık onun hükmü biter. İkinci rekâtta başka sûre okuyacaktır.

Başkanın bir de istişarede karar alma görevi vardır. Başkan burada sadece toplantıyı yönetir. Söz verir ve konuşmaları çerçevelendirir. Kararı ise ehliyetli birisine aldırtırlar. Ona cemaat vekâlet verir, o da onların vekili olarak karar alır. Bu risaleten hareket değildir. İşte her işin bir sorumlusu olacaktır. Onun verdiği karar o esnada uygulanacaktır. Katılmak istemeyen o toplantıyı terk edebilir. Ama başkana müdahale edemez. Mağdur olursa sonra hakemlere gider ve hakkını talep eder.

Mesela, başkan toplantının selametle yapılmasını bozan kimseyi toplantı dışına çıkarabilir.

Bir bucağın başkanı bucağından istediği kimseyi sürebilir. Haksızlığa uğramışsa, hakemlere gider ve hakem kararları ile mağduriyetini giderir. Demek ki, başkan mutlak hakimdir. Ancak şeriat içinde kalmalıdır. Bütün yaptıkları hakemlerden oluşan yargı denetimindedir.

فَقَدْ أَطَاعَ اللَّهَ (FaQaD EaOAvGa elLAHa)  “Allah’a itaat etmiş olur.”

Allah insanlara teker teker emretmez. Gönderdiği elçilerle insanlara yapacaklarını öğretir. Sonra da peygamberin başkanlığında Allah’ın emri icra edilir. Toplulukta görevlilere ve kişilere emredemez. Çünkü topluluk çok kişiden oluşur. Onlar arasında birlik sağlanamaz ve vakit kaybına sebep olur. Şeriatı içtihat ve icmalarla topluluk kendisi yapar.

İcraya gelinirse, topluluk bir başkan veya görevli seçer ve ona yaptırır. Görevli resuldür, yani elçidir. Sadece şeriatta gösterilenleri yapar, kendisi şeriat vazedemez. İşte bu başkana itaat etme demek, topluluğa itaat etme demektir. Çünkü bu hususta topluluğu o temsil eder.

Bu âyetten aynı zamanda topluluğu temsil yetkisinin de başkanda olduğu anlaşılıyor. İtaat ettirmeye gücü yetenin temsile evleviyetle gücü yetmiş olur. Resule isyan aynı zamanda o topluluğa isyandır. Dolayısıyla, isyan eden o topluluğu terk etmek zorundadır.

Baştan kabul ettiğimiz varsayımlarla Kur’an’ı yorumlamaya devam ediyoruz.

Görülüyor ki, çelişkiler içinde değiliz. İfadeler varsayımlarımızı onaylamaktadır.

وَمَنْ تَوَلَّى (Va MaN YaValLAy)  “Kim tevelli ederse.”

Kim sırtını çevirirse, kim itaat etmezse, kim emri yerine getirmezse.

Burada “VeMen Asâ” denmemiştir, “VeMen Tevellâ” denmiştir. İttiba kelimesinde tâbi olunanın tâbi olandan haberi yoktur. Oysa itaatte itaat olunan emretmektedir. Emir bilinmektedir. Bu sebepledir ki, itaat yakın üste yapılır, üstün üstüne yapılmaz. Yani, emir ve komutada kademe atlanmaz. Eğer üst üstüne itaat etmiyorsa, o zaman sen de üstünü terk eder ve ona itaat etmezsin. En hassas nokta burasıdır. Üstün üstüne itaat edip etmediği nereden bilinecektir? Çünkü söylentilerle üste itaatten vazgeçilemez. Böyle bir durumdan şüphelenince itaate devam edilir. İlk fırsatta tahkik yapılır. İsyana uğrayan üst yeni komutanı atar ve ona bildirir. Alttakiler de yeni komutana itaat ederler. Eski komutana itaati askıya alırlar. Ona bir şey yapmazlar.

فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا(80) (FaMAv EaRSaLNAvKa GaLaYHıM XaFIyJan) 

“Seni onların üzerine muhafız nasbetmedik.” 

Başkan asla kendi makamını korumak, cemaate zorla itaat ettirmek üzere nasbetmez. Görevi değildir. O isteyenlere emreder. Severek itaat etmeyenlere emretmez. Bu da gösteriyor ki, askerin komutanını seçme ve değiştirme hakkı vardır. Ast itaat etmek istemediği kimseyi değiştirir. Başkana itaat etmeyen olursa, onun başkanlığını koruyacak kendisi değil, astlardır. Başkanın sürme yetkisi olduğu gibi, küsme ve tehcir yetkisi de vardır. ‘Bununla kimse konuşmasın’ dediği zaman, herkes onunla irtibatı keser ve konuşmaz.

İşte bu şekilde başkana itaat ediyorsanız, Allah’a itaat etmiş olursunuz.

Başkan eğer kendi başkanlığını korumaya kalkışırsa, cemaatini birbirinden ayırır, böler.

Burada en önemli olan ordudur. Başbakan orduya emretmez, ama ordudan emir de almaz. Bu duruma düşen başbakan görevi derhal bırakır. Dengeyi sağlamak devlet başkanına aittir. Devlet başkanı dinlenmeyecekse, o da başkanlığı bırakır. Bu durumda bu isyanı yapan komutanı devre dışı bırakmak kimin vazifesi olacaktır? Böyle isyan durumunda olan ordu iç savaşın eşiğine düşmüş olur. Her ordu komutanı çekilir ve kendi birliğine hakim olur. Karışmaz. İsyan eden ordu komutanının kolordu komutanları da onu dinlemezler. Böylece asi general tek başına kalır. Bugün böyle durumlarda yeni başkanın seçilmesi talep edilmektedir. Yani, ilmî şûra yeni başkan seçer. Bu asi general ve diğer generaller devre dışı bırakılır. Yeniden ordular teşkil edilir. Böyle durumda iller kendi illerine kimseyi sokmama hakkına sahiptirler.

Hâsılı; başkan kendi makamını korumaya çalışırsa o başkanlık yapamaz. O itaat edenlere emreder. Asi olanı sürer. Sürme emri çıkarılanın kanı hederdir. Belirtilen güne kadar orasını terk etmezse, isteyen onu öldürür ve mahkemeye baş vurulmaz.

Şimdi daha müşahhas bir şekilde ifade edelim. Bir ast sahasında bulunduğu müddetçe üste karşı çıkamaz. Üstünü öldüren kısasa tâbi olur. Affedecek olan üstün üstüdür. Üstün üstü affederse, öldürenin âkilesi yani üstün üstü diyetini vârislere öder. Devlet başkanını öldüren öldürülür, affedilemez. Demek ki, itaat da yine kısas hükümleri ile çözülür. Bir üstün astı öldürme yetkisi vardır. Kısasa tâbi olmaz, diyet ödenir. Ast üstü öldürse kısas yapılır. Ancak öldürülenin üstü affedebilir. Diyet yine ödenir.

Bütün bunlar çalışmaz, mütegallibe hakim olursa, kim iktidar olursa ona itaat edilir. Gerekirse oradan hicret edilir. Emir verenin emrinin yerine gelip gelmediğini başkan denetlemez. Başkan emri yerine getirmeyenleri değiştirmez. Gerekirse astını değiştirir. Hukuk düzeninde yargı önüne çıkılır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org    (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ - 305  ADİL DÜZEN DERSLERİ - 135  İstanbul, 20 Mayıs 2005

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI  

(Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)

 

ZİYA GÖKALP VE TÜRKLEŞMEK,

İSLÂMLAŞMAK, MUASIRLAŞMAK…

Harun Özdemir, Cuma günü İzmir Türk Ocağı’nda yeniden Türkleşmek, İslâmlaşmak ve Muasırlaşmayı anlattı. Anlattıklarını yazılı hâle getirdiğinde Adil Düzencilerin okumalarında yarar vardır. Yararlandığım yeni bilgiler vardır. Çok net olarak ifade edilmeyen hususları burada sizlerle paylaşmak istiyorum.

Ziya Gökalp, Osmanlılardaki dört akımı değerlendirmektedir: Osmanlılaşmak, Muasırlaşmak, İslâmlaşmak ve Türkleşmek.

Sevr dayatmasından önce yazılmış bu risalesinde o günkü şartlar içinde ileri görüşler vardır. Bugün de geçerli olan görüşler vardır. “Ulus dili Türkçe olmalıdır. İlim dili Arapça olmalıdır. Batının teknolojisini almalıyız.” sözleri bugün de geçerlidir.

Biz ise Osmanlıların o günkü görüşlerini geliştiriyoruz. Mustafa Kemal de değiştirmiş ve geliştirmiştir.

a)       Osmanlılaşma yerine ‘demokratikleşme’yi anlayacağız. Ne din, ne dil birliği olan imparatorluğunu yaşatmak için Osmanlılık icat edilmiş ama tutmamıştır. Cumhuriyet döneminde de Türkçülük ve İslâmcılık terk edilince Atatürkçülük icat edilmiş ama tutmamıştır. Değişik ırk ve mezhepleri (dinleri) bir arada tutmak için bizim idealimiz demokrasi olmalıdır. Yani, biz kendi topraklarımızda yerinden yönetim ve çoklu sistemde hür yaşamak istiyoruz. Ne var ki, dış güçler bizi rahat bırakmıyor ve saldırıyorlar. Topraklarımızı işgal edip halkımızı yok etmek istiyorlar. II. Dünya Savaşı’ndan sonra bunu yaşadık. İşte o zaman Anadolu’daki Müslüman halklar yek vücut oldu ve yurtlarını güven altına aldı. Tehlike devam ediyor, kıyamete kadar da devam edecektir. Nefsi müdafaa nedeniyle birlikte olmak zorundayız. Savaşmak zorundayız. Türkiye’de Kürtler Kürt kalabilmek için, Arnavutlar Arnavut kalabilmek için, Oğuzlar Oğuz kalabilmek için birleşmek ve bir devlet ideali içinde kenetlenmek zorundadırlar. Tarihte bunu gösterdiler, bundan sonra da göstereceklerdir. İstiklâl ve cumhuriyetimiz bizi birleştiren idealimiz olmalıdır. Bu da ancak yerinden yönetimli çoğulcu sistemde mümkün olur. Unutmamak gerekir ki, Hazret Muhammed aleyhisselâm da Medine’de devlet kurduğu zaman barışı ve güveni esas aldı. Birine ‘İslâm’ diğerine ‘îman’ dedi.

b)       İslâmlaşmak yerine ‘lâikleşme’yi esas almalıyız. Önce lâikliği tanımlamalıyız. Lâikliğin dört temel unsuru vardır. 1) Dinde zorlama yoktur. Herkesin kendi dininde istediği gibi yaşaması lâikliktir. 2) Dinler arası veya dinler ile ilim, siyaset ve ekonomideki ilişkilerde hakem ‘müsbet ilim’ olacaktır. Müsbet ilmin verilerine teslim olmak zorundayız. 3) Devlet dinlere karşı eşit yakınlıkta olmalıdır. Devlet bir dinin kendi inançlarını imtiyazlı bir şekilde etkin kılmamalıdır. Devlette bütün dinler cemaatleri nisbetinde etkin olmalıdırlar. 4) Bir şey dini olduğu için suç olmaz, suç ise dini olduğu için suç olmaktan çıkmaz. İşte lâikliği böyle anlayınca, yüzde doksan dokuzu Müslüman olan Türkiye lâikliğin sonucu olarak bir İslâm devleti olacaktır, bir İslâm ülkesi olacaktır. Bu demokrasinin ve lâikliğin sonucudur. Ama Türkiye İslâmlaşmayı değil, lâikleşmeyi hedef alacak onun sonucu olarak İslâmlaşmış olacaktır. Mezhepler arasındaki ayrılığı böylece ortadan kaldırabiliriz. Tarikatların gelişmelerini ve değişmelerini böyle sağlayabiliriz. Azınlıklar sorununu da böyle çözebiliriz. Bunun İslâmlaşmaktan farkı şudur. Diğer İslâm devletleri ile veya ülkeleri ile birleşip tek İslâm devleti oluşturma idealidir ki, bu Kur’an’a da aykırıdır, tarihî gerçeklere de aykırıdır. Ütopik hayalden başka bir şey değildir. Bizim için Nijerya önemlidir, ama Almanya da önemlidir. Irak kadar Bulgaristan da önemlidir. Çünkü Almanya Irak’tan daha çok Müslümandır da ondan; ülkesi ve devletiyle daha Müslümandır. Halkın Müslüman olması o ülkeyi ve o devleti Müslüman yapmaz.

c)       Türkleşmek. “Türk” Anadolu’da yaşayan Müslümanların ortak adı olarak alınmıştır. Mustafa Kemal’e göre “Türk” olmak için dört şey gerekmektedir. 1) Türküm demek, 2) Anadolu’da oturmak, 3) Türkçe konuşmak ve 4) Müslüman soyundan gelmek veya Müslüman olmak. Biz bunlarda küçük değişiklik yapıyoruz. 1) Türküm demek, Türk halkından olmak demektir. Türk devletini yaşatacak halka Türk diyoruz. İstiklâl Savaşı’na katılan halklara Türk diyoruz. Türk bir ırkın adıdır. 2) Evet, Türkiye’de yaşama şartı olmasa bile, Türk devletine vergisini verecektir. Askerliğini yapmasa da, bedelini ödeyecektir. Başka ülkenin askeri olmayacak veya oraya bedel ödemeyecektir. Çift vatandaşlığı kabul etmiyoruz. 3) Türkçe konuşmak. Evet, her Türk Türkçe bilmek zorundadır, ama başka dil bilebilir. Devlet dili Türkçedir. Ama il dili başka dil olabilir. Bucak dili başka dil olabilir. Üniversitede dil Türkçe olacaktır. Orta ve ilk öğrenimler başka dillerde olabilir. Yabancı dil olarak yalnız Arapça ve Lâtince istenebilir. Başka ulusların dillerini mecbur etmek esarettir. İstiklâl-i tâmmeden feragattir. 4) Biz Müslüman olmayı şart koşmuyoruz. Ama azınlık haklarından yararlanmamalıdırlar. Azınlık haklarından yararlanmak demek, kendilerini Türk saymamaktır. Kendileri saymıyorsa biz nasıl sayalım? Dinlerinde lâiklik gereği serbesttirler. İşte bu sebepledir ki, biz Türkleşmek kelimesi yerine uluslaşma idealini benimsiyoruz. Türkleşmek deyince, Turancılık anlaşılmaktadır. Bizim içim evet, Kazaklar önemlidir ama, onlar kadar Boşnaklar da önemlidir, Çeçenler de önemlidir; hattâ Yunanlılar da önemlidir. Her ülke halkı konuştuğu dil çevresinde uluslaşsın ve bağımsız devlet kursunlar. Demokratik ve lâik olmaları nisbetinde onlara dost olalım. Türkçe konuşan devletlerle daha yakın olalım. Halkı İslâm olan devletlerle daha yakın olalım. Ama hiçbir zaman onlarla birleşip tek devlet olma hayaline kapılmayalım. Bunu Kur’an da istemiyor.

d)       Muasırlaşmayı Mustafa Kemal “Muasır medeniyetin fevkine çıkacağız” şeklinde ifade etmiştir. Biz bu sözü doğru ama eksik buluyoruz. Muasır medeniyetin fevkine çıkacağız sözünden, mevcut uygarlığın ilerisinde olacağız anlamı çıkabilir. Oysa biz yeni uygarlık kuracağız. Dolayısıyla çağdaşlaşmayacağız, çağın ilerisinde olmayacağız. İleri uygarlığı, bugünkü uygarlığın ilerisini getireceğiz demektir. Onun için “çağdaşlaşma” yerine “uygarlaşma” kelimesini kullanacağız. Çünkü çağımız cahiliye vahşeti içindedir. Neler yapacağız? 1) Usûlü Fıkhı öğrenerek Kur’an’ı anlamaya çalışacağız. 2) Matematiği öğrenerek Kâinatı anlamaya çalışacağız. 3) Bugünkü Batı ilimlerini tedris ederek çağımızın sorunlarını öğreneceğiz. Bizi uçuruma götüren olayları bileceğiz ki onlara çözüm arayalım. 4) Kur’an’ı müsbet ilmin verileri içinde anlayarak çağımızın sorunlarına çözümler üreteceğiz. Çağımızın Fıkhını yazacağız. Biz buna “Adil Düzen” diyoruz. Çağdaşlaşma gibi belirsiz sözleri bir kenara atıp, çağımızın sorunlarına çözüm aramaya biz “uygarlaşma” diyoruz.

Yeniden Türkleşme, Muasırlaşma ve İslâmlaşmadan bizim anladığımız budur.

Bunun anayasası da “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”dır. Biz sadece ilkeler koymuyor, yasalarını da ortaya koymuş oluyoruz. Ziya Gökalp’ten sonra Sevr dayatılınca Gökalp anlaşılmaya başlanmıştır.

Ümit ederim ki, ikinci Sevr gelmeden halkımız “Adil Düzen”i anlasın da ikinci istiklâl savaşını yapmak zorunda kalınmasın.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org    (0532) 246 68 92

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3453 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2648 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2137 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2517 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2517 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2160 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2567 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2469 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1974 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2333 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2238 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2384 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2605 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2424 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3025 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2659 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2973 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2657 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2730 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2941 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3120 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3409 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5458 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3530 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3061 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3848 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3697 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3401 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3858 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3820 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4096 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4607 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3004 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3102 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3953 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3808 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2837 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2930 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3938 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7693 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5579 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4162 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3562 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3708 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4717 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4429 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4724 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4646 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4798 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4538 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3383 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4460 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3610 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5153 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3839 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5135 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 4991 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4916 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3517 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3467 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3682 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5141 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4195 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5402 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4076 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5254 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4405 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4416 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4560 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4756 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5307 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4107 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5250 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4512 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3832 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4364 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4575 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4103 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4085 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4075 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4533 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5634 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9792 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4636 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3690 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3842 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3351 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3374 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3736 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5688 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4239 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3437 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler