Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 307
NİSÂ SÛRESİ 84-87.AYETLER TEFSİRİ
6.06.2005
1843 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜZEN   307

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi         03 - 06 Haziran 2005        Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ;     307. SEMİNER

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL  (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği)             Tel: (0532) 246 68 92

*TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00);  Cumartesi Yenibosna (17.00-21.00);  Pazartesi Ümraniye (19.00)]

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

(Hasan Özket, Yasin Kılar, Hasan Çetinkaya, Lütfi Hocaoğlu, Reşat Nuri Erol ve …………… dersi okumuş olarak geleceklerdir.)

Üsküdar ve Ümraniye’de Reşat Nuri Erol tarafından;    diğer yerlerde ilgili ve sorumlular tarafından anlatılacaktır...

Hedefimiz; bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul’da 200, Türkiye’de 1000 yerde okunmasıdır. Süleyman KARAGÜLLE

NİSÂ SÛRESİ TEFSİRİ – 32

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

فَقَاتِلْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ لَا تُكَلَّفُ إِلَّا نَفْسَكَ وَحَرِّضْ الْمُؤْمِنِينَ

عَسَى اللَّهُ أَنْ يَكُفَّ بَأْسَ الَّذِينَ كَفَرُوا وَاللَّهُ أَشَدُّ بَأْسًا وَأَشَدُّ تَنكِيلًا(84)

مَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَصِيبٌ مِنْهَا وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَا

وَكَانَ اللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ مُقِيتًا(85)

وَإِذَا حُيِّيتُمْ بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّوا بِأَحْسَنَ مِنْهَا أَوْ رُدُّوهَا إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ حَسِيبًا(86)

اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لَا رَيْبَ فِيهِ وَمَنْ أَصْدَقُ مِنْ اللَّهِ حَدِيثًا(87)

فَقَاتِلْ (Fa QAvTıL)  “Kıtal et.”

Nisâ Sûresi, 70’inci âyetten itibaren “Ey îman edenler” diyerek başlamakta ve buraya kadar mü’minlere emirler vermektedir. Tekrar hatırlatalım ki; “Müslim” barış düzenini kabul etmiş kimsedir. “Mü’min” ise barış düzenini tesis edip koruyan kimsedir. Cennete gitmeleri ve dünyada saadete ulaşmaları için insanların müslim olmak yeterlidir. Bunlar cizye verirler ve savaşa katılmazlar. Mü’min olan bir kısmı ise İslâm düzenini yani barış düzenini tesis etmeye gönüllü olarak katılmışlardır. Âyetler daha çok bunlara hitap eder.

Ey nâs” dediği zaman da müslimlere hitap eder. Kur’an kâfirleri doğrudan muhatap almaz.

Buraya kadar “kıtal ediniz” dendiği halde, burada müfret olarak “kıtal et” emri verilmiştir.

Harb hâli vardır, kıtal hâli vardır. Barış içinde olmadığımız kimselerin her an bize saldırmaları ihtimali olan hal, harb hâlidir. Bu durumda artık harb ahkâmı uygulanır. Bu durumda olan yerlerde harb vardır.

Bir devletle harb hâline gelmek için hakemlerin kararı gerekir. Meşru sebeple harb hâline gelinmelidir. Harb hâline gelindikten sonra beklenir, kıtal zamanları olur. Kıtale girişmek için de şartlar vardır. Düşman on mislinden fazla olmamalıdır. İki mislinden azsa kıtalden kaçınılmamalıdır. İki misli ile on misli arasında ise  başkanın takdirine kalmıştır. Yenebileceksek savaşa gireriz, yeneceğimize aklımız kesmezse çekiliriz. Savaşa girmekten kaçınırız. Ama kıtal durumuna girmiş isek artık ya ölürüz, ya da muzaffer oluruz.

İşte burada savaşa tek başına olsa da devam edilecektir; ölmek var, dönmek yok!

فِي سَبِيلِ اللَّهِ (FIy SaBIyLı elLAHı)  “Allah’ın sebilinde.”

Allah’ın sebili” Allah’ın yoludur, kamu yollarıdır. Her türlü ulaşımdır; malların ulaşımı, insanların ulaşımı, su ulaşımı, gaz ulaşımı, elektrik ulaşımı, haberleşme, para hareketi, borç-alacak hareketi, bilgi hareketi hep sebilullahtır. Yani, insanların birbirleri ile ilişki kurma özgürlüğünü sağlayan saha ve imkân ‘sebilullah’tır.

Sebil” ağ şebekesi şeklinde olan yollardır. Yani, merkezî ilişki değil, halkın kendi kendilerine ilişkilerinin güvenliği demektir. Hukuk düzenini tesis etmek için savaş deniyor.

Dikkat edilirse burada “Fillah” veya “Lillah” demiyor, Allah uğruna savaş veya Allah için savaş demiyor; Allah’ın şeriatı için, Allah’ın düzeni için savaş deniyor. Allah’ın yeryüzündeki halifesi topluluk olduğuna, devlet olduğuna göre; devletin düzeni için savaş deniyor. Bugün bütün devletlerin orduları vardır, kendi düzenlerini korumaktadırlar. İslâm düzeni devletlerine savaşı yakıştıramayanlar vardır. Zulüm için, çıkar için savaş meşrudur da; adalet için değildir, öyle mi?!. Ne zalimane bir muhakeme!..

لَا تُكَلَّفُ إِلَّا نَفْسَكَ (Lav TuKalLaF EılLAv NaFSaKa)  

“Kendi nefsinden başkasından mükellef değildir.”

Kıtal başladıktan, savaşa girişildikten sonra artık herkes doğrudan kendisi sorumludur ve sonuna kadar savaşılacak; ya ölünecek ya da zafer kazanılacaktır. Türk ordusunun bu özelliği vardır, dolayısıyla sonunda hep galip gelmiştir. Onlar da galip gelmişler ama bütün Türkleri öldürmeden kendileri çökmüş ve Anadolu’nun galibi Türkler olmuştur. ‘Metal Fırtına’ kitabını yazanlar da Türk ordusunu bu özelliği ile muzaffer kılmışlardır.

Bu emrin özelliği şudur. Sıcak karşılaşma başladığı zaman irtibat kesilse, ordu karargahı dağılsa bile, her birlik kendi bulunduğu yerde savaşı sürdürecek, teslim olmayacak ve ölecektir. Bu emrin mâsâsı budur. Sıcak çatışmada ordu başarılı olmuş veya olmamış, ona bakılmayacak; her fert kendisi olabildiğince düşmana zayiat vermeye gayret gösterecektir.

وَحَرِّضْ الْمُؤْمِنِينَ (Va XarRıDı eLMuEMıNıyNa)  “Mü’minleri tahrid et.”

HaRaDe” hurda demektir. İyiler ayıklandıktan sonra geride kalan ıskartalar demektir.

Tahrid” tef’il bâbıdır. Kıtal için hurda olmalarını istemek demektir. Harbedin, savaşın, ölmemeye gayret edin ama savaştan kaçmayın, çekilmeyin, ölümden korkmayın demektir.

Mü’minleri tahrid et” demek, onlarla beraber kalın, mü’minlerle beraber sonuna kadar savaşın ama birbirinizi zorlamayın. Yani, savaş başladıktan sonra artık kişiler birbirine ceza veya baskı uygulamaz, birlikte ölesiye vuruşurlar. Zafer kazanıldıktan sonra, savaşta ihanet eden veya savaşmayan olmuşsa, onların cezası o zaman verilir. Yahudiler Medine’de böyle yapmış ve Hz. Peygamber onları idam etmişti.

Mü’minleri tahrid et” demek, aynı zamanda tehdit et demektir. Yani; savaşta ihanetiniz olursa, savaşı kazandığımız zaman sizi hurda hâline getiririz demektir.

Burada savaşın büyük kuralı ortaya konmuştur. İnsanlar mü’min olup savaşmak zorunda değildirler. Cizye verip müslim olarak kalabilirler. Mü’minler savaşa katılmak zorundadır. Bununla beraber savaşa herhangi bir şekilde katılmamışsa o kimsenin davası hukuk mahkemelerinde görülür. Ama savaşa katılıp da savaşta savaşmayan yahut ihanet edenin cezası ise onu hurdahaş etmektir.

عَسَى اللَّهُ (GaSAy EalLAHu)  “Allah’tan beklenir.”

Asâ” ef’ali mukarebedendir. Yalnız mâzi sığası vardır. Aslında “Alâ” kelimesinden dönüşmüştür. Yükseldi, ayağa kalktı, harekete geçti demek olur. “Alâ” kelimesinde de bu mânâ mündemiçtir.

Olması beklenen ama vakti bilinmeyen için söylenirse, kesinliği ifade eder. Ama gelip gelmeyeceği, olup olmayacağı bilinmiyorsa, onun için söylenirse, o zaman muhtemeli ifade eder. Harekete geçti, belki de gelir anlamı çıkar. “Allah harekete geçti” dersek, eğer onu yapacağı kesinse, o zaman vakti geldi anlamına gelir. Allah mü’minlere galip geleceklerini vaat ettiği için artık vakti gelmiştir demek olur. Ama Allah’ın onu kaza edip etmeyeceği bilinmiyorsa, o zaman belki de Allah onu kaza eder demek olur. Tabi Allah için tereddüdü ifade etmez, bizim için tereddüdü ifade eder, çünkü biz gaybı bilmiyoruz.

أَنْ يَكُفَّ (EaN YaKufFa)  “Küff edecektir.”

Keffetmek” yeterince vermek demektir. Bir hadise devam ederken onu durdurmak keffetmektir. Allah’ın durdurması yakın olmuş demektir. Durmanın vakti gelmiştir.

‘Sabrederseniz galip gelirsiniz’in bir başka ifadesidir.

Bir devlet savaşa dayanabilirse, yani ne kadar geç ölebilirse o devlet o derece muzaffer olur. Bunun için devletin, halkının hazır olması gerekir. Savaşın getirdiği karışıklık ve krizlere dayanıklı halde olmadır. Bu da ancak halkın örgütlenmesi ile olur. Ordunun örgütlenmesi yeterli değildir. Ordu cephe savaşında örgütlüdür. Ama sivil halk sivil savunma olarak örgütlenmelidir ki, kıtalde dayanma mümkün olsun. Sivil halk, kadınlar, yaşlılar, çocuklar, bedelliler savaşta ne yapacaklarını bilmelidirler. Zelzele anında ne yapmaları gerektiğini bilmelidirler. O zaman Allah bu sabreden ve dayanabilen topluluktan düşmanın kötülüğünü keffeder, kaldırır.

بَأْسَ الَّذِينَ كَفَرُوا (BaESa elLaÜINa KaFaRUv)  “Küfretmiş olanların be’sini kaldırır.”

“Zarar” daha çok maddî ve ekonomik kötülüklerdir. “Be’s” ise doğrudan saldırıdır. İnsanların öldürülmesi, yapıların tahribi be’stir. Küfretmiş olan kimselerin be’sini bu takdirde kaldırır. Çünkü Allah ‘sabrederseniz galip gelirsiniz’ diyor. Tek başına olsa da savaşa katılır ve herkes adım adım savunursa, Allah da saldıranların saldırılarını durdurur diyor.

Mustafa Kemal İstiklâl Savaşı’nda ‘ya istiklâl ya ölüm’ demiştir. ‘Hattı müdafa yoktur, sathı müdafa vardır, vatanın her karış toprağı şehitlerin kanıyla sulanmadıkça terk edilemez’ demiştir. Allah da Türk milletine yardım etmiş ve be’si kaldırmıştır. Fransızlar ve İtalyanlar geri çekilmiştir. Sovyetler maddeten desteklemiştir. Yahudiler de gerek para gerek siyaseten Türklerin yanında olmuşlardır. Anadolu’nun Müslüman halkı yek vücut olmuştur. Bu Kuvva-yı Milliye sayesinde olmuştur. Çünkü imparatorluk yıkılmış ama halk teslim olmamış, her yerde savunmaya geçmiştir. Yarın ABD bize doğrudan veya komşularımız aracılığı ile saldırabilir. Hattâ içimizdeki münafıkları ve asileri harekete geçirebilir. Hendek Savaşı’nda Yahudiler böyle ihanet ettiler. İstiklâl Savaşı’nda Rumlar ve Ermeniler böyle ihanet ettiler. Ama şimdi Arabistan’da Yahudiler yoklar, Türkiye’de de Rum ve Ermeniler yoklar.

Allah onların be’sini keffetmiştir. Yarın da keffedecektir. Yeter ki Türk halkı teker teker ölmeye hazır olsun. Vaizlerin kürsülerde bunları anlatıp halkı cesur kılması gerekir. Halk bu cesareti gösterdiği takdirde düşman da cesaret edip saldıramaz. Ama; ‘Biz nasılsa yenemeyiz, onun için ölüm mukadderdir!’ der, Allah’ın bu vâdini duymazsa, o zaman Türkiye ve Türkler gerçekten tarih olur. Askerlerin Kur’an düşmanlığı yapmaları akla sığacak ve anlaşılacak bir şey değildir. Türkiye mağlup olursa, önce askerler yok edilirler. Bunu bilmiyorlar mı?

وَاللَّهُ أَشَدُّ بَأْسًا (ValLAHu EaŞadDa BaESan)  “Allah be’ste daha şiddetlidir.”

Kâfirler size bir zarar verirlerse, Allah onlara daha çok zarar verir, onları daha çok sıkıntılara sokar. İlk bakışta silah üstünlüğü sebebiyle onlar hakim görünürler. Tarihte böyle süper güçler oluşmuştur. Silah zoru ile dünyayı işgal etmişler ve köhnemiş dünyayı sarsmışlardır. Ama hemen görevleri bitmiş ve silinmiş gitmişlerdir. Yakın tarihimizde Hitler ve SSCB/Sovyetler böyle yapmamışlar mıdır? Şimdi bir yerde varlar mı? Şimdi de ABD böyle yapıyor. Onun akıbeti de diğerleri gibi olacaktır. Kim bilir, belki de daha kötü durumlara düşecektir.

وَأَشَدُّ تَنكِيلًا(84)  (VaEaŞadDu TaNKiLan)  “Tenkilde eşeddir. Allah daha şiddetli tenkil yapar.”

Tenkil” demek, bir daha o işi yapamayacak hâle getirmek demektir. Elini kolunu kırmak, ayağını kesmek demektir. Mü’minlere onlar be’s yapacaklar ama tenkil edemeyeceklerdir. Sonunda tenkile uğrayacaklar onlar olacaktır.

Müslümanlar tarihte Endülüs’te tenkil olundular. Başka hiçbir yerde tenkil edilmemişlerdir. Oysa birçok uygarlıklar tenkile uğramıştır. Endülüs halkı direnemedi. Batılılar önce Ahmeriler devletini kurdular. Küçük bir bölgeyi çok ileri ve rahat bir yer hâline getirdiler. Bütün İspanya halkı vatanlarını terk ederek oraya geçti. Eski vatanlarına Hıristiyanlar yerleşti. Sonra Ahmeriler devletini Hıristiyan yaptılar. O da zulüm yaptı, direnmediler. Bu sefer eski vatanlarına dağıldılar. Oysa oralarda artık toprakları kalmamıştı. Böylece imha edildiler.

Burada Müslümanların alacağı ders vardır. Birinci olarak, Türk devletinin yönetimini Türk olmayanlara teslim etmemelidirler. İkincisi de, savaşa girdikten sonra ölmeden savunmadan geri kalmamalıdırlar. Yoksa tenkil olunurlar. Soyları kırılır, kökleri kalkar.

Avrupa Birliği bize iki şey dayatıyor. Birincisi, Türk ordusunu küçültün, dağıtın. İkincisi, yönetime azınlıkları getirin. İşte bu Türkiye’nin Endülüs olması demektir.

***

مَنْ يَشْفَعْ (MaN YaŞFaG)  “Kim şefaat ederse.”

“Vitr” tek demektir. “Şaf’” ise çift demektir. Bir kimse bir eve ortak ise ortak payını satarken önce ortağına satmak zorundadır. Onun şefiidir. Birinin indinde şefaat etmek demek, onun yanında o benim yakınımdır, bana yapacağın farklı muameleyi ona da yap demek olur. Dayanışma ortaklığı bir tür şufa ortaklığıdır. Ben hasta olursam sen bana bakacaksın, sen hasta olursan ben sana bakacağım sözleşmesidir dayanışma, velâyet.

شَفَاعَةً حَسَنَةً  (ŞaFAGaTan XaSaNaTan)  “Hasen şefaati kim şefaat ederse.”

Birbirine uygun kız ile erkeği buluşturup evlenmelerini sağlamak, hasen bir şefaattir. Onlar birbirini tanımıyorlar, birbirlerine güvenemiyorlar; ama sizin aracılığınızla tanışmış ve birbirine güvenmiş olurlar.

Yahut zor durumda olan bir komşunuza yardım için bir zengine veya başkana başvurup, onun zor durumunu gidermeye vesile olmak hasen şefaattir. Bir işçiyi bir işe yerleştirmek hasen şefaattir. Bir adama yol göstermek de hasen şefaattir. Karşılık beklemeden başkalarının yardımına koşmak hasen bir şefaattir. Ortaklığa ait, topluluğa ait işleri kendi işin gibi karşılık beklemeden yapmak hasen şefaattir. Kim böyle şefaat ederse onun ondan nasibi olur.

يَكُنْ لَهُ نَصِيبٌ مِنْهَا  (YaKuN LaHUv NaÖIyBun MıNHAv)  “Onun onda nasibi vardır, payı vardır.”

“Herkesin yaptığı şefaatten bir payı vardır” denmektedir. Böyle iyi işler yapan kimselere ondan pay verilmektedir. Komisyonculuk bir şefaattir. O halde komisyonculuk payını almak helaldir. İş bulmak da bir şefaattir, aracının bir karşılık alması helaldir. Bir kimse vakıf kursa, para toplasa, vakfı tamamlasa, pay alması helaldir. Evlendirmesi hâlinde bir pay alması helaldir. Kimden alacaktır? Tabii ki ona şefaat edecek kimseden alacaktır. İşverenden alacaktır. Yardım edenden alacaktır.

Şufa” kelimesi tanımlanır ve kıyas yoluyla tesbit edilen yerlerde kimin nasıl pay alacağı tesbit edilir.

Adil Düzen Anayasası”nda şöyle bir hüküm vardır. Her ustanın bir veya daha fazla çırağı vardır. Onun yanında çalışır(lar). Çırak aldığı ücretin beşte birini ona verir. Bu şufa hakkıdır. İşçilerin başında da bir usta vardır. Her işçi aldığı ücretin beşte birini ustasına verir. Bu şufa hakkıdır. Her usta ona izin veren bir hizmetliye bağlıdır; ona gelirinin beşte birini verir. O da bir mütehassısa bağlıdır, o da beşte birini verir. O da otoriteye bağlıdır; o da ona verir. Bu suretle hizmetlerdeki gelirler arasında bir bölüşme olmuş olur.

Burada şu sorulur. Avukatın para alması helal mıdır? Çünkü mahkeme huzurunda ona şefaat etmiştir. Eğer hakkını savunmuş ve hakkı temin etmişse, o zaman bir ücret alması helal olur.

Demek ki, avukatla müvekkil arasında şöyle bir sözleşme yapılmalıdır. Ben ancak senin haklı olan alacağını savunurum. Bu takdirde kazandığın meblağdan bir pay alırım. Kazanırsam alırım, kaybedersem hiçbir şey almam diyecektir. Bu şart altında avukatın aldığı ücret helaldir. Ben davayı kazansam da, kaybetsem de senden ücretimin hiç olmazsa yarısını alırım derse, bu haramdır. Bir de, ben seni haksız da olsa savunurum derse, bu da haramdır.

Burada ikinci bir konu kalmıştır. O da ceza davalarında ne olacaktır? Bir kimse haksız yere mahkum olacakken onu kurtarmak da şefaattir. Ücreti istihkak etmez mi? Burada davacı hasen midir? Kazandığı zaman devlet haksız yere saldırmıştır. Kazanması halinde avukat devletten ücretini alır. Kaybettiği zaman alamaz. Çünkü haseneye şefaat etmemiştir.

Bir noter muamele yaptığı zaman muamele masraflarını alabilir mi? Eğer hasene ise ve bu anlaşmadan taraflar kazanmışsa alabilir. Dolayısıyla bu akitler dayanışma içinde çözülmek zorundadır.

وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً (Va MaN YaŞFaG ŞaFaGatan SayYıETan)  “Kim seyyieye şefaat ederse.”

Yani; kim kötülük yapmakta ortak olursa, onun durumu ne olacaktır?

Rüşvetle aracılık yapıp haksızlığa neden olursa, yalandan şahitlik yaparsa, haksızı avukat müdafaa ederse, intihar edecek kimseye barut satarsa, yani kötülüğün işlenmesine sebep olursa, ne olacaktır?

Fıkıhçılar şu kuralı kabul etmişlerdir. Mübaşir varken müsebbibe hüküm izafe edilemez. Rüşvet veren suçludur, rüşvet alan suçludur. Rüşvette aracılık yapan günah işler ama cezalandırılmaz. Bugünkü ceza kanunlarında bunlarda cezalar tertip edilmiştir. Kur’an işte bunların durumunu ele almaktadır.

يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَا (YaKuN LaHUv KıFLun MıNHAv) 

“Onun için onda kifl vardır, kefalet vardır.”

Kefaletin özelliği, eğer asıl borçlu ödemez veya ödeyemezse, kefile gidilir. Burada da bir hüküm eğer mübaşire izafe edilemezse, o zaman müsebbibe gidilir. Müsebbibin durumu kefilin durumudur.

Bir avukat haksız yere müdafa yaptı ve şahit dinlendi. Şahidin parasını, mahkeme masrafını kim ödeyecektir?

Eğer davacı haksızlığını bile bile dava açmışsa, davacı bunu öder. Yani avukat; ‘bak, bu davayı kaybedersin, haksızsın’ demiş ama müvekkil ‘olsun, ben dava edeceğim’ diyebilir. Bu takdirde mahkeme masraflarını müvekkil öder.

Ama avukat ‘sen bu davayı kazanırsın’ demişse, avukat bunun mütehassısı olduğu için davacı kendisini haklı zannederek dava ikame etmiştir. Bu takdirde davacıdan mahkeme masrafları alınamaz. Avukat şefi’ olduğu için yani kefil olduğu için bu masrafları öder. Şahsen de ödeyemeyeceği için, avukatlık yapmak için bir dayanışma ortaklığı içinde olma şartı getirilir. Yani, aynı dayanışma içinde olan avukatlar bölüşerek bu masrafları karşılarlar.

Demek ki; bu âyette fıkıhçıların temel kuralını ortaya koymakta ve ifade etmektedir. Müsebbip kefil gibidir. Mübaşir yoksa sorumlu olur. Fıkıhçılar bu hükmü tedvin ederken âyetin bu mânâyı taşıdığından habersiz idiler. Hazreti Peygamber’in öğretilerine dayanıyordu. Ama şimdi görüyoruz ki, Hazreti Peygamber doğruyu öğretmiştir. Bu hem Kur’an için hem de Resul için bir mucizedir.

وَكَانَ اللَّهُ  (VaKAvNa elLAHu)  “Allah bulunmaktadır.”

Kâne”nin iki mânâsı vardır. Biri durumu ifade eder. Yani her zaman her halde böyledir. Biri de yeniden oluşmayı ifade eder. O zaman “Sâre” mânâsındadır. “Sâre”de değişen fail olur, “Kâne”de sonuç fail olur.

Buradaki “Kâne” hep var anlamındadır. “İnnellahe” gibi mânâsı vardır, yahut “Vallahu Alâ Külli Şey’in Mukît” anlamında olur. Bunlar arasındaki ifade farkları “İnne”de oluşu te’kid eder, zamanı te’kid etmez; “Kâne” ise zamanı te’kid eder. Yani; “her zaman Allah her şeyi mukittir” denmektedir.

عَلَى كُلِّ شَيْءٍ مُقِيتًا(85) (GaLAv KulLı ŞaYEın MuKIyTan)  “Her şeyi mukittir.”

Kut” besleyici demektir. Bunu iyi anlamamız için fizikten bir misal verelim.

Elinize bir mıknatısı alınız ve iğnelere tutunuz; çeker. Elinizle çekmeden düşmezler. Şimdi bir inşaat demirini alınız ve iğnelere tutunuz; çekmez. Demirin etrafına bakır tel bağlayıp etrafını sarın. Sonra da bu telleri bir pile bağlayın. Pilin iki ucuna dokunursanız iğneleri yine çeker. Bir ucunu çekerseniz iğneler dökülür. Demek ki inşaat demirini pil beslerse mıknatıstır, beslemezse mıknatıs değildir. Mıknatısın da baştan beslenmesi gerekmektedir.

Allah her şeyi ikata etmektedir. Yani; bütün varlıklara, zamana, mekâna, parçacıklara, ışığa ve bütün canlılara; insanlara, meleklere, cinlere, ruhlara varlık kazandıran ve onlara güç veren Allah bulunmaktadır. Şefaat kanunlarını da vazeden ve ona hayat veren de O’dur. Dolayısıyla burada ücret alanlar Allah’tan almaktadır.

Burada gerek be’s ve tenkilde eşedd, gerekse “Mukıyt” nekire gelmiştir. O halde toplulukların da Allah’ın halifesi olarak bunları yapmaları gerektiğini ifade etmektedir. Şeriat bu şefaate ait düzeni tesis etmelidir. Hükümler koymalıdır. Adil bir şekilde düzenlemelidir. Savaşlarda da adaleti gözetmelidir.

Savaş sırasında adalet yoktur ama savaş adalet için yapılır, savaştan sonra adalet tesis edilir. Bundan dolayıdır ki savaşa katılanlar ganimetten eşit pay alırlar. Savaşı finanse edenler de katkıları nisbetinde ganimetin yarısını bölüşürler. Diyelim ki, Irak savaşı meşru sebeplerden doğmuş, hakemlerin kararı ile yapılmış ve müttefikler buraya asker göndermiştir. Ayrıca savaş harcamaları yapılmıştır. Sonunda Irak petrolleri ve diğer doğal kaynaklar ganimet olarak alınmıştır. Aralarında şöyle paylaşılır. Yarısını buraya mâli destek verenler alırlar. Ganimetin yarısı harcanandan çok ise kârdadırlar, değilse zarardadırlar. Kişiler de ganimetin yarısını alırlar. Onlar da eşit olarak aralarında bölüşürler. Savaş başlamadan önce farklı kural da konabilir. Ama her halükârda ganimet bir kural içinde bölüşülür. Bu kural topluluğun onayı ile oluşur.

Dolayısıyla yurt dışında savaşacaklar için şu kurallar getirilmiştir.

a)       Savaş meşru olmalıdır, hakem kararlarına dayanmalıdır.

b)       Savaşa gönüllü olanlar gitmelidir. Yurt dışında savaşmak mü’minlere farz değildir. Ama katıldıktan sonra farz olur.

c)       Savaştan evvel, savaş sonunda ganimetin nasıl paylaşılacağını belirleyen bir sözleşme yapılmalıdır. Yapılmamışsa, genel sözleşme hükümleri geçerli olur.

d)       Savaşa başlayabilmek için hakem kararları yeterli değildir. İlgili devlet başkanının izin vermesi gerekir. Bu izin yani manevi destek sebebiyle ganimetin beşte biri devlete ait olur.

Görülüyor ki; İslâmiyet çok adil hükümleri içerir ama hiçbir zaman ütopik değildir.

Ordular savaşacak, ganimet merkezde oturan yöneticilerin olacak! Bu zulümdür. Bu insanları zorla savaşa götürmedir. Oysa İslâm savaşında yani barış savaşında gönüllü gidilmektedir. Bu gönüllülük ganimet hesapları ile de olabilir. Ganimet için savaş meşru değildir, ama meşru sebeplerle yapılan savaşlarda ganimet meşrudur, savaşanların hakkıdır. Yoksa eşkıyalar çıkarları için savaşır, askerler ise devletlerinden korktukları için savaşır ve sonuç eşkıyaların zaferi ile sona erer. Sonra bu böyle devam eder. İhtilalle gelen iktidarlar ihtilalle giderler.

Kamu her şeye mukıttır demenin mânâsı şudur. Herkes, insan olan herkes, ister vatandaş olsun ister olmasın, ister suçlu olsun ister olmasın, herkes her konuda kendisini mağdur gördüğü her konuda her zaman dâva açabilir, dâvalı olabilir. Çünkü o çevre içinde kamu her şeyden sorumludur, bu beni ilgilendirmez diyemez.

Batı anlayışında, Roma hukukunda ancak seçkin vatandaşlar dâva açma yetkisine sahipti, halk dâva açamazdı. Hattâ aileden de ancak ‘pater’ dâva açabilirdi. Köleler için ise dâva bile açılamazdı. Sonra yalnız kanunlarda sayılmış olan haklardan dolayı dâva açılırdı. Aklına gelen aklına geldiği işten dolayı dâva açamazdı. Kanunda yazılı olmayan hak sayılmazdı. Batı’da bu durum hâlâ böyledir! Bat dünyasında ‘insan hakları’ deyince, sadece sayılı haklar akla gelmektedir!

Oysa insan, yazılı olsun olmasın, mağdur olduğunu iddia eden herkes mahkemeye başvurabilmeli ve başvurusu savunması alınarak değerlendirilmelidir.

İşte “Allah her şeye mukıttır” demek bu demektir. Kendisini haklı zannetmiş de dâva açmışsa, mahkeme masraflarını da ödemez. Avukatı da para alamaz. Avukatın onun haklı olup olmadığını bilmesi gerekir.

Şimdi şu sual sorulabilir. Savaş hükümlerinin arkasında şufa yani avukatlık hükümlerinin getirilmesinin mânâsı ve nedeni nedir? Bir defa savunma siyasi dayanışma ortaklıklarının yetkisidir. İslâmiyet’te savcılık yoktur, hakemlik vardır. Dâva açma yetkisi siyasi dayanışma ortaklıklarına aittir. Dâvayı kazandığı zaman onu icra etmek de o dayanışma ortaklıklarına aittir. Diyelim ki, bir evi birisi işgale etmiş, hakemler tahliyesine karar vermiş. Mal sahibi gelir, kapıyı kırar ve girer. Kendi evi olduğu için işgal eden karşı çıkamaz. Çıkarsa, davayı kazanan nefsi müdafa durumuna düşer. Ona müessir fiilde bulunursa kısas yapılmaz. Ama diyeti öder.

Savaş da bu dayanışma ortaklığının doğurduğu bir müessesedir. Neticede ordular şufa esası üzerine otururlar. Onun için burada sözkonusu oldu. Kamu adına veya dayanışma ortakları adına dâva açma yetkisi, dâvayı takip yetkisi siyasi dayanışma ortaklarına aittir. İcra da dayanışma ortaklarına aittir.

Böylece bu âyetin burada zikri “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda zikredilenlere temel kaynak olmuştur.

***

وَإِذَا حُيِّيتُمْ (Va EıÜAv XuyYıYTum)  “Tahıyye olunduğunuzda”

Hay” yılan demektir; “Meyt” de yılan demektir. Kış uykusunda olana ‘meyt’, hareket hâlindekine ‘hay’ denmektedir. Yılan kış uykusuna yattığında nasıl yok olmuyorsa, insan da öldüğü zaman yok olmuyor. Ruhtan ayrılıyor, dolaysıyla hareketsiz kalıyor ve bizim dünyamızdan ayrılıyor.

Selâmünaleyküm” demek, “tehıyye etmek” demektir. İslâm barışı içine girmek, teslim olmak, düzene boyun eğmek demektir. Yani, kurallara uymak demektir. Yetkili olanları dinlemek demektir.

Kişi ile karşılaşıp da ona selâm vermek ise tahıyye yani sağlık dileme ile ifade edilir. Yani, size selâm verdikleri zaman, siz de onlara selâm verin denmiş olur. Sizin için sağlık dilerlerse, siz de onlar için dileyin.

Bir Müslüman eman dileyen kimse ile asla savaşamaz. Teslim olmuşsa artık savaş durur. Ondan sonra barış yolları aranır. Harb tazminatı istenebilir. Yoksa soykırımına gidilemez. Soykırım, savaşamayacak durumda olanları, kadınları ve çocukları öldürmedir. Yoksa tehcir soykırım değildir. Köleleştirmek de soykırım değildir. Çünkü onların çocukları yeni dünyada yaşamaya ve çoğalmaya devam edeceklerdir.

بِتَحِيَّةٍ (Bı TaXıyYaTin)  “Bir tahıyye ile”

Bu selâm olabilir, günaydın olabilir, bonjur olabilir, drastviti olabilir, dobırdan olabilir, hayırlı sabahlar olabilir.

Ne şekilde selâm verirlerse versinler, siz onlara mukabele edeceksiniz. Kimseye benim usulümle selâm vereceksin demeyeceksiniz. Sen kendi usulünle selâm verebilirsin. Ama o önce selâm vermişse, o sana kendi selâmı ile selâm verecektir. Yani, selâmın şer’an sınırlandırılmış bir hâli yoktur. Nasıl diller farklı iseler, aynı şekilde selâmlamak da farklıdır.

Burada başka bir hukuk ortay çıkıyor. Kişi kendi dilindeki ifadelerden sorumludur. Başkalarına bizim dili öğreniniz diye dayatamayız. Türkçe bilmek mü’minlik için şarttır, müslimlik için şart değildir.

فَحَيُّوا بِأَحْسَنَ مِنْهَا  (FaXayYUv BıEaXSaNa MıNHAv)  “Siz daha ahseni ile selâm verin.”

Selâmın daha iyisi ile selâmlayın. Sizinle barış isteyenlere siz daha kapsamlı, daha ileri barış isteyin. Daima bir adım ileri olun. Siyaseten çok yanlış gibi görünen bu durum Kıbrıs’ta ortaya çıktı. Barış için hep ileri adımlar atıldı. Kıbrıs’ı kaybedeceğiz derken, daha iyi bir konumda olduk.

Barışta daima bir adım ileri olun demektir. İkili ilişkilerde de böyledir. Size yaklaşana siz daha fazla yaklaşınız. Onlardan korkmayınız. Size bir şey yapmazlar.

أَوْ رُدُّوهَا (EaV RudDUvHAv)  “Ya da onu reddediniz.”

Hiç olmazsa onun tahıyyesi yani selâmı kadar yapınız. Geriden gitmeyiniz. Toleransınız barıştan yana olsun. Bunun bazen karşı taraf için de böyle olması istenir. Karşı taraf daha ileri gidemeyecekse zorlamayın demektir. Barış önerirken de kabul edebileceği düzeyde tutunuz. Şimdi Avrupa Birliği için masadayız. Selâmlaşıyoruz. Onlar bize bizim kaldıramayacağımız yükü yüklemektedirler. Biz onlara onların kaldıramayacağı yükü yüklememeliyiz.

Türkiye için yapılamayacak neler vardır? a) Türkiye İslâmiyet’ten vazgeçemez. b) Müslümanlara cephe alamaz, onlar savaşmadıkça Türkiye savaşamaz. c) Türk ülkeleri ile ekonomik ve sosyal ilişkileri kesemez. d) Türkiye Türk ordusunu küçültemez, etkisiz hâle getiremez. İşte onlar bize teklif getirirken bunlara dokunmamalıdırlar.

Avrupalıların da yapamayacakları işler vardır. a) Avrupa Hıristiyanlığı terk edemez. b) Avrupa faizli sistemden vazgeçemez. c) Avrupa Türkiye’yi saldırıda koruyamaz. d) Avrupa serbest iş dolaşımına izin veremez. Çünkü yaşlı nüfusu kimse çalıştırmaz. Batı işsizler yurdu olur. İşte Avrupa Birliği müzakereleri başlarken taraflar karşı tarafa yapamayacakları önerilerde bulunmamalıdır. Bununla beraber karşılıklı yapma imkanı varsa, en üst seviyede bir anlaşma olmalıdır.

إِنَّ اللَّهَ كَانَ (EınNa elLAHa KAvNa)  “Allah bulunmaktadır.”

İnne” oluşu te’kid içindir, “Kâne” zamanın tesbit ve teyidi içindir. Yukarıda sadece “Kâne” gelmişti. Burada “İnne” ile gelmektedir. “İnne” yanlış bilene karşı getirilir. Allah’ın mukıt olduğu husus insanları fazla ilgilendirmediği için orada münmjir yoktur. Oradaki tereddüt devamlılık hususundadır. Burada hesap verme hususudur.

Birçok insan, insanın yaptığı kendisine kalacak, hesabı görülmeyecek sanır ve ona göre davranır. İyilik yaptığı zaman yani hasenede şefaat ettiği zaman boşuna olacağını sanır; seyyiede şefaat ettiği zaman da hesap sorulmayacağını sanır. Ağzı ile ‘inanıyorum’ dese de, fiilleriyle inanmadığını gösterir.

عَلَى كُلِّ شَيْءٍ حَسِيبًا(86)  (GaLAy KulLı ŞeYEıN XaSIyBan) 

“Oysa Allah her şeye hasib bulunmaktadır.”

“Kâne” ile gelmesi, dünyada da hesabı görülmektedir demektir. Ayrıca “Hasiben” kelimesinin nekire olmasından anlıyoruz ki, kamunun her şeyin hesabını tutması gerekmektedir.

Bizim ‘Genel Hizmet Kooperatifi’ni kurmamız ve muhasebemizi tutturmamız gerekir. ‘Az olsun çok olsun yazın’ emrinin devamı muhasebededir. Yani, yazılan okunmalıdır; sorulduğu zaman cevabı verilebilmelidir. Şefaat hallerinde alınacak paylar da muhasebe ile belirlenecektir. Kur’an’ın emirleri ancak bugün bilgisayarın bulunması ile yerine getirilebilir.

***

اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ (EalLAHu LA EıLAHa HuVa)  “Allah, O’ndan başka ilâh olmayandır.”

“Lâ ilâhe illallah” derseniz, bunda Allah’tan başka ilâh olup olmadığı ifade edilmiş olur, Allah’ın varlığı ifade edilmiş olmaz. Ama “Allahu lâ ilâhe illâ Huve” derseniz, “Allah” derken Allah’ın varlığını ispat etmiş, O’ndan başkasının olmadığını söylemiş olursunuz. “Lâ ilâhe illallah” sözü üzerinde tartışma vardır. Varlığa delalet etmez deniyor. Doğrudur. Dolayısıyla kelimeyi şehadet “Lâ ilâhe illallah” şeklinde değil de, “Allahu lâ ilâhe illallah” şeklinde olmalıdır.

Kur’an asla hata yapmıyor. Hata icmada var. Çünkü ikrar için “Lâ ilâhe illallah” yeterli sayılmıştır. Oysa “Allahu lâ ilâhe illallah” denmesi gerekir. Kur’an’da “Lâ ilâhe illallah” dendiği yerler vardır. Ancak hemen yanındaki âyetlerde ayrıca Allah’ın varlığı ifade edilmiştir. Kimi yerde olması söylediğimizi nakzetmez. Çünkü o yanlış değil, iman için eksik olmuş olur.

لَيَجْمَعَنَّكُمْ (La YaCMaGanNaKuM)  “Sizi cem edecektir.”

İnsanlar bu dünyaya zaman içinde gelmektedirler. Bir çocuk doğup ölünceye kadar her yıl nesli yenilemektedir. Bu dünya böyle tevarüs yoluyla devam ediyor. Ancak öldükten sonra Hz. Adem’den kıyamete kadar gelen insanları bir araya getirmek zorunluluğu var, yoksa muhasebe yapılamaz, herkesin borç ve alacağı tesbit edilemez. Çünkü zincirlerle ileri yürümüşlerdir. Allah’ın hasib olduğunun söylenmesinin arkasından bu “cem edecektir” ifadesini getirmiş olması sorunu vuzuha kavuşturmaktadır.

İnsanlar öldükleri zaman onlar için zaman kısalır. Dolayısıyla kabirde bekleme dönemi herkes için eşit uzunlukta olur. Yahut sevap ve günaha göre uzun ve kısa olur. Ölüm tarihine göre kısa olmaz. Bugün zamanın kısalıp uzayacağı fizikte tesbit edilmiş ve bunun formülü de bulunmuştur. Deney göstermiştir ki, uzaklaşan ve yaklaşan cisimlerin birbirine olan hızları eşittir. Bu da ancak zamanın kısalıp uzaması ile açıklanabilir.

(Işık Hızı + Yaklaşanların Hızı) * Sükunet Zamanı = Işık Hızı * Hareketlilik Zamanı

(Işık Hızı - Uzaklaşma Hızı) * Sükunet Zamanı = Işık Hızı * Hareketlilik Zamanı

Sükunet Hızı = Hareketlilik Zamanı / (1 - Hız * Hız / Işık Hızı * Işık Hızı)^.5

Görülüyor ki, sükunet zamanı hareketlilik zamanından uzundur. Bunlar denenerek ispatlanmıştır.

Hazreti İsa göğe götürülebilir, orada binlerce sene dolaşır, ama o sadece birkaç sene yaşamış olur, o kadar duyar ve o kadar yaşlanır. Demek ki, Allah âhirette insanları bir araya toplayacaktır. Onların hesabı orada görülecektir.

إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ (EıLAy YaMı eLQıYAvMaTı)  “Kıyamet yevmine”

Sizi kıyamet yevmine doğru cem edecektir, yahut kıyamet yevmine kadar ceme devam edecektir.

İnsan öldüğü zaman, zaman kısalıyor ve belli bir müddette kıyamet yevmine ulaştırılıyor.

Diyelim ki, bundan 10 bin sene önce ölen insanla bugün ölen insan aynı zaman sonra kıyamet yevmine götürülmüş olacaktır. Kıyamet yevmine kadar gelen insanlar hep cem edilmeye devam edilecektir. Ama cem oldukları gün aynı gün olacaktır. Toplama kıyamete kadar sürecek ama aynı zamanda toplanmış olacaklardır. Herkes için geçen zaman da aynı olacaktır. Bu sebepledir ki “Fî Yevmi’l-Kıyamet” denmemiş de “İlâ Yevmi’l-Kıyamet” denmiştir.

Kur’an’daki birçok âyetler bu varsayımı desteklemektedir. Mesela, şehitler şimdi ırzak olunmaktadır. Bu nasıl mümkün olmaktadır? Ancak zamandaki izafiyet nazariyesi ile mümkün olmaktadır.

. لَا رَيْبَ فِيهِ(Lav RaYBa FIyHı)  “Orada rayb yoktur. Onun içinde karışıklık yoktur.”

“Lâ Raybe Bihî” veya “Lehû” denseydi, kıyametin olmasında rayb yoktur olurdu.

Burada “onun içinde rayb yoktur” deyince, artık orada yalan, bilgisizlik, içtihat gibi müesseseler yoktur.

Her şey açık ve nettir. Herkesin hesabı görülürken tereddüt olmayacak. İşledin mi, işlemedin mi? Cezası bu mudur, değil midir? Böyle bir tereddüt olmayacaktır. Çünkü hepsi çok açık ve seçik olacaktır.

وَمَنْ أَصْدَقُ مِنْ اللَّهِ حَدِيثًا(87) (VaMaN EaÖDaQa MıNa elLAHı PaDIyÇaN)

“Hadis olarak Allah’tan daha sadık kim vardır?”

Söylenen söz kavlen sadık olur bir hadis olarak sadık olur.

“Kavlen sadık olmak” demek, adamın doğru söylemesi ve dediğini yapmasıdır. Ama olaylar beklendiği gibi cereyan etmez. Kişi kavlen sadık olur ama hadisen sadık olmaz. Ben bu sene buğday ekeceğim der ve eker. Kavlen sadıktır. Söylediğini yapmıştır. Ama yağmur yağmamış ve buğday elde edilememiştir. Hadis olarak sadık olmamıştır.

Allah burada ben söylüyorum, o olacaktır; yalnız kavlen değil, hadisen de olacaktır. Çünkü onda sapma olmaz.

Sonunda Kur’an bütün anlatımlarını âhirete bağlamaktadır. Çünkü âhiret olmadığı zaman dünya dipsiz kazan gibi olur. Söylediği her söz uçup gider. Dayanağı bulunmaz.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org    (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ - 307 ADİL DÜZEN DERSLERİ - 137 İstanbul, 03 Haziran 2005

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI   

(Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)

 

MEHMET GEMALMAZ VEFAT ETTİ

Kilis II. Devre Milletvekili Remzi Güres, dindar bir aileye mensuptu. Mülkiye mezunuydu.

Uşak Şeker Fabrikası’nı kapatmak isterler. Remzi Bey buna karşı çıkar. İsmet İnönü, milletvekili olarak Remzi Güres’i bu fabrikaya genel müdür yapar. Bir sene içinde kâra geçirir. Manisa’da satılmakta olan 800 dönümlük yeri vali satamaz; Remzi Beye satın aldırır. Emekli olduktan sonra ayrılır ve İzmir’de yerleşir. Türkiye’de artık 1950’li yıllara gelinmiştir. Demokrat Parti’ye sempatisi yoktur. Ülkenin ekonomik faaliyetlerle kurtulacağına inanır. Türkiye’de ilk defa inanmışların ortak olacağı mandalina çiftliğini kurar. Hedefi; büyümek ve modern tarım organizasyonu ile Türkiye’yi Müslüman bir ülke olarak ileri götürmektir.

Mehmet Gemalmaz, ziaraat mühendisidir. Ankara’da varlıklı büyük bir ailenin oğludur. İnanmış ailede yetişmiştir. Remzi Güres ile ortak olurlar. Tabip Albay Dursun Aksoy ve sonra Konya Senatörü olan Ahmet Remzi Hatip de bu ortaklığın içindedir. Daha başka iki ortak daha varmış ama ayrılıp gitmişler.

Ben İzmir’e geldiğimde, bunlar Halil Rifat Paşa semtinde oturuyorlardı. Beni dâvet ettiler. Oraya kiracı olarak taşındım. Usulde anlaşmazlıklarımız oldu, onlarla ortaklığı başaramadım. Mandalina çiftliğine dâvet ettiler; ortak olamadım. Ancak, birlikte Kur’an derslerine devam ettik. Belki de Türkiye’de mealle Kur’an okumayı ilk defa bunlar başlatmışlardı; biz –bugünlere kadar- devam ettik…

Biz Prof. Dr. Ahmet Tahir Satoğlu ve diğer arkadaşlarla Akevler’i kurduk. Hepsi Akevler’e aza veya çok ortak oldular. Yusuf Arslan ile Mehmet Gemalmaz beni özel olarak desteklediler. Akevler’i kurmadan önce de desteklediler; Akevler’i alırken o paralarını Akevler’e aktardık.

Şimdi Mehmet Gemalmaz’ın Ziraat Mühendisi olarak katıldığı ve sırf inanmış insanları bir araya getirerek oluşturduğu ortaklığın etkilerini anlatmak istiyorum.

Önce, o çiftlik sonra bölüşülmüş olsa da, durmaktadır. Yani, birlik ve çiftlik korunmaktadır. 1960’larda başlayan bir ortaklıktır. Sonra oradan ayrılarak oluşmuş bulunan Akevler hâlen faaliyettedir. Sonra Halil Rifat Paşa’da bir cami yaptılar, külliye olarak oluştu; ahlâkî eğitim merkezi olarak faaliyetini sürdürmektedir. Akevler’den mülhem olarak Milli Görüş partileri oluştu. Akevler’den mülhem olarak Fethullah Gülen’in Akyazılı Vakfı oluştu. Bugünkü AK Parti, onlardan koparak oluştu. Kombassan ve Yimpaş, o başlangıcın bugünkü gelişmesidir. Turgut Özal, Toplu Konut İdaresi ve kredilendirme sistemini oradan örnek almıştır.

Ben şunu itiraf ederim ki; eğer İzmir’e gelip bu Halil Rifat Paşa ekolüne katılmasaydım, memur olma ötesinde hiçbir şey yapamazdım. Bu ekol olmasaydı Akevler’in kurulabileceğini hiç sanmıyorum. Akevler’den mülhem diğerleri olur mu idi; bilemem. Ama Allah Halil Rifat Paşa’da atılmış olan tohumu yeşertmiştir. Mehmet Gemalmaz bu ekolün ilkleri içinde yer almıştır.

*

Akevler’i ilk destekleyen Yusuf Arslan ve Mehmet Gemalmaz, hastalıkları sebebiyle ömürlerinin son senelerinde sıkıntılı günler yaşadılar. Her ikisi de yakınları tarafından bakılarak sevaplarına ortak oldular. Bunların başlangıçtan beri olan iyi niyetlerini ve İslâmiyet’e olan hizmet aşklarını bildiğim için; ömürlerinin son yıllarında yaşadıkları bu sıkıntıları ile âhirete günahsız gittiler diye şehadet etmek isterim.

*

Şimdi bunları sizlere neden anlattım?

Türkiye bugün belli bir yere ve belirli bir seviyeye ulaşmıştır. Japonya ve Almanya gibi uygar uluslar arasına girmek üzeredir. Türkiye ilimde, dinde, ekonomide ve siyasette hayal bile edilemeyecek mertebelere çıkmıştır. Bunların hiçbirisi devletin organizesi ile olmamıştır. Tam tersine, devleti yönetenler bunlara hep köstek olmuşlardır. Halkın kendi kendilerine organizesi ile buraya kadar gelinmiştir.

Yeni bir döneme giriyoruz. Türkiye ya Adil Düzen işletmelerini kuracaktır, ya da ülkeyi çok sıkıntılı günler bekliyor. Basit fedakârlılar ileride çok büyük sonuçlar doğurabilir. Siyasilerden bir şey beklemiyorum. Tarikatlardan bir şey beklemiyorum. Dernek ve vakıflardan bir şey beklemiyorum. Ama İstanbul esnafından hâlâ ümitvârım. İzmir’de kurulan bir ortak çiftlik gibi İstanbul’da oluşacak ortaklıklar, Türkiye’yi ve dünyayı aydınlatabilir. Bunun için; Allah rızası sözkonusu olunca, çekinmeyi bırakacak, girişken olacaksınız. Allah rızası sözkonusu olunca, onurunuzu terk edeceksiniz. 15 milyon insanın yaşadığı İstanbul’dan küçük işadamlarından bir müteşebbis bekliyoruz.

Selahattin Öztürk’ten hâlâ beklemekteyiz!.. Kendisi yapamıyorsa, birisini bulsun, ona havale etsin…

Merhum Mehmet Gemalmaz kardeşimizin yakınlarına ve camiamıza sabırlar diler, Allah’tan rahmetler duâ ederiz. Mekânı cennet olsun…

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org    (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ - 307 ADİL DÜZEN DERSLERİ - 137 İstanbul, 03 Haziran 2005

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI  

(Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)

 

TBMM VE DOKUNULMAZLIKLAR…

İktidar tecezzi etmez. Daima bir yerde tekleşerek sonlanır. Nasıl bir insanın iki bilinci olmazsa, iktidarın da iki yetkilisi olamaz. Türkiye’de kabul edilen iktidar Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Cumhuriyet’in kuruluşundan beri iktidar merkezi orasıdır; resmen orasıdır.

Arada Meclis’i korkutanlar olmuştur. İstediği gibi üyelerini seçtirmiştir ama Meclis her zaman üstün otorite olmuştur. 1950’ye kadar Meclis’e kimse dokunamamıştır. 1960’tan beri Meclis yol geçen hanı olmuş, herkes ona saldırmıştır. Kaç defa feshedilmiş, kapatılmış, başbakanları asılmış ama Meclis’in gücü bertaraf edilememiştir. Her zaman seçime gitme zorunda kalınmış ve her seferinde seçilen Meclis müdahale edenlerin istediği Meclis olmamıştır. Yaralanmıştır ama hep muzaffer olmuştur. Çünkü Türk milleti, devlet tecrübesi olan bir millettir. Başsız olamaz ve yaşayamaz. Meclis’e dayanmayan iktidar sadece bir iki yıl oturabilir. Askerler bunun bilincinde olmuş ve müdahalelerden sonra daima seçime gitmişlerdir.

Şimdi milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını istiyorlar. Böylece her gün milletvekilleri aleyhinde şikâyetler olacak. Savcılardan bu şikâyetleri fırsat bilenler olacaktır. Her gün karakol ve mahkemelerde olacak ve bu arada milletvekilliği yapacaksın!.. Ne mümkün?!.

Biz bunları yaşadık. Sonunda hep beraat ediyorsun ama günlerin karakol soruşturmaları ve mahkeme koridorlarında geçiyor!.. Bediüzzaman, ‘Mahkeme kararı ile bir gün bile mahkum olmadım ama 27 senelik zulmün mahkumuyum!’ demiştir.

İşte, şimdi birilerinin yapmak istedikleri şey, milletvekillerini her gün rahatsız edip Meclis’i tamamen çalışmaz hâle getirmek ve ülkeyi başsız bırakmaktır. Şimdiye kadar askerler müdahale ediyordu. Bundan sonra o da olmayacak. Ülke parçalanıp gidecektir.

Hz. Musa Peygamber, Tevrat’ta zaninin recm edileceği hükmünü tebliğ ettiği zaman halkı sordu: ‘Zina yaparsan sen de mi recm olunacaksın?’ dediler. Cevap verdi: ‘Evet, zina yaparsam ben de recm olunacağım’ dedi. İşte o Tevrat 3000 seneden fazladır hükümran olmuştur.

Suçu kim işlerse işlesin aynı ceza verilir. Cezayı polis değil, mahkeme verir. Polis ancak tutanak tutabilir. Hakim işlerse ona ceza verilmeyecek, vatandaş işlerse verilecek! Hakimler kendi kendilerine dokunulmazlıkları koydular! Kimse de ses çıkarmıyor. General işlerse cezasını ödeyecek. Başka ilde vali işlerse cezasını ödeyecek. Profesör işlerse cezasını ödeyecek. Ama hakim işlerse ödemeyecek! İçişleri bakanı böyle buyurmuş! Ne zamandan beridir içişleri bakanına kanun yapma yetkisi verildi; ceza koyma veya affetme yetkisi verildi?!.

İşte sizin hukukunuz budur!

Bir polisin hakime ceza yazması yanlıştır. Ama polisin vatandaşa da ceza yazması yanlıştır. Cezayı ancak mahkeme verir. Mahkeme masrafları da sanıktan alınamaz. Çünkü ceza kanununda mahkeme masraflarının sanıktan alınması yazılı değildir. Muhakemesiz mahkumiyet yalnız bugünkü düzende vardır. Maliyeci tahakkuk yapar, sen dava açacaksın. Polis ceza yazar, sen dava açacaksın.

Şimdi beğenmediğiniz Adil Düzende yani İslâm şeriatında bakalım bu mesele nasıldır?

a)       Önce; kim olursa olsun, vatandaşlara farklı muamele yapılamaz.

b)      İkincisi; herkes mahkemeye verilir ve mahkeme cezasını verir. Mahkemeye verme yetkisi kademeli olabilir. Yani, polis tesbit eder, komiser karar verir, bakan karar verir. Ancak bu çok az sayıdaki cezalar için böyledir.

c)       Üçüncüsü; trafik cezaları gibi cezaları vatandaş kendisi yazar; ‘ben bu suçu işledim’ der ve cezasını verir. Bu ceza para cezası ise götürüp yatırır. Kimseye başkası ceza yazamaz. Hakim de kendisi kendisine ceza yazar; kapıcı da, odacı da… Tam eşitlik vardır. Keffaret cezaları nedir? Zorunlu zamanlarda kuralları aşmak zorunda kalırsın, aşarsın; daha sonra cezanı da kendin verirsin. Kaza meydana gelmedikçe de bu ceza sicile geçip tehlikeli adam olmazsın.

d)      Peki, ya vatandaş bu işi yapmazsa, trafik ihlallerine devam ederse ve keffaretini ödemezse ne olacak, böyle devam edecek midir? İşte polis o zaman devreye girer. Böyle trafik hataları yapanlar hakkında sadece plakasını alarak merkeze bildirir. O gün arabada kimin oturduğu da dışarıdan soruşturularak öğrenilir. Sadece dosyaya işlenir. Bu tür ihlaller çoğalır ve cezasını da kendisi yazıp ödememişse, onun aleyhine dava açılır. İspatlandığı takdirde o çevreden sürülür. O çevreye girdiği zaman güvencesi olmaz.

İşte ‘Adil Düzen’ böylece adil çözüm bulmuştur.

Siz ise çıkmazdasınız. Polise hakim ceza yazsa hakimin otoritesi gider, yazmasa o zaman da eşitlik gider. Çözümünüz yoktur. Çünkü Allah birdir ve O iki doğru yolu var etmemiştir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org    (0532) 246 68 92

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3453 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2648 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2137 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2517 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2517 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2160 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2567 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2469 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1974 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2333 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2238 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2384 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2605 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2424 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3025 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2659 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2973 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2657 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2730 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2941 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3120 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3409 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5458 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3530 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3061 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3848 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3697 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3401 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3858 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3820 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4096 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4607 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3004 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3102 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3953 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3808 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2837 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2930 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3938 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7693 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5579 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4162 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3562 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3708 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4717 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4429 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4724 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4646 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4798 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4538 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3383 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4460 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3610 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5153 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3839 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5135 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 4991 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4916 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3517 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3467 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3682 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5141 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4195 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5402 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4076 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5254 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4405 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4416 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4560 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4756 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5307 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4107 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5250 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4512 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3832 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4364 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4575 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4103 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4085 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4075 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4533 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5634 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9792 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4636 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3690 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3842 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3351 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3374 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3736 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5688 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4239 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3437 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler